SAHİH-İ MÜSLİM

Konular        Numaralar  

İMAM NEVEVİ ŞERHİ

451 - 453 NOLU HADİSLER İÇİN

 

"Kıyamet gününde Allah Tebareke ve Teala'yı görmekte birbirinize zahmet ve zarar vermezsiniz ... " Yani bu şekilde her ikisini (ayı ve güneşi) görmekte sıkıntı çekmediğiniz gibi, (Allah'ı görmekte de) asla sıkıntı çekmeyeceksiniz.

"Nihayet iyi, kötü yüce Allah'a ibadet edenlerden ve kitap ehlinden bazı kalıntılardan başkaları kalmayınca ... " İyi (berr) , itaatkar kimse demektir. Gubbar (kalıntılar), ise geriye kalanlar demektir.

"Birbirini yiyen bir serabı andıran cehennem ateşine götürülmek üzere haşredilirler." Serap aşırı sıcak günde günün ortasında kuru, bitki olmayan düz yerde su gibi parlak görünüp, su~uz kimsenin su sandığı ama yanına gittiği zaman da hiçbir şeyolmadığını gördüğü haldir.

Kafirler, cehenneme -Allah lütfu keremiyle bizi ve diğer Müslümanları ondan ve hoşlanılmayan her bir halden korusun- susamış oldukları halde onu su zannederek giderler ve ardı arkasına içine düşerler. "Birbirini yiyip bitirmesi"nin anlamı da, aşırı derecedeki alev ve alev dalgalarının ardı arkasına gelmesi demektir. Kullanılan fiilin kökü kırmak ve helak etmek anlamındadır. Aynı kökten gelen "el-hutamah" de cehennem ateşinin isimlerindendir; çünkü içine atılanları kırıp helak eder.

"Alemlerin Rabbi yanlarına onu gördüklerine en yakın bir surette gelecek." Bu, O olduğunu bildikleri surette onlara gelecek demektir. (3/26) Çünkü onun nitelikleri müminler tarafından bilinir. Hiçbir şeyonun benzeri değildir. Gelmenin ve suretin anlamı daha önce açıklandı. Allah en iyi bilendir.

"Dünyada insanlara en muhtaç olduğumuz bir halde iken bunlardan ayrı kaldık, onlarla birlikte olmadık." Bu sözlerinden maksatları, içinde bulundukları zor ve sıkıntılı hali açması için yüce Allah'a yalvarıp, yakarmak, onun itaatinden ayrılmadıklarını anlatmak, hayatlarında ve dünyevi maslahatlarında menfaatleri onlarla birlikte olduğundan ötürü, onlarla geçinmeye ihtiyaç duydukları akrabalarından ve başkalarından olsun, onun itaatinden sapan insanlardan dünyada uzaklaşıp, ayrıldıklarını anlatmaktır. Bu halin bir benzeri Muhacir, ashab ve başkalarının başından ve bütün zamanlarda onlara benzeyen müminlerin başından geçmiş bir haldir. Çünkü onlar Allah ve Resulü ile sınır mücadelesi yapan kimselerle -hayatlarında onlarla birlikte olup, onlarla oturup kalkarak güçlenmeye ihtiyaçları bulunmakla birlikte- ilişkilerini keserler. Yüce Allah'ın rızasını, onlarla birlikte olmanın menfaatlerine tercih ederler .

 

Bu, güzelliğinde şüphe olmayan bu hadiste açıkça görülen bir manadır.

Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti ona) Müslim'in sahihindeki bu sözleri kabul etmemiş, bunların değişikliğe uğradığını ileri sürmüştür. Halbuki durum dediği gibi değildir, doğrusu bizim zikrettiğimiz şekildedir.

"Hatta bazılan neredeyse dönecek gibi olacak. " Yani -Allah en iyi bilendir- bazıları gerçekleşen imtihan ve sınanma sebebiyle neredeyse doğrudan yüz çevirecek ve geri dönecek. Allah en iyi bilendir.

"Baldırın üzeri açılacak." İbn Abbas, dilbilginleri ile Garibu'l-Hadis alimlerinin çoğunluğu buradaki "baldır" ı zorluk ve şiddet ile açıklamışlardır. Yani zorluk ve şiddetli bir hal açılacak. Bu ise Arapların zorlu bir hal için gösterdikleri bir misaldir. Bundan dolayı savaş baldırı (bacağı) üzerinde durdu, derler. Bunun asıl sebebi de şudur: İnsan oldukça zorlu ve sıkıntılı bir işe düşecek olursa, o işle ilgilenmek için kollarını sıvar ve baldırını açar.

Kadı İyaz -Allah'ın rahmeti ona- dedi ki: Burada baldırdan maksat pek büyük bir nurdur denilmiştir. Nitekim bu husus Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den gelen bir hadiste varid olmuştur. İbn Furek dedi ki: Bunun anlamı da müminlerin yüce Allah'ı görmeleri sayesinde yeni türlü faydaları ve lütuftarı olacaktır. Kadı İyaz der ki: Baldırın kendisi ile müminler arasında bir alamet olmasının ihtimalinden de söz edilmiştir. Çünkü bir grup melek pek büyük bir hilkat üzere görünecekler. Çünkü, "insanlardan bir baldır (bir grup insan)"tabiri konuşma dilinde kullanılan bir ifadedir.. Tıpkı "çekirgelerden bir ayak (büyük bir kitle)" denildiği gibi.

Bir diğer açıklamaya göre "baldır" yüce Allah'ın müminlere alışılmış baldırlar dışında bir alamet olarak var ettiği bir yaratıktır. Bunun onların korkularının açılıp, dehşetli hallerinin giderilmesi, kalplerinde baskın bir hal almış dehşetin ortadan kaldırılması anlamında olduğu da söylenmiştir. İşte o vakit ruhları da rahatlayacak, huzur bulacak, Rableri kendilerine tecelli edecek ve onlar secdeye kapanacaklar.

 

Hattabi (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: Kıyamet gününde bu konumdaki ru'yet (Allah'ın görülmesi) cennetteki ru'yetten ayrı bir görmedir; çünkü yüce Allah'ın dostlarının üstün bir değerleri vardır. Burada sözü edilen ru'yet ise sınamak içindir. Allah en iyi bilendir.

"Yüce Allah'a kendiliğinden secde eden kim varsa mutlaka Allah ona secde etmek için izin verecektir. Kendisini (münafıklık yaparak) korumak ve riyakdrlık için secde eden herkesin de Allah mutlaka sırtını tek bir tabaka haline getirecektir." Bu secde şanı yüce Allah'ın kullarına bir imtihanı olacaktır.

 

Bazı ilim adamları 'b günde onlar secde etmeye davet edilecekler de edemeyecekler" (Kalem, 68/42) buyruğu ile birlikte bu lafızları teklif-i ma la yutak (güç yetirilemeyen amellerle yükümlük tutmak)ın caiz olduğuna delil göstermişlerdir. Ancak bu geçersiz bir delillendirmedir; çünkü ahiret secde etmekle yükümlü tutma yurdu değildir. Bundan kasıt sadece onların sınanmalarıdır.

"Bir tabaka" buyruğu ile ilgili olarak Herev! ve başkaları tabak, sırttaki omurlardır, demiştir. Yani onun bütün omurları bir tabaka gibi tek bir omur halini alırlar ve secde edecek gücü bulamaz. Allah en iyi bilendir.

 

Şunu bilelim ki, bu hadisten münafıkların da müminlerle birlikte yüce Allah'ı görecekleri izlenimi -yanlışlıkla- çıkartılabilir. Hatta bir kesim bu kanaati benimsemiştir. Bunu İbn Furek nakletmektedir. Böyle bir yanılgıya sebep ise hadiste geçen "aralarında münafıkları da bulunduğu halde bu ümmet kalır ve yüce Allah onlara gelir" ibaresidir. Ancak bu görüşleri batıldır. Aksine İslam alimleri arasında itibar gören kimselerin icmaı ile münafıklar onu görmeyeceklerdir. Kaldı ki bu hadiste onların yüce Allah'ı göreceklerine dair açık bir ifade yoktur. Hadisteki ifade mümin ve münafıkların birlikte bulunduğu topluluğun sureti göreceklerinden ibarettir. Bundan sonra yüce Allah'ı göreceklerdir. Bu ise hepsinin Allah'ı görmelerini gerektirmez. (3/28) Diğer taraftan münafık kimselerin şanı yüce Allah'ı görmeyeceklerine dair kitabın ve sünnetin delilleri de ortadadır. Allah en iyi bilendir.

"Başlarını kaldırdıklarında (yüce Allah) suretinde değişmiş olduğunu görecekler." Biz bu lafzı bu şekilde sonunda he ile "suretinde" olarak tespit ettik. Asıl yazmaların çoğunluğunda ya da birçoğunda ona ait he zamiri olmaksızın "bir surette" şeklindedir. Humeydl'nin el-Cem' Beyne's-Sahihayn adlı eserinde de böyledir. Ancak birinci şekil daha açıktır. Hafız Abdulhakk'ın el-Cem' Beyne's-Sahihayn'deki şekil de odur. Anlamına gelince, kendisini görmelerinin önündeki engeli ortadan kaldırmış ve onlara tecelli etmiş olacaktır.

"Sonra" cehennem üzerine köprü kurulur ve artık şefaate izin verilir."

Köprüden kasıt Sırattır. (Hadisteki lafı! manasıyla) şefaatin helal olmasının ise şefaatin gerçekleşmeSi ve şefaate izin verilmesi demektir.

"Ey Allah'ın Resulü, köprü nedir diye soruldu. O: Kaygan ve kaydırıcıdır buyurdu." Her iki lafız (hadisteki şekliyle: dahd ve mezelle) aynı anlamdadır ki bu da ayakların kaydığı ve bir türlü yerinde duramadığı yer demektir. Güneş kaydı denirken de "dahada" fiili kullanılır. "Huccetin dahidatun" sağlam olmayan, sebat gösteremeyen delil demektir.

"Onda kancalar, çengeller, dikenler vardır." Kanca ve çengellere dair açıklama daha önce geçti. Dikene gelince bunlar demirden oldukça sert dikenlerdir.

"Kimi sapasağlam kurtulur, kimi yara bere içinde serbest bırakılır, kimi de cehennem ateşine üst üste yığılır. " İnsanlar üç kısım olacaktır demektir: Bir kısmı esenliğe kavuşacak, kesinlikle hiçbir zarar ona ulaşmayacaktır, bir kısım yara bere alacak sonra serbest bırakılıp, kurtulacak, bir kısım da cehenneme yığılıp atılacaktır.

"(....): Yığılı, yığın" kelimesinin son harfi sin' dir. Asıl yazmalarda da bu şekildedir. Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti ona) da ravilerin çoğundan bunu böylece nakletmiştir. Ayrıca şöyle demektedir: el-Uzrl bunu şın harfi ile rivayet etmiştir. Şın harfi ile sürmek, sevketmek demektir. Sin harfi ile eşyanın üst üste olması anlamındadır. Binekler yol alırken birbiri üstüne binercesine giderlerse durumlarını anlatmak için bu fiil kullanılır.

"Nefsim elinde olana yemin ederim ki. .. daha fazla yalvarıp yakaramaz. " Şunu bilelim ki ( •. 0.:..:.I) (hakkı ortaya çıkarmak) lafzı çeşitli şekillerde tespit edilmiştir. Bunlardari' birisi sin harfinden sonra te sonra ye sonra da dat harfi iledir. İkincisi ise te' den sonra ye harfi olmaksızın, üçüncüsü ise te' den sonra ye ve dat harfi yerine fe harfi iledir. Dördüncüsü ise "sin" den sonra te, kaf ve sad harfleri iledir. Birinci şekil bizim ülkemizdeki asıl yazmaların çoğunda görülen şekildir. İkincisi ise çoğunluğunda görülen şekildir, el-Humeydl'nin el-Cem' Beyne's-Sahihayn adlı eserinde de o şekildedir. Üçüncü şekil bir kısmında yer almaktadır. Hafız Abdulhak'ın el-Cem' Beyne's-Sahihayn adlı eserinde de bu şekildedir. Dördüncüsü ise bazı asıllarda {yazmalardaıdır. Kadı İyaz ise başka bir şekil zikretmemekte, ravilerin ve bütün nüshaların bunu ittifakla kaydettiklerini ileri sürmekte, başka şeklin bir tashif ve bir yanılma olduğunu ve değişikliğe uğramış olduğunu, doğrusunun ise Buhari'nin kitabında İbn Bukeyr'in rivayetinde yer aldığı gibi: "Hakkı -yani dünyada- sonuna kadar almak hususundaki ısrarları müminlerin kıyamet gününde Allah'a kardeşleri için yalvarmalarından daha fazla değildir" şeklinde olduğunu ve anlamın da bununla tamamlanıp, doğru bir mana kazanacağını söylemiştir.

 

Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti ona) sözleri bunlardır ama durum dediği gibi değildir. Aksine sözünü ettiğimiz bütün rivayetler sahih olup, her birinin güzel bir anlamı vardır. Yahya b. Bukeyr'in Leys'den naklettiği rivayette de: "Müminler kardeşleri arasında kendilerinin kurtulduklarını göreceklerinde, yüce Allah'a yalvarıp yakarmaları sizin hakkı isteyip, açıkça ortaya çıkması için yalvarıp yakarmanızdan daha ileri değildir" ifadeleri yer almaktadır. Leys'in zikrettiği bu rivayet de manaya açıklık getirmektedir.

 

Buna göre birinci ve ikinci rivayetin anlamı şu olur: Sizler dünyada önemli bir iş ile karşılaşıp, durum karışık bir hal alıp, yüce Allah'tan onun açıkça ortaya çıkmasını dileyip, aydınlanması için ona yalvarıp yakararak bu hususta da oldukça mübalağa edecek olsanız bile, sizin bu ileri derecedeki yalvarıp yakarmanız müminlerin kardeşlerine şefaatçi olmak için yüce Allah'a yalvarıp yakarmalarından daha ileri derecede değildir.

 

Üçüncü ve dördüncü rivayetin anlamı da şöyle olur: Sizden herhangi biriniz dünyada hakkının tamamen alınması (3/30) yahut hasmından ve kendisine haksızlık yapandan eksiksiz olarak alınıp tahsil edilmesi için yüce Allah'a yalvarıp yakarması, kıyamet g':lnünde müminlerin kardeşleri için şefaat etmek hususunda yüce Allah'a yalvarıp yakarmalarından daha ileri derecede değildir. Allah en iyi bilendir.

 

Hadiste yüce Allah'ın: "Kalbinde hayır namına bir dinar, yarım dinar zerre ağırlığı kadar bulduğunuz kimseleri. .. " buyruğuna gelince. Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: Burada hayırdan kastın yakin (kesin inanç) olduğu söylenmiştir. Halbuki doğrusu bunun mücerred imandan ayrı ve ona ek bir şeyolduğudur; çünkü tasdiki n kendisi olan mücerred iman parçalara böıünemez. Bu şekilde bir parçalanma ancak imandan ayrı salih bir amel, gizli bir zikir, yoksula şefkat, yüce Allah'tan korkmak ve samimi bir niyet gibi kalp amellerinden bir amel için sözkonusudur. Buna da bu kitapta (bölümde) yer alan başka bir rivayetteki: "Cehennem ateşinden la ilahe illailah deyip de kalbinde hayır namına şu ağırlıkta bir şeyler bulunan çıkar" hadisi delildir.

 

Diğer rivayetteki: "Yüce Allah: Melekler şefaat etti, nebiler şefaat etti, müminler şefaat etti. Geriye erhamu'r-rahimin'den başkası kalmadı buyuracak ve cehennem ateşinden bir avuç alacak. İçinden hiçbir hayır işlememiş bir takım kimseleri çıkartacak" rivayet i de bunun gibidir. Yine diğer hadiste yer alan: ''Andolsun ia ilahe illallah diyeni çıkartacağım" buyruğu da bunun gibidir.

 

Kadı İyaz (Allah'ın rahmeti ona) dedi ki: İşte bunlar yalnızca mücerred bir imana sahip olup, kendilerine şefaat edilmesine izin verilmeyen kimselerdir. Diğer taraftan rivayetler ancak mücerred imandan ayrı bir şeyleri olan kimselere şefaat için izin verileceğini ve meleklerle nebilerden şefaat edecek kimselerin bunlara şefaat edeceklerini de buna delil göstermektedir. Kalplerin neler sakladıklarını bilen ve mücerred imandan başka bir şeye sahip olmayan kimselere de rahmet etmek ise, sadece Aziz ve Celil Allah'a aittir.

 

Hayrın en az miktarına zerre ağırlığı misal gösterilmektedir; çünkü zerre miktarların asgarisidir. Kadı İyaz der ki (3/31): Yüce Allah'ın: "Kalbinde bir zerre ağırlığı kadar ve şu kadar olan" buyruğu da ancak kalp huzuru ile ve niyetle birlikte yapılan amelin faydalı olacağına, imanın artıp, eksildiğine de delil vardır. Bu da ehl-i sünnetin mezhebi {kabul ettiği görüşü)dir. Kadı İyaz'ın (Allah'ın rahmeti ona) sözleri burada sona ermektedir. Allah en iyi bilendir.

"Sonra Rabbimiz biz onun içinde hayır diye bir şey bırakmadık, diyecekler. " Kasıt hayır sahibi kimseyi bırakmadıklarıdır.

"Cehennem ateşinden bir avuç alır. " Yani bir topluluğu bir araya getirir. "Oradan kömüre dönmüş, hiçbir hayır işlememiş bir topluluğu çıkartır, onları cennet yollarının ağızlarındaki bir nehire bırakır. " "Nehir" kelimesi nehr olarak he harfi sakin diye de ntiher olarak he harfi fethalı olarak da telaffuz edilir. Fethalı şekli daha güzeldir, Kur'an-ı azimuşşan'da da böyle gelmiştir.

Yol ve ırmak ağızları ise onların baş taraftarı demektir. Metali' sahibi der ki: Sanki hadiste anlatılmak istenen cennetin köşklerine ve konaklarına giden yolların baş taraftarıdır.

"Güneş gören sarımtrak yeşilimtrak olur ... boyunlarında mühürler olduğu halde inci gibi çıkarlar." Tahrır sahibinin belirttiği üzere burada mühürlerden maksat altından ya da başka bir şeyden olup, kendileriyle tanınacakları boyunlarına asılacak bir alamettir. Bu da onların niteliklerinin ve parlaklıklarının gümüşe benzetilmesi anlamındadır. Allah en iyi bilendir.

"Cennet ehli onları tanır. Bunlar Allah'ın azatlılarıdır." Yani bunlar Allah'ın azatlılarıdır, derler.