SAHİH-İ MÜSLİM

Konular        Numaralar  

İMAM NEVEVİ ŞERHİ

KİTABU’L-İMAN

G İ R İ Ş

 

Bu başlıkta sözkonusu edilecek en önemli mesele, ilim adamlarının iman, İslam, bunların genel ve özel kapsamları ile ilgili görüş ayrılıkları nelerdir? lman artar mı? Eksilir mi? Ameller imandan mıdır, değil midir hususlarıdır.

 

Mütekaddimin (Önceki) ve müteahhirin (sonraki) ilim adamları -Allah Teala'nın rahmeti üzerlerine olsun- sözünü ettiğimiz bütün bu hususlarda pek çok açıklamalarda bulunmuşlardır. Ben onların dağınık şekildeki açıklamalarından sözünü ettiğim maksadın pek çok fazlalıklarla birlikte elde edileceği şekilde belli bazı kısımları nakletmekle yetineceğim.

 

 

İMAN VE İSLAM:

 

Şafii alimlerinden fakih, edip, muhakkik (araştırmacı), İmam Ebu Süleyman Ahmed b. Muhammed b. İbrahim el-Hattabi el-Busti (rahimehuIlah), Mealimu's-Sünen adlı eserinde diyor ki: İnsanlar bu meselede hayret edecek kadar çok hata ederler. Zühri, İslam söylenen bir sözdür, iman ise ameldir demiş ve ayeti delil göstermiştir. Bununla da şanı yüce Allah'ın: "Bedevi Araplar: İman ettik dediler. Deki: Siz iman etmediniz fakat teslim olduk deyin (çünkü) iman henüz kalplerinize girmemiştir." (Hucurat, 14) ayetini kastetmektedir. Başkaları ise İslam'ın ve iman'ın aynı şey olduğu kanaatindedir. Bu kanaat'te olanlar da yüce Allah'ın: "Biz de orada bulunan mu'minleri çıkardık ama orada Müslümanlar'dan bir ev halkından başkalarını bulmadık." (Zariyat, 35-36) buyruğunu delil göstermiştir.

 

Hattabi dedi ki: Bu hususta ilim ehli büyüklerinden iki adam söz söylemiş, onların her biri bu iki görüşten birisini kabul edip, biri ötekinin görüşüne cevap verip, reddetmiştir. Bu hususta da yaklaşık iki yüz yaprağı bulan bir de kitap tasnif etmiştir.

 

Hattabi dedi ki: Bu hususta doğru olan ise bu alanda sözün mutlak olarak değil de, kayıtlı bir şekilde söylenmesidir çünkü Müslüman bazı hallerde mu'min olmakla birlikte, bazı hallerde mu'min olamayabilir ama mu'min bütün hallerde müslümandır. Her mu'min teslimiyet gösteren (bir Müslüman) olmakla birlikte her Müslüman mu'min değildir. İşte meseleyi buna göre ele alacak olursak ayetlerin te'vilini de doğru bir şekilde yapmak imkanını buluruz. Bu ayetler hakkında söylenecek söz de itidalli olur ve bunların herhangi birisi arasında ihtilaf ve aykırılık olmaz. İman'nın aslı tasdik, İslam'ın aslı ise teslimiyet göstermek ve boyun eğip, itaat etmektir. Kişi zahiren teslimiyet göstermekle birlikte içten içe itaat edip, boyun eğmemiş olabilir. Bazı hallerde içinde doğru olmakla birlikte zahirinde itaat edip, boyun eğmeyebilir.

 

Yine Hattabi, Nebi (s.a.v.)'in: "İman yetmiş küsur şubedir" buyruğu hakkında şunları söyler: Bu hadiste şer'i anlamıyla imanın, çeşitli şubeleri ve parçaları bulunan, en alt mertebesi ve en üst mertebesi olan bir mana'nın adı olduğu beyan edilmektedir. Aynı şekilde iman isminin bunların tamamı ile alakalı olduğu gibi bir kısmı ile de alakalı olabileceğini de ifade etmektedir. Gerçek anlamı ise bütün şubelerinin bir arada olmasını ve bütün bölümlerinin tamamen eksiksiz yerine getirilmesini gerektirmektir. Tıpkı şer'i çerçevesi ile namazın birtakım şubelerinin ve parçalarının, cüzlerinin olması gibi. Bununla birlikte namaz (salat) ismi onun bir kısmı ile de alakalı olmaktadır. Hakikat anlamı ise onun bütün parçalarının tamamını gerektirmekte ve onların hepsini eksiksiz ihtiva etmektedir. Buna da Nebi (s.a.v.)'in: "Haya imandan bir şubedir" buyruğu delildir. Yine bu buyrukta iman bakımından fazilet (üstünlük) farkı ve iman derecelerinde mu'minlerin birbirlerinden farklı olabilecekleri de tespit edilmektedir. -Hattabi'nin ifadeleri burada sona ermektedir.-

 

İmam Ebu Muhammed el-Huseyn b. Mes'ud el-Beğavi eş-Şafii (rahimehullah) Cebrail (aleyhisselam)'ın imana ve İslam'a dair soru sorması ve ona verilen cevapların yer aldığı hadis hakkında şunları söylemektedir: Nebi (s.a.v.) İslam'ı açığa çıkan amellerin adı, imanı da içte saklı bulunan itikadın adı olarak tespit etmiştir.

 

Bu amellerin iman'dan olmadığından kalp ile tasdikin de İslam'dan olmadığından dolayı değildir. Aksine bu hepsi de aynı şey olan ve toplamı din'in kendisini ifade eden toplu bir anlamın bir tafsilatından ibarettir. Bundan dolayı Nebi (s.a.v.): "o, Cebrail idi, size dininizi öğretmek için geldi" buyurmuştur.

 

Tasdiki ve ameli aynı zamanda iman ve İslam isimleri kapsar. Buna da yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah yanında geçerli din İslam'dır." (AI-i İmran, 19); "Sizin için din olarak İslam'ı beğenip seçtim." (Maide, 3); "Kim İslam'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz." (AI-i İmran, 85) buyrukları delildir. Şanı yüce Allah bu buyruklarıyla beğenip seçtiği, hoşnut olduğu kullarından kabul edeceği din'in İslam olduğunu haber vermektedir. Din'in kabul edilebilir ve hoşnut olunup, beğenilen bir konumda olması ise ancak tasdikin amele katılması ile mümkün olur. -Bunlar da Beğavi'nin sözleridir.-

 

Şafii İmam Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail b. Muhammed b. el-Fadl et-Temimi el-Asbahani de (rahimehullah) "et-Tahrir fi Şerhi Sahih-i Müslim" adlı eserinde şöyle diyor (11145): İman sözlükte tasdik etmek / doğrulamak demektir. Eğer iman ile bu kastedilecek olursa ne artar, ne eksilir çünkü tasdik bölümlere ayrılan bir şey değildir ki onun bazen kemal derecesinde olduğu, bazen de eksik olduğu düşünülebilsin. Şeriat dilinde (şer'i bir terim olarak) iman ise kalp ile tasdik etmek (doğrulamak) (İslam'ın) rükünlerini de amelen yerine getirmektir. İman bununla açıklanacak olursa o takdirde artması ve eksilmesi sözkonusu olur. Ehl-i sünnetin kanaati de budur. (Devamla) dedi ki: O halde bu husustaki görüş ayrılığı(nın çözümü) tahkike binaen şöyledir:

 

Kalbiyle tasdik eden bir kimse eğer tasdiki ile birlikte iman'ın gereklerini amelen yerine getirmeyecek olursa, ona mutlak olarak m'umin adı verilir mi, verilmez mi? Bize göre tercih edilen kanaat ona bu adın verilmeyeceğidir çünkü Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Zina eden, zina ettiği zaman mu'min olarak zina etmez" çünkü o bu haliyle imanın gereği olan bir amel'de bulunmuyor ki, bu şekilde bu ifadenin hakkında mutlak olarak kullanılmasını hak etsin. -et-Tahrir sahibinin (İmam Ebu Abdullah Muhammed'in) sözleri burada sona ermektedir.-

 

Maliki alimi Mağribli İmam Ebu'l-Hasan Ali b. Halef b. Battal, Şerhu Sahihi'l-Buhari adlı eserinde şöyle diyor: Ümmetin selefiyle, halefiyle ehl-i sünnet cemaatinin mezhebi (benimsediği kanaat) imanın söz ve amel olup, artıp eksildiği şeklindedir. Artık eksildiğinin delili Buhari'nin kaydetmiş olduğu ayet-i kerimelerdir. Bununla aziz ve celil Allah'ın: "İmanlarıyla birlikte imanlarının artması için" (Feth, 4); "Biz de onların hidayetlerini arttırdık." (Kehf, 13); "Ve Allah hidayet bulanların hidayetlerini arttırır." (Meryem, 76); "Hidayet bulanların da hidayetlerini arttırdı." (Muhammed, 17); "İman edenlerin de imanı artsın." (Müddessir,31); "Bu hanginizin imanını arttırdı derler. İman etmiş olanlara gelince, hep onların imanını arttırmıştır." (Tevbe, 124); "Onlardan korkun (denilmesi) onların imanlarını arttırdı." (Al-i İmran, 173); "Ve onların iman teslimiyetlerinden başka bir şeylerini arttırmadı." (Ahzab, 22) buyruklarını kastetmektedir.

 

İbn Battal (devamla) dedi ki: Buna göre iman artışı gerçekleşmeyen kimsenin imanı eksik demektir. Şayet iman sözlükte tasdik etmek, doğrulamaktır denilecek olursa şöyle cevap verilir: Tasdik bütün itaatler ile kemal bulur. Buna göre mu'minin iyi amelleri arttıkça imanı da daha mükemmel olur. Bu amellerin yapılmasıyla iman artar, eksilmesiyle eksilir. İyilik amelleri ne zaman azalırsa, imanın kemali de eksilir, artarsa imanın kemali de artar. İşte iman hususunda mutedil, orta yollu görüş budur. Yüce Allah'ı ve Rasulünü (s.a.v.) tasdik ise asla eksilmez. İşte bundan dolayı İmam Malik (rahimehullah) bazı rivayetlerde iman'ın eksildiğini söylemeye yanaşmamıştır çünkü tasdikin eksilmesi caiz olamaz. Eğer eksilecek olursa şüphe olur ve iman adının dışına çıkar.

 

Bazıları da şöyle açıklamıştır: Malik'in iman'ın eksildiğini söylemeye yanaşmayış sebebi masiyet ehli mu'minlerin günah işlemeleri sebebiyle kafir olduklarını söyleyen haricilere uygun kanaat taşıdığı şeklinde bir yorumun yapılabileceği korkusu ve endişesidir çünkü Malik ehl-i sünnet ve'l-cemaatin dediği gibi iman'ın eksildiğini kabul etmiştir. Abdurrezzak dedi ki: Ben hocalarımızdan ve arkadaşlarımızdan yetiştiğim kimseler Süfyan es-Sevri, Malik b. Enes, Ubeydullah b. Ömer, el-Evzai, Ma'mer b. Raşid, İbn Cureyc ve Süfyan b. Uyeyne'yi şöyle derken dinledim: İman söz ve ameldir, artar ve eksilir. Bu aynı zamanda İbn Mes'ud'un, Huzeyfe'nin, Nesai'nin, Hasan-ı Basrı'nin, Ata, Tavus, Mücahid ve Abdullah b. el-Mübarek'in de görüşüdür. O halde kul'un kendisi sebebiyle övülmeyi ve mu'minler tarafından veli edinilmeyi hak etmesini sağlayan anlam, onun şu üç hususu yerine getirmesiyle mümkün olur: Kalp ile tasdik, dil ile ikrar, azalarla amel etmek çünkü hiç kimsenin ihtilaf etmediği konulardan birisi şudur: Eğer bir kimse ikrar etmekle birlikte Rabbini bilip, tanımadan amelde bulunacak olursa mu'min adını almayı hak etmez. Eğer onu bilip tanımakla birlikte kabul ettiği tevhidi dili ile inkar edip, yalanlayacak olursa yine mu'min adım almayı hak etmez. Aynı şekilde yüce Allah'ı ve rasullerini (sallallahu aleyhim) ikrar ve kabul etmekle birlikte farz amelleri yapmayacak olursa ona da mutlak olarak (kayıtsız şartsız) mu'min adı verilmez. Arapçada sadece tasdik ile birlikte ona mu'min denilse bile bu böyledir. Böyle bir kimse aziz ve celil Allah'ın şu buyruğu dolayısıyla yüce Allah'ın kelamı gereğince bu ismi hak etmemektedir: "Gerçek mu'minler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, ayetleri karşılarında okunduğu zaman (bu) onların imanını arttırır ve onlar ancak Rablerine dayanıp, güvenirler. Onlar namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler. İşte onlar gerçek mu'minlerin ta kendileridir." (Enfal,2-4) Böylelikle şanı yüce Allah bizlere mu'minin bu niteliklere sahip kimse olduğunu haber vermektedir.

 

Yine İbn Battal "iman amelin kendisidir" diyenler ile ilgili babta şunları söyler: Şayet siz daha önce iman tasdikin (doğrulamanın) kendisidir demiştiniz denilecek olursa şöyle cevap verilir: Tasdik iman konaklarının ilkidir. Tasdik edenin ise içine girmesini gerektirir ama onun bütün konaklarını tamamlamış olmasını gerektirmez. Kayıtsız şartsız olarak da ona mu'min denilmez. İşte ehl-i sünnet cemaatinin benimsediği kanaat, iman söz ve ameldir şeklindedir.

 

Ebu Ubeyd dedi ki: Bu aynı zamanda Malik'in, Sevri'nin ve Evzai'nin ayrıca onlardan sonra gelip, hidayet kandilleri ve dinin imamları olan ilim ve sünnet erbabı, Hicazlı, Iraklı, Şamlı ve daha başka diğer alimlerin de görüşüdür.

 

İbn Battal (devamla) dedi ki: İşte iman kitabında (bölümünde) Buhari (rahimehullah)'ın tespit etmek istediği anlam budur ve bu bölümün bütün bablarını da bu maksatla açmıştır. O şöyle demiştir: İman ile ilgili hususlar babı, namazın imandan olduğu babı, zekatın imandan olduğu babı, cihadın imandan olduğu babı ve diğer babları da bu şekildedir. O bunlarla Mürcie'nin:

İman amel sözkonusu olmaksızın sözden ibarettir şeklindeki görüşlerini reddetmek, onların yanlışlıklarını, kötü inanışlarını, kitaba, sünnete ve imam ların mezheplerine muhalefetlerini açıklamak istemiştir. Sonra İbn Battal bir başka babta şunları söylemektedir: el-Mühelleb dedi ki: Hakikati üzere İslam, yüce Allah nezdinde başka türlüsünün fayda vermeyeceği, dilin yaptığı ikrarı tasdik eden kalbin kesin inancı demektir.

 

Kerramiyye ve Mürcie'nin bazıları da iman kalbin itikadı sözkonusu olmaksızın sadece dil ile ikrar etmekten ibarettir demişlerdir. Onların bu kanaatlerini reddedecek en güçlü delillerden birisi de ümmetin dışa şahadet kelimelerini getirdiklerini açıklasalar dahi münafıkların kafir oldukları üzerinde icma etmiş olmasıdır. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Onlardan ölen hiçbir kimsenin namazını asla kılma, kabrinin başında da durma çünkü onlar Allah'a ve Rasulüne kafir oldular ve fasık olarak öldüler ... ve canlarının kafir oldukları halde güçlükle çıkmasını ister." (Tevbe, 84-85) İbn Battal'ın sözleri burada sona ermektedir.

 

Şeyh, İmam Ebu Amr b. es-Salah (rahimehullah) der ki: Nebi (s.a.v.)'in: "İslam Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şahôdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, (1/147) ramazan orucunu tutman, oraya gitmek için yol bulabilirsen Beyti haccetmendir. İman ise Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasullerine ve ahiret gününe inanman, hayrıyla, şerriyle kadere inanmandır" buyruğu ile ilgili olarak (İbnu's-Salah) dedi ki:

 

İşte bu, imanın aslına dair bir açıklamadır. O ise içteki bir tasdiktir. İslam' ın aslını da açıklamaktadır. O da zahiren teslimiyet gösterip, boyun eğerek itaat etmektir. Zahirde İslam hükmü iki şahadet ile sabit olur. Bu iki şahadete namazı, zekatı, haccı ve orucu eklemesi ise İslam'ın şiarlarının en üstün ve en büyükleri olmasından dolayıdır. Kişi bunları yerine getirmekle onun teslimiyeti tamamlanmış olur. Bunları terk etmesi ise onun bağlılığını ortaya koyan bağın çözüldüğü yahut yerinden oynadığı izlenimini verir. Diğer taraftan iman adı bu hadiste İslam'ın kendisiyle açıklandığı hususları ve diğer itaatleri de kapsamına alır. Çünkü bunlar imanın aslını teşkil eden içteki tasdikin meyveleri, pekiştiricileri, tamamlayıcıları ve onun koruyucularıdır. Bundan dolayı Allah Rasulü de Abdulkays heyeti ile ilgili hadiste imanı, şahadet kelimeleri, namaz, zekat, ramazan orucu, ganimetierin de beşte birini (devletin payı olarak) vermek diye açıklamıştır. İşte bundan dolayı büyük bir günah işlemiş yahut bir farizayı değiştirmiş bir kişi hakkında "mutlak olarak mu'min" adı kullanılmaz. Bu ad mutlak olarak bu bakımdan imanı kamil kimse hakkında kullanılır. Zahiren eksik olan kimse hakkında ise ancak kayıtlı olarak kullanılır. Bu sebepten dolayı da Nebi (s.a.v.)'in: "Hırsız bir kimse hırsızlık yaptığı zaman mu'min olarak hırsızlık yapmaz" buyruğunda imanın mutlak olarak bulunmadığını söylemek caiz (doğru ve mümkün) olmuştur. İslam adı da aynı zamanda imanın aslını teşkil eden batındaki tasdiki de kapsar, itaatlerin aslını da kapsar. Bütün bunlar istislam denilen teslimiyet göstermektir.

 

Böylelikle zikrettiklerimizden ve yaptığımız tahkiklerden şu sonuç ortaya çıkmaktadır: İman ve İslam'ın ortak yönleri de var, ayrı ve farklı yönleri de var. Her mu'min bir müslümandır ama her bir Müslüman bir mu'min değildir. İşte bu tahkik ile bu işe dalanların çokça yanlışa düştükleri, iman ile İslam hakkında varid olmuş değişik ve dağınık bulunan kitap ve sünnetteki naslar arasında uyumlu bir açıklamayı ortaya koymaktadır. Bizim bu husustaki tahkikimiz aynı zamanda hadis ehlinden olsun, diğerlerinden olsun ilim adamlarının büyük çoğunluğunun kanaatlerine de uygundur. -Şeyh Ebu Amr b. es-Salah'ın sözleri burada sona ermektedir.-

       

Selefin mezheplerinden ve halefin imamlarından zikrettiğimiz bu hususlar iyice anlaşıldığına göre, şunu da görüyoruz ki, bunlar imanın artıp eksildiği hususunda birbirleriyle örtüşen ve biri diğerini destekleyen açıklamalardır. Selefin, muhaddislerin ve kelamcılardan bir topluluğun benimsediği kanaat (mezhep) da budur. Ancak kelamcıların çoğunluğu imanın artıp, eksileceğini kabul etmeyerek şöyle demişlerdir: İmanın artışı ne zaman mümkün olursa o şüphe ve küfür olur.

 

Ancak Şafii mezhebine mensup muhakkik kelamcılar şöyle demişlerdir:

 

Tasdikin bizzat kendisi ne artar, ne eksilir ama şer'i anlamıyla iman amellerden ibaret olan meyvelerinin artmasıyla artar, eksilmesiyle eksilir. Devamla derler ki: Bu açıklama ile imanın arttığını ortaya koyan nasların zahir anlamları ile selefin sözleri ve dildeki asıl anlamı ve kelamcıların benimsedikleri kanaat telif edilmiş olur.

 

Ancak bunların yaptıkları bu açıklama, zahiren güzelolmakla birlikte, bundan daha güçlü -Allah en iyi bilendir- kanaat şudur: Tasdikin bizzat kendisi tefekkürün çokluğu ve delillerin birbirlerini desteklemesi ile de artar. Bu sebeple sıddiklerin imanı, hiçbir şekilde şüphe ile karşı karşıya kalmamaları ve arızi herhangi bir sebeple imanlarının sarsılmaması sebebiyle başkalarının imanından daha güçlüdür. Bu gibi hallerde imanları sarsılacak yerde aksine karşı karşıya kaldığı durumlar farklılaşsa bile hep kalpleri geniş ve nurlu kalmaya devam eder. (1/148) Kalpleri telif edilen yahut onlara yakın ve onlara benzer diğerlerinin durumu ise böyle değildir. Bu ise inkar edilmesi imkansız bir husustur. Aklı başında hiçbir kimse de Ebu Bekr es-Sıddık (radıyallahu anh)'ın tasdikine herhangi bir insanın tasdikinin eşit olamayacağında şüphe etmez. Bundan dolayı Buhari Sahih'inde şöyle demiştir: İbn Ebi Muleyke dedi ki: Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabından otuz kişiye yetiştim. Hepsi de kendi adına münafıklıktan korkardı. Aralarından Cebrail'in ve Mikail'in imanı gibi bir imana sahip olduğunu söyleyen bir kişi dahi yoktu. Allah en iyi bilendir.

 

 

Amellere İman Denir mi?

 

İman adının ameller için kullanılmasına gelince, bu hususta hak ehli ittifak halindedir. Bunun kitap ve sünnetteki delilleri de sayılamayacak kadar çok, ayrıca şöhrete ihtiyacı olmayacak kadar da yaygındır. Nitekim yüce Allah: "Allah sizin imanınızı boşa çıkaracak değildir." (Bakara, 143) buyurmaktadır. İlim adamları buradan maksadın "namazınızı" olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Bu husustaki hadislere gelince, bunların çok sayıda bir bölümünü bu kitapta göreceğiz. Allah en iyi bilendir.

 

Ehl-i sünnetin muhaddis, fukaha ve kelamcıları kıble ehlinden olduğuna ve cehennemde ebediyen kalmayacağına hüküm verilen mu'minin, ancak kalbiyle her türlü şüpheden uzak, kesin bir şekilde İslam dinine inanan ve şahadet kelimelerini diliyle söyleyen kimse olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Eğer bunlardan sadece birisini yerine getirecek olursa kesinlikle kıble ehlinden olmaz. Dilindeki bir rahatsızlığı yahut ölüm halinde olduğu için imkan bulamadığı ya da başka bir sebepten ötürü dilindeki bir özür dolayısıyla konuşmaktan aciz olması hali müstesnadır. O takdirde mu'min olur.

 

Ama şahadet kelimelerini söyleyecek olursa, onlarla birlikte ayrıca "ve ben İslam'a muhalif her dinden uzağım" demesi şart değildir. Şu kadar var ki eğer Nebimiz Muhammed (sallallShu aleyhi ve sellem)'in risaletinin özelolarak Araplara ait olduğuna inanan kafirlerden birisi ise, böyle bir uzaklaşmayı da ifade etmedikçe Müslüman olduğuna hüküm verilmez. Bizim yani Şafii (rahimehullah)'ın mezhebine mensup bazı kimseler kayıtsız ve şartsız olarak başka bütün dinlerden uzak olduğunu ifade etmesini şart koşmuş ise de bunun bir kıymeti yoktur ama eğer sadece la ilahe illaIlah deyip, Muhammedurrasulullah demeyecek olursa gerek bizim mezhebimizde, gerek diğer alimlerin mezheplerinde meşhur olan kanaate göre Müslüman olmaz.

 

Mezhebimize mensup ilim adamları arasında: Müslüman olur ama ikinci şahadeti de eda etmesi istenir. Eğer kabul etmeyecek olursa mürted olur, diyenler de vardır. Bu görüş sahipleri lehine Nebi (sallallShu aleyhi ve sellemı'in:

 

"İnsanlarla la ilah e illaIlah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Eğer bunu söyleyecek olurlarsa benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar" buyruğu delil gösterilebilir. Bu ise büyük çoğunluğa göre iki şahadet kelimesini söylemek hakkında kabul edilmiştir. Bunlardan birisini zikretmek suretiyle diğerine ihtiyaç görmemiştir. Çünkü bunların ikisi birbirinden kopmaz ve bir arada olmaları da zaten meşhur olandır. Allah en iyi bilendir.

 

Namazın, orucun ya da İslam rükünlerinden başka bir rüknün farz olduğunu ikrar ve kabul etmekle birlikte, önceden benimsemiş olduğu dine muhalif bir durumda ise, acaba bununla Müslüman kabul edilir mi?

 

Bu hususta mezhebimizin alimlerinin iki görüşü vardır. Bu fiiliyle onun Müslüman olduğunu kabul eden alimler şöyle der: Müslümanın inkar etmesi halinde kafir olduğu her bir husus u kafir bir kimse ikrar edecek olursa Müslüman olur.

 

Arapça söyleyebilmekle birlikte şahadet kelimelerini Arapça dışında bir dille ikrar eden bir kimse bununla Müslüman olur mu? Bu hususta da mezhep alimlerimizin iki görüşü vardır. Sahih olanına göre ikrann varlığından ötürü Müslüman olacağıdır. Hak olan görüş budur, diğer bir görüşün açıklanabilir güçlü bir yönü yoktur. (1/149) Ben bu hususu geniş açıklamasıyla birlikte elMühezzeb şerhinde açıklamış bulunuyorum. Allah en iyi bilendir.

 

Seleften olan ilim adamlan da, başkaları da bir kimsenin mutlak olarak ben mu'minim sözü hakkında farklı görüşlere sahiptir. Bir kesim sadece ben mu'minim demekle yetinmemeli, aksine ben inşallah mu'minim demelidir demiştir.

 

Mezhebimiz alimlerinden bazıları bu görüşü mezhebimiz kelamcılarının çoğundan nakletmiş bulunmaktadır.

 

Daha başkaları ise mutlak olarak ben mu'minim demenin caiz olduğu ve inşallah demeyeceği kanaatindedir. Tercih edilen ve tahkik ehlinin görüşü budur.

 

Evzai ve başkaları ise her iki durumun da caiz olduğu kanaatindedir. Bununla birlikte hepsi de değişik itibarlara (bakış açılarına) göre sahihtir. Mutlak olarak kabul eden hali hazırdaki duruma ve bu durumda iman ile ilgili hükümlerin onun üzerinde uygulanmakta olduğuna bakar. İnşallah denileceğini kabul edenler de bu hususta: Ya teberrük için söylenir yahut nihai akıbet ve yüce Allah'ın takdirine bakarak onu gözönünde bulundurarak söylenir demişlerdir çünkü iman üzere sabit mi kalacağını yoksa ondan başka tarafa mı döndürüleceğini bilemez. Kişinin deyip dememekte muhayyer olduğunu kabul etmek görüşü de önceki iki görüşün hareket noktasını gözönünde bulundurmak ve gerçekte görüş ayrılığını ortadan kaldırmak bakımından güzeldir ve sahihtir.

 

Kafire gelince bu hususta bizim mezhep alimlerinin garip bir görüş ayrılığı vardır. Onlardan kimileri şöyle der: O kafirdir denilir ama inşallah denilmez, kimileri de kayıtlı ifade kullanmak hususunda az önce geçtiği gibi Müslüman için söyleneceği gibi söylenebilir demiştir. Kayıtlı kafir denilebileceğini kabul edenlerin görüşüne göre onun ölüm hali gözönünde bulundurularak o inşallah kafirdir denilir. Son hal ise bilinmemektedir. Bazı muhakkikler de bu görüşü tercih etmiştir. Allah en iyi bilendir.

 

 

Günah ve Bid'at Sebebiyle Kifir Olmak

 

Şunu bil ki, hak ehlinin mezhebine (benimsediği kanaate) göre kıble ehlinden kimse bir günah sebebiyle kafir olmadığı gibi, heva ve bid'at ehli de kafir olmaz. Ancak İslam dininden olduğu kesin olarak bilinen bir hükmü inkar eden kimsenin mürted ve kafir olduğuna hükmedilir. Henüz yeni Müslüman olmuş yahut dinin bu gibi hükümlerini bilmemesi mümkün olan uzak bir çölde ve benzeri bir yerde yetişmiş birisi olması hali müstesnadır. O takdirde bu hüküm ona öğretilir. Yine (bunu inkarı) sürdürürse kafir olduğuna hüküm verilir. Zinanın, içkinin, haksızca öldürülmenin ya da bunun dışında haram oldukları kesin olarak bilinen haram herhangi bir hükmü n helal olduğunu söyleyen kimsenin hükmü de böyledir.

 

İşte bunlar iman ile ilgili bazı meselelerdir. Bunları bir giriş olmak üzere kitabın baş tarafına aldım, çünkü bunlara çokça ihtiyaç duyulur ve hadislerde de çokça tekrar edilirler. Bunları başa alarak bunlara bağlı ele alınacak başka meseleler geldikçe bunları referans göstermek istedim.

Doğruyu en iyi bilen Allah'tır, hamd ve nimet yalnız ondandır, başarı ve hatadan korunmak onun tevfiki ile mümkündür.

 

 

 

 

BİR SONRAKİ (9 NOLU) HADİS İÇİN BURAYA TIKLAYIN