DÜĞÜN YEMEĞİ / VELİME |
VELİME / DÜĞÜN YEMEĞİ
Düğün ziyafeti vermek
sünnettir. [İmam Şafii'ye veya mezhep içinde yer alan] bir başka görüşe göre
ise vaciptir.
Düğün davetine gitmek farz-ı
ayndır. [Zayıf] bir görüşe göre farz-ı kifaye, [zayıf] bir başka görüşe göre
ise sünnettir.
Düğün ziyafetine gitmek
şu şartlarla vacip veya sünnet olur:
a) Yalnızca zenginlere
özgü olmamalı,
b) Düğün sahibi ilk gün
çağırmış olmalı. Düğün sahibi üç gün ziyafet verirse ikinci gün gitmek
gerekmez, üçüncü gün de gitmek mekruh olur.
c) Davet sahibinin,
korkudan veya bir makama gelme beklentisi içinde davet etmemiş olması,
d) Ziyafette kendisini
görmekten eziyet duyacağı veya birlikte oturması uygun olmayacak kimseler
olmamalı, bir münker de olmamalı. Şayet onun gitmesiyle münker ortadan
kalkacaksa gitsin.
Şunlar [düğün
ziyafetlerinde yer alan] münkerlerdendir: Yere ipek halı serilmesi, tavanda,
duvarda, yastıkta, örtüde veya giyilen elbisede hayvan resminin bulunması.
Yerde, halıda ve üzerine oturulan minderde hayvan resmi olması caizdir. Yine
canlının yalnızca başsız kısmı, ağaçların resimlerinin bulunması caizdir. Canlı
resimleri yapmak haramdır.
Düğün ziyafetine gitme yükümlülüğü
oruçla birlikte kalkmaz. Davet edilen kimsenin nafile oruç tutması, davet eden
açısından sıkıntı oluşturursa orucu bozmak daha faziletli olur.
Ziyafete gelen misafir
kendisine sunulan yemeği davet sahibinin ["buyurun yiyin" demek
suretiyle] sözlü bir ifadesine gerek olmaksızın yiyebilir Bu yemek üzerinde
yeme dışında başka bir tasarruf ta bulunamaz. Davet sahibinin razı olacağını
bildiği şeyi alabilir.
Düğün ziyafetinde şeker
vb. şeyler saçmak helaldir. Daha doğru görüşe göre mekruh değildir. Bunları
almak da helal olmakla birlikte almamak daha evladır.
VELİME’NİN AHKAMI
DÜĞÜN ZİYAFETİ
VERMENİN HÜKMÜ
DÜĞÜN ZİYAFETİNE
İCABET ETMENİN HÜKMÜ
DÜĞÜN ZİYAFETİNE
KATILNANIN ŞARTLARI
YEMEK ADABINA İLİŞKİN
HÜKÜMLER
VELİME’NİN AHKAMI
179. "Velıme"
sözcüğü, Ezheri'nin belirttiğine göre "veim" sözünden türetilmiş olup
bu kelimenin anlamı "toplanma / bir araya gelme"dir. [Düğün yemeğine
bu isim verilmiştir;] çünkü düğünde karı ve koca bir araya gelmektedir. Kişide
akıl ve ahlak bir arada bulunduğunda [Araplar bunu ifade etmek üzere]
"evleme'r-racul" derler. Velıme; evlenme, gelini evinden alma gibi
sevindirici her türlü durumda verilen yemeğe denilmekle birlikte kelimenin
düğün yemeği anlamında kullanılması daha meşhurdur. Diğer anlamlarda ancak
"sünnet velimesi" vb. gibi kayıtlanarak kullanılır.
Gelini evinden alma
vesilesiyle verilen davet -ki bu da bir tür akittir- için "velıme",
"milak", ve "şendahı" denir. Sünnet için verilen yemeğe
"i'zar", doğum için verilene "akıka", kadının doğumdan
sağ-salim kurtulması için verilene [sinle veya sadda] "hurs",
yolculuktan gelme sebebiyle verilene "nekia" denir. Bu kelime, toz
anlamına gelen nek' kelimesinden türetilmiştir. Bunu ister yolculuktan gelen
kimse yapsın isterse başkası yapsın fark etmez.
Nitekim bu, el-Mecmu'un,
"yolculuk halinde kılınan namaz" bölümünün sonundaki ifadeden
anlaşılmaktadır. Bir bina yapınca verilen yemeğe "vekıra" denir. Bu,
vekr kelimesinden gelir. Vekr, sığınak demektir. Bir musibetten kurtulanın
verdiği yemeğe "vadıme" denir.
Bir görüşe göre, velıme
sözcüğü mutlulukla ilgili durumlarda kullanıldığından yukarıdakilere veli me
denmez. Ancak alimlerin ifadesinin zahirinden bunlara da velime denileceği
anlaşılmaktadır. Alimlerin sözü "bir yemeğin velime olarak isimlendirilmesinde
sevinçli bir olayın olması her zaman değil genellikle dikkate alınır"
denilerek yorumlanır.
Kur'an'ı ezberleme
sebebiyle verilen yemeğe "hizak" denir.
Herhangi bir sebep
olmaksızın verilen ziyafete "me'dübe" denir.
Bunların tümü
müstehaptır.
Ezrai şöyle demiştir:
"Sünnet yemeğinin müstehap olması bana göre erkeklerin sünnetindedir,
kadınların sünnetinde değil. Çünkü bu gizlenir, bunu açığa vurmaktan utanılır.
Bunun yalnızca kadınlar arasında olmasının müstehap görülmesi de
muhtemeldir."
Bu daha uygundur. Ezrai
şöyle devam etmiştir: "Alimler, yolculuktan gelen kimsenin yemek
vermesinin müstehaplığını mutlak olarak belirtmişlerse de bana göre bu, uzun
yolculukla ilgilidir; çünkü örf bunu gerektirmektedir. Ancak bir gün veya
birkaç günlüğüne yakın bir yere giden kimse, evinde hazır kimse gibidir."
DÜĞÜN ZİYAFETİ
VERMENİN HÜKMÜ
180. Velimeler içinde en
güçlü olan, düğün ziyafeti olup bu müekked sünnettir. Çünkü bu, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
hem sözü hem de uygulamasıyla sabittir. Buha.rl'de yer alan bir hadise göre Hz.
Peygamber (s.a.v.), evliliklerinden birinde iki müd arpadan yapılmış bir düğÜn
ziyafeti verdi. (Buhari,5I72) Hz. Safiyye ile evlendiğinde hurma, yağ ve keşten
oluşan bir ziyafet verdi.(Buhari, 5169) Evlenen Abdurrahman b. Avf'a "bir
koyun bile olsa, düğün ziyafeti ver" buyurdu.(Buhari,5IS3) Gücü yeten için
düğün ziyafetinin en azı bir koyun keserek olur. Bundan başkasına gücü yeten
ise gücüne göre ziyafet verir.
Nesa! şöyle demiştir:
"Velimenin kamilinin en azı bir koyundur" . Çünkü et-Tenbih 'te
"ziyafette hangi yiyeceği verirse versin caiz olur" ifadesi yer
almaktadır. Velime, akit esnasında hazırlanan şeker vb. yiyecek ve içecekleri
içerir.
Bir kişi, velime sözcüğünün
kullanıldığı farklı anlamları şu dizelerde toplayarak bir araya getirmiştir:
Sekiz isim kullanılır
ziyafet durumlarına,
Velime düğün için, hurs
ise doğumdan sağ çıkana,
Çocuğun doğumunun
yedinci gününde akika,
İimkan bulur da bina
yaparsan vekira,
Yolculuktan dönünce
verilir nekia,
Sünnet olunca ise i'zar,
bunu hiç unutma.
Bir musibete uğrayan
için vadime,
Herhangi bir sebep
olmaksızın ise me'dübe,
Şendehi ise gelini
evinden alma sebebiyle,
Sayı böylece buldu
dokuzu,
Bunu bilene(55) de ki:
Esas al sen bunu.
Bu şiiri söyleyen,
onuncusunu ihmal etmiştir ki o da "hazık"tır.
Alimler, diriye edinme
sebebiyle yemek vermenin müstehaplığından söz etmemişlerdir.
Oysa Hz. Peygamber
(s.a.v.), Safiyye için yemek verdiğinde sahabe "onu örtmezse ümmüveledidir,
örterse karısıdır" dediler. Bu, veli men in yalnızca evlenmeye özgü
olmayıp cariye edinme durumunda da mendup olduğunu göstermektedir. Çünkü
yalnızca evliliğe özgü olmuş olsaydı, sahabe Safiyye'nin Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in karısı mı yoksa cariyesi mi olacağı konusunda tereddüt etmezdi.
Not: Alimler düğün ziyafetinin vaktine temas
etmemişlerdir. Subki, Beğavi'nin sözlerinden şu sonucu çıkarmıştır: "Düğün
ziyafeti geniş zamanlı olup vakti akit anından itibaren başlar." Ziyafetin
zifaf sonrasında olması daha faziletlidir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.),
hanımlarıyla olan evliliğinde sadece zifaftan sonra ziyafet vermiştir.
Dolayısıyla daha faziletli olana aykırı olsa bile, akit anından itibaren düğün
yemeği ne icabet etmek gerekir.
Subki ise et- Tevşih
adlı eserde buna aykırı görüş belirtmiştir.
182. El-Mühezzeb'te
aktarılan İmam ŞafiI'ye ait bir görüşe veya başka eserlerde İmam Şafii
dışındakilere ait olarak aktarılan bir görüşe göre, Abdurrahman b. Avf ile
ilgili yukarıda geçen hadisteki emrin zahiri sebebiyle düğün yemeği vermek
farz-ı ayndır.
İlk görüş sahipleri,
kurban ve diğer velimelere kıyasla o hadiste geçen emri mendupluk olarak
yorumlamışlardır. Ayrıca Resulullah (s.a.v.), o hadiste koyun kesmeyi emretmiştir.
Şayet bu hadisteki emir farziyet bildirseydi o zaman koyun kesmek de farz
olurdu. Halbuki bunun farz-ı ayn veya farz-ı kifaye olmadığı konusunda icma
vardır.
Not: Kişi dört kadınla evlense her biri için tek
bir ziyafet vermesi müstehap ve yeterli olur mu yoksa bir akit ve birden fazla
akdi birbirinden ayırması mı uygun olur? Zerkeşi "bu konu ihtimale
açıktır" demiştir. Başkalarının da belirttiği üzere ilk ihtimal daha
güçlüdür.
DÜĞÜN ZİYAFETİNE
İCABET ETMENİN HÜKMÜ
183. Düğün ziyafeti
vermenin sünnet olduğu görüşünü kabul ettiğimizde [ziyafete icabet etmenin
hükmü nedir? Bu konuda mezhep içinde üç farklı görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Düğün yemeğine icabet
etmek farz-ı ayndır. Bunun delili Buhari ve Müslim'de geçen şu hadistir:
> Biriniz düğün
yemeğine çağrıldığında ona gitsin.
Müslim'deki hadiste şu
ifadeler yer almaktadır: (Buhari, Nikah, S173; Müslim, Nikah, 3495)
> En kötü yemek,
yalnızca zenginlerin çağırılıp fakirlerin çağrılmadığı yemektir. Davete
katılmayan Allah ve resulüne isyan etmiş olur.(Müslim, Nikah, 3S08)
Alimler burada düğün
yemeğinin kastedildiğini söylemişlerdir; çünkü Araplar arasında bilinen ziyafet
düğün ziyafetiydi.
Buhari ve Müslim'deki
"sizden biri düğün yemeğine çağrıldığında katılsın" hadisi de bunu
desteklemektedir.(Buhari, Nikah, S179; Müslim, Nikah, 3497)
İbn Abdilberr ve
başkaları bu konuda icma bulunduğunu söylemişlerdir.
İkinci görüş
Düğün yemeğine katılmak
farz-ı kifayedir; çünkü amaç nikahı zinadan ayırmaktır. Bu ise ziyafete bazı kimselerin
katılmasıyla gerçekleşmektedir.
Üçüncü görüş
Düğün yemeğine katılmak
sünnettir; çünkü ziyafet vermek bir malı temlik etmektir. Diğer temlikleri
kabul etmek farz olmadığı gibi bu da farz değildir. Yukarıdaki hadis,
müstehaplığın gücünü göstermek üzere söylenmiştir.
Düğün ziyafeti vermenin
farz olduğu görüşü kabul edildiğinde bu ziyafete katılmak kesin olarak farz
olur. Bunu Mütevelli söylemiş, Ram ve Nevevi de ona tabi olmuşlardır.
Not: Nevevi'nin "ona" ifadesi, diğer
ziyafet yemeklerine katılmanın böyle olmadığını ifade etmektedir ki doğrusu da
budur. Diğer ziyafetlere katılmak, Ahmed b. Hanbel'in müsnedinde Hasan'dan
rivayet edilen şu hadisin de gösterdiği gibi sünnettir:
Osman b. Ebu'I-As bir
sünnet yemeğine davet edildiğinde bu davete katılmamış ve "Resulullah
(s.a.v.) zamanında bu sebeple davet verilmiyordu" demiştir. (Müsned, 4,
217)
Bir görüşe göre
yukarıdaki görüş ayrılığı burada da geçerlidir. Subki ve başkaları bu görüşü
tercih etmiştir. Müslim'de yer alan bir hadiste "bir düğüne veya benzeri
bir şeye davet edilen kişi davete katılsm" buyrulmuştur. (Müslim, Nikah,
3500)
Ebu Davud'un süneninde
şu hadis bulunmaktadır: "Sizden biri kardeşini davet ettiğinde, ister
düğün isterse başka bir şey olsun, davet edilen kişi katılsın. "(Ebu
Davud, Et'ime, 3738)
Bu iki hadis, diğer
yemek ziyafetlerine katılmanın da farz olduğunu gösterir. ZerkeşI'nin
belirttiğine göre Iraklıların çoğunluğu yukarıdaki görüşe bu şekilde cevap
vermiştir.
DÜĞÜN ZİYAFETİNE
KATILNANIN ŞARTLARI
Yukarıda geçtiği üzere,
düğün ziyafetine icabet etmek ancak bazı şartlarla farz veya sünnet olabilir.
Bu şartların bir kısmı şunlardır:
A. Ziyafete Sadece
Zenginlerin Çağnlmamış Olması
184. Düğün ziyafetine
katılmanın şartlarından biri, ziyafete yalnızca zenginlikleri sebebiyle
zenginlerin çağrı Imam ış olmasıdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v.)'in [yukarıda
geçen] "en kötü yemek daveti" ifadesi bunu göstermektedir.
Kişi davet verirken
-tümü zengin bile olsa- davetini bütün aşiretine, komşularına, meslektaşlarına yapmalıdır.
Burada kasıt, bütün
insanları davet etmek değildir; çünkü bu imkansızdır. Hatta kişinin aşireti vb.
çok kalabalık olsa, yahut sayısını belirlemek mümkün olmasa yahut da kişi
tümüne davet veremeyecek kadar fakir olsa Ezral'nin belirttiğine göre o
takdirde genel bir davet vermek şart olmaz. Burada şart olan, özellikle sadece
bir grubu çağırma kastının ortaya çıkmamasıdır. Sonrakilerden biri
"zenginler dışında bile olsa böyledir" demişse de bana göre öyle
değildir. Aksine, [gücü herkesi çağırmaya yetmeyen] davet sahibinin yalnızca
fakirleri çağırması daha iyi olur.
B. Davet Sahibinin
Müslüman Olması
185. Davet sahibinin
Müslüman olması gerekir. Kafir bir kimsenin davetine icabet etmek gerekli
değildir; çünkü onunla dostluğu sevgiyi devam ettirme talebi söz konusu
değildir. Ayrıca onların düğün ziyafetinde yemeklere necis şeyler katma
ihtimalleri ve tasarruflarının fasid olma ihtimali bulunduğundan kişi böyle bir
yere gittiğinde onların yiyeceklerinden tiksinebilir. Bu yüzden müslümanın
davetine katılmanın müstehap oldUğU durumda zımmınin davetine katılmak müstehap
görülmez. Bundan anlaşıldığına göre zımmı ile bir arada bulunmak mekruh görülse
bile onun müslümanın davetine icabet etmesi müstehaptır.
C. Davet Edilen Kişinin
Müslüman Olması
186. Şartlardan biri de
davet edilen kişinin Müslüman olmasıdır. Bir Müslüman bir kafiri düğün
ziyafetine davet etse, Maverdi ve Ruyani'nin belirttiğine göre onun buna
katılması gerekmez.
D. Davetin İlk Gün
Olması
187. Davetin ilk gün
olması şarttır. Kişi üç gün veya daha fazla süreyle düğün ziyafeti verirse,
ikinci gün ziyafete katılmanın gerekli olmayıp sünnet olduğu ittifakla kabul
edilmiştir. Üçüncü gün veya daha sonrasında davete icabet etmek ise mekruhtur.
Ebu Davud'un süneninde
yer aldığına göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Düğünün ilk günü
ziyafet vermek haktır, ikinci günü vermek iyiliktir, üçüncü günü -veya daha
sonraszndavermek ise gösteriştir.(Ebu Davud, Et'ime, 3754)
Şu var ki, davet sahibi,
çağırılanların çokluğu veya evinin küçüklüğü gibi bir sebeple hepsini ilk gün
çağıramıyorsa [daha sonraki günlerde çağrılanlar açısından] icabet etmek
gerekir; çünkü Ezral'nin dediğine göre bu, gerçekte aynı gün içinde insanların
grup grup çağrıldığı bir düğün yemeğidir.
Yukarıdaki özürlerden
herhangi birisi yokken kişi aynı gün içinde iki defa yemek verse, ZerkeşI'nin
dediğine göre ikinci yemek, ikinci gün verilen ziyafet gibi kabul edilir,
dolayısıyla katılmak gerekmez.
E. Davet Sahibinin
Kısıtlı Olmaması
188. Davet sahibinin,
tasarrufları kısıtlanmamış bir kimse olması şarttır. Çocuk, akıl hastası veya
sefih gibi kısıtlı şahısların verdikleri davete, velisi izin vermiş olsa bile
katılmak doğru görülmez; çünkü bu nitelikteki bir kişi malını telef etmek değil
korumakla yükümlüdür.
Ancak, davet için
harcanacak parayı çocuğun malından alan veli, baba veya dedeyse, EzraI'nin
belirttiği üzere davete icabet etmek gerekir.
F. Davetçinin Daveti
Korku veya Beklenti İçinde Yapmamış Olması
189. [Davete katılmanın
zorunlu olabilmesi için] davet sahibinin çağırdığı kişiyi şu amaçlarla davet
etmemiş olması gerekir:
> Çağırmadığı
takdirde başına bir şey geleceğinden korkması,
> Davet ettiği
kimsenin makamından bir beklentisinin olması,
> Davet ettiği
kişinin bir batı la yardım etmesi konusunda bir beklentisinin olması.
Davetin yalnızca sevgi
ve yakınlaşmadan kaynaklanması gerekir.
Nevevi'nin sözünden
anlaşıldığına göre herhangi bir amaç gütmeksizin çağırmak da böyledir.
G. Davet Edilenin Belli
Olması
190. Davete katılmanın
şart olması için, davet sahibinin kendisinin veya vekilinin davet edilen şahsı
belirlemesi gerekir, insanlar içinde duyuru yapmak yeterli değildir. Örneğin
"kimi istersen çağır", "kayıpı aç", "dileyen
gelsin" gibi çağrılara icabet etmek zorunlu değildir; çünkü böyle bir
durumda kişinin davete katılmaması, karşı taraf açısından bir sıkıntı teşkil
etmez.
H. Davet Edilenin
Davetçiye Özür Beyan Etmesi
191. Davete katılmanın
zorunlu olması için, davet edilen kişinin davet edene özür beyan edip de davet
sahibinin onun gelmemesine razı olmuş olmaması gerekir. Şayet aksi olursa
davete katılma zorunluluğu ortadan kalkar.
I. Daha Önce Başka
Birinin Davet Etmemiş Olması
192. Şartlardan biri de,
başka bir kimsenin daha önceden davet etmemiş olmasıdır. Bir şahsı iki kişi
davet ederse, daha önce davet edenin davetine katılır. Her iki şahıs birlikte
gelerek davet etmişlerse, önce akrabalık yönünden sonra da ev [komşuluk]
yönünden daha yakın olan kimsenin davetine icabet eder.
İ. Davet Edenin Malının Çoğunluğunun
Haram Olmaması
193. Davete katılmanın
zorunlu olması için, davet sahibinin malının çoğunluğunun haram olmaması
gerekir. Böyle bir kimsenin davetine katılmak mekruhtur. Kişi davette kendisine
verilen yiyeceğin bizzat haramdan kazanıldığını biliyorsa, bu yemeğe katılması
haram olur, aksi takdirde haram olmaz, mübah olur. Kazancında şüphe bulunan
kimsenin davetine katılmak zorunlu değildir. Bu yüzden Zerkeşi
"zamanımızda davete katılmak gerekmez" demiştir. Ancak davet eden
kimsenin malında şüphenin bulunduğu konusunda kişide zann-ı galip bulunmalıdır.
J. Çağıran Kişinin
Yabancı Bir Kadın Olmaması
194. çağıran kişi
yabancı bir kadın ise, davet yerinde bu kadının bir mahremi yoksa veya davet
edilen kişinin bir mahremi yoksa, o kadınla baş başa kalmayacak olsa bile
çağrılan kişinin katılması gerekmez.
K. Davet Edilenin Hür
Olması
195. Davet edilenin hür
olması şarttır. Kişi bir köleyi davet etse, efendisinin izin vermesi halinde
kölenin katılması gerekir. Yine mükatep kölenin davete katılması, kazancına
zarar vermeyecekse onun da katılması gerekir. Zarar verecek olmakla birlikte
efendisi katılmasına izin verirse iki görüş söz konusudur: Daha güçlü olanına
göre katılması gerekmez. Kısıtlı olan şahıs davete icabet etme açısından reşid
gibidir.
L. Diğer Şartlar
196. [Davete katılmanın
gerekli olması için gerekli olan diğer şartlar ise şunlardır:]
> Davetçinin, velime
vaktinde davet etmiş olması,
> Çağrılan kimsenin
hakim olmaması. Şayet hakim davet etmişse sonrakilerden birinin belirttiği
üzere davete katılmak gerekmez. Genel idari yetkisi bulunan diğer şahıslar da
böyledir.
> Ruyani ve
Maverdl'nin belirttiğine göre cemaati terk etmesini mazur kılacak bir özrünün
bulunmaması,
> Davet sahibinin
zalim, fasık, şerıi, övünmek amacıyla davet yapan bir kimse olmaması gerekir.
Bunu Gazzalı, İh ya' da söylemiştir.
> Davet edilen
kimsenin bir şahitliği eda etmek veya bir cenazeye katılmak gibi üzerinde
yerine getirmesi farz-ı ayn hale gelmiş bir borcunun bulunmaması gerekir.
> Davet yerinde,
davet edilen kimsenin bir arada bulunmaktan sıkıntı duyacağı veya birlikte
oturmaları uygun olmayacak düşük tabiatlı kimseler gibi şahısların bulunmaması
gerekir. Şayet böyle birileri varsa ilk durumda kişi bundan sıkıntı duyacağı
için ikinci durumda ise onur kırıcı bir durum söz konusu olduğundan
katılmamakta mazur olur. Davet sahibi ile arasında bir düşmanlığın bulunmasının
bir etkisi söz konusu değildir.
> Düğün yemeğinde
kişinin kendisinden sıkıntı duyacağı bir düşmanın bulunmaması gerekir. Bunu Maverdi
söylemiş, Zerkeşi de kendi çıkarımı olarak açık düşmanlığın bir özür olduğunu
söylemiştir.
> Düğün yemeğinde
şarap, haram kılınmış eğlenceler gibi bir münkerin olmaması gerekir. Çünkü Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir
kimse, içkinin servis edildiği bir masada oturmasın. "(Tirmizi, Edeb,
2801; Müstedrek, Edeb, N, 288. (Tirmizi bu hadis hakkında hasen-garip demiş,
Hakim ise sahih gördüğü bu hadisin Müslim'in şartlarına uygun olduğunu
söylemiştir)
Not: Nevevi'nin mutlak ifadesi şu durumları da
kapsamaktadır: a) Davet yerinde
insanları bidata çağıran bir propagandacı varsa ve davet edilen kişi bu şahsın
propagandasını reddetme gücüne sahip değilse katılması gerekmez.
b) Davet yerinde küfürlü
konuşarak, yalan şeylerden bahsederek insanları güldüren birisi varsa gitmek
gerekmez.
Gazali İhya'da bunu açık
olarak ifade etmiştir.
c) Altın-gümüş kaplar
varsa gitmek gerekmez. Nevevi, Müslim şerhinde bunu açık olarak ifade etmiştir.
Şayet kişinin davete katılmasıyla
münker ortadan kalkacaksa o kişinin davete icabet etmek ve münkeri de yok etmek
amacıyla katılması kesin olarak gerekir. Kendisinin katılmasıyla münker ortadan
kalkmayacaksa katılması haram olur; çünkü bu, münkere razı olmak gibidir.
Kişi davet yerine
gidinceye kadar orada münker olduğunu bilmese, gelip de durumu gördüğünde
insanların bu günahı işlemelerine engelolur. İnsanlar vazgeçmezse, oradan
ayrılması gerekir. Ancak çıkmaktan korkarsa, örneğin vakit gece vakti olup da
oradan ayrılmaktan korkarsa kalbiyle bu günahı kötü görmek suretiyle orada
oturur. Dinlemesi haram olan şeyi dinlemez. Konuşmak ve yemek yemeyle
meşgulolursa bunu yapması caiz olur. Aynı şekilde böyle bir kötülük kişinin
evinin yanında işleniyorsa, sesi kendisine gelse bile o kişinin evden taşınması
gerekmez.
Davet yerinde bulunan
münker konusunda mezhepler arasında ihtilaf varsa, örneğin nebiz içmek, ipek
halı üzerine oturmak gibi hususlar varsa, bunların haram olduğuna inanan
kimsenin oraya gitmesi haram olur. Bunu Celaleddin el-Mahalli mezhebin görüşü
olarak nakletmiştir. Bu konu, ilim talebelerinin çoğunun gafil kaldığı bir
meseledir. Ben bunu alimlerimizden bir grubun bulunduğu bir mecliste
söylediğimde bazıları bana tepki gösterdiler. Ben de kendilerine "bu,
hakkında Celaleddin el-Mahalli'nin açıklama yaptığı bir meseledir"
dediğimde, bana itiraz eden kişi sustu. Nevevi'nin aşağıdaki sözü de bu
meseleyi desteklemektedir.
197. Davet yerinde ipek
halının bulunması da münkerlerden biridir; çünkü ilgili konuda geçtiği üzere
ipeğin halı olarak serilmesi yasaklanmıştır.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Bu hüküm, alimlerin "siyer" bölümündeki şu
ifadelerine aykırıdır: "Haramlığı konusunda icma bulunan şeyler
haricindeki şeylere tepki gösterilmez."
Buna şöyle cevap verilir:
Muhalif görüş, ancak sahih sünnete aykırı olmadığında dikkate alınır. Halbuki
ipeğin halı olarak kullanılmasını yasaklayan sahih sünnet vardır. Böyle olunca
nassa aykırı görüşler dikkate alınmaz. Bu sebepledir ki İmam ŞafiI, hakkında
ihtilaf bulunmakla birlikte nebız içen kimseye had cezası uygulanacağını
söylemiştir.
Bundan, İbnü'r-Rif'a'nın
şu fetvasında yer alan hüküm anlaşılmaktadır: Süs içindeki yarık haramdır;
çünkü bunda münker bir durum söz konusudur.
Not: Nevevi'nin belirttiği hüküm, erkeklere
yönelik davetle ilgilidir. Yalnızca kadınlara yönelik davete gelince bu konunun
hükmü, onların ipeği yere sermeleri meselesine dayalıdır. Şayet kadınların bunu
yapmasını yasak kabul edersek erkeklerle kadınlar arasında fark olmaz. Şayet
kadınların bunu yapmasına izin verirsek -ki ilgili bölümde geçtiği üzere daha
doğru görüş budur- o zaman bu bir münker değildir.
198. "Halı olarak
sermek" ifadesi duvar halısını dışarıda bırakmaktadır, oysa ipeğin duvar halısı
olarak kullanılması erkeklere de kadınlara da haramdır. Nevevi,
"ipek" sözcüğünü zikretmeyip Gazzall'nin yaptığı gibi
"helalolmayan halı" demiş olsa; "gasp edilen" ve
"çalınan" halılar ile "kaplan derisinden yapılan halıları"
da kapsaması itibarıyla daha iyi olacaktı. Zira Halıml, İbnü'l-Münzir ve
başkalarının belirttiği üzere bunlar haramdır.
Burada haram olan şeyin
masdar olan "halı sermek" olduğu, halının kendisi olmadığına dikkat
etmek gerekir; çünkü halı dürülmüş bir halde olabilir, bunda bir haramlık
olmaz.
199. Davet verilen yerde
görülebilecek münkerlerden biri de canlı resmidir. Bu ister insana ister insan
dışında bir şeye ait olsun, ister büyük ister küçük olsun, ister at vb. gibi
bilinen bir canlı suretinde olsun isterse iki kanatlı insan gibi bunun dışında
bir şey olsun, ister tavan ve duvar gibi yukarıda olsun, isterse -el-Muharrer
ve Ravdatü 't-talibın 'de olduğu gibi- yastık gibi düz konulmuş olsun yahut bir
süs eşyası veya malın üzerini örtmek için örtü olarak konulmuş olsun yahut da
giyilen bir elbisenin üstünde olsun fark etmez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.),
üzerinde resimler bulunan yastıklar sebebiyle Hz. Aişe'nin yanına girmekten
kaçınmış, Hz. Aişe "yaptığım günahtan dolayı Allah ve resulüne tövbe
ediyorum" deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.) "bu yastıklar da neyin
nesi?" diye sormuştu. Hz. Aişe "bunları üzerine oturasın ve
yaslanasın diye satın aldım" deyince Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
> Bu resimleri
yapanlara kıyamet günü azap edilecek ve onlara "yarattığınız şeylere can
verin bakalım!" denilecek. İçinde bu resimlerin bulunduğu eve melekler
girmez. (Buhari, Buyu', 2105; Müslim, Libas ve'z-zine, 5499)
Ayrıca bu resimler
putlara benzemektedir.
Not: Nevevi'nin sözünden zorunlu olarak, içinde bu
resimlerin bulunduğu eve girmenin haram olduğu sonucu çıkmaktadır.
eş-Şerhu'l-kebir'deki ifade ise haram olmama görüşünün tercihe şayan olduğunu
göstermektedir. Nitekim Rafii orada şöyle demiştir:
"İçinde bu şekilde
yapılmış resimlerin bulunduğu eve girmek haram mıdır mekruh mudur? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır. Şeyh Ebu
Hamid bunun haram olduğunu söylemiştir. Et-Takrib yazarı ve Saydalanı bunun
mekruh olduğu görüşünü tercih etmiştir. Cüveyni ve el-Vasit adlı eserinde
Gazzali de bu görüşü tercih etmiştir.
eş-Şerh u' s-sağir'de
alimlerin çoğunluğunun mekruhluk görüşüne meylettiği söylenmiş, İsnevi de bunu
doğru bulmuştur. El-Envar adlı eserin yazarının tek görüş olarak belirttiğine
göre tercih e şayan olan da budur. Ancak el-Beyan adlı eserde alimlerimizin
genelinin bunu haram gördüğü aktarılmıştır.
Bu açıklamalardan
anlaşılacağı üzere, İsnevi'nin anladığından farklı olarak resimlerin bulunduğu
eve girme meselesi, resimlerin bulunduğu bir yere davete gelme meselesinden
farklıdır.
Ravdatü't-Talibin'deki
ifadelerin ima ettiğine göre ipek halı serilmesi de canlı resimleri bulunması
gibidir.
"Davet yerinde
resim olması" ifadesi, davet yerine geçiş yolunda resim bulunmasını
dışarıda bırakmıştır. eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin'de belirtildiğine
göre kapısında resimler bulunan hamama girmekte bir sakınca yoktur.
"Dik konulmuş
yastıklar" ifadesi, böyle olmayan yastıkları dışarıda bırakmaktadır. Baş
altına konulan yastıklarda bunun caiz olduğu ileride gelecektir.
Arapça'da
"visade" ve "mihadde" kelimeleri eş anlamlıdır.
Nevevi'nin iki farklı
ifadesi şu şekilde uzlaştırılmıştır: "Caizlik ile kastı, kişinin üzerine
yaslandığı küçük yastıklardır. Yasaklık ile kastı da -Ravdatü't-talibin'de
belirtildiği üzere- dik olarak konulmuş büyük yastıklardır." El-Minhac'daki
ifade bunu göstermemekte olup konuya verilen önem sebebiyle bu şekilde
yorumlanmıştır.
Nevevi'nin "giyilen
elbise" ifadesi, yalnızca giyilme halinde menkerliğin söz konusu olmasını
gerektirir. Ezrai şöyle demiştir: "Bununla kasıt, giyilmesi kastedilen
şeyler olabilir.
> esnada giyilmiş
olsun, asılı olsun veya yere konulmuş olsun fark etmez."
Canlı resminden, kız
çocuklarının oyuncakları istisna edilir. Nitekim Nevevi, Müslim şerhinde Kadı
lyaz'ın alimlerden naklettiği görüşe tabi olarak bunu belirtmiştir. Ayrıca
Müslim'in rivayet ettiğine göre Hz. Aişe, Resulullah (s.a.v.)'ın yanında
bunlarla oynardı.(Müslim, Fedailü's-sahabe, 6237)
Bunun hikmeti, kadınları
çocuk eğitmeye alıştırmaktır.
Yapılan açıklamalardan
anlaşılacağı üzere, Nevevi'nin "düğün davetine gitmenin farz olmasının
şartları" konusunda zikretmediği şartlar zikrettiğinden daha çoktur.
Kadın, kadınları davet etse, onlar hakkında da erkekleri davetteki hükümler
geçerlidir.
200. Yerde, ayak altında
çiğnenen halıda, yaslanılan yastıkta yahut da kullanılması halinde resimlerin
[yüceltilmeyip] değersizleştirileceği tabak, tepsi, kap gibi şeylerde canlı
resimleri bulunması caizdir. Bu konuda ölçü şudur: Resim, değersizleştirilen
bir şey üzerinde ise caiz olur, aksi takdirde caiz olmaz. Çünkü Müslim, Hz.
Aişe'den şunu nakletmiştir:
Hz. Peygamber (s.a.v.)
bir yolculuktan döndü. Ben bir sofanın üzerine, üstünde kanatlı at resimleri
bulunan bir örtü örttüm. Resulullah (s.a.v.) bunları kaldırmamı
emretti.(Müslim, Libas ve'z-zine, 5489)
Bir başka rivayette ise
"bu örtüden bir veya iki tane yastık yaptık. Resulullah (s.a.v.) onlara
yaslanırdı" demiştir.(Müslim, Libas ve'z-zine, 5498)
Alimler de bu hadisleri
aynı hükme delil olarak kullanmışlardır.
Subki şöyle demiştir:
"Bu, itiraza açıktır; çünkü kesme işi, bizzat resimlerin üzerinde
gerçekleşmiş olabilir. Resimler ortadan kalkınca da bunlardan yastık
yapılmıştır. "
Buna şöyle cevap
verilir: Aslolan bunun olmamış olmasıdır. Ayrıca çiğnenen ve atılan şeyler,
değer verilmeyen şeylerdir.
Dinar ve dirhemler
üzerine nakşedilen resimlere gelince; ZerkeşI'nin belirttiğine göre kıyas
açısından bunların giyilmeyen elbiseler gibi değerlendirilmesi gerekir; çünkü
bunlar kullanılmakla [artık değer gösterilen bir şey halinden çıkmış]
değersizleştirilmiştir.
Not: Nevevi'nin sözünden, yukarıdaki durumlar
mevcut olsa bile davete icabet etmenin gerekli olduğu ve bunları kullanmanın
caiz olduğu anlaşılmaktadır. İlki için bu doğru olmakla birlikte ikincisi doğru
değildir. Doğru olan, ileride geleceği üzere yere resim yapmanın haram
olmasıdır. Nevevi'nin [yastıktan bahsederken] ilk olarak "visade"
sonra da "mihadde" kelimelerini kullanması, bu ikisinin farklı şeyler
olmasını gerektirmektedir. Biz bu konuda yukarıda açıklama yapmıştık.
201. Yüksekçe bir yerde
başsız canlı veya ağaç, güneş, ay gibi cansızların resminin bulunması caizdir.
Çünkü Buharl'nin rivayet ettiğine göre bir ressam, İbn Abbas'a "ben resim
çizmekten başka bir sanat bilmiyorum" deyince, İbn Abbas "madem ki
başka bir şey yapamıyorsun o halde ağaçları ve cansızları çiz"
demiştir.(Buhari, Buyu', 2225)
202. Canlıların resmini
yapmak, yukarıda geçen hadis sebebiyle haramdır. Ayrıca bu, kişinin kendi
fiilini Allah'ın yaratmasına benzetmeye çalışmasıdır.
Mütevelli, "Ebu
Hanife'nin görüşünün aksine bize göre canlının başını yapsa da yapmasa da
haramdır" demiştir.
Ezrai ise şöyle
demiştir: "Bizim mezhebimizde meşhur olan görüş, başı olmadıktan sonra canlı
resmini yapmanın caiz olduğu şeklindedir. Çünkü hadis, canlıların başlarını
[resim yaparken bedeninden] ayırmaya işaret etmektedir."
Bana göre de bu ikinci
görüş doğrudur.
Not: Nevevi'nin mutlak ifadesinden şu
anlaşılmaktadır: "Kişinin resmi duvarlara, yere veya elbiselerin
örgülerine çizmesi arasında fark yoktur." Ravdatü't-talibin'de bunun doğru
görüş olduğu belirtilmiştir.
203. Düğün davetine
icabet etme sorumluluğu, kişinin oruçlu olması sebebiyle ortadan kalkmaz.
Çünkü, Müslim'de yer alan bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
> Biriniz davet
edildiğinde gitsin. Oruçsuzsa yesin, oruçluysa dua etsin. "(Müslim, Nikah,
3506)
[Bu hadisin Arapçasında
geçen "felyusalli" ifadesinden] kasıt dua etmektir. Nitekim İbn
Sünni'nin rivayet ettiği
hadisteki ifade şöyledir: "Oruçluysa, davet sahibine bereket duası
yapsın" .(İbnü'-Sünnı, Amelü'l-Yevm ve'l-leyle, hadis no: 483)
204. Oruçsuz ise
yemekden yemesi zorunlu değildir. Çünkü Müslim'in rivayet ettiği hadiste Hz.
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> Biriniz yemeğe
davet edildiğinde gitsin. [Oraya varınca] ister yesin, ister yemesin.(Müslim,
Nikah, 3504)
Bunun zorunlu olduğu da
söylenmiştir; çünkü Müslim'de yer alan bir başka rivayette "oruçlu değilse
yesin" buyrulmaktadır. Et-Tenbih adlı eserde bu görüş esas alınmış, Nevevi
de Müslim şerhinde bunu doğru kabul etmiş, Tashihü't-Tenbih 'te de bunu tercih
etmiştir.
İlk görüşe göre,
Ravdatü't-talibin'de açık olarak ifade edildiği üzere kişinin yemek yemesi
sünnettir. Bunu vacip veya mendup kabul ettiğimizde en azından bir lokma yemek
gerekir.
205. Davet edilen
kişinin oruçlu olması, davet eden açısından bir sıkıntı teşkil edecekse, davet
edilenin, günün sonunda bile olsa orucunu bozması tutmasından daha
faziletlidir.
Böylece davet eden
şahsın gönlü hoş tutulmuş olur. Ayrıca bir yemek davetinde sahabeden birisi
"ben oruçluyum" diyerek yemeğe el uzatmadığında Hz. Peygamber
(s.a.v.) ona şöyle buyurmuştur:
> Kardeşin senin için
zahmete katlanıyor, sen ise "ben oruçluyum" diyorsun. Orucunu boz,
daha sonra yerine bir gün kaza edersin (Beyhaki, Sıyam, 4, 279)
Davet edilenin oruçlu
olması davet eden açısından bir sıkıntı teşkil etmeyecekse, kişinin orucuna
devam etmesi daha faziletlidir.
Kişinin "ben
oruçluyum" demesi mekruh değildir. Bunu Kadı Ebu't-Tayyib, alimlerimizden
nakletmiştir.
Farz oruca gelince,
mutlak olarak yapılan adak orucunda olduğu gibi belirli bir zamanı olmayıp her
zaman tutulabilecek bir oruç bile olsa davet için bunu bozmak caiz değildir.
206. Davete katılan
kişi, yemek veren kişinin ["buyurun yiyin" şeklinde] sözlü ifadesine
gerek olmaksızın kendisine takdim edilen yiyeceği yiyebilir. Yollardaki su
sebillerinden içmede olduğu gibi burada da öd karinesiyle yetinilir.
Nevevi şöyle demiştir:
"Sahih hadislerde yer alan izin sözcüğü, bunun müstehap olduğunu
göstermektedir."
Yemek veren kişi,
başkalarının da gelmesini bekliyorsa o zaman yemeğe başlama konusunda sözlü
izin vermedikçe veya diğer şahıslar gelmedikçe davet edilen kişi yemeğe başlamaz;
çünkü öde göre bu durumlarda yemeğe başlanmaz.
Not: Nevevi'nin
"kendisine sunulan" ifadesinden şu anlamlar çıkmaktadır:
1. "Alt tabakadan
olan kimseler, özel davetlilere sunulan özel yemeklerden yiyemezler."
İzzeddin b. Abdüsselam bunu açık olarak ifade ederek şöyle demiştir:
"Çünkü buna dair ne sözlü ifade ne de örf vardır. Aksine örf bunu
engellemektedir."
2. "Misafir,
kendisine sunulan yemeğin tümünü yiyemez".
İbnü's-Sabbağ bunu açık
olarak ifade etmiştir. İbn Şühbe ise "yemek az olup örf bunun bütününün
yenilmesini gerektiriyorsa bu görüş, itiraza açık olur." Yemek sahibinin
buna razı olduğu biliniyorsa, İbn Şühbe'nin görüşü zahirdir.
Maverdi, yemek sahibinin
rızası olmaksızın kişinin doyduktan sonra daha fazla yemesinin haram olduğunu söylemiştir.
Bununla birlikte fazladan yediği kısım için herhangi bir şey ödemez. Ezrai
"bu konu, üzerinde durulması gereken bir konudur" demiştir.
Doymanın ölçüsü, kişinin
artık aç sayılmayacak bir duruma gelmesidir. Kişinin kendi helal olan malından
doyduktan sonra yemesi ise mekruhtur. Sahibinin razı olduğu biliniyorsa
başkasının malından yemesi de böyledir.
İzzeddin b. Abdüssselam
şöyle demiştir: "Misafir, mesela on kişinin yiyeceği kadar yiyorsa ve onu
davet eden kişi bu durumunu bilmiyorsa, yeme miktarı konusunda örfte var olanın
ötesine geçmesi caiz olmaz ... Yemek az ise ve kişi lokmaları büyük büyük ve
hızlıca yiyerek yemeğin çoğunluğunu bitiriyor, arkadaşları yemekten mahrum
kalıyorsa bu fiil caiz olmaz."
Asalaklık yapmak, yani
yemeğe çağrılmadığı halde gitmek haramdır. Ancak davet sahibiyle arasında
arkadaşlık ve iyi ilişkiler bulunan kişi davet sahibinin bundan razı olduğunu
biliyorsa gidebilir. Cüveyni bu hükmü "özel davet" ile sınırlamıştır.
Genel davete gelince, örneğin kişi evinin kapısını açıp "kim isterse
gelsin" diyorsa, bu durumda bir asalaklık söz konusu değildir.
207. Davete katılan
kimse, yemeği yeme dışında satma vb. bir tasarruf ta bulunamaz; çünkü öde göre
kendisine yeme izni verilmiştir. Davet sahibinin razı olduğu bilinmedikçe
davete katılan kişi yemekten dilenciye, kediye yediremez.
208. Misafir, kendisi
gibi misafir olan arkadaşına yemeği uzatıp takdim edebilir. Ancak davet sahibi
misafirlere bizzat ikramda bulunmak istiyorsa bunu o yapar.
209. "Kendisine belirli
bir yemek türü sunulmuş olan kimse, başka bir yemekten yiyemez."
Bu ifadenin zahirinden,
kişiye sunulan yemek ister daha üstün ister daha düşük olsun bunun yasak olduğu
anlaşılmaktadır. İhtimallerden biri budur. Diğer bir ihtimale göre ise bu hüküm,
kendisine daha üst yemek sunulan kimseye özgüdür. Ezrai bunu, alimlerimizin
sözlerinin gereği olarak nakletmiş, "zahir olan budur" demiştir.
210. Davet sahibinin,
misafirlere sunulan yemek konusunda iki misafir arasında ayrım yapması
mekruhtur; çünkü bu, insanın gönlünü kırar.
Not: Misafir, lokmayı ağzına koyduğunda artık ona
sahip olmuş olur. eş-Şerhu's-sağır'deki tercihten bu sonuç çıkmaktadır.
İbnü'l-Mukrı bunu esas almış, Kadı Hüseyin ve İsnevi, bu görüşün tercih
edilmesi gerektiğini açık olarak ifade etmiştir. Mütevelli'nin sözünden ise şu
anlam çıkmaktadır: "Kişi lokmayı yuttuğu anda, bu lokmaya yutma öncesinde
sahip olmuş olduğu anlaşılır."
Bir görüşe göre kişi
yemeği ellerinin arasına aldığında ona sahip olur.
"Kişi, yemeği
aldığında veya ağzına koyduğunda ona sahip olur" görüşlerinden birini
kabul ettiğimizde kişinin bu yemeği yemeksizin başkasına bağışlaması veya başka
şekillerde tasarrufta bulunması caiz olur mu? Bu konuda iki görüş
bulunmaktadır. Çoğunluk tarafından da kabul edilmiş olan doğru görüşe göre,
nasıl ki bir malı ödünç alan başkasına ödünç veremezse burada da kişi yemekte
başka tasarrufta bulunamaz. Burada "malik olur" derken kastedilen,
tıpkı malı ödünç almakta olduğu gibi yararlanma hakkına sahip olmaktır, kimilerinin
zannettiği gibi malın kendisine malik olmak değildir. Bu hükme binaen, bu yemek
üzerinde satım vb. tasarruflarda bulunulup bulunulamayacağı da tartışılmıştır.
Ehl-i zimmet ile yapılan
anlaşmada, onların bölgesine uğrayan Müslümanları ağırlama şartı bulunuyorsa,
bir Müslüman onların yurduna uğradığında ve onlar bir şey ikram ettiğinde, onun
buna ma.lik olacağı tek görüş olarak kabul edilmiştir. Rafii'nin
"cizye" bölümünde belirttiğine göre misafir kendisine ikram edilen
yemeği yanında götürebilir.
211. Misafir, kendisini
ağırlayan şahsın razı olacağını bildiği veya zannettiği şeyleri alabilir. Çünkü
misafirlik, insanların gönlünü hoş tutmaya dayalı bir uygulamadır. Ev sahibinin
razı olduğu karine yoluyla bile anlaşıldığında bunun gereği olan hüküm de sabit
olur. Bu husus durumlara, alınan şeyin miktarına, ev sahibinin durumuna ve
davetine göre değişir. Alma fiilinin, müsamaha edilen sınır içinde kalıp
kalmadığı konusunda şüphe söz konusu olursa, eş-Şerhu'l-Kebir'de doğru olarak
belirtilen görüşe göre haramlık söz konusu olur. Gazalı, İhya'da şöyle
demiştir: "Ev sahibinin razı olduğu biliniyorsa, diğer misafirlere karşı
da insaf ve adaleti gözetmek gerekir. Bu durumda kişinin sadece kendisine düşen
yiyeceği veya diğerlerinin utandıklarından değil de gönül rızasıyla
bırakacakları yiyeceği alması uygun olur."
212. Gelini nikah için
evinden teslim almak üzere gidildiğinde ve sünnetlerde şeker, dirhem, dinar,
ceviz, badem gibi şeyleri insanların alması için saçmak caizdir.
Sonrakilerden birinin
dediği üzere bu konuda örf olduğu için diğer davetlerde de bunu yapmak caizdir.
Bu tür şeyleri saçmak daha doğru görüşe göre mekruh olmaz. Bununla birlikte
bunu yapmamak daha iyidir; çünkü bu, mal yağmalama benzeri bir görüntüye sebep
olmaktadır.
Sahih hadiste bu
yasaklanmıştır.
Bir başka görüşe göre
ise bunda iyilik bulunduğu için bunun yapılması müstehaptır.
Bir başka görüşe göre
ise bunları kapışarak toplamakta insanı küçük düşüren bir durum olduğundan
mekruhtur.
Saçılan şeyleri toplamak
helaldir; çünkü sahibi, toplayan kimseler bunları alsın diye saçmıştır. Bununla
birlikte tıpkı saçmada olduğu gibi toplamada da bu fiili terk etmek daha
iyidir. Bu, Ravdatü 'ttalibın'de olan hükümdür. İmam Şafii'nin açık ifadesi
buna aykırı değildir.
Mekruhluk ifadesi
"daha iyi olanı terk etmek" anlamında alınırsa alimlerin çoğunluğuna
göre böyle şeyleri saçmak ve toplamak mekruhtur. Ancak saçan kimsenin herhangi
bir şahsı kayırmadığı ve toplayanların da bu fiilleriyle kişiliklerinin
zedelenmeyeceği bilinirse bunu terk etmek evla bir davranış olmaz.
213. Havaya saçılan
şeyleri havaya entarinin eteğini kaldırarak toplamak mekruhtur. Kişi havaya
atılan şeyi entariden alsa veya yerden alsa, yahut yere taşın! bu sebeple
koyduğunda saçılan şey bu taşın üzerine düşse kişi ona malik olur. Kişi yere
taşını bu amaçla koyma mış sa onun üzerine düşen şeye sahip olmaz; çünkü
kendisinde mala sahip olma kastı ve fiili bulunmamıştır. Bununla birlikte bu
şahıs, o malı mülkiyetine geçirme konusunda başkalarına göre öncelik hakkına
sahiptir. Başkası onun taşına düşen şeyi alsa, bu meseleye ilişkin
eş-Şerhu'l-kebir'de şöyle denilmiştir:
Onun buna malik olup
olmayacağı konusunda şu meselelerdeki iki görüş geçerlidir:
> Bir kimsenin
mülkünde bir kuş yuva yapsa, başka bir şahıs da
kuşun yavrularını alsa
ona malik olur mu?
> Bir kimsenin
havuzuna suyla birlikte balık girse,
> Bir kimsenin
mülküne kar girse ve başkası bunu alsa,
> Bir kimsenin
etrafını taşla çevirdiği bir araziyi başkası ihya etse. Ancak daha doğru görüşe
göre ihya eden kişi araziye sahip olur.
Alimlerin yukarıdaki
meselelerde "alan kişi malik olmaz" görüşüne daha fazla meylettikleri
görülmektedir. Çünkü arazinin etrafını taşla çeviren kimse oranın maliki
değildir. Araziyi ihya etmek de başkasının mülkünde tasarruf ta bulunmak
değildir. Diğer meseleler ise bundan farklıdır.
Mal saçma konusunda
muteber olan görüş, Şarih Celaleddin elMaham'nin de belirttiği üzere, kişinin
taşı düşen şeyi alan kimsenin buna malik olmayacağıdır. Bu, ilgili konularda
zikredildiği üzere diğer meselelerden farklıdır. Arada şu fark vardır: Bu
meselede malı ele geçirme özelliği daha güçlüdür. Çünkü burada mal, diğer mesel
elerden farklı olarak kişiyle içli dışlı olan bir şeye düşmektedir.
Çocuk, aldığı şeye malik
olur. Efendi, kölesinin aldığı şeye malik olur.
YEMEK ADABINA İLİŞKİN
HÜKÜMLER
Bir şey yiyip içecek
olan kimsenin yiyip içmeden önce -cünüp ve hayızlı bile olsa- besmele çekmesi
sünnettir; çünkü bir şey yerken besmele çekme konusunda emir vardır. Bir şey
içmek de buna kıyas edilir.
Her bir lokmada besmele
çekerse bu güzel bir davranış olur.
Besmelenin en azı
"bismillah" sözü, en mükemmeli ise
"bismillahirrahmanirramm" sözüdür. Bu, grup halinde yiyenler için
sünnet-i kifayettir. Bununla birlikte her birinin besmele çekmesi de sünnettir.
Kişi yemeğin başında
besmele çekmeyi unutursa devamında çeker. Devamında da unutursa sonunda çeker;
çünkü [hadiste belirtildiğine göre] şeytan, [yiyen kişi tarafından besmele
çekilmediği için] yiyip içtiği şeyleri [sonradan besmele çektiğinde] kusar.
Yemeği bitirdikten sonra
hamdetmek sünnettir. Kişi, başkalarının da kendisine uyması için besmele ve
hamdi sesli söyler.
Yemekten önce ve sonra elleri
yıkamak sünnettir. Ancak yemeğe başlamadan önce el yıkanacakken önce ev sahibi
başlar, yemek bittikten sonra el yıkanacakken ise en son yıkar ve böylece
insanları cömertliğine davet etmiş olur.
Hadise uymuş olmak için
yemeği üç parmağıyla yemesi sünnettir.
Toplu halde yemek ve
yemek yerken de salihlerin hikayeleri gibi haram olmayan şeylerden bahsetmek,
fazla konuşmamak sünnettir.
Kabı sünnetlemek,
parmakları yalamak, yere düşüp de necis hale gelmemiş şeyleri yemek, necis hale
gelse bile temizlenmesi zor olmayan şeyleri yemek sünnettir.
Kişinin köleleriyle,
küçük çocuklarla ve eşleriyle birlikte yemek yemesi sünnettir.
Kişinin tedavi olmak
gibi bir durum haricinde bir yemeği kendisine özgü kılmaması sünnettir. Aksine
kişi başkalarını kendisine tercih eder.
Yemek veren kişi,
yiyenlerin yemeye ihtiyacı olduğunu düşündüğü durumda başkaları yerken yemekten
kalkmaz. Toplum içinde örnek alınan kimse için de aynı durum söz konusudur.
Davet sahibinin
misafirine geniş bir yer açması ve ikramda bulunması, yanında bir misafirinin
bulunduğu için Allah'a hamd etmesi sünnettir.
Altındaki bir şeye
dayanarak yemek yemek mekruhtur. Hattabl'nin belirttiğine göre bu, çok yemek
isteyenlerin yaptığına benzer bir harekettir. Başkasına göre ise bununla
kastedilen, bir yanına doğru eğilerek yemektir. Bundan, yatarak yemenin de
böyle olduğu evleviyetle anlaşılmaktadır.
Başkasının önünden,
yemeğin en üstünden ve orta kısmından yemek mekruhtur. İmam Şafii'nin bunun
haram olduğu şeklindeki ifadesi, "başkasına eziyet verecek şekilde
yaparsa" diye yorumlanır. Bundan, nakledilen meyveler istisna edilir, kişi
[tepsi içinde gelen meyvelerden] hangi taraftan isterse alabilir.
Ağzının içinden yemeğe
bir şey düşecek şekilde ağzını yemeğe yaklaştırmak, yemeği kötülemek mekruhtur.
Ancak "canım çekmiyor" veya "bunu yeme adetim yok" demek
mekruh değildir.
Elini, yemek kabına
doğru üflemek, kırbanın ağzından su içmek, sol elle yemek, yemek kabına
nefesini vermek ve üflemek, yeme-içme sırasında tükürmek, sümük silmek mekruhtur.
Birlikte yemek yenilen kimselerin izni olmaksızın hurma, üzüm vb. şeyleri
ikişer ikişer yemek mekruhtur.
Yemeği yememiş olsa bile
misafirin ev sahibine şöyle dua etmesi sünnettir: "Yemeğinizi iyi kimseler
yesin, yanınızda oruçlular if tar etsin, melekler size salat etsin, Allah sizi
kendi yanındakilere anlatsın" İhlas ve Kureyş surelerini okumak sünnettir.
Bunu Gazali ve başkaları söylemiştir.
Kişinin içeceği şeyi üç
nefeste içmesi, her bir nefesteki ilk içişte son içişte hamdi söylemesi
menduptur. Son nefesin ilk içişinde "elhamdülillah", ikinci içişinde
"rabbi'l-alemın", üçüncü içişinde "er-rahmani'r-rahım" der.
Kişi içmeden önce bardağa bakar. Bardağa doğru geğirmez, bardağı hamd ile
ağzından uzaklaştırıp besmele ile yaklaştırır.
Ayakta içmek, evla olana
aykırıdır.
Yemeğin adabı arasında
şunlar da vardır: Yemek kırıntılarını toplamak, ev sahibinin misafirine ve
bunun dışında kendi karısı ve çocuklarına elini yemekten çekmek istediğinde
"ye!" demesi ve yeterli derecede yediğinden emin olmadığı sürece bunu
tekrarlaması, üç defadan fazla söylememesi, dişlerini [kürdan vb. şeylerle]
temizlemesi, dişlerinin arasından çıkanı yemeyip atması ve ardından ağzını
çalkalaması, dişlerinin arasından diliyle çıkardıklarını ise yutması, et yemeden
önce bir, iki veya üç lokma ekmek yiyerek karnındaki boşluğu doldurması, yemeği
koklamaması, [aşırı] sıcak yemeği [yenilebilir şekilde] soğuyuncaya kadar
yememesi.
Şunlar misafirin uyması
gereken adab kurallarıdır: Ev sahibinin izni olmadan çıkmaması, kadınların
odalarının ve örtülerinin karşısına oturmaması, yemeğin çıktığı yere çokça
bakmaması.
Misafir evine gitmek
üzere ayrılmak istediğinde onu yolcu etmesi misafiri ağırlayan ev sahibinin
uyması gereken bir edebtir.
Bir şey yiyen kimsenin
önce meyve, sonra et sonra da tatlı yemesi uygun olur. Meyvenin önce yenme
sebebi onun çabuk hazmedilmesidir. Bu sebeple midenin en alt kısmında onun
bulunması uygun olur.
Sofrada baklagillerin
bulunması mentuptur.
Bu konuda daha fazla
bilgi inşallah "yiyecekler" bölümünde gelecektir.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN
EŞLER ARASINDA
ADALETE RİAYET VE EŞLER ARASI GEÇİMSİZLİKLERİN ÇÖZÜME BAĞLANMASI