MUĞNİ’L-MUHTAC

VAKIF

 

VAKFIN RÜKÜNLERİ

 

Vakfın rükünleri dörttür:

 

1. Vakfeden kişi (vakıD,

2. Vakfedilen mal (mevkOf),

3. Kendisine vakıf yapılan kişi (mevkOf aleyh),

4. Vakfetme işlemine dair irade beyanı (slga).

 

A. VAKFEDEN KİŞİYE İLİŞKİN ŞARTLAR

B. VAKFEDİLEN MALA İLİŞKİN ŞARTLAR

C. KENDİSİNE VAKIF YAPILAN KİŞİYE / KİŞİLERE İLİŞKİN ŞARTLAR

D. VAKFETME İŞLEMİNE DAİR SÖZLÜ İRADE BEYANINA İLİŞKİN ŞARTLAR

 

A. VAKFEDEN KİŞİYE İLİŞKİN ŞARTLAR

 

Vakfeden kişinin, sözlü irade beyanının sahih olması ve teberru' yapma ehliyetine sahip olması şarttır.

 

1. Vakfeden kişinin sözlü irade beyanının sahih olması şarttır.

 

Bu ifadenin kapsamına kafir de girmektedir. Kafir bir kimse bir mesdt vakfetmiş olsa, kendi inancına göre bu hareket onu Allah'a yaklaştıracak bir fiil olmasa bile bizim inancımız dikkate alınarak bu vakıf işlemi geçerli kabul edilir. Vahidı ise burada onun kendi inancının dikkate alınması sebebiyle vakfın geçerli olmayacağını söylemiştir.

 

Bu şart gereğince "çocuk" ve "deli" dışarıda bırakılmış olup bunların yapacakları vakıflar geçerli değildir.

 

2. Vakfeden kişinin teberru' (bağışta bulunma) ehliyetine sahip olması da şarttır.

 

Bu ifadenin kapsamına kısmı köle ve ölüm hastalığında bulunan kişi girmektedir. Bunun yapacağı vakıf işlemi, geriye bıraktığı malvarlığının üçte biri üzerinden dikkate alınır.

 

Bu ifade ile "mükatep köle", "sefihlik veya iflas sebebiyle kısıtIanan kişi" dışarıda bırakılmaktadır. Bu ikincisinin velisi vakıf işlemini yapsa bile geçerli olmaz.

 

Bu şart, aslında ilk şartın zikredilmesine gerek bırakmamaktadır; çünkü bu şart, zaten kişinin sözlü irade beyanının sahih olmasını gerektirir.

 

3. Vakıf işlemini yapan kişinin kendi hür iradesiyle hareket ediyor olması şart olup baskı ve tehdit altında yapılan vakıf işlemi sahih değildir.

 

4. Vakfın, vakfedilen kişi tarafından biliniyor olması dikkate alınmaz. Bu, bir malını görmeden vakfeden kişinin bu vakfının sahih olduğunu gösterir. Nevevi, İbnü's-Salah'a tabi olarak bu görüşü ErRavda'da sahih saymış ve "bu kişi malı gördüğünde muhayyerlik hakkı yoktur" demiştir.

 

Bundan "gözleri görmeyen kimsenin malını vakfetmesinin sahih olduğu" sonucu da çıkmaktadır ki -bildiğim kadarıyla alimler bunu açıkça ifade etmemişlerse bile- hüküm böyledir.

 

Not:  Nevevl'nin "hayatta iken teberru'da bulunma ehliyeti" demesi daha uygun olurdu; çünkü sefih, öldükten sonra teberruda bulunma ehliyetine sahip olmakla birlikte onun vakıf işlemi yapması sahih değildir. Ancak o "evimi, ölümümden sonra fakirlere vakfettim" demiş olsa bu sahih olur; çünkü sefihin yaptığı vasiyet işlemi geçerlidir.

 

 

B. VAKFEDİLEN MALA İLİŞKİN ŞARTLAR

 

Vakfedilen malda bulunması gereken şart ondan sürekli yararlanmanın mümkün olmasıdır.

Yiyecek maddesi ve reyhanın (güzel kokulu bitkinin) vakfedilmesi sahih değildir.

 

Gayr-i menkulün, menkulün ve ortak bir maldaki yüzdeli hissenin vakfedilmesi geçerlidir.

 

Zimmetteki köle ve elbisenin vakfedilmesi sahih değildir.

 

Hür bir kimsenin kendini vakfetmesi sahih değildir.

 

Daha doğru görüşe göre; ümmü veled'in, av için eğitilmiş köpeğin, iki köleden [hangisini olduğunu belirtmeksizin gayr-i muayyen] birinin vakfedilmesi sahih değildir.

 

Bir kimse, bina yapmak veya ağaç dikmek üzere kiraladığı arazideki bina ve ağacı vakfetse, daha doğru görüşe göre bu vakıf sahih olur.

 

5. Vakfedilen şeyde şu özelliklerin bulunması gerekir:

 

> Bir malolması,

> Belirli olması,

> Nakletmeye elverişli bir şekilde mala malik olunması,

> Maldan bir fazlalık elde etmenin veya kira akdine konu olacak şekilde yararlanmanın mümkün olması,

> Maldan doğrudan ve mübah bir şekilde sürekli yararlanmanın mümkün olması.

 

[Bu şartlarda yer alan her bir kayıt, vakfın geçerliliği kapsamından bazı şeyleri çıkarmaktadır. Şöyle ki:]

 

"Malolması" şartı menfaati ve zimmette üstlenilen vakfı dışarıda bırakmaktadır.

 

"Belirli olması" ifadesi, örneğin iki evi olan bir kimsenin hangisini vakfettiğini belirtmeksizin "evlerimden birini vakfettim" diyerek vakıf ta bulunmasını dışarıda bırakmaktadır.

 

"Mala malik olunması" ifadesi, mülkiyete konu olmayan şeyleri dışarıda bırakmaktadır.

Devlet başkanının devlete ait arazilerden herhangi bir şeyi vakfetmesi bu şarttan istisna edilmiş olup bu vakıf sahihtir. Subki bu konuda tevakkuf etmiş olmakla birlikte Kadı Hüseyin'in açıkça ifade ettiğine göre bu vakıf -ister belirli bir kişiye isterse bir yöne vakfedilmiş olsun- sahihtir. Nevevi bu yönde fetva verdiği gibi Ebu Said bin Ebu Asrun da, Hz. Ömer'in Irak topraklarını vakfetmesi meselesine dayanarak Sultan Nureddin eş-Şehıd'e bu yönde fetva vermiştir. Bunu İbnü's-Salah yaptığı yolculuklarda on veya daha fazla kişiden işittiğini nakletmiş sonra da bunun sahih olduğu görüşüne kendisinin de katıldığını belirtmiştir. EI-Matlab adlı kitabın yazarı "fey ve ganimetlerin taksim edilmesi" konusunda bunun sahih olduğu görüşünü bizzat İmam Şafii (r.a.)'nin ifadesi olarak nakletmiştir.

Eş-Şerhu'l-Kebir ve er-Ravda'da şu ifadeler yer almaktadır: "Devlet başkanı, ganimet olarak ele geçen araziyi Hz. Ömer'in yaptığı gibi [Müslümanlara] vakfetmek isterse, ganimette hak sahibi olanların gerek bir bedel karşılığında gerekse bedelsiz olarak haklarından vazgeçmeleri konusunda onları razı ederse bunu yapması caiz olur."

 

"Nakletmeye elverişli" kaydı, ümmü veledi ve ana karnındaki yavruyu dışarıda bırakmaktadır ki bunun tek başına azat edilmesi sahih olsa bile tek başına vakfedilmesi sahih değildir. Şayet anne hamile iken vakfedilirse karnındaki yavrunun da anaya tabi olarak vakfedilmesi sahih olur. Bunu Hocamız Zekeriya el-Ensarı -sonrakilerden bazılarının muhalif görüşüne rağmen- er-Ravd şerhinde açık olarak ifade etmiştir.

 

"Maldan bir fazlalık elde etmenin mümkün olması" ifadesinde kastedilen fazlalık; süt, meyve vb. gibi şeylerdir.

 

"Maldan yararlanmanın mümkün olması" ile kastedilen ise oturma, giyme vb. bir yararlanmadır.

 

"Kira akdi ne konu olabilecek bir yarar" ve "sürekli yararlanmanın mümkün olması" ifadeleri yiyecek maddeleri vb. şeyleri dışarıda bırakmaktadır. Bu ifadenin kapsamından, erkek hayvanın damızlık olarak vakfedilmesi istisna edilir. Bunun için hayvan kiralamak caiz olmasa bile bunun için yapılan vakıf caiz olur. "Sürekli yararlanmanın mümkün olması" şartından müdebber köle ve azat edilmesi bir şarta bağlanmış bir köle istisna edilir ki bunlardan sürekli yararlanmak mümkün olmamakla birlikte -çünkü bunlar efendilerinin ölümü yahut da ilgili şartın yerine gelmesi durumunda azat olurlar ve vakıf batıl olur- vakfedilmesi sahihtir.

 

"Mübah bir şekilde" ifadesi, müzik aletlerinin vakfedilmesini dışarıda bırakmaktadır.

Bunlardan bir şekilde yararlanmak mümkün olsa bile, bu mübah olmadığından vakfedilmeleri sahih olmaz.

 

"Doğrudan" ifadesi, altın ve gümüş paraların süslenmek amacıyla vakfedilmesini dışarıda bırakmaktadır. İmam Şafii (r.a.)'nin açıkça ifade ettiği daha doğru görüşe göre bu sahih değildir.

 

Not:  Mal, vakfedildiği anda yararlanılamayacak durumda olsa bile yukarıda geçen şartlar dahilinde yapılan vakf sahih olur. Örneğin küçük bir kölenin veya sıpanın, iyileşme si ümit edilmeyen felçli bir kölenin vakfedilmesi böyledir. Yine bir araziyi kiraya verip vakfeden kimsenin durumu da böyledir. Bu, vakfettiği bir malın menfaatini vakıftan sonra kendisi için bir süre daha devam ettirmek isteyen kimsenin başvurduğu bir yoldur.

 

6. Yiyecek maddesinin, reyhanın (güzel kokulu bitkinin) ve bu özellikte olan şeylerin vakfedilmesi sahih değildir; çünkü yiyecek maddesinden elde edilecek yarar onu tüketmekle gerçekleşmektedir. Er-Ravda ve eş-Şerhu'l-Kebir'de reyhanın vakfının geçerli olmama gerekçesi "çabuk bozulma" şeklinde belirtilmiştir. Bu gerekçe, hükmün yalnızca belirli reyhan türlerine özgü olmasını gerektirir. Tarlaya ekilen reyhanın koklamak üzere vakfedilmesine gelince, Nevevl'nin Şerhu'l-Vasit adlı eserinde "zahir" diye belirttiği görüşe göre bu sahihtir; çünkü bu koku bir süre kalmakta, ayrıca bunda tenezzüh (temizlik ve hoş kokma) gibi bir yarar da bulunmaktadır.

 

Harezm! ve İbnü's-Salah şöyle demiştir: Misk, anber ve öd ağacı gibi güzel kokusu sürekli olan maddelerin vakfedilmesi sahihtir.

 

"Reyhan" sözcüğü güzel kokulu bütün taze bitkiler için ku!lanılan bir sözcük olup güzel kokusu sebebiyle gül de bu ifadenin kapsamına girmektedir.

 

7. Arazi veya ev şeklinde gayri menkulün vakfedilmesinin sahih

olduğu konusunda icma vardır.

 

Köle ve elbise gibi taşınır malların vakfı da caizdir.

 

[*] - Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Halid'e gelince; siz ona haksızlık yapıyorsunuz. Çünkü o zırhlarını ve hazırladığı şeyleri Allah yolunda vakfetmiştir. (Buhari, Zekat, (ta'lik), Müslim, Zekat, 2274)

 

Bu hadisin Arapçasında yer alan bir kelime iki farklı şekilde okunmuştur. Mütevelll'nin rivayetine göre bu kelime ...."a'bud" şeklinde okunur ki bu, köle anlamına gelen abd kelimesinin çoğulu olup köleler demektir. Subki doğrusunun ~i "a'tud" şeklinde olduğunu söylemiştir ki bu itad kelimesinin çoğulu olup -Hattabı ve diğer bir grubun belirttiğine göre- kişinin savaş için hazırda beklettiği silah, binek hayvanı vb. şeylerdir.

 

Ümmet, asırlar boyunca mescitlere hasırların, kandillerin ve hahların -herhangi bir tepki söz konusu olmaksızın- vakfedilmesi konusunda ittifak etmiştir.

 

8. Gerek gayrimenkul gerekse menkul eşyadan yüzdeli bir hissenin vakfedilmesi sahihtir; çünkü İmam ŞafiI (r.a.)'nin naklettiğine göre Hz. Ömer Hayber'deki arazisinden yüz payı vakfetmiştir. Bu vakıf diğer hisselere sirayet etmez; çünkü sirayet etme köle azadına özgü bir durumdur.

 

Not:  Tıpkı diğer alimlerin ifadelerinde olduğu gibi Nevevi'nin ifadesinin zahirinden de anlaşıldığına göre bir taşınmazdaki yüzdelik hissenin mescit olarak vakfedilmesi sahihtir.

 

İbnü's-Salah bunu açıkça ifade ederek şöyle demiştir: "Burada cünüp bir kimsenin kalması -yasaklık yönü daha ön planda kabul edilerek- haram olur. Burada izlenmesi gereken tek yol yüzdelik hisseli gayri menkul ün taksim edilmesidir."

 

Subki şöyle demiştir: "Taksimin zorunlu olduğunu söylemek mezhepte bilinen yerleşik kurala -yani mutlak ifade ile yapılan vakıf ta taksimin engellenmesi şeklindeki kurala- aykırıdır. Ancak bu konuda özel bir nakil bulunursa o başka. "

 

Barizı, taksim söz konusu olmadıkça cünüp kişinin burada kalabileceğine dair fetva vermiştir. Nitekim cünüp bir kimsenin bazı eşyalarla birlikte mushafı taşıması caizdir.

 

Subki buna itiraz ederek şöyle demiştir: "Mushafın eşyalarla birlikte taşınmasının caiz olması için kişinin eşyaları mushafı kaldırmak amacıyla taşımaması gerekir."

 

İbn Şehbe'nin de belirttiği üzere bu meselede İbnü's-Salah'ın görüşü güçlüdür. Bu mesele, zaruret sebebiyle "mutlak olarak yapılan vakıfta taksimin yasak olması" hükmünden istisna edilir. Mescit olarak vakfedilen yerin, gayri menkulün daha azı olması ile olmaması arasında fark yoktur.

 

[İtiraz]: Bir taşınmazdab yüzdelik hisse mescit olarak vakfedildiğinde, vakfedilen kısım diğerinden daha az ise o taşınmazda cünüp bir kimsenin kalmasının haram olmaması gerekir. Nitekim bir tefsir kitabında, Kur'an'dan olan bölümler azınlıkta olduğunda abdestsiz bir kimsenin tefsir kitabını taşıması haram olmaz.

 

[Cevap]: Burada mescit olma özelliği, ayrıştırma söz konusu olmaksızın taşınmaz malın her bir bölümüne dağıldığından, az olan miktarın çok olan miktara tabi olması mümkün değildir; çünkü bir ayrıştırma olmadıkça tabi olmaktan bahsedilemez. Kur'an'la ilgili örnek bundan farklıdır; çünkü Kur'an tefsirden ayrıştırılmış olduğundan çoğunluk dikkate alınmış, azınlık da ona tabi olmuştur.

 

İtikaf konusunda geçtiği üzere böyle bir mescitte itikaf yapmak sahih olmaz.

 

9. Bir kimse ister kendi zimmetinde isterse başkasının zimmetinde bulunan -mesela- bir köle veya elbiseyi vakfetse bu sahih olmaz. Örneğin kişinin başkasının zimmetinde selem akdi sebebiyle veya başka bir sebeple alacaklı olduğu bir köle veya elbise bulunsa bunu vakfetmesi sahih olmaz; çünkü burada söz konusu mal üzerinde kişinin mülkiyeti bulunmamaktadır. Oysa vakıf, kişinin bir mal üzerindeki mülkiyetini ortadan kaldırmasıdır.

Ancak bir adakta bulunan kişinin kendi zimmetinde bunları üstlenerek "Allah için bir köleyilbir elbiseyi vakfetmek benim borcum olsun" derse bu vakıf geçerli olur. Daha sonra, vakfedilen köle ve elbiseyi belirli hale getirir.

 

10. Hür bir kimsenin kendisini vakfetmesi sahih değildir; çünkü onun maddi varlığı mülke konu teşkil etmez. Nitekim hür bir kimsenin hibe edilmesi de sahih değildir.

 

Hür bir kimsenin zatını değil de emeğinilişgücünü gerek kira akdinde olduğu gibi süreli olarak gerekse vasiyette olduğu gibi süresiz olarak vakfetmek de sahih değildir; çünkü kişinin zatı asıl, işgücü ise onun uzantısıdır. Bir şeyin fer'i aslına tabi olur.

 

11. Ümmü veled cariyenin, av için eğitilmiş olan köpeğin, Subkl'nin belirttiğine göre [bizzat eğitilmiş olmasa bile] eğitilmeye elverişli olan köpeğin, iki köleden birinin vakfedilmesi [sahih olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru görüşe göre bu vakıf sahih olmaz; çünkü ümmü veled ileride azat olacaktır. O, üzerindeki vakıf özelliğini başkasına nakletmeye elverişli değildir. Buradaki hüküm bu açıdan "azat edilmesi bir şarta bağlanan kölenin vakfedilmesinin sahih olması" meselesinden ayrılmaktadır.

 

Köpeğin vakfının sahih olmama sebebi onun mülkiyete konu olmamasıdır.

 

İki köleden birinin vakfedilmesinde ise bir belirsizlik söz konusudur.

 

[İkinci görüş]

 

Ümmü veledin kiraya verilmesinin caiz oluşuna kıyasla vakfedilmesi de caizdir.

Bir görüşe göre köpek de böyledir.

 

İki köleden birinin azat edilmesinin geçerli oluşuna kıyasla vakfedilmesi de caizdir. 

 

İlk görüşte olanlar arada şu farkın bulunduğunu belirtirler: Azat işlemi vakıf işlemine göre daha çabuk yürürlük kazanır. Nitekim bir kısmı azat edilen kölenin diğer kısmının otomatik olarak azat olması, azat işleminin şarta bağlanabilmesi de bunu göstermektedir.

 

Eğitimli olan veya eğitilmeye müsait olan köpeğin vakfı ise kesinlikle sahih değildir.

 

12. Bir kimse, bina yapmak veya ağaç dikmek üzere bir araziyi kiralasa veya ödünç alsa yahut da araziden bu şekilde yararlanması kendisine vasiyet yoluyla serbest bırakılsa o kişi bu arazideki bina ve ağacı vakfede[bilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru görüşe göre bu caizdir. İbnü's-Salah'ın açıkça belirttiğine göre vakıf ister sürenin bitmesinden önce yapılmış olsun isterse sonra yapılmış olsun, isterse ödünç veren kişinin bundan caymasından sonra yapılsın sonuç değişmez. Çünkü bina ve ağacın her biri, aslı varlığını koruduğu halde kendisinden yararlanmaya müsait olan mallardır. Kira akdinin süresinin dolmasından sonra veya ödünç veren kişinin caymasından sonra sökülünceye kadar bunların kalması yeterlidir.

 

[İkinci görüş]

 

Bu vakıf sahih değildir; çünkü bina ve ağaç sökülmeye maruz kalacaktır. Bu yüzden bunların vakfedilmesi, yararlanılamayacak bir şeyin vakfedilmesi gibidir.

 

Not:       a. Alimlerin ifadesinden ilk anda şu anlaşılmaktadır: "Kira süresinin sona ermesinden yahut ödünç veren kişinin ödünç işleminden dönmesinden sonra tarlaya ağaç dikse veya bina yapsa ve bunu vakfetse vakıf işlemi sahih olmaz." Bu doğrudur. Çünkü bu bina ve ağaç bir hakka dayanarak tarlaya konulmamıştır. Bu yüzden Hocamız Zekeriya el-Ensarı Menhecü't-tullab adlı eserinde şöyle demiştir: "Araziye bir hakka dayalı olarak konulmuş olan bir bina veya ağaç vakfedilebilir. "

 

b. Kişi kira süresinin sona ermesinden yahut ödünç veren kişinin malını geri almasından sonra binayı sökmüş olsa, şayet enkazından yararlanmak mümkünse bu enkaz önceden olduğu gibi vakıf olmaya devam eder. Şayet bu şekilde yararlanmak mümkün olmazsa enkaz vakfedenin mülkü mü olur yoksa kendisine vakfedilen kişinin mülkü mü olur? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. İsnevı "doğru olan görüş bu ikisinden de farklı olup bu durumda gayri menkul arazi veya onun parçası satılır." demiştir. Bu konuda ağaç da binaya kıyas edilir.

 

Subki şöyle demiştir: Her iki görüş de doğruya uzaktır. Burada şu görüş uygundur: Vakıf, kendisinden yararlanmak mümkün olmasa bile bulunduğu hal üzere kalmaya devam eder; çünkü bu malı, kendisine vakfedilen kişinin veya vakfeden kişinin mülkü kabul edersek onun satılması caiz olur. Oysa vakfın satılması mümkün değildir.

 

Şayet ağaçtan geriye kalan şeyancak yakmaya yarayacak şekilde ise binanın enkazı buna elverişli değilse bu durumda İsnevı'nin görüşü ugun olmaktadır. Aksi takdirde Subki'nin görüşü uygundur. Vakfedilen malın araziden kaldırılması sebebiyle arazinin değerinde meydana gelen eksilmenin tazmini konusunda konuyla ilgili uygulama esas alınır, buna göre bu tazmin karşılığında bir şey satın alınıp, daha önceki vakfedilen yöne vakfedilir.

 

c. Vakfeden kişi, kiraladığı arazinin ücretinin vakıf gelirinden ödenmesini şart koşsa vakıf sahih olur mu olmaz mı? [Zayıf] bir görüşe göre vakıf sahih olmaz. Çünkü ücret zimmette bir borç olup bu, kişinin borcunu vakfedilen maldan ödemek şartıyla vakıfta bulunmasına benzer.

 

ibn Dakik el-Id şöyle demiştir: Zahir olan bunun sahih olmasıdır.

 

d. Binanın vakfedilmesi, arazide binanın kalmasına ilişkin ücretin gerekli olmasını engellemez. Kişi ücreti n vakıf gelirinden ödenmesini şart koşsa, şer'an akdin gereğine uygun olan ve onunla çelişmeyen bir şart ileri sürmüş olur.

 

e. Zerkeşi şöyle demiştir: ibnü'l-Üstaz, şayet vakfeden kişi böyle şart koşmuşsa yahut bir açıklama yapmamışsa ücretin vakıf gelirinden ödeneceğini açık olarak ifade etmiştir.

 

f. ibn Dakik el-Id'in görüşü ile ibnü'l-Üstaz'ın ileri sürdüğü görüş, üzerinde ihtilafın oldUğU konuyla ilgili değildir. Çünkü amesele, vakfeden kişinin vakıftan önce yaptığı ve ücreti n de onun zimmetinde yer ettiği kira akdine ilişkindir. Onların emsal ücret konusunda söyledikleri ise, vakfedilen şeyin arazi üzerinde kalması durumuna ilişkindir.

 

ilk meselede şunun söylenmesi uygundur: Vakıf yapan kişi, önceki ücretlerin vakıftan ödenmesini şart koşarsa vakıf batıl olur. Daha sonraki ücretlerin vakıftan ödenmesini şart koşarsa vakıf sahih olur. Önceki mi sonraki mi olduğunu belirtmezse sonraki ücretler olarak kabul edilir.

 

[İtiraz]: Ücret her halükarda vakıf yapılmadan önce kişinin zimmetinde bağlayıcı hale gelmiştir.

 

[Cevap]: Ücret, zaman geçtikçe peyderpey kesinleşir.

 

 

C. KENDİSİNE VAKIF YAPILAN KİŞİYE / KİŞİLERE İLİŞKİN ŞARTLAR

 

Kendisine vakıf yapılan kişiler muayyen olan ve olmayan şeklinde iki kısımdır. Nevevi önce birinci kısımla başlamıştır.

 

CA. MUAYYEN KİŞİYE / KİŞİLERE YAPILAN VAKIF

CB. GAYRİ MUAVYEN KİŞİLERE YAPILAN VAKIF

 

CA. MUAYYEN KİŞİYE / KİŞİLERE YAPILAN VAKIF

 

Bir kimse belirli bir şahsa veya belirli bir topluluğa bir şey vakfetse, vakfettiği şeyi ona / onlara temlik etmesinin mümkün olması gerekir.

 

Bu şart gereğince; Bir cenine ve doğrudan köleye yapılan vakıf sahih olmaz. Kişi köleye vakıfta bulunurken herhangi bir kayıt zikretmese bu vakıf efendisine yapılmış olur. Herhangi bir hayvana mutlak olarak [bir şey zikretmeksizin] vakıf ta bulunsa bu geçersiz olur. [Zayıf] bir görüşe göre bu vakıf hayvanın sahibine yapılmış olur.

 

Zımmıye bir şey vakfetmek sahihtir. Daha doğru görüşe göre mürtede, harbıye [harp ülkesi vatandaşı olan kişiye] ve kişinin kendi kendisine bir şey vakfetmesi sahih değildir.

 

13. Bir kimse belirli bir kişiye, iki kişiye veya belirli bir topluluğa bir şey vakfetse, vakfedilen şeyin ona tesliminin mümkün olması şart koşulur.

 

[Bunun mümkün olması iki şekilde olur:]

 

[a] - Vakfedilen kişinin mevcut olması: Buna göre çocuğu olmayan birinin çocuğuna, çocukları arasında fakir bulunmayan birinin "fakir çocuklarına" bir şey vakfetmesi sahih olmaz. Şayet çocuklarından fakir ve zengin olanlar varsa vakıf sahih olur. Beğavl'nin belirttiğine göre vakfın yapılmasından sonra fakir duruma düşenlere de bu vakıftan verilir.

 

[b] - Vakfedilen kişinin, vakfedilen şeyi temellük etmeye ehil olması: Buna göre temellük etmesi sahih olmadığından cenine yapılan vakıf sahih olmaz. Bu ister doğrudan isterse başkasına tabi olarak yapılsın fark etmez. Hatta kişinin vakıf işlemi esnasında mevcut çocukları ve karısının karnında cenini bulunsa bu cenin vakfın kapsamına girmez. Ancak doğarsa diğer vakıf alacaklılarının arasına dahil olur. Vakıf yapan kişi mevcut olanların adlarını belirtmiş yahut sayılarını belirtmişse Ezral'nin belirttiğine göre ce nin sağ olarak doğduğunda onların arasına giremez.

 

Not:  Yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre ölüye yapılan vakıf sahih olmaz; çünkü o herhangi bir şeye malik olamaz. Bunu Cürcanı açıkça belirtmiştir.

 

Yine kişi "şu iki şahıstan birine vakfettim" deyip hangisi olduğunu belirtmese, vakıf alacaklısının kim olduğu belli olmadığından vakıf işlemi sahih olmaz.

 

14. Kölenin kendisine vakıf yapmak -bu köle ister vakıf yapana ait olsun isterse başkasına ait olsun- sahih değildir; çünkü köle mülk sahibi olmaya ehil değildir.

 

Kişi köleye vakıf yaparken herhangi bir kayıt zikretmemişse bakılır:

 

[a] - Şayet bu köle vakıf yapan kişiye ait ise vakıf sahih olmaz; çünkü vakfedilen şey vakfeden kişiye yapılmış olur.

 

[b] - Köle başkasına ait ise bu vakıf -tıpkı hibe ve vasiyette olduğu gibi- efendisine yapılmış sayılır.

 

Müdebber, üm mü veled, azat edilmesi şarta bağlanmış kölenin hükmü de böyledir.

 

15. Mükatep köleye vakıf yapıldığına bakılır:

 

[a] - Şayet kişinin kendi mükatep kölesi ise -Maverdı ve başkalarının tek görüş olarak zikrettiğine göre- mükatep köleye zekat vermek nasıl sahih değilse bu da sahih olmaz.

 

[b] - Başkasının mükatep kölesi ise -yine Maverdı'nin tek görüş olarak zikrettiği ve İbnü'l-Mukrl'nin de onayladığı üzere- bu sahih olur; çünkü o malik olabilir.

 

Mükatep köle, kitabet bedelini ödeyemeyecek duruma gelirse vakfın başlangıç itibarıyla münkatı' olduğu anlaşılmış olur; çünkü mükatep köleye vakıf olarak verilen şeyondan geri alınır.

 

Mükatep köle azat edilirse bakılır:

 

[a] - Vakıf kitabet süresi ile sınırlandırılmışsa- vakfın sonuç itibarıyla münkatı' olduğu anlaşılmış olur, bu durumda onun vakıftaki hakkı batıl olur, vakıf ondan sonraki kişiye intikal eder.

 

[b] - Vakıf bir süre ile sınırlandırılmamışsa, o kişinin hakkı devam eder.

 

Kişi vakıf ta bulunurken "falanın mükatep kölesi" demişse bu ifadesiyle bir zaman sınırlaması yapmış gibi kabul edilir.

 

16. Bir kısmı hür bir kısmı köle olan bir kimseye vakıf yapılmışsa, Hocamız Zekeriya el-Ensari'nin belirttiğine göre zahir olan şudur:

 

[a] - Bu köle, emek ve işgücünü efendisi ile kendi arasında nöbetleşe (mühayee usulü) olarak ayarlamışsa, vakıf işlemi de işgücünün kendisine ait olduğu bir zamanda yapılmışsa bu kişi hür gibi olur. Şayet efendisine ait olduğu bir zamanda yapılmışsa köle gibi olur.

 

[b] - Bu köle, işgücünü efendisiyle nöbetleşe paylaşmamışsa, vakıf, kölelik ve hürlük bölümlerine taksim edilir. İbn Hayr'ın "ona yapılan vakıf sahih olur" şeklindeki genel ifadesi de bu şekilde anlaşılmalıdır.

 

Kısmı kölenin efendisi, kölenin köle olan yarım hissesini hür olan yarım hissesine vakfetmek istese -Subkl'nin belirttiği üzerezahir olan bunun sahih olmasıdır. Bu, kölenin yarım hissesini hür olan diğer yarım hisseye vasiyet yoluyla bırakmaya benzer.

 

17. Kabe, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in kabri, Beytü'l-Makdis gibi mekanlara hizmet etmeleri için vakfedilmiş olan kölelere vakıf ta bulunmak sahihtir. Bu, Allah yolunda savaşmak için beslenen binek hayvanlarına yem olarak yedirmek üzere vakıf ta bulunmaya benzer.

 

18. Kişi "tamir etmesi benim üzerime olsun" demek suretiyle bile olsa bir eve vakıf ta bulunsa bu sahih olmaz; çünkü ev herhangi bir şeye malik olamaz. Ancak kişi "şu malı bu eve, orada kalacaklar için vakfettim" dese sahih olur; çünkü burada gerçekte kendisine vakıf yapılanlar orada kalacak olanlardır ki onlar malik olmaya ehildir.

 

Şayet kendisine vakıf ta bulunulan ev vakfedilmiş ise yapılan vakıf sahih olur; çünkü bu evin imaretini korumak ibadettir. Bu gerçekte bir mescide veya sınır karakoluna vakıfta bulunmak gibidir.

 

19. Bir kimse, sahibi olan bir hayvana herhangi bir kayıt zikretmeksizin bir şey vakfetse yahut da vakfı hayvanın yemi ile kayıtlasa bu vakıf geçersiz olur; çünkü hayvan hiçbir durumda bir şeye malik olmaya ehil değildir. Nitekim hayvana yapılacak hibe ve vasiyet de sahih olmaz.

 

[Zayıf] bir görüşe göre bu manen hayvanın sahibine yapılan bir vakıf olmuş olur ve tıpkı köleye yapılan vakıf gibi sahih olur.

 

ilk görüşte olanlar -yukarıda geçtiği üzere- arada fark bulunduğunu söylemiştir. Ayrıca köle bundan farklı olarak [bir görüşe göre] efendisinin kendisine mülkiyet vermesi durumunda malik olmaya elverişli olur.

 

Kişi hayvana bir şey vakfederken hayvanın sahibini kastederse bu, sahibine yapılmış bir vakıf olur.

 

"Sahibi bulunan" ifadesi "vakfedilmiş hayvanı" dışarıda bırakmıştır. Bu da sınır boylarında savaş için vakfedilmiş atlar vb. hayvanlardır. Bu gibi hayvanların yemlenmesi için bir şey vakfetmek sahihtir. Vahşi atlar ve kuşlar gibi sahipsiz hayvanlara yapılan vakıfla ra gelince bu kesinlikle sahih değildir. Gazali'nin belirttiğine göre bundan Mekke'deki hamamlar istisna edilmiş olup bunlara yapılan vakıf sahihtir.

 

20. Bir Müslüman veya zımminin belirli bir zımmiye yaptığı vakıf -tıpkı nafile sadakanın caiz olması gibi- sahih olur. Ancak ona yapılan vakfın sahih olması için;

 

[a] - Bu vakıf ta günah işleme kastının ortaya çıkmamış olması şarttır. Buna göre mesela kişi "kilisenin hizmetçisine vakfettim" dese -eş-Şamil vb. eserlerde belirtildiğine göre kilisenin hasırlarına yapılan vakfın sahih olmaması gibi bu da- sahih olmaz.

 

[b] - Kendisine temlikte bulunmanın mümkün olduğu bir kimse olması gerekir. Buna göre bir gayri Müslime mushafı, ilim kitaplarını ve Müslüman bir köleyi vakfetmek sahih olmaz.

 

Belirli bir gruba yapılan vakıf da belirli bir şahsa yapılan vakıf gibidir. Bu konu zimmet ehline, Yahudilere vb. kimselere yapılan vakıflar konusunda ele alınacaktır.

 

21. Ezrai şöyle demiştir:

 

Kendisine ahid yapılan gayri Müslim ve İslam ülkesine emanla giren gayri Müslim de bizim ülkemize girdiğinde orada bulunduğu sürece zımmı gibi kabul edilir. Ülkesine döndüğünde yapılan vakıf ondan başka sıradaki kişilere yönelik olur.

 

Zerkeşı şöyle demiştir: Alimlerin ifadesinden onun durumunun harbı gibi olduğu anlaşılmaktadır. Demırı bunu tek görüş olarak zikretmiştir.

 

İlk görüş daha uygundur.

 

22. Alimler, kendisine vakıf ta bulunulan zımmınin darulharbe iltihak etmesi durumunda ona vakfedilen şeyden elde edilen ürünün / gelirin ne olacağı meselesine temas etmemişlerdir. Ezral'nin yukarıda geçen açıklamalarından anlaşıldığına göre bunun, sıradaki kimselere sarfedilmesi uygun olur.

 

23. Mürtede, harbıye ve kişinin kendisine yaptığı vakıf [sahih olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru olan ve bizzat İmam Şafii (r.a.) tarafından ifade edilmiş olan görüşe göre, her üç durumda da vakıf sahih olmaz.

 

Birinci ve ikinci durumda vakfın sahih olmaması, vakıf yapılan kişilerin kafirlikleri ile birlikte hayatlarını devam ettirme haklarının bulunmamasıdır. Oysa vakıf sürekli bir sadakadır. Nasıl ki kalıcı olmayan bir mal vakfedilemiyorsa, küfrüyle birlikte kalıcı olmayan bir kimseye de vakıf ta bulunulamaz.

 

"Muhsan olan bir zaniye yapılan vakfın sahih olması" yukarıdaki hükme bir aykırılık teşkil etmez; onun ölümüne hükmedildiği halde kendisine yapılan vakıf sahihtir.

 

[ikinci görüş]

 

Zımmıye yapılan vakfın sahih olması gibi mürted ve harbıye yapılan vakıf da sahihtir.

 

Nevevi, Nüketü't-Tenbih adlı eserinde, görüş ayrılığının el-Minhac metninin de işaret ettiği gibi, kişinin "Harbı olan / mürted olan Zeyd'e vakfettim" şeklinde bir ifade ile yapılan vakıf hakkında olduğunu söylemiştir. Ancak kişi "harbılere / mürtedlere vakfettim" derse bunun sahih olmadığı kesindir.

 

Yukarıdaki üçüncü durumda vakfın geçerli olmamasının sebebi şudur: Kişinin kendi mülkünü kendisine temlik etmesi imkansızdır; çünkü bu mülk zaten ona aittir. Zaten var olan bir durumu meydana getirmek imkansızdır,

 

Diğer görüşe göre ise bu vakıf sahihtir; çünkü bir şey üzerinde vakıf yoluyla hak sahibi olmak, mülkiyet yoluyla hak sahibi olmaktan farklıdır.

 

24. Kişinin "fakirlere" şeklinde vakıf yaparken kendisinin de vakfın gelirinden almasını şart koşması da -şartın fas id olması sebebiyle- sahih olmaz.

 

Hz. Osman'ın, Rume kuyusunu vakfederken "benim o kuyudaki kovam, diğer Müslümanların kovası ile aynıdır" demesi bir şart olarak ileri sürülmüş olmayıp, vakıf ta bulunan kimsenin vakfettiği mescitte namaz kılması örneğinde olduğu gibi genel vakıftan kendisinin de yararlanabileceğini bildirmektedir.

 

25. Bir kimse kendisine bir şeyi vakfeder de herhangi bir hakim bu vakfın geçerli olduğuna hükmederse, hakimin hükmü geçerli olur ve bozulmaz; çünkü bu mesele ictihada açık bir meseledir.

 

26. "Kişinin kendisine bir şeyi vakfetmesinin sahih olmaması" hükmünden şu meseleler istisna edilir:

 

> Bir kimse "alimlere", "fakirlere" vb. bir vakıf ta bulunsa ve kendisi de bu sıfatı taşısa,

>"Fakirlere" vakıf ta bulunduktan sonra kendisi de fakir hale gelse,

>"Müslümanlara" şeklinde bir vakıf ta bulunsa, örneğin Müslümanlara okumak üzere bir kitap vb. bir şey veya yemek pişirmek üzere tencere yahut su içmek üzere bardak vb. bir şey vakfetse diğer şahıslarla birlikte kendisi de bundan yararlanabilir; çünkü vakıf ta bulunurken kendisini kastetmemiştir.

 

> Kişi "bu malı, babamın çocuklarından şu özelliklere sahip olanlara vakfettim" dese ve kendisinde bulunan nitelikleri zikretse Kadı el-Farıkı, İbn Yunus ve başkalarının belirttiği ve İbnü'r-Rif'a'nın da esas aldığı üzere bu vakıf sahih olur. Maverdı ise buna muhalefet etmiştir.

 

> Kişi, emsal ücret karşılığında kendisinin vakfın nazırı olmasını şart koşsa bu vakıf sahih olur; çünkü kişinin ücrete hak kazanması vakıftan dolayı değil yaptığı işten dolayıdır.

Aslında bu meselenin ana hükümden istisna edilmemesi uygun olur. Kişi, emsal ücretten daha fazla bir ücret karşılığında kendisinin vakfın nazırı olmasını şart koşarsa vakıf sahih olmaz; çünkü bu, kişinin kendisine vakıf yapmasıdır.

 

> Kişi, mülkünü normal şartlarda hayatta kalamayacağı bir süre için taksitli olarak kiraya verse daha sonra da bu mülkü vakfetse vakıf sahih olur. İbnü's-Salah ve başkalarının fetvasına göre bu durumda ücret üzerinde tasarrufta bulunabilir. Vakıf işleminden sonra mülkü kiracıya kiralayarak ücret üzerinde tek başına zilyed olması ve kiracıdan olan alacağını riske atmaktan emin olması ihtiyata daha uygundur.

 

> Kişi, zamanımızda uygulandığı üzere, bunun sahih olduğu görüşünde olan bir hakime götürse bu durumda hakimin verdiği hüküm bozulmaz.

 

27. Kişi kendisi adına vakıftan alınacak bir maddı gelirle hac yapılması için vakıfta bulunsa Maverdl'nin belirttiğine göre bu vakıf caiz olur. Bu, kişinin kendisine vakıf ta bulunması anlamına gelmez; çünkü kişi vakfın gelirinden herhangi bir şeye sahip değildir. Şayet bu kişi irtidat ederse vakfın gelirinin hacca harcanması caiz olmaz, bu gelir fakirlere hacanır.

Şayet yeniden Müslümanlığa dönerse vakıftan alınacak bir maddı bedelle onun adına hac yapılır.

 

Kişi, kendisi adına vakıftan alınacak bir bedel karşılığında cihada çıkılması şartıyla vakıf ta bulunsa bu caiz olur. Şayet irtidat ederse vakıf bulunduğu hal üzere kalır; çünkü haccın aksine mürtedin cihadı sahihtir.

 

 

CB. GAYRİ MUAVYEN KİŞİLERE YAPILAN VAKIF

 

Bir kimse malını "kiliselerin imar edilmesi" gibi günah bir yöne vakfederse vakıf batıl olur.

 

"Fakirlere", "alimlere", "mescitlere", "medreselere" vakfetmek gibi Allah'a yaklaştırıcı bir yöne vakfederse sahih olur.

 

"Zenginlere" vakfetmede olduğu gibi Allah'a yaklaştırma amacının görülmediği bir yöne-vakfederse, daha doğru görüşe göre bu sahih olur.

 

28. Bir Müslüman veya zımmı, malını aşağıdaki yönlere vakfederse vakıf batıl olur:

 

> Kafirler ibadet edebilsin diye kilise vb. ibadethanelerinin imar edilmesi için,

> ibadethanelerinin halıları, lambaları, hizmetçileri için,

> Tevrat ve incil gibi kitapları için,

> Yol kesicilerin silahları için.

 

Bu vakıf batıldır; çünkü bu, günaha yardımcı olmaktır. Vakıf ise Allah'a yaklaşmak amacıyla meşru kılınmış bir tasarruf olup bu iki amaç birbirine zıttır.

 

Burada ilk olarak kilise yapılması ile kilisenin onarılması için -islam ülkesinde kilisenin onarılmasını yasak kabul etsek de etmesek de- vakıf ta bulunulması eşittir.

ibnü'r-Rif'a'nın "kilisenin onarılması için yapılan vakfın sahih olmaması, kilisenin onarılmasının yasak olması sebebiyledir" şeklindeki kaydı dikkate alınmaz.

 

Subki şöyle demiştir: Bu büyük bir hatadır; zira alimler kiliselerin Hz. Peygamber (s.a.v.) dönemi öncesinden geliyor olsa bile onlara vakıf ta bulunmanın batıl olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Kiliseterin kendisi, lambaları, halıları için bile vakıf yapılmasını sahih kabul etmediğimiz halde anarılması için vakıf ta bulunmayı nasıl sahih kabul edebiliriz!

 

Zımmi'nin kiliseler için vakıfta bulunmasını batıl kabul ettiğimizde onlar bu durumu bizim mahkemelerimize iletmediklerinde, onların açıktan ibadet etmelerinin yasaklanmadığı durumlarda onlara ilişmeyiz. Ancak onlar durumu bize ilettiklerinde -onların kendi hakimleri tarafından geçerli sayılmış olsa bile- vakıflarının batıl olduğuna hükmederiz. Hz. Peygamber (s.a.v.)'den önce eski kiliseleri için yaptıkları vakıflara gelince bunları batıl kabul etmeyiz, kiliselerin durmasına izin verdiğimiz durumlarda bu vakıfları da geçerli kabul ederiz.

 

Gayri Müslimlerin ibadet etmek için değil de gelip geçenlerin konaklamaları için yaptıkları manastırlara gelince Zerkeşı, İbnü'r-Rif'a ve başkalarının belirttiğine göre -tıpkı vasiyetin caiz olması gibi- bu da caizdir.

 

29. Kişi, "fakirlere", "alimlere", "Kur'an okuyan kimselere", "mücahiHere", "mescitlere", "Kabe'ye", "sınır karakollarına", "medreselere" , "sınırlardaki kalelere", "ölülerin kefenlenmesi için" vb. gibi Allah'a yaklaşma kastının açıkça anlaşıldığı bir yöne vakıf ta bulunsa, vakıf konusundaki delillerin genelolması sebebiyle bu vakıflar da sahih olur.

 

Not:       a. Rafil'nin "zekatın taksim edilmesi" konusundaki görüşlerinden ilk anda şu anlaşılmaktadır: "Zekattaki "fakir" ne anlam ifade ediyorsa vakıftaki de aynı anlama gelir. Birinin zekatı almasını ne engelliyorsa aynı durum vakfa da engel olur." Buna göre, "fakirlere" yapılmış bir vakfın "miskinlere" sarfedilmesi de caizdir.

 

b. Er-Ravda'nın bu konusunun sonunda şöyle denilmiştir: "Daha doğru görüşe göre fakirlere vakfedilmiş olan maldan, kocası tarafından masrafları karşılanan fakir kadına ve babası tarafından nafakası karşılanan fakir kimseye nafaka verilmez."

 

c. "Alimler" ile kastedilen er-Ravda'da belirtildiği üzere dinı ilimlerle uğraşan kimselerdir.

 

d. "Fakihlere" yapılan vakfın kapsamına, az da olsa fıkıh ilmini tahsil edebilecek bir ön bilgiyi edinmiş kimseler girer. Ancak fıkıh tahsiline başlayalı bir ay vb. zaman geçmiş yeni öğrenciler girmez. Bu ikisinin arasında yer alanlara ilişkin farklı dereceler söz konusu olup müftü bu gibilerinin fakih kapsamına girip girmediğini belirlemek için ictihad eder.

Nevevi'nin Gazali'den naklettiğine göre orta seviyede olan kimse için vera'ya uygun olan davranış bu vakıf malından uzak durmaktır.

 

e. "Fıkıh tahsil edenlere" yapılan vakfın kapsamına; gerek yeni başlamış olsun gerekse eskiden beri bu işle iştigal ediyor olsun fıkıhla uğraşan herkes girer.

 

f. "Sufilere" yapılan vakfın kapsamına vakitlerinin çoğunu ibadetle geçiren ve dünyadan el etek çekmiş zahid kimseler girer. Bunlardan herhangi biri ni sap miktarından az mala sahip olsa veya geliri giderini karşılayamayacak şekilde bir gelire sahip de olsa vakfın kapsamına girer. Bu kişi arasıra dükkan gibi bir yer dışında dikiş yapma ve dokuma işiyle uğraşsa veya ders verse, vaaz etse yahut çalışıp kazanma gücüne sahip olsa yahut herhangi bir şeyh tarafından kendisine hırka giydirilmemiş olsa bile hüküm böyledir.

Bunlardan hiçbiri kişinin sufi olmasına zarar vermez. Ancak kişinin açıkta bir serveti varsa o zaman durum farklı olur. Sufilerden sayılmak için yukarıda geçen özellikler yanında kişinin onların kıyafetine bürünmesi veya onlarla içli dışlı olması da yeterlidir.

 

g. "İyilik / hayırlsevap yolunda" yapılan vakfın kapsamına vakıf yapan kişinin akrabaları da girer. Şayet akrabaları yoksa, zekat memurları ve kalpleri İslam'a ısındırılmak istenenler dışındaki zekat alacaklıları da girer.

 

h. "Allah yolunda olanlara" şeklinde yapılan vakfın kapsamına, zekat alacaklıları arasında yer alan gaziler girer. Şayet kişi "Allah yolunda olanlar ve iyilik uğrundalsevap uğrunda" şeklinde bir vakıf ta bulunursa vakfın üçte biri gazilere, üçte biri vakfeden kişinin akrabalarına üçte biri de memurlar ve kalpleri İslam'a ısındırılmak istenenler dışındaki zekat alacaklılarına verilir.

 

30. Kişi, "zenginlere", "zimmet ehline", "fasıklara" mal vakfetmek suretiyle, Allah'a yaklaşma amacının açıkça görülmediği bir vakıf işlemi yapsa [bu işlem sahih olur mu? Bu konuda mezhep içinde üç görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru görüşe göre "vakfın bir temlik olduğu" görüşüne nazaran bu sahih olur.

 

[İkinci görüş]

 

Vakıfta "Allah'a yaklaşma amacının" öne çıkması sebebiyle [bu amacın görülmediği böyle bir vakıf] sahih olmaz.

 

[Üçüncü görüş]

 

Zenginlere yapılan vakıf sahih olmakla birlikte ehl-i zimmet ve fasıklara yapılan vakıf batıldır. Nevevl'nin [Allah'a yaklaşma amacının açıkça görülmediği vakıftan bahsederken] zenginleri örnek vermesi de bunu göstermektedir. Rafii eş-Şerhu'l-Kebir'de "alimlerin çoğunluğunun görüşüne uygun olan, vakfın bir temlik olmasıdır. Buna göre söz konusu şahıslara -yani zenginlere, ehl-i zimmete ve fas ıkı ara- yapılan vakıf sahih olur" dedikten sonra bu görüşü güzel bulmuştur. İtimad edilmesi gereken görüş de budur. Bu yüzden ben Nevevl'nin ifadesine bunları da ekledim.

 

Yahudi ve Hristiyanlara yapılan vakfın sahih olduğunu açıkça ifade edenler arasında el-Havi adlı eserinde Maverdi ve Şerhu'l-Kifaye adlı eserinde Saymeri yer almaktadır. Eş-Şamil, el-Bahr ve et- Tetimme adlı eserlerde zikredilen de budur. Çünkü bu şahıslara sadaka vermek caizdir.

 

Not:       a. Alimler, zenginlere bir vakıf yapılması durumunda bu vakıftan yararlanmak için sahip olunması gereken zenginliğin ölçüsünün ne olduğunu belirtmemişlerdir. Ezrai şöyle demiştir: "Bu konuda en mantıklı görüş örfü esas almaktır." Başkaları "ya malik olması veya güçlü kuvvetli olup kazanabilecek durumda olması yahut da nafakasını başkasının vermesi dolayısıyla ihtiyaç içinde olmaması gibi sebeplerle sadaka almayı haram kılacak derecede zenginliktir" demişlerdir. Bu görüş daha uygundur.

 

b. Bir kimse "zenginlere" vakıfta bulunmuş olsa, bir şahıs da zengin olduğunu iddia etse, bir delil olmadıkça sözü kabul edilmez. Bunun aksine bir kimse "fakirlere" vakıf ta bulunmuş olsa, bir şahıs da fakir olduğunu iddia etse, o kişinin malı bulunduğu bilinmiyor ise delilsiz olarak onun sözü kabul edilir. Her iki durumda da aslı prensipten hareket edilmiştir.

 

c. Nevevl'nin sözünden anlaşıldığına göre vakfın sahih olması için şart olan şey Allah'a yaklaşma amacının açıkça görülmesi değil, günah bir durumun olmamasıdır.

 

[İtiraz]: Daha önce geçtiği üzere sahipsiz kuşların yemini temin etmek üzere yapılan vakıf sahih değildir. Oysa bunda günah bir durum söz konusu olmadığı gibi aksine Allah'a yaklaşma söz konusudur. Rivayette yer aldığına göre "ciğer taşıyan hercanlıyayapılan iyilikten ötürüsevapvardır. "(Müslim, selam 5820)

 

[Cevap]: Vakfın batılolması bu açıdan olmayıp kuşların mülk edinmeye ehil olmamalarından kaynaklanmaktadır.

 

d. er-Ravda'nın bu konusunun sonunda belirtildiğine göre mescidi süslemek ve nakış yapmak üzere vakıfta bulunmak sahih değildir.

 

e. Kabirleri imar etmek üzere vakıf ta bulunmak da sahih değildir; çünkü ölüler ileride çürüyecek olduğundan onların kabirlerinin imar edilmesi uygun düşmez.

 

İsnevi şöyle demiştir: "Tıpkı vasiyet konusunda olduğu gibi burada da peygamberlerin, alimlerin ve salihlerin kabirlerinin istisna edilmesi uygundur."

 

ez-Zehair adlı eserin yazarı [İsnevı'nin bu görüşü hakkında] şöyle demiştir: "Bu, kabirlerin üzerlerine kubbeler ve köprüler yapmakla ilgili olup bizatihi kabirleri inşa etmekle ilgili değildir. zira bu konuda yasak bulunmaktadır. "

 

Zahir olan görüş de budur.

 

f. Bir bölgede yapılacak masrafların karşılanması için devlet başkanı tarafından vakıf yapılması sahihtir. Yine bir kimsenin bir kervansaraya "burada konaklayanlar sütünden içsin" diye veya "yavruları satılıp da elde edilen para kervansarayın yararı için harcansın" diye inek vb. şeylerin vakfedilmesi sahihtir. Şayet kişi herhangi bir şey zikretmeksizin vakıfta bulunursa Kaffal şöyle demiştir: "Kişinin bu vakıfla yukarıdaki amaçları kastettiğini bilse k bile vakıf sahih olmaz; çünkü dikkate alınması gereken şey kullanılan sözlü ifadedir.

 

Ezrai şöyle demiştir: Anlaşıldığı kadarıyla Kaffal bu görüşünü, kendisinin benimsediği şu ilkeye dayandırmıştır: "Bir kimse belirli bir mescide bir şey vakfetse, vakfın gelirinin mescidin hangi işi için harcanacağını belirtmezse vakıf sahih olmaz." Alimlerin çoğunluğunun bu konudaki ilkesi ise buna aykırıdır.

 

Hocamız Zekeriya el-Ensarı'nin belirttiğine göre bu konuda da itimad edilmesi gereken görüş bunun sahih olduğudur.

 

 

D. VAKFETME İŞLEMİNE DAİR SÖZLÜ İRADE BEYANINA İLİŞKİN ŞARTLAR

 

Vakıf işlemi ancak sözlü irade beyanı ile geçerli olur.

 

Vakıf işlemi yapmada kullanılan sarih irade beyanı şunlardır:

 

> Şunu vakfettim.

> Arazim şu kişiye vakfedilmiştir.

> "Allah yoluna ait kılmak" ve "hapsetmek / alıkoymak" gibi ifadeler, doğru olan görüşe göre vakıf yapmada kullanılan sarih ifadelerdendir.

 

> Kişi "Ben şunu haram kılınmış bir sadaka olarak tasadduk ettim", "vakfedilmiş sadaka olarak tasadduk ettim", "satılmayacak hibe edilmeyecek bir sadaka olarak tasadduk ettim" dese daha doğru görüşe göre sarih irade beyanında bulunmuş olur.

 

Kişi yalnızca "tasadduk ettim" derse, vakfetmeye niyet etmiş olsa bile vakıf konusunda sarih irade beyanında bulunmamış olur. Ancak tasadduku umumı bir yöne ait kılıp vakfa niyet ederse o durumda vakfetme konusunda sarih irade beyanı olmuş olur.

 

Daha doğru görüşe göre;

 

Kişinin "bu malı haram kıldım", "bu malı ebedı kıldım" gibi ifadeleri vakfetme işlemi konusunda sarih kabul edilmez.

 

Kişi "bu araziyi mescit kıldım" dediğinde orası mescit olmuş olur. Belirli bir şahsa yapılan vakıf ta o şahsın bunu kabul etmesi şarttır, reddederse -kabulü şart kabul etsek de etmesek de- vakıf geçersiz olur.

 

DA. SÖZLÜ İRADE BEYANlNIN GEREKLİLİĞİ

DB. SARİH İRADE BEYANI

DC. SARİH Mİ KİNAYE Mİ OLDUĞU KONUSUNDA İHTİLAF EDİLEN SÖZLÜ İFADELER

DD. VAKIF YAPILAN KİMSENİN VAKFI KABUL ETMESİ

 

DA. SÖZLÜ İRADE BEYANlNIN GEREKLİLİĞİ

 

31. Konuşabilecek durumda olan bir kimsenin vakıf işlemi -tıpkı az at işlemi ve diğer temlik işlemlerinde olduğu gibi hatta bunlardan da öte- ancak vakfetme amacını gösteren sözlü bir irade beyanı ile olur.

 

Dilsiz bir kimsenin başkaları tarafından anlaşılabilen işareti ve yazısı da aynı anlamdadır. Yine konuşabilecek durumda olan bir kimsenin, -tıpkı satım akdinde olduğu gibi hatta ondan da öncelikli olarak- vakfa niyet ederek bunu yazması yoluyla da vakıf sahih olur.

 

Not:  Vakfın sözlü irade beyanı ile yapılmasının gerekli oluşundan şu durum istisna edilir: Bir kimse ölü bir arazide bir mescit inşa ederek burayı mescit yapmaya niyet etse burası mescit olur ve sözlü irade beyanına gerek olmaz. El-Kifaye yazarı bunu Maverdl'ye tabi olarak belirtmiştir; çünkü burada niyetle birlikte hil, sözlü ifadeye gerek bırakmamaktadır.

Subki bunun gerekçesini şu şekilde ortaya koymuştur: "Ölü arazi, orayı mescit yaparak ihya eden kimsenin mülkiyetine girmemiştir. Sözlü ifadeye ancak bir kimsenin mülkünde olan şeyi ondan dışarı çıkarmak için ihtiyaç duyulur. Burada bina için mescid hükmü tabi olarak gerçekleşmiştir."

 

İsnevi şöyle demiştir: Buna kıyasla söz konusu hüküm medreseler, kervansaraylar vb. şeyler hakkında da geçerli olur. Rafii'nin "ölü arazilerin ihya edilmesi" konusundaki ifadesi de bunu göstermektedir.

 

Hocamız Zekeriya el-Ensari'nin de dediği üzere zahir olan şudur: Bir kimse, "burada itikaf yapılmasına izin verdim" dese orası bu sözle mescide dönüşür; çünkü namazın aksine itikaf sadece mescitte yapılırsa sahih olur.

 

34. Vakıf işlemini yapan kişinin sözlü irade beyanı sarih bir şekilde olabileceği gibi kinaye şeklinde de olabilir. Nevevi bunları sırayla ele almıştır.

 

 

DB. SARİH İRADE BEYANI

 

Bir vakıf işleminde [vakfetme iradesini açıkça gösteren] satıh irade beyanları şu şekilde olabilir:

 

> "Şu malı şuna vakfettim." Şayet kişi "şuna vakfettim" demezse vakıf sahih olmaz.

> "Arazim şu kişiye vakfedilmiştir." Bu ifadenin vakıf yapmak için kullanımı hem dilde hem de halk arasında yaygın olduğu için bu sarıhtir. Nevevi, bu konuda fiil ile fiilden türemiş isim arasında bir fark olmadığını belirtmek üzere [ism-i mef'Cıl formunda] "vakfedilmiştir" ifadesini kullanmıştır.

 

> Doğru görüşe göre "Allah yoluna ait kılmak", "Allah yolunda alıkoymak / hapsetmek" ifadeleri de vakfetme iradesini açık olarak gösteren sözlerden kabul edilir. Çünkü bunlar fıkıh terminolojisinde sıklıkla [vakıf işlemi için] kullanılmakta ve halk arasında da yaygın bulunmaktadır. Bunu Mütevelli belirtmiştir. Nitekim sahabenin yaptığı vakıflar sadece bu sözlerle nakledilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise bu ifadeler [vakıf işlemini açık olarak göstermeyen] kinaye [üstü kapalı] ifadelerdir; çünkü ;'vakıf" sözcüğü kadar yaygın değildir.

 

> Daha doğru olan -ve el-Ümm'de de açıkça ifade edilen- görüşe göre bir kimse "bunu haram kılınmış bir sadaka olarak tasadduk ettim", "vakfedilmiş bir sadaka olarak tasadduk ettim" veya "Satılmayacak ve hibe edilmeyecek bir sadaka olarak tasadduk ettim" dese, vakıf işlemini açıkça ifade eden bir söz kullanmış kabul edilir; çünkü "tasadduk" sözcüğü ile birlikte kullanılan diğer ifadeler vakıftan başka şekilde yorumlanamaz. Bu, başka ifadelerin eklenmesiyle sarıh özelliği kazanan bir sözcüktür. Yukarıdaki ifadeler ise doğrudan kendileri sarıh olan sözcüklerdir. Diğer bir görüşe göre ise bu ifadeler salt temlike de yorulabileceğinden kinayedir.

 

Not: Nevevi'nin "vb." ifadesiyle "ve hibe edilmemek" ifadesi pekiştirme için söylenmiş kabul edilir. Aksi takdirde bu Si fatlarda yalnızca birisi yeterlidir. Nitekim RAyani ve başkaları bu görüşü tercih etmiş, İbnü'r-Rif'a ise bunu tek görüş olarak aktarmıştır.

 

Nevevi önce "benim arazim vakfedilmiştir" ifadesinin vakıf işlemini açıkça ifade ettiği konusunda tek görüş nakledip, "vakfedilmiş bir sadaka" ifadesi konusunda ise görüş ayrılığının bulunduğuna dair bir nakilde bulunmuştur. İşte Subki bunu problemli görmüş ve şunları söylemiştir: "Bu ifade ye başka hususlar eklendiğinde ifade pekişmiş kabul edifeceğine göre bu konuda görüş ayrılığının ortaya çıkması nasıl mümkün olabilir? Şayet bizzat Nevevi'nin el yazısına dayanmamış olsaydım ve elimde onun kaleminden ÇıkmıŞ el-Minhac metni bulunmamış olsaydı "vakfedilmiştir (mevkOfel" kelimesinin yerinde "ebedi kılınmıştır (müebbedel" kelimesinin olması gerektiğini söylerdim. Nitekim alimlerimizin çoğunluğu İmam Şafii (r.a.)'ye tabi olarak bunu zikretmişlerdir."

 

İbnü'n-Nakib şöyle demiştir: "Ancak burada görüş ayrılığı başka bir husus dolayısıyla nakledilmiştir. Çünkü "vakıf" sözcüğünün sarih olduğu konusunda tek bir görüş vardır. Yanına başka sözcüklerin eklenmesi durumunda da bu devam ettirilmişse de bu zayıftır. Yani bu, "daha doğru görüş" oyarak zikredilmeye uygun düşmemektedir.

 

Başkaları ise şöyle demiştir: Aslında burada, İmam Şafii (r.a.)'nin ve alimlerimizin çoğunluğunun ifadelerinde yer alan "müebbede (ebedi kılınmıştır)" ifadesi yazılmak istenirken yanlışlıkla "MevkOfe (vakfedilmiştir)" sözcüğü yazılmıştır.

 

[İtiraz]: Doğru görüşe göre "haram kılmak" ifadesi, kinaye [üstü kapalı] bir sözcüktür. Kural gereği kinCiye bir sözcüğe ondan ne kastedildiğini gösteren bazı sözcüklerin bitişmesi durumunda o sözcük kinaye olmaktan çıkmaz. Nitekim kişi "sen bana haram bir şekilde bain oldun, dolayısıyla ebediyen bana helal olmazsın" dediğinde [buradaki haram ifadesi, kendisine bitişen sözcüklerle bain talakı ifade eder hale gelmiştir, ancak bu sözcük kinaye olmaktan çıkmamıştır.] Bizim meselemiz de boşama konusunda olduğu gibi olmalıdır.

 

[Cevap]:       1. Boşama işlemini açık olarak ifade eden sözcüklerin sayısı sınırlı olduğu halde vakıf öyle değildir.

 

2. "Haram bir şekilde bain oldun, dolayısıyla ebediyen bana helal olmazsın" ifadesi yalnızca boşamaya özgü olmayıp fesih işlemleri de bunun kapsamına girer. Vakıf sözcüğüne eklenen fazla sözcükler ise yalnızca vakfa özgüdür.

 

3. "Tasadduk ettim" ifadesi, kişinin tasadduka konu olan mal üzerindeki mülkiyetinin ortadan kalkmasını gerektirir. Bunun iki yorumu vardır: Ya mülkiyete ihtimali bulunan sadaka veyahut da vakıf olan sadaka. Boşama konusunun aksine burada kişinin fazladan söylediği sözcükler bu sözün ikinci anlama yorulmasını zorunlu kılmaktadır.

 

35. Kişi yalnızca "tasadduk ettim" derse bu ifade vakıf yapma konusunda açık bir ifade kabul edilmez ve bununla -kişi vakfetmeyi kastetmiş olsa bile- vakıf işlemi gerçekleşmez; çünkü bu sözcük farz olan sadaka [yani zekat], nafile sadaka ve vakıf gibi anlamlara gelebilmektedir. Ancak kişi ["tasadduk ettim" ifadesinin yanına] "fakirler" vb. ifadeler kullanarak [sadakanın verileceği] genel bir yön belirtir ve bununla da vakfa niyet ederse vakıf gerçekleşir. Nevevl'nin ifadesinden anlaşıldığına göre bu durumda bu ifade sarıh bir hale dönmüş olur. Rafil kitaplarındaki ve Nevevl'nin er-Ravda'daki ifadesinden bu ifadenin sarih olmadığı anlaşılmaktadır. Kişinin sadaka sözcüğün e bunun verileceği genel bir yönü eklemesi bu sözcüğü niyetle birlikte hüküm ifade eden kinaye bir sözcüğe dönüştürmüştür. Zerkeşı'nin belirttiğine göre doğru olan da budur; çünkü sarfh bir sözcük kullanıldığında [bunun hüküm ifade etmesi içinlniyeteihtiyaç yoktur.

 

Kişi "tasadduk" sözcüğüne tek bir mana veya birden fazla mana izafe ederse doğru görüşe göre bu durumda vakıf gerçekleşmez. Aksine bu, sarıh bir sözcük kullanıldığında geçerli olur. er-Ravda ve eş-Şerhu'!-Kebir'de belirtildiğine göre bu sırf temliktir.

 

Not:  ZerkeşI'nin de belirttiği üzere yukarıdaki hükümlerin tümü dışa yansıyan durum bakımından geçerli hükümlerdir. Ancak işin içyüzü açısından bakıldığında kişi ile Allah arasındaki hüküm bakımından bu bir vakıftır. Nitekim İbnü's-Sabbağ, Selım, Mütevelll ve başkalarının da içinde yer aldığı bir grup alim bunu açık olarak ifade etmiştir.

 

 

DC. SARİH Mİ KİNAYE Mİ OLDUĞU KONUSUNDA İHTİLAF EDİLEN SÖZLÜ İFADELER

 

36. Kişi, bir malı hakkında "bu malı fakirler için [onlardan başkasına] haram kıldım" veya "fakirler için ebedı kıldım" ifadesini kullanmış olsa [bu ifadeler vakıf yapma iradesini açıkça göstermiş olur mu? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Bu ifadeler [vakıf işlemini açıkça gösteren] sarıh ifade olarak kabul edilmez, aksine bunlar kinaye [üstü kapalı] ifadelerdir. Çünkü bu iki ifade tek başlarına doğrudan kullanılmayıp yukarıda geçen diğer sözlü ifadeleri pekiştirmede kullanılır.

 

[ikinci görüş]

 

Bu ifadeler -tıpkı "Allah yoluna ait kılmak" ifadesinde olduğu gibi- vakfetme amacını yerine getirdiğinden vakıf işlemini açıkça gösteren sarıh ifadeler olarak kabul edilir.

 

Bu görüş ayrılığı [yanına başka bir sözcük eklemeksizin yalnızca] "haram kıldım", "ebedı kıldım" ifadelerinde de söz konusudur.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden vakıf işleminde kişinin "bu malı mülkiyetimden çıkardım" demesinin gerekli olmadığı anlaşılmaktadır ki -her ne kadar Cüveynı bu konuda iki ihtimalden bahsetmişse de- doğru olan budur.

 

37. Bir kimse "bu araziyi mescit kıldım" dese -bunu söylerken "Allah için" dememiş olsa bile- yalnızca bu ifadenin kullanılmasıyla arazi mescide dönüşür [mü? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır: ]

 

[Birinci görüş]

 

Yalnızca bu ifadenin kullanılmasıyla arazi mescide dönüşür; çünkü mescit ancak vakıf olabilir. Bu ise "vakıf" vb. sözcüklerin kullanılmasına gerek bırakmaz.

 

[İkinci görüş]

 

Pekçok alimimin kabul ettiği bu görüşe göre ise vakfa ilişkin herhangi bir sözcük zikredilmediğinde yalnızca yukarıdaki ifadeyi söylemek bir araziyi mescide dönüştürmez.

 

38. Kişi "bu araziyi Allah için mescit kıldım" dese oranın mescide dönüşmüş olacağı konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Yine Kadı Hüseyin'in açıkça ifade ettiğine göre kişi "bu araziyi vakıf için mescit kıldım" dese orası mescide dönüşür.

 

39. Kişi "bu araziyi namaz için vakfettim" dese, bu ifade vakıf konusunda açık bir ifade olmakla birlikte o arazinin mescit olarak vakfedilmiş olabilmesi konusunda kinaye [üstü kapalı] bir ifade kabul edilir, mescit olması için bunu söyleyen kişinin mescit vakfına niyet etmesi gerekir.

 

40. Bir kimse bir ev yaparak orada namaz kılınmasına izin verse, orada namaz kılınsa ve o kişi de burayı mescit yapmaya niyet etse bile orası mescide dönüşmez. Daha önce geçtiği üzere ölü arazide yapılan bir yerin mescit olabilmesi için orayı yapan kişinin mescit yapma niyeti yeterlidir.

 

 

DD. VAKIF YAPILAN KİMSENİN VAKFI KABUL ETMESİ

 

41. Belirli bir şahsa vakıf yapılması durumunda o kişinin bu vakfı kabul etmesi [şart mıdır? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]

 

[Birinci görüş]

 

Daha doğru görüşe göre -tıpkı hibe ve vasiyet işlemlerinde olduğu gibi- bu kişi kabulde bulunma ehliyetine sahip bir kimse ise icaba bitişik olarak kabulde bulunması şarttır. Kabulde bulunmaya elverişli değilse onun velisi kabulde bulunur.

 

Cevzi ve Fevranı bu görüşü ileri sürmüş, Cüveynı ve ona bağlı olanlar da bunu sahih kabul etmiştir. Rafit iki şerhinde bu görüşü Cüveynı ve diğerlerine nispet etmiş, el-Muharrer'de bu görüşü sahih kabul etmiş, Nevevi er-Ravda'da yalnızca bu görüşü nakletmekle yetinmiş, el-Minhac'da da bu görüşü esas almıştır.

 

[İkinci görüş]

 

Kabul şart değildir. Vakıf yapılan kişinin vakfedilen şeyin menfaatini hak etmesi, kölenin azat işlemi sonucunda kendi emeği / işgücü üzerinde hak sahibi olması gibidir.

 

Subki şöyle demiştir: İmam Şafii (r.a.)'nin birden çok yerdeki ifadesinden anlaşılan da budur.

 

Şeyh Ebu Hamid, Selım, Maverdı bu görüşü tercih ettikleri gibi Nevevi de er-Ravda'nın "hırsızlık" bölümünde bu görüşü tercih et-miş, Şerhu'l-Vasit adlı eserde de bunu İmam Şafii (r.a.)'den nakletmiştir. İbnü's-Salah bu görüşü tercih etmiş, Hocamız Zekeriya elEnsarı de Menhecü't-tullab adlı eserinde bu görüşü esas almıştır.

 

İsnevı el-Mühimmat adlı eserinde şöyle demiştir: Rafi!'nin şu sözü de bununla uyumludur: "Bir cariyenin sahibi cariyenin kocası hakkında: Karısını ona vakfettim, dese nikah akdi fesholur."

 

El-Vaslt adlı eserde şöyle denilmiştir: Rafii'nin nüshasında benim gördüğüm ifade "bir cariyenin sahibi kocasına karısını vakfetse nikah akdi fesholur" şeklindedir.

 

Doğru olan, vakıf yapan kişinin bu ifadeyi söylemesidir. Yani önceki ifadenin aksine vakıf işlemi kap ve kabul ile tamamlanır, zira nikah akdi vakfeden kimsenin "ona karısın vakfettim" ifadesiyle doğrudan fesholmaktadır. Bu görüş, vakıf yapılan kişinin kabulünün gerekmediği görüşüne dayalıdır.

 

Özetle söyleyecek olursak birinci görüş itimad edilen görüştür. Vakıf işleminin köle azadına kıyaslanması doğru değildir; çünkü köle azadı, kölenin reddetmesiyle ortadan kalkmaz, akdi ifsad eden şartlarla batıl hale gelmez. Vakıf işlemi ise "vakfedilen malın mülkiyeti Allah'a intikal eder" görüşünü savunanların ittifakıyla bundan farklıdır.

 

Buna göre kişi, malvarlığının üçte birinin kapsamında bulunan bir şeyi, malı elinde bulunduran oğluna vakfetse, alimlerin "vasiyet" konusundaki ifadelerinden anlaşıldığına göre doğrudan vakıf sözcüğünün kullanılmasıyla vakıf işlemi bağlayıcı hale gelir. Cüveynı bunu açık olarak ifade etmiştir.

 

Kabulün şart olduğu görüşü esas alındığında mezhepte esas alınan rivayete göre vakfedilen şeyin teslim alınması şart değildir. Cevzı bu konuda aykırı bir görüş belirtmiş ve muayyen bir şahsa yapılan vakıf işleminde bunun şart olup olmadığı konusunda iki görüş bulunduğunu nakletmiştir.

 

Not:       a. Nevevl'nin ifadesinden, kendisine vakıf yapılan ikinci ve üçüncü batından kişilerin kabulde bulunmasının şart olduğu görüşünün tercih edildiği gibi bir anlam anlaşılmaktadır; çünkü onlar vakfedilen malı, vakfeden kişiden almaktadırlar.

 

Subki şöyle demiştir: İmam Şafii (r.a.)'nin ve mezhebimiz alimlerinin ifadesinden şu anlaşılmaktadır -ki doğru olan görüş de budur-:

 

a) Birinci batından olanların kabulünü şart görsek bile sonraki batından olanların kabulü şart değildir.

 

b) ilk batından olan şahısların vakfı reddetmeSiyle vakıf reddedilmiş olacağı gibi sonrakilerin red di yle de reddedilmiş olur.

 

İbnü'l-Mukri bu görüşü benimsemiştir. Buna göre sonraki batından olanlar vakfı reddederse vakıf "ortası kesik" olur, ilk batındakiler reddederse batıl olur. Nitekim vasiyet ve vekalette de böyledir.

 

Kişi "fakirler" gibi umumı bir yöne yahut "bir mescide" vb. şeylere vakıfta bulunsa bunda kabul mümkün olmadığından kabulün şart olmadığı ittifakla kabul edilmiştir.

 

[Soru]: Hakim, kısasın uygulanması konusunda Müs]ümanlar adına bir temsilci (vekil) tayin ettiği gibi niçin burada da kendisine vakıf yapılanlar adına kabulde bulunmak üzere bir temsilci tayin etmemektedir?

 

[Cevap]: Kısası uygulayacak bir kimsenin bulunması şart olduğundan bu konuda bir vekilltemsilci belirlenmesi şarttır. Vakıf ise böyle değildir.

 

Mescid için bir şey vakfedildiğinde mescidin nazınnın kabulde bulunmasını alimler şart koşmadıkları halde mescide bir bağışta bulunulduğunda nazırın kabulde bulunmasını ve teslim almasını şart koşmuşlardır. Bu, çocuğa bir şey hibe edilmesi gibidir. Kişinin "bunu mescide ait kıldım" ifadesi vakıf değil temlikten kinayedir, dolayısıyla mescidin nazırın kabulde bulunması ve teslim alması şarttır.

 

42. Belirli bir şahsa yapılan vakıf ta -tıpkı vasiyet ve vekalette olduğu gibi- onun kabulde bulunmasını ister şart olarak kabul edelim isterse kabul etmeyelim bu şahıs, vakfedilen şeyi almayı reddettiği nde vakfedilen şey üzerindeki hakkı geçersiz hale gelir. Reddettikten sonra görüşünü değiştirse bile vakıf onun olmaz. Ruyani'nin "vakfın başkasına verilmesi konusunda hakim hüküm vermeden önce bu kişi görüşünden dönerse vakıf malı kendisine dönmüş olur" görüşü Ezrai'nin de belirttiği üzere kabul edilemez.

 

Bir kimse, terikeyi elinde bulunduran mirasçısına bir şey vakfetse ve vakfettiği şey de terikenin üçte biri kapsamında yer alsa bu bağlayıcı olur, mirasçının reddetmeSiyle batıl hale gelmez. Bunu Rafii ve Nevevi "vasiyetler" bölümünde Cüveyni'den nakletmişlerdir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN