MUĞNİ’L-MUHTAC

FE’Y VE GANİMET

 

B. GANİMET

 

Bu bölümde ganimet ve onunla ilişkili hususlar ele alınacaktır.

 

Ganimet, kafirlerden savaşmak ve [ya] at sürmek sebebiyle elde edilen maldır.

 

Ganimet içinden öncelikle savaşta adam öldüren kişiye, öldürdüğü şahsın üzerinden çıkanlar (seleb) verilir. Bunlar, öldürülen kimsenin elbisesi, ayakkabıları, bacağına giydiği örtü, zırh ve silah gibi savaş aletleri, binek, eyer ve semer gibi şeylerdir.

 

Daha güçlü görüşe göre bilezik, kemer, yüzük ve yanında bulunan nafaka, beraberinde götürülen binek hayvanı da böyledir. Mezhepte esas alınan görüşe göre ata bağlanmış olan çanta bu kapsamda değildir.

 

Bir kimse, öldürdüğü şahsın üzerinden çıkan yukarıdaki şeylere ancak, savaş halinde bir katirin şerrini def etmek üzere kendisini riske attığında hak kazanır. Buna göre kişi bir kaleden veya saftan atış yapsa yahut uyuyan bir kimseyi veya esiri öldürse yahut da kafirler yenildikten sonra bir kafiri öldürse kendisine bunlar verilmez.

 

Katirin şerrini def etmek; onun iki gözünü çıkarmak, iki el ve ayağını kopartmak suretiyle katir şahsı kendini savunamaz hale getirmektir. Daha güçlü görüşe göre katiri esir etse veya iki elini veya iki ayağını koparsa da böyledir.

 

Meşhur görüşe göre katirin üzerinden çıkan eşya beşe bölünmez.

 

Katirin üzerinde çıkan şeylin, onu öldüren şahsa verilmesinıden sonra [geriye kalan malların] koruma, nakletme vb. fiiller için yapılan masraflar için kullanılacak mallar ayrılır.

Daha sonra kalan ganimet beşe bölünür:

 

Bunun beşte biri feydeki beşte birlik payı alan kimselere daha önce belirtildiği şekilde taksim edilir.

 

Şayet devlet başkanı, bu savaşta elde edilecek ganimetler içinden [bir kısmını, "nefel" adı verilen bir uygulamaya göre, savaşta kahramanlık gösterenlere vereceğini vaad ederse] daha dOğru görüşe göre nefel Müslümanların maslahatları için ayrılmış olan yirmibeşte birden verilir. Devlet başkanının, elinde Müslümanların maslahatları için harcanmak üzere bekletilen hazır maldan bunu vermesi de caizdir. "Nefel", devlet başkanı veya komutanın düşmana zarar veren kimselere vermeyi şart koştuğu [vaad ettiği] ziyade paydır. Bunun miktarı konusunda devlet başkanı ictihadda bulunur.

 

Ganimetin beşte dördü, gerek gayri menkul gerekse menkul şeklinde olsun ganimet elde eden kimselere aittir. Bunlar da bilfiil savaşmamış olsalar bile savaşmak niyetiyle savaş meydanına gelen kimselerdir.

 

Savaşın bitmesinden sonra gelenlere ganimetten herhangi bir şey yoktur. Mala el koymadan önce gelenler konusunda ise [bunların ganimetten pay alabileceğine dair] mezhep içinde bir görüş bulunmaktadır.

 

Ganimet elde edenler içinden bazıları savaşın bitmesi ve malın ele geçirilmesinden sonra ölse, onun hakkı mirasçısına ait olur. Daha doğru görüşe göre savaş bittiği halde mala el konulmadan önce ölenlerin hakkı da böyledir.

 

Kişi savaşta ölürse, mezhepte esas alınan görüşe göre kendisine herhangi bir şey verilmez.

 

Daha güçlü görüşe göre [ordu ile birlikte bulunan ve] hayvanlan idare etmek ve eşyalan korumak üzere ücretle tutulan kişi, tacir, meslek erbabı gibi kimseler savaş yaptıklarında kendilerine ganimetten pay verilir.

 

Piyadeye bir pay, süvariye üç pay verilir. [Süvarinin] atı Arap olsun olmasın yalnızca bir at için pay verilir. Deve veya başka hayvanlar için pay verilmez.

 

Zayıf olan ve [savaşmak için] yeterli olmayan at için pay verilmez. Bir görüşe göre ise komutanın böyle bir hayvanı savaşa getirmeyi yasakladığı bilinmiyorsa bunun için pay verilir.

 

Köle, çocuk, zımmı gibi kimseler savaşta hazır bulunurlarsa onlara, [savaşanlara verildiği gibi tam bir pay verilmez, sadece] bahşiş [radh] verilir. Radh, ganimetteki bir payın altında olan ve miktarını devlet başkanının ictihadla belirlediği bir ödenektir. Daha güçlü görüşe göre bu [ödenek], ganimetin beşte dördü içinden ödenir.

 

Ben [Nevevi] derim ki: Doğru görüşe göre zımmıye ancak savaşa ücretsiz olarak ve devlet başkanının izniyle katıldığında bahşiş verilir. En doğrusunu Allah bilir.

 

63. "Ganimet" kelimesi, bu bölümün en başında geçtiği üzere sözlükte "karıkazanç" anlamına gelir.

 

Ganimetin fıkıh terminolojisindeki anlamı ise şudur:

 

Aslen kafir olan harbılerin kendi mallarından, bizim onlarla yaptığımız savaş sonucunda yahut -savaşta onların yenilmesinden sonra olsa bile- onlar üzerine at ve deve sürme sonucunda yahut iki saf karşılaştığnda silahlar çekilmeden önce elde ettiğimiz mal ve [malolarak kabul edilmese bile şer'an] dokunulmazlığı bulunan şarap gibi şeylerdir.

 

64. Düşmanla aramızdaki savaş devam ederken onlardan çalınan, kaçırılan, bulunan, onlar tarafından bize hediye edilen veya sulh bedeli olarak verilen şeyler de ganimet kapsamında yer alır.

 

65. Şunların ise fey mi yoksa ganimet mi sayılacağı konusunda mezhep içinde iki görüş vardır: Bir harbı bir Müslüman veya zımm'fye malını rehin verdikten sonra borcunu ödemiş olsa bu rehin ganimet mi yoksa fey mi olur?

 

> Bir harbı bir Müslüman veya zımmıye malını kiraya verdikten sonra kira akdi sona erse bu mal ganimet mi yoksa fey midir?

 

ZerkeşI'nin belirttiğine göre iki görüş içinden ikincisi [yani bunların ganimet olması görüşü] daha uygundur.

 

66. Yukarıdaki ganimet tanımını düz olarak işlettiğimizde şu husus [tanımın mani olmasına yönelik] itiraza sebep olmaktadır: Düşmanın ülkesini ele geçirmemiz ve orduyu onların topraklarına konuşlandırmamız sebebiyle düşmanın terk ettiği mallar, CüveynI'ye göre iki görüşten daha doğru olanına göre burada at sürme fiili bulunduğu halde ganimet değildir.

 

Tanımı tersine işlettiğimizde ise şu husus [tanımın cami olmasına yönelik] itiraza sebep olmaktadır: Düşmandan hırsızlık vb. yollarla alınan mallar da -yukarıda geçtiği üzere- ganimet kapsamındadır. [Oysa söz konusu tanım, bunları kapsamamaktadır.]

 

67. Tanımda zikredilen kayıtlar sebebiyle;

 

> Zimmet ehlinin ehl-i harp ile savaş yaparak elde ettiği mallar dışarıda bırakılmıştır. İmam Şafii' nin açık ifadesine göre bunlar ganimet olmadığından bu mallar onların elinden alınmaz.

 

> Mürtedin [devlet tarafından el konularak] alınan terikesi de ganimet kapsamından çıkmıştır; çünkü bu, -daha önce geçtiği üzere- ganimet değil fey' dir.

 

> Zımmılerden alınan cizye gibi vergiler de [ganimet değil] feydir.

 

68. Zımmıler bir Müslümandan veya bir zımmıden yahut başka birinden haksız yere bir şeyalmış olsa ve biz de bunu kendisinin elinden alsak, ona malik olamayız.

 

69. Bir zımmı ve bir Müslüman [birlikte] bir ganimet elde etseler, bu ganimetin tümü mü yoksa yalnızca müslümanın payı mı beşe bölünür? Bu konuda iki görüş bulunmakta olup ikincisi daha güçlüdür. Nitekim sonrakilerden bazıları bunu tercih etmiştir.

 

70. Maverdı, "zekatların taksim edilmesi" konusunda, kendisine davet ulaşmamış kimsenin malının ganimet olarak alınamayacağını açık olarak ifade etmiştir.

 

[Maverdl' nin] bu [ifadesindeki kişi], hak bir dine bağlı olup da kendisine Hz. Peygamber (s.a.v.)'in daveti ulaşmamış yahut hiçbir tebliğ ulaşmamış kimse olarak yorumlanır.

 

Şayet kişi batıl bir dine bağlanmış sa o zaman Maverdi'nin ifadesi onun hakkında geçerli olmaz, aksine o, diğer kafirler gibidir.

 

Not:  Nevevi'nin "ve at sürme" Hadesindeki "ve" harfi "veya" anlamında kabul edilir ki piyade olarak veya gemi savaşında elde edilen mal buna bir itiraz noktası teşkil etmesin. Zira bu durumda bir at sürme söz konusu olmadığı halde elde edilen mal ganimettir.

 

71. Bu husus anlaşıldıktan sonra [deriz ki:] ganimet malından öncelikle, [savaşta bir kafiri] öldüren müslümana o kafirin üzerinden çıkan şeyler verilir. Öldüren kişinin hür olup olmaması, erkek olup olmaması, ergin olup olmaması, devlet başkanı tarafından bu şartın ileri sürülüp sürülmemesi, öldüren kimsenin süvari olup olmaması arasında bir fark yoktur.

 

72. [*] - Bunun delili Buhar! ve Müslim'de yer alan şu hadistir: [Savaşta] kim bir [kafir] şahsı öldürürse, üzerinden çıkanlar ona ait 0IUr.(Buhari, el-Meğazı, 4321; Müslim, Cihad, 4543)

 

[*] - Ebu Davud'un rivayetine göre Ebu Talha, Hayber savaşında yirmi kişiyi öldürmüş ve üzerinden çıkanları almıştır. (Ebu Davud, Cihad, 2718)

 

Not:

a. Nevevi'nin herhangi bir kayıt zikredilmemiş olan ifadesinin kapsamından zımmı istisna edilir; çünkü o savaşa ister devlet başkanının izni ile ister izinsiz olarak katılmış olsun, öldürdüğü kimsenin üzerinden çıkanları alma hakkına sahip değildir.

 

b. Yine ganimet malı üzerinde bir payı yahut bahşiş hakkı bulunmayan kimseler içinden savaşçıların moralini bozan, yaygaracılık yapan, hainlik eden vb. kimselere de seleb verilmez.

 

c. Ezrai şöyle demiştir: Alimler Müslüman kölenin seleb üzerinde hak sahibi olduğunu mutlak olarak belirtmişlerdir. Bununla birlikte mezhepte kabul edilen görüşe göre bunun "müslümana ait köle" şeklinde kayıtlanması gerekir.

 

d. Öldürülen kimsenin, [savaşta] öldürülmesi yasaklanmış kimselerden olmaması şarttır.

Buna göre bir kimse savaşmayan bir çocuk veya kadını öldürse, kendisine seleb [ölünün üzerinden çıkan eşya] verilmez. Bunlar savaşa katılmışlarsa, daha doğru görüşe göre öldüren kişi seleb almaya hak kazanır.

 

e. Seleb almaya hak kazanmış olan bir kimse bunu almaktan yüz çevirse daha doğru görüşe göre hakkı düşmez; çünkü bu, yalnızca ona özgüdür.

 

73. Seleb, öldürülen kimsenin üzerinde bulunan elbise, ayakkabı, bacaklarına giydiği bacaklık, zırh ve silah gibi harp aletleridir. [Bunlar seleb kapsamında yer alır]; çünkü kişinin bunlar üzerinde zilyedliği söz konusu olur.

 

Not:

a. "Silah" sözcüğünün "zırh" kelimesine atfedilmesi, zırhın bir silah olmamasını gerektirir ki meşhur olan görüş de bu şekildedir. Oysa Nevevi, Müslim şerhinde bunun silah olduğu intibaını verecek açıklamalar yapmıştır.

 

Yine Nevevi'nin "elbise" kelimesinden sonra gelenleri ona atfetmesi, bunların elbiseden farklı bir şeyolmasını gerektirir. Bu, alimlerin şu görüşünün aksidir: "Bir kimse elbisesini vasiyet yoluyla birine bıraksa, bu vasiyetin kapsamına, bedenindeki her şey girer.

Ayakkabı, bacaklık ve pardesü de buna dahildir."

 

b. Düşman, silahını kölesine taşıttınyar ve ondan istediğinde silahını alabiliyorsa [bu durumda silah, sel eb kapsamına girer mi?] Cüveynı şöyle demiştir: "Silahın, kölenin yanında getirilen at gibi kabul edilmesi muhtemelolduğu gibi bunun aksi de muhtemeldir."

 

ilk ihtimal daha güçlüdür.

 

c. Öldürülen kimsenin üzerinde, normalden daha fazla silah bulunuyorsa, birazdan gelecek olan "kişinin yanında birden fazla at varsa, onu öldüren şahsa yalnızca bir tanesi verilir" şeklindeki hükme kıyasla burada da kendisine yalnızca bir silah verilir. Cüveynı şöyle demiştir: "Kişinin üzerinde birden fazla silah varsa bunlar silah değil, taşınan yük olarak değerlendirilir. "

 

ilk ihtimal daha güçlüdür.

 

74. [Selebin kapsamına] öldürülen kimsenin savaşırken üzerinde bulunduğu veya yaya olarak savaşırken dizginini elinde tuttuğu binek hayvanı da girer.

 

75. [Yine] selebin kapsamına hayvan [koşum] aletlerinden olan eyer, semer ve mahmuz girer; çünkü kişinin bunlar üzerindeki zilyedliği duyularla görülebilir şekildedir.

 

76. Kişinin süs amacıyla giydiği bilezik, gerdanlık, vücudun ortasına bağlanan kemer, [parmağa takılan] yüzük ve -bineğinde bulunan değil de- yanındaki cüzdanında bulunan nafakası da seleb kapsamına girer.

 

77. Yine daha güçlü görüşe göre kişinin yanında götürdüğü yedek binek hayvanı da -ister önünde ister arkasında isterse yanında bulunsun- seleb kapsamına girer; çünkü kişi bu hayvanı, ihtiyaç anında binmek için yanında götürür. Hayvan, ister o kişi tarafından götürülüyor olsun ister olmasın fark etmez; çünkü bu mallar o kişiyle ilişkilidir ve onun zilyedliğindedir. Yedek hayvana ihtiyaç duyulduğu için bu hayvan, kişinin savaş esnasında binmeksizin dizginini elinde tuttuğu binek hayvanı gibi kabul edilir. Kişinin yüklerini taşıyan [yük hayvanı] ise farklıdır. Yine kişinin ardı sıra gelen tay da seleb kapsamında değildir. Zira İbnü'l-Kattan'ın Furu' adlı eserinde belirttiği üzere bu hayvan kişiden ayrılabilir.

 

[Daha güçlü görüşün karşısında yer alan] diğer görüşe göre, [düşmanı öldüren kişi, onun yanında bulunan ancak bilfiil binmediği hayvanı almaya] hak kazanamaz. Çünkü kişi bu hayvanı kullanarak savaşmamakta olup bu hayvan, kişinin çadırında bulunan hayvana benzemektedir.

 

Öldürülen şahsın yanında birden fazla hayvan bulunmuş olsa, öldüren kişi -Nevevi'nin doğru bulduğu görüşe göre- bunlardan birini seçer. Rafiı şöyle demiştir: "Bu durumda devlet başkanı bunlardan birini seçer veya kur'a çekilir."

 

Not:  Nevevi'nin sözünden şu anlam çıkmaktadır: "Yedek hayvanı kişinin kendisinin yönlendiriyor olması şart değildir." Aksi takdirde Nevevi "yönlendirdiği hayvan" derdi. Bu, doğrudur.

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "Bunu, kişinin kendisinin yönlendirdiği hayvan diyerek kayıtlamak gereklidir. Aksi takdirde kişinin yanında bulunan diğer mallar gibi bu mallar da sel eb kapsamında kabul edilmez."

 

Alimlerin şu ifadeleri sebebiyle bu görüş reddedilir: "Öldürülen kişinin yanında birden fazla yedek hayvan bulunsa, öldüren kişi yalnızca bir tanesi üzerinde hak sahibi olur. Çünkü bilindiği üzere yedek hayvanları birden fazla kişinin yönlendirmesi gerekir. "

 

78. Ata bağlı bir şekilde bulunan denk, mezhepte esas alınan rivayete göre seleb kapsamında yer almaz. Dolayısıyla [düşmanı öldüren kişi] bu çuvalı ve onun içinde bulunan para vb. eşyaları alamaz; çünkü bu, kişinin elbisesi, süs eşyası, atının koşum takımına ait bir eşya değildir.

 

Diğer bir rivayete göre ise, yedek at konusunda var olan iki görüş burada da geçerlidir.

 

Subkl, bu durumda kişinin içindeki eşya ile birlikte çuvalı alabileceğini söylemiştir; çünkü öldürülen şahıs bu çuvalı ona ihtiyacı olabileceğini düşünerek atı üzerinde taşımıştır.

 

79. [Savaşta bir kafiri öldüren] kişi, ancak ve ancak aslen kafir olup savaşmakla meşgulolan bir kimsenin, savaş esnasında Müslümanlara verebileceği bir kötülüğü önlemek üzere tehlikeye atıldığında selebi almaya hak kazanır.

 

Bu ifadeleriyle Nevevi üç kayıttan bahsetmiş, daha sonra buna dayalı olarak meseleyi şöyle detaylandırmıştır:

 

Bir kimse bir kaleden veya Müslümanların safından [düşmana] atış yap sa yahut uykuda olan, yemek yiyen yahut buna benzer bir şeyle meşgulolan bir kafiri veya esiri öldürse, yahut kafirler bir savaş taktiği olmaksızın yahut başka bir birliğe katılmaksızın kaçıştığında kişi harb! bir kafiri öldürse seleb almaya hak kazanamaz. Çünkü selebe hak kazanmak kişinin canını tehlikeye atması ve riski üstlenmesiyle elde edilir. Burada böyle bir şey yoktur. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.) Ebu Cehil'in üzerinden çıkan eşyayı İbn Mesud'a vermemiştir; çünkü Buhar! ve Müslim'in rivayet ettiğine göre [İbn Mesud'un onu öldürmesinden önce] ensardan iki genç onu zaten etkisiz hale getirmişti. (Buhari, Farzu'l-humus, 3141; Müslim, Cihad, 4544)

 

Kadı [Hüseyin] şöyle demiştir: "Kişi düşmanın üzerine saldırgan durumda olan köpeğini salsa ve köpek onu öldürse, maktulün selebini almaya hak kazanır; çünkü köpek, düşmanı ısırarak öldürünceye kadar düşmanla savaşmaya sabretmek suretiyle canını tehlikeye atmıştır."

 

Zerkeşi şöyle demiştir: "Buna kıyasla, kişi bir deliyi veya [kendisine ait olmayan] yabancı bir köleyi düşmanın üzerine salarak düşmanı öldürtse hüküm yine böyle olur."

 

Bu kabul edilemez; çünkü kendisine kıyas yapılan köpek, malik olma özelliğine sahip olmadığı halde köpeğe kıyas edilen deli ve köle malik olabilir. Zira bu durumda seleb, deli veya köleye öldürme emrini veren kimseye değil delinin kendisine ve kölenin malikine ait olur.

 

80. Kişi, herhangi bir savaş söz konusu olmaksızın, örneğin ok atıcısı konumunda iken bir köpeği düşmanın üzerine salsa ve köpek düşmanı öldürse, köpeği salan şahıs düşmanın üzerinden çıkanları almaya hak kazanamaz.

 

81. Cüveyni'nin belirttiğine göre bir savaş taktiği olarak yahut bir başka orduya katılmak üzere geri çekilen kimseler açısından savaş hükmü devam etmektedir.

 

Not:

a. Nevevi'nin "saftan" ifadesi el-Muharrer'de "safın gerisinden" şeklindedir. Nevevi el-Minhac'ın metnine kendi el yazısıyla da bu şekilde yazmış, daha sonra "gerisinden" ifadesinin üzerini karalamıştır. Eş-Şerhu'l-kebir, eş-Şerhu'ssağır ve er-Ravda'da da her iki ifade de bulunmaktadır. Nevevi, el-Minhac'da, el-Muharrer'den farklı ifade kullanmıştır; çünkü bundan, el-Muharrer'deki ifadeden anlaşılandan daha öte bir şeyanlaşılmaktadır.

 

Subki şöyle demiştir: "Bir kitabı özetlerken, o kitaptaki asıl anlamı değiştirmemeyi benimsemeye n bir alim için Nevevi'nin bu yaptığı uygun ve yerindedir. Aksi takdirde bu caiz olmaz."

 

b. Nevevi'nin "kafider yenildiğinde" ifadesinden tek bir kafirin yenilmesinin dikkate alınmayacağı a9laşllmaktadır. Buna göre savaş esnasında bir kafir kaçarken kişi onu arkasından öldürse, onun selebini almaya hak kazanır. DOğru olan budur.

 

82. Kişinin düşmanın şerrini önlemesi, onun iki gözünü çıkarmak veya iki el ve ayağını koparmak suretiyle kendini savunabilecek durumda olmasına son vermekle olur.

 

[*] - Nitekim -yukarıda geçtiği üzere- Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebu Cehil'in üzerinden çıkanları, onu öldürene [İbn Mesud'a] değil onu etkisiz hale getiren iki gence vermiştir.

 

Bu da gösteriyor ki hükmün dayandınldığı husus, [öldürmek değil] düşmanı etkisiz hale getirmektir.

 

Not:  EI-Muharrer'deki ifade şöyledir: "Kişinin kötülüğünü engellemek, onu öldürmek veya kendini savunamayacak duruma getirmekle olur."

 

Nevevi, birincisi zaten anlaşıldığından yalnızca ikincisini zikretmekle yetinmiştir.

 

Er-Ravda'da "onu kör etmek suretiyle" ibaresi kullanılmıştır. Bu, kişinin başına vurarak onun görme özelliğini gidermesiyle olabileceği gibi tek bir gözü olan kişinin gözünü çıkarmakla da olur. er-Ravda'daki ifade belirtilen bu durumları da kapsadığından daha uygundur.

 

83. Aynı şekilde kişi düşmanı esir etse veya iki elini veya iki ayağını kopardığında, devlet başkanı bu kişiyi karşılıksız veya fidye karşılığında salsa yahut köleleştirse bile daha güçlü görüşe göre hüküm böyledir.

 

Esir etme halinde kişinin selebe sahip olma sebebi şudur: Bu, kişinin elini ve ayağını kesmekten daha öte bir durumdur.

 

El veya ayaklarını kesme durumunda selebi alma sebebi, iki gözünü çıkarma durumu gibidir.

 

Diğer görüşe göre bu durumda kişi selebi almaya hak kazanamaz. Subkl bu görüşü tercih ederek şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, bir düşmanı öldüren kişi onun üzerinden çıkanları alır, sözünden anlaşılan zahir anlam sebebiyle kişi belirtilen durumlarda selebi almaya hak kazanamaz. Ayrıca bunları yapmak kişiyi etkisiz hale getirmez. Kör bir kimse bazen gözleri görenden daha büyük kötülük yapabilir. İki el ve iki ayağı kopmuş olan bir kimse [ne yapıp yapıp] öcünü almak için hileler yapar.

 

84. Görüş ayrılığı kişinin bir eli ve ayağının kesilmesi durumunda da söz konusudur; çünkü bu durumda kişinin hareketinde zaaf meydana gelir.

 

85. Düşmanın bir organını koparmak veya tek bir gözünü çıkarmak durumunda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur; çünkü bu durumdaki kişi seleb almaya hak kazanamaz.

 

86. Bir şahıs, düşmanı tutsa ve kaçmasını engellese ancak bağlamamış olsa, onu başka bir şahıs öldürse yahut iki şahıs onu öldürme ya da etkisiz hale getirme konusunda ortak olsa, o düşmanın kötülüğü o iki şahsın fiili ile gerçekleştiğinden, düşmanın üzerinden çıkan seleb o ikisine ait olur. Bu mesele kısastan farkladır; çünkü kısasta hüküm öldürmeye [burada ise etkisiz hale getirmeye] bağlıdır. Bu iki şahıstan birisi, askerin moralini bozan birisi vb. olması sebebiyle seleb almaya hak kazanamayan bir şahıs olursa onun payı ganimetin içine geri konulur. Bunu Darimı söylemiştir.

 

87. Düşmanı yakalayan şahıs onu bağlamış olsa düşman artık esir konumunda olduğundan esir olan şahsı öldürmekle seleb üzerinde hak sahibi olunmaz.

 

88. Bir kimseyi yaralayan şahıs, yaraladığı şah sı etkisiz hale getirse, onun üzerinden çıkan eşya kendisine ait olur. Etkisiz hale getirmez de bir başkası onu def ederse seleb ona ait olur; çünkü düşmanın şerrini def etme konusunda kendisini riske atan kişi odur.

 

89. Bir kimseyi esir alan şahıs, esirin rakabesi veya fidyesi üzerinde hak sahibi olmaz.

Devlet başkanı o esiri köleleştirirse veya fidye karşılığı serbest bırakırsa o esirin rakabesi ve fidyeSi Müslümanlara ait olur, onu esir eden kimsenin fidye ve rakabe üzerinde bir hakkı olmaz; çünkü seleb adı bunlara verilmez.

 

90. Meşhur görüşe göre selebte beşte bir uygulaması yoktur.

 

[*] - Çünkü Ebu Davud ve başkalarının rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v.), öldürülen düşmanın üzerinden çıkan eşyanın [seleb'in] onu öldürene ait olduğuna hükmetti ve bunun beşte birini almadı. (Ebu Davud, Cihad, 2721)

 

Diğer görüşe göre ise ayetteki ifadenin mutlak olması sebebiyle

bunda da beşte bir uygulaması vardır. Bunun beşte biri fey almaya ehil olan kimselere, kalanı da öldüren şahsa verilir.

 

91. [Düşmandan elde edilen mallar içinden] selebin, öldüren şahsa verilmesinden sonra; bu malları korumak ve taşımak için yapılan masraflar ve yine şayet ücretsiz olarak yapacak kimseler bulunamıyorsa hamal ücreti, çoban ücreti vb. gibi masraflar ganimet içinden düşülür; çünkü bu işlerin yapılmasına ihtiyaç vardır.

 

Maverdi şöyle demiştir: "Devlet başkanı bu işler için emsal ücretten daha fazla bir ödeme yapmaz; çünkü devlet başkanı ile Müslümanlar arasındaki ilişki, yetimin velisinin yetimin malları üzerindeki ilişkisi gibidir."

 

92. Seleb hak sahibine verildikten ve ganimet için yapılan masraflar düşüldükten sonra kalan mal beş eşit parçaya bölünür. Beş parça kağıt alınarak bunlardan birinin üzerine "Allah için" veya "MBstümanların masIahatları için" yazılır, diğer dördünün üzerine "ganimet elde edenler için" yazılır. Sonra bu kağıtlar birbirine eşit olan oklara birleştirilir, her beşte bir için bir kağıt çıkarılır. "Allah için" veya "Müslümanların maslahatı için" yazılı olan mallar, beşte birde hak sahibi olanların önünde beş parçaya bölünür. Nitekim Nevevi' şöyle demiştir: "Kalan malın beşte biri, fey'in beşte birinde hak sahibi olanlara aittir." Bu, fey'in taksimi konusunda belirtildiği üzere taksim edilir.

 

Not:

a. Nevevi'nin ifadesi sanki beşte bir üzerinde hak sahibi olan kimselerin, diğer beşte dört taksim edilmeden önce paylarını alacakları gibi bir izlenim doğursa da durum böyle olmayıp, ganimeti hak eden kimselerin payı, yukarıda belirttiğimiz beşte birin taksim edilmesinden önce taksim edilir; çünkü onlar mevcut ve sayıca da sınırlıdır. Ancak bu ganimetin [beşte biri ile beşte dördünün yukarıda belirtildiği şekilde] kur'a ile ayrıştırılmasından sonradır. Ayetin genel ifadesi sebebiyle bu konuda gayri menkul ile menkul mallar arasında bir fark yoktur.

 

b. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yaptığı gibi bu dağıtım işinin daru'l-harpte [düşman ülkesinde] yapılması müstehaptır. Bir özür yokken İslam ülkesine dönünceye kadar dağıtımı geciktirmek mekruhtur.

 

Maverdi ve Beğavi, dağıtımın hemen yapılmasının [müstehap olmanın ötesinde] zorunlu olduğunu, dağıtımı geciktirmenin ganimette hak sahibi olanlara zarar vereceğini belirterek özürsüz yere bunu geciktirmenin caiz olmadığını belirtmişlerdir.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Ganimette hak sahibi olanlar dilleriyle veya lisan-ı halleriyle ganimeti talep ettiklerinde ganimeti taksim etmenin zorunlu olduğu konusunda bir şüphe yoktur.

 

c. Devlet başkanı, orduya ganimetin dağıtılmamasını şart koşsa onun koyduğu şartlar geçerli olmaz. Devlet başkanı ister bir zorunluluk sebebiyle ister başka bir sebeple bu şartı koşmuş olsun [bu şart dikkate alınmaksızın] ganimet beşe ayrılır [ve belirtilen şekilde taksim yapılır.]

 

[Zayıf] bir görüşe göre, devlet başkanı bir zorunluluktan dolayı bunu şart koşarsa ganimet beşe bölünmez.

 

Nevevi er-Ravda'da konunun son bölümünde "bu görüş şaz ve batıldır" demiştir.

 

93. Daha doğru olan görüşe göre "nefel", Müslümanların maslahatı için ayrılmış olan yirmibeşte bir içinden verilir. Çünkü İmam ŞafiI, İmam Malik ve Ebu'z-Zinad aracılığıyla Said b. Müseyyeb'ten şunu rivayet etmiştir: "İnsanlar nefeli ganimeti n beşte biri içinden verirlerdi".(Beyhaki, Kasmü'l-fey ve'l-ganıme, 6, 314)    İmam ŞafiI, "Bununla Hz. Peygamber (s.a.v.) için ayrılan beşte birlik payı kastetmektedir" demiştir.

 

Diğer bir görüşe göre ise nefel, tıpkı seleb gibi ganimetin kendisinden verilir.

 

Üçüncü bir görüşe göre, bahşiş [radh] konusunda sahih kabul edilen görüşte olduğu gibi nefel de ganimetin beşte dördünden verilir.

 

94. Yukarıdaki görüş ayrılığı, devlet başkanı [veya komutan] tarafından "bu savaşta [kahramanlık gösterecek kimselere, yine bu savaşta] elde edilecek ganimet içinden [verilecektir]" denilmesi durumuna özgüdür. Böylece şarta veya vaade uyulmuş olunur.

 

95. [İhtiyaç sebebiyle] bu konudaki bilinmezliğe göz yumulur. Buna göre devlet başkanı "ganimetin dörtte biri", "üçte biri" vb. ifadeleri kullanarak vaade bulunur.

 

96. Devlet başkanının, devlet hazinesinde bulunan maldan [savaşta kahramanlık gösterenlere] ödül vaad etmesi kesinlikle caizdir; çünkü bu da Müslümanların maslahatı kapsamında yer alır. Bu durumda bilinmezliğe göz yumulmaz, ne verileceğinin belirtilmesi gerekir. Çünkü bu bir ödül vaadidir [cüale], ödül vaadinde bilinmezliği görmezden gelmeyi mazur gösterecek bir durum söz konusu değildir.

 

Not:  Bu, Nevevi'nin sözünden ilk anda anlaşıldığının aksine yalnızca devlet başkanı nezdinde bulunan mallarla sınırlı değildir. ileride hazineye gelecek mallardan da verilebilir. Nevevi'nin sözünden şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Devlet başkanı, nefeli, ganimetin beşte birinin beşte birinden verebileceği gibi "Müslümanların maslahatı" için ayrılmış olan bölümden [yani fey'in beşte dördünden] verebilir.

 

Rafii şöyle demiştir: "Devlet başkanının bu konuda elinden geldiğince maslahatı gözetmesi en uygun olan davranıştır."

 

97. "Nefel" sözlükte fazlalık / artış anlamındadıdr. Oinıterminolojideki anlamı ise devlet başkanı veya emırin [ordu komutanı / vali! yönetici], ganimetteki paya ek olarak ordunun geri kalan kısmının yaptığının ötesinde düşmanı yenmeyi sağlayacak fiiIler yapan kimselere vermeyi şart koştuğu maddı yardımdır. Buna örnek olarak öncü birlik içinde yer almak, bir kaleye saldırmak, bir kalenin yerini göstermek, bir siperi korumak gibi fiiIler zikredilebilir.

 

98. Ödül tek kişi için şart koşulabileceği gibi birden fazla kişi için de şart koşulabilir. Yine ödül vaadi belirli bir kişiye özgü yapılabilecği gibi, "kim şunu yaparsa ona şu verilecektir" şeklinde genel bir tarzda da yapılabilir. Nefel'in iki kısmından biri budur. Bunun şartı düşmanın çokluğu ve Müslümanların az olması, bu durumda müfreze birlikler gönderip siperlerin korunmasına ihtiyaç duyulmasıdır. Resulullah (s.a.v.) kimi savaşlarda bunu yaptığı halde bazı savaşlarda yapmamıştır.

 

99. Nefel'in ikinci kısmı, "düşmanla düello yapmak", "güzel bir şekilde atılmak" gibi kendisinden övgüye değer bir davranış sadır olan kimseye vaad edilen ödüldür. Buna geçmişte yapılan bir fiile teşekkür olarak "nimetlendirme" veya "karşılık verme" adı verilir.

NefeI'in ilk kısmı ödül vaadidir. Ancak nefelin bu kısmı, devlet başkanının elinde olup "Müslümanların maslahatı" için ayrılmış paya veya "bu savaştan elde edilen ganimete" özgüdür.

 

Not:  Nevevi'nin ifadesinden ödül vaadinin ganimetin elde edilmesinden önce olabileceği anlaşılmaktadır ki Cüveynı "alimlerimizin ifadelerinin zahiri bu şekildedir" demiştir.

Ganimet elde edildikten sonra, askerlerin bir kısmına ganimetten özel bir pay verilemez.

 

100. Ödül vermeyi şart koşan kimse, yapılan işin azlık ve çokluğuna göre verilecek ödülün miktarını kendi ictihadıyla belirler.

 

[*] - Tirmizı ve başka hadisçilerin sahih olarak rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) düşman ülkesine girmeden önce öncü olarak gönderdiği müfreze birliğine ganimetin dörtte birini, ordunun İslam ülkesine yönelmesinden sonra geriye dönmesi emredilen müfreze birliğine ise ganimetin üçte birini vermeyi şart koşuyordu. Öncü birliğin payının [diğerinden] daha az olmasının sebebi, yolculuklarının çok olmaması sebebiyle onların dinlenmiş bir halde olmalarıdır; çünkü kafirler gaflet halinde iken öncü birlik gönderilir.

Ayrıca devlet başkanı onların arkasında olduğundan onlar arkadaki kuvvetler tarafından desteklenmektedir. Dönüş yapan birlik ise tüm bu konularda öncü birlikten farklıdır.

 

Bir yoruma göre [metnin Arapçasında geçen] bedee ilk olarak gönderilen müfreze birlik, recaa ise ikinci olarak gönderilen birliktir. Birliğin geri dönmesine kufUl adı da verilmektedir.

 

Devlet başkanının ictihadına göre üçte birden fazla veya dörtte birden az vermek de caizdir.

 

101. Yukarıda belirtildiği şekilde ganimet malından yapılması gereken harcamaların yapılmasından sonra ister gayri menkul ister menkulolsun geriye kalanın beşte dördü, ganimeti elde eden kimselere aittir. Çünkü ayetteki ifade mutlaktır. Ayrıca bu, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Hayber arazisindeki uygulamasıdır.

 

102. Ganimette hak sahibi olanlar, savaş bitmeden önce -ister savaş devam ederken olsun, isterse fetih yaklaşmışken olsun- savaşa katılmış olanlardır.

 

103. Orduyla birlikte "bilfiil savaşmamış olsa bile savaşmak niyetiyle" ifadesi, "savaşa katılmış olanlardır" ifadesine bağlıdır; çünkü Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer, "ganimet ancak savaşta hazır bulunanlara aittir" demişlerdir.(Beyhaki, Ziyer, 9, 50)

Bunu İmam Şafrı rivayet etmiştir.

 

Maverdı şöyle demiştir: "Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in bu görüşüne sahabeden hiç kimse muhalefet etmemiştir. "

 

Ayrıca burada amaç kişinin cihad için hazır bulunması ve cihadın yapıldığı yerde bulunmasıdır. Bu durum insanı savaşa yönlendirmektedir. Böyle bir durumda kişi savaştan ancak kendisine ihtiyaç olmaması sebebiyle geri kalır. Üstelik savaşa katılması Müslüman ordunun sayısını arttırmaktadır.

 

Daha güçlü görüşe göre savaşmak niyeti olmaksızın gelmiş olmakla birlikte savaşan kişinin durumu da böyledir.

 

Not:

a. Bu kural; çocuk ve kafir gibi [kendilerine ganimetten tam pay verilmeyip de] bahşiş verilen kimseleri de kapsar. Nevevi, er-Ravda'da yaptığı gibi "kendisine pay verilen" demiş olsaydı çocuk ve kafirler dışarıda kalmış olurdu.

 

Subki şöyle demiştir: "Sözü genel anlamı üzere almak da mümkündür. Zira kendilerine bahşiş verilenler de ganimet elde edenler kapsamında yer aldığından onları dışarı çıkarmaya ihtiyaç yoktur."

 

İbnü'n-Nakıo'in de belirttiği üzere bu doğrudur. Zira bahşiş, ganimetin beşte dördünden verilir.

 

b. Metinde yer alan ibarenin mantAkuna şu iki durumun aykırılık teşkil ettiği belirtilmiştir:

 

Birincisi: Askerin himmetini kıran [muhazzil], orduda yaygara koparan [müreif] ve hainlik eden kimseler savaşmak niyetiyle hazır bulunup bilfiil savaşsalar bile ganimetten ne pay ne de bahşiş alabilirler. Aksine onların askerin safına girmesi yasaklanır. Fasık bir kimsenin insanların moralini bozmasından emin olunmasa bile onun safa katılmasına engel olunmaz. Muhazzil, "düşmanın sayısı çok, biz onlarla baş edemeyiz" gibi sözler söyleyerek askerin moralini bozanlardır. Mürcif, "düşmana yardımcı birlikler geldi" diyerek orduda yaygara koparanlardır. Hain ise düşmanlara Müslümanların açık noktalarını bildirenlerdir.

 

İkincisi: Bir savaş taktiği olarak yahut bir büyük birliğe katılma amacı olmaksızın düşmanın önünden kaçan ve geri dönmeyen kimse, savaşta hazır bulunsa bile herhangi bir şeyalmaya hak kazanamaz. Savaş bitmeden önce geri dönerse yalnızca dönme anından sonra ele geçirilen ganimette hak sahibi olur. Aynı şekilde bir savaş esnasında savaşa katılan asker, daha önceden elde edilmiş ganimette hak sahibi olamaz.

 

Nevevi şöyle demiştir: "Herhangi bir kayıt koymaksızın görüş belirtenlerin ifadeleri de bu şekilde yorumlanır."

 

Yakında bulunan bir orduya katılmak üzere çekilen kimse açısından [şeklen değilse bile] manen savaş hali devam ettiğinden ganimetten verilir. Uzakta bulunan bir orduya katılmak üzere çekilen ise farklıdır.

 

Kişi, yakında bulunan bir orduya katılmak üzere veya bir savaş taktiği olarak geri çekildiğini iddia etse, şayet savaşa yetişirse yeminle birlikte onun sözünü kabul ederiz.

Yemin ettiğinde ganimeti n tümü üzerinde hak sahibi olur. Yeminden kaçınırsa, ancak dönmesinden sonra elde edilen ganimette hak sahibi olur. Savaşa yetişemezse bu konudaki sözü kabul edilmez; çünkü görünürdeki durum onun sözünden farklıdır.

 

c. Metinde yer alan ibarenin mefhumuna ise üç durumun aykınlık teşkil ettiği belirtilmiştir:

 

Birincisi: Devlet başkanı bir kimseyi casus olarak gönderse, ordu onun dönmesinden önce ganimet elde etse, daha doğru görüşe göre o da bu ganimete iştirak eder.

 

İkincisi: Devlet başkanı bir grup askerin kendisini düşman saldırısına karşı korumasını talep etse veya ordu içinden bir bölümünü siperde gizlenmiş olarak bıraksa, onlar savaşa bilfiil katılmamış olsalar bile ganimetten payalmaya hak kazanırlar; çünkü onlar hükmen savaşanlar gibidir. Bunu Maverdı ve başka alimler belirtmiştir.

 

Üçüncüsü: Devlet başkanı veya onun görevlendirdiği kişi düşman ülkesine orduyla girdikten sonra orada bir yöne müfreze bir birlik gönderse, bu birlik bir ganimet elde etse, devlet başkanının içinde bulunduğu ordu da bu ganimete iştirak edeceği gibi bunun aksi de söz konusu olur; çünkü bu iki grubun her biri diğerinden yardım almaktadır. Devlet başkanı bir yöne iki müfreze birlik gönderse bu birliğin elde edeceği ganimete bunların tümü ortak olur. Yine devlet başkanı iki müfreze birliği iki farklı yöne gönderdiğinde de daha doğru görüşe göre hüküm böyledir. Devlet başkanı ve onun ordusu İslam ülkesinde ise, -müfreze birliklere katılma kastı bulunsa bile- müfreze birliklerin elde ettiği ganimete ortak olamaz.

 

104. Savaşın sona ermesinden sonra -ganimet malına el konulmasından önce olsa veya düşmanın geri dönmesinden korkulsa bile- gelen kimselere ganimetten herhangi bir şey verilmez; çünkü bunlar savaşa katılmamışlardır.

 

Savaşın bitmesinden sonra ganimete el konulmadan önce gelenlere ganimetten pay verileceği ne dair mezhep içinde bir görüş bulunmaktadır. Çünkü bu kimse [ler] mala el koymanın tamamlanmasından önce orduya katılmışlardır.

 

Not:  Rafii bunu mezhep içinde bir görüş olarak mı yoksa İmam ŞafiI'nin bir görüşü olarak mı nakledeceği konusunda tereddüt etmiştir. Nevevi, er-Ravda'da bunun İmam Şafii'nin görüşü olduğunu tercih etmiştir. Bu meselenin dört değişik görünümü vardır:

 

a. Savaş ve ganimete el koyma işlemi sona ermeden önce gelen kişi ganimet üzerinde kesinlikle hak sahibi olur.

b. Savaş ve ganimete el koyma işlemi sona erdikten sonra gelen kişi ganimet üzerinde kesinlikle hak sahibi olamaz.

c. Savaş bittikten ancak ganimete el koyma tamamlanmadan önce gelen kişi, doğru görüşe göre ganimette hak sahibi olamaz.

d. Bunun aksi durumda [yani ganimete el konulduğu halde savaşın devam ettiği durumda] -Rafii'ninkinin aksineNevevi'nin sözünden anlaşıldığına göre kişi ganimet üzerinde hak sahibi olur.

 

105. Savaş ve ganimete el koyma sona erdikten sonra ganimette hak sahibi olanlardan biri ölse veya hastalık vb. bir sebeple savaşmaya ehil olmaktan çıksa;

 

> "Ganimete hak kazanmak, savaşın sona ermesi ve ganimete el konulmasıyla olur" görüşünü kabul ettiğimizde bu kişinin ganimet malındaki hakkı mirasçısının olur.

 

> "Ganimete hak kazanmak ancak temellükü tercih etmek veya ganimetin taksim edilmesi ile olur" görüşünü kabul ettiğimizde -ki doğru olan budur- bu kişinin ganimet malını temellük etme hakkı, tıpkı diğer haklar gibi mirasçısına ait olur.

 

Nevevi'nin ifadesi bizim yaptığımız açıklamaya uygundur.

 

106. Aynı şekilde, ganimette hak sahibi olan kişi savaşın sona ermesinden sonra ganimete el konulmadan önce ölse;

 

> "Ganimet, savaşın sona ermesiyle elde edilir" görüşü esas alındığında, daha doğru görüşe göre onun hakkı mirasçısına intikal eder.

 

> "Ganimet savaşın sona ermesi ve ganimete el konulmasıyla elde edilir" görüşüne binaen, bu hak mirasçılarına intikal etmez.

 

107. Mirasçılara temlik edilen şey bizzat ganimet malları mıdır yoksa bunları temellük etme hakkı mıdır? Bu konuda mezhep içinde iki gÖrüş vardır. Yukarıda geçtiği üzere her ikisi de miras olarak intikal etmektedir. Yine geçtiği üzere, doğru görüşe göre, [mal veya hakkın] temellükü, yalnızca temellükü seçme veya malın taksimini seçme durumunda söz konusu olur.

 

108. Ganimete hak kazanan kişi savaş esnasında ölse [ganimetten payalabilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki rivayet bulunmaktadır:]

 

Birinci rivayet 

 

Mezhepte esas alınan rivayete göre bu kişi herhangi bir şey alamaz. Bu, İmam Şafii'nin ifadesidir. Bu kişi alamadığı için mirasçısı da onun yerini alamaz. Aynı durumda kişinin atı ölmüş olsa İmam Şafiı'nin ifadesine göre kişi ata ayrılan payı alır. Daha doğru görüşe göre İmam Şafiı'ye ait olan her iki ifade de [kendisine ait olduğu konuda] geçerli kabul edilir.

Çünkü süvari kendisine tabi olunandır. O öldüğünde asıl, ortadan kalkmış olur. At ise tabidir. At öldüğünde onun payının aslolana ait olarak kalması mümkündür.

 

İkinci rivayet

 

Denildiğine göre bu meselede İmam Şafii'ye ait iki görüş vardır. Hak sahibi olacağı hükmünün delili kişinin savaşın bir bölümüne katılmış olmasıdır. Hak sahibi olamayacağı hükmünün delili ise savaşın sonunun dikkate alınmasıdır ki bu da zaferin elde edildiği andır.

 

Not:  Nevevi'nin "savaşta ölürse" ifadesinin zahirinden, ölüm olayının, ganimete el konulmasından sonra olup olmaması arasında bir fark olmadığı anlaşılmaktadır ki bu doğrudur.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Kıyasa göre ganimet malına el konulmasından sonra öldüğünde ganimetten payalmaya hak kazanır." Bu kabul edilemez. Çünkü savaş devam ettiği sürece düşmanın kötülük yapmayacağından emin olamayız. Alimlerimizin genel ifadesi de bu sonucu gerektirmektedir.

 

109. Kişi savaş esnasında savaşmayı engelleyecek derecede bir hastalığa yakalanmakla birlikte iyileşmesi ümit ediliyorsa ganimetten almaya hak kazanır.

 

110. Felçli veya kötürüm olup da iyileşme si ümit edilmeyecek hale gelirse, İmam Şafiı'nin daha güçlü görüşüne göre yine ganimetten almaya hak kazanır; çünkü ölmüş birinden farklı olarak bu durumda olan kişinin görüş ve duasından yarar elde edilir.

 

111. Kişinin delirmesi ölüm gibi hatta daha ötede bir durum olarak kabul edilir.

 

112. Savaşta yaralanmak da hastalanmak gibidir. Bu durumda olan kişi, baygın kişiye göre hak sahibi olmaya daha uygundur. Baygın [komada] olan kişinin ganimette hak sahibi olup olamayacağı ile ilgili mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır. Bunların daha uygun olanı ona ganimetten pay verilmesidir; çünkü bu da bir tür hastalıktır.

 

113. Cihad için değil de [askerlerin] hayvanlarına seyislik yapmak, mallarını korumak vb. bir işi bizzat görmesi için ücretle tutulan kişi; tadr, terzi ve bakkal gibi meslek erbabı [savaşa katılarak bizzat] savaşırlarsa [ganimet almaya hak kazanırlar mı? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre savaş meydanına gelip savaşa katıldıkları için ganimetten pay verilir.

 

İkinci görüş

 

Bunlara ganimetten pay verilmez; çünkü onlar bizzat savaşa katılmak amacıyla gelmemişlerdir.

 

114. Elbise dikmek vb. bir işi [bizzat kendisi görmesi için değil de] zimmetinde yüklenmesi şartıyla veya süresiz olarak ücretle tutulan bir işçiye, savaşmamış olsa bile ganimetten pay verilir.

 

115. Cihad için ücretle tutulmuş kimseye [paralı askere] gelince; şayet Müslüman ise onunla yapılan kiralhizmet sözleşmesi batıl olduğundan ücret almaya hak kazanamaz. Zira bu kişi savaş safında hazır olduğu anda savaşması onun üzerine farz olur. Mezhep içindeki iki görüşten birine göre ganimetten payalmaya hak kazanamaz. Beğavı bunu tek görüş olarak kabul etmiştir. Rafifnin ifadesi de bunu tercih ettiği anlamını çağrıştırmaktadır. Bu kişi ganimetten pay kazanamaz; çünkü ücretle savaşmak için akit yaptığında ganimetten vazgeçmiştir. Cihad yapmak üzere de savaşa katılmamıştır. Bir zımmlnin cihad için ücretle tutulması konusu ileride gelecektir.

 

116. Esir düşen bir Müslüman kafirlerin elinden kaçsa, yahut bir kafir Müslüman olsa, ordunun safına katılmışsa savaşmamış olsa bile ganimetten kendisine pay verilir; çünkü olay mahallinde hazır bulunmuştur. Ayrıca kafirken Müslüman olan kişi bununla Allah'ın kelimesinin yüce olmasını kastetmiştir. Bu durumdayken onu mirastan mahrum bırakmak yakışık almaz. Bu iki durumda olan kişi için onların safa katılmalarından sonra elde edilen ganimetten pay verilir. Bu esir, başka bir ordudan ise, savaşmışsa kendisine ganimetten pay verilir; çünkü savaşması onun cihadı kastettiğini göstermiştir. Şayet savaşmamışsa iki görüşten birine göre yine hüküm böyledir; çünkü olay mahallinde bulunmuştur.

Eş-Şerhu's-sağir'de bu görüş sahih kabul edilmiştir.

 

117. [Ganimet taksim edilirken] piyadeye bir pay, süvariye üç pay verilir. [Süvariye verilen üç payın] biri kendisi, ikisi atı içindir. [Bu iki hükmün bu şekilde uygulanışı] Buharı ve Müslim'in rivayet ettiği [sünnete] ittiba etmiş olmak içindir.(Buhari, Cihad, 2863; Müslim, Cihad ve's-siyer, 4561)

 

118. Bir kimse savaşa atlı olarak katılırsa, o at üzerinde savaşmamış olsa bile at savaşta binilebilecek şekilde olursa atı için pay verilir. Kişi savaşa atla geldiği halde süvari olarak tanınmayan biri ise atı için pay verilmez.

 

119. Bir kimse savaşa giderken bir atı ödünç alsa, kiralasa veya gasp etse, atın sahibi savaşa gelmemiş olsa veya bir başka atla gelse, bu ata ait payatın sahibine değil onu elinde bulundurana verilir. Çünkü atı getiren ve onunla savaşa katılan kişi odur. Ancak atın sahibi savaşta bulunur da atı olmazsa, o kişi atı ile tanınmış bir kimse ise yahut üzerinde savaş yapmayı istediği atı zayi olmuş olursa -yukarıda geçen açıklamalardan anlaşılacağı üzere- at için verilecek pay üzerinde o hak sahibi olur. Bu kişinin atı varsa, gasp edilmiş olan yahut zayi olmuş olan atın payını alamaz; çünkü ileride geleceği üzere kişiye yalnızca bir at için pay verilir.

 

120. İki kişi bir ata binerek savaşa katılsalar, at her ikisini taşırken saldırmaya ve kaçmaya uygun olsa bu iki şah sa dört pay verilir. Bunların ikisi şahıslara [birer payolmak üzere] diğer ikisi de ata verilir. At bu fiilleri yapacak güçte değilse iki şahsa [birer payolmak üzere toplam] iki pay verilir.

 

121. [Müslümanlar düşmanla] suyun içinde veya bir kalede savaş yapsalar, süvari, savaşa atını getirmiş olsa kendisine üç pay verilir; çünkü ata binmeye ihtiyaç duyabilir. İmam Şafii bunu açık olarak ifade etmiştir.

 

İbn Kecc bunu şöyle yorumlamıştır: Bu hüküm, sahil yakınında olup da sudan çıkarak ata binme ihtimali bulunan kişi için geçerlidir. Aksi takdirde bu gibi kimselere ganimetten at için pay vermenin bir anlamı yoktur.

 

Rafii ve Nevevi bu görüşü onaylamışlardır.

 

Not:  Yukarıda sayılan hükümlerin tümü, ganimetten tam payalmaya hak kazananlara özgüdür. [Ganimetten payalma hakkı bulunmayıp] bahşiş almaya ehil olanlar tek başlarına bir ganimet ele geçirseler bu ganimeti n beşte birine el konulur. Kalan kısım da aralarında yaptıkları harcamalar miktarınca taksim edilir. Esir alınan küçük çocuklar Müslüman olup olmama konusunda bu bahşiş ehline tabi olur. Bunların yanında ganimetten tam pay alma haliliına sahip biri bulunursa ganimet ona verilir, bunlara da bahşiş [adı verilen ve miktarı tam bir paya ulaşmayan maddı ödenek] verilir.

 

122. Süvarinin yanında birden fazla at bulunsa bile yalnızca bir at payı verilir ..      

 

[*] - Çünkü Imam Şafii ve başkalarının rivayet ettiklerine göre, Huneyn savaşında yanında birden fazla at bulunan Zübeyir' e Hz. Peygamber (s.a.v.) yalnızca bir atı için pay vermiştir.(Beyhaki, Kasmü'l-fey ve'l-ganıme, 6, 326)

 

123. At ister [hem ana hem de babası arap olması hasebiyle safkan] arap atı olsun isterse ana-babasının her ikisi yabancı olsun, isterse babası arap anası başka olsun [hecin], ister anası arap babası başka olsun [mukrif] hüküm aynıdır. Çünkü saldırı ve kaçma bu atların tümü ile yapılabilir. Bu atların birbirinden farklılık göstermesinin bir zararı yoktur. Nitekim kişiler de böyledir. 

 

124. Ganimetten deve, katır, eşek, fil vb. hayvanlar için pay verilmez; çünkü bu hayvanlar bir savaşta hücum ve geri çekilme konusunda at kadar elverişli değildir.

 

Bu görüşte olanlar "[düşmana karşı] savaş atları [hazırlayın]" [Enfal, 60] ayetini de zikretmek suretiyle görüşlerini desteklemek istemişlerdir. Bu ayette yalnızca atlar zikredilmiştir.

 

Eş-Şamil adlı eserde Hasan-ı Basıi'den nakledilen "deve için de ganimetten pay verilir" şeklindeki görüş onaylanmış ve delil olarak da şu ayet gösterilmiştir: "Siz bunları elde etmek için ne at ne de deve koşturdunuz." [Haşr, 6]

 

Ancak sünnet, ganimetten yalnızca at verileceğini beyan etmiştir. At dışındaki hayvanlar için ise bahşiş verilir. Fil için katı ra yapılan ödemeden daha fazla ödeme yapılır. Katır için de eşekten daha fazla ödeme yapılır.

 

Devenin katırdan daha üstün kabul edilip edilmemesi konusunda ihtilaf söz konusu olmuştur. Bir görüşe göre deve, Hasan-ı Basıi' den nakledilen görüş sebebiyle daha üstün tutulur. Bir başka görüşe göre katır üstün tutulur ki el-Envar adlı eserde bu görüş kabul edilmiştir. Hocamız Zekeriya el-Ensarı ise ilk görüşü desteklemiştir. Kimileri, deveyi katırdan üstün tutanların görüşlerini "hecin devesi", katın deveden üstün tutanların görüşlerini de "diğer develer" şeklinde yorumlamışlardır. Bu, daha güçlü bir görüştür.

 

Ganimetten tam pay verilen ile böyle yapılmayıp yalnızca bahşiş verilen bir hayvanın çiftleşmesinden doğan hayvan, bahşiş verilen hayvan hükmündedir.

 

125. Devlet başkanı düşman ülkesine güçlü kuvvetli at dışında bir atla girilmesine izin vermez. Buna göre zayıflık / ve yaşlılık gibi bir sebeple bir yararı olmayan hayvana ganimetten pay verilmez. Bu hayvan için yapılacak masrafı sahibi üstlenir.

 

[İmam Şafii'nin] bir başka görüş[ün]e göre ise devlet başkanının böyle bir atı getirmeyi yasakladığı bilinmiyorsa yani devlet başkanının böyle bir yasağı yoksa yahut kişiye ulaşmamışsa -tıpkı yaşlı bir kimsenin savaşa katılması durumunda olduğu gibi- ganimetten pay verilir.

 

İlk görüş sahipleri buna şöyle cevap vermiştir: Yaşlı kişinin görüşünden ve duasından yararlanılır.

 

[Bu şekilde bir hayvan için ganimetten tam pay verilmese bile] radh [denilen maddı yardım / bahşiş] verilir.

 

Not:  Görüş aynlığı, binilebilecek durumda olan [ancak zayıf veya yaşlı olan] at hakkındadır. Şayet at binilemeyecek durumdaysa böyle bir at için kesinlikle pay verilmez.

Bunu Cüveynı söylemiştir.

 

Nevevi'nin ifadelerinden anlaşıldığına göre "devlet başkanı böyle bir atın savaşa getirilmesini yasaklamışsa [bu yasağa rağmen savaşa böyle bir at getiren kişiye o at için] kesinlikle pay verilmez." Bu doğrudur.

 

Kişi savaşa güçlü bir at getirdiği halde at sonradan zayıflbitkin hale gelse, bu durum atın ölmesi gibi kabul edilir.

 

Kişi savaşa zayıf bir at getirdiği halde at sonradan iyileşip kendini taparlasa bakılır: Savaşa katıldığı anda at sağlam ise onun için pay verilir, aksi takdirde pay verilmez. Bunu, sonraki alimlerden biri şahsı görüş olarak ortaya koymuştur.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Güçlü kuvvetli bile olsa yerinden klpırdamayan veya serkeş olan atın da hastalbitkin olan at gibi kabul edilmesi gerekir; çünkü ihtiyaç anında böyle bir at üzerinde hücum yapmak veya geri çekilmek mümkün değildir. Hatta bu ata binen kimsenin ölmesi bile ihtimal dahilindedir. "

 

Bu görüş uygundur.

 

Nevevi atın yaşından bahsetmemiştir. Rafii, "at yarışı" konusunda bundan bahsederek şöyle demiştir: "Üzerinde yarış yapması caiz olan at, kendisine ganimet verilmesi caiz olan attır. Bu da iki yaşını doldurup üçüne basmış ve üç yaşını doldurup dört yaşına basmış olan attır." Denildiğine göre bu at küçük bile olsa ona pay verilir.

 

126. Köle, çocuk, deli, kadın, çift cinsiyetli şahıs, zımml erkek, zımmı kadın, -yukarıda geçen açıklamalardan anlaşıldığına göre- savaşa başkalarıyla birlikte katıldıklarında ve devlet başkanı zımmı erkek ve zımmı kadının savaşa katılmasına izin verdiğinde, yine ileride geleceği üzere zımmılere savaş için bir ücret ödenmediğinde, bunların savaşa katılmasında bir yarar bulunduğunda, onlara [ganimet içinden] radh [adı verilen bir maddı yardım / bahşiş] verilir.

 

Bu hükmün köle ile ilgili kısmını Tirmizı rivayet ederek sahih kabul etmiş(Tirmizi, Siyer, 1557),

Kadınlar ve çocuklarla ilgili kısmını Beyhakı mürsel olarak rivayet etmiş(Beyhaki, Kasmü'l-fey ve'l-ganıme, 6, 332),

Yahudilerden bir grupla ilgili kısmını Ebu Davud "onlara pay verildi" diyerek rivayet etmiş ve bu bahşiş olarak yorumlanmıştır. (Ebu Davud, Cihad, 2732)

 

Bahşiş verilmesi zorunludur. [Zayıf] bir görüşe göre ise müstehaptır. Kölenin efendisi, çocuğun velisi ve kadının kocası savaşa katılma konusunda izin versin ya da vermesin hüküm böyledir. Kölenin efendisi izin vermemiş olsa bile bahşiş kölenin efendisine ait olur.

 

Not:  Nevevi'nin belirttiği hüküm, benim Buveytl'nin ifadesine dayanarak belirttiği m üzere bunların savaşa katılmasında bir yarar olması halinde geçerlidir.

 

Nevevi'nin "zımmı" ifadesi diğer kafirlere bahşiş verilmeyeceğini gösterir.

 

Ezrai şöyle demiştir: "Müste'men, kendisiyle ahit yapılmış kişi ve harbı gibi şahıslardan yardım almanın caiz olduğu bir savaşta bunlar devlet başkanının izniyle savaşa katıldığında onlara da bahşiş verilir. Et- Tenbih'te ve başka eserlerdeki "kafir" ifadesi de buna işaret etmektedir. Kısmı köleye gelince bana göre o [normal] köle gibidir. Burada şöyle bir görüş de ileri sürülebilir: Kısmı kölenin işgücü üzerinde bundan nöbetleşe yararlanma konusunda sözleşme yapılmış ve kölenin nöbeti esnasında köle savaşa katılmışsa kendisine pay verilir, aksi takdirde verilmez."

 

Sonrakilerden kimileri ikinci görüşün daha uygun olduğunu söylemişlerse de Hocam Remli'nin de belirttiği gibi birinci ihtimal daha uygundur; çünkü köle cihadın farz olmasına ehil değildir, kısmı köle de böyledir.

 

Gözleri görmeyen, kötürüm veya [el yahut ayakları] olmayan bir kimse savaşa katıldığında onlara da [ganimetten tam pay verilmez ancak] bahşiş verilir. Aynı şekilde savaşa gelmekle birlikte bilfiil savaşmayan tacir ve meslek erbabına da bahşiş verilir.

 

127. Radh [bahşiş] sözlükte "küçük bağışlhediye" anlamına gelir. Fıkıh terminolojisinde ise piyadeye verilen ganimet payından daha az olup miktarını devlet başkanının ictihadla belirlediği bahşiştir. Bu konuda dinde herhangi bir sınır belirlenmediğinden devlet başkanının kararına müracaat edilir.

 

128. Bahşiş verilen kişinin savaşta gösterdiği yararlılık durumuna göre devlet başkanı bunlara farklı miktarlarda bahşişler verebilir. Devlet başkanı ganimetteki payın aksine savaşanı savaşmayana, daha şiddetli savaşanı daha az savaşana, süvariyi piyadeye, yaralıları tedavi edip susuzlara su veren kadını erkekleri koruyan kadına üstün tutabilir.

Ganimetteki payda ise savaşanla savaşmayan birbirine eşittir; çünkü ganimet konusunda na ss bulunduğu halde bahşiş ictihada tabidir. Bununla birlikte -İbnü'l-Mukrl'nin belirttiğine göre- bir süvariye bile verilmiş olsa bahşiş, bir piyade payı miktarına ulaşamaz. Çünkü bahşiş, ganimet paylarına tabidir, bu tabiliği sebebiyle o paylardan daha düşüktür. Bu, miktarı dince belirlenmiş diyetler ile miktarı ictihada bırakılmış diyet arasındaki ilişkiye benzer.

 

Not:  İbnü'r-Rif'a'nın görüşünün aksine alimlerin ifadesinin zahirinden anlaşıldığına göre Müslüman bir kimse, öldürdüğü kimsenin üzerinden çıkan eşyayı almış olsa bile [bunun dışında ayrıca bir de] bahşiş almaya hak kazanır; çünkü [her iki maddi ödeneğe hak kazandıran] sebepler farklıdır.

 

129. [Ganimetten tam payalma hakkına sahip olmayıp kendilerine bahşiş verilecek olan kimselere bu bahşişler hangi kaynaktan ödenir? Bu konuda İmam ŞafiI'ye ait üç görüş bulunmaktadır:]

 

Birinci görüş

 

Daha güçlü görüşe göre bahşişin kaynağı, ganimetin beşte dördüdür; çünkü bu bahşiş de ganimetten bir payolup savaşa katılmakla elde edilir. Şu var ki bahşiş, normal paydan daha düşüktür.

 

İkinci görüş

 

Tıpkı savaş masrafları gibi bahşişler de ganimeti n tümü üzerinden ödenir.

 

Üçüncü görüş

 

Bu bahşişler, Müslümanların maslahatları için ayrılmış olan, ganimetin beşte birinin beşte birinden ödenir.

 

130. Nevevi şöyle demiştir:

 

"Doğru görüşe göre zımmilere (ve onlar gibi değerlendirilen diğer kafirlere) bahşiş ancak bunların savaşa ücretsiz katılması ve savaşa katılmaları konusunda devlet başkanının (veya komutanın herhangi bir zorlama söz konusu olmaksızın) izninin olması halinde verilir.

 

Doğrusunu en iyi Allah bilir." Burada fertlerin izninin herhangi bir etkisi yoktur.

 

İkinci bir görüşe göre devlet başkanı izin verdiğinde onlara bahşiş verilmez.

 

Üçüncü bir görüşe göre savaşa katılırsa bahşiş almaya hak kazanır, aksi takdirde hak kazanamaz.

 

131. Bu durumdaki bir kişi savaşa ücret karşılığında katılmışsa ücret alır, bunun dışında herhangi bir şeyalamaz. Bu konuda görüş ayrılığı yoktur. Çünkü o, savaşa katılmasının karşılığını almıştır, aynı şey için başka bir bedel daha verilmez. Bu şahsa verilecek ücret, bir piyade payı kadar olabilir.

 

Not:  Nevevi "icare akdi ile" değil de "ücret karşılığı" demiştir ki ifade hem icare akdini hem de ödül vaadini [cüale] kapsamış olsun; çünkü bu ikisi eşittir.

 

Bu durumdaki bir kişi savaşa devlet başkanı veya komutanın iznini almaksızın katılırsa bahşiş alamaz. Aksine devlet başkanı onun savaşa katıldığını görürse uygun görmesi halinde kendisini bir yerde koruma altına alır.

 

Devlet başkanı bu durumdaki bir kişiyi savaşa katılmaya zorlarsa ona ganimetten pay verilmez emsal ücret ve ayrıca bahşiş verilir; çünkü onun emeği tüketilmiştir. Bunu Maverdi belirtmiştir.

 

Ganimete İlişkin Son Açıklamalar:

 

Kendilerine bahşiş verilen kimselerdeki [onların ganimetten tam payalmasına engelolan] noksanlık savaşın bitmesinden önce; Müslüman olmak, buluğa ermek, akıl hastalığının iyileşmesi, azat edilmek, cinsiyeti belirsiz olan kişinin erkek olduğunun anlaşılması gibi bir durumla ortadan kalksa bunlara tam pay verilir. Savaş bittikten sonra bu durumlar ortadan kalksa bahşişten başka bir şeyalamazlar. Bunu Maverdi söylemiştir.

 

Devlet başkanı tarafından tayin edilmiş bir komutan bulunmak-

sızın bir grup insan savaş yaparak ganimet elde etseler ve içlerinden birini ganimeti taksim etme konusunda hakem tayin f525\ etseler, şayet o kişi buna ehil ise taksim sahih olur, aksi takdirde sahih olmaz. Bunu Nevevi, Ebu Muhammed'den nakletmiştir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

ZEKAT... GİRİŞ