KADA - YARGI / YARGIÇ |
HASIMLARIN DAVAYA İLİŞKİN
TALEPLERİNE İCABET EDİLMESİ
İcabetin Zorunlu Olduğu
Durum
[Duruşma esnasında]
davalı [davacının iddiasını kabul ederek] ikrarda bulunsa veya yeminden kaçınsa
ve davacı yemin etse, davacı hakimden karşı tarafın kendisi yanında ikrarda
bulunduğuna, yemin e ettiğine veya verdiği hüküm verip şahit tuttuğuna ilişkin
şahit tutmasını istese hakimin bunu yapması gerekir.
172. Davalı [duruşma
esnasında] hakim nezdinde davaya konu olan şeyi ikrar etse veya kendisinden
yemin etmesi istendiğinde yeminden kaçınsa ve bunun üzerine davacıya yemin
döndürüldüğünde o yemin etse veya şahit getirse, davacı hakimden davalının
ikrarına veya yeminden kaçındığına yahut kendisinin ortaya koyduğu delile dair
şahit tutmasını istese ve kendisi nezdinde sabit olan duruma göre hüküm verip
buna dair de şahit tutmasını istese hakimin buna olumlu cevap vermesi gerekir.
Çünkü davalı daha sonradan bunu inkar edebilir ve biz "hakim kendi
bilgisine göre hüküm veremez" görüşünü tercih edersek hakim onun aleyhinde
hüküm veremez. Hatta "hakim kendi bilgisine dayanarak hüküm
verebilir" görüşünü tercih etsek bile hakim bunu unutabilir, azlolduğundan
sözü kabul edilmeyebilir ve bu durumda hak zayi olur.
173. Davalı, kendisinin
iddia ettiği şeyin doğruluğuna dair delil ortaya koysa ve bunna şahit
tutulmasını istese bunun da yapılması gerekir; çünkü şahit tutmak, taraflardan
birinin getirdiği şahitlerin güvenilir olduğu ve hakkın sabit olduğu anlamını
da içermektedir.
174. Davalı davaya konu
olan şey hakkında yemin etse ve kendisi lehine delilolması ve bir daha
kendisine yemin ettirimemesi için hakimden kendisine yemin ettirildiğine dair
şahit tutmasını istese hakimin bu isteğe olumlu karşılık vermesi gerekir.
Not: Nevevi'nin sözünden şu sonuç çıkmaktadır:
"Davacının talebi olmadan önce hakimin hüküm vermesi gerekli
değildir." Doğru olan da budur.
Nevevi,
Ravdatü't-talibin'de "gaib olan şahıs aleyhine hüküm verilmesi"
konusunda şunları söylemiştir: Davalı aleyhine hüküm verilmesi daha doğru
görüşe öre ancak davacının isteği ile olur. Ancak hüküm, küçük çocuk ve akıl
hastası gibi meramını ifade edemeyen kimse lehine olursa ve bunların velisi
hakimin kendisi olursa Ezral'nin belirttiği üzere bu durumda hüküm vermenin
herhangi bir kimsenin talepte bulunmasına bağlı olmadığı kesindir.
Nevevi bağlayıcı hüküm
sigasından söz etmemiştir. Bağlayıcı hüküm sigası hakimin şu ifadeleriyle olur:
Falan kişi aleyhine falan
kişi lehine şuna hükmettim / [Arapçadaki anlamıyla] kaza ettim.
Hükmü geçerli kıldım.
Hasmı bu hükümle bağlı
kıldım.
Hükmü onayladım.
Şu sözlerle hüküm
verilmez:
Benim nezdimde sabit
oldu / sahih oldu / açığa çıktı. Şahitleri işittim.
Şahitleri kabul ettim.
Bu ifadeler hüküm verme
anlamına gelmez. Yine hükmün yazıldığı belgenin üzerine yazılan "sahih
olan budur. Bu kitap bana geldi ve ben bunu mislinin kabul edildiği şekliyle
kabul ettim. İçindekiyle amel edilmesini gerekli kıldım."
Hakimin hükümde neye
hükmettiğini, kimin lehine hükmettiğini belirtmesi şarttır. Ancak kimi
durumlarda hakim caiz olmayan bir şey talep eden zalim [ve zorba] bir kimseyle
imtihan olmuş olabilir ve ona yumuşak davranmaya ihtiyaç duyabilir. Bu durumda
karşı tarafa sanki isteğini yerine getiriyormuş gibi bir izlenim vererek hüküm
vermeye ruhsat verilmiştir. Bunu şöyle örneklendirebiliriz: Bir kimsenin
elindeki mal hakkında bir şahıs mülkiyet iddiasında bulunarak şahit getirse,
malı elinde tutan da şahit getirse, hakim, malı elinde bulunduran kişinin
şahitlerinin fasık olduğunu bilmekle birlikte ona karşı yumuşak davranmak
durumunda olsa, malı elinde tutan kişi hakimden kendisinin şahitlerini tercih
ederek hüküm vermesini istese hakim, karar metnine şunu yazdım:
"Şeriatın hükmü
gereğince falan kişinin şahitleriyle filan kişinin şahitlerinin ifadelerinin
birbiriyle çelişmesine binaen dava konusu malın, lehine hüküm verilen kişi
nezdinde bırakılmasına hükmettim. Onu mal üzerinde yetkili kıldım ve malı
elinde bulundurmasına müsaade ettim."
icabetin Müstehap Olduğu
Durum
Nevevi hakimin davacının
talebine icabet etmesinin zorunlu olduğu durumu ele aldıktan sonra icabetin
sünnet olduğu durumu ele alarak şunları söylemiştir:
Davacı, hüküm kısmı yer
almaksızın duruşma esnasında geçenlerin yazılı olduğu bir tutanağın veya
hakimin hükmünün de yer aldığı bir sicilin kendisine verilmesini istese hakimin
bu isteğe olumlu karşılık vermesi müstehaptır. [Zayıf] bir görüşe göre vaciptir.
Hakimin iki nüsha
düzenlemesi, birini davacıya verip diğerini mahkeme kayıtlarında muhafaza
etmesi müstehaptır.
175. Davacı hakimden
yanında getirdiği bir kağıda veya devlet tarafından tahsis edilen bir kağıda
davanın hükmüne yer vermeksizin duruşmada geçenlerin yazılı oldUğu bir tutanak
yazılmasını veya hükmün de yer aldığı bir sicilin kendisine teslim edilmesini
istese [bunu yapmak gerekir mi? Bu konuda mezhep içinde iki görüş
bulunmaktadır:]
Birinci görüş
Daha doğru görüşe göre
hakimin onun isteğine olumlu karşılık vermesi müstehaptır. Çünkü bu yazılı
tutanak [unutulabilecek şeyleri] hatırlatıcıdır.
İkinci görüş
[Zayıf] bir görüşe göre
tıpkı şahit tutma talebinde olduğu gibi burada da hakimin bunu yapması
gereklidir.
ilk görüş sahipleri iki
meseleyi şu şekilde birbirinden ayırırlar: Şahit tutmanın aksine yazmak, hakkı
ispat etmez.
176. Bu konuda vadeli
borçlar ile vakıflar vb. şeyler birbirine eşittir. Ancak dava bir çocuk veya
akıl hastası lehine veya aleyhine bir durum içeriyorsa Zebılı, Şurayh er-Ruyani
ve başkalarından aktarılan görüşe göre tescil zorunlu olur.
177. Ravdatü 't-talibın
ve eş-Şerhu'l-kebir'de belirtildiğine göre icabetin müstehap olması açısmdan
davaiının durumu da davacının durumu gibidir.
Not: Mahkeme sicillerinde yer alan hüküm cümleleri
birkaç mertebeden oluşmaktadır.
Bunların en düşüğü
yalnızca sübuttan söz eden ifadelerdir. Bunlar da kendi içinde birkaç türlüdür.
Mesela satım akdinin gerçekleştiği konusundaki itirafın sübutu, buna dair
şahitliğin gerçekleştiğinin sübutu, davanın görüldüğünün sübutu. Rafii ve
Nevevi'nin "gaip şahıs aleyhine hüküm vermek" konusunda doğru
saydıkları görüşe göre bunların hiçbirisi hüküm değildir. el-Bahr adlı eserde
bu görüş İmam Şafii'nin el-Ümm'deki açık ifadesi ve alimlerimizin çoğunluğunun
ifadesi olarak aktarılmıştır. Çünkü bununla yalnızca davanın sahih olduğu ve
şahitliğin kabul edildiği kastedilir. Bu, hakimin "şahitleri işittim ve
şahitliklerini kabul ettim" demesi gibidir. Bunda bağlaycı bir durum söz
konusu değildir.
Oysa hüküm vermek
bağlayıcı bir durumdur.
Sicillerde yer alan
hüküm cümlelerinin en üstünü hükümle birlikte sübutun ifade edildiği
cümlelerdir.
Hüküm altı türlüdür:
1. Mesela satım akdinin
sahih olduğuna hükmetmek,
2. Satım akdinin
gereğine hükmetmek,
3. Hakimin, kendi
nezdinde sabit olanın gereğine hükmetmesi,
4. Hakimin kendi
nezdinde şahitlerin söz konusu olduğu şeyin gereğine hükmetmesi,
5. Hakimin kendisi
üzerine şahit tuttuğu şeyin gereğine hükmetmesi,
6. Hakimin, şahitlerin
şahitlik ettiği şeyin sübutuna hükmetmesi.
Bu hüküm türlerinin en
düşüğü altıncısıdır. Bu da şahitlerin şahitlik ettiği şeyin sübutuna
hükmetmesi. Çünkü bu, şahitlerin adaletli olduğuna hükmetmenin ötesinde bir
katkı sağlamaz. Bunun faydası bir başka hakimin bu şahitlerin durumunu
incelemeye gerek duyurmaması ve şehir içinde naklinin caiz olmasıdır. Bunun en
üstünü bir şeyin sahih olduğuna veya gereğine hükmetmektir, yani yukarıdaki
altı maddenin ilk ikisidir. Bu ikisinden birinin diğ erinden daha üstün olduğu
mutlak olarak söylenemez. Bu durum değişiklik gösterir. Bir şeyde sahihliğe
hükmetmek onun gereği ne hükmedilmesinden daha güçlü olurken bir başka şeyde
durum aksi olabilir. Bu konuda ihtilaf söz konusu olduğundan ve bunu hükme elverişli
görerek hüküm veren kişinin bununla hüküm vermesi bir şeyin gereği ile hüküm
vermesinden daha güçlüdür. Bunun örneği müdebber kölenin satımındaki
ihtilaftır. Şafii mezhebine mensup kişi bunu sahih olarak kabul ederken Hanefı
mezhebine mensup kişi bunu fasid kabul etmektedir. Şafii hakim bunun sahih
olduğuna hüküm verdiğinde buna hükmetmesi, satımın gereğiyle hükmetmesinden
daha güçlü olur; çünkü ilkindeki hüküm doğrudan ihtilaflı konuda verdiği
hükümdür. İkincisindeki hüküm ise buna dair zımnen verilmiş bir hükümdür; çünkü
iki ncisinde hakimin doğrudan hükmettiği şey satım akdinin neticesinin
gerçekleşmesidir. Bu hüküm, satım akdinin sahih olmasını peşinden
getirilmiştir; çünkü bir şeyin neticesi ancak o şey sahih olduğunda söz konusu
olur.
Kadını boşamayı onunla
evlenmeye bağlamak [yani "falan kadınla evlendiğimde o kadın boştur"
demek de] böyledir. Şafii mezhebine mensup kişi bunun batıl olduğunu, Malik!
mezhebine mensup kişi ise sahih olduğunu kabul etmektedir. Malik! mezhebine
mensup bir hakim bunun sahih olduğuna hükmetse boşama sahih olur ve bunun sahih
olması, sebep yani nikah gerçekleştiğinde talakın geçerli olduğuna hükmetmeyi
peşinden getirir.
Ancak belirtilen durumda
şarta bağlamanın gereğine hükmetmek böyle değildir; çünkü bu talakın zımnen
değil de doğrudan gerçekleştiğine yönelik olduğundan hükümsüz olur; çünkü talak
gerçekleşmemiştir. Bu, bir şey gerçekleşmeden önce ona dair hüküm vermektir.
Şafii mezhebine mensup kişi, nikah gerçekleştikten sonra evlilik bağının devam
etmesine ve boşamanın gerçekleşmemiş olmasına bir mani görmemektedir.
Bir şeyin sahih
olduğunda ittifak bulunur da başka konuda görüş ayrılığı olursa o zaman durum
bunun aksi olur. Yani onun gereği ne hükmetmek sahih olduğuna hükmetmekten daha
güçlü olur. Bunun örneği şudur: Köleyi müdebber kılmanın sahih olduğu konusunda
ittifak vardır. Hanefı mezhebine mensup bir hakim bunun sahih olduğuna hükmetse
onun bu hükmü Şafii mezhebine mensup olan bir kimsenin kölenin satımının sahih
olduğuna hükmetmesine engel teşkil etmez. Ancak Hanefı hakim köleyi müdebber
kılmanın gereğine hükmetse onun bu hükmü satılmasının batıl olmasına hükmetmek
anlamına gelir. İşte bu, Şafii mezhebine mensup kişinin bu kölenin satımının
sahihliğine hükmetmesine engeldir. Şafii mezhebine mensup hakimin, köleyi
müdebber kılmanın gereğine hükmetmesi, onun satımının sahihliğine hükmetmek
anlamına gelir mi ve buna bağlı olarak Hanefi mezhebine mensup birisinin bu
satımın fasit olduğuna hükmetmesini engeller mi? ÜşmGnl'nin belirttiği üzere
zahir olan, engellememesidir; çünkü müdebberin satımının caiz olması müdebber
kılmanın gereklerinden değildir. Aksine müdebber kılmak bunu engellemediği gibi
gerektirmez de. Şu var ki müdebber köleyi satmanın caiz olması mülkiyetin
gereklerindendir. Şafii hakim mülkiyetin gereğine hükmetse zahir olan görüşe
göre bu durum Hanefınin satımın batıl olduğuna hükmetmesine engelolur. Çünkü bu
durumda Şafii hakim zımnen satımın sahih olduğuna hükmetmiştir.
Müdebber gibi olan
konulardan birisi de sahihliği üzerinde ittifak bulunan bir evin satımı
konusudur. Şafii hakim bu satımın sahihliğine hükmetse onun bu hükmü Hanefı
şahsın komşuluk sebebiyle şuf'a hakkı bulunduğuna hükmetmesine engeldir. Şafii
hakim satımın gereğine hükmetse bu hüküm yine Hanefınin bunu yapmasına
engelolur. Şafii hakim bir kira akdinin sahihliğine hükmetse onun bu hükmü
Hanefı şahsın, kira akdinin iki tarafından birinin ölmesi halinde akdin
feshedileceğine hükmetmesine engel olur. Şafii hakim kira akdinin gereğine
hükmetse -bazılarının görüşünün aksine zahir olan görüşe göre- bu hüküm, Hanefı
şahsın ölümden sonra akdin fesholduğuna hükmetmesine engelolur; çünkü Şafii
hakimin akdin gereğine hükmetmesi zımnen kira akdinin devamına hükmetmesini de
içerir.
Şöyle bir itiraz söz
konusu olabilir: Şafii hakimin, kira akdinin ölüm sonrasında devam ettiğine
hükmetmesi ölüm olayı mevcut değilken ölüme hükmetmek anlamına gelir. Oysa bu,
Malikı hakimin, boşamayı evlenmeye bağlamanın gereğine hükmetmesi meselesinde
batıl olarak geçmişti.
Buna şöyle cevap
verilir: Kira akdinin devam ettiğine hükmetmek zımnen gerçekleşmiş bir
hükümdür; çünkü kira akdinin gereği bununla sınırlı değildir. Maliki hakimin,
boşamayı evlenmeye bağlamanın gereği ne hükmetmesi ise doğrudan boşamanın
gerçekleşmesine hükmetmek anlamına gelir; çünkü boşamayı evlenmeye bağlamanın
gereği sadece budur. Alimler, kasden olan şeylerde göz yummadıkları hususlara
zımnen olan şeylerde göz yummaktadırlar.
Üşmuni şöyle demiştir:
Bu, benim aklıma gelen görüştür. Anlayacağın üzere bir şeyin sahihliğine
hükmetmek onun gereğine hükmetmeyi de gerektirmektedir. Bunun aksi de söz
konusudur. Bu, her zaman değil çoğunlukla görülen durumdur. Bazen her biri
diğerinden ayrılabilir.
Sahihlik hükmünün tek
başına bulunmasına örnek muhayyerlik şartıyla yapılan satımdır.
Bu sahihtir ve hukuki
sonuçlarını doğurur. Bunun sahih olduğuna hükmedilir ama gereğine hükmedilmez.
Bir şeyin gereğine
hükmedilmesinin [o şeyin sıhhatinden ayrı olarak] tek başına bulunmasının
örneği şarap karşılığında yapılan hul' ve kitabet akdidir. Bu ikisi fasittir
ama hukuki sonuçları olan ayrılık ve köle azadını doğurur. Kadına emsal mehir
verilmesi ve kölenin değerinin ödenmesi gerekli olur. Şu halde bu ikisinde
hukuki tasarrufun gereğine hükmedilir ama sahih olduğuna hükmedilmez.
Faiz ve hırsızlık gibi şeylerde
de bunların sahih olduğuna hükmedilmez ama gereğine hükmedilir.
Satım akdinin gereğine
hükmetmek -açıklamamdan anlaşılacağı üzere- malikin sattığı şey üzerinde
mülkünün olmasına, onu elinde bulundurmasına, akit yapma ehliyetine sahip
olmasına ve hakimin bağlı bulunduğu mezhep açısından akitte kullanılan sözcüğün
sahih olmasına bağlıdır.
İbn Kasım, İbn Şühbe'nin
"bir şeyin sahihliğine hükmetmek ile gereğine hükmetmeyi birbirinden
ayırma" görüşüne binaen şunları söylemiştir: Bir şeyin gereğine hükmetmek
akdin sigasının sahih olmasını ve tasarruf ehliyetinin bulunmasını gerektirir.
Bir
şeyin sıhhatine
hükmetmek de bunun yanında tasarrufun mahal-
linde sadır olmasını
gerektirir. Bunun etkisi, ihtilaf edilen hukuki sonuçlarda ortaya çıkar. Mesela
bir kimse kendisine vakıf yapsa G ve bir hakim bu vakfın gereğine hükmetse bu
hüküm vakfeden kişinin tasarrufa ehil olduğu, kendisine vakıf yaparken
kullandığı sözlü ifadenin sahih olduğuna hükmetmek anlamına gelir ki bunun
batılolduğunu düşünen bir kimse batıllığına hükmetmesin. Ancak bu, vakfın sahih
olduğuna hükmetme anlamına gelmez; çünkü bu, kişinin vakıf yaptığı anda
vakfettiği şeye malik olmasını gerektirir. Oysa bu sabit olmamıştır.
Hakim hüküm vermek
istediğinde hasma, hükmün gerektirdiği şeyin kendisinin aleyhine olduğunu
bildirmesi sünnettir.
Mezhep içindeki iki görüşten
Ezral'nin tercih ettiği görüşe göre hakim, hayatta olan bir kimsenin ikrarına
dayalı olarak ölmüş şahıs aleyhine hüküm verebilir.
178. Davanın tarafları
istememiş olsa bile ha,kimin, iki hasım arasında geçen davaya ilişkin raporları
iki nüsha halinde düzenlemesi müstehaptır. Bunların birini inceleyip şahitlere
de göstersin diye hak sahibine mühürlemeksizin verir ta ki onlar unutmasınlar.
Diğer nüshayı ise mahkeme divanında mühürlü olarak koruma altına alır. Bunun
baş tarafına iki hasmın isimlerini yazar ve özel bir dosyaya koyar. Çünkü
hatırlamak bu şekilde mümkün olur.
179. Raporların birden
fazla olmasının sebebi şudur: Şayet tek bir rapor hazırlanıp bunu aleyhine
hüküm verilen kişiye teslim etse bunun kaybolmayacağından emin olamaz.
180. Hakim kendisinde
biriken dosyaları birbirine ekler ve üzerine "falan yılın filan ayındaki
dava dosyaları" yazar. Bunlara bakmaya ihtiyaç duyduğunda dosyaları bizzat
kendisi alır ve öncelikle mühre ve alametine bakar.
Not: Hakimin hüküm
verirken ve müftünün fetva verirken esas alacağı deliller Kitap, Sünnet, İcma
ve kıyastır. Yalnızca Kitap ve Sünnet zikredilip "icma bu ikisinden
birinden sadır olur, kıyas da bu ikisinden birine döner" denilebilir.
Sahabi kavli eğer sahabe
arasında yayılmamışsa hüccet değildir. Çünkü sahabe hatadan korunmuş değildir.
Bununla birlikte sahabı kavline dayanılarak iki kıyastan biri diğerine tercih
edilebilir. Sahabi kavli hüccet olmadığı için sahabenin bir meseledeki ihtilafı
diğer müctehidlerin ihtilafı gibidir.
Bir sahabınin görüşü
diğer sahabe arasında yayılır da onlar bu görüşe uygun görüş belirtiderse bu
onun hakkında bir icma olur, icmaya muhalefet etmesi caiz değildir. Diğer
sahabe [bu görüş hakkında olumlu ya da olumsuz kanaat belirtmeyip] susarsalar,
onların dönemi bu şekilde geçtiğinde bu hüccet olur, aksi takdirde hüccet
olmaz; çünkü onların karşılaştıkları bir durum sebebiyle buna muhalefet
etmeleri ihtimal dahilindedir.
Rafii ve Nevevi
"füru meselelerde müctehidler ihtilaf ettiğinde hak, onların
birisindedir" demiştir.
el-Envar'da ise şöyle
denilmiştir: "Usul meselelerinde de böyledir. Diğeri hatalıdır ama kastı /
niyeti sebebiyle ecir alır."
BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN
AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN