926 nolu Hadis’in
İzahı:
Bu hadisi Buhârî «Cenâiz»
bahsinin bir iki yerinde ve «Ahkâm» bahsinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâi
«Cenâiz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Nesâiî, onu «Yevm ve
leyle» bahsinde dahi rivayet etmiştir.
Hadisin muhtelif
rivayetlerinden anlaşıldığına göre Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kabir başında ağlayan bir kadının yanma uğramış, ismi bilinmeyen bu kadın yeni
ölen çocuğuna ağlıyormuş. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), kendisine
sabır ve takva tavsiye edince «Benim başıma gelen musibeti sen ne anlarsın?»
diyerek, kendilerini başından savmak istemiş. Çünkü onu tanıyamamış. Sonra bu
zâtın Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olduğu kendisine anlatılınca
âdeta beyninden vurulmuşa dönmüş ve hemen arkasından onun evine giderek özür
dilemiş.
Kurtubi diyor ki:
«Anlaşılan bu kadın feryâd ederek ağlıyormuş. Onun için de Resulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisine takvayı yâni Allah'dan korkmasını
emretmiş.»
Tıybi'nin beyânına göre,
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in kadına evvelâ Allah'dan korkmasını emir
buyurması, sabrı tavsiye için bir mukaddimedir. Ve sanki ona «Sabretmezsen
Allah'ın gadabına uğrayacağından kork. Sevap kazanayım dersen feryâd etme.»
demiş gibidir.
Bir rivayette oradan
geçen bir zât kadına konuştuğu zâtın Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
olduğunu söylemişdir. Ebû Ya'lâ'nın rivayetine göre bu zât, kadına: «Sen
kiminle konuştuğunu biliyor musun?» diye sormuş; kadın: «Hâyır» cevâbını
vermiş.
Taberânî'nin «El-Evsat»
nâm eserinde kadına soran zâtın Fadl b. Abbâs olduğu tasrih edilmiştir. Kadın
kendisi ile konuşanın Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olduğunu
anlayınca pek ziyâde utanmıştır. Fakat özür beyân etmek ve affedilmek için
arkasından evine gittiği zaman kapısında bir bekçisi bile olmadığını görmüştür.
Tıybi'ye göre bu
cümlenin faydası şudur: «Kadına, kendisi ile konuşan zâtın Resulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olduğu söylenince, içinden ona karşı bir heybet
ve korku hissetmiş, onu dünyâ hükümdarları gibi saltanatlı, kapısına bevvablar
kapıcı bekleyen ve huzuruna kolay kolay çıkılamayan celâdetli bir kral tasvvur
etmiş. Lâkin hakikat tasavvur ettiği gibi çıkmamış. Resulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)'in kapısında bir tek bekçi bile yokmuş. Huzuruna çıkmak gayet
kolay ve yaşayışı pek sâde imiş.
Ebû Hureyre (Radiyallahu
anh)'ın rivayetinde kadının Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e i'tizâr
makamında: -Vallahi seni tanıyamadım! «Yâ Resûlallah!» dediği bildirilmektedir.
«Sabır ancak (musîbet) ilk
başa geldiği andadır.» cümlesindeki Sabırdan murâd: Kâmil olan sabırdır. Sabıra
bu mânâ verilmezse cümlede hasr sahih olmaz.
Sadme: Lügatta katı bir
şey'e vurmak, mânâsmdadır. Sonra bu kelime başa gelen her nev'î belâlar için
istiare edilmiştir. Cümlenin mânâsı: «Asıl sabır, başa belâ geldiği anda ona
tahammül göstererek sükûn ve sükûtla karşılamaktır.» demektir. Zîra belâ gelip
geçtikten sonra sükûnete varmak ekseriya sabır değil, teselli olur. Belânın
geldiği anda kalp âni olarak bir sarsıntı geçirir ki, o anda kadere razı olarak
sükûneti muhafaza etmek, sabırdan başka bir şey değildir.
Hattâbi diyor ki: «Bu
cümlenin mânâsı: Sahibi methedilen sabır, ansızın musîbet geldiği zaman
gösterilen sükûnettir. Ondan sonraki sükûna sabır denmez.»
Ulemâdan bâzılarına
göre: musibet, kulların fiili cinsinden olmadığına göre, kul ondan dolayı bir
ecir kazanamaz. Kulun kazandığı ecr-u mükâfaat niyetinin güzelliğine ve sabrına
karşı verilir.