405 ve 406 nolu
Hadisler’in İzahı:
Bu hadîsi Buhârî Kitâbu'l
Ehâdîsi'l-Enbiyâ», «Kİtâbü't-Tefsîr ve «Kitâbu'd-Daavât» da, Ebu Dâvud,
Tirmizî, Nesai ve İbni Mâce de «Kitabu's-Salat'da muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir.
Buharî’nin bir
rivayetinde hadîsin metni şöyledir:
«Allah'ım! Muhammed'e ve
Ali Muhammed'e, İbrahimle Ali ibrahîm'e eylediğin salât gibi salât eyle!
Şüphesiz ki Sen Hamid'sin, Mecid'sin Yâ Rab! Muhammed'e ve Âli Muhammed'e,
İbrahim'le Ali Ibrâhîaı'e ihsan ettiğin bereket gibi bereket İhsan eyle! Çünkü
Sen Hamid'sin, Mecidsin.»
Hanefilerin namazlarda
ihtiyar ettikleri salavât budur.
Âl'in mânâsı ulemâ
arasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre ondan murâd bütün ümmettir. Bir
takımları «Âl-i Resul, Benî Hâşim ile Benî Muttalıp'tir» denir. Bazıları da,
bundan muradın Nebi (Sallalluhu Aleyhi ve Sellem) 'in zürriyeti ve Ehl-i Beyt'i
olduğunu söylemişlerdir. Nevevî birinci kavlin muhtar olduğunu bildiriyor.
Bereketten murâd: Hayır ve kerametin ziyâdesidir. Bazıları, hayır ve kerâmetde
sebat ve devam demek olduğunu, bir takımları da her türlü kusurlardan
temizlemek ma'nâsına geldiğini söylemişlerdir. Şu halde Nebi (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem) 'e salavât getirmekten maksad: «Yâ Rabbi, Onun nâmı, şânını dünya ve
âhiretde yüce kıl, da'vetini meydana çıkar; şeriatını devam ettir; âhiretde
ümmeti için ona şefaat hakkı ver; ecrini kat kat ihsan eyle!» demek olur.
Ulemâdan bâzıları bu
hususta şunları söylemişlerdir;
«Allah Teâlâ biz
kullarına Nebi'ye salavât getirmeyi emir buyurmuş; fakat biz bu vacibi gereği
kadar ifâ edemediğimiz onu Allah'a havale etmiş; Yâ Rab! Ona sen salât eyle!
Hem ibrahim (A.A.)'a nasıl salât buyurdunsa, ona da öyle salât eyle! demişiz.
«Allah'ın rahmet ve
bereketleri sizin üzerinize olsun ey ehl-i beyt!.. Şüphesiz ki Allah Hamîd ve
Mecîd'dir.»
Resulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) Hz. İbrahim'den efdâl olduğu halde neden ona İbrahim (A.S.)
gibi salavât niyaz edildiği ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Kâadî
Iyâz'ın beyanına göre, bu hususda söylenen sözlerin en güzeli şudur: Resulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu salâvâtı kendisiyle Ehl-i Beyti için
istemiştir. Tâ ki Allah Teâlâ kendisine tahsis buyurduğu ni'metini, Hz. İbrahim
ile onun Ehl-i Beytine nasıl tam olarak ihsan etti ise öylece ihsan
buyursun.
Bâzıları: Nebi
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'm salâvât istemesi kendisi için değil
ümmetinedir» demiş; bir takımları, bundan murad: Ni'metin kıyamete kadar devamı
olduğunu söylemişlerdir. «Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in bu
şekilde salâvât istemesi, kendisinin İbrahim (A.S.) 'dan efdâl olduğunu bilmezden
önceye âidtir.» diyenler de olmuştur.
Aynî: «Bu mesele nakısı
kâmile benzetme kabilinden değil, hâli bilinmeyen bir zâtı, hâli ma'lum olanla
beyândır.» diyor.
Bu bâbda üç kavîl
rivayet olunur: Birinci kavle göre Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'e
salâvât: «Ya Rab, Muhammed'e salât eyle!» cümlesidir. «Âl-i Muhammed'e dahî
İbrahim ve Â-li İbrahim'e salât buyurduğun gibi salât eyle!» ifâdesi ayrı bir
cümledir. Yâni İbrâhîm ile Âl-i İbrahim'e İhsan buyurulan rahmetin misli Nebi
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in kendisine değil, ümmetine istenir.
İkinci kavle göre ma'nâ:
«Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Â-line ihsan buyuracağın rahmet,
İbrâhîm ile onun Â-line ihsan buyurduğun rahmet gibi olsun» demektir. Bu kavle göre
istenilen şey rahmetin mikdarında değil, aslında müşterek olmaktır.
Üçüncü kavle göre:
Hadîsden murâd, zahirî ma'nâsıdır. Yâni «Yâ Rab, Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) de İbrâhîm (A.S.) 'a ihsan ettiğin kadar rahmet ihsan buyur.» demektir.
Âl'in ma'nâsı muhtar
kavle göre bütün ümmet olunca, «Âl-i İbrâhîm» tâbiri bir çok Nebilere şâmildir.
«Âli Muhammed» de ise peygamber yoktur. Bu sebeble içlerinde yalnız bir Nebi
bulunan cemâat, bir çok Nebileri ihtiva eden cemaata katılmak istenmiştir.
Hz. Beşîr'in : «Acaba
sana nasıl salâvât getireceğiz?» diye sormasının vechi de ihtilaflıdır.
Bâzılarına göre «Salât sözü duâ ile rahmet ma'nâları arasında müşterek olduğu
için muradın ne olduğunu sormuştur. Filhakika mezkur kelime Allah'a nisbet
edilirse rahmet, kula nisbet edildiği zaman duâ ma'nâlarına kullanılır. Bir
takımları: «Suâl sâlâtın nev'ine değil, sıfatına âiddir. Yâni, ne şekilde
salâvât getireceğiz demektir. Yoksa rahmet mi edelim, duâ mı? ma'nâsına
değildir. Çünkü rahmet etmek kulun elinden gelmez; kula emredilen şey duadır.»
demişlerdir. Suâlin namaz haricindeki salâvât hakkında sorulmuş olması da
mümkündür.
Ashabın: «Keşke Bişr bu
suâli sormasaydı!» temennisinde bulunmaları, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)'in canı sıkıldı zannettikleri içindir. Halbuki onun susması canı
sıkıldığından değil, vahiy beklediği içindi. Nitekim Taberînin rivayetinde:
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendisine vahiy gelinceye kadar
sustu.» denilerek bu cihet tasrîh edilmiştir.
Hamîd: Çok övülen, yahut
kullarının yaptıklarını çok öven; Mecîd: Kemâl derecesine varan mânâsına
gelirler. Bu cümleden murad: «Yâ Rabbî, sen kullarına övülmeleri îcab eden
ni'metler in'âm ettin.» demektir.