SAHİH-İ MÜSLİM

     Konular Numaralar  

 

 

998 nolu Hadis’in İzahı:

 

Bu hadîsi Buharî «Zekât», «Vasâyâ», «Eşribe» ve «Tefsir» bahislerinde; Nesâi «Tefsir» bahsinde muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir.

 

«Beyrahâ» kelimesi muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur. İbni Esir onları «En-Nihâye» adlı eserinde toplamış ve: «Bu kelime Beyrahâ, birâhâ, biruhâ şekillerinde med ve kasırla (yâni sonunu uzun ve kısa okuyarak) rivayet olunmuştur.» demiştir.

 

Hammâd b. Seleme'nin rivayetinde: Berihâ, Ebû Davud'un «sünen»'inde: Bârîhâ diye zaptolunmuştur.

 

Bacî : «Bunların içinde en fasihi Beyrahâ' dır.» demiş, İmam Sağanı dahî kat'iyyetle buna kaail olmuş ve «Kelime Berah'dan alınıp, (fey'alâ) veznine nakledilmiştir. Onu Medîne'nin kuyularından bir su kuyusu zannederek: (Biruhâ) okuyan hadisde tasnif yapmıştır.» demiştir.

 

Kaadı lyâz dahî mezkûr kelimenin «Beyrahâ» ve «Bîruhâ» şekillerinde rivayet olunduğunu söylüyor

 

Bu bâbda daha başka sözler de vardır.

 

Hattâ «bir» ile «hâ» yi ayırarak: Hâ: «Bir kadının ismidir.» diyenler bulunduğu gibi Hâ'nın bir yer ismi olduğunu ileri sürenler bile olmuştur.

 

Hz. Ebû Tâlhâ' nin Beyrahâ nâmındaki bahçesi hadîs-i şerîfde «Mescidin karşısında idi.» diye tarif olunmuştur. îmam Nevevî: «Bu yer (Kasr-ı Benî Cedîle) nâmı ile mâruftur. Mescidin kıblesine düşer.» demiş «Et-Telvîh» nâm eserde ise mezkûr yerin mescide yakın olup, (Kasr-ı Benî Hadîle) ismini taşıdığı kaydedilmiştir. Ayni doğrusunun (Kasr-ı Benî Cedile olduğunu söylüyor.

 

Âyet-i kerimedeki (birr)'den murâd: İbni Abbâs (Radiyallahu anh)'dan bir rivayete göre Cennetteki sevaptır. Bu kelime bütün hayır ve tâat nev'ilerine şâmildir.

 

Dahhâk bundan muradın: «Cennet» olduğunu söylemiştir. Ayet-i kerimenin mânâsı: «Siz sevdiğiniz malların zekâtını gönül rızâsı ile vermedikçe asla cennete giremezsiniz.» demektir.

 

îbni Abbâs (Radiyalîahu anh)'dan diğer bir rivayete göre bu âyet zekât âyeti ile neshedilmiştir.

 

Rivayete nazaran Abdullah b. Ömer (Radiyallahu anh) güzel bir câriye satın almış. Cariyeyi çok seviyormuş. Fakat bir kaç gün sonra onu azâd ederek, biri ile evlendirmiş. Câriye kocasından bir çocuk doğurmuş. Hz. îbni Ömer bu çocuğu alır, ona sarmaşarak:

 

«Ben, sende annenin kokusunu duyuyorum!» dermiş. Kendisine::

 

—«Onun annesi pek âlâ Allah sana helâlinden nasip etmişti, hem de onu seviyordun: Niçin bıraktın?» diyen olmuş; îbni Ömer:

 

  «Sen, Allah Teâlâ'nın:

 

(Siz, sevdiğiniz mallardan infâk etmedikçe asla cennete giremezsiniz.) buyurduğunu duymadın mı?» cevâbını vermiş.

 

Halife Ömerü'bnü Abdi'laziz dahî çuvallarla şeker alır tesadduk edermiş. Kendisine:

 

  «Sen, bunun yerine parasını tasadduk etsen olmaz mı?» denilince:

 

  «Ben şekeri çok severim. Binâenaleyh sevdiğim şey'i infâk etmek istedim.» mukaabelesinde bulunmuştur.

 

«Zuhr-u âhiret»'den murâd: Âhiret için biriktirilen sevaplardır.

 

Bah: Medih, rızâ ve takdir bildiren bir kelimedir. Mubağlağa için bazen «Bah bah» şeklinde mükerrer kullanılır. Şedde ve tenvînle (bahhin bahhin) şeklinde kullanıldığı da vardır.

 

Bâzıları onun (Bah, bahi, bahh ve bahhi) şekillerinde okunacağını söylemişlerdir.

 

Maamâfih mânâca aralarında pek fark yoktur.

 

Râbih: Sahibine âhirette kazanç getiren mal, demektir. îbni Karakol' un beyânına göre mezkûr kelime râyıh şeklinde de rivayet olunmuştur. Râyıh hakikatte öğleden sonra dönüp gelen, mânâsına ise de, dinleyenlerce malûm olduğu için burada «giden» mânâsına kullanılmıştır. Yâni «işte bu mal sevabının âhirete gittiği maldır.» manasınadır.

 

Bazılarınca cümlenin mânâsı: «Mal dediğin gelip geçici bir şeydir. Hayır hususunda elden gitmesi evlâdır.» demektir.