DEVLET... |
DEVLET BAŞKANLIĞI
Nevevi, isyanın develet
başkanlığına itaatten çıkmak olduğunu daha önce bildirmişti. Devlet başkanı dini
koruma ve dünyevı işleri idare etme konusunda peygamberin halifeliğini yerine
getirdiğinden, böyle yüce bir rütbe ve böyle üstün bir mertebeyi tanımlamaya
ihtiyaç duymuş, bunun için özel bir bölüm ayırmıştır.
Bu bölümde devlet
başkanlığının şartları ve devlet başkanlığının gerçekleşme yolları konusu ele
alınacaktır.
I. Devlet Başkanlığının
Şartlan
Devlet başkanlığının
şartları onun,
1. Müslüman,
2. Mükellef,
3. Hür,
4. Erkek,
5. Kureyşli,
6. Müdehid,
7. Cesur,
8. Görüş sahibi,
9. Duyan, gören,
konuşabilen bir kimse olmasıdır.
A. Devlet Başkanı
Seçmenin Hükmü
45. Devlet başkanlığı,
tıpkı hakimlik görevi gibi farz-ı kifayedir; çünkü ümmet için dini ayakta
tutmak, sünneti savunmak, haksızlığa uğrayan kimsenin hakkını zalimden almak,
hakları sahiplerinden teslim alarak gerekli yerlere dağıtmak işini yapan bir
devlet başkanının bulunması şarttır.
Rafii ve Nevevi
eş-Şerhu'l-kebir ve Ravdatü't-talibin'de devlet başkanlığına ilişkin konuyu,
isyancılara ilişkin hükümlerden önce ele almışlardır. el-Minhac'daki sıralama
daha uygundur; çünkü ilki bizzat amaçlanan şeydir.
Nevevi meseleye önce
devlet başkanlığının şartlarıyla başlamıştır.
Nevevi "devlet
başkanının şartı" ifadesindeki "şart" sözcüğünü tekil ve
tamlayan şeklinde kullandığından bu, her şartı kapsamaktadır. Yani gerek devlet
başkanı seçildikten sonra gerekse veliahd tayin edildiği sırada bu vasıflar
şarttır.
B. Devlet Başkanının
Şartlan
1. Müslüman olması
46. Bu şartların ilki,
İslam'ın ve Müslümanların maslahatını gözetebilmesi için onun Müslüman
olmasıdır. Bu şart gereğince kafirler üzerine bile olsa bir kafiri devlet
başkanı tayin etmek geçerli değildir.
2. Mükellef olması
47. Bu şartların
ikincisi devlet başkanının insanların işlerini üstlenebilmesi için mükellef
olmasıdır. Buna göre çocuk ve akıl hastasının devlet başkanlığının geçerli
olmadığı konusunda icma vardır. Çünkü velayet altında olan kişi başkasının
gözetimindedir. Böyle bir kimsenin ümmetin işlerini üstlenmesi nasıl mümkün
olabilir? Hadiste "Çocukların yönetiminden Allah'a sığınırız"
denilmiştir. Bunu İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.(Müsned, 2, 326)
3. Hür olması
48. Üçüncü şart, devlet
başkanının [vasıflarının] tam olması ve kendisine saygı gösterilmesi için hür
olmasıdır. Kendisinde kölelik bulunan kişi böyle değildir. Ayrıca o, başkasının
hizmetiyle meşguldür. Müs!im'in rivayet ettiği "başınıza Habeş!i bir köle
bile emir tayin edilse işitip itaat edin" hadisine gelince bu, devlet
başkanlığı dışındaki yöneticilikler şeklinde yorumlanır. (Müslim, Hac, 3125)
4. Erkek olması
49. Dördüncü şart erkek
olmasıdır ta ki [bir erkeğin hizmetinde olmak gibi] bir meşguliyeti olmasın ve
erkeklerle iç içe bulunabilsin. Bu şart gereğince kadının yöneticiliği geçerli olmaz.
Çünkü sahih hadiste şu ifade yer almaktadır:
> İşleri konusunda
bir kadını yönetici yapan bir topluluk kurtuluşa eremez. (Buhari, Meğazi, 4425)
Hakim ataması konusunda
belirtildiği üzere çift cinsiyetli şahsın -sonradan erkek olduğu anlaşılsa bile-
yönetici olması da söz konusu değildir. Devlet başkanlığı evleviyetle böyledir.
5. Kureyş kabilesinden
olması
50. Beşinci şart Kureyş
kabilesinden olmasıdır. Çünkü Nesai' nin rivayet ettiği hadiste "imamlar
Kureyştendir" buyrulmuştur. (Nesai, Kada, 5909)
Sahabe ve sonraki
nesiller de bu hükmü esas almışlardır. Bu, Kureyş kabilesinden olan kimsede
devlet başkanlığı için belirlenen şartlar mevcut ise söz konusu olur. Bu
şartlar yok ise Kinane kabilesine mensup olan, o da yoksa Hz. İsmail'in
çocuklarından olan kişi, o da yoksa Cürhüm kabilesinden olan devlet başkanı
olur. Bu, et-Tetimme adlı eserde belirtilmiştir.
Cürhüm, Arapların
köküdür. Hz. İsmail'i babası Mekke topraklarına terk ettiğinde o, [büyüyünce]
Cürhümlülerden bir kadınla evlenmiştir. O da yoksa Hz. İshak'ın soyundan birisi
sonra diğerleri devlet başkanı olur.
Devlet başkanının
Haşimoğulları soyundan olmasının gerekli olmadığı konusunda ittifak vardır;
çünkü Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (r.anhüm) Haşimoğulları soyundan
değillerdi.
6. Adalet sahibi olması
51. Altıncı şart, adil
olmasıdır. Nevevi, "Müslüman olması" ifadesi yerine bunu zikretmiş
olsaydı, bu şarttan, devlet başkanının Müslüman olması gerektiği zaten
anlaşılacaktı.
İzzeddin b. Abdüsselam
şöyle demiştir: Yöneticiler ve hakimlerin adalet sahibi olması mümkün
olmadığında fıskı daha az olanlarına öncelik veririz.
7. Müctehid olması
52. Yedinci şart, devlet
başkanının müctehid olmasıdır. Bu, hükümleri bilmesi, insanlara öğretmesi, yeni
gerçekleşen meselelerde başkalarından fetva sormaya ihtiyaç duymaması içindir.
Çünkü başkasına müracaat edip sorduğunda, tek başına hareket etme derecesinden
düşmüş olur.
8. Cesur olması
53. Sekizinci şart,
cesur olmasıdır. Cesaret savaş esnasında kalp gücüne sahip olmaktır ta ki tek
başına işleri elinde tutsun, orduları idare edebilsin, düşmanları yenip
kaleleri fethedebilsin.
9. Görüş sahibi olması
54. Devlet başkanının
halkı idare edip dünyevı maslahatları çekip çevirebilecek şekilde görüş sahibi olması
gerekir. Çünkü işlerin esası budur. Nitekim şair Mütenebbi şöyle demiştir:
Cesurların cesaretinden
önce görüş sahibi olmak,
Rey ilkiir, cesaret ise
ikinci sırada gelir.
İkisi bir kimsede bir
defa bir araya geldimi
Bu kimse yücelikte her
türlü dereceye ulaşır.
Zaman olur ki bir genç
akranlarına galip olur,
Akranlarına el uzatarak
değil reyi ile.
Abbas bin Abdülmuttalib,
doğru görüşlülük konusunda örnek olarak gösterilen bir kimseydi.
10. Duyabilen, görebilen
ve konuşabilen bir kimse olması
55. Onuncu özellik onun
duyabilen, görebilen ve konuşabilen bir kimse olmasıdır ta ki işleri halletmesi
mümkün olabilsin. Ağır işitmesi, bazı harfleri telaffuz edememesi, gece körlüğü
olmasının bir zararı yoktur; çünkü onun bu acizliği istirahat zamanına denk
düşmekte olup ortadan kalkma ümidi bulunmaktadır. Görme zayıflığına gelince;
şayet şahısları ayırt edemeyecek derecedeyse bu durum engelolur, aksi taktirde
engelolmaz.
Not: Ruyani muhalefet etmiş olsa da Nevevi'nin
"görme" şartını ileri sürmesinden devlet başkanının tek gözlü
olabileceği anlaşılmaktadır ki doğru olan da budur.
Nevevi'nin yalnızca
yukarıda geçen hususları zikretmekle yetinmesinden, koku ve tat alma duyusunun
olmamasının bir zararı olmadığı anlaşılmaktadır ki doğru olan da budur.
Nitekim Nevevi,
Ravdatü't-talibin'de kendi eklediği bölümde bunu tek görüş olarak zikretmiştir.
'Ravdatü't-talibin'de
doğru kabul edilen görüşe göre devlet başkanının, el ve ayağında bir eksiklik
olması durumunda olduğu üzere ayağa kalkma [ve tutma] hareketini engelleyen bir
eksikliğinin de olmaması gerekir.
Devlet başkanının masum
[günahsız] olması şart değildir; çünkü günahsız olma peygamberlerin
özelliğidir.
Cinsel organı ve
yumurtalarının kopuk olmasının bir zararı yoktur. Bil ki bu şartlar başlangıçta
dikkate alındığı gibi devlet başkanlığının devamında da dikkate alınır. Ancak
adalet şartı böyle olmayıp daha doğru görüşe göre devlet başkanı fasık
olduğunda azlolmuş olmaz. Kesintili akıl hastalığı söz konusu olup kişinin
aklının başında olduğu dönem daha çok ise bu da engelolmaz. Bunu Maverm
belirtmiştir. İki el ve iki ayağından birinin kopuk olması da devlet
başkanlığının devam etmesine engel değildir; çünkü başlangıçta göz yumulmayan
bir şeye devamda göz yumulur. Bundan anlaşıldığına göre devlet başkanı; körlük,
sağırlık, dilsizlik ve ona bildiklerini unutturacak bir hastalık sebebiyle
görevinden azlolur.
II. Devlet Başkanını
Belirleme Yöntemleri
Nevevi daha sonra bu bölümün
ikinci konusu olan devlet başkanını belirleme yöntemleri konusunu ele almaya
başlayarak şöyle demiştir:
Devlet başkanlığı;
1. Bey'at yoluyla
gerçekleşir.
Daha doğru görüşe göre
alimlerden, reislerden ve insanların ileri gelenlerinden toplanması mümkün
olanlar içinden ehıü•l-hall ve'lakdin bey'atı dikkate alınır.
Bunların şartı
şahitlerde bulunması gereken şartlarla aynıdır.
2. Devlet başkanının
birini halife [veliahd] tayin etmesiyle de gerçekleşir.
Devlet başkanı
[kendisinden sonraki başkanın seçimini] bir gruptan oluşan şuraya bırakırsa bu,
halife tayin etme gibidir. Şuradakiler içlerinden birinin devlet başkanlığına
razı olur.
3. Devlet başkanlığı
şartlarına sahip birinin zorla devlet başkanlığını ele geçirmesiyle de olur.
Daha doğru görüşe göre
fa.sık ve cahil bir kimsenin zorla ele geçirmesi de böyledir.
Devlet başkanlığı üç
yolla belirlenir.
A. Bey'at
56. [Devlet başkanının
belirleme yöntemlerinden] birisi bey' attır. Nitekim sahabe Hz. Ebu Bekir'e
(r.a.) bey'at ederek onu devlet başkanı olarak belirlemişlerdir.
57. [Bir kişinin devlet
başkanı olabilmesi için] bey'at etmesi gerekenlerin sayısının kaç olduğu
konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Birinci görüş
En doğru görüşe göre bu konuda
herhangi bir sayı sınırlaması söz konusu olmayıp itibar edilecek olan şey bir
araya gelmesi mümkün olan alimler, reisler ve önde gelen şahıslardan oluşan
ehlü'l-hall ve'l-akdin (seçici heyetin) bey'at etmesidir. Çünkü yönetim işi
onlarla yürütülür, diğer insanlar da bunlara tabi olur.
Uzak bölgelerdeki
ehlü'l-hall ve'l-akdin (seçici heyetin) ittifak etmesi şart olmadığı gibi
Nevevi'nin sözünden anlaşılanın aksine herhangi bir sayı da şart değildir.
Aksine seçme işi kendisine itaat edilen bir şahsa kalmış olsa onun bey'at
etmesi de yeterli olur. Ona uymak ve tabi olmak gerekir .
İkinci görüş
Bir görüşe göre iki kişi
olması gerekir; çünkü en küçük topluluk iki kişiden meydana gelir.
Üçüncü görüş
Bir başka görüşe göre üç
kişi olması gerekir; çünkü çoğulun en azı üçtür.
Dördüncü görüş
Bir başka görüşe göre
dört kişinin olması gerekir; çünkü en üst şahitlik nisabı dörttür.
Beşinci görüş
Bir başka görüşe göre
[tıpkı Hz. Osman'ın seçiminde] şurada olduğu bey'at eden kimse dışında beş kişi
olmalıdır.
Altıncı görüş
Bir başka görüşe göre
kırk kişi olmalıdır; çünkü bu mesele, Cuma namazından daha kritik bir konudur.
58. Devlet başkanlığının
gerçekleşmiş olması için iki kişiyi şahit tutmak gerekir mi gerekmez mi?
Ravdatü't-talibin'de Cüveynı aracılığıyla alimlerimizden bunun gerekli olduğu
görüşü aktarılmıştır. Ta ki daha önceden bu konuda bir akit yapıldığı iddia
edilmesin. Ayrıca devlet başkanlığı nikahtan daha aşağı seviyede bir iş
değildir.
Bir görüşe göre devlet
başkanlığı, bir kişinin bey'atıyla gerçekleşmişse bunun için şahit tutmak
gerekir, bir topluluk bey'at etmişse gerekmez. İbnü'l-Mukrı bunu esas almıştır.
59. Bey'at edenlerin,
adalet vb. konularda şahitlerde aranan şartlara sahip olması gerekir.
Not: Nevevi'nin ifadesinden, devlet başkanına
bey'at eden kimselerde müctehid olmanın şart koşulmadığı sonucu çıkmaktadır ki
doğru olan budur. Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'de "bey'at eden
kimsenin müctehid olması şart koşulur" ifadesi bir kişi tarafından bey'at
gerçekleşmişse söz konusudur. "Birden fazla kişi bey'at ederse içlerinde
müçtehidin olması şarttır" ifadesi ise bey' at edenlerin sayısının birden
fazla olması gerektiği görüşüne dayalıdır.
Zencanl'nin Şerhu'l-Vedz
adlı eserinde açıkça belirttiği üzere burada "müctehid" ile
kastedilen mutlak müctehid değil devlet başkanlığının şartları konusunda
müctehid olmaktır.
B. İstihlal (Veliahd
tayin etmek)
60. Devlet başkanlığı,
mevcut devlet başkanı hayattayken onun kendisinden sonra halife olmak üzere
birini belirlemesi ile de gerçekleşir. Devlet başkanı bunu "benden sonra
falan kişiyi veliahd tayin ettim" diyerek yapar. Nitekim Hz. Ebu Bekir, şu
sözlerle Hz. Ömer'i halife tayin etmiştir:
Bismillahirrahmanirrahim.
Bu, ResUIullah (s.a.v.)'ın halifesi olan Ebu Bekir'in dünya hayatının son
deminde, ahiret hayatının baş kısmında, katirin iman ettiği, facirin korktuğu
bir durumda yaptığı ahiddir.
Ben sizin başınıza
Hattab oğlu Ömer'i halife tayin ettim. Şayet iyi davranır ve adil olursa bu
benim onda var olduğunu bildiğim bir durumdur. Şayet haksızlık yapar ve [iyi
durumunu] deiştirirse ben gaybı bilemem. Ben iyilik yapmayı istedim. Herkes
yaptığının karşılığını görür. "Haksızlık yapanlar yakında nasıl bir
devrilmeye maruz kalacaklarını görecekler" [Şuara, 227].
[Hz. Ebu Bekir'in bu
fiili ile] veliahd tayin etmenin caiz olduğu konusunda icma oluşmuştur.
Not: Ezrai ve başkalarının belirttiği üzere;
a) Veliahd tayin etmenin
caiz olması için, tayin edilen kişinin devlet başkanlığı şartlarını taşıyor olması
gerekir. Cahil ve fasık bir kimse veliahd tayin edilirse bu dikkate alınmaz.
b) Veliahd tayin edilen
kişinin, devlet başkanı hayatta iken halife olmayı kabul etmesi gerekir.
Ravdatü't-talibin'deki ifadeden çıkan sonuca göre bu kabul, veliahd tayin
edilmeden daha sonra olsa bile olur. Bulkını ise derhal kabul etmesi
gerektiğini söylemiştir.
Veliahd tayin edilen
kişi, devlet başkanı hayattan ayrılıncaya kadar kabul etmeyi geciktirirse iş
vasi tayin etme meselesine döner ki bunun hükmü ileride gelecektir.
Devlet başkanının,
ictihadda bulunmak suretiyle bu iş için en uygun olan kimseyi araştırması
gerekir. Bu iş için bir kişi uygun olursa onu veliahd tayin eder.
Devlet başkanı
kendisinden sonra halifeliğin önce Zeyd' e ardından Amr'a onun ardından Bekir'e
ait olmasını şart koşabilir. Bu durumda devlet başkanlığı onun yaptığı
sıralamaya göre şahıslar arasında intikal eder. Nitekim Resulullah (s.a.v.),
Mute savaşında komutanları bu şekilde belirlemiştir. Halifenin veliahd olarak
belirlediği şahısların ilki o hayattayken ölürse hilafet ikinci şahsa ait olur.
O da ölürse üçürıcü şahsa ait olur. Halife öldüğünde her üç şahıs da hayatta
ise ve bunların ilki halife olursa o, diğer iki şahıstan başka şahıslan veliahd
tayin edebilir. Çünkü devlet başkanlığı ona geçince o, bu konuda herkesten çok
yetki sahibi olmuştur. Ancak herhangi bir kimseyi veliahd tayin etmeden ölürse
bey'at ehli, ikinci şahıs dışındaki bir kimseye bey'at edemezler, ilk şahsın
veliahd tayini onların yapacağı seçime göre önceliklidir.
Birini halife tayin
ederken, devlet başkanının hayatında veya ölümürıden sonra seçici heyetin buna
razı olması şart değildir. Devlet başkanı, [kendisinden sonra] halifelik için
uygun bir kimseyi bulduğunda yanında herhangi bir kimse olmadığı ve herhangi bir
kimseye de danışmadığı halde ona bey'at edebilir. Bunu Nevevi
Ravdatü't-talibin'de Maverdi'den nakletmiş, Cüveynı de tek görüş olarak
belirtmiştir.
61. Devlet başkanı,
halife seçilmesi işini bir grubun şurasına bırakırsa bunun hükmü, birini halife
tayin etmesinin hükmü gibidir. Ancak burada halife tayin edilen kişi belli
değildir. Bu durumda devlet başkanının ölümünden sonra şura üyeleri içlerinden
birinin halifeliğine razı olurlar ve onu halife olarak belirlerler. Nitekim Hz.
Ömer (r.a.) halife seçim işini altı kişilik bir şuraya bıraktı. Şurada Hz. Ali,
Zübeyr, Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. EbıVakkas ve Talha vardı. Şura
üyeleri Hz. Osman üzerinde ittifak etti.
62. Devlet başkanı vefat
etmeden önce şura üyelerinin yeni halifeyi belirlemesi ancak devlet başkanının
izniyle olur. Şayet halifenin ölümünden sonra işin dağılıp yayılmasından
korkarlarsa o hayattayken bunu yapmak üzere kendisinden izin isterler.
63. ŞOra üyeleri halife
seçmekten kaçınırsa buna zorlanmazlar. Bu durumda sanki herhangi bir veliahd
tayin edilmemiş gibi olur. Yine veliahd tayin edilen kişi yönetici olmaktan
kaçındığında da durum böyledir.
Not: Halife, kendisinden sonra birinin halife
olmasını vasiyet etse bu, veliahd tayin etmesi gibidir. Şu var ki, kendisine
vasiyet yapılan şahsın bunu kabul etmesi, ancak vasiyet eden şahsın ölümünden
sonra olur. Bir görüşe göre bu vasiyet caiz değildir; çünkü ölümle birlikte
devlet başkanı yetki sahibi olmaktan çıkmıştır.
Halifenin, kendisinden
sonra veliaht bırakmak veya vasiyet etmek suretiyle halife olarak seçtiği kişi
bunu kabul ettiğinde artık yönetici o olmuş olur. Bir başkasının bundan sonra
başkasını halife olarak tayin etme yetkisi yoktur.
Halife görevi bırakırsa
veya kendisine halifelik vasiyet edilen kişi bunu kabul ettikten sonra görevi
bırakırsa istifası kabul edilip yerine başkası bulununcaya kadar görevinden
azlolmuş olmaz. Başkası bulunursa istifası ve istifasının kabul edilmesi caiz
olur. Bu ikisi bir arada bulunduğunda veliahtlıktan ÇıkmıŞ olur. Aksi taktirde veliahdliktan
ÇıkmıŞ olmaz, bağlayıcı olarak kalır.
el-Envar yazarı ve
İbnü'l-Mukrl'nin kesin olarak belirttiğine göre devlet başkanının kendi
babasını veya çocuğunu veliahd tayin etmesi -tıpkı başkalarını tayin etmesi
gibi- caizdir. Bir görüşe göre tezkiye etmek ve bunlar hakkında hüküm vermek
mümkün olmadığı gibi bu da mümkün değildir. Bir başka görüşe göre ise babayı
veliahd tayin etmek caizdir ama kişi çocuğuna aşırı derecede meylettiğinden onu
veliahd tayin etmesi caiz değildir.
Not: Devlet başkanlığına elverişli olan yalnızca
bir kişi olursa bu görev için onun seçilmesi tek seçenek olur. İki kişi olursa
seçim heyetinin bunlar içinde Müslüman olarak daha fazla yaşı bulunanı
öncelemesi müstehaptır. Şayet [söz konusu dönemde] savaşlar çok ise örneğin
fesat ehli ve isyancılar ortaya çıkmışsa daha cesur olanı devlet başkanlığına
daha layıktır; çünkü cesarete daha fazla ihtiyaç vardır. Bid'atler çoğalmışsa o
zaman daha bilgili olanı daha layıktır; çünkü bu durumda daha fazla ilme
ihtiyaç vardır. İkisi birbirine eşit ise İbnü'l-Mukrl'nin sözünden
anlaşıldığına göre aralarında anlaşmazlık olmasa bile kura çekilir. Çünkü bu
konuda hak o ikisine değil Müslümanlara aittir, zira tercih söz konusu
değildir. Bir görüşe göre seçici heyet kur'a çekmeksizin dilediğine öncelik
verebilir. Anlaşmazlığa düşerlerse bunun kendilerine bir zaran olmaz, zira
devlet başkanlığını istemek mekruh değildir.
c. Zorla ele geçirmek
64. Devlet başkanlığını
elde etmenin üçüncü yolu, devlet başkanlığı için dikkate alınan şartları kendisinde
taşıyan bir şahsın, önceki devlet başkanının vefatından sonra Müslümanların
işlerinin [aksamaksızın] düzgün gitmesi için yöneticiliği zorla ve galebe
yoluyla ele geçirmesidir.
65. Hayatta olan bir
devlet başkanını devirerek devlet başkanlığını ele geçirmeye gelince bakılır:
> Şayet hayatta olan
şahıs da darbe yaparak yönetimi ele geçirmişse onu deviren kişinin devlet
başkanlığı gerçekleşir.
> Haytta olan kişi
bey'at veya veliahtlık yoluyla devlet başkanı olmuşsa onu deviren kişinin
devlet başkanlığı gerçekleşmemiş olur.
66. Aynı şey fasık ve
cahil kimse için de geçrelidir. Yani bu kimsede devlet başkanlığı için gerekli
diğer şartlar varsa daha doğru görüşe o, zorla ele geçirmek suretiyle devlet
başkanı olur. Bunu yapması günah olsa bile böyledir. Diğer görüşe göre ise
devlet başkanlığı şartları bu kişide bulunmadığından o kişi devlet başkanı
olmamış olur.
Not: Alimlerin ifadesinden, görüş ayrılığının
yalnızca fasıklık ve cehalet aynı anda bulunduğu duruma özgü olduğu anlaşılsa
da Ravdatü't-talibin ve eş-Şerhu'l-kebir'deki ifadeden anlaşıldığına göre
bunların her biri tek başına bulunduğunda da görüş ayrılığı söz konusudur.
Demırı'nin belirttiğine göre zahir olan da budur. Nevevi'nin ifadesindeki
"ve" bağlacı benim açıklamada belirttiğim üzere "veya"
anlamında alınırsa o zaman bu ikisi arasında bir çelişki söz konusu değildir.
Zerkeşi'nin belirttiği
üzere bu hüküm yalnızca fasıkhk ve ce haletle sınırlı olmayıp diğer şartlardan birinin
bulunmaması halinde de hüküm böyledir. Örneğin köle, kadın ve mümeyyiz çocuğun
durumu için de söz konusudur. Demırı şöyle demiştir: "Eknan'ın babası
öldüğünde, kendisi ana karnındayken yönetici olmuştu. Çünkü ölen şahsın başka
çocuğu yoktu. Halk, çocuğun anasının karnına tacı koydular, cenin için sancak
açtılar.
Kadın bir erkek çocuk
doğurdu ve ölünceye kadar onları idare etti."
Ancak kafir bir kimse
zorla yönetime gelirse onun devlet başkanlığı geçerli olmaz. Çünkü Allah şöyle
buyurmuştur: "Allah müminler aleyhine kafirlere yol vermeyecektir."
[Nisa, 141]
İzzeddin bin Abdüsselam
şöyle demiştir: "Kafirler bir bölgeye hakim olup orada Müslüman bir şahsı
hakim olarak atasalar, bana göre onun hakimliği geçirli olur." Bu, güçlü
bir görüş değildir. Zira İzzeddin bin Abdüsselam şöyle demiştir:
"İnsanlar, işlerinde akıl sahibi kimselere danışan mümeyyiz bir çocuğun
veya bir kadının yönetici olması durumuyla karşılaşsalar onların hakim ve vali
tayin etmek gibi tasarrufları, hakka uyduğu ölçüde toplum hakkında geçerli olur
mu? Bu konu üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur." Şayet bu konu
üzerinde düşünülecek bir konu ise kMirin tayin ettiği kimsenin yöneticiliği
üzerinde evleviyede düşünülmelidir.
Bazı ayrıntılar
Devlet başkanı haksızlık
yapan bir kimse bile olsa, caiz olan konularda emir ve yasaklarına itaat etmek
gerekir. Bunun delili şu hadistir: "Başınıza, organları kesik Habeşli bir
köle bile yönetici tayin edilmiş olsa onu dinleyip itaat edin! "(Buhari,
Ezan, 696; Müslim, Mesacid, 1465)
Ayrıca devlet başkanı
belirlemenin amacı Müslümanların söz birliği etmesidir. Bu ise ancak ona
itaatin gerekli olması halinde sağlanır.
Devlet başkanının gücü
nisbetinde yönetiminde olan kimselere hayırhah olması gerekir.
Farklı bölgelerde bile
olsa ve bu bölgeler birbirinden uzakta bile olsa iki veya daha fazla kişinin
devlet başkanı olarak belirlenmesi caiz değildir; çünkü bu [yönetime ilişkin]
görüşü zedeler ve birliği dağıtır.
İki kişi aynı anda
devlet başkanı olarak belirlenmişse her ikisi de geçersiz olur. Sırayla
belirlenmişse ilk olanın devlet başkanlığı geçerlidir. Bu tıpkı aynı kadınla
birden fazla erkeğin nikah akdi yapmasına benzer. İkincisi ve ona bey' at
edenler şayet öncekine bey'at edildiğini bildikleri halde bunu yapmışlarsa
haram bir şey yaptıklarından dolayı kendilerine tazir cezası verilir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Müslim'de şu hadis yer almaktadır: "İki halifeye bey'at
edildiğinde sonrakini öldürün!" O zaman [ikinci halifeye ve ona bey'at
edenlere] nasıl sadece tazir cezası uygulanabileceği söylenir?
Buna şöyle cevap
verilir: Bunun anlamı şudur: İkinci şahıs halifelikte ısrar ederse o zaman
isyancı olmuş olur, kendisiyle savaşılır.
İki kişiden birine önce
bey'at edildiği bilinmekle birlikte bunun hangisi olduğu bilinmezse her iki
akit de -benzer durumda Cuma namazı ve nikah konusunda geçtiği üzere- batıl
olur.
Hangisine önce bey'at
edildiği bilinmekle birlikte sonradan unutulsa, durumun açıklığa kavuşması
ümidiyle beklenir. Bu beklemek Müslümanlara zarar verilirse bunlardan birine
bey'at edilir, bunların dışındaki birine bey'at edilmez; çünkü halifeliğin bu
iki şahıs için söz konusu olmuş olması, ikisinden başkasından alınmasını
gerektirmiştir. Bu ikisinin akdi zarar sebebiyle batıl olmuş olsa bile
böyledir. Bulkın!, bu konuda Rafii ve Nevevi'ye muhalefet ederek halifeliğin bu
ikisinden başka birine yönlendirilmesinin caiz olduğunu söylemiştir. Çünkü
devlet başkanlığı konusunda hak, bu iki şahsa değil Müslümanlara aittir.
Bu ikisinden birisi,
kendisine daha önce bey'at edildiğini iddia etse bu dava dinlenmez.
İkisinden biri diğeri
lehine ikrarda bulunsa kendi hakkı geçersiz olur, diğeri için ise şahitler
bulunmadıkça hak sabit olmaz.
Devlet başkanına
"halife", "Resulullah (s.a.v.)'ın halifesi",
"müminlerin emiri" demek caizdir. Beğavl "devlet başkanı fasık
olsa bile" demiştir. "Emirü'l-müminin" lakabı ilk olarak Hz.
Ömer'e verilmiştir. Devlet başkanına "Allah'ın halifesi" denilemez;
çünkü ancak gaip olan veya ölen bir kimse adına başkası halife olabilir. Oysa
Allah bunlardan münezzehtir.
Nevevi, Müslim şerhinde
şöyle demiştir: "Hz. Adem ve Hz. Davud'dan sonra herhangi bir kimseye
Allah'ın halifesi denilemez. İbn Müleyke'den rivayet edildiğine göre bir adam
Hz. Ebu Bekir'e "Ey Allah'ın halifesi!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu
Bekir "ben Muhammed'in (s.a.v.) halifesiyim. Ben buna razıyım" dedi.
Kendisinde bulunan
niteliklerde bir eksilme meydana gelmedikçe devlet başkanını görevden almak
caiz değildir.
Bir kimse kendi
döneminde tek başına devlet başkanlığı niteliklerini kendisinde barındırmakla
devlet başkanı olmaz. Onun devlet başkanı olabilmesi için, Maverdi'nin
alimlerin çoğunluğundan naklettiğine göre [halife seçimine ilişkin] yollardan
biriyle belirlenmesi gerekir. [Zayıf] bir görüşe göre herhangi bir akit olmadan
devlet başkanı olamaz. Bunu Kamuli nakletmiştir. O şöyle demiştir:
"Bazıları bu konuda hakimi de devlet başkanı gibi
değerlendirmişlerdir." Cüveynı şöyle demiştir: "Bir dönemde devlet
başkanı bulunmasa buna ilişkin hükümler o dönemdeki en bilgili kişiye intikal
eder."
* * *
Bir bölgenin
isyancılarrlan geri alınmasına ilişkin bazı hükümler
Ben [Nevevi] derim ki:
Bir kimse zekatını
isyancılara verdiğini iddia etse yeminle birlikte sözü kabul edilir.
2. Cizyesini verdiğini
iddia etse doğru görüşe göre kabul edil-
mez.
3. Daha doğru görüşe
göre haraç da böyledir.
4. Had cezası konusunda
kişinin sözü kabul edilir. Ancak had cezası şahitlerle sabit olmuş ve kişinin
bedeninde de haddin uygulandığını gösteren bir iz yoksa o zaman onun sözü kabul
edimez.
Allah en iyisini bilir.
Rafii'nin,
eş-Şerhu'l-kebir'de bir bölgenin isyancılardan bize intikal etmesi konusunda
belirttiği gibi Nevevi de burada aşağıdaki hükümleri belirtmiştir:
67. İsyancılardan geri
alınan bölge halkından birisi zekatını isyancılara verdiğini iddia etse, şayet
söylediği sözde yalan söyleme töhmeti söz konusu değilse yemine gerek
olmaksızın onun sözü kabul edilir. Şayet töhmet söz konusu ise yeminle birlikte
sözü kabul edilir; çünkü zekat, yardımlaşma esasına dayalı bir ibadettir.
Müslüman, dinine ilişkin konularda kendisine güvenilen bir kimsedir.
Not: Burada yemin etmek daha doğru görüşe göre
-tıpkı Ravdatü't-talibin 'in zekat bölümünde belirtildiği üzere- müstehaptır.
Oysa Tashihü't-Tenblh adlı eserin bu bölümünde Nevevi bunun vacip olduğunu
söylemiş, Demın de o görüşü esas almıştır.
68. Bir zımmı, cizyesini
isyancılara ödediğini iddia etse [onun sözü kabul edilir mi? Bu konuda mezhep
içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Doğru görüşe göre sözü kabul
edilmez; çünkü cizye, İslam ülkesinde oturmanın bedeli olduğundan bu, kiracının
kirayı ödediğini iddia etmesine benzer.
İkinci görüş
Zekat ödeyen kişinin
sözü kabul edildiği gibi onun da sözü kabul edilir.
İlk görüş sahipleri iki
meseleyi şu şekilde ayırmışlardır: Zımmı Müslümanlara yönelik açık düşmanlığı
bulunduğundan onlara karşı olan davasında güvenilir konumda değildir.
69. Maverdi'nin
belirttiğine göre haracı Müslüman tarafından ödenen bir arazide Müslüman şahıs
haracı isyancıların hakimine ödediğini iddia etse daha dOğru görüşe göre onun
sözü kabul edilmez; çünkü haraç bir ücrettir. Diğer görüşe göre ise zekatta
olduğu gibi burada da onun sözü kabul edilir. Kafir ise haracı ödediğini iddia
ettiğinde onun sözü kesinlikle kabul edilmez.
70. Bir kimse, haddin
uygulanmasına ilişkin bir davada isyancılar tarafından kendisine had cezasının
uygulandığını iddia etse onun sözü kabul edilir. Maverdi "yeminsiz
olarak" demiştir; çünkü had cezaları şüpheli durumlarda uygulanmaz. Ancak
haddi gerektiren suç şahitlerle sabit olmuşsa ve had cezasının uygulandığına
dair şahsın bedeninde herhangi bir iz yoksa o zaman onun sözü kabul edilmez.
Çünkü aslolan uygulanmamış olmasıdır. Bu aslı ortadan kaldıran bir karine de
yoktur. Bunun ikrarla değil de şahitlikle sabit olması arasında şu fark vardır:
Had cezasını ikrar eden kişi ikrarından dönse bu dönme kabul edilir. Kişinin,
kendisi üzerinde had cezasının varlığının devam ettiğini nikar etmesi de
ikrardan dönmek gibidir.
Not: Nevevi'nin bu ek bilgileri, devlet
başkanlığına ilişkin hükümlerden önce zikretmesi gerekirdi.
Son Hükümler
Devlet başkanı kafirler
tarafından veya bir başkanlan bulunan isyancılar tarafından esir edildiğinde
görevinden azlolmuş olmaz. Ancak kendisinden ümit kesilirse ve başkanlığına
geri dönmezse o zaman azlalur. İsyancıların bir başkanı yoksa, esir alınan
devlet başkanı -kendisinin kurtulmasından ümit kesilse bile- azlalmaz. Bu
durumda başkasını yerine vekil tayin edebiliyorsa bunu yapar, aksi taktirde
onun yerine vekil tayin edilir.
Devlet başkanı
kendiliğinden görevden aynlsa veya ölse, onun vekili doğrudan devlet başkanı
olmaz.
Demiri şöyle demiştir:
Mu'tasım billah "müsemmen [sekizli]" diye isimlendirilirdi; çünkü o
Abbasilerin sekizinci halifesiydi. Hicrı 108 yılında Şaban ayının 18. gecesinde
doğdu.
Şaban ayı yılın 8.
ayıdır. Bu şahıs sekiz fetih yaptı. Onun kapısında sekiz tane melik sekiz tane
de düşman bekledi. 48 yıl yaşadı. Halifeliği 8 yıl 8 gün sürmüştür. Öldüğünde
geride sekiz erkek, sekiz kız, 8000 dinar, 8000 dirhem, 8000 at, 8000 deve,
katır ve hayvan, 8000 çadır, 8000 köle, 8000 cariye, 8 kale bıraktı. Kendisinin
yüzüğünde "Elhamdülillah" yazılı idi ki bu [Arapça] 8 harftir. Türk
kölelerinin sayısı 1 8000 idi.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN