Emanet, hıyanetin zıddı olup güven, sadakat, emniyet
mânalarına gelir. İslâm dini adalet ve emniyete çok fazla ehemmiyet atfeder. İçtimâî
ve ferdî huzurun, maddî ve mânevi kalkınmanın bunlara bağlı olduğunu belirtir.
Aslında adaletle emniyet birbirinden ayrılmaz.
Adaletin olmadığı yerde emniyet ve güven de olmaz. Cenab-ı Hak Rahmân suresinde
semâvatın bile adaletle nizamda, kıyamda olduğunu belirttikten sonra insanlar
arasında adaletli, ölçülü, hukuka riayetkâr olunmasını emretmiştir. Hadislerde
emanetin kaybolması kıyamet alâmeti olarak ifade edilmiştir. Emânetin
kaybolması, insanlar arasında dürüstlüğün, adaletin, hakkına razı olma duygusunun
kalmaması, kimsenin kimseye güvenemez hâle gelmesi demektir. Bu da
hilekârlıkların, haksızlıkların artmasıyla hâsıl olur.
Emanetin kalkmasıyla hâsıl olacak durumun vehametini
tam kavrayabilmek için, Kur'ân-ı Kerîm'de emânete verilmiş olan makamın yüceliğini
bilmek yeterlidir:
"Doğrusu biz, emaneti göklere, yere, dağlara
sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup
titremişlerdir. Pek zâlim ve çok câhil olan insan ise onu yüklenmiştir." (Ahzâb: 36/72).
Hadiste kaybolacağı veya "kaybedilmesi"nin
kıyamet alâmeti olacağı bildirilen emanetin âyette zikredilen emanetten ayrı
olduğu söylenemez.
Nitekim, bu "emanet"in ne olduğu sorusuna
ulema farklı yorumlar getirmiştir ki, hepsinin de belli bir ölçüde haklılığı
açıktır.
İbnu Abbâs'a göre: Yapılması emredilen veya
yasaklanan farzlar'dır demektir.
Bazıları: İbadetlerdir demiştir.
Bazıları: Bütün tekliflerdir demiştir.
Bazıları: Allah'ın insanlardan aldığı mîsaktır
demiştir.
İbnu't-Tîn: Mükellefin, Allah'tan başkasınca
bilinmeyen bütün gizli şeyleridir, demiştir.[1]
ـ1ـ
عن حذيفة بن
اليمان
رَضِىَ
اللّهُ عنهُ
قال:
]حَدَّثَنَا
رَسُول
اللّهِ #
حَديثَيْنِ
قَدْ رأيتُ
أحَدَهُما
وَأنَا
أنْتَظِرُ
اŒخرَ. حدّثنا
أنّ ا‘مانَةَ
نَزَلَتْ في
جِذْرِ قُلوبِ
الرّجَالِ،
ثمّ نَزَلَ
القرآنُ
فعلمُوا مِنْ
القرآنِ
وَعَلِمُوا
مِن السنةِ،
ثمّ حدّثنا
عَنْ رَفعِ
ا‘مانةِ. قال:
ينامُ
الرجُلُ
النومةَ فتُقْبضُ
ا‘مانةُ منْ
قَلْبِهِ
فَيَظِلُّ
أثَرُها مثلَ
أثرِ الوكتِ،
ثمّ ينامُ
النومةَ فتُقبضُ
ا‘مانةُ من
قلبهِ فيظلُّ
أثَرُهَا مثلَ
أثرِ المجْلِ
كجمرٍ
دحرجْتَه عل
رجلك فنفَطَ فتَرَاهُ
منتبِراً
وليسَ فيهِ
شئٌ، ثمَّ أخذَ
حصىً
فدحْرجَهُ
علَى رِجلِهِ
فيُصْبِحُ النّاسُ
يتبايعونَ
فََ يَكادُ
أحدٌْ منهمْ يُؤَدّى
ا‘مانةَ حتَّى
يُقَالَ إنّ
في بنى فُنٍ
رجً أميناً
حتّى يُقالَ
لِلرَّجُلِ
ما أجلَدَهُ
ما أظرفَهُ ما
أعقَلَهُ،
وَمَا في قلبِِهِ
مثقالُ حبةٍ
من خردلٍ من
إيمانٍ. ولقد
أتَى عليّ
زمانٌ وَمَا
أُبَالى
أيُّكُمْ
بايعتُ، لَئن
كَانَ مسلماً
ليردّنّه
عليّ دينهُ،
وإن كانَ
نصرانياً أو
يهوديّاً
ليردّنّه
عليّ ساعيه،
وأما اليومَ
فَما كنتُ
أبايعُ منكم إ
فناً وفناً[.
أخرجه
الشيخان
والترمذى.»الْوَكْتُ«
ا‘ثر في الشئ
من غير لونه
كالنقطة
»والمجلُ« ما يظهرُ
في اليدِ
شِبهَ البُثر
من معاناةِ
ا‘شياء
الصلبةِ
الخشنةِ
»وَالمُنْتَبرُ«
المنتفخ .
1. (85)- Huzeyfetu'bnu'l-Yemân (radıyallahu anh) anlatıyor:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bize iki hadis irad buyurmuştu. Ben
bunlardan birini gördüm, diğerini de bekliyorum. Buyurmuştu ki:
"Emanet (din, adalet duyguları) insanların
kalplerinin derinliklerine (yaratılışlarında, fıtrî meyiller olarak) konmuştur.
Sonradan Kur'ân-ı Kerîm indi. (İnsanlar kalplerine konmuş olan bu fitrî
temâyüllerin) Kur'ân ve hadiste te'yîdini buldular." Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bize bu emanetin kalplerden kalkmasından da bahsetti ve buyurdu ki: "Kişi
uykuda imiş gibi farkında olmadan kalbinden emanet alınır. Geride, benek izi
gibi bir iz kalır. Sonra ikinci sefer, yine uykuda imişcesine, kişi farkında
olmadan kalbindeki emânet duygusundan bir miktar daha alınır. Bunun da, kalpte
bir kabarcık izi gibi bir izi kalır, yâni şöyle ki, ayağın üzerinden bir kor
parçasını yuvarlayacak olsan değdiği yerleri kabarmış görürsün. Ne var ki,
içinde işe yarar bir şey yoktur." Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) bir çakıl tanesi aldı, onu ayağının üzerinde yuvarladı. (Ve sözüne
davam etti:) "(Emanet bu şekilde peyder pey azalmaya devam eder, o hâle
gelinir ki artık) alış verişe giden insanlarda (itimad, güven, doğruluk ve)
emanet tamamen kaybolur. Hatta dürüstler "falanca kabilede dürüst insanlar
varmış" diye parmakla gösterirler. Bazan da, kalbinde zere miktar iman olmayan
bir kimsenin "ne civanmerd, ne kibar, ne akıllı kişi" diye övüldüğü
olur." (Huzeyfe devam etti:)
- Ben öyle günler gördüm ki, hanginizle alış veriş
yaptığıma aldırmazdım. Muhâtabım Müslüman idiyse, bana karşı hile yapmasına
dindarlığı mâni olurdu. Muhatabım Yahudi veya Hıristiyan idiyse, onu da,
âmiri(nden vâliden gelen korku ve disiplin) bana hile yapmaktan alıkoyardı.
Fakat bugün sizden sadece falanca falanca ile (gönül huzuruyla) alış veriş
yapabilirim."[2]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen emanet'i, daha ziyade güven, emniyet,
itimad, dürüstlük gibi mânalara tevcîh ettik ise de âlimler, burada mezkur olan
emanetin yukarıda kaydettiğimiz âyette mezkûr olan "emanet"ten ayrı
olmadığını, aynı mânada kullanıldığını belirtmiştir. Sâhibût-Tahrîr, bunların
aynı şey olduğunu söyledikten sonra: "Bu emanet ise "iman"ın ta
kendisidir" der ve ilâve eder: "İman kalpte bir yerleşti mi, kişi,
onun emrettiğini yapar, yasakladığından da kaçar." Aynı görüşte olan
İbnu'l-Arabî, açıklama da sunar: "Huzeyfe hadisindeki emanet'ten murad
imandır, bunun isbatı onun kaldırılması ile alakalı olarak beyan edilenlerdir.
Şöyle ki: Kötü amellerin imanı gitgide zayıflatacağı, en sonunda imandan sâdece
bir iz kalacağı belirtilmiştir" İbnu Hacer ilâve eder: Bu iz ise, dil ile
telaffuzdan ve kalbin zahirinde kalan (ve amele aksetmiyen) zayıf bir itikattan
ibarettir. Bunu da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bedenin zahirindeki bir
ize benzetmiştir. İmanın zayıflığına da, uyku haline benzetmek suretiyle imada
bulunmuştur. Kalpten imanın gidişini ifade için ayak üzerinden kayıp yere düşen
bir taşın temsilini vermiştir."
Huzeyfe (radıyallahu anh) hicretin 36. yılında vefat
etmiştir. Yani Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan sonra Şeyheyn devrinin
adâletli, disiplinli devrini yaşadı. Hz. Osman (radıyallahu anh) devrini de
yaşadı. Öyle anlaşılıyor ki, gitgide önceki içtimâî şartlar bozulmuş, itimad
edecek kimseler azalmış ve Huzeyfe, hazretleri (radıyallahu anh), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın haber verdiği fitne alâmetlerini, kendi devrine
tatbik edebilme fırsatı bulmuştur. O kadar ki artık cemiyette yakînen tanıdığı
pek az kimseye itimad edebilmekte, korkmadan onlarla alışveriş yapabilmektedir.[3]
ـ2ـ
وعن أبى هريرة
رَضِىَ
اللّهُ عنهُ
قال: قالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: ]إذا
ضُيِّعتِ
ا‘مانةُ فانتظرِ
السّاعةَ.
قيل: وَكَيْفَ
إضَاعَتُهَا؟
قال: إذا
وُسِّدَ ا‘مرُ
إلى غيرِ
أهلهِ[.أخرجه
البخارى.
»وُسِّدَ«
أُسند .
2. (86)-
Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu
ki:
"Emanet kaybedilince kıyameti bekleyin."
"Emanet nasıl kaybolur?" diye sordular.
"İşler ehil olmayanlara teslim edilince" diye cevapladı."[4]
AÇIKLAMA:
Emanet'in kaybı emin (güvenilir) kimselerin yok
olması veya yok denecek kadar azalmasıyla meydana gelir.
Yukarıdaki hadis, Buhârî'nin, Kitabu'l-İman bahsinde
"Kıyamet ne zaman?" diye soran bir bedeviye cevap sadedinde
zikredilmiştir.
"İşler" diye tercüme ettiğimiz kelimenin
aslı "emr"dir. Dine müteallik hilafet, memurluk, kadılık, müftülük
vs. bütün hizmetleri ifade eder. Hadis, bu mühim hizmetlere liyakatli
kimselerin getirilmesindeki lüzuma dikkat çekiyor. İbnu Battâl şu açıklamayı
yapmıştır: "Emaneti ehil olmayana verme'nin mânası şudur: "Allah
imamları, kullarının başına emanetçi olarak koydu ve kendilerine kullar için
hayırhâh olmayı farz kıldı. Öyle ise, başlarına dindar kimseleri âmir tayin
etmeleri gerekir, (çünkü Allah'tan korkacaklar için halka ancak dindarlar
adâletle, hayırla hizmet sunarlar). Dindar olmayanları tâyin ettikleri
takdirde, imamlar (devlet reisleri), Allah'ın kendilerine tevdi ettiği emanete
ihânet etmiş olurlar."[5]
ـ3ـ
وعنهُ رَضِىَ
اللّهُ عنهُ
قال: قالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: ]أدِّ
ا‘مانةَ إلى
مِن
ائتَمنكَ، وَ
تَخُنْ من
خانَكَ[.
أخرجه أبو داود
والترمذى .
3. (87)- Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in şu sözünü rivayet etmiştir: "Sana emanet
bırakanın emânetini geri ver. Sana ihânet edene ihânet etme"[6]
AÇIKLAMA:
Hadis, emanete ihânet edilemeyeceğini kesin bir
üslupla ifade eder. Ancak emanet sahibinin hâin olması halinde, hakkında iki
görüş ileri sürülmüştür:
1- Bir kısım âlimler: "Emanet bırakan kimse sana
hiyanet etmiş bile olsa -yukarıdaki hadisin zâhirine göre- hıyanete hıyanetle
mukabele edemezsin" demiştir. Kadı Iyaz şöyle söyler: "Hâine, onun
sana yaptığı gibi davranma, hıyanetine hiyanetle mukabele etme, aksi takdirde
onun gibi olursun. Ancak kişinin, borcunu inkâr eden alacaklısından hakkı
kadarını alması buna girmez." Tîbî der ki: Evla olanı, hadisi şu âyetin
mânasında anlamaktır: "İyilik ve fenalık bir değildir. Ey inanan kişi,
sen fenalığı en güzel şekilde sav..." (Fussilet: 41/34), yani
arkadaşın sana ihânet ederse, sen onun ihânetine ihânetle mukabele etme, bu
câiz olsa. Bilakis iyilikle mukabele et. Bu da tam mukabiliyle davranmakla
olur. Sen sonra kötülük yapana iyilik yap."
2- Bazıları ise, emanet, hiyanet ettiği mal cinsinden
ise, gasbettiği miktarınca malını alabileceğini söylemiştir. Mesela dirhem
cinsinden hakkına, dirhem cinsinden emânetten alabilir, dinarsa alamaz. Şâfiî
hazretlerinden (rahimehullah) şöyle söylediği nakledilmiştir: "Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) çocuklarına yeterince bakmayan Ebu Süfyan'ı
hanımı şikâyet edince kadına: "Ma'ruf üzere yetecek kadarını" Ebu
Süfyan'ın malından onun gıyabında almasına izin vermiştir. Öyle ise, bir
kimsede alacağı olan bir zât borçlunun borcunu ödememesi hâlinde onun malından,
ağırlığınca veya miktarınca veya kıymetince denk olacak kadarını alır. Hatta
cinsleri ayrı bile olsa alıp satması, elde edeceği semereden hakkı kadarını
alması câizdir... Bu hıyanet değildir... Hıyanet, hakkı kadarını aldıktan sonra
fazla alacak olursa söz konusudur.[7]
ـ4ـ
وعن أبى موسى
رَضِىَ
اللّهُ عنهُ
قال: قالَ رَسُولُ
اللّهِ #: ]إن
الخازنَ
المسلمَ
ا‘مينَ الّذى
يُعطِى ما
أُمِرَ بهِ
كامً
موَفَّراً
طيبةً بهِ
نفسُهُ أحدُ
المتصدقين[.أخرجه
الخمسة إ
الترمذى.وزاد
النسائى في
أوله
]المُؤمِنُ لِلمؤمنِ
كَالبُنْيَانُ
يَشُدُّ
بَعْضُهُ بَعْضاً[
.
4. (88)- Ebu Musa (radıyallahu anh)'nın rivayetine göre Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
"Emîn bir Müslüman mal muhafızı olsa ve
vazîfesini dürüstlükle yapsa, şöyle ki, kendisine (sadaka vs. nevinden)
emredileni gönül hoşluğuyla eksiksiz ve tam olarak yerine verse, sadakayı veren
iki kişiden biri olur."
Nesâî, hadisin başında şu ziyadeyi kaydetti: "Mü'min
kişi, diğer mümine karşı duvar gibidir, birbirlerini takviye ederler."[8]
AÇIKLAMA:
Bu hadisi Buhârî: "Efendisinin emriyle müfsid
olmadan tasaddukta bulunan hâdimin sevabı" adını verdiği babta kaydeder.
Âlimler, mal sâhibinin emriyle hizmetçinin veya
kocasının emriyle kadının, gönül hoşluğu ile vereceği sadakadan aynen mal
sâhibi gibi sevab kazanacağını söylemişlerdir. Kadının, kocasının malından,
gıyabında eksilme belli olmayacak kadar verebilir, fazlası için izin alması
gerekir demişlerdir. Hâzin ve hâdim izinsiz sadaka veremezler.[9]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/369-370.
[2] Buhârî, Rikak: 35, Fiten:
13; Müslim, İman: 230, (143); Tirmizî, Fiten: 17, (2180); İbnu Mâce, Fiten: 27,
(4053); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:
2/370-371.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/371-372.
[4] Buhârî, Rikak: 35, İlm 2;
İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/372.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/372.
[6] Ebu Dâvud, Büyü: 81 (3534);
Tirmizî, Büyü: 38, (1264); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 2/373.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/373.
[8] Buhârî, Zekat: 25, Vekâlet:
16, İcâre: 1; Müslim, Zekât: 79 (1023); Ebu Dâvud, Zekât: 43, (1684); Nesâî,
Zekât: 66, (5, 79-80); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 2/374.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/374.