İMAM
NEVEVİ ŞERHİ |
146 NOLU HADİS İÇİN
"Bana
Ebu Kesir tahdis etti" de "Kesir" ismi peltek se iledir. Adı
Vezid b. Abdurrahman b. Uzeyne' dir. Bin Gufeyle denildiği gibi, bin Abdullah
b. Uzeyne de denilmiştir. Ebu'l-Avane el-İsferayini Müsned'inde:
"Gufeyle" şekli "Uzeyne"den daha sahihtir, demektedir.
"Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in etrafında oturuyorduk. Beraberimizde Ebu Bekr
ve Ömer de vardı." Bu şekildeki anlatım fasih bir anlatım ve güzel bir
haber verme şeklidir. Çünkü Araplar bir topluluk hakkında haber vermek isteyip,
hepsini isimleriyle saymayı çok bulurlarsa onların şerefli olanlarını ya da
şereflilerinden birkaçını anar sonra da: Ve başkaları da vardı, derler.
"Meana:
Bizimle beraber" ayn harfi fethalı meşhur olan söyleyiştir. elMuhkem
sahibi (İbn Sıde), el-Cevheri ve başkalarının naklettiği bir söyleyişe göre
sakin okunması da caizdir, beraberlik anlamını ifade eder. el-Muhkem sahibi
dedi ki:
****************
Burada
beraberlik anlamını ifade eden "mea" lafzının hangi hallerde ve
şahıslar tarafından ayn harfi fethalı ve hangilerinde sakin okunacağına dair
anlam la alakası olmayan sadece söyleyişi aktaran açıklamalar bulunmaktadır.
****************
"Ona
bir kötülük yapılmasından korktuk." (1/234) Yani bir düşmanın onu esir
alarak yahut başka bir suretle başına bir kötülük isabet etmiş olmasından
korktuk.
"Telaşa
kapılıp, ayağa kalktık. ilk telaşa kapılan ben idim." Kadı Iyaz
(rahimehullah) dedi ki: "Feza: telaşa kapılmak" korkmak anlamında da
kullanılır, bir şey için harekete geçmek ve onu önemsemek anlamında da, yardıma
koşmak anlamında da kullanılır. Böylelikle bu üç anlam Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'in yanımıza gelmesinin gecikmesi dolayısıyla dehşete kapıldık, demek
olur. Nitekim: "Ona bir kötülük yapılmasından korktuk" dediğini
görmekteyiz. "İlk telaşa kapılan ben oldum" sözü de diğer iki anlama
delalet eder.
"Nihayet
Ensar'a ait bir bahçeye" bir bostana gittim. Bahçeye "hait (etran
duvarla çevrili) denilmesinin sebebi, tavanının olmayışından dolayıdır.
"Dışarıya
akan bir kuyudan (kaynak sudan) duvarın içinden giren bir rabi' gördüm. Rabi',
cedvel (su kanalı) demektir." er-Rabi lafzı bilinen mevsim olan er-rabi
(bahar) ile söyleyiş itibariyle aynıdır. Cedvel ise küçük nehir (kanal)
demektir. çoğulu "nebi ve enbiya gibi arbia" diye gelir.
"Dışarı
akan bir kuyu" anlamındaki iki kelimeyi de tenvin ile harekelemiş
bulunmaktayız. Buna göre suyu dışarı çıkan kuyunun sıfatı olur. Şeyh Ebu Amr b.
es-Salah da Hafız Ebu Amir el-Abderi'nin hattı ile yazılmış bulunan ve
el-Culfidl' den alınmış asıldan böylece nakletmiştir. Hafız Ebu Musa elAsbahani
ve başkaları ise bunun üç şekilde rivayet edildiğini zikretmektedir. Birincisi
bu şekil, ikincisi duvarın dışındaki bir kuyudan anlamını verecek şekilde
(~.;l> ? ır) şeklinde, üçüncüsü ise bir adam adı olan Harice'ye izafe ederek:
"(~l> ? ır)" Harice'nin kuyusundan" şeklindedir. Ancak meşhur
ve açıkça kuwetli görünen birinci şekildir. Fakat et-Tahrir sahibi buna
muhalefet ederek sahih olan üçüncü şekildir demiş, birincisi tashiftir diye
eklemiştir. Ayrıca: Bi'r (kuyu) ile bahçeyi kastederler.
Sonra
da şunları eklemektedir: Araplar bunu bu şekilde çokça kullanır, bahçelere
bahçelerde bulunan kuyuların adını verir ve mesela Eris kuyusu, Buzaa kuyusu,
Ha kuyusu derler ki bütün bunların hepsi bahçe idi. et-Tahrir sahibinin açıklamaları
bunlardır. Fakat bu açıklamaların çoğu ya da tamamı uygun görülmemiştir. Allah
en iyi bilendir.
Açıklamalann
sonunda Merhum Nevevi aynca: "Mea ile ilgili sözünü ettiğim bu
açıklamalann yeri burası olmamakla birlikte çokça kullanıldığı için ona dikkat
çekmekte bir zarar yoktur. Allah en iyi bilendir" diyerek bitirmektedir.
(Çeviren)
"Bi'r
(kuyu, kaynak su)" kelimesi hemzeli olup, hemzenin tahfif edilmesi de
(btr) denilmesi caizdir. Kazıdı anlamındaki "beere" kökünden
türetilmiştir. Azlık çoğulu "eb'ur" ve "eb' M' diye gelir.
Araplardan "eb'fu"deki hemzeyi kalb edip, naklederek "abar"
diyenler de vardır. Çokluk çoğulu ise "biar" diye gelir. (11235)
Allah en iyi bilendir.
"Tilkinin
kendisini toplayıp, büzdüğü gibi büzüldüm" ibaresindeki
"büzülmek" den gelen fiiller iki şekilde rivayet edilmiştir. Biri ze
harf ile diğeri re harfi ile. Kadı Iyaz der ki: Genelolarak hocalarımız bunu
el-Abderı ve başkalarından re harfi ile rivayet etmişlerdir. Ayrıca
el-Esedi'den, o Ebu'l-leys eş-Şasl'den, o Abdulgafir el-farisl'den, o
el-Cuhldl'den ze ile okuduğunu dinledik. Doğrusu da budur. Anlamı ise oraya
girebilmem için kendimi büzdüm, topladım şeklindedir. Şeyh Ebu Amr da bu
şekilde bunun Ebu Amir el-Abderi hattı ile olan asıl nüshada ze ile olduğunu
ifade etmiştir. Aynı şekilde el-Culudl' den alınmış asııda da böyle olduğunu ve
bunun çoğunluğun rivayeti olup, ze ile rivayetin anlam bakımından da doğru olma
ihtimalinin daha yüksek bulunduğunu ifade etmiş ve tilkinin yaptığına
benzetmesi de buna delildir, demektedir ki, bu da tilkinin dar yerlerde kendini
büzmesi anlamındadır. et-Tahrir sahibi ise ze harfi ile rivayeti kabul etmeyip,
bunu nakleden ravilerin hatalı olduğunu belirtmiş, re harfi ile rivayeti tercih
etmiştir fakat onun tercihi tercih edilen bir kanaat değildir yüce Allah en iyi
bilendir.
"RasuluIlah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in huzuruna girdim, O: Ebu Hureyre mi, buyurdu.
Ben, evet dedim." Sen Ebu Hureyre misin demektir.
"Ey
Ebu Hureyre buyurup, bana ayakkabılarını verdi ve: Bu ayakkabılarım ile git,
dedi." Bu şekildeki bir konuşmada oldukça incelikli bir fayda, bir anlam
vardır. "Dedi" kelimesini iki defa tekrar etmiştir. Bunu tekrar
etmesinin sebebi ise sözün uzayıp "ey Ebu Hureyre, dedi ve bana
ayakkabılarını verdi" diyerek araya bir fasıla girmiş olmasıdır. Bu
şekilde bir anlatım güzeldir ve Arap dilinde görülen bir şeydir. Hatta aynı
zamanda yüce Allah'ın kelamında da benzeri anlatımlar vardır. Şanı yüce
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Önceden
kendisi aracılığı ile kafirlere karşı zafer istedikleri ve ellerindekini
doğrulayıcı bir kitap onlara Allah 'tan gelince işte o tanıdıkları kendilerine
gelince, onu inkar ettiler. " (Bakara, 89)
İmam
Ebu'l-Hasan el-Vahidt dedi ki: Muhammed b. Yezid dedi ki: "Onlara
gelince" buyruğu sözün uzamasından dolayı ilk sözü tekrardır. Devamla dedi
ki: Yüce Allah'ın: ')!\caba siz ölüp toprak ve kemik olduktan sonra (evet) siz
muhakkak çıkartılacaksınız diye sizi tehdit mi ediyor?" (Mu'minun, 35)
buyruğu da bunun gibidir. Söz uzadığı için "siz" lafzını yeniden
zikretmiştir. Allah en iyi bilendir.
Ebu
Hureyre'ye ayakkabılarını vermesi ise, bu vesile ile onun Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile karşılaştığını bilecekleri ve onlar tarafından bilinen
açık bir alSmet olması içindir. Bu da Allah Rasulünden kendilerine nakledeceği
haberin kendilerini daha bir etkilesin diyedir. Böyle bir uygulamanın ise -bu
olmadan dahi haberi kabul edilebilecek nitelikte olmakla birlikte- tekid ifade
ettiği inkar olunamaz. Allah en iyi bilendir. (11236)
Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu duvann arkasında ... ona cenneti
müjdele" buyruğu bu nitelikte olan kimselere cennetliklerden olduklarını
haber ver demektir yoksa Ebu Hureyre kalplerinin kesin inanıp, inanmadığını
bilemez.
İşte
bu buyrukta hak ehlinin mezhebi lehine açık bir delil vardır. Bu kanaate göre
dil ile söylemeden tevhidi itikat etmenin de itikat etmeksizin dil ile
söylemenin de faydası yoktur. Her ikisinin bir arada olması kaçınılmazdır.
Birinci babta bunun açıklaması geçmişti. Burada "kalb" sözcüğünün
zikredilmesi tekid ve mecazın kastedilmesinin sanılmasını önlemek içindir yoksa
yakin (kesin inanç) ancak kalb ile olur.
"(Ömer):
Ey Ebu Hureyre bu iki ayakkabı ne oluyor dedi. .. Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) onları benimle gönderdi." Bu iki ayakkabı Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ayakkabılarıdır. Allah Rasulü ayakkabıları
onunla bir alamet olsunlar diye göndermişti. Allah en iyi bilendir.
"Ömer
(r.a.) göğsümün (iki mememin) ortasına vurdu, kıçım üstüne düştüm. Dön ey Ebu
Hureyre, dedi." İlim adamları memenin kadına özelolup olmadığı hususunda
ihtilaf etmişlerdir. Kimisi hem erkek, hem kadın için kullanılır derken, kimisi
bu kelime özelolarak kadın hakkında kullanılır. Bu durumda erkek hakkında
kullanılması mecaz ve istiare olur, demişlerdir. Hadis-i şeriflerde erkek için
çokça kullanıldığı görülmektedir. İnsanın kendisini öldürmesinin ağır bir haram
olduğu babında yüce Allah'ın izniyle buna dair daha çok açıklamalarda
bulunacağız.
"Kıçım
üstüne." Bu dubür için kullanılan isimlerden bir isimdir. Bu gibi hallerde
müstehap olan çirkin isimler yerine kinayeli lafızları ve mecazı kullanarak
maksadı ifade eden sözlerle anlatım yolunu seçmek, gerçek anlamın açıkça ifade
edilmesi halinde utandıran sözleri kullanmamaktır. Kur'an-ı azimuşşan ve
sünnetlerde bu edebe riayet edilmiştir. Şu buyruklarda olduğu gibi: (11237)
"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. " (Bakara,
187); "Hem birbirinizle kaynaşmış ve onlar sizden kuvvetli bir söz
almışken onu nasıl alabilirsiniz?" (Nisa, 21); "O hanımları
kendilerine dokunmadan önce boşarsanız ... " (Bakara, 237); "Yahut
herhangi biriniz ayakyolundan gelirse" (Nisa, 43); '~y halinde iken kadınlardan
ayrı durun." (Bakara, 222)
Bazı
hallerde ağırlıklı bir masıahat sebebiyle açık ismi de kullanabilirler.
Bu
ağırlıklı masıahat ise ya karışıklık, ya farklı anlamların ortak bir lafızia
dile getirilmesi yahut mecazi anlamın hatıra gelmesinin önlenmesi veya benzeri
bir maksat olabilir. Yüce Allah'ın: "Zina eden kadın ve zina eden
erkek" (Nur, 2) buyruğu ile Allah Resulünün (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Onunla cima ettin mi?"; "Şeytan arkasını dönüp osurarak gider."
Ebu Hureyre (r.a.)'ın: Hades denilen şey ise yellenmek yahut osurmaktır sözleri
buna örnektir. Bunların benzeri de çoktur. Burada Ebu Hureyre'nin "kıç
(anlamındaki: ist)" kelimesini kullanması da bu türdendir. Allah en iyi
bilendir.
Ömer
(r.a.)'ın onu itmesine gelince, elbette bundan kastı onu yere yıkmak, ona
eziyet etmek değildir. Aksine yapmak istediği işten onu geri çevirmektir.
Eliyle göğsüne vurması ise onu bu işten vazgeçirmekte daha etkileyici
olmasından dolayıdır. Kadı lyaz ve ondan başka diğer alimler (Allah'ın rahmeti
onlara olsun) şöyle demişlerdir: Ömer (r.a.)'ın bu yaptığı ile Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)' e müracaatta bulunması ona bir itiraz ve emrini reddetmek
değildir çünkü Ebu Hureyre'nin söylemek üzere gönderdiği hususlarda ümmetin
gönlünü hoş etmek ve onlara müjde vermekten başka bir şey yoktu. Ömer (r.a.)
ise bunun gizlenmesinin onlar için daha faydalı ve ameli bırakıp, bel
bağlamamaları açısından daha yerinde olduğunu, böylesinin bu müjdenin
kendilerine erkenden verilmesine göre daha çok hayır sağlayacağını gördüğünden
dolayı böyle yapmıştır. Bu kanaatini Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e
arzedince Allah Resulü onu doğru bulmuş oldu. Allah en iyi bilendir.
Bu
hadisten anlaşıldığı üzere imam ve mutlak olarak büyük olan zat bir kanaate
sahip olup, ona tabi olanlardan birisi farklı bir görüşe sahip olursa ona uyan
kimsenin bu farklı görüşünü hakkında düşünmesi için uyduğu kimseye arzetmesi
gerekir. Kendisine uyulan kişi eğer kendisine uyanın söylediğinin daha güçlü
olduğunu, doğru olduğunu görecek olursa ona döner. Öyle değilse kendisine uyan
kimseye şüphe ettiği hususun cevabını açıklaması gerekir.
"Nerede
ise ağlayacakbm. Ömer hemen arkamdan geldi. Meğer izimden geliyorınuş."
"Ağlamak üzere idim" anlamındaki fiilde hemze ve he fethalıdır.
Gördüğümüz asıllarda bu şekildedir. Kadı lyaz'ın (rahimehullah) kitabında ise
elifsiz olarak zikredilmiştir, her iki şekilde sahihtir. Dilbilginleri bu
fiilin hemzeli ve hemzesiz kullanıldığını belirtmiştir. Kadı lyaz
(rahimehullah) dedi ki: Bu insanın yüzü değişmiş, ağlamaya hazır ama henüz
ağlamamış halini ifade eder. (11238) Taberi dedi ki: Bu korkmak ve yardım
istemek demektir. Ebu Zeyd: Bu mı ağlamak, üzüntü ve özlem için kullanılır,
demiştir. Allah en iyi bilendir.
"Ağlamak"
anlamındaki mı mef'ulün leh olmak üzere mansuptur. Bir rivayette de lam harfi
ile: (...) diye gelmiştir.
"Ömer
hemen arkamdan geldi" ibaresinin anlamı ise hiç süre vermeden derhal beni
takip etti, arkamdan yürüyüp geldi.
"Babam
anam sana feda olsun" yani ben sana feda olayım yahut babamı annemi sana
feda edeyim, demektir.
Şunu
bilelim ki, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bu hadis oldukça faydalı bilgiler ve
hükümler kapsamaktadır. Ona dair açıklamalar esnasında bunların bazıları daha
önce geçti. Diğerlerini de şöylece sıralayabiliriz:
1
- Alim kişi arkadaşlarından olsun, diğerlerinden olsun fetva soranlar için
oturur, onlara ilim öğretir, onlara yararlı bilgilerden söz eder, onlara fetva
verir.
2-
Önceden de açıkladığımız gibi çok sayıda bir topluluktan söz etmek isteyen bir
kimse eğer onların sadece bazılarından söz edecekse onların en şereflilerini
yahut en şereflilerinden birkaçını zikreder sonra da: ve diğerleri de, diye
ekler.
3-
Ashab (r.a.um) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in haklarına uyarak
onları yerine getiriyor, ona ikramda bulunuyor, ona şefkat gösteriyor, karşı
karşıya kaldığı haller sebebiyle ileri derecede gayrete gelip tepki
gösteriyorlardı.
4-
Önderine uyan kimseler önderlerinin haklarına gerektiği gibi riayet edip, önem
gösterir, onun maslahabna olan her bir işe gereken dikkati gösterir, ondan
kötülükleri uzaklaşbrmaya çalışır.
5-
Aralarındaki bir sevgi ya da başka bir sebepten dolayı rızasının olduğunu
bilmesi halinde bir kimsenin başkasının mülküne izni olmadan girmesi caizdir
çünkü Ebu Hureyre (r.a.) bahçeye girmiş, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onun bu yaptığına tepki göstermemiş, yaptığına karşı çıktığına dair de bir
nakil gelmemiştir. Bununla birlikte bu hüküm sadece araziye girmeye özel
değildir, aksine o kimsenin araçlarıyla yararlanması, yemeğini yemek, onun
yemeklerinden bir kısmını kendi evine götürmek, bineğine binmek ve buna benzer
sahibi için ağır gelmeyeceğini bildiği birtakım tasarruflarda bulunmak da
caizdir. Selef ve halef alimlerinden büyük toplulukların benimsediği sahih
görüş budur. -Allah'ın rahmeti onlara olsun- Bizim mezhep alimlerimiz de bunu
açıkça ifade etmişlerdir.
Ebu
Ömer b. Abdilberr dedi ki: Yemek ve benzeri şeylerde tasarrufu aşarak dirhem,
dinar ve benzerlerinde tasarrufa kadar ileri gitmemesi gerektiğini icma ile
kabul etmişlerdir. Kendisinde tasarrufta bulunulan mal sahibinin bundan dolayı
gönlünün hoş olduğu kesin olarak bilinen kimseler hakkında icmaın sabit olduğu
ise su götürür. Belki de bu hüküm bu husustaki nzasının olup olmadığında şüphe
edilen yahut şüphe etme ihtimali bulunan çok miktardaki dirhemler hakkında
sözkonusu olabilir çünkü ilim adamları şüphe etmesi halinde nzası hususunda
şüphe edilen şeylerde tasarrufta bulunmak mutlak olarak caiz değildir.
Diğer
taraftan bunun caiz oluşunun delili kitap, sünnet, fiili uygulama ve ümmetin
ileri gelenlerinin sözleridir. (1/239) Kitaptan delili yüce Allah'ın:
"Gözü
görmeyen için bir vebal yoktur, topala sorumluluk yoktur, hastanın da bir
sorumluluğu yoktur. Kendi evlerinizden, babalarınızın evlerinden, analannızın
evlerinden ... yahut dostlarınızın evlerinden yemek yemenizde size de bir
sakınca yoktur." (Nur, 61) buyruğudur. Sünnetten delili bu hadis ve buna
benzer bilinen çok sayıda hadistir. Ayrıca selefin fiili uygulamaları ve bu
husustaki sözleri sayılamayacak kadar çoktur, yüce Allah en iyi bilendir.
6-
İmamın yahut önder kişinin kendisine uyan kimselere bu yolla güvenlerinin
artması için tanıdıkları bir alamet göndermesi caizdir.
7-
Önceden de açıkladığımız gibi ebedi olarak cehennem ateşinde kalmaktan
kurtarıcı imanda itikat ve dil ile söylemenin hak ehlinin benimsediği görüş
olduğuna dair delil ihtiva etmektedir.
8-
Herhangi bir masIahat için yahut bir fesattan korkulduğundan dolayı gerek
duyulmayan bazı bilgileri saklamak caizdir.
9-
Öndere uyan bazı kimseler önderlerine masıahat olduğunu gördükleri hususta
görüşlerini belirtebilir ve önder kişi de onun masIahat olduğunu görecek olursa
buna muvafakat eder ve onun görüşünü açıklaması sebebiyle vermiş olduğu emirden
dönmesi mümkündür.
10-
Bir kimsenin diğerine, babam anam sana feda olsun, demesi caizdir.
Kadı
Iyaz (rahimehullah) dedi ki: Bununla birlikte seleften bazı kimseler bunu hoş
görmemiştir. Çünkü bir Müslüman feda edilmez. Ancak sahih hadisler bunun caiz
olduğuna delildir. Sana feda olsun denilen kimsenin Müslüman ya da kafir
olması, yaşayan ya da ölü olması fark etmez. Hadiste bunun dışında başka
hükümler de vardır. Allah en iyi bilendir.