SİYER |
V. EMAN VERME
1. Her Müslüman,
mükellef ve kendi iradesiyle hareket eden kişinin harbiye eman vermesi sahih
olup yalnızca belirli sayıda kişiye eman verebilir.
2. Daha doğru görüşe göre
esirin, yanında bulunan kimselere eman vermesi geçerli değildir.
3. Eman, amacını ifade
eden her türlü sözlü ifadeyle, yazıyla ve elçi vasıtasıyla verildiğinde geçerli
olur.
4. Kafir şahsın emanı
bilmesi şarttır. Emanı reddederse geçersiz olur. Daha doğru görüşe göre kabulde
bulunmadığında da böyledir.
5. Kabul için [maksadı]
anlatacak işaretin bulunması yeterlidir.
6. Emanın süresinin dört
ayı aşmaması gerekir. İmam Şafii'nin bir görüşüne göre bir yıla ulaşmadıkça
[daha az süreli eman vermek] caizdir.
7. Casus gibi [em an
verilmesi] Müslümanlara zararlı olan kimselere eman vermek caiz değildir.
8. Devlet başkanı bir
hıyanetten endişe etmediği sürece emanı sona erdiremez.
9. [Kendisine eman
verilen] kişinin darulharpte bulunan malı ve ailesi emanın kapsamına girmez.
Daha doğru görüşe göre aksi şart koşulmadıkça kişinin yanında bulunan mal ve
ailesi de böyledir.
10. Müslüman bir
kimsenin darulharpte dinini açığa vurması mümkün ise [buna rağmen İslam
ülkesine] hicret etmesi müstehaptır. Aksi takdirde hicret etmeye güç
yetirebiliyorsa hicret etmesi farzdır.
11. Esir kaçabiliyorsa
kaçması gerekir.
12. [Harbller Müslüman]
esiri şartsız saldıklarında [onların gafletinden yararlanarak] kendilerine
saldırıda bulunabilir. Esirin emanında olma şartıyla saldıklarında esirin bunu
yapması haram olur. [Esir salındığında] bir topluluk [kendisini yakalamak
üzere] onu takip ederse onları öldürmek suretiyle bile olsa kendisini savunsun.
Şayet darulharpten çıkmama şartıyla salarlarsa bu şarta uymak caiz olmaz.
13. Devlet başkanı,
[Müslüman olmayan yabancı] bir savaşçı ile kaledeki cariyelerden biri kendisine
ait olmak şartıyla bir kaleyi göstermesi için anlaşma yapsa bu caiz olur. Şayet
kale, o şahsın göstermesi sebebiyle feshedilirse o cariye kendisine verilir.
Başka bir yolla fethedilirse daha doğru görüşe göre ona cariye verilmez. Kale
fethedilemezse o şahsa bir şey verilmez. [Zayın bir görüşe göre devlet başkanı,
o şahsa vereceği ödülü kalenin fethedilmesine bağlamamışsa şahsa emsal ücret
verilir. Kalede bir cariye yoksa veya akitten önce cariye ölmüşse kişi bir
şeyelde edemez. Zafer elde edilip de teslim gerçekleşmeden önce ölmüşse onun
bedelinin verilmesi gerekir. Zaferden önce ölürse İmam ŞafiI'nin daha güçlü görüşüne
göre bir şey gerekmez. Ciriye Müslüman olursa, mezhepte esas alınan görüşe göre
bedelinin ödenmesi gerekir bu da emsal ücrettir. [Zayıf] bir görüşe göre ise
cariyenin değeridir.
223. Eman [güvenlik
anlamına gelmekte olup] korkunun zıddıdır. Burada "kafirleri öldürme ve
onlarla savaşı terk etmek" anlamında kullanılmaktadır. Eman vermek, savaş
taktik ve maslahatlarından biridir.
224. Kafirlere güvenlik
sağlayan antlaşmalar üç tanedir:
1. Eman akdi,
2. Cizye akdi,
3. Ateşkes anlaşması.
Şayet güvenlik sağlama
belirli bir sayıda kişi için söz konusu ise bu emandır. Belirli sayı ile
sınırlı olmayan kafirlerle belirli bir süreliğine yapılan anlaşma ateşkes
anlaşmasıdır. Diğeri ise cizye anlaşmasıdır.
225. Eman anlaşması
dışındaki iki anlaşmayı yalnızca devlet başkanı yapabilir.
226. Eman konusunda
temel delil şu ayettir:
> Eğer müşriklerden
biri senden aman dilerse, Allah'ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona aman
ver, sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte
bu (müsamaha), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır. [Tevbe, 6]
Bir diğer delil ise
Buhari ve Müslim'deki şu hadistir: Müslümanların [kafirlere vereceği] zimmet
birdir. Kim bir Müslümanın [kafire verdiği emanı dikkate almayıp onun] yaptığı
anlaşmayı bozarsa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine
olsun.(Buhari, Fedailü'l-Medıne, 1870; Müslim, Hac, 3314)
"Zimmet";
anlaşma, eman, hürmet ve hak anlamına gelir. "Mal, falan kişinin
zimmetinde sabit oldu", "falanın zimmeti beri oldu" cümlesindeki
zimmetin ise başka bir anlamı olup alım-satım bölümünde geçmişti.
227. Müslüman, mükellef
ve kendi iradesiyle hareket eden herkesin esir olmayan bir harbi'ye eman
vermesi -zorunlu olmayıp- sahihtir. Eman verilen harbi ister darülharpte olsun
ister olmasın, ister savaş esnasında olsun ister olmasın, Zerkeşi'nin
belirttiğine göre devlet başkanı onun öldürülmesine karar versin ya da vermesin
hüküm böyledir. Küçük bir köy halkı gibi sadece sınırlı sayıda harbi'ye eman
vermesi de sahihtir.
228.
"Müslüman" ifadesi kafi ri dışarıda bırakmaktadır; çünkü kMirin eman
vermesinde töhmet söz konusu olup o, biz Müslümanların maslahatını gözetmeye
ehil değildir.
229.
"Mükellef" ifadesi böyle olmayanları dışarıda bırakmıştır; çünkü
mükellef olmayan kişinin sözlü tasarrufu geçersizdir.
Nevevi'nin benimsediği
kurala göre haram yolla sarhoş olan mükellef şahıs da mükellef gibidir.
230. "Kendi
iradesiyle hareket eden" ifadesi mükreh [baskı ve tehdit altında bir fiili
yapan] kişiyi dışarıda bırakmaktadır.
231. "Sınırlı
sayıda" ifadesi "bir şehir veya kasaba halkı" gibi sınırlı
olmayanları dışarıda bırakmaktadır. Fertlerin onlara vereceği eman ile cihad
atıl kalmasın diye fertlerin onlara eman vermesi geçersiz sayılmıştır.
232. Cüveyni şöyle
demiştir: "Bizden yüz bin kişi onlardan yüz bin kişiye eman verse ve her
biri yalnızca bir kişiye eman vermiş olsa ancak bu eman sebebiyle bir tıkanma
ve zorluk meydana gelse onların tümünün verdiği eman geçersizdir."
Rafii şöyle demiştir:
"Eğer bir defada eman vermişlerse zahir olan budur. Ancak sırayla eman
vermişlerse, sorun ortaya çıkıncaya kadar ilk başta eman verenlerinkinin
geçerli olması gerekir." Nevevi de bu görüşü tercih etmiş ve
"Cüveyni'nin kastı da budur" demiştir.
233. [Kafirler elinde esir
olan bir Müslüman onlara eman verebilir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
Müslüman esirin yanında bulunan kafirler veya başkaları için eman vermesi
geçerli değildir.
İkinci görüş
Bu kişi de eman verme
ile ilgili ölçü kapsamında yer aldığından onun eman vermesi geçerlidir.
Not: Görüş ayrılığı, eman verme konusunda baskı ve
tehdit altında olmasa bile bağlı olan veya hapiste olan esir hakkındadır. Çünkü
bu esir onların hakimiyeti altında olduğundan maslahatın ne olduğunu bilemez.
Zira eman vermek, kendisi güvende olan kişinin başkasına güvence vermesidir.
Oysa esir olan kişi güvende değildir.
Gayri müslim ülkede esir
olup ülke dışına çıkması yasaklanan [ancak bağlı halde veya hapiste bulunmayan]
Müslüman esirin eman vermesi ise -et- Tenbih ve başka eserlerde belirtildiği
üzere- geçerlidir. Buna bağlı olarak Maverdi "eman verilen kişi
darulharbin dışında da eman verildiği açıkça belirtilmemişse sadece darulharpte
güvenlikte olur, başka yerde olamaz.
234. "Esir olmayan
harbı" ifadesi esir olan kafiri dışarıda bırakmaktadır; çünkü o esir
alınmakla üzerinde Müslümanların hakkı sabit olmuştur. Maverdi bunu
"kendisini esir alan kimse dışında birinin emanı" ile kayıtlamıştır.
Kişinin kendi esiraldığı kafire gelince, şayet bu esir onun elinde bulunmakta
olup henüz devlet başkanı tarafından teslim alınmamışsa onu öldürmek nasıl caiz
ise ona eman vermek de caizdir.
235. Kadının kendi başına
eman akdi yapıp yapamayacağı konusunda mezhep içinde iki görüş bulunmakta olup
Maverdl'nin tek görüş olarak belirttiği üzere tercihe şayan olan bunu
yapabilmesidir.
236. Eman akdi yaparken,
amacını ifade eden her lafızIa icapta bulunulabilir. [Bu sözcükler iki şekilde
olabilir:]
[Sarih sözcüklerle eman
verme]
Buna örnek olarak
"seni kurtardım", "sana eman verdim", "sen
güvendesin", "benim emanım altındasın", "sen koruma
altındasın gibi ifadeler zikredilebilir.
[Kinaye sözcüklerle eman
verme]
Hz. Ömer'den nakledilen
bir rivayet sebebiyle bu konuda kinaye sözcüklerle de eman verilebilir, ancak
kinaye sözcük kullanıldığında bununla emana niyet etmek şartır. Buna örnek
olarak "dilediğin şekilde hareket edebilirsin", "istediğin gibi
ol", "korkma", "senin için bir sakınca yok" ifadeleri
zikredilebilir.
Bu sözcüklerin
[el-Minhac metninde olduğu] gibi Arapça söylenmesiyle Farsça ["korkma
anlamına gelen] "metres" denilmesi arasında bir fark yoktur. Yine
niyetle birlikte kinaye ifade kullanılması da böyledir.
237. Eman akdi elçi
göndermek suretiyle de yapılır; çünkü bu, mektup yazmadan daha güçlü bir
durumdur. Gönderilen elçi Müslüman olsun kafir olsun fark etmez; çünkü bu,
canın korunmasına ilişkin bir mesele olduğundan bunda esneklik söz konusudur.
Bu ifade elçinin çocuk olmasının da caiz olmasını gerektiriyorsa da tıpkı eman
veren kimsenin mükellef olması gerektiği gibi elçinin de mükellef olması
gerekir.
Not: "Zeyd gelirse sana eman verdim"
ifadesinde olduğu gibi eman akdi yapılırken belirsiz olan bir şeye bağlamak
suretiyle icapta bulunmak geçerlidir. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi eman
konusunda esneklik ilkesi geçerlidir.
Konuşabilen bir kimse,
anlaşılır bir işaretle de eman verebilir. Nitekim bu, emanın kabul edilmesi
konusunda da gelecektir. Buna göre bir Müslüman bir kafire işarette bulunsa,
kafir de kendisine eman verildiğini sanarak bize gelse, Müslüman şahıs yaptığı
işaretle ona eman verdiğini inkar etse o şahsı güvende olacağı yere
ulaştırırız, özrü sebebiyle kendisine saldırıda bulunmayız. İşarette bulunan
kişi durumu açıklamadan önce ölse eman da saldırı da söz konusu olmaz, o kişi
güvenli bir bölgeye ulaştırılır.
İslam ülkesine elçi
olarak veya Kur'an'ı dinlemek için gelen kimse güvendedir, ticaret için gelen
ise böyle değildir. Bir Müslüman kendisine ticaret için İslam ülkesine girme
halinde güvende olacağını söylemişse ve bu kişi de onu tasdik etmişse güvende
olacağı yere ulaştırılır, aksi takdirde can güvenliği olmaz. Fertler değil
ancak devlet başkanı onun bu girişinde [Müslümanlar açısından] bir yarar
görüyorsa bunu eman olarak görebilir.
Eman talep eden kimseye
eman vermek gerekmez. Ancak Kur'an'ı dinlemek için eman talep ederse o zaman
kesinlikle eman vermek gerekli olur. Bu durumda kendisine dört ay süre
verilmez, [kendisine İslam dinine dair] bilgi verilebilecek miktarda süre
tanınır.
238. Emanın geçerli
olması için tıpkı diğer akitlerde olduğu gibi [kendisine eman verilen kafirin]
emandan haberdar olması şarttır. Şayet em an verildiğini bilmezse Bulkınl'nin
itirazına rağmen Rafiı ve Nevevi'nin belirttiği üzere kendisi için eman söz
konusu olmaz.
Eman veren kişi de dahil
olmak üzere kendisini öldürmek üzere teşebbüste bulunmak caiz olur.
239. Kafir, kendisine eman
verildiğini öğrendikten sonra bunu reddederse eman kesin olarak geçersiz olur;
çünkü bu da -tıpkı hibe gibi- bir akittir.
240. [Kendisine eman
verilen kafir, emanı reddetmemekle birlikte kabul ettiğini belirtmezse eman
geçerli olur mu? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
-tıpkı diğer akitlerde olduğu gibi- eman akdinde de kafir şahıs emanı kabul
ettiğini belirtmezse eman batıl olur.
İkinci görüş
Yukarıda da geçtiği
üzere bu konuda esnek davranıldığından kafir şahsın susması yeterlidir.
Not: Nevevi'nin "daha doğru görüş"
ifadesi, bu konudaki görüş ayrılığının mezhepteki ashab-ı vücuh alimler
arasında olmasını gerektirmekle birlikte bu kastedilmemiştir. Bu, sadece
Cüveyni'nin ihtimalolarak belirttiği iki görüştür. Tercih, Cüveyni'nin şahsı
görüşüdür. et- Tehzib ve başka eserlerde nakledilen şey susmakla yetinmektir.
Bulkini ve başkaları şöyle demiştir: "İmam Şafii'nin açık ifadesi de bunu
gerektirir; çünkü o kabule itibar etmemiştir. Selef ve halefin esas aldığı
görüş de budur. Ayrıca bu konuda esneklik esas alınmıştır." Ancak sükutla
birlikte kabulü ihsas eden bir şeyin bulunması da şarttır ki bu da Maverdl'nin
açık olarak ifade ettiğine göre savaşmaya son vermektir.
241. Konuşabilen bir
kimse bile olsa kendisine eman verilen kişinin anlaşılabilir bir işaretI e
kabul ettiğini belirtmesi yeterlidir. Ancak -boşama konusunda yapılan
açıklamalardan anlaşılacağı üzere- dilsiz bir kimsenin işaretini ancak zekı
kimseler anlayabiliyorsa bu işaret kinaye olarak kabul edilir. Herkes anlıyorsa
bu sarih ifade kabul edilir.
Not: 1.
Nevevi'nin sözünden işareti n eman akdinde icap olarak yeterli olmayacağı
anlaşılmaktadır. Oysa mezhepte kabul edilen görüşe göre işaretle yetinilir.
Boşama, ric'at ve diğer akitlerde işarette bulunmak ise böyle olmayıp orada
işaretin yeterli sayılması için kişinin konuşamıyar olması dikkate alınır.
Çünkü burada amaç kişinin kanının dökülmesini önlemek olduğundan onun yaptığı
işaret bir tür şüphe olarak kabul edilmiştir.
Nevevi "anlaşılır
işaret" diyerek anlaşılmayan işareti dışarıda bırakmıştır. Zira bu
işaretle eman dilemek sahih değildir.
2. Görüş ayrılığı, kafir
şahsın daha önceden eman konusunda icapta bulunulmasını istemediği takdirde söz
konusudur. Şayet öncesinde böyle bir talepte bulunmuşsa o zaman [icapta
bulunulduktan sonra] kabul etmesine kesinlikle gerek yoktur.
242. [Emanın süresi ne
kadar olabilir? Bu konuda İmam Şafrı'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
İmam ŞafiI'nin daha
güçlü görüşüne göre emanın süresinin dört aydan fazla olmaması gerekir. Bunun
sebebi ateşkes meselesini ele alırken gelecektir.
Şayet süre dört aydan
fazla olursa fazlalık olan kısımdaki eman geçersiz olur, "akdin
bölünmesi" meselesindeki görüşten tahric yoluyla çıkarılan daha doğru görüşe
göre geriye kalan dört aylık kısımda eman akdi geçersiz olmaz.
Eman yapılırken süre
zikredilmese bu dört ay olarak yorumlanır. Bundan sonra kişi güvende olacağı
bir yere ulaştırılır.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Rafii ve Nevevi "ateşkes" konusunda bunun süre
zikdedilmeden yapılmasının geçerli olmadığını belirtmişlerdir. Onlar daha
önceden "emanın hükmü, Müslümanlarda bir zaaf olmadığında yapılan ateşkes
anlaşması gibidir" demişlerdi.
Buna şöyle cevap
verilir: Bu konu istisna edilir; çünkü ateşkesin aksine emanın tek tek fertler
tarafından verilmesinin geçerli kabul edilmesi de gösteriyor ki eman konusu
daha esneklik gösterilen bir konudur.
İkinci görüş
İmam Şafii'nin bir
görüşüne göre bir yıla ulaşmadıkça dört aydan fazla süreyle eman vermek -tıpkı
ateşkes yapmada oldUğU gibicaizdir. Bir senelik eman vermek ise kesin olarak
caiz değildir.
Not: 1. Görüş ayrılığının olduğu husus
erkeklere verilen emandır.
Kadınlara verilen emanda
süreyle sınırlamaya gerek yoktur. İmam Şafii, el-Ümm'de şöyle demiştir:
"Kendisine eman verilen kadın İslam ülkesinde iken kendisine engel
olunmaz, herhangi bir süreyle sınırlandırılmaz; çünkü dört aylık sınırlama
müşrik erkeklerle ilgilidir."
Bir yıl süreli eman
verilmemiştir ki cizye terk edilmiş olmasın. Kadın zaten cizye vermey ehil
değildir.
Sonrakilerden bir alimin
kendi görüşü olarak belirttiğine göre çift cinsiyetli şahıs da kadın gibidir.
2. Nevevi, kendisine
eman verilen kişinin bulunduğu mekanın neresi olduğunu açıklamamış, böylece
bunu belirlemeye gerek olmadığını belirtmek istemiştir. Bu doğrudur.
243. Casus ve düşman
gözcüsü gibi kimselere eman vermek örneğinde olduğu gibi Müslümanlara zarar
veren bir eman caiz de geçerli de değildir. Çünkü hadiste "ilk olarak
zarar vermek de zarara zararla karşılık vermek de yoktur" buyrulmuştur.
(İbn Mace, Ahkam, 2341)
Bu durumda Cüveyni'nin
belirttiği üzere şunu söylemek uygun olur: "Bu kişi güvenli bölgeye
ulaştırılmayı hak etmez, kendisine yönelik saldırıda bulunabilir; çünkü böyle
bir kimsenin İslam ülkesine girmesi hıyanettir. "
Not: Nevevi'nin ifadesinden eman vermek için
maslahatın görülmesinin değil zararın olmamasının şart olduğu sonucu
çıkmaktadır ki eş-Şerhu'l-kebir'de Cüveyni'ye tabi olarak açık olarak
belirtildiği üzere doğru olan budur. Bulkini ise Kadı Hüseyin'e tabi olarak
"eman vermek ancak maslahata uygun olduğunda caiz olur" dedikten
sonra şöyle demiştir: "Açıktır ki bu, fertlerin verdiği emanlara ilişkin
bir hükümdür. Devlet başkanına gelince o, Müslümanların maslahatı olmadıkça eman
veremez. İmam Şafii bunu açık olarak belirtmiştir."
Bu, açık bir hükümdür.
Devlet başkanı dışındaki kimselerin bunu yapması da caiz değildir.
Bir kimse gazilerin
yolları üzerinde bulunan fertlere eman verse, bu eman sebebiyle askerin o
bölgeden geçmesinde zorluk meydana gelse, asker oradan azık nakletmeye ihtiyaç
duysa, zaruret sebebiyle eman geri çevrilir.
Darulharbe silah taşıyan
veya bunun dışında yardım eden kimseler de casus hükmündedir.
244. Ne devlet başkanı ne
de başka birisi, eman verdikleri kişilerin hıyanet etmelerinden korkınadıkça
eman akdini bozabilirler; çünkü eman Müslümanlar açısından bağlayıcıdır.
Şayet hıyanet etmesinden
korkarsa -tıpkı ateşkeste olduğu gibi hatta ondan da öte eman akdini bozmaları
caiz olur. Eman akdi kafir açısından bağlayıcı olmayıp o dilediği zaman bu akdi
sona erdirebilir.
245. İslam ülkesinde
bulunan harbıye eman verildiğinde bu emanın kapsamına darulharpte bulunan malı,
karısı, küçük veya akıl hastası çocukları kesinlikle dahil olmaz. Çünkü emanın
faydası harbınin ailesi ve malının değil kendisinin öldürülmesi,
köleleştirilmesi ve kendisinden fidye alınmasının haram hale gelmesidir. Buna
göre harbınin darulharpte bıraktığı mallarının ganimet olarak alınması,
çocuklarının ve eşlerinin esir alınması caizdir.
246. [Harbıye eman
verildiğinde, onun İslam ülkesinde bulunan mal ve yakınları emanın kapsamına
girer mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
harbınin İslam ülkesinde bulunan malları ve ailesi kendisinin kontrolü altında
olmasa bile akit yapılırken ayrıca şart koşulmadıkça emanın kapsamına girmez.
Çünkü eman vermede kullanılan ifade genellik ifade etmemektedir.
İkinci görüş
Bunu şart koşmaya gerek
yoktur.
Not: Burada "yanındaki mal" ile
kastedilen, kişinin eman süresince ihtiyaç duymayacağı maldır. İhtiyaç duyacağı
mal ise şart koşulmaksızın eman kapsamına girer. Kişinin mesleğini icra ederken
kullanacağı aletler, şayet onsuz yapamıyorsa binek hayvanı da bunun kapsamına
girer.
Bu hüküm, kişiye devlet
başkanından başkası eman vermişse geçerlidir. Şayet devlet başkanı eman
vermişse, kişinin yanında bulunan mallar ayrıca şart koşulmasa da emanın
kapsamına girer. Kişinin darulharpte bıraktığı mallar ise devlet başkanı
tarafından özelolarak şart koşulmadıkça eman kapsamına girmez.
Harbıye eman darulharpte
verilmişse yukarıda zikredilene kıyasla şu söylenebilir: "Kişinin ailesi
ve malı o ülkede ise ve emanı devlet başkanı vermişse, ayrıca şart koşulmasa da
bunlar eman kapsamına girer. Başkası eman vermişse ailesi ve ihtiyaç duymadığı
malları ayrıca şart koşulmadıkça eman kapsamına girmez. İhtiyaç duyduğu mallar
ise şart koşulmasa da girer.
Şayet kişinin ailesi ve
malları İslam ülkesindeyse başkası değil sadece devlet başkanı bunların eman
kapsamına girmesini şart koşmuşsa girer.
Nevevi'nin ifadesinden
kişinin yanında olup başkasına ait olan malın kesinlikle eman kapsamına
girmeyeceği anlaşılmaktaysa da bu kastedilmemiştir. İmam ŞafiI'nin el-Ümm'de
belirttiğine göre kişinin yanında olup kendisine ait olan ve başkasına ait olan
mal eşittir.
Bu meselede birkaç durum
söz konusudur. Şöyle ki;
a) Eman veren kişi ya
devlet başkanı ya da başkasıdır.
b) Eman verilen kişi ya
darülharpte ya da İslam ülkesindedir.
Bütün bunlar dört duruma
tekabül etmektedir.
c) Kişinin malı ya
kendisinin bulunduğu ülkededir ya da değildir.
Buradaki iki ihtimali
yukarıdaki dört ihtimalle çarptığımızda 8 ihtimal söz konusu olur.
d) Kişinin yanında
bulunan mala ya ihtiyacı vardır ya yoktur. Bu iki ihtimali önceki sekizle
çarptığımızda 16 eder.
e) Sonra gerek devlet
başkanı gerekse diğer eman veren kişiler ya şart koşmuştur ya da koşmamıştır.
Burada dört ihtimal söz konusudur. Bu dört ihtimali önceki on altı ile
çarptığımızda 64 olur.
f) Kişinin yanında
bulunan mal ya kendisine aittir ya da başkasına aittir. Bu iki ihtimali 64 ile
çarptığımızda 128 olur.
Bütün bu ihtimallere
ilişkin hükümler yukarıda zikrettiğim hususlardan çıkarılabilmektedir.
Yukarıdaki
açıklamalarımdan istifade et; çünkü ben bu ihtimallerikendi aciz fikrimle
çıkardım.
Müslümanın Darülharpten
Darülİslam' a hicret etmesinin hükmü
Nevevi daha sonra
Müslümanın hicret etmesinin hükmünü ele alarak şöyle demiştir:
247. Kavmi içinde itaat
edilen bir kimse olması veya kendisini himaye eden aşiretinin bulunması
sebebiyle darülharpte oturan Müslümanın dinini açığa vurması mümkün ise ve dini
konusunda herhangi bir fitneden korkmuyarsa İslam ülkesine hicret etmesi
[zorunlu olmamakla birlikte] müstehap olur. Böylece onların sayısını çoğaltma
veya onların kendisine tuzak kurması yahut onlara meyletme gibi durumlardan
kurtulmuş olur. Hicretin zorunlu olmaması, kişinin dinini açığa vurabilmesi
sebebiyledir.
Not: Onun hicret etmesinin müstehap olması,
kendisinin orada oturması sebebiyle İslam'ın orada yayılmasını ümit etmediğinde
olur. Şayet bunu ümit ediyorsa orada ikamet etmesi daha iyidir. Eğer orada
kendisini düşmana karşı savunma ve onlardan ayrı bir yerde yaşama imkanı varsa
[İslam'ın yayılması ümidini taşıması halinde] orada ikamet etmesi zorunlu olur;
çünkü [darulharp içinde] onun [diğer insanlardan ayrılarak çekilip] yaşadığı
yer [bir tür] İslam yurdudur. Oradan hicret etmesi halinde orası da darulharbe
dönüşecektir. Bu yüzden bunu yapması haram olur. Ancak hicret ederek
Müslümanlara yardım etmeyi ümit ediyorsa Maverdl'nin belirttiği üzere hicret
etmesi daha faziletlidir. Bu kişi darülharpte ikamet ettiği esnada şayet güç
yetirebilirse İslam adına onlarla savaşır ve onları İslam'a davet eder. Güç
yetiremezse bunları yapmaz .
248. Kişi dinini açığa
vuramıyorsa veya dini için fitneden korkuyorsa ister erkek olsun isterse
yanında mahremi bulunmayan bir kadın olsun şayet güç yetirebiliyorsa İslam
ülkesine hicret etmesi gerekir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
> Kendilerine yazık
eden kimselere melekler, canlarını alırken: "Ne işde idiniz!"
dediler.
Bunlar: "Biz
yeryüzünde çaresizdik" diye cevap verdiler. Melekler de: "Allah'ın
yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı
cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir.[Nisa, 97]
Ayrıca Ebu Davud ve
başkalarının rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
> Ben, müşriklerin
arasında ikameteden her Müslümandan berfyim. (Ebu Davud, Cihad, 2645; Tirmizi,
Siyer, 1604; Nesai, Kasame, 4794)
Buna, ["terk
etmek" anlamına gelen] hicret denilmiştir; çünkü bunu yapanlar kendi
diyarlarını terk etmişlerdir.
249. Alimler bu hicretin
farziyetini "yol güvenliği", "azık ve bineğin bulunması"
gibi kayıtlarla kayıtlamamışlardır. Kişi yolun güvensizliği veya azığının
bulunmaması sebebiyle ölmekten korkarsa hicretin farz olmaması gerekir.
250. "Hicret etmek
farzdır" şeklindeki hükümden, darulharpte ikamet etmesi Müslümanlar için
yararlı olacak kişiler istisna edilir. İbn Abdilberr ve başkalarının rivayet
ettiğine göre Abbas (r.a.) Bedir savaşından önce önce Müslüman olduğu halde
bunu gizlemiş ve müşriklerin haberlerini peygamberimize mektup göndererek
bildirmişti. Müslümanlar kendisine güveniyorlardı. O, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in
yanına gelmeyi istediği halde Hz. Peygamber (s.a.v.) ona "senin Mekke'de
kalman daha iyi olur" diye mektup yazmıştı. Abbas (r.a.) Mekke'nin fethi
zamanında Müslüman olduğunu açıklamıştı.
251. Küfür diyarından
hicretin gerekliliği hükmüne şu kişi de dahildir: Bir kimse İslam beldelerinden
birinde bir hakkı ortaya koyduğu halde bu kabul edilmez ve kendisi de o hakkı
ortaya koymaya güç yetiremezse o beldeden hicret etmesi gerekir. Bunu Ezrai ve
başkaları el-Mu 'temed adlı eserin sahibinden nakletmişlerdir.
Beğavı bunun benzeri bir
görüşü Ankebut sOresini tefsir ederken zikrederek şöyle demiştir:
İçinde günahların
işlendiği bir beldede oturan ve bu günahı değiştirme imkanı olmayan herkesin,
içinde ibadetini [rahatça] yapabileceği bir yere hicret etmesi gereklidir. Şu
ayet bunu göstermektedir:
"Ayetlerimiz
hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze
geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan
sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma." [En'am, 68]
Şayet zamanımızda olduğu
gibi hakkı ızhar edememe konusunda bütün beldeler birbirine eşit olursa o zaman
hicretin gerekli olmadığı konusunda [herkes müttefik olup] görüş ayrılığı
yoktur.
252. Kişi hicret
edemeyecek durumdaysa buna güç yetirinceye kadar onun için gereklilik söz
konusu değildir. Kişi hicret etmeden önce o belde [Müslümanlar tarafından]
fethedilirse hicret etme yükümlülüğü düşer.
253. Kafirlerin elinde
bulunan bir esir kaçmaya güç yetirebiliyorsa esirliğin boyunduruğundan
kurtulmak için kaçması zorunlu olur. ZerkeşI'nin İmam Cüveyni tarafından sahih
görüldüğünü belirttiği görüşe göre esirin dinini açıklamasının mümkün olması
ile olmaması arasında fark yoktur. Kamuli ise bunu "dinini açığa vurması
mümkün değil ise" şeklinde kayıtlamıştır.
254. Kafirler Müslüman
esiri herhangi bir şart koşmaksızın serbest bırakmışlarsa bu şahıs onlara karşı
öldürme, esir alma, mallarını alma gibi fiilleri yapabilir; çünkü onlar bu
şahıstan güvence istememişlerdir. Suikast yoluyla öldürme kişinin hibe yaparak
bir şahsı bir yere götürüp orada öldürmesidir.
255. Kafirler Müslüman
esiri salarken "kendisinden güvende olmak" şartıyla salmış olsalar,
İmam Şafii'nin el-Ümm'de belirttiğine göre onlar Müslüman şahsa eman vermemiş olsalar
bile Müslümanın, üstlendiği şeye vefa göstermesi gerekli olduğundan onlara
saldırıda bulunması haram olur. Yine onu salarken "onların güvenliğinde
olmak" şartıyla saIdıklarında da böyledir. Çünkü onlar, esire güvence
vererek saIdıklarında kendilerinin de esirden yana güvende olmaları gerekir.
Şayet onlar "biz sana güvence verdik, bizim için senin üzerinde bir
güvence söz konusu değildir" deseler İmam Şafii'nin el-Ümm'deki ifadesinde
yer aldığına göre Müslümanın onlara saldırıda bulunması caiz olur.
256. Müslüman esir
salındıktan sonra bulunduğu yerden çıkmasından sonra onlardan bir grup
kendisinin peşine düşse Müslümanın kendisini onları öldürme pahasına da olsa
savunması gerekir. Bu, tıpkı saldırgan hayvanı savmada olduğu gibidir. Buna
göre saldırganı savmadaki sıralama burada da geçerlidir. Rafii ve Nevevt'nin
sözlerinin zahirinden bununla eman anlaşması bozulmuş olmamaktadır.
257. Müslüman esiri
salarken "onların ülkelerinin dışına çıkmamasını" şart koşarlarsa
bakılır:
> Dinini açığa
vurması mümkün olmuyarsa bu şarta uyması caiz olmaz. İmkan bulabiliyorsa oradan
çıkması gerekir. Çünkü bu şarta uymasında dini uygulamayı terk etme vardır.
Caiz olmayan bir şeyi üstlenmek gerekli değildir.
> Dinini açığa
vurması mümkün ise o zaman şarta uyması haram olmaz; çünkü bu durumda hicret
[zorunlu değil] müstehap olur.
Not: Harbller bu şahsa -isterse talak üzerine
olsun- zorla yemin ettirseler, bu şarta uymadığında yemini bozulmuş olmaz
[karısı boş olmaz]; çünkü yemini [sahih bir şekilde] gerçekleşmemiştir.
Harbıler
"çıkmayacağına dair yemin etmedikçe seni serbest bırakmayız" deseler
ve bu kişi de o şekilde yemin etse ve serbest bıraksalar, sonra darulharbin
dışına çıksa yine yeminini bozmuş olmaz. Bu şuna benzer: Hırsızlar bir adamı
tutup "bizim yerimizi kimseye söylemeyeceğine dair yemin etmedikçe seni
bırakmayız" deseler ve o kişi de yemin etse, sonra bu kişi onların yerini
söylese yemini bozulmuş olmaz; çünkü bu yemin, zorla yapılan bir yemindir.
Şayet kendi isteğiyle
-serbest bırakılmadan önce bile olsa- yemin ederse darulharbin dışına çıkmakla
yemini bozulmuş olur.
Bu kişi darulharbin
dışına çıkarken onların elinde bir Müslümana ait bir mal bulursa, harbılere
eman vermiş olsa bile bunu sahibine geri vermek için onların yanından alabilir.
İbnü'l-Mukri'nin
belirttiğine göre bu durumda tazmin etmez; çünkü bu mal, onu elinde bulunduran
harbı üzerine tazmini gerektirmiyordu. Şu durum bundan farklıdır: Bir kimse
gasıbın elinde bulunan bir malı sahibine geri vermek üzere alsa tazminle
yükümlü olur; çünkü mal, gasıbın elinde tazmin hükmüne tabi bir şekilde
bulunuyordu. O kişi aldıktan sonra da bu hüküm devam ettirilmiştir.
Bazı ayrıntılar:
Kişi darulharpten
çıkmadan önce fidye olarak onlara bir mal ödemeyi üstlense bu konuda seçim
hakkına sahiptir. Şayet İslam ülkesine gittikten sonra geri dönme sözü vermişse
onlara dönmesi haram olur. Esirleri salma şartına güvenebilmeleri için kişinin
mal ödeme konusundaki sözüne vefa göstermesi sünnettir. Bunun zorunlu
olmamasının sebebi şudur:
Bu, haksız olan bir
borcun üstlenmesidir. Ruyanı ve başkalarının belirttiğine göre harbıler,
kendilerine fidye olarak ödenen mala sahip olamazlar; çünkü bu haksız yere
alınmıştır.
Kişi parasını onlara
göndermek üzere onlardan bir şey satın alsa veya borç alsa bakılır: Kendi
iradesiyle hareket ediyorsa borcuna vefa göstermesi gerekir. Zorla bunu
yapmışsa mezhepte esas alınan görüşe göre akit batıl olup malı geri vermesi
gerekir. Aralarında "satım" sözü kullanılmış olmayıp "bunu al,
bize şu malı gönder" demişler, kişi de "tamam" demişse bu, zorla
bir malı satın almak gibidir.
Harbıler bu şahsı bizim
ülkemizde onlar adına bir şey satmak üzere vekil tayin etse onu satıp bedelini
kendilerine geri verir.
258. Savaş yoluyla
fethetmeyi istediğimiz bir kale bulunsa ve devlet başkanı veya onun
görevlendirdiği kişi bu kalenin yolu bize gizli olduğu için yolunu göstersin
diye veya kafirlerin olmadığı bir yolu göstersin ya da kolayolan yahut suyu
veya otu bolalan yolu bize göstersin diye güçlü-kuvvetli bir kafirle,
karşılığında kendisine o kaleden bir cariye verilmesi şartıyla akit yapsa, bu
şartı ister ilk olarak kafir şahıs ileri sürsün ister devlet başkanı ileri
sürsün bu akit geçerli olur. Bu, aslında bilinmeyen ve mülkiyet altında da
olmayan bir ödül karşılığında yapılan ödül vaadi anlaşması olup ihtiyaç
sebebiyle göz yumulmuştur. Bu cariye ister muayyen olsun ister olmasın, ister
hür ister cariye olsun fark etmez; çünkü hür olan kadın esir alınmakla köle
hale gelecektir. Belirsiz olan cariyeyi de devlet başkanı tayin edip belirli
hale getirecektir. KMir şahıs, devlet başkanının belirlediği cariyeyi kabul
etmeye zorlanır. KMirin yol göstermesinde külfet olsun ya da olmasın hüküm
böyledir. Hatta devlet başkanı kalenin yanında konakladığı halde durumdan
haberi olmasa ve "kim bana kalenin yerini gösterirse ona bir cariye
vereceğim" dese ve kafir şahıs da "işte kale şurada" diye
gösterse Ravdatü't-talibin ve eş-Şerh u' l-kebir' de belirtildiğine göre
cariyeyi hak eder.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Alimlerin "ödül vaadi" konusunda belirttiğine göre
bu kişinin cariyeyi hak etmemesi gerekirdi; çünkü alimler ödüle hak kazanmak
için yorulmayı şart koşmuşlardır. Burada ise yorgunluk söz konusu değildir.
Buna şöyle cevap
verilir: Alimler burada yorgunluğu dikkate almamışlardır. Bu sebepledir ki
kafir şahıs "kale şu mekandadır" dediği halde oraya kadar yürüme se
ve yorulmasa bile cariyeyi hak eder. Burada da böyledir.
Alimler burada ihtiyaç
sebebiyle insanı yormayacak bir kelimeyi söylemek için ücretle adam tutmanın
sahih olmayacağı hükmünden kafir şahsı istisna etmişlerdir.
Not: Nevevi'nin ifadesinin zahirinden kalenin
belirli olması ile müphem olması arasında fark olmadığı anlaşılmaktadır. Şeyh
Ebu Hamid'in Ta'lfk adlı eserinde yer alan hüküm de böyledir. Hocamız Zekeriya el-Ensarl'nin
de belirttiği üzere bu, belirli sayıdaki kaleler içinden müphem bırakılan kale
hakkında söz konusu olup aksi takdirde sahih olmaz. Hatta alimlerin çoğunluğu
bunu muayyen bir kale hakkında düşünmüşlerdir. Çünkü muayyen olmayan kalede
belirsizlik çok olur. Ancak zikredilen yorumla birlikte bundaki belirsizlik
hafiflediğinden o yorumun dikkate alınması gerekir.
"Kafir"
ifadesi şu durumu dışarıda bırakmıştır: Devlet başkanı bir Müslümanla
belirtilen şartlarla bir anlaşma yapsa Cüveyni'nin daha doğru gördüğü görüşe
göre anlaşma geçerli olmaz. el-Havi's-sağir'de bunu esas almıştır; çünkü bu
anlaşmada bir takım belirsizlikler söz konusu olup Müslümanla yapıldığında buna
göz yumulmadığı halde kafirle yapıldığında göz yumulabilir. Çünkü kafir, normal
şartlarda onların kalelerinin durumlarını ve yollarını daha iyi bilir. Ayrıca
cihad etmek, Müslüman üzerine farz olan işlerden olup kalenin yerini göstermek
de cihadın bir türü olduğundan buna karşılık bedel almak caiz olmaz. Ancak
Iraklılar bunun caiz olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir. el-Bahr adlı eserde
"meşhur olan görüş budur" demiş, Ezrai de "daha doğru olan ve
tercihe şayan olan görüş budur" demiştir. Bu, borçtan ibra etmek ve
boşanmış kadına geri dönmek için fazladan bir şeyalmayı şart koşmak gibidir.
Rafii'nin "ganimetler" bölümündeki ifadesinden çıkan sonuç da budur.
Bulkini ve başkaları bunu sahih kabul etmiştir. Zahir olan da budur. Çünkü buna
ihtiyaç bulunmaktadır.
Nevevi "o kaleden
bir cariye" ifadesiyle devlet başkanının kişiye "kim bana kalenin
yerini gösterirse ona kendi yanımdan bir cariye vereceğim" demesini
dışarıda bırakmıştır. Bu, tıpkı diğer ödül vaadlerinde olduğu gibi ödülün
belirsiz olması sebebiyle geçersizdir.
Nevevi'nin
"cariye" ifadesi örnek olarak söylenmiştir. O, bunun yerine
et-Tenbih'te olduğu gibi "ödül" demiş olsa daha kapsamlı olurdu.
259. Kaleyi anlaşmayı
yapan Müslüman kişi, anlaşma yapılan kafir kişinin yol göstericiliği ile zorla
fetheder ve içinde de belirlenmiş olan veya müphem olan cariye sağ olarak
bulunursa ve o cariye, yol gösteren kafir şahıstan önce Müslüman olmamış ise
daha doğru görüşe göre kale de ondan başka cariye bulunmuyor olsa bile
anlaşılan şahsa verilir.
Çünkü bu kişi, cariyeyi
ele geçirmeden önce şart sebebiyle onun üzerinde hak sahibi olmuştur.
Not: Nevevi'nin mutlak ifadesinden anlaşıldığına
göre kale, o şahsın yol göstericiliği sebebiyle her ne zaman fethedilmiş olursa
olsun şahsa o cariye verilir. Örneğin kaleye saldırıyı bırakıp daha sonraki bir
vakitte tekrar oraya gelip fethetmiş olsak bile böyledir. Bu doğrudur.
260. Şayet;
> Anlaşmayı yapan
Müslüman şahıstan başkası -velev ki kafir şahsın yol göstericiliği ile olsun-
kaleyi fethederse,
> Veya anlaşmayı
yapan Müslüman şahıs, kafir şahsın yol göstericiliği olmaksızın fethederse [kafir
şahıs cariyeyi almaya hak kazanır mı? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır: ]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
bu kişi herhangi bir şeye hak kazanamaz.
İlk durumda kaleyi fetheden
kişi ile yol gösteren şahıs arasında anlaşma bulunmadığı için hak edemez.
İkinci durumda hak etmemesinin sebebi ise ödül vermenin amacı olan "fethe
ulaştıracak yol göstericiliğin" mevcut olmamasıdır.
İkinci görüş
Kişi kalenin yolunu
gösterdiği için ödülü hak eder, yukarıda belirtilen hususlara bakılmaz.
261. O kale
fethedilmezse, anlaşma yapılan şahıs [herhangi bir şey hak edebilir mi? Bu
konuda iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Hiçbir şey hak edemez;
çünkü hak etme iki şeye bağlıdır: Yol göstericilik ve kalenin fethedilmesİ.
[Oysa burada kale fethedilmemiştir.]
İkinci görüş
Şayet ödül kalenin
fethine bağlanmamışsa kaleyi gösteren kişi emsal ücret almayı hak eder; çünkü
yol göstermiştir.
Bu görüş şu şekilde
reddedilmiştir: "Cariyenin bu şahsa teslim edilmesi ancak kalenin fethi
ile mümkün olur. Bu sebeple ödül verme şartı her ne kadar sözde açık olarak
zikredilmemişse bile gerçekte kalenin fethine bağlıdır."
Ödül kalenin
fethedilmesine bağlanmışsa o zaman şahıs kesinlikle bir şey hak etmez.
Not: Bu, ödül kaleden verildiği takdirde söz
konusu olur. Şayet başka bir yerden verilecekse Maverdl'nin belirttiğine göre
ödülü hak etmek için kalenin fethedilmiş olmasının şart olmadığı konusunda
görüş ayrılığı yoktur.
262. Kalede hiç cariye
yoksa veya cariye var olmakla birlikte akit yapılmadan önce ölmüş olsa, şarta
konu olan şeyortadan kalktığı için kalenin yerini gösteren kişi hiçbir
şeyalamaz.
263. Akit yapılıp cariye
ele geçirildikten sonra cariye ölse onun bedelini vermek gerekir, bu konuda tek
görüş vardır; çünkü cariye, devlet başkanının tasarruf yetkisine girmiştir.
Onun telef olması da kendisinin sorumluluğu altındadır.
264. Cariye ele
geçirilmeden önce ölmüş olsa [kalenin yerini gösteren kişiye o cariyenin bedeli
verilir mi? Bu konuda İmam Şafii'ye ait iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha güçlü görüşe göre
cariye yerine herhangi bir bedel verilmez; çünkü ölmüş olan kişi üzerinde
herhangi bir hakimiyet söz konusu olamaz. Bu durumda o cariye hiç yok gibi
kabul edilir.
İkinci görüş
Bedel verilmesi gerekir.
Bulkın! bu görüşü tercih etmiştir; çünkü akit o cariye elde iken ona bağlanmış,
daha sonra cariyeyi teslim etmek imkansız hale gelmiştir.
265. Cariyenin ele
geçirilmeden önce kaçması ölmesi gibi değerlendirilir.
266. Kafir şahıs ile
anlaşma yapıldıktan sonra cariye ele geçirilmeden önce veya sonra cariye
Müslüman olsa kafir şahıs Müslüman olmasa [hüküm ne olur? Bu konuda mezhepte
iki rivayet bulunmaktadır: ]
Birinci rivayet
Mezhepte esas alınan
görüşe göre cariyenin Müslüman olmasından dolayı artık kafir şah sa teslim
edilmesi imkansız hale geldiğinden o şahsa cariyenin bedelinin ödenmesi
gerekir. Bu, "kafir şahıs Müslüman köleyi satın alamaz" hükmüne
dayandırılmıştır. Bulkın! şöyle demiştir: "Bu dayandırma kabul edilmez,
aksine o şahıs cariyeyi kesin olarak hak eder; çünkü cariye ele geçirildiğinde
onu hak etmiştir. Zira o esnada cariye kafir idi.
Sonradan onun Müslüman
olmasıyla bu hak ortadan kalkmaz. Bu, cariyeye malik olduktan sonra o cari yeni
n Müslüman olması gibidir. Şu var ki cariye ona teslim edilmez. Şahsın cariye
üzerindeki mülkiyetini sona erdirmesi emredilir. Bu, Müslüman bir şahsın kafir
bir kimseye sattığı kafir kölenin, teslim öncesinde Müslüman olması gibidir.
Ancak o meselede köleyi müşteri adına hakim teslim alır. Burada ise teslime
gerek yoktur." Bununla satım şu açıdan ayrılabilir: Satım bağlayıcı bir
akittir. Burada ise ödül vaadi bağlayıcı olmayan bir akittir. Üstelik ödül
vaadinde diğer konulara göre daha fazla esneklik gösterildiğinden bu konu
diğerlerine kıyas edilmez.
Kadın akitten önce
Müslüman olsa, kalenin yerini gösteren kişi bunu ve -Sulkınl'nin belirttiği
üzere- kadının kendisinin elinden gittiğini biliyorsa herhangi bir şeyalamaz.
Başka alimlerin ifadeleri de bu sonucu gerektirmektedir. Nevevi'nin ifadesi ise
benim yaptığım açıklama olmaksızın alındığında şahsın o cariyeyi hak edeceği
anlamına gelmektedi. Şahıs hak sahibi olamaz; çünkü karşılıksız olarak iş
yapmıştır.
267. Muayyen cariyenin
bedelini vermek gerekli olduğunda [hangi bedel ödenir? Bu konuda mezhep içinde
iki görüş bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Cüveyni'nin daha doğru
kabul ettiği görüşe göre bu, [kaleyi gösterme işi karşılığında ödenecek] emsal
ücrettir.
İkinci görüş
Ödenecek bedelin
cariyenin değeri olduğu da söylenmiştir ki alimlerin çoğunluğunun kabul etttiği
üzere daha doğru olan görüş budur. İmam Şafii de el-Ümm'de bunu açık olarak
ifade etmiştir. Bu değer, ganimetin tümü üzerinden veya maslahatlar için
ayrılan [beşte birlik] bölümden değil beşte dördünden ödenir.
268. Belirsiz bir
cariyeye gelince; bedelini ödemek gerekli olduğunda şu iki ihtimal de söz
konusu olabilir:
> Bilinmeyen cariyenin
bedelini belirlemek mümkün olmadığından bu durumda kesinlikle kişiye emsal
ücret ödenir.
> Bu kişiye, ölmeden
önce teslim edilecek olan etıriye hangisi idiyse onun değeri ödenir. Rafii ve
Nevevi bunu söylemiştir. Alimlerin çoğunluğuna göre bu ikinci ihtimal daha
güçlüdür.
269. Kale, kafir şahsın
göstermesi sonucunda barış yoluyla fethedilse bakılır:
> Şart koşulan cariye
eman kapsamına girer ve kale sahipleri onun, kalenin yerini gösteren kişiye
verilmesine razı olmaz, şahıs da cariyenin bedelini almaz ve kale sahipleri bu
konuda ısrar ederlerse sulh akdini bozar, kale sahiplerini güvende olacakları
yere yani kaleye geri döndürürüz. Sonra onlarla yeniden savaş yapılır.
> Kale sahipleri
cariyeyi değeri karşılığında teslim etmeye razı olurlarsa onun değerini öderiz.
Bu değer, maslahatlar için ayrılan beşte birlik paydan mı verilir, yoksa
ganimette pay sahipleri dışındakilere verilen [tam bir pay kadar olmayan]
yararlandırma kısmından mı verilir? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmakta olup ZerkeşI'nin de belirttiği üzere ikincisi daha güçlüdür.
> Ciriye eman
kapsamının dışında kalmışsa, mesela eman kale sahipleri ve onun ailesini
kapsamakta olup cariye onlardan değilse o cariye, kalenin yerini gösteren şahsa
teslim edilir.
Çeşitli meseleler
Bir kaledeki halkın hem
efendisi / büyüğü hem de komutanı durumunda olan kişi kalede bulunan yüz kişiye
eman verilmesi şartıyla anlaşma yapsa bunların kim olduğu ve nitelikleri
bilinmediği halde [kalenin teslim alınması için] bunu yapmaya ihtiyaç olduğundan
anlaşma geçerli olur. Komutan, kendisi dışında yüz kişi saysa, komutanın
kendisi bu yüz kişinin dışında kaldığı için devlet başkanının onu öldürmesi
caiz olur. Rafii ve başkaları buna şunu delil getirmiştir: Ebu Musa el-Eş'ar!
bir şehri kuşattı. Şehrin idarecisiyle şehrin kapılarını açması ve şehir
halkından yüz kişiye eman verilmesi konusunda anlaştı. Ebu Musa "Allah'ım
onu kendi nefsine karşı emin kıl" diye dua etti. İdareci, kendisine eman
verilen yüz kişiyi bir kenara ayırınca Ebu Musa ona "işini bitirdin
mi?" diye sordu. O "evet" deyince Ebu Musa onlara eman verdi ve
idarecinin öldürülmesini emretti. Bunun üzerine idareci "sen bana güvence
verdiğin halde vefasızlık mı yapıyorsun?" deyince Ebu Musa "ben,
senin belirttiğin sayıda kişiye güvence verdim, sen kendini bunlar arasında
zirretmedin" dedi. Adam "eyvahlar olsun" dedi. Canını kurtarmak
için mal vermek istedi ama Ebu Musa bunu kabul etmeyip onu öldürttü.
.. -
İlgili konuda geçtiği
üzere kafir şahıs Müslüman olduğunda, [kafirken yaptığı zina sebebiyle gerekli
olan] zina haddi onun üzerinden düşer. Çünkü ayette şöyle buyrulmaktadır:
"Kafir olanlara söyle, inkarcılıktan vazgeçerlerse daha önce işledikleri
günahlar bağışlanacaktır." [Enfal, 38] Bu, Allah'a ait olan bir haktır.
Kişi Müslüman olduğunda
yemin, zıhar ve adam öldürme keffaretleri -tıpkı borçları gibi- düşmez. Buna
göre Müslüman olduktan sonra daha önce darulharpteyken bile olsa Müslümana ait
bir mala el koymuşsa bunu geri vermesi gerekir. Şayet bu malı, harbılerin
mallarıyla bile olsa ganimet olarak ele geçirirsek sahibine geri verilir. Bu
mal, ganimetin taksiminden sonra birinin payına düşerse o şahıs bunu sahibine
verir, devlet başkanı o malın bedelini bu şahsa devlet hazinesinden öder.
Hazinede bir şey yoksa ganimet taksimi bozulur.
Kafir, bir Müslümanın
cariyesinden çocuk sahibi olduktan sonra bu cariye ganimetlere dahil olsa
cariyenin sahibi cariyeyi ve çocuğunu alır; çünkü onun cariye üzerindeki
mülkiyeti ortadan kalkmamıştır. Bunu almaması menduptur.
Bir harbı bir Müslüman
kadınla evlense veya şüple yollu ilişkide bulunsa ve Müslüman kadın ondan bir
çocuk dünyaya getirse çocuk, şüphe sebebiyle harbınin nesebine dahil olur.
Sonrasında biz onlara galip gelirsek bu çocuk -tıpkı anası gibi-
köleleştirilmez; çünkü annesine tabi olarak hükme n Müslüman kabul edilir.
İslam ülkesinde bir esir
bulunsa, bu esir Müslüman olduğunu veya zımmı olduğunu iddia etse yeminle
birlikte sözü kabul edilir. Darulharpte bulunan zımmı ise bundan farklıdır.
Bir kafirin bir
MüsIümandan satın aImış oIduğu MüsIüman bir köleyi ganimet oIarak aIsak bu köle
satıcısına geri verilir. Satıcısı da aIdığl satım bedelini kafir şahsa geri
verir; çünkü satım akdi geçerli değildir.
Fertler açısından
esirleri fidye karşılığı serbest bırakmaIarı menduptur. Buna göre bir kimse
kafir bir şahsa esirin izni oImaksızın "bu esiri bırak benden sana şu
kadar var" dese bunu ödemesi gerekii oIur, ödediğini esirden geri aIamaz.
Şayet esir kendisine izin vermişse, -tıpkı bir şahsa "borcumu öde"
diyen borçIunun durumunda oIduğu gibi- yaptığı ödemeyi ondan geri aImayl şart
koşmamış oIsa bile alır.
Esir şahıs kafire
"beni şu para karşılığında serbest bırak" dese veya kafir şahıs ona
"canını şu kadar fidye karşılığında kurtar" dediğinde o kişi bunu kabul
etse, üstlendiği borcu ödemesi gerekir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu oIabilir:
Bu, alimlerin şu sözü
ile çelişmektedir:
1. Bir kimse kafirlere
kendisini serbest bırakması için bir maI ödemeyi üstlense bu şarta uyması
gerekmez.
2. Yine şununIa da
çelişmektedir: Kafirler bir kimseye "şunu aI ve bize şu kadar maI
gönder" deseler o kişi de "evet" dese bu, ikrah aItında maI
satın aImak gibidir, kişinin maI ödemesi gerekmez. Buna kıyasIa bizim meselede
de durum böyle oImalıdır.
Bu itiraza şöyle cevap
verilir: İIk itirazda geçen mesele şu durumIa ilgilidir: Kafirler, MüsIüman
şahsı serbest bırakırken onun geri dönmesini veya maI vermesini şart
koşmaktadır. Nitekim Darimi bunu açık olarak ifade etmiştir. Burada ise malı
aynen geri vermek üzerine akit yapılmaktadır. İkinci itiraza gelince burada
gerçekte bir akit söz konusu değildir.
Müslümanlar, esiri n
fidye olarak verdiği şeyi ganimet olarak alsalar bunu fidye veren şahsa geri
vermeleri gerekir; çünkü bu mal onun mülkiyetinden çıkmamıştır.
Harbıye verilen emanın
süresi dolduğunda şayet onun emanı belirli bir belde ile sınırlı ise o kişi
güvende olacağı bir yere ulaştırılır. Şayet emanı genel ise onu güvende olacağı
yere ulaştırmak gerekmez; çünkü darulharbin İslam ülkesine bitişik olan kısmı
onun güvende olacağı kısımdır. Güven verilen yerden intikal etme süresine
ihtiyacı yoktur.
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN