|
|
Eshab-ı
Kehf Mülukü't-tavaif döneminde yaşamıştı ve devrinde yaşadıkları hükümdarın adı
Dakiyus (Decius) idi. Ona ''Dakyanus'' da denirdi. Onlar, Efsus (Efes)(l)
adındaki bir Bizans şehrinde yaşıyorlar, hükümdarları ise putlara tapıyordu.
Aslında Eshab-ı Kehf, Kur'an-ı Kerim'de de zikredildiği üzere, Allah'a iman
etmiş genç kişilerdi. Bu hususta Allah (C.C.): ''Yoksa sen, Eshab-ı Kehf ve
Rakim'in bizim şaşılacak ayetlerimizden bir ayet olduklarını mı sandın?'' (Kehf
suresi, ayet 9) buyurmuştur. ''Rakim'', Eshab-ı Kehf'in sığındıkları mağaranın
kapısının üzerine konan ve onların hallerini anlatan bir kitabedir. Bir
rivayette, bu kitabenin onların zamanında yaşayan bazı kimseler tarafından
yazıldığı ve bu mağaranın içerisine konulduğu söylenir. Bu kitabede Eshab-ı
Kehf'in isimleri, hangi hükümdarın döneminde yaşadıkları ve mağaraya ne sebeple
geldikleri yazılıydı.
İbn
Abbas (r.a.)'ın zikrettiğine göre, Eshab-ı Kehf'in sayısı yedi kişiden
ibaretti; sekizincileri ise köpekleriydi. İbn Abbas Eshab-ı Kehf hususunda:
"Onlar hakkında bilgi sahibi olan nadir kişilerden birisi de benim"
demişti.
(not)
Eshab-ı Kehf'in Tarsus'ta yaşadıklarına dair de bir rivayet vardır. Bu rivayet
halk arasında daha yaygındır. (Mütercim).
İbn
İshak da onların sekiz kişi olduğunu ileri sürüyor. Onun bu sözüne göre,
onların dokuzuncusunun köpekleri olması gerekir. Aslında Eshab-ı Kehf Rum
asıllı olup putlara tapıyorlardı, fakat Allah (C.C.) onlara hidayet nasip
ettiği için iman etmişlerdi. Onlar, Hz. İsa (A.S.)'nın şeriatına göre amel
ediyorlardı.
Bazıları
ise, onların Hz. İsa'dan önce yaşadıklarını, Hz. İsa'nın onları kendi kavmine
anlattığını ve göğe kaldırılmasından sonra onların Allah tarafından
uykularından uyandırıldıklarını iddia etmişlerdir, fakat birinci rivayet daha
doğrudur.
Eshab-ı
Kehf'in iman etmeleri şöyle olmuştu: Hz. İsa'nın havarilerinden birisi onların
bulunduğu şehre gelip buraya girmek istemişti. Kendisine: "Bu şehrin giriş
kapısının üzerinde bir put var, ona secde etmeyen hiçbir kimse buraya
giremez." denilmişti. Bunun üzerine havari de şehre girmeyip, yakında
bulunan bir hamama gelip çalışmağa başlamıştı. Hamam sahibi onun hamama
gelmesiyle bir uğur ve bereket hasıl alduğunu görmüş, bu arada Eshab-ı Kehfi
oluşturan gençler onu sevip gönül bağlamışlardı. Havari ise onlara yer ve
gökler hakkında bilgiler veriyor ve ahiret hayatından bahsediyordu. Nihayet bu
gençler tasdik edip ona iman ettiler. Durum bu iken, bir gün hükümdarın oğlu
yanında bir kadınla birlikte gelip beraberce hamama girmiş, havari onu bu
hareketinden dolayı ayıplamış fakat onlar utandıklarından havariye bir şey
dememişlerdi. Daha sonra hükümdarın oğlu yine yanında bir kadınla birlikte
gelip hamama girmek istemişti. Bu sefer de havari onu ayıplamış, hatta
azarlayıp ağır sözler söylemişti, ancak hükümdarın oğlu onu dinlemeyip
yanındaki kadınla birlikte hamama girmişti. Ne var ki, hamama girdikten sonra
ikisi de ölmüşlerdi. Bu sırada hükümdara oğlu ile yanındaki kadını öldüren
kişinin hamamda. çalışan adam olduğu söylendi, fakat aranmasına rağmen havari
bulunamadı. Bu defa havari ile kimlerin arkadaşlık ettiği soruldu; cevap olarak
ona iman eden gençlerin arkadaşlık ettikleri söylendi. Bunun üzerine onlar
aranmağa başlandı; fakat kaçarak kendi tarlasında ziraatla meşgulolan bir
arkadaşlarının yanına geldiler ve durumlarını anlattılar. Nihayet arkadaşları
da onlara katıldı ve birlikte yollarına devam ettiler.
Arkadaşlarının
köpeği de onları takip ederek peşlerinden geldi. Akşam vakti olup hava
kararınca bir mağaraya sığınıp kendi kendilerine: "Bu gece burada kalalım,
sabah olunca ne yapacağımızı düşünürüz." dediler. Mağaraya geldiklerinde,
kenarında bir pınarın ve yanı başında meyve ağaçlarının olduğunu gördüler,
bunun üzerine meyvelerden yediler ve pınardan sularını içtiler. Nihayet gece
karanlığı bastırınca Allah (C.C.) onların kulaklarını tıkayıp uyuttu. Ve yerin
rutubetinden vücutları çürümesin diye onlara sağa-sola çevirmek üzere melekler
görevlendirdi. Güneş doğduğu zaman ışığı onlara da ulaşıyordu.
Hükümdar
Dakyanus (Decius) onların haberini aldıktan sonra adamlarıyla birlikte
peşlerine takılıp izlerini takip etmiş ve onların mağaraya girdiklerini
anlamıştı. Hükümdar, adamlarına mağaraya girip onları çıkarmaları için emir
verdiyse de, mağaraya her girmek isteyen kişi korkup geri dönüyordu. Bu sırada
içlerinden birisi hükümdara: "Onları ele geçirdiğin zaman öldürmeyecek
misin?" diye sordu. Hükümdar: "Evet, öldüreceğim." diye cevap
verince: "O halde mağaranın kapısını duvarla örüp kapat; bırak açlık ve
susuzluktan içeride ölsünler." dedi. Hükümdar Dakyanus onun tavsiyesine
uyup mağaranın ağzını kapattı. Böylece mağarada uzun müddet kaldılar.
Bir
gün çobanın biri koyunlarını otlatırken yağmura tutulup: "Şu mağaranın
kapısını açıp da koyunlarımı oraya soksam." diye düşünmüş ve mağaranın
kapısını açmıştı. Ertesi gün Allah (C.C.) mağaradakilerin ruhlarını iade edip
onları diriltmişti. Nihayet onlar dirilince, aralarından Yemliha adında
birisine gümüş para verip kendilerine yiyecek alması için şehre göndermişlerdi.
YemIlha, şehrin kapısına geldiği zaman yadırganacak bazı değişiklikler görüp
bir dükkana girdi ve sahibine: "Şu para karşılığında bana yiyecek bir
şeyler verin." dedi. Dükkan sahibi: "Bu paraları nereden
buldun?" diye sordu. Yemliha: "Ben ve arkadaşlarım dün bu şehirden
çıkmıştık. Sabah olunca onlar beni buraya gönderdiler." diye cevap verdi.
Dükkan sahibi: "Bu paralar falanca hükümdarın devrinden kalmadır."
dedi ve onu hemen hükümdarın yanına götürdü. Hükümdar salih bir kimseydi, ona
bu paraları nereden bulduğunu sordu, o da kendisinin ve arkadaşlarının başından
geçenleri ona anlattı. Bunun üzerine hükümdar arkadaşlarının nerede olduklarını
sordu. Yemliha, hükümdara ve yanında bulunanlara: "Benimle birlikte
gelin." dedi ve onları alıp mağaranın kapısına kadar götürdü, sonra
onlara: "Müsaade ederseniz, önce arkadaşlarımın yanına ben gireyim; aksi
takdirde onlar seslerinizi işitirler ve hükümdar Dakyanus 'un kendilerinin
bulunduğu yeri öğrenmiş sanarak korkuya kapılırlar." dedi. Yemliha
arkadaşlarının yanına girdi ve durumu onlara anlattı. Bunun üzerine onlar Allah'a
şükretmek için secdeye kapandılar ve Allah'tan kendilerini öldürmesi için duada
bulundular. Allah (C.C.) da dualarını kabul etti ve Yemllha ile arkadaşlarının
kulaklarına perde vurup onları uyuttu. Sonra hükümdar onların yanına girmek
istedi, fakat girmek isteyenler korkuya kapılıp giremediler ve geri döndüler.
Daha sonra namaz kılınıp ibadet edilmesi için mağaranın yanında bir kilise inşa
ettiler.
İkrime
bu konuda şunları söylüyor: "Allah, Eshab-ı Kehf'i uykularından uyandırıp
dirilttiği zaman, başta bulunan hükümdar Müslüman bir kimseydi, ancak bu
hükümdarın memleket halkı ruh - cesed ve bunların diriltilmeleri konusunda
ihtilafa düşmüşlerdi. Onlardan bir grup: ''Allah (C.C.), haşir esnasında sadece
ruhu diriltir, cesedi diriltmez.'' diye iddia etmiş, diğer bir grup da: ''Allah
hem ruhu, hem de cesedi birlikte diriltir.'' fikrini ileri sürmüştü. İleri
sürdükleri bu görüşler Müslüman olan hükümdara ağır gelmişti. Bunun üzerine
hükümdar kaba çuhadan elbiseler giyip Allah'a dua etti ve gerçeğin kendisine
açıklanıp gösterilmesini istedi. Hükümdarın bu dileği üzerine Allah (C.C.),
Eshab-ı Kehf'i sabahın erken saatinde uykularından uyandırıp diriltti. Güneşin
doğduğunu gören Eshab-ı Kehf birbirlerine: ''Eyvah! Bu gece ibadetten mahrum
kaldık.'' dediler ve hemen suya koştular; fakat mağaranın yakınında bulunan
pınarın suyunun çekildiğini ve ağaçların kurumuş olduğunu gördüler, bunun
üzerine birbirlerine: ''Hayret, bir gecede pınarın suyu çekilmiş, ağaçlar
kurumuş!'' diyerek hayretlerini belirttiler. Bu sırada Allah (C.C.) onlara
açlık hissi verdi, bu yüzden onlar: ''(Hanginiz giderse) bu şehre baksm, hangi
yiyecek daha temiz (ve lezzetli) ise ondan size bir azık getirsin. Fakat
dikkatli davransın, sakın sizi kimseye duyurmasın.'' (Kehf suresi, ayet 19) dediler."
"Nihayet
onlardan birisi yiyecek satın almak için şehre girdiğinde, çarşısının yollarını
tanımış, fakat rastladığı kimselerin çehrelerinin değişmiş olduğunu görünce
durumu yadırgamıştı. Bu arada şehirde iman belirtilerinin hakim olduğunu
görmüştü. Yiyecek satın almak için bir dükkana girdiğinde adam onun verdiği
gümüş paraları yadırgamış ve onu hükümdara götürmüştü. Yolda giderken genç
adam, dükkan sahibine: ''Sizin hükümdarınız falan değil mi?'' diye sorduğunda,
o: ''Hayır, bizim hükümdarımız falan kimsedir.'' diye cevap vermişti. Genç onun
verdiği bu cevaba şaşırıp kalmıştı. Nihayet genç, hükümdarın huzuruna
getirildiğinde ona arkadaşlarını ve durumlarını haber verip anlattı. Bunun
üzerine hükümdar halkım toplayıp onlara: ''Siz, ruh ve cesedin diriltilmeleri
konusunda ihtilafa düşmüştünüz. İşte Allah (C.C.) size falan hükümdarın
devrinden kalan bu adamı bir ayet (delil) olarak gönderdi.'' dedi. Sonra bu
genç onlara: ''Benimle gelin, arkadaşlarımın yanına gidelim.'' dedi. Hükümdar
ve halk bineklerine atlayıp bu gençle birlikte mağaranın bulunduğu yere hareket
ettiler. mağaranın bulunduğu yere geldiklerinde, bu genç, hükümdara: ''Müsaade
ederseniz, arkadaşlarımın yanına önce ben gireyim ve sizin geldiğinizi onlara
haber vereyim, yoksa hayvanlarınızın tırnak seslerini ve sizin konuşmalarınızı
duyarlar, hükümdar Dakyanus 'un geldiğini sanarak korkuya kapılırlar.'' dedi.
Bunun üzerine hükümdar önce onun, arkadaşlarının yanına girmesine müsaade etti.
İçeri giren bu genç, arkadaşlarına durumu anlattı. İşte onlar mağarada ne kadar
kaldıklarını bu sırada öğrendiler, sevinçlerinden ağladılar ve Allah'a yalvarıp
kendilerini öldürmesini ve gelenlerden hiç birisinin kendilerini görmemesini
istediler. Duaları kabul olunan bu genç kişiler, hemen o anda öldüler. Böylece
Allah, onların kulaklarına perde çekip onları uykuya daldırdı. Nihayet içeri
giren gencin çok geciktiğini gören hükümdar ve halk, mağarada bulunan bu
gençlerin yanına girdiler. İçeri girdiklerinde onların cesetleriyle
karşılaştılar ve cesetlerde yadırganacak bir şeyin olmadığını, fakat ruhsuz
olduklarını gördüler. Bunun üzerine hükümdar yanındakilere: ''İşte bu size bir
ayet ve delildir.'' dedi. Bu sırada hükümdar, bakırdan yapılmış ağzı mühürlü
bir sanduka gördü; onu açtığında içinde bir kurşun levha bulunduğunu, üzerinde
Eshab-ı Kehf'in isimlerinin yazılı olduğunu ve canlarını, dinlerini korumak
için hükümdar Dakyanus'tan kaçarak bu mağaraya gelip sığındıklarını bildiren
bir yazı bulunduğunu gördü. Ayrıca bu levhada, onların bu mağarada
bulunduklarını öğrenen Dakyanus'un mağaranın ağzını duvarla ördürüp kapattığına
ve bu yazıyı okuyanların Eshab-ı Kehf'in durumunu öğreneceklerine dair bir yazı
bulunmaktaydı. "
"Hükümdar
ve yanında bulunan halk, bu levhadaki yazıları okuyunca hayrete kapıldılar ve
öldükten sonra haşir günü dirilmenin bir delili olarak bu hadiseyi gösteren
Allah'a hamdedip yüksek sesle O'na tesbih ettiler."
Diğer
bir rivayette bu hususta şunlar da söylenmektedir: "Hükümdar ve
yanındakiler, bu gençlerin yanlarına girdiklerinde onları diri olarak buldular,
yüzlerinin parlaklığını koruduğunu, renklerinin solmamış olduğunu ve
elbiselerinin bile çürümeden sağlam kaldığını gördüler. Bu gençler, hükümdara
ve yanındakilere Dakyanus 'tan çektiklerini anlattılar. Bu durumdan duygulanan
hükümdar kalkıp onların hepsiyle ayrı ayrı kucaklaşmış ve onlarla birlikte
oturup Allah'ı tesbih edip zikretmişti. Sonra bu gençler hükümdara: ''Allah'a
ısmarladık'' dedikten sonra eski yattıkları yerlerine geri dönmüşlerdi.
Hükümdar onların her biri için altından bir sanduka yaptırmıştı, fakat o gece
rüyasında onları görmüş ve ona: ''Biz altından değil, topraktan yaratıldık ve
sonunda toprağa döneceğiz.'' demişlerdi. Bunun üzerine hükümdar onların her
biri için tahtadan ayrı ayrı tabutlar yaptırdI. Allah (C.C.), halkın gönlüne
bir korku salarak onları halktan korudu. Ayrıca bu hükümdar mağaranın kapısında
bir mabed bina etmiş ve Eshab-ı Kehf adına bir bayram tanzim etmişti."
Eshab-ı
Kehf denilen bu gençlerin adları ise şöyledir: ''Maksilminiyanus, Yemliha,
Martus (Martinyanus), Niruyus, Kastomus (Kostantinos), Dinamos (Diyonisyus),
Ritofus, Kalus (Kalius), Mahsilminiyanus.'' Burada sayılanlar dokuz isimden
ibarettir ve bu husustaki rivayetlerin en mükemmelidir. Doğrusunu ise Allah
bilir. Eshab-ı Kehf'in köpeklerinin adı ise Kıtmir idi.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA