AHMED
DAVUDOĞLU
289 -
295 NOLU HADİSLERİN ŞERHİ:
Hadis müttefekun
aleydir. Buhârî onu «Müsâkaat», «Şehâdât» ve «Tevbid» bahislerinde tahric
etmiştir.
Görülüyorki, hadisin
bütün rivayetlerinde üç kişiden bahsolunmakta, kıyamet gününde Allah Teâlâ'nın
bunlarla konuşmayacağı, onlara bakmayacağı, onları tezkiye etmiyeceği beyan
buyurulmaktadır.
Üç kişiden murâd: Üç
sınıf insandır. Bunlanrın muhtelif insanlar olduğu hadisin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılmaktadır. Üç ta'birî bâzı rivayetlerde müzekkere,
bâzılarında ise müennese sıfat yapılmıştır. Müzekkere sıfat olduğu yâni
«selâsetün» denildiği yerde mevsufu eşhas takdir olunur. Ve «Selâsetü eşhasın»
diye okunur. Müennese sıfat olduğu yâni «Selâsün» denildiği yerde ise mevsufu
enfüs takdir olunur ve: «Selâsü Enfüsin» denilir. Çünkü arapçada üçten ona kadar
sayılarda adet ma'dudun aksine gelir.
Mezkur üç sınıf insanla
Allah Teâlâ 'nın konuşmamasından murad ne olduğu ihtilaflıdır. Bâzılarına göre
onlara hayır hasenat sahiplerine gösterdiği hüsnü kabul ve rızayı
göstermeyecek, bilâkis onlarla gadabına uğrayanlara olduğu gibi gadablı
konuşacaktır. Bazıları: «Konuşmamaktan murâd: onlara yüz vermemektir.» derler.
Cumhuru müfessirine göre Allah Teâlâ onlarla kendilerine fayda Verecek ve
memnun edecek söz konuşmayacaktır. «Onlara selâmlamak için melekleri göndermeyecektir»
diyenler de vardır.
Allah'ın kullarına
bakmasından murad: Onlara lütfü merhamet eylemesidir. Bakmaması ise i'raz
etmesidir.
Tezkiye etmek: temize
çıkarmak demektir. Burada murad: onları günah kirlerinden temizlememesidir.
Zeccâc ile diğer bazı ulemaya göre «tezkiye etmez» sözünün ma'nası: onları
medh-u sena etmez demektir.
Azâb-ı elim* son derece
elem ve acı veren azaptır. Vahidî 'nin beyanına göre azab-ı elim; acısı kalbe
varan azaptır. Vâsıl diyor ki: Arap lisanında azâb azb'den alınmıştır. Azb men'
etmektir. Suya «azb» denilmesi susuzluğu men' ettiği içindir. Azâbda da men*
mânası vardır. Çünkü azâb, sahibini bir daha o işi yapmaktan nıenettiği gibi
başkalarının da öyle bir iş yapmasına mâni' olur.
«Müsbil» elbisesini
yerlere kadar sarkıtarak eteklerini kurula kurula yerde sürükleyendir. Nitekim
bu kelimeden muradın bu olduğu: «Elbisesini kurula kurula sürüyen kimseye Allah
bakmaz ...»hadisi şerifinde açıkça beyan buyurulmuştur. Kurulmak kaydı, hadisin
umumunu tahsis etmekte ve tehdidin böbürlenenlere mahsus olduğunu
göstermektedir. Filvaki' Hz. Ebu Bekir'in kaftanı istemeyerek yere sarkar ve
yerde sürünürdü. Ama kendisinin şu haliyle böbürlenenlerden sayılıp
sayılmayacağını sorduğunda Nebi (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) ona: «Sen
onlardan değilsin» cevabını vermişti.
İzar: Kaftan ve cübbe
gibi vücudu baştan aşağı saran elbisedir. Sürüklemenin yasak olması her
elbiseye âmm ve şâmil olduğu halde hadisde yalnız izarın zikredilmesi araplar
ekseriyetle onu giydikleri içindir.
Ebu Ca'fer Muhammed b.
Cerir Taberî ve diğer bazı ulemâ: «Burada yalnız izârın sarkıtılmasından
bahsedilmesi, arapların umumiyetle giydikleri o olduğundandır. Yoksa gömlek ve
saire elbise nevî'lerinin hükmü de bunun aynidir. Nitekim böyle olduğu Salim b.
Abdillâh'ın babasından rivayet ettiği bir hadisde: «Sarkıtma izâr, gömlek ve
sarıkda olur. Her kim böbürlenerek (bunlardan) birini sürükleye sürükleye
yürürse kıyamet gününde Allah Teâlâ ona bakmaz., buyurularak beyan edilmiştir.»
demişlerdir. Bu hadisi Ebu Dâvud, Nesâî ve İbni Mâce güzel bir isnadîa rivayet
etmişlerdir.
Mennân: «memuin
mubâlegalı ismi fail sigası olup çok çok başa kakan demektir. Ve bahîle de
şâmildir. Gerçi hadisin bazı rivayetlerinde «Başa kakan bahîl» denilmişse de
bunun mefhumu muhalifi mu'teber değildir. Şu halde buradaki tehdit, başa
kakmayan bahile şâmil değildir denilemez. Çünkü başa kakmak zaten bahil olmayı
istilzam eder. Başa kakan kimse verdiği şeyde gözü kaldığı ve onu büyük gördüğü
için imtinan eder. Cömerd olan ne verdiğini çok görür; ne de başa kakar.
Hadisde sözü geçen
yeminden murad; elindeki malı istediği fiyata satabilmek için: «Vallahi bu malı
ben şu kadara aldım» diye yalan yere edilen yemindir. Nitekim bir rivayette
tasrih'de edilmiştir.
Rivayetlerin birinde Nebi
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hâsseten ihtiyar zâniyî, yalancı hükümdarı ve
büyüklenen fakiri tehdid etmiştir. Bu hususta Kaadî Iyâz şunları söylemektedir.
«Bunun sebebi: mezkur üç kişiden her birinin —bu günahtan uzak olduğu ve onu
işlemeye bir zarureti olmadığı, sebebleri kendisinde zaif bulunduğu halde—
mezkur günahı işlemiş olmasıdır. Vakıa hiç bir kimse bir günahdan dolayı mazur
görülemez; ama bu günahları irtikâba kesin bir zaruret ve sebeb yokken onları
işlemek muânedeye ve Allah Teâlâ-nm hakkı ile istihza etmeye ve ona karşı
kasden isyana kalkışmaya benzer... Zira ihtiyar bir adam aklı kemâl bulduğu,
üzerinden uzun zaman geçmekle bilgisi tamam olduğu, kadınlara karşı cima'
şehvet sebebleri kendisinde zaiflediği ve bozulduğu cihetle artık haramdan
gönlünü kurtaracak bütün helâl sebeblerine malik demektir. Bu adam haram olan
zinaya nasıl tenezzül edebilir? Bunun sebebleri ancak gençlik, tabiî hararet,
bilgisizlik, akıl ermediği için şehvetin galebe çalması ve yaş küçüklüğüdür.
Hükümdar da öyledir.O da
Teba'asımn hiç birinden korkmaz; Onların müdâhane ve dalkavukluğuna da ihtiyacı
yoktur. Çünkü insan ancak çekindiği; tekdir ve eziyetinden korktuğu yahud bir
mevki' veya menfaat umduğu kimseye karşı yalancıktan müdahene ve dalkavukluk
eder, Hükümdar ise yalandan mutlak surette, müstağnidir.
Fakir ve muhtaç da
öyledir. Onun malı yoktur. Halbuki böbürlenerek büyüklenmenin ve akranu
emsalden üstün görünmenin sebebi dünyada zengin olmaktır. Zira bu adam dünyada
meydana çıkacak, ona muhtaç olanlar dünyada muhtaç olacaklardır. Onda
zenginliğin esbabı bulunmayınca ne diye büyüklenecek; başkalarını tahkir
edecektir, görülüyor ki, bunun olsun, zina eden ihtiyarla yalan söyleyen
hükümdarın olsun yaptıkları iş Allah Teala'nın hakkına bir nevî tahkirdir.»
Son rivayette zikredilen
üç kişiye gelince: Bunların birincisi: suyunun fazlasını muhtaç olan yolcuya
vermeyendir. Böyleleri hakkında Nevevî «Bunun yaptığının ağır surette hararn ve
son derece çirkin olduğunda şüphe yoktur. Fazla suyu hayvanlara vermeyen âsî olursa
muhterem olan insana vermeyenin hâli ne olur? Zâten sözümüz buradadır. Eğer
yolcu mürtedd yahud harbî olursa ona su vermek vacib değildir.» diyor.
İkincisi: ikindiden
sonra ticaret malını satmak için yalan yere yemin edendir. Maamâfih (ikindiden
sonra) olması bir kayd-ı ihtirazı değildir. Yalan yere yemin etmek her zaman
haramdır. Ancak bu yemin pazar yerlerinde ikindiden sonra daha çok edildiği
için ikindi zamanı hassaten zikredilmiştir. Çünkü ekseriyetle ikindi'den sonra
pazarın dağılması yakın olduğundan pazarcılar ellerindeki malları satabilmek
için bu yemine baş vururlar. Mezkur yemin, yalan söylemeyi, aldatmayı, haksız
yere başkasının malını almayı ve Allah Teâlâ'nın hakkı ile alay ve istihzayı
tezamnıum etmektedir. Zira meleklerin huzurunda yalan yere yemin etmesi
Allah'ın hakkiyle aîay sayılır. Bunların hepsi büyük günahlardandır.
Ulemâdan bazılarına göre
ikindinin hassaten zikredilmesi o zaman yapılan yeminde fazla cür'etkârhk
bulunduğu içindir. Zira bütün tenzih ve takdislerin temeli tevhîddir. İkindi
zamanı' ise gündüz meleklerinin göğe çıktıkları müstesna bir zamandır.
Bir takım ulemâ da:
«İkindinin hassaten zikredilmesi, o zamanda işlenen günahların büyüklüğüne
işaret içindir. Çünkü o zaman gündüz melekleri kulların amellerini Allah
Teâlâ'ya arzetmek için semalara
çıkarlar. Kulun son işlediği amele i'tibar olunur. Kabulü ümid edilen ameller
daima son amellerdir. Binaenaleyh ikindi zamanı edilen yemin o gün arzedilecek
son amel olacağından günahı da o nisbette büyük olur. Yoksa yalan yere yemin
etmek yalnız ikindiye mahsus değil, her zaman haramdır.» demişlerdir.
Kurtubî diyorki:
«Buradaki şiddetli tehdit, ikindi zamanı meleklerin toplanması sebebiyle olsa
ikindiye mahsus olmaması icâbeder. Çünkü meleklerin sabah namazında da
toplandıklarını ifâde eden hadis vardır. Bir de melekler ancak namaz için
toplanırlar. Onlar namazdan başka bir şeye şâhid olmazlar. En iyisi ikindinin
tahsisi salât-ı, vusta (orta namaz) olduğu içindir; demelidir.»
Üçüncüsü: Büyüklerden
birine dünya malı için bey'at etmek yâni dünya menfaati için ona re'y
vermektir. Böylesi bütün müslümanları ve onların başında bulunanları aldattığı;
ve sözünden döndüğü zaman bir çok fitnelerin çıkmasına sebeb olacağı için
mezkur tehdidi hak etmiştir.
Bazı rivayetlerde
büyükden muradın devlet reisi olduğuna işaret vardır.
Bey'at etmek: gönülden
söz vererek bağlanmaktır. Bey'at kelimesi, alış veriş ma'nasına gelen (Bey')
den alınmıştır. Binaenaleyh aralarında bey'at vâkî olan iki kişi, sanki bir
birlerine kalblerinin ihlâs ve samimiyetini satmış ve birbirlerinin emri altına
girmiş gibi olurlar.
Ebu Hureyre hadîsinin
Buhârî'deki rivayetinde, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bunları
söyledikten sonra: «Allah'a verdikleri söze bedel az bir para alanlar yok mu!
İşte onlar'a âhirette hiç bir nasib yoktur. Kıyamet gününde Allah onlarla
konuşmayacak, onlar'a bakmıyacak ve kendilerini tezkiye etmiyecektir. Hem
onlara elim bir azâb vardır.» [ ]
âyet-i kerimesini okuduğu bildirilmektedir. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)'in bu âyeti okuduğu ileride gelecek 222 sayılı İbni Mes'ud (Radiyallahu anh) hadisinde de
görülecektir.