SAHİH-İ MÜSLİM

Bablar Konular Numaralar

AHMED DAVUDOĞLU

380 - 382 NOLU HADİSLERİN ŞERHİ:

 

Bazı ulema onun bir sebebi olduğunu söylerler.  «Hani İbrahim: Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, demişti.» Bakara 260.ayet-i kerîmesi nazil olunca bazı kimseler. «İbrahim (Aleyhisselam) şüphe etmiş ama bizim Nebiimiz şüphe etmedi» demişler. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunu duyunca: «Şüphe etmeye biz İbrahim'den daha layıkız...» buyurmuşlar.

 

Gerek Hz. İbrahim (Aleyhisselam)'ın Allah Teala'ya ölüleri nasıl dirilteceğini sormasının sebebi gerekse Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in: «Şüphe etmeye biz ibrahim'den daha layıkız...» sözünün manası hususunda pek çok ihtilaf edilmiştir. Bunların bazıları şunlardır:

 

1- Hz. İbrahim (A.S.) bu suali Nebi olmazdan evvel sormuştu. Taberî ayeti zahiri manasına hamletmiş; ve suale şeytanın vesvesesi sebep olduğunu, ancak çabuk gelip geçtiği için imanına dokunmadığını söylemiştir. Taberî, İbnî Abbas (Radiyallahu onh)'dan rivayet edilen bir eserle istidlal etmiştir. Abd b. Humeyd, İbni Ebî Hatim ve Hakim'in tahriç ettikleri bu eserde İbni Abbas (r.a.): «Kur'an-ı Kerîm'de en ümidbahs, ayet Hz. İbrahim'in: Ya Rabbî, Ölüleri nasıl dirilteceğin! bana göster... ayetidir. Bu sual şeytanın kalplere verdiği vesveseden neşet etmiştir. Allah da İbrahim'in sualine evet diyerek razî olmuştur.» demiştir.

 

2- «Hz. İbrahim'in sualine sebep şudur. Nemrud kendisine: senin Rabbin kimdir?» diye sorduğu ve onun da: «Benim Rabbim öldüren ve dirilten zat-i Ecellü A'Iadır, diye cevap verdiği vakit İbrahim (Aleyhisselam)  kudreti ilahiyye hakkında asla şüphe etmediği halde ölüleri nasıl dirilteceğine merak etmiş ve kalbi mutmein olsun diye sormuştur.» Bunu Taberi, İbnî İshak'dan rivayet etmiştir.

 

3- Şöyle diyenler de vardır; İbrahim (A.S.): (Nemrud'a:) Benim Rabbim öldüren ve diriltendir, dediği vakit Nemrud mel'unu: Öldüren ve dirilten benim, diye mukabele etmiş. Ve bir mahbusu serbest bırakmış; bir adamı da öldürmüş. Serbest bırakmaya diriltme adını vererek: işte öldürdüm ve dirilttim; demiş, İbrahim Aleyhisselam: «Ama Allah'ın diriltmesi ruhu bedene iade suretiyle oluyor» deyince Nemrud: Gözünle gördün mü? demiş. İbrahim (A.S.) bu suale: Evet demeyerek başka takrire geçmiş. Bunun üzerine Nemrud mel'unu şunu söylemiş: Rabbine söyle! Ölüyü diriltsin; yoksa seni öldürürüm. İbrahim Aleyhisselam da sormuş.

 

4- Bu sualin »manası: Ya Rabbî bana ölüleri diriltme iktidarı ver, demektir. Te'eddüben böyle söylemiştir.

5- Sualin manası: Ya Rabbî! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster ki senin Halil'in olduğumu bileyim demektir;

6- Bu sual: senin Halil'in olduğuma kalbim mut'mein olsun manasınadır.

7- Bir takımları; Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster, ki duamı kabul ettiğini bileyim, demektir. Mutaleasında bulunmuşlardır.

9- Bu sualin manası: «ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster ki, sana dua ettiğim zaman duamı kabul buyuracağını arılayayım...» demek olduğunu ileri sürenler ve daha başka türlü söyleyenler de vardır. Kaadî Ebu Bekir el-Bakıllanî   bu son kavlî ihtiyar etmiştir.

 

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in: «Şüphe elmeye biz İbrahim'den daha layıkız...» hadisi üzerindeki ihtilafa gelince: Bu hususda ezcümle şöyle denilmiştir.

 

1- Bu sözün manası: Biz Ölüleri nasıl dirilteceğini görmeye İbrahim Aleyhisselam)'dan daha meraklıyız, demektir.

 

2- Bu sözden murad: Allah'ın ölüleri dirilteceğine biz şüphe etmeyince İbrahim   (Aleyhisselam) evleviyetle şüphe  etmemiştir. Yani Nebilere şüphe gelebilse şüphe etmeye ben İbrahim (Aleyhisselam)  'dan da layık olurdum. Benim şüpheye düşmediğimi pekala bilirsiniz. O halde onun da şüphe etmediği malumunuz olsun! demektir. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunu ya tevazuundan söylemiştir. Yahut o sırada kendisinin İbrahim (Aleyhisselam) 'den efdal olduğunu henüz bilmiyormuş.

 

3- Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sözü ile adeti kasdetmiştir. Zira birini müdafaa eden bir kimse: «Ona söyleyeceklerini bana söyle!» der. Bundan maksad: «Ona bunları söyleme» demektir.

 

4- Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)  bu sözü ile kendini değil, ümmetini kasdetmiştir. Kendisinin şüphe etmeyeceği ismet delili ile malumdur. Çünkü Nebiler şek ve şüpheden masumdurlar.

 

5- Bu sözün manası: «Sizin şüphe saydığınız şeye ben daha layıkım, çünkü o şüphe değil, daha ziyade izah buyurulmasını istemekdir.

 

6- Bazı arabiyyat alimlerinden rivayet oldunğuna göre ism-i tafdil denilen «ef'al» sigası bazen, bir mananın iki şeyden nefy-i manasına gelir. «Şeytan filancadan daha hayırlıdır.» derler ki, ikisinden de hayır yoktur, manasınadır. Bu takdire göre hadisin manası: ne ben şüphe ettim, ne de İbrahim (A.S.) demek olur.

 

Bu son kavil gayet vazıh olduğu için en ziyade şayan-ı kabul görülmüş; ve: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü ile İbrahim (Aleyhisselam)'den şüpheyi nefî hususunda mübalağa kasdettiğine inanmak vaciptir, denilmiştir.

 

İbni Atıyye diyor ki: «İbni Abbas'ın: Bence en ümid-bahş ayet budur, demesi, ayet, Allah'ın rahmet ve mahabbetine son derece güvenmeyi ve dünyada ondan ölüleri diriltmesi bile istendiğini bildirdiği ve yahud îman hususunda derine dalmayıp icmalen inanmanın kafi geleceğine işaret ettiği içindir.»

 

Alusî «Ruhu'l-Ma'anî» adlı tefsirinde şunları söylemiştir; «Bu makamda bazı muhakkıkların Halilullah (İbrahim) (Aleyhisselam)\ müdafaa sadedinde yazdığı sözler hoşuma gider, şöyle ki: İbrahim (Aleyhisselam)'ın suali ma'azallah dinî bir emirde şüpheye düştüğü için değildi. Bu sual diriltmenin mahiyetini anlamak için onun nasıl yapılacağına dairdi. İman için ise; diriltmenin ne suretle yapılacağını bilmek şart değildir. Binaenaleyh Halîlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) iman etmek için bilinmesi şart olmayan birşey sormuştur. Sualin «Keyfe» yani «nasıl» sigasiyle yapılmış olmasıda bunu gösterir. Keyfe» hali sormak için vaz' edilmiş bir kelimedir. Bunun misali: «Zeyd halk arasında nasıl hükmediyor?» sualidir. Bu suali soranın Zeyd'in hakim olduğunda şüphesi yoktur. O ancak hükmün nasıl olduğunu sorar. Eğer Zeyd'in hakim olup olmadığını sormak isteseydi: «Zeyd hakim mi oldu?» derdi. İşte bazı kimseler, vehimlerine kurt düşerek bu ayetten dolayı İbrahim (Aleyhisselam)''a —haşa—şüphe nisbet edince, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tevazu' yolu ile: «Biz şüphe etmeye İbrahim'den daha layıkız.» yani; biz bile şüpheye düşmedik;   İbrahim (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in şüpheye düşmediği ise evveliyetle sabittir; diyerek bu vehmin önünü almıştır.»

 

İmam Şafiî (Rahimehullah)'ın da hadisi bu tarzde tefsir ettiği rivayet olunur. Kaadî Iyaz: «İbrahim (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah'ın ölüleri dirilteceğinde şüphe etmemiştir. Lakin diriltmenin ne şekilde olduğunu görerek kalbinin mütmein olmasını ve müna-l zeadan vaz geçmesini istemiştir. Diriltmenin vakî olacağını biliyordu. Keyfiyetini de görmek suretiyle öğrenmeyi arzu etti. îlm-i yakininin ziyadeleşmesi için sormuş olması da muhtemeldir. Çünkü ilimler kuvvet itibariyle bir birinden farklıdırlar. İlmi yakından, ayne'l-yakine geçmek istemiş olabilir.» diyor.

 

Buraya kadar serd edilen kavillerden anlaşılıyor ki, Hz. İbrahim (A.S.) 'ın suali şüpheden neş'et etmiş değildir. O aynen müşahede suretiyle ilmini arttırmak istemiştir. Elbet bir şeyi gözle görmek, nazarî olarak bilmekten daha müfiddir.

 

Allah Teala İbrahim (A.S.)'ın kemal-i imanını bildiği halde imanını bir daha ikrar ettirmek için: «Benim ölüleri dirilteceğime inanmadın mı yoksa?» buyurmuş; İbrahim (A.S.)da: «Yok inandım, ama kalbim mutmein olsun diye sordum.» cevabını vermiştir. Bu cevaptan sonra Allah Teala Halîl-i Ekreminin arzusunu is'af eylemiş ve ona dört tane kuş almasını emir buyurmuştur. Bu kuşların ne cinsden oldukları ihtilaflıdır, îbni Abbas (R.A.)'a göre turna veya koğu kuşu, tavus, horoz ve güvercindir. Mücahid ile Ikrime'ye göre: güvercin, horoz, tavus ve kargadır. Mücahid'in İbni Abbas (R.A.) 'dan rivayetine göre ise: Tavus, kartal, karga ve güvercindir. Daha başka kuş ismi söyleyenler de vardır.

 

ibrahim (A.S.) kuşları tutunca Allah Teala bunları kesip dörder parça yapmasını, sonra her parçayı bir dağa bırakmasını emir buyurmuş. İbrahim (A.S.) bunu da yaptıktan sonra onları çağırması emrolunmuş, O da çağırmış. Bir de ne görsün! Her kuşun tüyü tüyüne, kanı kanına, eti etine doğru uçuyor,; kuşların bütün uzuvları yerlerine dönüyor... Böylece bir anda hepsi eski hallerine dönmek süratle Hz. İbrahim'in yanına gelmişler. Allah her şeye kadirdir. Nitekim Bakara suresinde (260 nolu) bu hadiseyi hikaye eden ayet-i kerîmenin sonunda:

 

«Allah aziz ve hakimdir  buyurarak her şeye kadir her fi'linde nice hikmetler bulunduğuna işaret etmiştir.

 

Hadisin Lut (Aleyhisselam) 'dan bahseden cümlesine gelince: Hz. Lut (A.S.) İbrahim (A.S.)'ın kardeşi oğludur. Ona iman etmiş; ve onunla beraber Mısır'a gitmiş; sonra yine beraberinde Şam'a dönmüş, oradan İbrahim (A.S.) Filistin'e giderek yerleşmiş; Hz  Lut (A.S.)'da şarkll' Ürdün'e gitmiştir. Bilahere Allah Teala  kendisine de Nebilik vererek onu Şam'la Hicaz arasında bulunan Sedum şehrine yakın Zügar nahiyesine tabî' on iki karyeye Nebi göndermiştir ki, bunlara «Mü'te-fikat» derler. Mezkur karyeler ahalisi puta tapar, erkekleri bir birleriyle cinsî münasebette bulunur ve diğer rezaletlerin envaını irtikab ederlerdi.

 

Lut A.S. Kur'anKerîm'in on yedi yerinde zikredilmiştir. Peşinen arzedeyim ki, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Lut (A.S.) hakkında «Allah Lut'a da rahmet eylesin!»buyurması onu tenkid değil takdirdir.

 

İltica ettiği ruknu şedîd yani muhkem istinadgahdan murad da Allah'dır. Mücahid'e göre bundan murad aşirettir. Ona göre her halde cümlenin manası: Hz. Lut (A.S.) isteseydi aşiretine sığınırdı; ama o öyle yapmadı da Allah'a sığındı, demek olacaktır. Ebu Hureyre (Radiyallahu anh) : «Allah hiç bir Nebi göndermemiştir ki, onu kendi aşiretinden müteşekkil bir kuvvet içinde bulundurmasın» demiştir. Fakat Lut (A.S.)'ın bulunduğu yerde akraba ve kabilesinden kimse yoktu. Bu cihetle: «Ah...! benim akraba ve aşiretimden müteşekkil bir kuvvetim olsa size galebe çalmak için onlardan yardım alır; misafirlerimi korurdum.» demiştir.

 

«Filhakika o pek muhkem  bir istinadgaha sığınıyordu.» cümlesi: «Ah benim size karşı bir kuvvetim olsa yahud muhkem bir kafaya sığınsam! dedi.» [Hud 80] ayet-i celîlesine muvafıktır.

 

Gerek hadis gerekse ayet-i kerîme meşhur Lut (Aleyhisselam) kıssasına işaret etmektedirler. Kur'anKerîm'de hikaye buyurulan bu kıssanın hülasası şudur: Lut (Aleyhisselam) Nebi olunca kavmini imana ve kötülüklerden vaz geçmeye davet etmiş; fakat onlar vaz geçmek şöyle dursun işi daha da azıtmışlar. Nihayet Hz Lut 'a meydan okuyarak: «Doğru söylüyorsan bize Allah'ın azabını getir de görelim!» demişler. Bunun üzerine Lut (Aleyhisselam) Allah'a niyaz ederek onlara karşı galebe için yardım istemiş. Allah Teala bu duayı kabul etmiş; o kavmi ihlak ve bir de İbrahim (Aleyhisselam) 'a yeni doğacak bir çocuk müjdelemek için dört melek göndermiş, Melekler gayet yakışıklı delikanlılar kıyafetinde evvela Hz. İbrahim'e, sonra Hz. Lut'a gitmişler. Lüt (Aleyhisselam) onları görünce sıkılmış. Rivayete göre karısı kavmine haber göndermiş; ve kavmi de koşup gelmişler. Öteden beri kötü ameller peşinde koşan bu heriflerin niyeti Hz. Lut'un misafirlerine de kötülük etmekmiş. Lut (A.S.) kendilerine çeşitli nasihatlarda bulunmuş; fakat mütecavizler aldırış etmemişler. Nihayet Cenabı Hak üzerlerine taş yağdırmış; ve o beldenin üstünü altına getirmiş, Hz. Lut ile bir kaç sadık mu'minden başka kurtulan olmamış. Hıyanet eden'karısı da mücrimlerle birlikte helak olup gitmiş.

 

İşte Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in beyan buyurduğu sözü Hz. Lut, misafirlerine sarkıntılık etmek isteyen bu azgın kavme söylemiştir.

 

Bu hadis hakkınca Tîbî şunları söylüyor: «Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü söylemesi Hz . Lut 'un yardımcı hususunda küllî bir ümidsizlik ve şiddetli bir ye's içinde bulunmasmdandır. Her halde Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sö'ze şaşmış ve böyle bir sözün H z . Lut 'tan nadir sudur edeceğine kanî olmuştur. Çünkü Lut (A.S.)'ın sığındığı rüknü şedîdden (Allah'dan) daha şedidi olamazdı.»

 

Nevevî de şöyle demiştir: «Lut (A.S.) misafirlerini kavminden korumak için Allah'a iltica etmeyi unutmuş olabilir. Yahut gönülden Allah'a iltica etmiş; misafirlere de Özür beyan etmiş ve sıkıldığını göstermiştir.»

 

Fakat Müslim şarihlerinden Übbi Nevevi 'nin bu mütaleasına itiraz ediyor. Diyor ki; «Bu sözün manası doğru olmamakla beraber garabeti' de meydandadır. Çünkü bu meselede ne Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Tenkidde bulunmuştur; ne de Hz . Lut Allah'a ilticayı unutmuştur. Böyle bir şey yoktur.

 

Hz . Lut 'un bu sözü, misafirlerinin gönüllerini almak ve onlara adete göre özür beyan etmekten ibarettir. Çünkü adete göre müdafaa ancak kuvvet veya aşiretle olur. Hakikatte Hz . Lut'un yaptığı bir lütfü kerem ve sahibini medhu senaya layık kılan güzel bir terbiyedir. Binaenaleyh Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in: «Allah Lut'a rahmet eylesin.» demesi tenkid değil medihtir. Bu söz arapların kanuşmalarmdakî adetine göre söylenmiştir. Araplar konuşurken : «Allah Melik hazretlerini te'yid buyursun» «Allah emir hazretlerini islah eylesin» gibi sözler kullanırlar...

 

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hadisde Yusuf (Aleyhisselam) kıssasına da temas ederek: «Eğer ben zindanda Yusuf'un kaldığı kadar uzun müddet kalsaydım çağırana mutlaka icabet ederdim.»  buyuruyor.

 

Bunun manası: Yusuf (A.S.)'ın yaptığı gibi beraetimi filan istemeye bakmaz; hemen hapisten çıkardım; demektir ki, bu söz Yusuf (A.S.)'ın son derece sabırlı bir zat olduğunu takdirdir. Fahr-i Kainat (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bunu da tevazu'undan söylemiştir. Büyük bir zatın tevazu' göstermesi onun şan ve mertebesini küçültmez; bilakis daha yükseltir.

 

Bunu Hafız İbni Hacer-i Askalanî «Fethu'I-Barî» nam eserinde zikreder.

 

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in ins, cin ve melek dahil, bütün mahlukaatm efdali olduğu icma-i ümmetle sabittir. Binaenaleyh zahiren onun bazı Nebilerden veya hepsinden efdal olmadığını gösteren hadisler Ehl-i Sünnete göre tevazua hamledilir.

 

Yusuf (A.S.)'ın beraetini istemesi şöyle olmuştur. Mısır melikinin adamı gelerek kendisini serbest bırakmak istediği zaman Yusuf (A.S.) yedi sene yedi ay ve yedi gün mahbus kalmasına rağmen sair mahkumlar gibi sevinçle dışarıya fırlamamış: bilakis gelen adama: «Git efendine sor bakalım. Şu ellerini doğrayan kadınların hali ne olmuş?..» diyerek, kendisini nahak yere zulmen hapsettiklerine hüccet getirmek istemiştir. İşte Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu noktaya temasla; «Çağırana icabet ederdim» buyurmuş: «Ve Yusuf'un yerine ben olsam bu derece sabır ve metanet gösteremez; bîr an evvel hürriyetime kavuşmak için hemen dışarıya çıkar; beraetimi beklemezdim.» demek istemiştir. Bittabi bu söz tevazuan ve nezaketen böyle söylenmiştir. Yoksa Hz.Yusuf (A.S.)'ın yerinde Resulullak (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) olsa o da fazlasyile sabru tehammül gösterirdi.

 

Hasılı bu hadisde zikri geçen üç Nebi'nin üçü de tenzih, takdir ve tebcil duyurulmuşlardır.

 

Bu hadisin ikinci tarikinde Müslim (Rahimehullah) 'ın: «Bana inşaallahu Teala Abdullah b. Esma' rivayet etmiştir...» demesine itiraz olunmuş; ve: Müslîmin şüphe ettiği bir hadis nasıl hüccet olur? denilmişse de Nevevî bu itiraza şöyle cevap vermiştir: «Bunu ilimden bi haber olan kabul etmeyebilir. Bu itiraz batıl bir hayaldir. Çünkü Müslim (Rahimehullah) bu hadisle ihticac etmemiş; onu yalnız mütaba'at ve şahid olarak zikretmiştir. Evvelce de arzettiğimiz gibi hadis uleması esas hadislerde göstermedikleri müsamahayı  böyle hadislerde gösterirler.»