|
|
Küleyb,
ilkbaharın başlarında Hicaz topraklarının bir kısmını yasak bölge (hlma) ilan ederek
koruma altına almıştı ve buraya savaşçı olmayanlar giremezdi. Daha sonra Sa'ad
bin Şümeys bin Tavk el-Cermi adında birisi, Temimli Münkız'ın kızı ve Cessas
bin Mürre'nin teyzesi Besus'un yanına gelip indi. Sa'ad bin Şümeys'in Serab
adında bir devesi vardı ve bu deve Cessas bin Mürre'nin develeri ile birlikte
otluyordu. Arapların: "Serab'dan daha uğursuz, Besus'tan daha
uğursuz." şeklindeki darb-ı mesellerinin menşei bu deve idi.
Nihayet
Küleyb bir gün develerini ve onların otladıkları mer'aları görüp kontrol etmek
maksadıyla kalkıp develerinin yanına geldi ve onların arasında bir hay li
dolaşıp gezdi. Küleyb'in develeri ile Cessas' ın develeri karışık halde
otluyorlardı. Bu sırada Kuleyb'in gözü Serab adındaki deveye ilişti ve onu
yadırgadı, bunun üzerine Cessas bin Mürre yanında hazır bulunan Kuleyb'e:
"Bu deve, komşumuz Sa'ad bin Şümeys el-Cermi'nin devesidir." dedi.
Küleyb: "Bu deve bir daha bu koruluğa girmesin." diyerek onu uyardı,
bunun üzerine Cessas: "Benim develerim nerede otlarsa, bu deve de orada
otlayacaktır." diyerek sert şekilde karşılık verdi. Küleyb: "Eğer bu
deve bir daha buraya gelirse, okumu memesine atar, onu öldürürüm." dedi.
Cessas: "Eğer sen bu deveyi memesinden vurup öldürürsen, ben de seni
mızrağımla gerdanından vurur öldürürüm." diye karşılık verdi.
Böylece
her ikisi de ağız kavgası yaptıktan sonra ayrıldılar. Sonra Küleyb bir ara
karısına: "Sen Araplar arasında komşusunu bana karşı savunup koruyacak
birisini tanıyor musun?" diye sordu. Karısı: "Cessas'tan başkasını
tanımıyorum, bu işi ancak o yapabilir." diye cevap verdi. Bunun üzerine
Küleyb olup bitenleri karısına anlattı. İşte bu hadiseden sonra Küleyb
koruluğuna gitmek istediği zaman karısı engelolmağa çalışır, tatsızlık çıkarıp
akrabaları ile arasını açmaması için Al-lah adı vererek yalvarır, kardeşi
Cessas bin Mürre'nin yanına gider ve develerini Küleyb'in koruluğuna
salmamasını isterdi.
Aradan
bir müddet geçtikten sonra Küleyb koruluğa çıktı ve develerinin arasına girip
göz gezdirmeğe başladı. Bu esnada Sa'ad bin Şümeys'in Serab adındaki devesini
gördü ve okunu atıp deveyi memesinden vurdu. Deve yara alınca geri dönüp
böğürerek kaçmağa başladı ve sahibinin yakınına gelip çöktü.
Sahibi
devesini bu vaziyette görünce çığlık atıp bağırmağa başladı. Besus komşusunun
bu çığlığını duyunca hemen yanına geldi ve devenin vaziyetine görünce elini
başının üzerine koyup: "Vah vah! Adam perişan oldu." diyerek
haykırmağa başladı. Cessas ise Besus'u görüyor ve bağırmasını işitiyordu. Bunun
üzerine hemen onun yanına geldi ve: "Sus! Sakın korkma, endişeye mahal
yok." dedi, sonra Sa'ad bin Şümeys el-Cermi'yi teskin etti ve onlara
dönüp: "Ben pek yakında bu deveden daha büyüğünü, yani Gılal'i
öldüreceğim." dedi. Gılal Kuleyb'in develerinin erkeği idi ve zamanında
onun bir benzeri görülmemişti. Cessas aslında bu sözü ile Gılal'i değil,
Küleyb'i kastetmişti. O sırada Kuleyb'in bir casusu konuştuklarını dinliyordu
ve onların bu sözlerini gelip Kuleyb'e anlattı, bunun üzerine Küleyb:
"Demek Cessas sadece Gılal'i öldürmeğe yemin etmiş, bununla yetinecek."
dedi. Halbuki Cessas Küleyb'in gafil bir anını yakalamağa çalışıyordu. Küleyb
bir gün kendini emniyette hissederek dışarı çıktı ve evlerden bir hayli
uzaklaşınca Cessas atına binip mızrağını yanına aldıktan sonra Küleyb'e
yetişti. Küleyb olduğu yerde durdu ve Cessas ona: "Ey Küleyb! Mızrak
ensende." dedi, bunun üzerine Küleyb: "Eğer doğru söylüyorsan,
arkamdan değil, önümden gel, karşıma çık." dedi ve dönüp ona bakmadı. İşte
bu sırada Cessas mızrağını vurup onu atından yere düşürdü. Küleyb bitkin bir
vaziyette: "Ey Cessas! Bana bir yudum su ver." diye yalvardı, fakat
Cessas O'na hiç bir şey vermedi ve Küleyb ruhunu teslim edip öldü. Sonra Cessas
yanında bulunan Amr bin Haris bin Zühl bin Şeyban'a emir vererek yırtıcı
hayvanların cesedini parçalayıp yememeleri için üzerini taşlarla örttürdü. Bu
hadiseyi Küleyb'in kardeşi Mühelhil bin Rabi'a şu mealdeki mısralarla dile
getirdi: "Amr ve şecaat sahibi Cessas bin Mürre'nin öldürdükleri kişi
(Küleyb) oldukça değerli bir kimsedir. Yumuşaklığın en sertiyle kalbine vurdu,
orada yakınına karşı şefkat göstermedi. Yarın ve yarından sonrası kendisi için
kıyam edilecek büyük bir işe ipotektir. Büyük birisinden güzel hasletler
hatırlandığı zaman, elbette Kuleyb'e karşı ağlamam büyük olacaktır. Ben onun
sunduğu saf katıksız şarabı içeceğim, kuşaksız kase ile şarap sunup onları buna
kandıracağım. "
Cessas
bin Mürre, Kuleyb'i öldürünce hemen atına bindi ve mahınuzlayıp kavminin yanına
döndü. Bu sırada Cessas'ın dizleri açılmıştı. Babası Mürre oğlunun bu halini görünce:
"Muhakkak Cessas size kötü bir hadise ile dönmüştür. Bu güne kadar ben onu
dizleri açık olarak hiç görmemiştim." dedi. Nihayet Cessas gelip babasının
karşısında durunca babası: "Ey Cessas! Sana ne oldu, başında bir hal mi
var?" diye sordu, bunun üzerine Cessas: "Öyle bir vurma işi yaptım
ki, yarın Vailoğulları bu iş için büyük bir sür'at ve hareketlilikle
toplanacaklardır." dedi. Babası Mürre: "Annesi çocuğunu kaybedesiye!
Kime vurdun?" diye sordu. Cessas: "Kuleyb'i öldürdüm." diye
cevap verdi, bunun üzerine babası: "Gerçekten söylediğini yaptın mı?"
diye sordu. Cessas ise: "Evet" karşılığını verdi. Bu durum karşısında
babası: "Ey Cessas! And olsun ki, kavmine ne kötü bir haberle
döndün." dedi. Oğlu Cessas da: "Kendisini korumak için hazırlanan
kuvvet sahibi kimse gibi iyi hazırlan; artık durum sövüşme ve niza sınırını
aşmıştır. Ben seni öyle bir savaşa sürükledim ki, bu savaş saf suyu yaşlının
boğazında bırakır. "
mealindeki
mısraları söyledi.
Babası
Cessas'ın bu sözünü duyunca, oğlunun kendisini kınamasından dolayı kavminin
kendini yardımsız bırakacağından korktu ve oğluna şu mealdeki mısralarıyla
cevap verdi:
"Eğer
sen beni saf suyu yaşlının boğazında bırakan bir savaşa sürüklediysen, bu
savaşla ellerini Küleyb 'in üzerinde topladın. Artık bundan sonra korku ve
silahları eskitmek yoktur. Ben savaş elbisesini giyeceğim ve bununla kendimi
savunarak zillet ve rüsvaylık ayıbını ortadan kaldıracağım. "
Bundan
sonra Mürre kavmini kendisine yardıma çağırdı. Onlar Mürre'nin bu davetini
kabul edip süngülerini parlattılar, kılıçlarını bilediler, mızraklarını
doğrultup düzelttiler ve kendi kavimlerinin topluluğuna katılmak üzere sefere
hazırlandılar.
Cessas'ın
kardeşi Hemmam bin Mürre ile Kuleyb'in kardeşi Mühelhil bu sırada içki
içiyorlardı. Cessas durumu haber vermesi için Hemmam'ın yanına bir cariye
gönderdi ve cariye onların yanına gelip Hemmam'a işaret etti, bunun üzerine
Hemmam kalkıp cariyenin yanına geldi ve cariye durumu ona haber verdi. Bu defa
Mühelhil Hemmam'a dönüp: "Cariye sana ne söyledi?" diye sordu. Hemmam
ile Mühelhil'in arasında olup bitenleri birbirlerine karşı saklamayacaklarına
dair bir anlaşma vardı. İşte bu yüzden Hemmam cariyenin söylediklerini
Mühelhil'e aynen nakletti. Aslında Hemmam bu durumu O'na şaka ve eğlence
esnasında duyurmak istiyordu. Bunun üzerine Mühelhil: "Kardeşinin
dübürünün halkası bundan daha dardır, (yani böyle bir şey yapamaz)." dedi.
Bundan sonra onlar tekrar içkilerine yöneldiler. Mühelhil Hemmam'a: "Haydi
iç! Bu gün içmek, yarın iş yapmak günüdür." dedi. Hemmam, korku ve
çekingenlik içerisinde içmeye devam etti. Mühelhil sarhoş olunca Cessas
ailesinin yanına döndü ve aile halkıyla birlikte hemen harekete geçerek kendi
kavminin topluluğuna geldi. Bu sırada Küleyb'in öldürülme hadisesi ortaya çıkıp
yayılmıştı, bunun üzerine gidip onu defnettiler. Küleyb defnedildikten sonra
yakalar yırtılıp parçalandı, yüzler tırmalanıp şamarlandı, kızlar ve feraceli
kadınlar Küleyb'e matem tutmak için ortaya döküldüler. Hülasa ortalık bir matem
havasına büründü. Kadınlar ise Kuleyb'in kız kardeşine gelip: "Cessas'ın
kız kardeşi Celile'yi aramızdan çıkar, zira onun aramızda bulunması hem bizim
için bir utançtır, hem de onun aramızda bulunmasında başımıza gelen felakete
sevinmek manası vardır." dediler. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, Celile
Kuleyb'in karısı idi, bunun üzerine Kuleyb'in kız kardeşi kardeşinin hanımı
Celile'ye: "Sen matemimizden uzaklaş, zira sen katilin kız kardeşisin ve
bize zulmeden bu adamın öz kardeşisin." dedi. Bu durum karşısında Celile
atkısını sürüyerek onların arasından çıkıp gitti, fakat giderken yolda babası
Mürre ile karşılaştı ve babası ona: "Ey Celile! Arkada ne var ne
yok." diye sordu, Celile de: "Çok kimsenin feryadı, ebedi süren bir
hüzün, kaybedilen bir dost, hiç yüzünden bir kardeşin öldürülmesi, bu ikisi
arasına ekilen kin tohumları ve parçalanan yürekler. " diye cevap verdi.
Bunun üzerine babası Mürre kızı Celile'ye: "Bağışlayıp affetme fazileti,
diyet miktarının yükseltilmesi bu söylediklerini bertaraf etmez mi?" dedi.
Celile: "Kabe'nin Rabb'ine yemin ederim ki, işte bu aldatılmış birinin
kuruntusudur. Tağlib Kabilesi diyet bedeli develerin sayısını artırdığın için
mi efendilerinin kanını aramaktan vazgeçip senin yakam bırakacak?" diye
karşılık verdi.
Celile
oradan aynıdıktan sonra, Küleyb'in kız kardeşi onun arkasından: "Bu gidiş
düşmanlık edip tecavüzde bulunanın gidişi, başımıza gelen felakete sevinenin
ayrılışıdır. Yarın ardı arkası kesilmeyecek olan savaş hamlelerinden vay Mürre
ailesinin başına geleceklere!" diye söylendi. Celile, Kuleyb'in kız
kardeşinin kendisine söylediği bu sözleri duyunca: "Hür bir kadın
nasılolur da örtüsünün yırtılmasına (namusunun lekelenmesine) sevinir, yakının
öldürülmesini bekler? Allah kız kardeşimi bahtiyar etsin! Keşke: ''Utanma
nefreti, düşman korkusu'' deseydi, ne olurdu?" dedi, sonra şu mealdeki
mısraları söyledi:
"Ey
asıl kavimlerin kızı! Eğer kınamak istiyorsan acele etme, önce sor, tahkik et.
Sence kınamayı gerektirecek sebepler gerçekleştiyse, işte o zaman kınayıp
serzenişte bulun. Bir kız kardeşin kardeşine karşı göstermiş olduğu şefkat ve
merhamet hissinden dolayı kınanması vaki ise, buyurun kınayın! Cessas 'ın bu
yaptığı bana göre dehşet vericidir. Vah olana ve alacaklara! Cessas 'ı sevmemle
beraber, onun bu hareketi belimi büktü, ecelimi yaklaştırdı. Eğer çıkarılan bir
gözün kısasını yerine getirmek, kardeşi olmayan diğer bir gözle kabil olsaydı,
o zaman aldırmazdım. Göz, tıpkı bir annenin büktüğü şeyin ezasına katlandığı
gibi, çapak vesairesini taşımağa katlanır. Ey Küleyb! Sen öyle bir öldürülmüş kişisin
ki, zaman senin ölümün yüzünden iki evimin tavanını birden yıktı. İlk olarak
yeni yaptığım yuvayı, sonra da eski hanemi yıkmağa çalıştı. Onun öldürülmesi,
vurulup avcının önüne düşen bir kuş gibi beni yakından vurdu. Ey akrabam olan
kadınlar! Durunuz, size söyleyeceklerim var. Bugün zaman beni büyük bir
musibete hedef seçti; öyle ki Küleyb'in öldürülmesi biri arkamda, diğeri önümde
olmak üzere beni iki ateş arasında bıraktı. Bir gün için ağlayan, iki gün için
ağlayan gibi olmaz. İntikamını alan kişinin yüreği soğur. İntikamımı alırsam,
çocuğunu kaybeden matemzede annenin diğer bir çocuğunu kaybetmekle uğrayacağı
akıbete maruz kalırım. Keşke bu kan kolumdaki hayat damarımdan alınacak kanla
telafi edilebilseydi. Bugün hem katil, hem maktul durumundayım, umarım ki Allah
beni rahata kavuşturur. "
Mühelhil'e
gelince, onun asıl adı Adiyy'dir. Bir rivayette adının İmruü'l-Kays olduğu da
söylenir. Aynı zamanda Mühelhil, İmruü'l-Kays bin Hucr el-Kindi'nin dayısıdır.
Ona ''Mühelhil lakabının verilmesi hatırına geldiği gibi şiir söyleyip, şiir
üzerinde hassasiyet göstermeyen ilk kişi olmasından, kasideler söylemesinden ve
şiirinde yalan söyleyen ilk kişi olmasından ileri gelmektedir. Mühelhil
sarhoşluğu gidip aklı başına gelince, onu korkutup endişeye sevkeden şey,
kadınların: "Bilin ki, Küleyb öldürülmüştür." diye bağrışmaları oldu.
Bunun üzerine Mühelhil, bu hadise hakkında ilk defa söylenen şu mealdeki
şiirini okudu: "Dün genç kızların vatanlarının dışında görülmelerini
kıska-nırdık. Küleyb öldüğü zaman artık ondan sonra zelil ve perişan
olduklarının farkında olarak başları ve kolları açık vaziyette çıktılar.
Göğüsleri yeni belirmiş ceylan gibi genç kızları, Küleyb 'in kefene sarılma
zamanı yaklaştığı için ziynetlerini çıkarmış olarak görürsün. Onlar Küleyb'in aralarından
ayrılışına üzüldüklerinden başları ve kolları açık bir vaziyette yüzlerini
derinden tırmalıyorlar ve onun intikamını zamanın alacağını söylüyorlar ...
Onlar diyorlar ki: ''Bundan sonra sığınmak için yalvaranı kim himaye edecek,
mızrakların uçlarını kim boyayıp kınalayacak? Sağlam urganları düğüm
noktalarından koparan rüzgar estiği zaman, kesilen ödül develerini kim
paylaştıracak? Diyetleri acilen toplayıp yerlerine kim takdim edecek? Zamanın
peşpeşe getirdiği felaket ve musibetlerin ağırlığını kim yüklenecek?'' Küleyb
zaman için bir zahire idi; şimdi ise onun yokluğu geldi ve bu yokluğu yurdumun
temelini sarsıp söktü. Kavmin ve kadınların sabrına galip gelen,
bağışlanamayacak kadar büyük olan bir musibetle olanca ağırlığını üzerime atan
ve bana acı veren zamandan vay başıma gelenlere! Bu musibet ki, daha önce
gençlerin ve orta yaşlıların sığınağı olan muhkem kaleleri yıktı. Ondan sonra
bu kaleler ve surları, artık yavaş yavaş duvar ve sütunları yıkılarak harebeye
terk edildi. Ey kadınlar! İnce bir keten bezine sarılıp kefenlenen kavmin
efendisine ağlayın, yas tutup iyiliklerini sayın! Yardımsız kalan yetimler için
ağlayın, komşularla yardımlaşmanın kesilmesine de ağlayın! Kanlara bulanmış
olarak boynunun düşüşüne ağlayın! Zaten beni ağlatan da budur. Onun
öldürülmesine karşılık olarak Tağlib kabile lerini her yerde öldüreceğim; öyle
ki, ölülerinin çevrelerine toplanan kartallar, zıplayarak yürüyen kargalar,
onların etrafında dolaşarak avuçlarının etlerini koparıp parçalayacaklar.
"
Sonra
Mühelhil, kardeşi Küleyb'in öldürüldüğü yere gidip kanını gördü ve kabrinin
başına gelip: "Toprağın altında basiretli, kararlı, husumeti şiddetli,
ifadesi güçlü biri yatıyor. O, yuvasındaki boz renkli bir yılan gibidir,
soktuğu kişiyi afsuncunun nefesi dahi kurtaramaz. " mealindeki mısraları
söyledi.
Bundan
sonra Mühelhil saçlarını kesip elbisesini kısalttı, kadınları ve onlarla düşüp
kalkmayı bırakıp içki ve kumarı kendisine yasakladı. Bu arada kavmini başına
topladı ve içlerinden bir kısım adamları Şeybanoğulları'na gönderdi. Nihayet bu
adamlar Mürre bin Zühl bin Şeyban'ın yanına geldiler. Bu sırada Mürre kavminin
meclisinde toplantı halinde bulunuyordu. Gelen bu adamlar Mürre'ye: "Bir
deve uğruna Küleyb'i öldürmekle büyük ve tehlikeli bir iş yaptınız, akrabalık bağla-rını
kopardınız ve hürmetsizlik ettiniz. Size dört husus arzedeceğiz; eğer bunlardan
birisini tercih ederseniz, hem siz kurtulmuş olacaksınız, hem de biz tatmin
olacağız. Tercih edeceğiniz hususlara gelince: Ya Küleyb'i tekrar bizim için
diriltirsin, ya da Kuleyb'in katili olan Cessas'ı bize teslim edersin ve biz
onu öldürürüz yahut da Cessas'ın yerine ona denk olan kardeşi Hemmam'ı bize
teslim edersin veya bize kendinden fedakarlık yaparsın. Zira Küleyb'in kanını
ödemek seninle de mümkün olabilir." dediler. Bunun üzerine Mürre onlara:
"Küleyb'i diriltmeğe gelince, buna benim gücüm yetmez. Cessas'ı size
teslim etmem hususuna gelince, o bir gençtir, düşüncesizce hareket edip
Küleyb'i öldürdükten sonra atına atlayıp gitmiştir. Şu anda hangi memlekete
gittiğini bilmiyorum. Hemmam ise onlarca kişinin babası, kardeşi ve amcasıdır.
Bunların hepsi de kavminin cengaver süvarileridir ve bunlar başkasının işlediği
bir cinayete karşılık olarak onu teslim etmeyeceklerdir. Bana gelince,
süvarilerin ilk saldırışında en önce öldürülen ben olurum, fakat acele ölmek
istemiyorum. Size teklif edeceğim iki husus var. Bunlardan biri, diğer
oğullarım işte buradadır, hangisini istiyorsanız alın ve efendinize karşılık
olarak öldürün; diğeri ise, size siyah gözlü, kırmızı tüylü bin deve
vereyim." dedi.
Neticede
bu adamlar Mürre'nin bu iki teklifine karşı öfkelendiler ve: "Diğer
oğullarının canını ortaya koymakla iyi etmedin, üstelik Küleyb'in kanını süt
mukabilinde bizimle pazarlık konusu mu yapmak istiyorsun?" diye
çıkıştılar. İşte böylece taraflar arasında savaş körüklenmiş oldu. Kuleyb'in
karısı Celile ise babasına ve kendi kavmine iltihak etti. Bu arada Bekr
kabileleri savaşa katılmaktan geri durdular ve Kuleyb'in öldürülmesini büyük
bir hadise sayıp savaşta Şeyban oğulları'na yardım etmek istemediler. Diğer
taraftan Lüceym ve Yeşkür kabileleri de onlardan ayrılarak çekip gittiler.
Haris bin Ubad ve ailesi de Şeybanoğulları'na yardımdan geri durdular.
Mühelhil,
kardeşi Kuleyb'in ardından kaside şeklinde birçok mersiye söyledi. Bu
mersiyelerinden biri şu mealdeki mısralardır: "Ey Küleyb! Ne dünyada ve ne
de içerisinde bulunanlarda hayır vardır; çünkü sen de onu terk edip gidenler
kervanına katıldın. Ey Küleyb! Onun savrulan toprağı senin üzerinde
yükselmişken gölgelikler altında hangi şerefli ve değerli genç kalmıştır.
Küleyb 'in ölüm haberini getirenlere: ''Artık yer yüzü üzerimize yıkıldı veya
yeryüzünün direkleri yerinden ayrıldı.'' dedim. Basiret ve kararlılık onun
güzel hasletlerinden idi. Ey kavmim! Onun bütün iyiliklerini saymış değilim. O,
süvariler saldırılarına koyuldukları zaman, peşpeşe dizginleri üzerine düşen
süvarilerin kumandanı idi. Tağlib süvarilerinin mızraklarını, düşmanlarının
kanlarıyla boyadıklarını görürsün. Onlar uçları demirli, boğumları sağlam Hatt
Beldesi yapısı mızraklardan sarsılıp yerlerinden oynuyorlardı. Keşke gök,
altında bulunanların üzerine göçseydi, yeryüzü yarılıp da üzerindekileri içine
alsaydı! Allah içimizden sizinle sulh yapanların hallerini güneş en yüksek
mecrasından görünüp ışık verdiği müddetçe düzeltip ıslah etmesin!"
Bir
rivayete göre, taraflar aralarındaki ilk savaş olan Uneyze Vak'ası'nda
karşılaştılar. Uneyze, Felce yakınında bir yerdir. Bu savaşta taraflar kuvvet
bakımından müsavi olduklarından birbirlerine karşı üstünlük sağlayamadılar. Bu
hususu Mühelhil şu mealdeki mısralarıyla dile getirmiştir: "Biz ve
babamızın oğulları bir kuşluk vakti ''Uneyze'' denilen yerin kenarında,
değirmen taşları gibi birbirimizi yedik, bitirdik. Keşke rüzgar çelik ağızlı
keskin kılıçlarla vurulan miğferlerin sesini Hucr ahalisine işittirseydi.
"
Nihayet
savaştan çekilen taraflar bir müddet sonra tekrar ''Neheya'' denilen bir suyun
başında karşılaştılar. Şeybanoğulları bu suyun başına gelip konaklamışlardı.
Aralarında meydana gelen ilk savaşın bu olduğu da rivayet edilmektedir. Bu
savaşta Tağlib Kabilesi'nin reisi Mühelhil, Şeybanoğulları'nın reisi ise Haris
bin Mürre idi. Şeybanoğulları bu savaştan galip çıktılar, Tağliboğulları ise
mağlüp oldular. Savaş son derece şiddetli olmasına rağmen, bu savaşta
Mürreoğulları'ndan bir tek kişi bile öldürülmedi.
Daha
sonra taraflar tekrar ''Zenaib'' denilen yerde karşılaştılar. Bu savaş onların
yaptıkları en büyük savaş idi. Neticede savaşı Tağliboğulları kazandı ve Bekr
Kabilesi'nden pek çok kimse öldürüldü. Ayrıca bu savaşta Havfezan ile Ma'n bin
Zaide'nin dedesi Şerahil bin Mürre bin Hemmam bin Zühl bin Şeyban, Haris bin
Mürre bin Zühl bin Şeyban, Zühl bin Sa'lebeoğulları'ndan Amr bin Sedüs bin
Şeyban bin Zühl ve Bekr Kabilesi'nin ileri gelen reisIerinden bir kısım
kimseler öldürüldüler.
Bundan
sonra taraflar tekrar Varidat Vak'ası'nda karşılaştılar ve çok şiddetli bir
şekilde savaştılar. Neticede savaşı yine Tağliboğulları kazandı ve
Bekroğulları'ndan pek çok kimse öldürüldü. Bu savaşta Cessas'ın öz kardeşi
Hemmam bin Mürre bin Zühl bin Şeyban da öldürüldü. Mühelhil cesedinin yanından
geçerken öldürüldüğünü görünce: "Allah'a and olsun ki, Kuleyb'in
öldürülmesinden sonra bana en ağır gelen şey senin öldürülmen oldu. Yine
Allah'a yemin ederim ki, ikinizden sonra artık Bekr Kabilesi bir daha ebediyen
hayır ve iyilik üzerine toplanamaz." dedi.
Rivayet
edildiğine göre, Hemmam bin Mürre Kıdda Vak'ası'ndan önce meydana gelen
Kusayhat Vak'ası'nda öldürülmüştü. Kendisini öldüren kişi ise Naşire idi. Aslında
Hemmam bin Mürre onu yitik olarak bulmuş, sonra büyütüp ona Naşire adını
vermişti. Naşire Hemmam'ın yanında kalıyordu. Nihayet Naşire büyüyünce
kendisinin Tağlib Kabilesi'ne mensup olduğunu öğrendi. Hemmam Kusayhat
Vak'ası'nda savaşıyordu ve susadığı zaman gelip kırbasından suyunu içiyordu. Bu
fırsatı değerlendiren Naşire onu tuzağa düşürüp öldürdü ve kendisi asıl kavmi
olan Tağlib kabilesine iltihak etti. Cessas bu vak'ada nerdeyse yakalanacaktı,
fakat kurtulmayı başardı. Bunun üzerine Mühelhil şu mealdeki beyti söyledi:
"Eğer süvarilerim sana yetişebilseydi, sen onların inlerinin
derinliklerinde gizlenen aslanlar gibi olduklarını göreceklin. "
Daha
sonra şu mealdeki mısralarıyla sözlerine devam etti: "Süvarileri Erake'ye
indireceğim, böylece borçlarımı ödemiş olacağım. Bekr Kabilesi 'nin ileri gelen
değerli kişilerini öldüreceğim ve nice gözleri kapakları dolup taşacak şekilde
ağlatacağım. Öyle ki, bizim darbemizin şiddetinden korku ve telaşa kapılan
hamile kadınlar ceninlerini düşüreceklerdir.
''Eyyamü'l-Arab''
adıyla bilinen bu vak'aların sırasının anlattığımız şekilde olmadığı da rivayet
edilmektedir. Biz bunu ileride zikredeceğiz.
Tağlib
Kabilesi'nden Ebu Nüveyre ile yanındakiler kendi kavimlerinin gözcüleri idi.
Cessas ve yanındaki diğer kimseler de kendi kabilelerinin gözcüleri idiler. Bir
gece Cessas ile Ebu Nüveyre karşılaştılar. Bu sırada Ebu Nüveyre O'na:
"Güreşmek, kılıç veya mızrakla düello yapmak hususlarından birisini
seç." dedi. Cessas güreşi tercih etti. Bunun üzerine her ikisi de
güreşmeğe başladılar. Her ikisi de kabilelerinin gözcüleri olduklarından
gecikmeleri üzerine kabile mensupları aramağa çıktılar ve onları güreşirken
buldular. Cessas neredeyse Ebu Nüveyre'yi yenmek üzere idi, fakat kabile
taraftarları onları ayırıp araladılar.
Bundan
sonra Tağlib Kabilesi ısrarla Cessas'ı takibe koyuldular, bunun üzerine babası
Mürre Cessas'a: "Sen Suriye'deki dayılarının yanına git" dedi, fakat
Cessas babasının bu tavsiyesini kabul etmedi. Babası Mürre ısrar edip onu beş
kişiyle birlikte gizlice yola çıkardı. Mühelhil bunu haber alınca hemen Ebu
Nüveyre ile birlikte adamlarının kahramanlarından otuz kişiyi peşinden
gönderdi. Bunlar sür' atle gidip Cessas' a yetiştiler. Cessas kendilerine karşı
koyup çatışmaya girdi ve çatışma esnasında iki kişi hariç, Ebu Nüveyre ve
adamları öldürüldüler. Bu arada ağır bir şekilde yaralanan Cessas da öldü.
Ayrıca Cessas'ın yanındaki adamlar da öldürüldü; ancak iki kişi kurtulabildi.
Nihayet kurtulan bu iki kişi kendi adamlarının yanına sağ salim döndüler. Mürre
oğlu Cessas'ın öldürüldüğünü duyunca: "Cessas'ın onlardan bir kişiyi bile
öldürmemesi beni hüzne boğdu." dedi. Bunun üzerine kendisine: "Cessas
bizzat otuz kişinin reisi olan Ebu Nüveyre'yi ve onunla birlikte on beş kişiyi
kendisi öldürdü ve bunların öldürülmesinde biz kendisine iştirak etmedik. Biz
ancak geri kalan on beş kişiyi öldürdük." denildi. Mürre bu durumu
öğrenince: "İşte bu Cessas'a karşı gönlümü teskin etti." dedi.
Bir
rivayette, Bekr ve Tağlib kabileleri arasındaki savaşta en son öldürülen
kişinin Cessas olduğu söylenir. Buna göre Cessas'ın öldürülmesi şöyle oldu:
Bilindiği üzere Cessas'ın kız kardeşi Celile Kuleyb'in karısı idi ve Küleyb
öldürüldükten sonra hamile olarak babasının yanına dönmüştü. Nihayet iki kabile
arasında savaş çıktı ve taraflar arasında olanlar oldu. Sonra her iki kabile
yok olmakla karşı karşıya kalınca sulh anlaşması yapıp savaşı sona erdirdiler.
Bu sırada Cessas'ın kız kardeşi Celile bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi ve adım
''Hicris'' koydu. Bu çocuğu dayısı Cessas terbiye edip büyüttü. Bu çocuk baba
olarak Cessas'ı tanıyordu ve Cessas onu kendi kızıyla evlendirdi. Bir gün
Hicris ile Bekr Kabilesi'nden birisi arasında bir münakaşa cereyan etti. Bu
adam Hicris'e: "Seni babanın yanına göndermedikçe uslanmazsın." dedi,
bunun üzerine Hicris adamla münakaşayı terk edip üzgün ve mahzun bir halde
annesinin yanına geldi ve durumu ona anlattı. Nihayet Hicris hanımının yanında
uyurken, hanımı düşünceli ve sıkıntılı olduğunu gördü ve durumunu yadırgadı,
sonra gidip babası Cessas'a kocası Hicris'in halini aktardı. Bunun üzerine
Cessas: "Kabe'nin Rabb'ine yemin ederim ki, o intikam peşinde
koşuyor." dedi ve kızgın taş misali geceyi böyle geçirdi. Sonra sabah
olunca Hicris'i yanına çağırdı ve ona: "Sen benim çocuğumsun ve sana ne
kadar değer verdiğimi de bilirsin. Üstelik kızımı da sana verdim. Baban
yüzünden uzun müddet süren bir savaş meydana geldi; şimdi sulh yaptık ve savaşı
bıraktık. Halkın kabul edip girdiği sulh anlaşmasının içerisine senin de
girmeni uygun buluyorum ve benimle birlikte gelip bizden nasıl sulh anlaşması
için söz alındıysa, senden de bu sözün alınmasını istiyorum." dedi. Bunun
üzerine Hicris: "Pek iyi kabul ediyorum, dediğini yapacağım." diye
cevap verdi. Bu durum karşısında Cessas hemen Hicris'i bir ata bindirdi ve
atına binen Hicris harp için gerekli olan bütün edevatı giyinip kuşandı, sonra:
"Benim gibi birisi silahsız olarak kendi aile ve yakınlarının yanına
gitmez." dedi. Nihayet Cessas ile birlikte Hicris yola çıktılar ve kendi
kavimlerinden bir grup kişinin yanına geldiler. Cessas onlara durumu hikaye
edip anlattı; ayrıca Hicris'in de kabilesinin diğer fertleri gibi sulh
anlaşmasını kabul edeceğini bildirdi ve: "Sizin akdettiğiniz sulh
anlaşmasına katılmak için Hicris kalkıp buraya geldi." dedi. Nihayet kanı
yaklaştırıp sulh anlaşması için ayağa kalktıkları bir sırada Hicris mızrağının
ortasından tuttu, sonra: "Atını ve iki kulağı, mızrağını ve iki demiri,
kılıcını ve iki ağzı hakkı için söylüyorum, er kişi babasının katilini
yaşatmaz." dedi. Bu sırada Cessas gözlerini dikmiş ona bakıyordu. Sonra
Hicris mızrağını çekip Cessas'a sapladı ve onu öldürdü. Bundan sonra Hicris
kendi kavmine iltihak etti. İşte böylece Cessas, Bekr ve Tağlib kabileleri
arasındaki savaşta Bekr Kabilesi'nden en son öldürülen kişi oldu. Fakat ilk
zikrettiğimiz birinci rivayetin doğruluğunu söyleyenler daha çoğunluktadır.
Şimdi
kaldığımız yerden tekrar devam ediyoruz.
Cessas
öldürüldükten sonra babası Mürre, Mühelhil'e birisini gönderdi ve: "Artık
Cessas'ı öldürüp intikamını aldın, savaştan vazgeç, inat ve aşırılığı bırak,
iki tarafın arasını düzelt, zira bu, her iki kabile için hem çok uygun olur,
hem de düşmanlarım daha kahredici olur." dedi, fakat Mühelhil O'nun bu
sözlerine kulak asmadı. Haris bin Ubad ise savaştan geri durmuştu ve savaşa
katılmamıştı. Mürre'nin iki oğlu Cessas ve Hemmam öldürülünce kardeşi Amr bin
Ubad'ın oğlu Büceyr'i, yani yeğenini bir deveye bindirip Mühelhil'e gönderdi ve
eline bir de mektup verdi. Haris bin Ubad mektubunda Mühelhil'e hitaben:
"Sen öldürmek hususunda aşırı gittin, intikamını aldıktan başka Bekr
Kabilesi'nden pek çok kimseyi öldürdün. Sana oğlumu (yeğenimi) gönderiyorum,
istersen kardeşine karşılık olarak onu öldürür, iki kabilenin arasını
düzeltirsin yahut da onu salıverir, aradaki düşmanlığı bertaraf edersin, çünkü
bu iki kabile arasındaki savaşlarda yaşaması sizin ve bizim için hayırlı olan
bir çok insan ölüp gitti." dedi. Mühelhil Haris'in kendisine gönderdiği
mektubun muhtevasına vakıf olunca tutup Büceyr'i öldürdü ve: "Sen Küleyb'in
ayakkabılarının bağlarına karşılık öldürüldün (yani sen ancak onun
ayakkabısının bağına denksin.)" dedi. Haris bin Ubad yeğeni Büceyr'in
öldürüldüğünü duyunca, onu iki kabilenin arasını düzeltmek için kardeşi
Kuleyb'in karşılığında öldürdüğünü sandı ve: "O ne güzel öldürülmüş
kişidir ki, Vail'in iki oğlunun arasını bulup düzeltti." diye söylendi,
fakat kendisine yeğeni Büceyr için Mühelhil'in: "Sen Küleyb'in
ayakkabılarının bağlarına karşılık öldürüldün." dediği nakledilince Haris
buna çok öfkelendi ve şu mealdeki mısraları söyledi: "Beni Neame'nin bağlı
bulunduğu yere yaklaştırın; zira Vail savaşı yeniden coştu. Beni Neame'nin
bağlı bulunduğu yere yaklaştırın; zira saçlarım ağardı ve adamlarım beni
yadırgamağa başladı. Allah biliyor ki, ben bu savaşın canilerinden değilim,
fakat bu gün bu savaşın ateşiyle yanıyorum. "
Nihayet
Neame adındaki atını alıp onun yanına getirdiler. Bu at zamanında eşi ve
benzeri görülmemiş bir at idi. Haris bin Ubad atına binip Bekroğulları'nın
işlerini üzerine aldı ve onların yaptıkları savaşlara katıldı. Onun iştirak
ettiği ilk savaş, ''Tahlaku'l-lemem (saçların tıraş edilmesi'') adıyla bilinen
Kidda Vak'ası idi. Bu vak'aya ''Tahlaku'I-lemem'' denilmesinin sebebi ise,
Bekroğulları'nın birbirlerini tanıyabilmeleri için saçlalarını tıraş etmiş
olmalarıydı. Ancak Cahder bin Dubey'a bin Kays Ebu'I-Mesami'a tıraş olmamıştı
ve kabile mensuplarına: "Ben kısa boyluyum, beni ayıplamayın ve üzerinize
gelecek olan ilk süvari karşılığında saçımı satın alıyorum." dedi. İlk
gelen süvari ise İbn Annak oldu ve Cahder bin Dubey'a onun üzerine saldırıp
öldürdü. Cahder bin Dubey'a bu savaşta recez bahrinden kasideler okuyor ve:
"Eğer süvariler gelip yaklaşırlar ise onları benim üzerime salın. Eğer
onlarla çarpışıp vuruşmazsam, saçlarımı kökünden kazıyın. " mealindeki
mısraları söylüyordu.
Haris
bin Ubad o gün var gücüyle savaştı ve Tağlib Kabilesi'nden pek çok kişiyi
öldürdü. Tarafe, bu hususu şu mealdeki mısralarıyla dile getirmiştir:
"Bizi, Tahlaku'l-lemem günü kuvvetlerimizi tanıyanlara sorun; zira o gün
beyaz tenli güzel kadınlar, korkularından paçalarını sıvayıp kaçmağa
hazırlanmışlardı; süvariler ise deve sürülerini toplayıp kaçış hazırlığına
başlamışlardı. "
İşte
bu gün, yani Kidda Vak'ası'nda Haris bin Ubad Mühelhil'i esir aldı.
Mühelhil'in
asıl adı Adiyy idi, fakat Haris bin Ubad onu tanımıyordu. Bunun üzerine Haris
ona: "Bana Adiyy'in bulunduğu yeri gösterirsen, seni serbest
bırakırım." dedi. Mühelhil: "Eğer Adiyy'in bulunduğu yeri sana
gösterirsem, beni serbest bırakacağına Allah adına söz verir misin?" diye
sordu. Haris: "Evet, söz veriyorum." diye karşılık verdi. Bunun
üzerine: "Ben Adiyy'im." dedi. Bu durum karşısında Haris bin Ubad
onun alın saçını kesti ve serbest bıraktı. Sonra bu hadise ile ilgili olarak: "Adiyy
yüzünden kendime ne kadar teessüf etsem yeridir; çünkü onu elime geçirmiştim ve
öldürme imkanına sahiptim; fakat ne yazık ki onu tanıyamadım ve fırsatı kaçırıp
onu serbest bırakmak mecburiyetinde kaldım. " mealindeki mısraları
söyledi.
İki
taraf, yani Bekr ve Tağlib kabileleri arasında meydana gelen şiddetli
savaşların sayısı beştir: Birincisi Uneyze Vak'asıdır. Bu savaşta taraflar
birbirlerine üstünlük sağlayamayıp berabere kalmışlardır.
İkincisi
Varidat Vak'asıdır. Bu savaş Tağlib Kabilesi'nin lehine, Bekr Kabilesi 'nin aleyhine
neticelenmiştir.
Üçüncüsü
Hınv Vak'asıdır. Bu savaş yukarıdakinin aksine Bekr Kabilesi'nin lehine, Tağlib
Kabilesi'nin aleyhine neticelenmiştir.
Dördüncüsü
Kusaybat Vak'asıdır. Bekr Kabilesi bu savaşta mühim bir isabet aldı; öyle ki bu
savaştan sağ çıkmayacaklarını sanmışlardı.
Beşincisi
Kıdda Vak'asıdır. Bu savaş ''Tahaluk (saçların tıraş edil-mesi'') adıyla
bilinmektedir ve Haris bin UMd bizzat bu savaşa katılmıştır
Ayrıca
burada sayılanlardan başka, küçük çapta da olsa, bazı vak'alar daha meydana
gelmiştir. Bunlardan birisi Nakıyye Vak'asıdır. Diğeri Pasil Vak'asıdır ki,
Bekr Kabilesi'nin Tağlib Kabilesi'ne üstün ve galip gelmesiyle neticelenmiştir.
Bundan sonra artık bu iki kabile arasında büyük savaşlar meydana gelmemiş,
ancak karşılıklı olarak hücum ve baskınlar yapılmıştır. Bu iki kabile
arasındaki savaşlar ise kırk yıl sürmüştür.
Sonra
Mühelhil kavmine şunları söyledi: "Kendi kavminize karşı şefkat ve
merhamet göstermenizi uygun buluyorum, çünkü onlar sizin iyiliğinizi istiyorlar.
Savaş başlayalı kırk yılolmuştur. Aslında intikam peşinde koştuğunuz için de
ben sizi kınamıyorum. Eğer savaşla geçen bu yıllar refah ve barış içerisinde
geçmiş olsaydı, yine de refahın bu kadar uzun sürmesinden bıkılır, usanılırdı.
Bu savaştan nasıl usanılmasın ki, iki kabile birbirini yiyip bitirmiş, anneler
çocuklarım kaybetmiş, çocuklar yetim bırakılmış, hala çevrede yakınlarının
ölümüne ağlayıp feryat edenler var, ortada ise dinmeyen gözyaşları, gömülmemiş
cesetler, kınından sıyrılmış kılıçlar, düzeltilmiş mızraklar var ... Yarın
karşı kabile sevgi ve beraberlik duyguları içinde size gelecek ve akrabalar
birbirlerine öyle merhamet ve şefkat gösterecekler ki, ayakkabının bağını
bağlayacak derecede birbirlerinize yardımcı olacaksınız." Nitekim dediği
gibi de oldu.
Bundan
sonra Mühelhil: "Bana gelince, aranızda kalmağa gönlüm razı olmuyor. Hem
ben Kuleyb'in katilini görmeğe tahammül edemiyorum. Ayrıca galeyana gelip sizi
onların kökünü kazıyıp yok etmeğe teşvik ve tahrik etmekten korkuyorum, bu sebeple
Yemen'e gideceğim." dedi ve onlardan ayrılıp Yemen'e hareket etti. Nihayet
Mezhic Kabilesi'nin bir kolu olan Cenb Kabilesi'ne gelip onların yanına indi.
Bu sırada Mühelhil'in kızına talip oldular, fakat Mühelhil kızım onlara vermek
istemedi; ancak onu kızını evlendirmeğe zorladılar ve kızının mehri olarak
kendisine işlenmiş deriler gönderdiler. Bunun üzerine Mühelhil: "Cüşem
Kabilesi 'nin değerli oğullarının kız kardeşinin karşılaştığı durumdan dolayı
Tağlib Kabilesi'ni kınayın! Erakım Aşireti 'ni kaybetmesi, onu Cenb Kabilesi
'nden biriyle evlenmeğe mecbur etti; onun mehri ise işlenmiş deri idi. Eğer
Eban ve Mütabi dağlarını getirip kızı isteseydi, isteyenin burnu kana
bulanırdı. " mealindeki mısraları söyledi.
Erakım,
Cüşem bin Tağlib kabilesinin bir boyudur. Kız, aşireti olan Erakım'ı
kaybettiğinden, Cenb Kabilesi'nden bir adam işlenmiş bir deri parçası
karşılığında onu kendisine nikahlamıştır.
İşte
bundan sonra Mühelhil kendi kavminin diyarına geri döndü. Bekroğulları'ndan Amr
bin Malik bin Dubey'a onu Hecer civarında esir aldı ve esir olmasına rağmen ona
çok iyi davrandı. Bu sırada Hecer tarafından getirmiş olduğu şarapları satmakta
olan bir şarap taciri Mühelhil'e rastladı, bu kişi Mühelhil'in eski
dostlarındandı ve esir olmasına rağmen ona bir tulum şarap hediye etti. Bunun
üzerine Malikoğulları acele olarak onun başına toplandılar ve bir deve
kestiler. Sonra Amr'ın Mühelhil'e tahsis ettiği odada ve onun yanında içmeğe
başladılar. Nihayet içki onları tesiri altına aldığı bir sırada, Mühelhil daha
önceleri kardeşi Küleyb için ağıt halinde söylediği şiirini terennüm etmeğe
başladı. Amr Mühelhil'in bu ağıtını işitince: "Bu adam gerçekten suya
kanmış. And olsun ki Zebib suya gidinceye kadar bu adam benim yanımda su
içmeyecek." dedi. Zebib Amr'a ait erkek bir deve idi ve yazın kavurucu
sıcaklığında bile beş günde bir defa su içmeğe inerdi. Bunun üzerine
Malikoğulları Mühelhil'in ölmesini istemediklerinden hemen Zebib'i aramağa
koyuldular; fakat Zebib'i bulamadılar. Neticede Mühelhil susuzluktan öldü.
Rivayet
edildiğine göre, Tağlib Kabilesi'nden Mücellil'in kızı Amr'ın karısı idi. Bu
kadın, Mühelhil esir iken onun yanına gelmek istedi, bu vesile ile Mühelhil onu
anarak:
"Mücellil
'in kızı ter u taze, çok latif, beyaz tenli, edalı, cilveli, sarılması tatlıdır.
Biraz uzağa git, zira bağlı ve kelepçeli olan sarılmağa yol bulamaz. 0, göğsünü
bana vurup dedi ki: ''Ey Adiyy! Seni koruyucular korumuştur.'' "
mealindeki mısralarla başlayan uzun bir şiir söyledi.
Mühelhil'in
söylediği bu şiir Amr bin Malik'e aktarıldı. Bunun üze-rine Amr devesi Zebib
gelip su içinceye kadar Mühelhil'e su vermeyeceğine dair yemin etti. Bu durum
karşısında bir grup insan Amr'dan, devesi Zebib'in kendi başına gidip su
içmesini beklemeden ona su içir-mesini istediler. Amr onların bu isteğini kabul
etti ve yemininin yerini bulması için devesini suyun başına getirtip ona su
içirtti, sonra Mühelhil'e orada bulunan en ağır ve zararlı bir su içirdi ve
Mühelhil hemen öldü.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
TAĞLİBOĞULLARI
İLE HARİS EL-A'REC ARASINDAKİ SAVAŞ