AHMED
DAVUDOĞLU
383 NOLU
HADİSİN ŞERHİ:
Resulullâh (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)'in: «Nebilerden hîç biri yoktur ki, ona beşerin emsaline iman
ettiği mu'cizelerin misli verilmiş olmasın...»buyurmuş olması gösteriyor ki,
her Nebiin mutlaka bir mucizesi olur. Bu mucize doğru olduğu için görenlerin
onun doğruluğuna inanmasını iktizâ eder.
İnadlarında İsrar
edenlerin inanmaması ona zarar etmez. Cümlenin metninde «âmene» fi'li «alâ»
harfi cerri ile müteaddi yapılmıştır. Aslında bu kelime «bâ» yahut «lâm» ile
müteaddî olur. Binaenaleyh «aleyhi» yerine «bihî» demek lâzım gelirse de burada
«amene» fi'line tazmin yolu ile «galebe çalmak» mânası ifâde ettirildiğinden «âla»
üe müteaddi olması caizdir. Mâna şudur: «Beşerin, mislini çürütmeye kaadir
olamayıp mağlup bir halde inandığı mucize, her Nebie verilmiştir.»
Buhari ve Müslim
şarihlerinden Şihabuddin Kastalanî bu cümleyi şöyle izah ediyor: «Her Nebi'ye,
dâvasını isbat için zamanına göre bir takım hârikalar verilmiştir. Asâ'nın
yılan olması bu kabildendir. Çünkü Musâ Aleyhisselâm zamanında sihirbazlık
ileri gitmişti. Hz. Musa'da sihre muvafık olan bu mucizeyi göstererek kavmini
imâna muztarr bıraktı İsâ (Aleyhisselâm) zamanında tababet ileride idi; ona da
tababet nev'inden olan fakat ondan daha yüksek mertebede bulunan bir mucize
yani ölüleri diriltme mucizesi verildi. Nebiimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
zamanında ise; belagat ileride idi. Araplar kendi aralarında onunla
öğünürlerdi. Hatta belagatta başkalarına meydan okuyarak meşhur yedi kasideyi
Kâ'be duvarına asmışlardı. İşte Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de
arapların, o devirde, en kâmil hatipleri bile âciz bırakan ve belâgatleri
cinsinden olan Kur'ân~ı Kerim'i getirdi. Ve: «Bana verilen mu'cize ise ancak
Allah'ın bana vahyettiği (Kur'an-ı Kerim) dir.» buyurdu.
Nebi (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem) 'in yegâne mucizesi Kur'ân-ı Kerîm, olmamakla beraber cümlede hasır
edatı kullanarak: «Ancak Kur'an'dır.» buyurması, onun en büyük mucizesi
olduğuna işaret içindir. Yoksa Resulullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in
Kur'ân'dan başka: «Ayın yarılması, güneşin iadesi, mübarek parmaklarının
arasından su kaynayarak binlerce insan ve devenin içmesi, kelerin konuşması,
kütüğün iniltisi, azı- çoğaltması, gaibden haber vererek dediği gibi çıkması ve
saire gibi avam ve havâss arasında tevatür derecesini bulmuş pek çok bahir
mucizeleri, ve zahir acibeleri vardır. Kur'ân'i Kerim bunların en büyüğü ve en
faydalısıdır. Çünkü o dine daveti, hücceti ve gelmiş geçmiş bütün insanların
ilimlerini ihtiva etmektedir. Ondan tâ kıyamete kadar istifâde edilecektir.
Onun içindir ki, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu cümleden sonra: kıyamet
gününde Nebilerin içinde en ziyâde tabî ve ümmetin kendisine nasib olmasını
temenni etmiştir. Çünkü Kur'ân mucizesi devam edeceği için imânlar dâima
tazelenecek ve İslâmı kabul edenler daima bulunacaktır. Diğer Nebilerin
mucizeleri Öyle değildir. Onlar o Nebilerin hayatlaryile sona ermişlerdir.»
Maalesef bu gün bazı
dinsizler her fırsatta Kur'ân'i Âzîmüşşana dil uzatmakta, onun — haşa — bir
arap düzmesi olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmektedirler.
Bunların içinde:
«Kur'ân'dan ne olacak onu ben de yazarım» diyen yiğitler bulunduğunu da işitiyoruz.
Omuzlarının üzerinde kafa değil mankafa dolu birer susak taşıdıklarının bile
farkına varamayan bu gafillerle ilmi münakaşaya girişmek abesle iştigâl olur.
Böylelere verilecek en kestirme cevabı biz yine Aziz Kitabımız Kur'ân-ı
Kerîm'de buluyoruz: «Haydi (yiğitler) siz de şu Kur'an gibi bir Kur'an
getiriverin!..»
Kur'ân'a nazire
yazacaklar çoktur; fakat, on dört asırdır yazan yoktur. Neredesiniz be koç
yiğitler!.,. Tam 14 asırdır meydan sizin! O kadar kolay bir şeyi hâlâ
hazırlayamadınız mı?... Bütün Kur'ân'a nazire yazmak sizi terletecekse, ondan
vaz geçtik; hiç olmazsa: «Kur'an sureleri gibi on sure getirin!..» bu da
kâfi... Neye susuyorsunuz; onu da mı yapamayacaksınız? Üzülmeyin canım! hiç
olmazsa Kevser suresi kadar, yani üç
âyetten ibaret «Kur'an suresi gibi bir sure getirin!..» On dört asırdır
va'dlerinlzi bekliyoruz. Artık bu kadarcığını da yapamazsanız yazıklar olsun
size! Yiğitliği de hatırdınız insanlığı da... Bizim bildiğimiz: yiğit verdiği
sözün üzerine can veren adamdır. Yâ dediğini yapar; yâ ölür. Siz hâlâ utanmadan
yaşıyor. Sıkılmadan insan arasına çıkıyorsunuz. Eyvahlar olsun size!... Şimdi
adam akıllı rezil oldunuz ya biraz beni dinleyin! Sız bu kara sevdadan vaz
geçin! Zira imkânı yok yapamazsınız. Güneşe tükürmeye kalkışan yakalarını
kirletmekle kalır derler. Değil sizin gibi ismini bile kekelemeden
soyleyemeyenler, fasâhat ve belâgatile dünyaya, ün salmış nice koç yiğitler
ortaya çıkmış; fakat Kur'ân-ı Kerîm'in icazı karşısında hiç bir şey yapamamış;
yabancı köpekler gibi kuyruklarını kısarak kemâl-î rezaletle ortadan
çekilmişlerdir. Nebilik iddiasında bulunan yalancı Müseyle'ıne bu bâbda misâl göstermeye
kâfidir. Marifetlerini tarihten öğrenebilirsiniz!...
Ey Muannidler! Bilmiş
olun ki Kur'ân-ı Kerîm'i değiştirmek veya ortadan kaldırmak şöyle dursun. Onun
bir harekesine bile dokunamayacaksınız. Neden biliyor musunuz? Çünkü onu
muhafaza eden bizzat Allah'tır. Allah Teâlâ sair semavi kitapların muhafazasını
o kitaplarla amel edenlere tevdi etmişti. Bugün kitapların hali meydandadır.
Kur'ân-ı Azimüşşanı ise bizzat kendisinin muhafaza edeceğini bundan ondört asır
önce: indirdik biz!..
«Hiç şüphe yok ki o
Kur'an'ı biz indirdik biz!.. Hem hiç şüphe yok ki bîz onu mutlaka muhafaza
edeceğiz.» [Hicr 9] Buyurarak cihana ilân etmiştir. Şurası calib-i dikkattir ki
âyeti kerîmede sekiz on tane te'kid bir araya gelmiştir. Şöyle ki:
1)- Bu âyet ismi üstünde
te'kid edatı olan «inne» ile başlamıştır.
2)- «Inne» nin ismi
cem'i mütekellim zamiri olup Allah'a raci'dir. Bu zamirin cemi' olması ta'zim
ve te'kid ifâde eder.
3)- «Nahnu» zamiri
«inne» deki zamirin te'kididir. Yahut müptedadır. Her iki haldede te'kid
bildirir.
4)- «Nezzelnâ» fiilinin
failîde tazim için cemi' sığası ile gelmiştir.
5)- Cümle isim
cümlesidir, «vav» ile yukarıya atfedilen ikinci cümlede hal yine böyledir yani.
6)- «Inne» tahkik ve te'kid edatıdır.
7)- «Nâ» cemi'
mütekellim zamiridir.
8)- «Lehu» car ve mecrur
olup kasır ve hasır için müteallakından önce zikredilmiştir.
9)- «Lehâfizun» nın
başındaki lâm te'kid ifade eden lânvı haliyyedir.
10)- Cümle isim
cümlesidir.
Görülüyor ki; bu âyet-i
kerîmede tam on tane te'kid vardır. Acaba bunun hikmeti nedir? Hikmetini
anlamak için bir nebzecik Maâni ilmine müracaat edelim. O ilim diyor ki:
Kendisine söz anlatılan kimse ya hâli zihindir, yani söylenilen şeyi yeni
işitir. Yahut biraz bilirde tereddüt halindedir. Fakat hakikati Öğrenmek ister,
yahut da bilir de inkâr eder. İşte hâlizihin bulunan kimseye o söz hiç
te'kidsiz anlatılır. Mütereddit bulunana te'kidli söylemek iyi olur; İnkâr
edene ise inkârının derecesine göre bir iki veya daha fazla te'kid vasıtaları
kullanarak ifade etmek vaciptir. İlm-i Maâni'nin bize lâzım olan izahatı burada
bitti.
Şimdi düşünelim:
Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatmak cüretkârlığında bulunan küstahlar şüphesiz ki onu
inkâr edenlerdir. Âyet zaten onlara cevap olarak nazil olmuştur. Arapçada
te'kid vasıtaları çoktur. Bunlardan biri de sözü tekrarlamaktır. Âyetteki bu on
te'kidi bir an için sözün tekrarı farzedersek mütecavizlere Allah Teâlâ bir
şeyi tam on defa tekrarlayarak yani on defa onu ben indirdim ben muhafaza
edeceğim buyurarak te'kid etmiş olurki bu iş söz anlayan bir insan için
kafasına odunla vurmaktan daha müessirdir. Üstelik te'kid'münkire karşı
yapıldığı cihetle on te'kid ona on defa kâfir demeyide tazammun eder. Demek
oluyor ki; Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatan hainler en azından on kat katmerli
kâfirdirler. Bu mâna âyetten kinaye yolu ile çıkarılır.
Âyet-i kerîme iki
tarafıda keskin bir kılıç gibi iki şey'e delildir. Yani hem Kur'ân'a dokunmak
isteyenlerin dillerini kesmekte hem de belagata Örnek olmaktadır.
Bu bâbta son sözüm
şudur: Kuş beyni kadarcık bir beyne sahip olanlar bile düşünürlerse anlarlar
ki, on dört asırdan beri bunca düşmandan bir tanesinin Kur'ân-ı Kerîm'in bir
âyetine dahi nazire getirememesi onun mucize olduğuna en büyük delildir.
Nevevî bu hadisin mânası
hususunda ulemâdan üç kavil naklediyor :
1 - Her Nebi'ye,
kendinden önceki Nebi'e verilen mucizenin misli verilmiş; ve insanlar ona imân
etmişlerdir. Benim en büyük ve zahir mucizem ise, misli kimseye verilmeyen
Kur'ân'dır. Onun içindir ki, Nebiler içinde tabiî en çok olan benim.
2 - Benim getirdiğim bu
kitap hakkında acep sihir midir yoksa sihre benzer mi diye düşünmeye hayâl-i
beşer imkân bulamaz. Çünkü insan sözü kabilinden değidir ki, ona muaraza etmek
düşünülebilsin. Ama diğer Nebilerin mu'cizelerinde hayale imkân vardır. Meselâ:
Musâ (Aleyhisselâm)'in asası hakkında sihirbazlar hayâle kapılmışlardır.
Mu'cize ile hayali bir birinden ayırmak düşünmekle mümkün olur. Bazan düşünen
hatâ eder de ikisini bir zannedebilir.
3 - Diğer Nebilerin
mucizeleri kendi hayatları ile birlikte sona ermiş; bu sebeple onları yalnız o
devrin insanları görmüştür. Bizim Nebiimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in Kur'ân
mucizesi ise kıyamete kadar devam edip gidecektir.
Müslim şarihlerinden
Übbî şöyle diyor: «Herkes bu hadiseden murâdi: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)'in tâbi'lerinin çok olması, mucizesinin gayet açık olmasındandır,
demişse de, hadisden anlaşılan mâna bu ta'lîlin aksinedir. Nebi (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem)'in tâbi'lerinin çok olması ancak Allah'ın bir lutfu
keremidir. Yoksa başka Nebilerin, asâ, denizin yarılması, dağın parçalanması,
ölüleri diriltme, taştan devenin çıkması gibi mucizeleri umumiyetle halkı
inandıracak ve Nebiin etbaîni çoğaltacak mâhiyettedirler. Nebi (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) 'in mucizesi ise okunan kelâmdır. Onun mucize olduğu
teemmülle anlaşılır.»
Fakat Übbî'nin bu sözüne
itiraz edilmiş; ve: «Kur'ân mucizesi herkese zahirdir. Belagat ulemâsı için söz
yoktur. Başkalarına gelince: Onlar da bunca din düşmanları bulunmasına rağmen
bu kadar uzun bir müddet zarfında ona kimsenin muâraza edemediğini görerek onun
mucize olduğunu anlamışlardır. Kur'ân-ı Kerîm muhtelif ulumu, garip kıssaları
ve zarif va'zlariyle dünya ve âhiret hayırlarını sinesinde cem' etmiştir. Sonra
o kendinin sadık olduğuna bizzat kendisi şahittir...» denilmiştir.
Hadisin sonunda Fahr-i
kâinat (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz: «Kıyamet gününde ben Nebilerin
en çok tabiî bulunanı olmayı ümid ederim.» buyurmuşlar, ki bu da onun bir
mucizesidir. Çünkü bu sözü müslümanların henüz az oldukları bir zamanda
söylemiştir. Sonraları Allah'u Zülcelâl'in inayet ve nusreti ile müslümanlar
nice beldeler fethetmiş; müslümanların adedi görülmedik bir şekilde artmıştır.