İMAM
NEVEVİ ŞERHİ |
431 – 446 NOLU HADİS İÇİN
Allah Resulü'nün Rabbini Görmesi ve
O'nunla Konuşması ile İlgili Görüş Ayrılıkları
Kadı
İyaz -Allah'ın rahmeti üzerine- dedi ki: Selef ve halef nebimiz (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in İsra gecesinde Rabbini görüp görmediği hususunda ihtilaf
etmişlerdir. Burada Müslim'in sahihinde görüldüğü gibi Aişe (r.anha) bunu kabul
etmediği gibi, bunun benzeri bir rivayet Ebu Hureyre' den ve bir topluluktan da
rivayet edilmiştir. İbn Mesud'dan gelen meşhur rivayet de budur. Hadis ve kelam
alimlerinden bir topluluk da bu kanaate sahiptir.
Bununla
birlikte İbn Abbas (r.a.)'dan Nebimizin Rabbini gözüyle gördüğü rivayeti
nakledilmiştir. Benzeri bir rivayet Ebu Zerr ve Ka'b (radıyallahuanh) ile
Hasan-ı Basri (Allah'ın rahmeti üzerine)'den de nakledilmiş bulunmaktadır. Hatta
Hasan-ı Basri bu hususta yemin dahi ediyordu. Bunun benzeri bir rivayet İbn
Mesud, Ebu Hureyre ve Ahmed b. Hanbel'den de nakledilmiştir.
İtikadi
mezhep ve fırkaların kanaatleri ile ilgilenen ilim adamları da Ebu'I-Hasan
el-Eş'ari'den ve onun mezhebine mensup bir topluluktan Allah Resulünün Rabbini
gördüğü kanaatinde olduklarını nakletmiş bulunmaktadır. Bu hususta bazı
üstatlarımız kesin bir kanaat belirtmeyerek Allah'ı gördüğüne dair açık bir
delil yoktur. Bununla birlikte görmüş olması da caizdir (mümkündür)
demişlerdir.
Yüce
Allah'ın dünyada görülmesi caizdir. Musa (aleyhisselam)'ın böyle bir dilekte
bulunması da caiz olduğuna delildir; çünkü bir nebinin Rabbi hakkında caiz ya
da imkansız olanı bilmemesi mümkün değildir. Yine ilim adamları Musa (aleyhisselam)'ın
Rabbini gördüğü hususunda ve bu husustaki ilgili ayetin (~raf 7/142 vd.
ayetlerin) sözkonusu ettiği dağın görülmesinin ne anlama geldiği hususunda da
ihtilaf etmişlerdir. Kadı Ebu Bekr'in buna dair verdiği cevabı her ikisinin de
yani Allah Resulünün ve Musa (aleyhisselam)'ın Rablerini görmüş olmalarını
gerektirmektedir.
Aynı
şekilde ilim adamları Nebimiz Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in şanı
yüce Rabbi ile İsra gecesinde vasıtasız olarak konuşup, konuşmadığı hususunda
da ihtilaf etmişlerdir. Ebu'I-Hasen el-Eş'ari ile kelamcılardan bir topluluktan
onunla konuştuğu nakledilmiş bulunmaktadır. Kimileri bu kanaati Cafer b.
Muhammed, İbn Mesud ve İbn Abbas (r.a.)'a da nispet etmişlerdir.
Aynı
şekilde yüce Allah'ın: "Sonra yaklaşıp sarıctı" (en-Necm, 53/8)
buyruğu hakkında da farklı kanaatlere sahiptirler. Çoğunluk buradaki yaklaşıp
sarkmanın Cebrail ile Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den her birisi
arasında paylaştırılmış olduğu, yahut ikisinden sadece birisine ve bunun
Sidre-i Münteha' da gerçekleşmiş olduğunu kabul etmektedirler.
İbn
Abbas, Hasan, Muhammed b. Ka'b, Cafer b. Muhammed ve başkalarından nakledildiği
üzere, bu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 'in şanı yüce Rabbine yaklaşması,
yahut yüce Allah'ın yaklaşması demektir. Bu açıklamaya göre yaklaşmak ve
sarkmak sözlükteki anlamı ile değildir. Cafer b. Muhammed'in dediği gibi, yüce
Allah'ın yaklaşmasının herhangi bir sınırı (ve tanımı) olmaz .
..
Kulların yaklaşması ise belli bir sınır ile olur. Bu durumda Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Selleml'in şanı yüce Rabbine yaklaşması Allah nezdindeki pek büyük makamının
açıkça ortaya çıkması ve onun marifet nuriarının parlayıp (3/4) onun dışında
hiçbir kimseye göstermediği gaybına ve melekutunun sırlarına onu mutlali kılıp,
ona göstermesi demektir. Şanı yüce Allah'ın ona yaklaşması ise bunu kendisine
açıkça göstermesi, ona pek büyük ihsanlarda bulunup, kendi nezdindeki pek
Muazzam fazilet ve üstünlüğe sahip kılması demektir.
Yüce
Allah'ın: "Böylece iki yay (boyu) kadar hatta daha da yaklaştı."
(en-Necm, 53/9) buyruğu buna göre konunun latafetini ve Nebimiz (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in hakikate yaklaşıp, onu bilmesi, Allah tarafından da
arzunun ölumlu olarak karşılanıp, makam ve mevkiinin de açıkça gösterilmesi
anlamında bir ibaredir. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Aziz ve Celil
Rabbinden naklettiği: "Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın
yaklaşırzm" buyruğu ile ilgili yapılan tevil (yorum)in aynısı da bu
hususta yapılır. (Kadı İyaz'ın açıklamaları burada sona ermektedir.)
et-Tahrir
sahibine gelince ru'yetin sabit olduğu kanaatini tercih ederek şunları
söylemektedir: Bu mesele ile ilgili deliller her ne kadar çok ise de bizler
ancak bu delillerin en kuwetli olanlarını ele alıyoruz. Bu da İbn Abbas
(r.a.)'ın şu hadisidir: "Sizler İbrahim'in Allah'ın halili olmasına,
Musa'nın Allah ile konuşmasına, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de
Rabbini görmesine hayret mi ediyorsunuz?" İkrime'den gelen rivayete göre
de İbn Abbas (r.a.)'a: Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü,
diye sorulmuş ve o: "Evet" diye cevap vermiştir.
Sakıncası
olmayan bir isnad ile Şu'be' den, o Katade' den, o Enes (r.a.)'dan şöyle dediği
rivayet edilmektedir: Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini görmüştür.
Hasan-ı
Basrı de Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Rabbini gördüğüne dair yemin
ederdi.
Bu
hususta asıl dayanak bu ümmetin en büyük bilgini, zor meselelerinde kendisine
başvurulan İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadistir. İbn Ömer de (r.a.) bu mesele
hakkında ona başvurmuş ve onunla Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbini
görmüş müdür diye yazışmış, İbn Abbas da ona Allah Resulünün Rabbini gördüğünü
haber vermiştir.
Bu
hususta Aişe (r.anha)'nın rivayet ettiği hadis buna karşı delil görülemez.
Çünkü Aişe (r.anha) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i: "Ben Rabbimi
görmedim ': dediğini dinlemiş olduğunu haber vermektedir. O sadece yüce
Allah'ın: "Allah bir insanla ancak vahiy ile konuşur ya da bir perde
arkasından yahut bir elçi gönderip, izniyle dilediğini vahyeder." (Şura,
42/51) buyruğu ile: "Gözler ona erişemez" (En'am, 6/103) buyruklarını
yorumlayarak o sözlerini söylemiştir. Sahabi eğer bir söz söyleyip yine
ashabtan bir başkası ona muhalefet edecek olursa onun o sözü delil olmaz. Diğer
taraftan Allah Resulünün Rabbini gördüğüne dair İbn Abbas'tan gelen rivayetler
sahih olduğuna göre ru'yetin gerçekleşmiş olduğu hususunda onları kabul etmek
gerekir. Çünkü Allah'ın görülmesi akıl ile anlaşılan ve zanna dayanarak kabul
edilecek bir mesele değildir. Bu ancak sem'i delilden öğrenilir. Herhangi bir
kimsenin de İbn Abbas'ın bu meselede kendi zan ve içtihadı ile konuşmuş
olduğunu sanması doğru kabul edilemez.
Ma'mer
b. Raşid de Aişe ve İbn Abbas'ın bu husustaki ihtilafları sözkonusu edilince
şunları söylemiştir: Bize göre Aişe, İbn Abbas'tan daha bilgili değildir. Diğer
taraftan İbn Abbas başkasının olumsuz kanaat belirttiği bir hususta kendisi
olumlu bir kanaat ortaya koymuştur. Olumlu kanaat ise olumsuz kanaate
öncelenir. (et-Tahrir sahibinin açıklamaları da bunlardır.)
Özetle
söylenecek olursa, ilim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre tercihe değer
olan Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Selleml'in Rabbini İsra gecesinde
başındaki gözleriyle gördüğüdür. Bunun delili ise daha önce geçen İbn Abbas'ın
ve başkalarının rivayet ettikleri hadislerdir. Onlar bu hususun gerçekleştiğine
dair kanaati ise ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den bizzat
işitilmiş olan hadislerden çıkartmışlardır. Bu da hakkında şüpheye düşülmemesi
gereken hususlardan birisidir.
Diğer
taraftan Aişe (r.anha), Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' den rivayet
ettiği bir hadise dayanarak Rabbini gördüğünü reddediyor değildir. Eğer bu
hususta bildiği bir hadis olsaydı, şüphesiz onu da zikrederdi. Ama o bu hususta
ayetlerden çıkardığı sonuçlara dayanmıştır. Buna dair cevabı da açıklayacağız.
Aişe
(r.anha)'nın yüce Allah'ın: "Gözler ona erişemez." (el-En'am, 6/103)
buyruğunun cevabı gayet açıktır. (3/5) Çünkü idrak (mealde: erişmek) çepeçevre
kuşatmak demektir. Şam yüce Allah ise asla kuşatılamaz. Onun kuşatılamayacağına
dair nassın varid olması kuşatma sözkonusu olmaksızın görmenin reddedilmesini
gerektirmez, ayet ile ilgili daha başka cevaplar da verilmiş olmakla birlikte,
bu açıklamalarımızia beraber ayrıca onları da sözkonusu etmeye gerek yoktur.
Çünkü bu cevap oldukça kısa olmakla birlikte son derece de güzeldir.
Aişe
(r.anha)'nın yüce Allah'ın: "Allah bir insanla ancak vahiy yolu ile
konuşur." (Şura, 42/51) ayetini delil göstermesine gelince, buna birkaç
türlü cevap verilebilir:
1
- Görmek ayrıca görme halinde konuşmanın da var olmuş olmasını gerektirmez.
Konuşmaksızın görmenin de sözkonusu olması mümkündür.
2-
Bu buyruk geneldir ve daha önce geçen delillerle tahsis edilmiştir.
3-
Bazı ilim adamlarının dedikleri gibi "vahiy" den maksat aracısız
konuşmaktır.
Bu
görüş ihtimal dahilinde olmakla birlikte, cumhur burada kastedilen vahyin ilham
ve rüyada görmek olduğu kanaatindedir. Her ikisine de "vahiy"
denilir.
Yüce
Allah'ın: "Ya bir perde arkasından" buyruğu hakkında da el-Vahidi ve
başkaları şu anlamda olduğunu söylemişlerdir: Onlarla görünerek konuşmaz,
aksine yüce Allah'ın zatını görmedikleri bir surette kelamını işitmeleri
halidir. Yoksa maksat bir yeri, bir diğerinden ayıran bir perdenin var olduğunu
anlatmak değildir. Böyle bir hicab (perde) perde arkasında olanın sınırlı
olduğuna delildir. Böyle bir vahiy konuşanın görülmeye ce ği bir şekilde perde
arkasından duyulan söz gibidir demektir. Allah en iyi bilendir.
(431)
"Ebu'r-Rabi' ez-Zehrani"nin adı Süleyman b. Davud'dur.
(432)
Müslim'in: "Bize Ebu Bekrb. EbuŞeybetahdisetti ... Abdullah'tan ... "
Bu senetteki bütün raviler Kufelidir. Senette geçen eş-Şeybani, Ebu İshak
künyeli olup, adı Süleyman b. Feyruz'dur. Süleyman b. Hakan, Süleyman b. Amr
olduğu da söylenmiştir. Tabiinden birisidir.
Zirr
b. Hubeyş uzun bir ömür yaşayanlardan birisidir. 120 yıldan fazla yaşamıştır.
Tabiinin büyüklerindendir.
"Abdullah
b. Mesud (r.a.) yüce Allah'ın: "Gözüyle gördüğünü kalp yalanlamadı."
(en-Necm, 53/11) buyruğu hakkında: Cebrail'i altı yüz kanatlı gördü"
rivayetinde geçen Abdullah (r.a.)'ın bu söylediği onun bu ayetin anlamı
hakkındaki görüş ve mezhebini ortaya koymaktadır.
Müfessirlerin
çoğunluğunun kanaatine göre ise bundan onun şanı yüce Rabbini gördüğü
kastedilmektedir. Bu kanaatte olanlar da kendi aralarında farklı görüşlere
sahip olmuş, bir topluluk Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in Rabbini
gözleriyle değil, kalbiyle gördüğü kanaatini benimsemiş, bir diğer topluluk ise
onu gözleriyle gördüğü görüşünü kabul etmiştir.
İmam
Ebu'l-Hasan el-Vahidi der ki: Müfessirler şöyle demişlerdir: Bu buyruk ile Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yüce Rabbini miraç gecesinde gördüğü haber
verilmektedir. İbn Abbas, Ebu Zerr ve İbrahim et-Teymi onu kalbiyle görmüştür,
demişlerdir.
Bu
açıklamaya göre O, yüce Rabbini doğru bir şekilde görmüş olur ki bu da yüce
Allah'ın onun görme kabiliyetini kalbine yerleştirmesi suretiyle olur. Yahut
kalbine gözle gördüğü gibi, doğru olarak Rabbini görecek şekilde kalbine bir
göz yaratmasıyla olur. Müfessirlerden diğer topluluğun kanaatine göre ise O
Rabbini gözüyle görmüştür. Bu da Enes, İkrime, Hasan ve Rabi'in görüşüdür.
Müberred
de şöyle demektedir: Ayetin anlamı şudur: Kalbi bir şey gördü ve bu hususta
doğru gördüğü de tasdik edilmiştir. "Gördüğünü" anlamındaki buyruk
nasb konumundadır yani kalp gördüğünü yalanlamamıştır. (3/6)
İbn
Amir ise ayetteki "kezebe" lafzını "zel" harfi şeddeli
olarak "kezzebe" diye okumuştur. el-Müberred dedi ki: Bu onun bir şey
görüp, onu öylece kabul ettiği anlamına gelir. el-Müberred'in yaptığı bu
açıklama ise görmenin kalp ile gerçekleşmesi hakkındadır. Eğer bu görme göz
hakkında kabul edilecek olursa, buyruğun anlamı da gayet açık anlaşılır. Yani
kalp gözün gördüğünü yalanlamamıştır. (el-Vahidi'nin açıklamaları burada sona
ermektedir.)
(433)
"Abdullah b. Mesud (r.a.)'dan yüce Allah'ın: "Andolsun ki Rabbinin
büyük ayetlerinden görmüştür." (en-Necm, 53/18) buyruğu hakkında:
Cebrail'i
asıl suretinde altı yüz kanatlı gördü, demiştir."
Abdullah
(r.a.)'ın bu sözü seleften pek çok kimsenin kabul ettiği görüştür. Bu ayrıca
İbn Abbas (r.a.), İbn Zeyd, Muhammed b. Ka'b el-Kurazi ve Mukatil b. Hayyan'dan
da rivayet edilmiştir. Dahhak da: Kastedilen onun Sidretu'l-Münteha'yı
gördüğüdür, demiştir. Onun yeşil bir refref gördüğü de söylenmiştir.
"Büyük"
buyruğu ile ilgili olarak da selefin iki farklı görüşü vardır. Onlardan
kimileri bu "ayetler"in sıfatıdır. Çünkü tekil bir lafız ile bir
topluluğun nitelendirilmesi mümkündür. Yüce Allah'ın: "Ondan başka
işlerimde de yarar/anırım" (Taha, 18) buyruğunda olduğu gibi. Bunun
hazfedilmiş bir ismin sıfatı olduğu da söylenmiş olup: O Rabbinin ayetleri
arasından o büyük ayeti gördü, takdirindedir.
(434)
"Ebu Hureyre (r.a.)'dan yüce Allah'ın: "Andolsun ki onu diğer bir
inişinde de görmüştü" buyruğu hakkında Cebrail'i gördü, demiştir."
Birçok ilim adamı da aynı şekilde böyle söylemiştir. el-Vahidi dedi ki: İlim
adamlarının çoğunluğu şöyle demişlerdir: Maksat Cebrail'i yüce Allah'ın onu
yarattığı gerçek suretinde görmesidir. İbn Abbas da: O yüce Rabbini gördü, diye
açıklamıştır. Bu açıklamaya göre "diğer bir inişi" anlam olarak Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkındadır. Çünkü O'nun o gece namaz
vakitlerinin sayısının indirilmesi için birkaç defa yükselişi (miracı) olmuştu.
Her bir miracın da bir inişi olmuştu. Allah en iyi bilendir.
(436)
"A'meş'den Ziyad b. el-Husayn el-Cehme'den ... "gözüyle gördüğünü
kalp yalanlamadı" (en-Necm, 53/11); ''Andolsun ki onu diğer bir inişinde
de görmüştü." (en-Necm, 53/13) buyruğu hakkında: Onu kalbiyle iki defa
gördü demiştir."
İbn
Abbas'ın bu sözünün anlamı şudur: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şanı yüce
Rabbini bu iki ayette belirtildiği üzere iki defa görmüştür. Bu iki ayetten
maksadın ne olduğu hususunda ilim adamlarının farklı kanaatlerini, Allah'ı
gördüğünü kabul edenlere göre bu görmenin kalp ile mi yoksa göz ile mi olduğu
hususundaki görüş ayrılıklarını kaydetmiş bulunmaktayız. (3/7)
Bu
hadisin isnadında tabiinden birbirinden rivayet nakletmiş üç kişi vardır:
A'meş, Ziyad ve Ebu'ı-Niye.
A'meş'in
adı Süleyman b. Mihran'dır, daha önce defalarca açıklandı.
Ziyad'ın
künyesi olan Ebu Cehme cim harfi fethalı ve he sakindir. Ebu'l-Niye'nin adı ise
Nufey'dir. Allah en iyi bilendir.
(438)
"Allah'a büyük bir iftirada bulunmuş olur."
İftira,
yalan demektir. Kökünü teşkil eden "fe-re-ye" bir şeyi uydurup
söylemek anlamındadır. Çoğulu da "fira" diye gelir.
"Mesruk'tan:
Yüce Allah: ''Andolsun ki o kendisini apaçık ufukta görmüştür." (Tekvir,
81/23) demiyor mu?" sözü ile Aişe (radıyall&hu anh&)'nın: "Sen
yüce Allah'm ... gözler ona erişemez" (En'am, 6/103) buyruğunu ...
"deki: Göklerde ve yerde olanlardan gaybı Allah 'tan başka kimse
bilmez." (Nemi, 27/65)"
Bütün
bu ifadeler Aişe ve Mesruk (r.a.um&)'nın Kur'an-ı Kerim'den bir ayeti delil
gösteren bir kimsenin: "Aziz ve Celil Allah şöyle buyuruyor"
demesinin caiz olduğuna dair açık ifadelerdir. Ancak böyle demeyi tabiinden
meşhur bir zat olan Mutarrif b. Abçlullah b. eş-Şihhir hoş karşılamamıştır.
Çünkü İbn Ebu Davud kendi senediyle ondan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Şüphesiz Allah şöyle buyuruyor, demeyiniz. Bunun yerine muhakkak Allah şöyle
buyurdu deyiniz, demiştir. Mutarrif (Allah'ın rahmeti üzerine olsun)'in kabul
etmediği bu söyleyiş aslında ashab-ı kiram'ın, tabiunun ve onlardan sonra gelen
Müslüman imamların uygulamalarına aykırıdır. Sahih ve tercih edilen her iki
şeklin de Aişe (radıyall&hu anh&)'nın ve ona çağdaş olanların da, ondan
sonra gelen selef ve halefin yaptıklarıdır. Ayrıca bunu kabul etmeyenin lehine
bir delil de bulunmamaktadır. Bunun caiz oluşunun nastan delillerinden bir
kısmı şunlardır: Aziz ve Celil Allah'ın: "Allah hak olanı söyler, doğru
yola ileten de odur." (Ahzab, 33/4) buyruğu ile Müslim'in sahihinde yer
alan Ebu Zerr (r.a.)'dan gelen şöyle dediğine dair rivayettir:
Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: ''Aziz ve Celil Allah buyuruyor
ki:
"İyilikle
gelene bunun on misli vardır." (En'am, 160)" Allah en iyi bilendir.
Aişe
(r.anha)'nın: "Sen yüce Allah'ın: '~llah bir insanla ancak vahiy yolu ile
konuşur" (Şura,SI) buyruğuna gelince, asıl nüshaların çoğunluğunda başında
"vav" harfi bulunmamaktadır. Ancak Kur'an tilaveti halinde başında
"vav" harfi ile okunur ama rivayette ve delil göstermede bunun vav'
Sız olarak gelmesinin bir zararı yoktur. Çünkü buyruğu delil gösteren in
maksadı tilaveti olduğu gibi okumak değildir. Onun maksadı buyruktaki delilin
bulunduğu yeri göstermekten ibarettir. Bu hususta vav harfinin
zikredilmemesinin de bir etkisi yoktur. Hadis-i şerifte bunun çokça benzeri
vardır. Bunlardan birisi de "bunun üzerine yüce Allah: "Gündüzün iki
tarafında ... dosdoğru namaz kıl" (Hud, 11/114) buyruğunu ve "beni
zikretmek için namaz kıl" (Taha, 20/14) buyruğunu indirdi." Buhari ve
Müslim'in sahihlerinde her iki hadisin bütün rivayetlerinde buyruklar bu şekilde
(başlarında vav harfi olmaksızın) yer almıştır. Oysa her ikisinin de
tilavetinde "vav" harfi vardır, Allah en iyi bilendir.
Mesruk
hakkında Ebu Said es-Sem'anı,el-Ensab adlı eserinde şunları söylemektedir: Ona
Mesruk denilmesinin sebebi, küçükken bir kimsenin onu çalması sonra da bulunmuş
olmasıdır.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Onu semadan inmiş ... gök ile yer
arasını kapatmış gördüm" ifadesi bu şekilde asıl yazmalarda: "Gök ile
yer arası" şeklindedir ve iki ifade de sahihtir. (3/9)
(440)
"Aişe (r.anha)'ya ... sordum, söylediklerinden dolayı tüylerim diken diken
oldu dedi."
Aişe'nin
Mesruk'a verdiği cevabında "subhanallah" demesi böyle bir hususun
bilinmemesinden ötürü duyduğu hayreti ifade etmesi demektir. Bununla: Böyle bir
şeyi nasılolur da bilmezsin demek istemiş gibidir. "Subhanallah"ın
hayret ifadeetmek üzere kullanılması hadiste de, Arapların konuşmasında da
çokça görülen bir husustur. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Subhanallah
onunla temizlen işte" ve: "Subhanallah Müslüman necis olmaz ki"
buyrukları ile ashab-ı kiramın: "Subhanallah ey Allah'ın Resulü"
sözleri buna örnektir. Nahiv bilginleri arasında "subhanallah"ın
hayret (taaccüb, şaşkınlık) bildiren lafızlardan olduğunu sözkonusu edenler
arasında Ebu Bekr es-Serrac ve başkaları da vardır. Aynı şekilde Araplar hayret
ve şaşkınlıklarını ifade etmek halinde ''la ilah e illailah" da söylerler.
Allah en iyi bilendir.
Aişe
(r.anha)'nın: "Tüylerim diken diken oldu" sözleri korku ve dehşetten
saçlarım dikleşti, demektir. Çünkü ben söylenmemesi gereken bir sözü işitmiş
bulunmaktayım.
İbnu'l-A\abi
dedi ki: Araplar bir şeyi kabul etmeyip, reddettiklerini anlatmak üzere:
"Saçlarım diken diken oldu", "derim ürperdi" ve
"tiksindim" derler. Nadr b. Şumeyl der ki: Tüylerin diken diken
olması, derinin ürpermesi gibi bir anlam ifade eder. Bunun aslı ise çekinmek ve
toplanıp, bir araya gelmektir. Çünkü korku ve dehşet halinde deri çekilir
(büzüşür) ve bundan dolayı da tüyler ayağa kalkar. Zembil'e (aynı kökten gelmek
üzere) "el-kaffeh" adının verilmesi de bundan dolayıdır. Çünkü zembil
çubuklar bir araya getirilerek örülür ve onun içine başka şeyler toplanıp, bir
araya gelir. Allah en iyi bilendir.
(441)
Müslim (rahimehullah)'ın: "Bize İbn Numeyr tahdis etti. ..
Mesruk'tan" sözlerinde geçen senetteki bütün bu raviler Kufelidir.
İbn
Numeyr'in adı Muhammed b. Abdullah b. Numeyr, Ebu Üsame'nin adı Hammad b.
Üsame, Zekeriya'nin babası ise Ebu Zaide'dir. Babası Ebu Zaide'nin adı da Halid
b. Meymun'dur. Halid b. Hubeyre olduğu da söylenmiştir. İbn Eşva'ın adı Said b.
Amr b. Eşva'dır.
"Aişe
(r.anha)'ya ... dedim. O: O Cebrail (aleyhisselam)'dır dedi."
İmam
Ebu'l-Hasan el-Vahidi dedi ki: "Sarkmak" aşağıya doğru uzanmak
demektir. Asıl anlamı da budur. Sonraları yukarıdan )lakınlaşmak hakkında da
kullanılmıştır. Bu ise el-Ferra' nın görüşüdür.
en-Nazm
adlı eserin sahibi ise: Burada buyrukta takdim ve tehir vardır çünkü sonra
sarkıp yaklaştı anlamındadır. Zira sarkınak, yaklaşmanın sebebidir.
İbnu'l-A'rabi dedi ki: Sarkmak yükseklikten yakınlaşmak halinde kullanılır.
el-Kelbi dedi ki: Yani Cebrail, Muhammed' e yaklaştı ve ona yakınlaştı. Hasan
ve Katade de şöyle demişlerdir: Cebrail yerin en yüksek ufkunda doğrulduktan
sonra yaklaşıp, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yakınına indi. Yüce
Allah'ın: "Böylece iki yay (boyu) kadar hatta daha da yaklaştı."
(en-Necm, 53/9) buyruğuna gelince. Buradaki "el-kaab: boy" yayın
kabzası ile kirişinin bağlandığı yer (yayın uçları) arasındaki mesafedir. Her
bir yayın da iki ucu olur. Bu kelime sözlükte aynı zamanda "kadar,
miktar" anlamında da gelir.
Müfessirlerin
tamamına göre ayetten maksat da budur. Yaydan maksat ise ok atımı için
kullanılandır. Bu da Arap yayıdır. Onların alışkanlıkları dolayısıyla özellikle
zikredilmiştir.
Bir
topluluğun kanaatine göre ise yaydan kasıt koldur. Bu Abdullah b.
Mesud,
Şakik b. Seleme, Said b. Cubeyr ve Ebu İshak es-Sebü'nin görüşüdür. Bu manaya
göre yay (kavs) kendisiyle bir şeylerin ölçüldüğü kol uzunluğudur.
Aişe
(r.anha), İbn Abbas, Hasan, Katade ve başkaları da: İşte Cebrail ile Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) arasında bu kadar uzaklık vardı, demişlerdir.
Yüce
Allah'ın: "Hatta daha da yakın" buyruğunun anlamı: Ya da ondan daha
yakındı, demektir. Mukatil, hatta daha yakındı, diye açıklamıştır. Zeccac dedi
ki: Yüce Allah kullarına dildeki kullanımları ve anlayış miktarlarına göre
hitap etmiş olup: "Bu da sizin kendi takdir ve ölçülerinize göre daha
yakındır" demektir. Şüphesiz eşyanın hakikatini en iyi bilen yüce
Allah'tır ama o bize alışkın olduğumuz üslupla hitap etmiştir.
Ayetin
anlamına gelince: (3/11) Cebrail (aleyhisselam) hilkatinin Muazzamlığı ve onun
pek çok cüzünün bulunmasına rağmen, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)' e işte
bu kadar yaklaşmıştır. Allah en iyi bilendir.
(442)
"Ebu Zerr (r.a.)'dan: ... Nurdur, onu nasıl görebilirim."
Diğer
rivayette: "Bir nur gördüm" sözlerine gelince:
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Nurdur, onu nasıl görebilirdim"
buyruğunun anlamı: Onun hicabı bir nurdur, onu nasıl görebilirdim, demektir. İmam
Ebu Abdullah el-Mazerı (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: "Onu"
ifadesindeki zamir şanı yüce Allah'a aittir. Yani nur benim onu görmeme engel
oldu. Nitekim nuriarın (ışıkların) gözleri kamaştırması ve gören ile arasına
bir engel teşkil ederek görme idrakini engellemesi bilinen bir adettir.
(443)
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Bir nur gördüm" sözü şu
demektir: Ben sadece nur gördüm, başka bir şey de görmedim. (el-Mazeri devamla)
dedi ki: Bu "(O) nuranidir, nasılonu görebilirdim" diye rivayet
edilmiştir. Bunun da az önce verdiğimiz anlam çerçevesinde olma ihtimali
vardır. Yani O görülmesine engelolan nurun yaratıcısıdır. Bu durumda bu
Allah'ın fiili sıfatlarından olur.
Kadı
İyaz (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: Bize böyle bir rivayet gelmedi ve ben bunu
asıl nüshaların hiçbirinde de görmedim. Yüce Allah'ın zatının nur olması ise
imkansız bir şeydir; çünkü nur da cisim türündendir. Şam yüce Allah ise bundan
yüce ve münezzehtir. Bütün Müslüman imamların mezhebi (kanaati) budur.
Yüce
Allah'ın: "Allah göklerle yerin nurudur" (Nur,35) buyruğu ile hadis-i
şerifte şam yüce Allah'a "en-nur" adının verilmesi şeklindeki
rivayetIere gelince: Bu da onları nurlandıran ve o nuru yaratan anlamındadır.
Göklerde ve yerde bulunanlara hidayet veren anlamında olduğu söylendiği gibi,
müminleri n kalplerini nurlandıran olduğu, gözleri alacak, apaydınlık ve pek
güzel anlamında olduğu (3/12) da söylenmiştir. Allah en iyi bilendir.
"Allah
uyumaz, O'nun uyuması da gerekmez ... basarının değdiği bütün mahlukatını yakardı.
"
"Allah
uyumaz, O'nun uyuması da gerekmez. " buyruğu, Allah uyumaz ve uyumak O'nun
hakkında imkansızdır, demektir. Çünkü uyumak, aklın bastırıldığı bir kaybolma
halidir. Uyku halinde bir şey hissedilmez. Allah ise bundan münezzehtir, bu
haiO'nun hakkında imkansızdır ..
"O
adalet terazisini alçaltzr ve yükseltir." Buyruğu hakkında Kadı İyaz dedi
ki: Herev! dedi ki: İbn Kuteybe dedi ki: Kıst, terazi demektir. Ona kı st
denilmesi, kıst'ın adalet anlamında olması ve terazi ile adaletin gerçekleşmesi
dolayısıyladır. Bu ifadeden maksat ise, Yüce Alah'ın, teraziyi kulların
yükselen amelleriyle yükseltmesi, aşağıya inen rızıklarıyla da onu
alçaltmasıdır. Bu ise indirilmesi takdir edilenler hakkında temsili bir ifade
olup, terazinin tartmasına benzetilmiştir. Kıst: Terazi'den maksadın her
yaratılmışın muhtaç olduğu rızık demek olduğu, onu alçaltınasının kulu fakir ve
muhtaç duruma düşürmesi, yükseltmesinin de onu genişletmek demek olduğu da
söylenmiştir.
Resulullah
{Sallallahu aleyhi ve Selleml'in: "Gecenin am eli ona, gündüzün amelinden
önce yükseltilir ... " buyruğu ile, ikinci rivayetteki: "Gündüzün
ameli geceleyin ... " buyruklarına gelince birincisinin anlamı -Allah en
iyi bilendir- şudur: Geceleyin işlenen amel ona ondan sonra gelen gündüzün amelinden
önce yükseltilir. Gündüz vakti yapılan amel de ona ondan sonra gelen gecenin
amelinden önce yükseltilir.
İkinci
rivayetin anlamı da şudur: Gündüzün ameli ona kendisinden sonra gelen gecenin
ilk vaktinde yükseltilir, gecenin am eli de ona kendisinden sonra gelen
gündüzün ilk vaktinde yükseltilir. Çünkü Hafaza melekleri gece bittikten sonra
gündüzün ilk vaktinde gecenin amelini yükseltirler. Gündüzün amellerini de
bitiminden sonra gecenin ilk vaktinde yükseltirler. Allah en iyi bilendir.
"Onun
hicabı nurdur ... " buyruğuna gelince: "yüzünün nurunun parıltıları
(subuhat)" kelimesi "subuha"nın çoğuludur. Kitabu'l-ayn sahibi
(el-Halil b. Ahmed) Herevı ve hadisi Şerh eden bütün lügat ve hadis alimleri
şöyle demektedir: Yüzünün parıltıları onun nuru, celali ve göz kamaştırıcı
güzelliğidir. Hicab'ın sözlükteki asıl anlamı engel ve perdedir. Hicabın gerçek
manası sınırları belli cisimler için sözkonusudur ama yüce Allah, cisim ve
sınırdan münezzehtir. Burada kastedilen ise onun görülmesinin engelidir. Bu engele
nur ya da nar (ateş) adının verilmesi ise her ikisinin ışık ve parıltıları
dolayısıyla adeten idrake engelolmalarıdır.
"Vech"den
maksat da zatın kendisidir.
"Basarının
değdiği bütün mahlukatı" buyruğundan maksada gelince:
Şanı
yüce Allah'ın basarı bütün kainatı kuşatır. İbaredeki "min: dan" ise
kısım bildirmek (tab'iz) için değil, cinsin beyanı içindir. İfadenin takdiri
şudur: Eğer onun görülmesinin engelini ortadan kaldıracak olursa -ki bu da nur
ya da nar denilen hicaptır- ve mahlukatına tecelli edecek olursa zatının celali
bütün mahlukatını yakar. Şanı yüce Allah en iyi bilendir.
"Bize
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe ve Ebu Kureyb tahdis edip dediler ki. ..
Ebu
Bekr'in, A'meş'ten rivayetinde: Bize tahdis etti, dememiştir." Bu
rivayetin senedindeki bütün raviler Kufelidir. Ebu Musa el-Eş'ari ise hem
Basralı, hem Kufelidir.
Ebu
Bekr b. Ebi Şeybe'nin adı Abdullah b. Muhammed b. İbrahim'dir.
Ebu
Şeybe künyeli de odur.
Ebu
Kureyb'in adı Muhammed b. el-Ala, Ebu Muaviye'nin adı Muhammed b. -noktalı hı
ile- Hazim'dir.
A'meş'in
adı Süleyman b. Mihran, Ebu Musa'nın adı Abdullah b.
Kays'dır.
Bütün
bunlara dair açıklamalar daha önceden geçmişti. Ama aradan uzun bir fasıla
geçtiğinden ötürü, isimlerini iyice bellemeyen kimseler için yeniden
bilgilerini tazelemek istedim.
Ebu
Ubeyde de Abdullah b. Mesud'un oğlu olup, adı Abdurrahman'dır. Bu isnadta,
isnad ilmi inceliklerinden iki incelik vardır. Bunlardan birisi hepsinin
belirttiğim gibi Kufeli olmalarıdır. İkincisi ise bu isnadta biri diğerinden
rivayette bulunan üç tane tabii bulunmasıdır. Bunlar da A'meş, Amr ve Ebu
Ubeyde' dir.
"Ebu
Bekr'in, A'meş'ten rivayetinde, bize tahdis etti, dememiştir" ibaresi de
Müslim -Allah'ın rahmeti ona- (3114)'in ihtiyatı, veraı ve rivayeti oldukça
sağlam nakletmesinin bir ifadesidir. Çünkü o bu hadisi hem Ebu Kureyb, hem Ebu
Bekir' den rivayet etmiştir. Ebu Kureyb rivayetinde: "Bize Ebu Muaviye
tahdis edip dedi ki: Bize A'meş tahdis etti" derken, Ebu Bekr: "Bize
Ebu Muaviye, A'meş'ten tahdis etti" demiştir.
Her
ikisinin hocaları Ebu Muaviye'nin rivayetinin nasılolduğu hususundaki ibareleri
farklılık gösterdiği için, Müslim -Allah'ın rahmeti ona- bu farklılığı da
açıklamıştır.
Böylelikle
iki faydası da ortaya çıkmış olmaktadır. Birincisi: "Bize tahdis
etti" ibaresi ilim adamlarının icmaı ile senedin muttasıl olduğunu ifade
eder. "dan, den" ifadesi ise daha önceki başlıklarda (mukaddime' deki
fasıllarda) ve başka yerlerde açıkladığımız gibi görüş ayrılığı vardır. Ancak
çeşitli ilim adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği sahih kanaat, bunun da
ittisal ifade ettiğidir. Bunu kullanan kişinin tedlis yapan bir ravi olması
hali müstesnadır. İşte Müslim bunu beyan etmiş olmaktadır.
İkincisi
ise, şayet iki ibareden birisini zikretmekle yetinmiş olsaydı bunda bir
tutarsızlık olurdu. Çünkü yalnızca "an: den, dan" ile rivayeti
zikretseydi "bize tahdis etti" ibaresinin güçlü anlatımını kaçırmış
ve mana yoluyla rivayet nakletmiş olurdu. Eğer "bize tahdis etti"yi
zikretmekle yetinmiş olsaydı, ikisinden birisinin rivayetine bir şeyeklemiş ve
mana yoluyla rivayet etmiş olurdu. Bütün bu hususlar ise sakınılması gereken
hususlardandır. Allah doğruyu en iyi bilendir.