900 nolu Hadis’in
İzahı:
Bu hadîsi Buhârî «İstiska»,
«Bed'ü'l - Halk» ve Ehâdisü'l-Enbiyâ» bahislerinde; Nesâî «Tefsir» bahsinde tahric etmişlerdir
Sabâ: Doğudan esen
rüzgârdır. Ona mukaabil olarak batıdan esen rüzgâra da «Debûr» derler. Araplar
kuzey rüzgrma «Şemâl», güney'den esen rüzgâra da «Cenûb» derler. Bu dört
rüzgârın aralarından esen rüzgârlara da ayrı ayrı isimler verilmişdir. Her
rüzgârın bir hususiyeti vardır. Meselâ: Sabâ rüzgârı, sıcak ve kuru;
Debûr: Serin ve nemli;
Cenûb: Sıckak nemli; Şemâl: Serin kurudur.
Müslim'in bir rivayetine
göre: Cennetliklerin üzerine esecek rüzgâr: Şemâl'dir.
Resulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin sabâ rüzgârı ile mansûr olması, Hendek
harbindedir. Müslümanların son derece açlık ve sıkıntı içinde bulundukları bir
zamanda vukû bulan bu gazada Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashabı
ile meşveret ederek, müdâfaa harbi yapılmasına karar verilmiş ve bu maksatla
Medine'nin etrafına hendek kazılmıştı. Medine'yi muhasara eden düşman ordusu
oniki bin kişiden mürekkep ve her türlü teçhizata mâlik idi.
Zahire bakılırsa
müslümanların harbi kazanacağına ümit yoktu. Fakat kaadir-i mutlak olan Allah
Teâlâ Nebî-i Zişân'ına imdat olmak üzere sabâ rüzgârını gönderdi. Mevsim kıştı,
soğuk gecelerde esen bu dondurucu rüzgâr müşriklerin ateşlerini söndürdü,
kazanlarını devirdi, çadırlarını alt üst etti. Bu suretle hiç harb etmeden
geceleyin bozguna uğradılar. Ve oradan kaçtılar. Bıraktıkları yiyecekler ile
sâir eşya müslümanlara ganimet oldu.
Bu husûsda
Kur'ân-ıKerîm'de «Ey imân edenler! Allah'ın size olan ni'metini hatırlayın.
Hanî size bir takım küffâr orduları gelmiş de, biz onların üzerine bir rüzgârla
sizin görmediğiniz bir takım askerler göndermiştik...» [ Ahzab 9 ]
buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimeden anlaşılıyor ki Allah Teâlâ Hendek harbinde
Nebi-i Zişân'ına yalnız rüzgâr göndermekle değil; Bedir gazasında olduğu gibi
bir de melek göndermekle, i'zâ-zu ikramda bulunmuşdur.
Maddeden başka bir şey
gözü görmeyen maddiyûn ile bilumum İslâmiyet düşmanları bittabi bu gibi
hakaa'yika dudak bükerler. Fakat onlar ne derlerse desinler her şey'e kaadir
olan Feyyâz-ı Mutlak Allah Teala mülkünde dilediği gibi tasarruf ediyor; burada
da mesieti bir mucize yaratmayı iktizâ etmiş ve yaratmışdır. Bize düşen:
Târihen dahi böylece tesbît edilen bu vak'ayı olduğu gibi kabul etmektir. Sübût
bulmuş bir hakikat karşısında din düşmanlarının dudak bükmesi, bize yalnız
Don-Kişot'un kahramanlıklarını hatırlatmaya yarar.
Âd kavmi: Nûh
(Aleyhisselâm)'ın oğullarından Sâm'ın torunlarıdır. Bunlar onüç kabile olup,
Ahkaaf taraflarına yerleşmiş; tâ Hadramevt'e kadar sarkmışlardı. Yaşadıkları
yerler son derece mahsuldar idi. Allah Teâlâ, onlara Hûd (Aleyhisseîâm)'ı Nebi
gönderdi. Bir kısmı ona imân ettilerse de, ekserisi imân etmediler. Ve akıl
almadık taşkınlıklar yaptılar. Nihayet Allah'ın gazabına uğradılar. Allah
cellelle celaluhu üzerlerine «Debûr» denilen batı rüzgârını göndererek, onları
helak etti. Sahih rivayetlerin beyânına göre bu rüzgâr onların üzerine yedi
gece sekiz gün aralıksız olarak esmiş. O sırada Hûd (Aleyhisselâm) ile
kendisine îmân edenler rüzgârın giremediği bir kuytuya sığınmışlar, kendilerine
o rüzgârın ancak serinlik ve safa verecek kadarı geliyormuş. Rüzgâr ağaçları
kökünden söküyor, evleri yıkıyor, kırda belde tutanları tepeliyor, göç edenleri
havaya savuruyormuş. Havaya savrulan insanlar çekirgeler gibi uçuyorlarmış.
İbni Abbâs (Radiyallahu
anhj'ın beyânına göre Âd kavmi bu rüzgârdan kurtulmak için evlerine kapanarak,
kapılarını kilitlemişlerse de, bu tedbir hiç bir fayda te'min etmemiş, rüzgâr
kapıları açarak onların üzerine kum doldurmuş, yedi gece ile sekiz gün kumun
altında inleyerek can vermişlerdir.
îbni Mes'ûd (Radiyallahu
anh)'ın beyânına göre rüzgârlar dâima bir ölçü ve nisbet dâhilinde eser. Bundan
yalnız Ad kavmîne esen rüzgâr müstesnadır. Zîrâ onun mikdârı malûm değildir.
Bu husûsda Kur'an-ı
Kerîm'de
«Biz de dünyâ hayâtında
zillet azabını kendilerine tattırmak için uğursuz» günlerde onların üzerine pek
gürültülü bir bora gönderdik. Ahlret azabı ise elbet daha rezil edicidir.
Onlara yardım da olunmayacaktır buyurulmaktadır.
Sarsar: Pek şiddetli ses
çıkaran, demektir.