|
|
Birbiriyle
sıkı bir alakası bulunan bu iki hadiseyi bu başlık altında toplayarak söze
başlıyoruz. İmran bin Masan, Hz. Süleyman bin Davud'un soyundan gelmekteydi.
Masan ailesi ise İsrailoğulları'nın ileri gelen liderlerini ve din alimlerini
(hahamlarını) bünyesinde toplayan bir aile idi. İmran, Fakur (Fakuz ?)'un kızı
Hanne ile evli idi. Hz. Zekeriyya bin Berhıya da Hanne'nin kız kardeşi İşa' ile
evliydi. Bir rivayette İşa'ın, İmran'ın kızı Meryem'in kız kardeşi olduğu da
söylenir.
Hanne,
yaşlanıp acuze haline geldiğinden çocuk doğurma zamanı geçmiş bulunuyordu. Aynı
zamanda, hiç çocuk doğurmamıştı. Günlerden bir gün, bir ağacın gölgesinde
otururken bir kuşun, yavrusunun ağzına yiyecek boşalttığını gördü. Bunun
üzerine çocuk sahibi olmayı arzuladı ve kendisine bir çocuk bağışlaması için
Allah'a dua etti. Ayrıca kendisine bir çocuk bağışladığı takdirde onu
Beytü'l-Makdis'e hizmetkar olarak adamayı söz verdi ve karnındakini
Beytü'l-Makdis için bağışladı, fakat onun cinsiyetinin ne olduğunu bilmiyordu.
Onların bu şekildeki bağışlama adakları şu tarzda oluyordu:
Adanarak
bağışlanan çocuk kilisenin hizmetlerini görür ve buluğ çağına kadar aralıksız
bu hizmetlerine devam ederdi. Buluğ çağına gelince o muhayyer kılınır; isterse
kilisede kalır, hizmetlerine devam eder, isterse dilediği yere çekip giderdi.
Fakat bu tür hizmetlere ancak erkek çocuklar bağışlanıp adanabilirdi. Çünkü
kızlar hayız görmeleri sebebiyle bu tür hizmetlere elverişli görülmezlerdi.
Daha
sonra, Hanne Meryem'e hamile bulunduğu bir sırada İmran vefat etti. Hanne doğum
yaptıktan sonra onun kız olduğunu görünce: Allah onun ne doğurduğunu çok iyi
bilirken, o: ''Ey Rabb'im! Onu kız olarak doğurdum. Erkek (kilise hizmetlerinde
ve orada bulunan kullarla olan hizmet münasebetlerinde) kız gibi değildir. Ona
Meryem adını verdim.'' dedi. (Al-i İmran suresi, ayet 36). ''Meryem'' kelimesi
onların dilinde ''ibadet (abid ?)'' manasına gelirdi. Sonra Hanne, onu bir bez
parçasına sarıp Mescid'e götürdü ve Hz. Harun'un soyundan gelen din alimlerinin
(hahamların) eline teslim etti. Hz. Harun'un soyundan gelen bu hahamlar, Şeybe
oğullarının Kabe için üstlendikleri görevler ne ise, Beytü'l-Makdis için aynı
görevi üstlenmişlerdi. Meryem'in annesi onlara: "İşte benim adadığım kız
çocuğum budur, buyurun alınız." dedi. Bunun üzerine onlar, önderlerinin ve
kurban işlerini idare ile görevli olan zatın kızı olması hasebiyle, onu alıp
bakmak hususunda birbirleriyle yarışa girdiler. Fakat Hz. Zekeriyya:
"Teyzesi benim nikahım altında olduğu için ben onu alıp bakmağa daha
layıkım." dedi. Bu defa onlar: "Biz en iyisi kur'a çekelim, kime
düşerse o alıp baksın." dediler. Bunun zerine kalemlerini akmakta olan bir
nehre -bir rivayette bunun Ürdün nehri olduğu söylenir- bıraktılar. Neticede
Tevrat yazmak için kullandıkları kalemlerini nehre bıraktılar. Hz.
Zekeriyya'nın kalemi suyun üzerine çıktı, diğerlerinin kalemleri ise dibe
çöktü. Kur'ayı kazanan Hz. Zekeriyya Meryem'i alıp bakımını üstlendi ve Hz.
Yahya'nın annesi olan teyzesine teslim etti. Bundan sonra bir sütanne buldu ve
Mescid'in içinde onun kalacağı bir oda yaptırdı. Bu odaya ancak bir merdivenle
çıkılıyordu ve oraya kendisinden başka kimse çıkmıyordu. Hz. Zekeriyya,
Meryem'in yanında yaz mevsiminde kış meyvesine, kış mevsiminde de yaz meyvesine
rastlıyordu. Ona: "Bunlar sana nereden geliyor." diye sorduğunda, o:
"Allah katından geliyor." diyerek cevap verirdi. Hz. Zekeriyya,
Meryem'in yanında yaz mevsiminde kış meyvesinin, kış mevsiminde de yaz
meyvesinin bulunduğunu görünce, Allah'a dua edip kendisi için çocuk istedi ve:
"Meryem'e bunu yapan, benim eşimi doğum yapabilecek hale getirebilir, buna
gücü yeter." dedi. Sonra: ''Ey Rabb'im! Bana katından temiz bir zürriyet
ver. Zira sen duaları işitensin.'' (Al-i İmran suresi, ayet 38) diyerek dua
etti.
Hz.
Zekeriyya, kendilerine ait olan bir mezbahada namaz kılmakta iken, genç bir
adam gördü. Gördüğü bu adam Cebrail (A.S.) idi ve ondan korkuya kapılmıştı. Hz.
Cebrail ona: ''Gerçekten Allah sana, kendisinden bir kelimeyi (İsa bin
Meryem'i) tasdik edici olmak üzere Yahya'yı müjdeliyor .. '' (Al-i İmran
suresi, ayet 39) dedi. Hz. Yahya, İsa (A.S.)'yı doğrulayıp ona iman eden ilk
kişi oldu. Bunun sebebi şu idi: Hz. Yahya'nın annesi Yahya'ya hamile bulunduğu
bir sırada, Hz, İsa'ya hamile olan Meryem ile karşılaştı ve ona: "Ey
Meryem! Hamile misin?" diye sordu. Meryem ona: "Niçin
soruyorsun?" dedi. Bunun üzerine Yahya'nın annesi: "Karmmdakinin,
senin karnındakine secde (tazim) ettiğini görüyorum." dedi. İşte Hz.
Yahya'nın, İsa (A.S.)'yı tasdik etmesi budur.
Rivayet
edildiğine göre, Yahya (A.S.) Hz. İsa'yı üç yaşında iken tasdik etmiş ve Allah
O'na Yahya adını vermişti. O'ndan önce kimse bu isimle adlandırılmamıştı. Bu
hususla ilgili olarak bir ayette: '' .. Daha önce ona hiç kimseyi adaş
yapmadık.'' (Meryem suresi, ayet 7) buyurulur. Diğer bir ayette Hz. Yahya
hakkında: ''Dünyaya getirildiği gün de, öleceği gün de, diriltilip (kabrinden)
kaldırılacağı gün de ona selam olsunl" (Meryem suresi, ayet 15) buyurulur.
Denildiğine göre, Ademoğlunun en zorlu ve sıkıntılı olduğu zamanlar, burada
sözü edilen üç gündür. Allah (C.C.), onu bu üç günün sıkıntı ve zorluğundan
selamete erdirmiştir. Hz. Yahya, İsa (A.S.)'dan üç yıl önce doğmuştur. Bir
rivayette ise altı ay önce dünyaya geldiği söylenir. Hz. Yahya (küçük iken)
çocuklarla oynamazdı ve (büyüdüğü zaman da) kadınlara yaklaşmazdı.
Hz.
Zekeriyya: ''Ey Rabb'im! Bana ihtiyarlık gelip çatmıştır karım da kısır iken
benim nasıl oğlum olur?'' (Al-i İmran suresi, ayet 40) dedi. Hz. Zekeriyya bu
sözleri söylediği zaman doksan iki, bir rivayette yüz yirmi yaşında
bulunuyordu. Hanımı ise bu sırada doksan sekiz yaşındaydı. Bunun üzerine Allah
(C.C.) Hz. Zekeriyya'ya: ''Öyle (ama) Allah dilediğini yapar.'' (Al-i İmran
suresi, ayet 40) buyurdu. Hz. Zekeriyya, bu sözleriyle doğacak çocuğun kısır
karısından mı, yoksa başka bir hanımdan mı kendisine ihsan edileceğini öğrenmek
istemişti. Yoksa Allah'ın kudretini İnkar etmek için bu sözleri sarf etmemişti.
Sonra Zekeriyya (A.S.): ''Ey Rabb'im! O halde bana (oğlum olacağına dair) bir
alamet ver.'' dedi. Allah: ''Senin alametin, üç gün insanlarla işaretten başka
türlü konuşmamandır.'' buyurdu. (Al-i İmran suresi, ayet 41). Denildiğine göre,
Allah, Hz. Zekeriyya'nın alamet istemesi yüzünden bir ceza olsun diye üç gün
konuşmasını yasakladı.
Nihayet
Yahya doğunca, babası Zekeriyya (A.S.) onun yakışıklı, seyrek saçlı, kısa
parmaklı, çatık kaşlı, ince sesli ve çocukluğundan beri Allah'a itaatte kararlı
olduğunu gördü. Bir ayette Yahya'nın küçüklükteki durumu hakkında: ''Biz ona
çocuk iken hikmet verdik.'' (Meryem suresi, ayet 12) buyurulur.
Rivayet
edildiğine göre, bir gün emsali olan çocuklar ona: "Ey Yahya! Gel, beraber
oynayalım." demişler, o da: "Ben oyun için yaratılmadım." diye
cevap vermişti. Hz. Yahya, ot ve ağaç yaprakları yiyerek karnını doyururdu.
Denildiğine
göre, Hz. Yahya arpa ekmeği ile karnını doyururdu. Bir gün İblis, Hz. Yahya'nın
yanına uğramıştı, onun yanında ise bir arpa ekmeği vardı.
Bunun
üzerine İblis ona: "Sen kendinin zahid olduğunu iddia ediyorsun, halbuki
yanına arpa ekmeği almışsın." dedi. Hz. Yahya: "Ey Mel'un! O, beni
öldürmeyecek kadar ayakta tutan bir rızıktır." diye cevap verdi. Bunun
üzerine İblis: "Ölecek olan birisi için daha az bir rızık kafi
gelirdi." dedi. Allah (CC) vahiy yoluyla Hz. Yahya'ya: "Onun sana söylediği
bu sözü aklına koy." buyurdu.
Hz.
Yahya küçük yaşta iken kendisine peygamberlik verildi, bu sebeple insanları
Allah'a ibadete davet etti. Kıldan yapılmış elbise giyerdi, hiçbir zaman
dirhemi, dinarı ve barınacağı bir meskeni olmadı. Nerede akşam ederse, orada
sabahlardı. Hiç bir zaman cariye ve köleye de sahip olmadı. Kendisini ibadete
verdi. Bir gün vücuduna baktı, zayıflamış olduğunu görünce ağlamağa başladı.
Bunun üzerine Allah vahiy yoluyla: ''Ey Yahya! Vücudun zayıfladı diye mi
ağlıyorsun? İzzet ve Celalime yemin ederim ki, eğer cehenneme muttali olsaydın
kıldan elbise yerine demir zırh giyerdin.'' buyurdu. Bu sefer Hz. Yahya daha
çok ağlamağa başladı; öyle ki ağlamaktan gözyaşları yanaklarının etini yiyip
bitirdi ve dişleri görünmeğe başladı. Yahya (A.S.)'nın durumunu öğrenince
annesi yanına geldi. Bu sırada babası Hz. Zekeriyya ile birlikte hahamlar
(ahbar) da onun yanına geldiler. Zekeriyya (AS.): "Oğulcağızım! Neden
böyle yapıyorsun?" diye sordu. Hz. Yahya O'na: "Bunu bana sen
emrettin. Çünkü bir zamanlar sen bana: ''Cennet ile cehennem arasında öyle bir
yokuş vardır ki, bunu ancak Allah korkusundan dolayı ağlayanlar geçip
aşabilir.'' demiştin." diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Zekeriyya:
"O zaman ağla, gayret gösterip ibadet etmeğe çalış." dedi. Bu arada
annesi, yanaklarının üzerine koyup dişlerini kapatması için ona iki keçe
parçası hazırladı, fakat o ağlayarak onları da ıslatıyordu. Hz. Zekeriyya,
halka öğüt vermek istediği zaman önce etrafına bakar, eğer Hz. Yahya orada ise
cennetten ve cehennemden söz etmezdi.
Allah
(CC.), Hz. Yahya'yı Tevrat'ın bazı hükümlerini feshetmek (yürürlükten
kaldırmak) üzere elçi olarak göndermişti. Onun feshettiği hükümlerin arasında
oğlan kardeşinin kızıyla evlenmenin haram olması da vardı. Onların hükümdarları
olan Hirodis'in ise hoşuna giden bir kardeş kızı vardı ve onunla evlenmek
istiyordu. Hz. Yahya, Hirodis'i kardeşinin kızıyla evlenmekten menetti. Bu
hükümdar ise kardeşinin kızının her gün bir ihtiyacını giderip karşılardı.
Kızın annesi, Hz. Yahya'nın hükümdara kardeşinin kızıyla evlenmesini
yasakladığını duyunca kızına: "Hükümdar, sana ihtiyacını sorduğu zaman,
sen ona, Zekeriyya'nın oğlu Yahya'yı boğazlayıp öldürmeni istiyorum
dersin." dedi. Kız, hükümdarın yanına girdiğinde, ona ne gibi ihtiyaçları
olduğunu sordu. O da: "Zekeriyya'nın oğlu Yahya'yı boğazlamanı
istiyorum." dedi. Hükümdar: "Benden başka bir şey iste." dedi.
Fakat kız: "Onu boğazlamandan başka senden bir şey istemiyorum."
deyip diretince, hükümdar, Yahya'yı çağırıp bir de leğen getirtti ve Hz.
Yahya'yı boğazlattı. Kız, Hz. Yahya'nın kesilen başını görünce: "İşte
bugün gözlerim mutlu oldu." dedi, sonra sarayının damına çıktı ve damdan
aşağıya düştü. Sarayın alt kısmında, yani yerde azgın köpekleri bulunmaktaydı.
Düşer düşmez köpekler saldırdı ve baka baka kendisini yemeğe başladılar. İbret
alması için, köpeklerin en son yedikleri şey gözleri oldu. Hz. Yahya
öldürüldüğü zaman kanından bir damlası yere düşmüştü. Bu kan damlası, Allah'ın
onların üzerlerine Buht Nassar'ı göndermesine kadar kaynayıp durdu. Nihayet bir
kadın Buht Nassar'ın yanına gidip bu kan damlasını gösterdi. Allah, Buht
Nassar'ın kalbine bu kan damlası kaynamasını bırakıp sakinleşinceye kadar
İsrailOğullarını öldürmeğe devam etmesini ilham etti. O da, bu kan damlası
sakinleşip duruncaya kadar onlardan yetmiş bin kişi öldürdü.
Süddi
de buna yakın şeyler söylemiştir; fakat o, bundan farklı olarak şunları
anlatmıştır:
"Hükümdar,
karısının kızıyla (üvey kızı olabilir?) evlenmek istemişti; fakat Hz. Yahya onu
bundan alıkoymak istedi, bunun üzerine karısı Hz. Yahya'yı öldürmesini talep
etti. Bu durum karşısında hükümdar, Hz. Yahya'ya birisini gönderdi ve giden
kişi onu öldürüp başını bir leğenin içerisine koyarak hükümdarın huzuruna
getirdi. Bu sırada Hz. Yahya'nın kesilen başı: ''Bu kızla evlenmek sana helal
olmaz.'' diyordu. Nihayet Yahya'nın kanı kaynamağa başladı; şehrin surlarına
yükselinceye kadar üzerine toprak attılarsa da, kanın kabarıp kaynaması
durdurulamadı. Bunun üzerine Allah, onların başına büyük bir orduyla birlikte
Buht Nassar'ı musallat etti. Buht Nassar, muhasara altına alıp kuşattıysa da
onlara karşı bir zafer elde edemedi. Buht Nassar geri dönmek isteyince,
İsrailoğulları'ndan bir acuze kadın onun yanına gelip: ''Duyduğuma göre, geri
dönüyormuşsun.'' dedi. Buht Nassar: ''Evet, çoktandır buradayız, askerler açlık
tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Ayrıca askerlerin erzakı da azaldı. Bu
yüzden onlar sıkıntıya maruz kaldılar.'' dedi. Acuze kadın ona: ''Eğer ben sana
şehri açacak olursam, öldürülmelerini istediğim kimseleri öldürdükten sonra,
öldürme işini durdurmanı istediğim zaman öldürmekten vazgeçer misin?'' diye
sordu. Buht Nassar: ''Evet, vazgeçerim.'' diye cevap verdi. Bunun üzerine kadın
ona: ''Önce askerlerini dörde taksim et, sonra onları şehrin çevresine
yerleştir. Bundan sonra da ellerinizi göğe kaldırıp: 'Allah'ım! Senden Yahya
bin Zekeriyya'nın kanı üzerine fetih istiyoruz.' diyerek dua edin.'' dedi.
Kadının dediğini yaptılar. Az sonra şehrin suru yıkıldı ve şehre girdiler.
Kadın Hz. Yahya bin Zekeriyya'nın kanının sakinleşmesine kadar, onun kanı
üzerine İsrailoğullarını öldürmelerine devam etmelerini istedi. Nihayet Hz.
Yahya'nın kanının sakinleşmesine kadar yetmiş bin kişi öldürüldü. Bundan sonra
kadın, Buht Nassar'dan öldürme işini durdurmasını istedi, o da vermiş olduğu
sözden dolayı öldürme işine son verdi."
"Sonra
Buht Nassar, Beytü'l-Makdis'i tahrip etti ve oraya kokmuş leşler atılmasını
emretti. Bundan sonra yanına Danyal'ı ve İsrailoğulları'nın ileri gelenlerinden
Azarya ve Mişail gibi bir kısım insanları alıp geri döndü. Ayrıca Calut'un
kellesini de yanına alıp götürdü. Danyal, Buht Nassar'ın katında büyük bir
itibar ve değere sahipti. Fakat onu çekemeyen Mecusiler, jurnalde bulunarak
onunla Buht Nassar'ın arasını açtılar."
Bundan
sonra Süddi, daha önce yukarıda bahsedildiği üzere, Buht Nassar'ın,
İsrailoğulları'nın ileri gelen kişilerini parçalaması için bir aslanın önüne
attığım, onları aslandan kurtarmak üzere bir melek gönderildiğini ve Buht
Nassar'ın suretinin (bir aslan suretine) değiştirilip vahşi hayvanlar arasında
yedi yıl kaldığını zikretmektedir.
Süddi'nin
zikrettiği bu rivayet ile bizim zikretmediğimiz diğer rivayetlerde, Hz. Yahya
bin Zekeriyya'yı öldürmeleri üzerine İsrailoğulları'nı öldürüp,
Beytü'l-Makdis'i tahrip eden kişinin Buht Nassar olduğu görüşü, siyer ve
tarihçiler ile geçmiş milletlerin hayatları hakkında bilgi sahibi olan kimseler
tarafından asılsız kabul edilmiştir; çünkü adı geçen bu kimselerin tümü, Buht
Nassar'ın İsrailoğulları'nın üzerine, onların İrmiya bin Halkıya'nın zamanında
peygamberleri Şa'ya'yı öldürdükleri bir sırada yürüyüp onları öldürdüğünü
ittifakla kabul etmişlerdir. Ayrıca Hıristiyan ve Yahudilere göre, İrmıya'nın
zamanı ile Hz. Yahya'nın öldürülmesi arasında dört yüz altmış bir yıllık bir
zaman farkı vardır. Yahudiler ve Hıristiyanlar bu hususun kitaplarında ve dini
metinlerinde açık bir şekilde belirtilmiş olduğunu da ileri sürerler. Diğer
taraftan Mecusiler, Buht Nassar'ın İsrailoğulları'nın üzerine yürümesi ile
İskender'in ölümüne kadar geçen müddet konusunda Hıristiyan ve Yahudiler ile
aynı görüşü paylaştıkları halde, İskender'in ölümü ile Hz. Yahya'nın doğumu
arasındaki müddet konusunda onlardan ayrılırlar ve bu müddetin elli bir
yılolduğunu iddia ederler.
İbn
İshak ise bu konuda şöyle diyor: "Gerçek şu ki, İsrail Oğulları Babil'den
döndükten sonra Beytü'lMakdis'i imar ettiler ve nüfusça bir hayli çoğaldılar.
Daha sonra eskisi gibi günah işlemeğe başladılar, Allah da onlara peygamberler
göndermeğe devam etti. Fakat onlar, kendilerine gönderilen peygamberlerin bir
kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. Allah onlara en son olarak Hz.
Zekeriyya ile oğlu Hz. Yahya'yı ve Meryem oğlu Hz. İsa'yı peygamber olarak
gönderdi, fakat onlar, Hz. Zekeriyya ile oğlu Hz. Yahya'yı öldürdüler. Bunun üzerine
Allah (C.C.), onların üzerine Babil hükümdarlarından Cuders (Hardus ?) adında
bir hükümdarı gönderdi. Bu hükümdar harekete geçip onların üzerine yürüdü ve
bulundukları Şam (Suriye) bölgesine geldi. Beytü'l-Makdis'e gelince, fil sahibi
olan askerlerinden NEbuzazan adındaki büyük bir kumandana: ''Ben daha önce,
İsrailoğullarına karşı zafer kazanırsam, kanları askerlerimin arasında oluk
oluk akıp, öldürecek hiçbir kimse kalmayıncaya kadar onları öldürmeğe devam
edeceğime yemin etmiştim.'' dedi ve şehre girip bu durum gerçekleşene kadar
onları öldürmeğe devam etmesini emretti. Bunun üzerine NEbuzazan (Nebllzerazan
?) şehre girdi ve onların kurbanlarım takdim ettikleri yere gelip durdu. Burada
kaynayıp durmakta olan bir kan gördü ve: ''Ey İsrailoğulları! Bu kan neden
kaynıyor?'' diye sordu: Onlar: ''Bu, bizim takdim ettiğimiz, fakat kabul
edilmeyen bir kurbanımızın kanıdır. Bu yüzden kaynıyor.'' diye cevap verdiler.
Nebuzazan onlara: ''Bana doğruyu söylemediniz.'' dedi. Bu sefer onlar:
''Hükümdarlık ve peygamberliğin arkası bizden kesildi, bu yüzden kurbanlarımız
kabul edilmez oldu.'' dediler. Bunun üzerine Nebllzazan, bu kan yüzünden,
onların ileri gelen şahsiyetlerinden yedi yüz yetmiş kişiyi boğazlattı, fakat
kan yine dinmedi ve kaynamasına devam etti. Bu defa alimlerinden yedi yüz kişi
getirilip onların da bu kan üzerine boğazlanmasını emretti. Nihayet onlar da
boğazlanıp öldürüldüler, fakat kan yine dinmedi. Nebllzazan, kanın dinmediğini
görünce onlara: ''Ey İsrailOğulları! Bana doğruyu söyleyin ve Allah'ın emrine
karşı sabırlı olun. Yeryüzündeki hükümdarlığınız bir hayli uzun sürdü. Bu
müddet içinde dilediğinizi yaptınız. Sizden erkek ve kadın, ateş üfleyecek bir
kimse kalmayıncaya kadar öldürmezden önce bana doğruyu söyleyin.'' dedi."
"İsrailoğulları
işin ciddiyetini ve katliamın şiddetini görünce, ona doğruyu söylediler ve:
''Bu kan, bizi Allah'ın gazabına sebep olacak birçok şeyden menedip alıkoyan
bir peygamberin kanıdır. Bu peygamber sizin haberinizi bize bildirmişti, fakat
biz onu tasdik edip doğrulamadık ve öldürdük. İşte bu kan onun kanıdır.''
dediler. Nebllzazan onlara: ''Bu peygamberin adı ne idi?'' diye sordu, ''Yahya
bin Zekeriyya idi.'' diye cevap verdiler Nebllzazan: ''İşte şimdi bana doğruyu
söylediniz. Rabb'iniz işte bunun için sizden intikam alıyor.'' dedi ve secdeye
kapandı. Sonra çevresinde bulunanlara: ''Şehrin kapılarını kapatın ve burada
bulunan Cüders'in askerlerini şehrin dışına çıkarın.'' dedi. Onlar da
kumandanın bu sözünü yerine getirdiler. İsrailoğulları ile başbaşa kalan Nebuzazan
kana hitaben: ''Ey Yahya! Benim ve senin Rabb'in olan Allah, senin yüzünden
kavminin başına gelenleri ve kanının karşılığı olmak üzere onlardan ne kadar
kişinin öldürüldüğünü biliyor. Ey Yahya'nın kanı! Kavmin bitip tükenmeden
Allah'ın izniyle artık yatış, sakin ol.'' dedi ve kan sükunet bulup durdu.
Bunun üzerine Nebllzazan onları öldürmeyi durdurdu ve: ''İsrailoğulları'nın
inandığı Allah'a ben de inandım ve O'ndan başka Rabb olmadığına, yakinen tasdik
edip iman ettim.'' dedi. Sonra İsrailoğulları'na: ''Kanlarınız Cüders'in
ordugahının içine akıncaya kadar bana sizi öldürmemi emretti. Ben onun emrine
karşı gelemem.'' dedi. İsrailoğulları: ''Öyle ise onun emrini yerine getir.''
diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Nebuzazan onlara bir çukur kazmalarını, sonra
at, katır, eşek, sığır, koyun ve deve ne varsa getirip bunları boğazladıktan
sonra çukura doldurmalarını emretti. Kan iyice çoğalıncaya kadar hayvanları
boğazlatmağa da devam etti. Sonra biriken kanların üzerine su döktürmek
suretiyle kanın Cüders'in ordugahına kadar akmasını sağladı. Bundan sonra daha
önce öldürmüş olduğu kimselerin cesetlerinin getirilmesini ve bunların,
hayvanlarla doldurulmuş olan çukurun üzerine atılmalarını istedi. Nihayet
getirilen cesetler, daha önce hayvanlarla doldurulmuş çukurun üzerine
bırakıldılar. Cüders, kanın ordugahına kadar geldiğini görünce, Nebuzazan'a
haber gönderip: ''Artık öldürme işini durdur, yaptıklarının intikamını onlardan
aldım.'' dedi."
İşte
bu, Allah (C.C.)'ın İsrailOğullarına gönderdiği imha hadiselerinin son
halkasıdır. Allah, bu hadiseyi peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e şu ayetlerle
bildirmektedir:
''Biz
Kitab'da İsrailoğullarına şu hükmü verdik: Siz o ülkede iki defa fesat çıkaracaksınlZ
ve (bana karşı) büyük bir serkeşlik yapıp kabaracaksınız! İşte o iki
(fesadınızdan) birincisinin zamanı gelince, sizin üzerinize güçlü, kuvvetli
kullarımızı gönderdik, onlar da evlerin aralarına kadar girip (sizi)
araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir vaat idi. Sonra tekrar size, onları
yenme imkanı verdik; sizi mallarla, oğullarla destekledik ve savaşçılarınızı
çoğalttık. Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük
ederseniz, o da kendi aleyhinize olur. Sonuncu (başkaldırmanızın
cezalandırılma) zamanı gelince, yüzlerinizi kötü duruma soksunlar (üzüntüden
suratlarınızın asılmasına sebep olsunlar), ilk kez girdikleri gibi Mescid'e
(Beytü'l-Makdis'e) girip (tahrip etsinler) ve ele geçirdiklerini mahvetsinler
diye (yine öyle kullar gönderdik). (Tövbe ederseniz) Rabb'inizin sizi
esirgeyeceğini umabilirsiniz. (Eğer tekrar fesada) dönerseniz, biz de sizi
(cezalandırmağa) döneriz. Biz cehennemi kafirlere bir zindan yaptık.'' (İsra'
suresi, ayet 4-8).
Allah,
İsrailoğulları'nın başına ilk vak'ada Buht Nassar ve ordusunu musallat etti.
Sonra İsrailOğUlları 'na tekrar devlet ve galebe imkanı verdi. Bundan sonra ise
son vak'ada onların üzerine Cüders ve ordusunu musallat kıldı. Bu son vak'a
İsrailOğulları için öbüründen daha ağır oldu; ülkeleri harap oldu, savaş erleri
öldürüldü, kadınları ve çocukları esir edildi. Bu hususla ilgili olarak Allah:
'' '' galebe ve istila ettiklerini mahvetsinler diye (başınıza yine düşmanlar
musallat ettik.)'' (İsra' suresi, ayet 7) buyurur.
Bazı
alimler, Hz. Yahya'nın Erdeşir bin Babek'in döneminde öldürüldüğünü ileri
sürmüşlerdir. Bir rivayette de onun öldürülmesinin Hz. İsa'nın (göklere)
kaldırılmasından bir buçuk yıl önce olduğu söylenir. Doğrusunu ise Allah bilir.
BİR SONRAKİ SAYFA
İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA