|
|
Biz
önce onların Necid bölgesindeki Arapların başına geçip hükümdar olmalarının
sebebini zikredeceğiz, sonra da onun öldürülmesine kadar olup biten hadiseleri
ve öldürülmesi ile ilgili hususları sırayla aktaracağız.
Bekr
Kabilesi'nin ayak takımları aklı başında olan kimselere galip gelip, duruma
hakim olmuşlardı. Öyle ki, kuvvetli olan zayıf olanı yiyordu. Bu durum
karşısında aklı eren kimseler zayıfın hakkını kuvvetliden alabilecek birini
başlarına hükümdar yapmağa karar verdiler; fakat diğer Araplar onların bu
kararına rıza göstermediler, çünkü onlar Bekr Kabilesi' nden birisinin başa
geçmesi halinde, Araplardan bir kısım kabilelerin ona itaat edeceklerini, diğer
bir kısım kabileIerin ise karşı koyup muhalefet edeceklerini, dolayısıyla bu
işin yürümeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Bunun üzerine Yemen tübba'larından
(hükümdarlarından) birisine gidip başlarına bir hükümdar tayin etmesini
istediler, çünkü o zamanlar Araplar için Yemen Tübba'ları, Müslümanların
halifeleri mesabesinde idi. Bu durum karşısında Yemen Tübba'ı, Hucr bin Amr
Akilü'l-murar'ı onların başına hükümdar tayin etti. Nihayet Hucr bin Amr gelip
Batnu Akıl'e yerleşti, Bekr Kabilesi'ni yanına alıp baskın hareketlerine
girişti ve Lahmilerin elinde bulunan topraklarını kurtarıp geri aldı. Hucr ölüp
Batnu Akıl'e defnedilinceye kadar bu topraklar onun elinde kaldı.
Hucr
ölünce yerine oğlu Amr bin Hucr hükümdar oldu. Amr'ın hükümdarlığı sırf
babasının hakim olduğu yerlerle sınırlı olduğundan kendisine ''elMaksur''
denildi. ''el-Cevn'' adıyla bilinen kardeşi Mu'aviye ise Yemame hükümdarı idi.
Amr bin Hucr ölünce yerine oğlu Haris bin Amr hükümdar oldu. Haris, otoriter ve
gür sesli bir hükümdardı. Nihayet Fars tahtına Kubad bin Firuz çıkıp hükümdar
olduğu zaman, yukarıda da bahsettiğimiz üzere, Mazdek adında birisi ortaya
çıktı ve insanları zındıklığa davet etti. Kubad, onun bu davetini kabul etti.
Bu sırada Münzir bin Maüssema, Kisralar adına Hire ve civarının valiliğinde
bulunuyordu. Kubad kendisiyle birlikte onu Mazdek'in dinine girmeğe davet etti,
fakat Münzir onun bu davetini reddetti. Bu defa Kubad, Haris bin Amr'ı
Mazdek'in dinine davet etti, o bu daveti kabul etti; bunun üzerine Kubad onu
Hire valiliğine tayin etti ve Münzir'i memleketinden kovdu. Haris bin Amr'ın
tayini konusunda daha başka rivayetler de vardır. Bunu Kubad dönemine ait olan
bahiste anlattık.
Nihayet
Kisra Enuşirvan babası Kubad'dan sonra yerine geçip hükümdar oluncaya kadar
herkes yerinde kaldı. Enuşirvan tahta çıkınca Mazdek'i ve taraftarlarını
öldürüp Münzir bin Maüssema'yı tekrar Hire valiliğine iade etti. Sonra Haris
bin Amr'ın peşine takıldı. Haris ise Enbar'da kalıyordu, ailesi ve meskeni
burada idi. Neticede Haris bin Amr çocuklarını, mallarını ve hecin develerini
(veya cariyeden doğma çocuklarını) alarak kaçtı; fakat Münzir Tağlib, İyad ve
Behra kabilelerinden meydana gelen bir süvari birliğiyle peşine düştü. Bu
sırada Kelb Kabilesi'uin topraklarına giren Haris bin Amr kurtuldu, fakat
malları ve hecin develeri (veya cariyeden doğma çocukları ?) Münzir tarafından
yağma edildi. Bu arada Tağlib Kabilesi, Akilü'l-murar Oğulları'ndan kırk sekiz
kişiyi yakalayıp Münzir'in yanına getirdi. Bunların arasında Haris bin Amr'ın
iki oğlu Amr ile Malik de bulunuyordu. Neticede Münzir onları Beni Merina
(Merina oğulları) diyarında öldürdü. Bu hadiseyi Amr bin Külsum: "Onlar
ganimet ve esir alarak döndüler; biz de zincire vurulmuş hükümdarlar alarak
döndük. " mealindeki mısralarıyla dile getirdi.
Şair
İmruü'l-Kays ise onların durumunu şu mealdeki mısralarıyla dile getirmiştir:
"Hucr
bin Amroğulları 'ndan nice hükümdarlar akşama doğru getirilip öldürüldüler.
Eğer bir savaş meydanında öldürülmüş olsalardı, belki hoş görülebilirdi; fakat
onlar Benu Merina diyarında öldürüldüler. Başları hıtmi (hanım çiçeği) ile
yıkanmamış, aksine kanlara bulanmış olarak kalmıştır. Kuşlar ise başlarına
üşüşmüş, kaşlarını ve gözlerini oyup çıkarmışlardır. "
Bundan
sonra Haris bin Amr Kelb Kabilesi topraklarında ikamet etmeğe başladı.
Kelbliler onun Münzir'in adamları tarafından öldürüldüğünü ileri sürerler.
Kindeli alimler ise, onun ava çıktığı sırada geyik sürüsünden erkek bir geyiğin
peşine takıldığını, avlamakta güçlük çektiği için ciğerinden yemedikçe hiç bir
şey yemeyeceğine dair yemin ettiğini, bir süvari grubu tarafından geyiğin takip
edilip üç gün sonra getirildiğini, bu sırada Haris'in açlık yüzünden ölüm
tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını, geyiğin kendisi için kebap yapıldığını ve
karaciğerinden sıcak bir parça yedikten sonra hemen öldüğünü ileri sürüyorlar.
Haris
bin Amr, Rire'de bulunduğu sırada Nizar kabilelerinin ileri gelen eşrafı gelip
kendisine: "Senin itaatin altındayız. Bildiğiniz gibi, bazı öldürme
hadiseleri yüzünden aramıza fitne girdi. Biz çevremizden (veya yok olmaktan ?)
korkuyoruz. Oğullarınızı bizimle beraber gönderin de aramızda kalsınlar ve bu
fitneyi kaldırsınlar." dediler. Bunun üzerine Haris bin Amr oğullarını
Arap kabileleri arasında taksim etti. Oğullarından Hucr'u Esed bin Huzeyme ile
Gatafan'ın, Külab hadisesinde öldürülen oğlu Şurahbil'i Bekr bin Vail ile diğer
kabilelerin, başını güzel koku ile kılıflayıp sardığı için kendisine ''Galfa''
denilen diğer oğlu Ma'di Kerib'i Aylan soyundan gelen Kays Kabilesi ile diğer
küçük kabilelerin, diğer oğlu Seleme'yi ise Tağlib ve Nemir bin Kaasıt
kabileleri ile Temim Kabilesi'nden Sa'ad bin Zeyd Menatoğulları'nın başına
tayin etti.
Esedoğulları'nın
başında bulunan Hucr, her yıl ihtiyacı kadar onlardan vergi ve hediyeler
alıyordu. Bu durum bir müddet böyle devam etti. Sonra vergilerini toplamak
üzere onlara birisini gönderdi. Bu sırada Esedoğulları Tihame'de
bulunuyorlardı. Hucr tarafından vergi toplamak üzere gönderilen bu adamı
dövdüler ve kovdular. Bu durumu öğrenen Hucr, Rabi'a Kabilesi'nden aldığı
askerler ile kardeşinin Kays ve Kinane kabilelerinden meydana getirdiği askeri
birliği alıp onların üzerine yürüdü. Nihayet Hucr onların yanına geldiği zaman
önce seçkin ve ileri gelen kimselerini yakalayıp sopa ile öldürmeğe başladı,
mallarını mubah sayıp el koydu ve onları Tihame'ye gönderdi(1), ayrıca onların ileri gelen eşrafından bir grup kimseyi de
hapsetti. Bu kişilerin arasında şair Ubeyd bin el-Ebras da bulunuyordu. Bu zat
bir şiir söyleyerek Hucur'dan kendilerine merhamet dilediğinde bulundu. Onun bu
şiirinden duygulanan Hucr merhamete geldi ve birisini gönderip onları serbest
bırakmasını istedi. Nihayet bir gün kahinleri Avf bin Rabi'a bin Amir el-Esedi
kehanette bulundu ve onlara: "Uzun boylu, galip gelen hiç mağlup olmayan,
develerin arasına girdiğinde onları yabani sığır sürüsüne çeviren, işte kanı
akıyor olan ve yarın ilk defa soyulacak olan hükümdar kimdir?" diye sordu.
Onlar da: "Kim olduğunu siz söyleyin." dediler, bunun üzerine kahin:
"Eğer korkan nefsimin ürküntü ve çalkantısı olmasaydı, onun Hucr olduğunu
apaçık söylerim." dedi. Bu sözleri üzerine her taraftan harekete geçerek
Hucr'un karargahına ulaştılar ve çadırına hücum edip onu öldürdüler. Kılıcını
dürterek Hucr'u öldüren kişi İlba' bin Haris el-Kahili idi.
(1)
Az önce Esedoğullarının Tihame'de bulundukları kaydedilmiştİ. Burada ise
onların ileri gelen eşrafının Tihame'ye gönderildiği ifade ediliyor. Her halde
metinde bir tahrip var. Doğrusunu tespit etmek mümkün olmadı. (Mütercim).
Daha
önce de Hucr onun babasını öldürmüştü. Hucr öldürülünce Esedoğulları: "Ey
Kinane ve Kays kabileleri topluluğu! Sizler bizim kardeşimiz ve amcamızın
oğullarısınız. Nesep itibariyle bizden ve sizden uzak olan bu adamın
gidişatını, kendisinin ve kavminin size yaptıklarını gördünüz. O halde onların
mallarını yağmalayınız." dediler. Bunun üzerine onlar Hucr'a ait olan
hecin develerinin üzerine saldırdılar ve onları yağma ettiler, sonra Hucr'u
beyaz bir elbiseye sarıp yol üzerine attılar. Kays ve Kinane kabileleri onu yol
üzerine atılmış vaziyette görünce üzerindekileri soyup aldılar. Bu arada Amr
bin Mes'ud da ailesini kurtardı.
Rivayet
edildiğine göre, Hucr Esedoğulları'nın kendisine karşı birleştiklerini görünce
onlardan korkup ailesi ve kızı Hind için Utilrid bin Ka'ab bin Zeyd Menat bin
Temim'in oğullarından biri olan Üveymir bin Şicne'den yardım istedi ve
Esedoğullarına: "Eğer bana cephe alacaksanız, ben sizden ayrılıyor ve sizi
kendi halinize bırakıyorum." dedi. Hucr'un bu sözü üzerine onunla
anlaştılar ve yol verdiler. Sonra Hucr aralarından ayrıldı ve bir müddet kendi
kavmi arasında kaldı. Daha sonra onlara karşı büyük bir kalabalık topladı ve bu
kimselere güvenerek küstahça üzerlerine yürüdü. Esedoğulları ise kendi
aralarında istişare ederek: "Allah'a yemin ederek ifade edelim ki, eğer
Hucr bizi mağlup ederse, bizleri çocuk yerine koyacaktır. Bu takdirde yaşamanın
bir manası yoktur. O halde şerefimizle ölelim daha iyidir." dediler ve bir
araya toplanıp Hucr'un üzerine yürüdüler. Karşılaşan taraflar şiddetli ve çetin
bir şekilde savaştılar. Esedoğullarının başında İlba' bin Haris bulunuyordu ve
Hucr'a saldırıp onu öldürdü. Böylece Kindeliler ile beraberindekiler hezimete
uğrayıp mağlup oldular. Esedoğulları ise Hucr'un ailesinden bir takım kimseleri
esir aldılar ve ellerini avuçlarını dolduracak kadar bol miktarda ganimet ele
geçirdiler. Ayrıca Hucr'un cariyelerini, karılarını ve yanlarında
bulundurdukları şeyleri alıp aralarında taksim ettiler.
Diğer
bir rivayete göre, Hucr savaş alanında esir olarak yakalanıp bir çadırın
içerisine konulmuş ve İlba'ın kız kardeşinin oğlu onun üzerine atılıp yanındaki
bir demir parçasını ona vurmuştu; çünkü Hucr, daha önce İlba'ın babasını
öldürmüştü. Hucr, İlba'ın yeğeni tarafından yaralanmış ise de henüz ölmemişti.
Bunun üzerine Hucr vasiyetini yazıp bir adama verdi ve ona: "Önce
oğullarımın en büyüğü olan Nafi'e git, eğer ağlar ve sabırsızlık gösterir se
onu bırak ve en küçük oğlum imruü'l-Kays'e gelinceye kadar onları tek tek
dolaşıp yokla, hangisi sabır gösterip metanetli davramrsa atımı, silahımı ve
vasiyetimi ona ver." dedi. Hucr, vasiyetinde kendisini kimin öldürdüğünü
ve hadisenin nasıl meydana geldiğini anlatmıştı.
Nihayet
bu adam onun vasiyetini alıp oğlu Nafi'e götürdü ve Nafi başına toprak serpip
sabırsızlık gösterdi. Sonra oğullarının hepsini dolaştı ve hepsi de Nafi' gibi
sabırsızlık gösterip dayanamadılar ve başlarına toprak serptiler. En son bu
adam imruü'l-Kays'in yanına geldi ve O'nu, arkadaşıyla şarap içip tavla
oynarken buldu. Bu adam imruü'l-Kays'e babası Hucr'un öldürüldüğünü söyledi,
fakat O, adamın sözüne hiç aldırmadı. Arkadaşı ise bir an için oyundan elini
çekti, fakat İmruü'l-Kays ona: "Oyununu bozmak istemedim." dedi,
sonra babasının vasiyetini getiren bu adama dönüp, babası Hucr'un başından
geçenleri baştan sona kadar anlatmasını istedi, adam da olup bitenleri baştan
aşağı anlattı. Bunun üzerine İmruü'l-Kays adama dönüp: "Esedoğulları'ndan
yüz kişiyi öldürüp, yüz kişiyi serbest bırakmadıkça içki ve kadın bana haram
olsun." dedi.
Hucr,
şiir söylediği için oğlu İmruü'l-Kays'i yanından kovmuştu ve ondan pek
hoşlanmıyordu. İmruü'l-Kays'in annesi, Rabia bin Haris'in kızı ve Küleyb bin
Vail'in kız kardeşi Fatıma idi. İmruü'l-Kays ise Arap kabileleri arasında
dolaşır, su göletleri kenarında içki içer ve avcılık yaparak günlerini
geçirirdi. Babasının öldürüldüğü haberi geldiği zaman Yemen topraklarında
bulunan Demmun'da bulunuyordu. İmruü'l-Kays babasının ölüm haberini duyunca:
"Ey
Demman! Geceler uzuyor, bitip tükenmek bilmiyor. Ey Demman! Biz, Yemen
topluluğuyuz ve kavmimizi severiz. " mealindeki beyitleri söyledi.
Sonra
İmruü'l-Kays: "Babam beni küçük iken ihmal etti, büyüyünce de kan davasını
sırtıma yıktı. Bu gün şarap, yarın iş var." dedi ve O'nun bu sözü bir
darb-ı meseloldu. Daha sonra Yemen'den ayrıldı, Bekr ve Tağlib kabilelerine
gelip Esedoğulları'na karşı onlardan yardım istedi. Onlar da İmruü'l-Kays'in bu
yardım isteğini kabul ettiler. Bunun üzerine Esedoğulları'na casuslar gönderdi.
Fakat Esedoğulları durumdan haberdar olup uyandılar ve gelip Kinaneoğulları'na
sığındılar. İmruü'l-Kays'in casusları ise onların arasında bulunuyorlardı. Bu
sırada İlba' bin Haris Esedoğulları'na: "Haberiniz olsun ki, siz
Kinaneoğulları'nın yanında iken İmruü'l-Kays'ın casusları sizinle ilgili
haberleri alıp O'na götürdüler. Kinaneoğullarına bildirmeden bir gece burayı
terk edin." dedi ve onlar da söz dinleyip buradan ayrıldılar. İmruü'l-Kays
ise Bekr, Tağlib ve diğer kabilelerden topladığı kimseleri yanına alıp
Kinaneoğulları'na geldi; Kinaneoğulları'nı Esedoğulları sanmıştı. Bu sebeple
Kinaneoğulları üzerine saldırıp silahını çekti ve "Hükümdar Hucr'un ve bu
büyük insanın intikamını almağa çağırıyorum." diyerek seslendi. Bu sırada
kendisine: "Lanet edilmekten uzak olasın! Biz senin intikam almak
istediğin kimseler değiliz, biz Kinaneoğullarıyız. Esedoğulları dün buradan
ayrıldılar, onları takip et ve intikamını aL." denildi. Bunun üzerine
İmruü'l-Kays Esedoğullarının peşine düştü, fakat onlar o gece yakalanmadılar.
Bu durum karşısında İmruü'l-Kays şu mealdeki mısraları söyledi: "Bir
kavmin peşinden Hind'e karşı teessür duyuyorum; eğer onlar yakalanabilselerdi
intikamımız dinecekti; fakat ne yazık ki onlar ele geçirilemediler. Dedeleri
onları babalarının oğulları vasıtasıyla korudu ... Mahvolmak üzere iken onları
İlba' kurtardı. Eğer ona yetişebilseydim tulumları boş kalacaktı. "
İmruü'l-Kays
bu şiirinde "babalarının oğullarıyla" sözünden Kinaneoğullarını
kastediyor; çünkü iki kardeş olan Esed ve Kinane Huzeyme'nin iki oğlu idi. Onun
"Eğer ona yetişebilseydim tulumları boş kalacaktı." sözüne gelince;
bir rivayete göre bunun manası şu idi: Onlar Hucr'u öldürdükten sonra
develerini sürüp gitmişlerdi ve bu yüzden Hucr'un süt tulumları boş kalmıştı.
Diğer bir rivayete göre ise, Hucr'un öldürülmesiyle kanları akıp derisi
boşalmıştı. Tulumun boş kalması demek bu manaya gelmektedir.
Fakat
İmruü'l-Kays Esedoğullarının izlerini takip edip onları öğle vakti yakaladı. N
e var ki İmruü' I-Kays' ın süvarileri takatten kesilmiş, susuzluktan
mahvolmuşlardı. Esedoğulları ise bir suyun başına gelip konaklamışlardı.
Nihayet taraflar savaşa tutuştular ve her iki taraf çok sayıda ölü verdiler.
Neticede Esedoğulları savaştan kaçmak mecburiyetinde kaldılar. Ertesi gün
olunca Bekr ve Tağlib kabileleri Esedoğullarının peşlerini takip etmek
istemediler ve İmruü'l-Kays'e: "İşte intikamını aldın, yeter artık."
diyerek itiraz ettiler. İmruü'l-Kays ise: "Hayır, vallahi intikamımı
almadım." dedi, bunun üzerine onlar: "Hayır, sen uğursuz bir
adamsın." dediler ve Kinaneoğulları'nın öldürülmelerini istemediklerinden
onu yalnız bırakıp ayrıldılar. Bu durum karşısında İmruü'l-Kays Şenue'de yerleşen
Ezd Kabilesi'ne gidip onlardan yardım istedi, fakat onlar: "Esedoğulları
bizim kardeşimiz ve komşumuzdur." diyerek yardım isteğini reddettiler. Bu
defa onların yanından ayrılıp Himyeri hükümdarı Mersedü'l-Hayr bin Zü-Ceden'in
yanına geldi ve aralarında akrabalık bulunması hasebiyle Esedoğulları'na karşı
yardım istedi, bunun üzerine Mersed, Himyerlilerden beş yüz adamı O'nun emrine
verdi. Fakat İmruü'l-Kays ayrılmazdan önce Mersed vefat etti, yerine Kurmül
adında Himyerli birisi geçti. Kurmül, İmruü'l-Kays için yol azığı hazırladı,
sonra bu beş yüz kişilik askeri kuvveti onunla beraber gönderdi. Bu arada
yabancıların arasında azınlık halinde yaşayan Araplar da O'na iltihak ettiler.
Ayrıca İmruü'l-Kays Yemen kabilelerinden ücretli adamlar tuttu. Sonra bütün bu
adamları alıp Esedoğulları'nın üzerine yürüdü ve onları ele geçirdi.
Daha
sonra Münzir İmruü'l-Kays'i ele geçirmek istedi, bu konuda ısrarlı olup üzerine
ordular gönderdi. İmruü'l-Kays bu ordulara karşı koyacak güçte değildi, ayrıca
beraberinde bulunan Himyerliler ile diğer kabilelerden kendisine katılanlar
ayrılıp gittiler. Ancak İmruü'l-Kays ailesinden bir grupla birlikte kurtuldu ve
Ebu Uteybe bin Haris adıyla bilinen Şihab el-YerbU'i'nin oğlu Haris'in yanına
geldi. Münzir O'na bir elçi gönderip İmruü'l-Kays'i ve beraberindeki kişileri
kendisine teslim etmediği takdirde savaşla tehdit etti. Bu durum karşısında
Haris bin Şihab onları teslim etti, fakat İmruü'l-Kays ile beraberinde
bulunanlardan Yezid bin Muaviye bin Haris ve kendi kızı Hind kurtuldular.
İmruü'l-Kays, kızı Hind ve Yezid bin Mu'aviye ile birlikte zırhlarını, silah ve
mallarını yanlarına alıp İyad Kabilesi reisi olan Sa'ad bin ed-Dabbab'ın yanına
geldi, Sa'ad da onu himaye edip korudu. Ancak İmruü'l-Kays O'nun hakkında bir
medhiye söyledikten sonra yanından ayrılıp Mualla bin Teym etTai'nin yanına
geldi ve kendisi için develer edindi. Ancak kendilerine ''Zeydoğulları''
denilen Cedile Kabilesi'nden bir grup kimse bu develere saldırdılar ve
yakalayıp götürdüler. Bunun üzerine Nebbanoğulları sütünü sağıp faydalanması
için O'na küçük bir keçi sürüsü verdiler. İşte İmruü'l-Kays bu hadiseyi:
"Develer olmadığı zaman keçiler onların yerini tutar. Bu keçilerin en
yaşlı/arının boynuzları ise so pa gibi uzundurlar. " beytiyle başlayan
mısralarında dile getirmiştir.
Daha
sonra onların yanından ayrılan İmruü'l-Kays, bu defa Amir bin Cüveyn'in yanına
geldi, fakat Amir onun aile ve mallarını elinden almak istedi. İmruü'l-Kays bu
durumu öğrenince hemen ayrılıp Sü'aloğulları'ndan Harise bin Murr adında
birisinin yanına geldi ve ondan kendisini himaye etmesini istedi, Harise bin
Murr de O'nu himayesine aldı. İşte bu yüzden Amir bin Cüveyn ile Harise bin
Murr arasında savaş çıktı ve bir takım büyük hadiseler meydana geldi. Nihayet
İmruü'l-Kays kendisi yüzünden Tayyi' kabilesi arasında savaş çıktığını görünce,
onların yanından ayrılıp Yahudi Semuel bin Adiya'nın yanına geldi ve Semuel
O'na ikramda bulunup konuk edindi. İmruü'l-Kays bir müddet orada kaldı, sonra
O'ndan kendisini Bizans Hükümdarı'na ulaştırması için Haris bin Ebu Şinır
el-Gassani'ye bir mektup yazmasını rica etti. Semuel O'nun bu isteğini kabul
etti ve İmruü'l-Kays, ailesini ve zırhlarını bırakıp Haris bin Ebu Şinır'in
yanına gitti. İmruü'l-Kays Bizans Hükümdarı'nın yanına vardığı zaman hükümdar
iyi karşıladı ve kendisine ikramda bulundu.
Esedoğulları,
İmruü'l-Kays'in Bizans Hükümdarı'nın yanına gittiğini öğrendikleri zaman
kendilerinden Tammah adında birisini Bizans Hükümdarı'na gönderdiler.
İmruü'l-Kays ise Tammah'ın bir erkek kardeşini öldürmüştü. Tammah vardığı
zaman, hükümdar İmruü'l-Kays ile birlikte içerisinde hükümdar oğullarından bir
grubun bulunduğu büyük bir orduyu harekete geçirmişti. İmruü'l-Kays yola
çıktıktan sonra Tammah hükümdarın yanına gelip ona: "İmruü'l-Kays facir ve
sapığın birisidir. KızınızIa mektuplaştığını ve buluştuğunu söylüyor, ayrıca
kızınız hakkında şiirler söyleyerek Araplar arasında kızınızı teşhir
etti." dedi. Bunun üzerine hükümdar, İmruü'l-Kays'in arkasından ona
zehirli bir hülle (elbise) ile altından dokunmuş bir şey gönderdi ve bir de
mektup yazarak: "Sana hürmeten kendi giydiğim hüllemi gönderiyorum ve bunu
giymeni arzu ediyorum. Ayrıca her konak mahallinden durumunu bildiren mektuplar
göndermeni istiyorum." dedi. İmruü'l-Kays ise buna çok sevindi ve hülleyi
giyindi, fakat giydiği hüllenin zehiri hemen vücuduna sirayet etti ve derisi
dökülmeğe başladı; bu yüzden kendisine ''yara sahibi'' manasına gelen
''Zü'l-kuruh'' adı verildi. İmruü'l-Kays bu hadiseyi: "Tammah bana işkence
verecek elbiseyi giydirmek için ülkesinden kalkıp geldi. Keşke canım doğru
dürüst birden çıksaydı; ne var ki, canım taksit taksit çıktı. " mealindeki
mısralarıyla dile getirdi.
İmruü'l-Kays
Bizans topraklarında bulunan Ankara'ya gelince burada ölüm döşeğine düştü ve:
"Nice boşanmış tesirli fasih söz, taşıp dökülen nice vuruş, dopdolu nice
büyük kap (yani İmruü'l-Kays) şimdi Ankara toprağına gelmiş bulunuyor."
dedi. Bu sırada Asib Dağı'nın eteğine defnedilmiş Bizans hükümdarlarının
kızlarından bir kadının kabrini gördü ve ona hitaben: "Ey komşum! Şüphesiz
meşakkatler nöbetleşerek yer değiştirir. Asib Dağı durdukça ben buradayım. Ey
komşum! Biz burada iki garibiz, her garib birbirinin yakınıdır. "
mealindeki mısralarla tahassürünü dile getirdi. Sonra İmruü'l-Kays öldü ve bu
kadının mezarının kenarına defnedildi. İmruü'l-Kays'in kabri buradadır.
İmruül-Kays
ölünce, Haris bin Ebu Şimr el-Gassani, Semuel bin Adiya'nın yanına gidip ondan
İmruü'l-Kays'in kendisine bırakmış olduğu yüz zırhıyla diğer emanetlerini
kendisine vermesini istedi, fakat Yahudi Semuel bunları ona vermedi. Bunun
üzerine Haris bin Ebu Şimr Semuel'in bir oğlunu elinden aldı ve: "Zırhları
bana vermezsen oğlunu öldüreceğim." dedi, buna rağmen Semuel, İmruü'l-Kays'e
ait olan hiç bir şeyi ona teslim etmedi. Bu durum karşısında Haris de onun
oğlunu öldürdü. Semuel ise bu hadiseyi şu mealdeki mısralarla dile getirdi:
"Bir kısım kavimler yerilirken ben Kindi'nin, yani İmruü'l-Kays'in emanet
zırhlarını korumak suretiyle ahdimi yerine ge-tirdim. Babam Adiya bir gün bana:
''Ey Semuel! İnşa edip yaptığını şeyi sakın yıkmayasın.'' diye vasiyette
bulunmuştu. Yine babam Adiya benim için muhkem bir kale yapmıştı ve istediğim
zaman içip faydalanacağım bir su bırakmıştı. "
Daha
sonra el-A'şa bu hadiseyi şu mealdeki mısralarıyla dile getirmiştir: "Sen
Semuel gibi ol, zira azim ve himmet sahibi Haris bin Ebu Şimr gece karanlığı
gibi, kalabalık ve büyük bir orduyla Semuel 'in yanına geldiği zaman, o, iki
kötü durumla karşı karşıya kalıp Harise: ''Ey Haris! Dilediğini söyle, zira
sözünü dinleyip yerine getireceğim.'' demişti. Bunun üzerine Haris de ona:
''Sen ahdini bozmak ve evladını kaybetmek gibi iki şey arasında bulunuyorsun.
Hengisini seçersen seç, seçen için bunların her ikisinde de hayır ve haz
yoktur.'' diyerek karşılık vermişti. Semuel, biraz tereddüt gösterdikten sonra
Haris'e: ''Sen esirini (oğlumu) öldür, zira ben komşumun (yani İmruü'l-Kays'in)
bıraktığı emanetleri koruyacağım.'' diyerek ahdine vefa gösterdi. "
El-A'şa'nın
bu hadise ile ilgili olarak söylediği bu mısralar bir hayli uzundur, biz bu
kadarla ikti fa ediyoruz.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA