SAHİH-İ MÜSLİM

Bablar Konular Numaralar

AHMED DAVUDOĞLU

179 - 191 NOLU HADİSLERİN ŞERHİ:

 

Bu yani 179’den 191 dahil olmak üzre gördüğümüz on üç hadis hakikatte bir hadisin muhtelif rivayetleridir. Hadis müttefekun alevdir. Onu Buhâri dahi, «Bed'ül-Halk», «Talak», «Menakibu Kureyş ve «Meğazî» bâblannda muhtelif râvilerden tahriç etmiştir.

 

Ulemâ bu hadisin bâzı yerlerinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Mezkur ihti­lâfları Kaadi Iyaz bir yere toplamış; bilâhere İbni Salâh kısaltarak daha vazıh bir şekle sokmuştur. Şöyle ki: «Ulemâ imânın Yemen'lilere nisbet edilmesini zahirî ma'nâsmdan çıkarak muhtelif te'villerde bulunmuşlardır. Buna sebeb imanın mebdei Mekke-i Mükerreme ve daha sonra Medine-i Münevvere olmasıdır. Mağrib ulemasından Ebu Ubeyd île ondan sonra gelenler bu hususta bir kaç kavil naklederler: Birinci kavle göre; Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Selkm) «İmân Yemen'lidir.» buyurmakla Mekke'yi kasdetmiş-tir. Çünkü Mekke, Tihâme'dendir. Tihame ise Yemen'den sayılır; derler,

 

İkinci kavle göre murad: Mekke ile Medine'dir. Zira Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in, bu hadisi Tebuk'de söylediği rivayet olunuyor. Bu takdirde Mekke ile Medine, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Yemen arasında kalırlar; ve Yemen tarafına işaret etmiş; fakat Mekke ile Medine'yi kasd ederek: «İmân Yemen'lidir.*! buyurmuş olur. Yani Mekke ile Medine'yi Yemen'den sayması, o tarafda bulundukları içindir. Nitekim Kâ'be-i Muazzama Mekke'de olduğu halde onun Yemen tarafına bakan köşesine »Rüknü Yemânî» derler.

 

Üçüncü kavle göre: maksad Ensârdır. Çünkü onlar aslen Yemen'lidir ler. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e yardım ettikleri için zaman onlara nisbet edilmiştir. Ulemadan birçokları bu kavli tercih ettikıti gibi Ebu Ubeyd de onu beğenmektedir.

 

Lâkin İbni Salâh mezkur üç kavli de tenkid ederek şunları söyler:  «Eğer Ebu Ubeyd ile'onun izinden gidenler Müsim ile başkalarının yaptıkları gibi bu hadisin bütün rivayet yollarını lâfizlariyle bir araya toplayarak üzerinde dursalar bu söylediklerinden ha başka bir neticeye varırlar; zahiri rna'nayı bırakmazlar; ve mutlak zikredüdiğine göre hadisden muradın Yemen ve Yemenliler olduğuna hükmederlerdi. Zira hadisin bazı lâfızlarında: «Size Yemen'lîler geldi.» buyurulmuştur ki. Ensar da bu söze muhatab olanların içindedir. Şu halde Yemenliler Ensardan başkadırlar. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in.: «Yemen'Iiler geldi » buyurması da Öyledir. O zaman gelenler Ensardan başkaları idi. Sonra Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelenleri kemâl-i imanla hüküm verecek şekilde vasıflandır­mış; ve: «İmân Yemenlidir» sözünü buna bina etmiştir. Binaenaleyh mezkur hadis Mekke ile Medine'ye değil, kendisine gelen Yemen'lilerin imânına işarettir. Sözü zahiri ma'nasında bırakarak hakikaten Yemen'liler ma'nasma almaya bir mâni'de yoktur. Çünkü bir kimse bir şeyle vasıflanır da o şe­yin kendisinde bulunduğu kuvvetle bilinirse, o kimsenin bu şeyle tema­yüz ettiğini ve bu hususda hâlinin kemâl üzere olduğunu göstermek için 0 şey kendisine nisbet edilir. İşte iman hususunda o gün gelen Yemen'lilerle Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in hayatından ve irtihalinden az sonra gelen Üveysü'l-Karanî, Ebu Müslim el-Havlânî (Rahimehullah) ve emsali gibi kalbi selim, imânı kavi zevatın halleri de böyle idi. Bundan dolayı imanı onlara nisbet etmek, onu başkalarından nefi ma'nasma gelmeksizin bu zevatın iman-ı kâmil sahibi olduklarını bildirmek içindir. Binaenaleyh bu hadisle Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in: «İmân Hicaz'hlardadır.» hadisi ara­sında hiç bir münâfat yoktur.

 

Sonra bu hadisden murad her devirde yaşayan Yemen'liîer değil, o zamankilerdir. Zira lâfız her devirdekileri iktizâ etmez. Bu hususda hak budur. Bizi hakka hidâyetinden dolayı Allah Teâlâ'ya şükrederiz. Allahu a'lem.

 

İbni Salâh, bundan sonra sözüne şöyle devam etmiştir: «Hadisde zikri geçen fıkıh ve hikmete gelince; Burada fıkıh, din hususunda­ki anlayışından ibarettir. Sonraları fukahâ ve usul-ü fıkıh, uleması fıkhı: «Amele dair olan şer'î hükümleri, aynen delil getirmek suretiyle anlamaktır.» diye tahsise karar vermişlerdir.

 

Hikmeti ta'rif hususunda ise bir çok sakat kaviller vardır. Her kavil onun sıfatlarından bazısını söylemekle iktifa etmiştir. Bu ta'riflerden bize en dürüst geleni şudur: «Hikmet, nufuz-u nazar, ahlâkı tehzib, hakkı hak bilerek onunla amel, neva hevese ve bâtıla tâbi' olmayı önlemek gibi şey­lerle birlikte Allah Teâlâ'yı bilmeyi de içine alan hükümlerle vasıflanan ilimdir.» Hakim de bunlar kendisinde olan zâttır. Ebu Bekir b. Düreyd: «Sana nasihat ile seni kötülüklerden men'eden yahud iyilik yapmaya çağıran veya çirkin bir şeyden seni nehyeden her kelime hikmettir; demiştir. » Hadisde Yemen'liler hakkında :

 

«Onların kalbleri daha yumuşak, gönülleri daha nâziktir.» buyurulmuş; ve bir cümlede hem kalb hem fuâd kelimesi zikredilmiştir. Halbuki (Kulub) ve (Ef'ide) kelimeleri ayni ma'nayadırlar. Çünkü Kulub: Kalbin; Ef ide: fuâd'ın cem'idirler. Fuâd da kalb demektir. Şu halde kalb sözü mütera-difiyle tekrarlanmıştır. Bittabi böyle olması, ayni lâfzın tekrarlanmasın­dan daha makbuldür. Ancak fuâd'ın kalb ma'nasma gelmediğini iddia edenler de vardır. Bunlardan bazılarına göre fuâd kalbin içi, diğerlerine göre kalbin zarı ma'nasmadır. Bu zar ince olursa bir şeyin ondan geçmesi kolay ve sür'atli olur.

 

Kalblerin yumuşaklık, naziklik ve zayıflıkla tavsif Duyurulmasının ma'nası, onların huzu' ve haşyet sahibi olmaları, çabuk icabet etmeleri, başkalarının kalpleri gibi şiddet ve katılıkla tavsif edilemeyip nasihat ve ihtardan çabuk mütenebbih olmalarıdır.

 

Şeytanın iki boynuzundan murad: başının iki yanıdır. Bazıları: «Şeytanın iki boynuzu, onun iki gurup bendegânıdır. O bunları insanları sapıtmak için teşvik eder.» demiş; bir takımları: «Bunlar şeytanın kâfirler­den olan yardımcılarıdır.» mütaleasında bulunmuşlardır. Maksad, bilhassa şarkın son derece küfre ve şeytanın tesallatuna ma'ruz bir yer olduğu­nu anlatmaktır. Nitekim rivayetin birinde: «Küfrün başı şark tarafıdır.» buyurulmuştur. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) devrinde şarkda hâl böyle idi.

 

Burada mecusîlerin küfrü çok şiddetli olduğuna işaret vardır. Zira mecusi olan acemlerle onların idaresinde bulunan arapların memleketi, Medine'ye nisbetle şarkta idi. Bunlar gayet çok ve kuvvetli idiler. Hatta hükümdarları Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in mektubu­nu parçalamıştı. Taberi'nin beyanına göre deccal dahi şarktan çıkacaktır. Ekseri şark milletleri son derece azgın ve kâfir oldukları için ateşe taparlardı. Bin seneden beri ateşleri sönmemişti. Ateşe hizmet edenlerin sayısının yirmi beş bin olduğu söylenir.

 

Hadisde şarka «Şeytanın iki boynuzunun doğduğu yer» denilmiştir. Çünkü şeytan güneşe karşı duran kimsenin karşısına dikilir. Güneş doğduğu zaman başının iki tarafının arasında kalır. Böylelikle güneşe karşı Namaz kılanların kendisine secde ettiği zannını verir.

 

Kaadi Iyaz'a göre şarkdan murad, Necd'dir. Çünkü Necd şark­da Medine'den başlar. Hadis Tebük'de söylendi ise onun şarkı dahi Necddir. Rabîa ve Mudar kabileleri de orada yaşarlardı. Bunlar iki kardeş kabile olup hayvancılık ve çiftçilikle geçinirlerdi. Sert tabiatlı ve katı kalbli lâftan anlamaz kimselerdi.

 

İmam Nevevi kasveti: nasihat kabul etmemek; gilâzı da; anla­mamak diye izah etmiş; ve bunların ayni ma'naya geldiğini söyleyenler olduğunu dahi kaydetmişse de el-Übbî: «Kasvet; yumuşaklığın zıddı; gılâz da re'fetin zıddıdır.» demiş; ve bu iki kelimenin burada: şarklı­lar ibret almaktan uzak kendilerine nasihat kâr etmez kimselerdir; ma'nasından kinaye olduklarını beyan etmiştir.