Ana sayfa

 

ABBAS BİN ABDU’L-MUTTALİB R.A. :

 

Peygamber efendimizin (s.a.v.), en çok sevdiği amcalarından. Abdulmuttalibin en küçük oğludur.

Peygamber efendimizden üç yaş büyüktür. Bedir gazasında düşman askeri arasında idi. Müslümanların

eline esir düştü. Kendisi için ve kardeşlerinin oğulları Ukayl ve Nevfel bin Hâris için para verip kurtuldular.

O yıl îmân etti. En son hicret eden budur. Mekke ve Huneyn gazalarında Resûlullahın yanında bulundu.

32 (m. 652)’de 88 yaşında vefât etti. Bakî’de medfundur. Uzun boylu, beyaz ve güzel idi. Abbasî

halifeleri Hz. Abbas’ın soyundandır.

Peygamber efendimiz, annesinin vefâtından sonra dedesinin yanına yerleştiğinde, Hz. Abbâs ile

çocukluktan itibaren beraber büyümüşlerdir. Böyle olmakla beraber Peygamber efendimiz, Hz. Abbâs’a

atası gibi davrandı ve onu babasının yarısı olarak kabul etti. Çocukluğunda bir defa kaybolmuştu. Bunun,

üzerine, bulunması halinde, Allahü teâlâya şükür olarak, annesi Kâ’be-i Muazzama örtüsünü değiştirmeyi

nezretmişti. Bulununca da adağını annesinin yerine getirdiği çocukluğuna ait bilinen tek vak’adır.

Hz. Abbâs, gençlik devresinde, ticâretle uğraştı ve çok zengin oldu. Kardeşlerinin içinde en zengini

oydu. Ticâret icabı yaptığı seyahatlerin birisinde, Yemen’e giderken beraberinde Peygamber efendimizi

götürdüğü rivâyet edilmiştir. Kureyşin ileri gelenlerinden ve reislerinden idi. Mescid-i Haram’ın tamiratı ve

gelen hacılara su dağıtmak (Sıkaye) vazifesini yürütürdü. Müslüman olduktan sonra da bu vazifeyi devam

ettirdi. Hz. Abbâs ve kardeşleri hac mevsiminde zemzem kuyusu önünde dururlar, isteyenlere kuyudan

su çekip verirlerdi. Peygamber efendimiz İslâmiyyeti anlatmaya başlayınca Hz. Abbâs muhalefet

etmeyip, akrabalık şefkatinden dolayı Peygamber efendimize yardımda bulundu ve destek oldu. Medine’den

müslüman olmak için gelenler Akabe’de Peygamberimizle buluştular. Hz. Abbâs Akabe bîatinde

müslüman olmadığı halde, Peygamber efendimizin yanında bulunup, orada bulunanların müslüman olmalarını

teşvik edici, tesirli konuşmalar yaptı. Hz. Abbâs, bîat etmek, için gelen bu topluluğa şöyle hitâb

etti. “Ey Medineliler! Bu kardeşimin oğludur, insanların içinde en çok sevdiğim O’dur. Eğer, O’nu tasdîk

edip, Allah’tan getirdiklerine inanıyor ve beraberinizde alıp götürmek istiyorsanız, beni tatmin edecek

sağlam bir söz vermeniz lâzımdır. Bildiğiniz gibi, Muhammed (s.a.v.) bizdendir. Biz, O’nu O’na

inanmıyan kimselerden koruduk. O bizim aramızda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşamaktadır. O

bütün bunlara rağmen, herkesten, yüz çevirmiş, size katılıp, sizinle beraber gitmeğe karar vermiş bulunmaktadır.

Eğer siz, bütün Arab kabilelerinin birleşip üzerinize hücum ettiğinde, onlara karşı koyacak

kadar savaş gücüne sahipseniz bu işe karar veriniz. Bu hususu aranızda iyice görüşüp konuşunuz, sonradan

ayrılığa düşmeyiniz. Siz, verdiğiniz sözde durup, Onu düşmanlarından koruyabilecek misiniz?

Bunu lâyıkıyla yapabilirseniz ne âlâ. Yok, Mekke’den çıktıktan sonra O’nu yalnız bırakacaksanız, şimdiden

bu işten vazgeçiniz ki, yurdunda şerefiyle korunmuş halde yaşasın” dedi. Medineliler ise: “Biz,

Resûlullahı (s.a.v.) malımız ve canımız pahasına koruyacağız. Biz, bu sözümüzde sâdıkız” dediler ve

Resûlullah efendimize (s.a.v.) bîat ettiler. Sonra Hz. Abbâs: “Allahım! Sen onların, yeğenim hakkında

verdikleri sözü yerine getirip onu korumak için ettikleri yemini işiten ve görensin. Kardeşimin oğlunu sana

emanet ediyorum yâ Rabbi” diyerek duâ etti.

Bedir savaşı sonunda Hz. Abbâs, esirlerle beraber Medineye getirilince, Peygamber efendimiz

ona: “Ey Abbâs, kendin, kardeşinin oğlu Ukayl bin Ebû Tâlib, Nevfel bin Hâris için kurtulmalık

akçesi ödeyiniz. Çünkü sen, zenginsin” buyurdu. Hz. Abbâs da, “Yâ Resûlallah, ben müslümanım,

Kureyşliler beni zorla Bedir’e getirdiler” dedi. Resûlullah, “Senin müslümanlığını Allahü teâlâ bilir.

Doğru söylüyorsun Allah sana elbette onun ecrini verir. Fakat senin işin görünüş itibariyle aleyhimizdedir.

Sen kurtulmalık akçeni ödemen lâzımdır” buyurdu. Hz. Abbâs, “Yâ Resûlallah, yanımda

ganimet olarak aldığınız 800 dirhemden başka servetim yok” deyince, Peygamber efendimiz: “Yâ

Abbâs! Ya o altınları niçin söylemiyorsun?” buyurunca, O da “Hangi altınları” dedi. Peygamberimiz

(s.a.v.) “Hani sen Mekke’den çıkacağın gün, hanımın Hâris’in kızı Ümmül Fadl’a verdiğin altınlar!

Onları verirken yanınızda sizden başka kimse yoktu. Sen, Ümmül Fadl’a “Bu seferde başıma ne

geleceğini bilemiyorum. Eğer bir felâkete duçar olup da dönemezsen şu kadarı senindir, su kadarı

Fadl içindir, şu kadarı Abdullah için, şu kadarı Ubeydullah için, şu kadarı Kusem içindir” dediğin

altınlar” buyurunca Hz. Abbâs şaşırdı ve “Yemin ederim ki ben bu altınları hanımıma verirken yanımızda

kimse yoktu. Bunu nereden biliyorsunuz?” dedi. Peygamber efendimiz: “Allahü teâlâ haber

verdi’’ buyurduğunda Hz. Abbâs: “Senin Allahü teâlânın Resûlü olduğuna ve doğru söylediğine şehâdet

ederim” deyip kelime-i şehâdet getirdi. Müslüman olunca, Peygamber efendimiz. Hz. Abbâs’ı Mekke’de

vazifelendirdi.

Hz. Abbâs müslüman olduğunu hiç kimseye söylemedi. Mekke’den müşriklere ait haberleri Peygamber

efendimize bildirip, Mekke’de bulunan müslümanlara yardımcı olurdu. Bir mektubunda Peygamberimizin

yanına gelmek istediğini bildirdiğinde Resûlullah efendimiz Ona ”Senin bulunduğun yerdeki

cihadın daha güzel ve faydalıdır,” buyurdular. 7 (m. 628) senesinde Peygamber efendimiz Hayber

Yahudilerine karşı savaş ilân etti ve bu savaşın neticesinde müslümanlar galip geldiler. Hayber Zaferi’nden

sonra, Hz. Haccac bin İlâtüssülem, Peygamber efendimizin huzuruna gelip: “Yâ Resûlallah! Benim

Mekke’de bazı kimselerde ve hanımımda mallarım var. Bunları alıp size getirmek istiyorum.

Mekkeye gidersem, müslüman olduğumu da bilmemeleri lâzım, yoksa vermezler. Bir de sizin hakkınızda

uygun olmayan sözler söylemek icâb edecektir. Uygun görür müsünüz?” deyince Peygamberimiz izin

verdiler. Hz. Haccac doğruca Mekke’ye gelmiş müşriklere “Ey Arab kabileleri! Toplanın size mühim haberim

var. Muhammedin, Eshâbı, bir benzerini işitmediğiniz bir şekilde yenilgiye uğradı. Muhammedi de

esir ettiler ve dediler ki: (Muhammedi biz öldürmeyelim, Mekke’ye gönderelim de Mekkeliler öldürsün)

dedi. Bunu işiten Mekkeliler çok sevindiler. Ve Haccac’a alacaklarını hemen fazlasıyla verdiler. Mek-

ke’de bulunan Hz. Abbâs bu haberi işitince bayıldı. Evine zor taşıdılar. Ayıldığında, kapının açık tutulmasını

emredip üzüntüsünü kâfirlere belli etmemeğe çalıştı. Kapının önünde biriken müslümanların da

ciğerleri paralandı, mahzun oldular. Hz. Abbâs kölesine “Haccac’a git. Acele bize gelsin” diye emretti.

Hz. Haccac, Hz.Abbas’ın evine gelip: “Müjde, Ey Ebül-Fadl, Resûlullah (s.a.v.) Hayber’de zafere kavuştu.

Ondan izin alarak buraya mallarımı almaya geldim. Bunu şimdilik kimseye söyleme. Ben Mekke’den

çıktıktan üç gün sonra istediğine söyleyebilirsin” deyince Hz. Abbâs sevincinden Hz. Haccac’ın alnından

öpüp, on köle âzâd etti. Hz. Haccac Mekkeden çıktıkdan üç gün sonra Hz. Abbas müşriklerin toplandığı

yere varıp Hz. Haccac’ın yaptığı hileyi söyledi ve “Kardeşimin oğlu Hayber’i fethetti. İçindeki ganimet

mallarını da Eshâbına paylaştırdı. Yahudilerin elebaşlarının boynunu vurdurdu” deyince müşrikler şaşkına

döndüler. Müslümanlar da tasalı ve kaygılı halden çıkıp, sevince boğuldular.

Hz. Abbâs Mekke’nin fethine dâir yapılan hazırlıkların son safhada olduğunu haber alınca, artık

Mekke’de kalmasını lüzumlu bulmayıp, fetihden az bir zaman önce Medineye hicret etti. Mekke’in fethinde

Peygamber efendimizin yanında bulundu. Peygamber efendimizin, “Fetihden sonra hicret yoktur”

hadîs-i şerîfi ile, en son hicret eden sahâbî Hz. Abbâs olup Ebû Süfyânı, Hz. Peygamberimizin yanına

getirip müslüman olmasına da sebeb oldu. Mekke’nin kan dökülmeden feth edilmesi için çok çalıştı.

Fethin öncesinde ve fetih sırasındaki üstün gayretleriyle başarıya ulaşıldı.

Hz. Abbâs, Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn gazasında da, Peygamber efendimizin yanından

ayrılmadı. İslâm ordusu, sabah gün ışımadan çukur ve geniş bir vadiden aşağı iniyorlardı. Ancak

düşman ordusu, daha önceden oraya gelmişti ve vadinin her iki yanında gizlenip pusu kurmuşlardı.

Müslümanlar tam oraya geldiklerinde, düşman etraftan saldırmaya başladılar. Müslümanlar ne olduğunu

anlıyamadılar. Bir an için karışıklık oldu. Eshâb-ı kirâmın çoğu dağıldığında, yalnız Hz. Abbâs, Hz. Ebû

Bekir ve bir kaç kahraman ölmeği göze alıp; Peygamberimizin yanından ayrılmayıp geri dönmediler. O

zaman, Resûlullah (s.a.v.) katırını düşmanın üzerine sürmek istedi. Hz. Abbas, katırın dizginini, Hz.

Süfyân bin Hâris de üzengisini tutup hızını kesmeğe ve Resûlullahın, (s.a.v.) Hevazin kabilesinin arasına

dalmasına mani olmaya çalıştılar. Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın dininin yok olacağına üzüldüğünden:

“Yâ Abbâs! Sen onlara: “Ey Medineliler! Ey Semüre ağacının altında bîat eden

sahâbîler!” diyerek seslen” buyurdu. Hz. Abbâs iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan

duyulduğu için O da “Ey Medineliler, Ey Semüre ağacının altında Peygamberimize söz veren

eshâb! Buraya toplanınız. Dağılmayınız” diye bütün gücüyle bağırdı. Bunu işiten Eshâb-ı kirâm geri

dönmek istedilerse de binek hayvanları öyle ürkmüşlerdi ki, bazı Eshâb hayvanlarını geri döndüremediler.

Zırhını, kılıcını ve mızrağını alıp, binek hayvanlarından kendilerini atmak zorunda kaldılar. Müslümanlar

toparlandılar ve şiddetli, bir muharebeden sonra, düşman askerlerinin çoğu öldürüldü. Bir kısmı

da esir alındı.

10. (m. 632) senesinde Resûlullah efendimiz (s.a.v.) Eshâbıyla Veda Haccına gittiler. Peygamber

efendimiz, veda hutbelerinde, Hz. Abbâs’dan bahsettiler... Faizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı faizin,

amcası Hz. Abbâs’ın faizi olduğunu bildirdiler.

Peygamber efendimiz (s.a.v.), vefât edince Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvan) aklı başından gitti.

Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu. Hz. Ömer, Peygamberimizin mübârek

vücudu şerîflerinin huzuruna gelip, mübârek yüzüne bakıp: “Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok

ağır” deyip mübârek yüzünü örterek dışarı çıkıp “Her kim, Resûlullah öldü derse kılıcımla boynunu vururum”

dedi. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Abbâs bu konuda Eshâb-ı kirâmla konuştular. Hz. Abbâs mescide gidip:

“Ey insanlar Resûlullahın (s.a.v.) “Ben vefât etmiyeceğim” diye bir sözünü duydunuz mu?” dedi. Eshâb-ı

kirâm “Hayır duymadık” dediler. Hz. Abbâs, Hz. Ömer’e dönerek “Yâ Ömer, bu hususta senin bildiğin bir

şey var mıdır?” deyince, Hz. Ömer “yok” dedi. Bunun üzerine Hz. Abbâs “Hiç bir kimse, Peygamber efendimizin

ölmeyeceğini söyleyemez. Allahü teâlâya yemin ederim ki, Resûlullah (s.a.v.) ölümü tadmış

bulunmaktadır: Allahü teâlâ O’na şöyle buyurdu: “Muhakkak, sen de Öleceksin, onlar da öleceklerdir.

Sonra, hiç şüphesiz, hepiniz Rabbinizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız” (Zümer

sûresi, âyet 30-31) Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki, Resûlullah (s.a.v.) vefât etti. O, İslâmiyetin bütün hükümlerini

tamamladıktan sonra aramızdan ayrıldı. Defin işlerini bir an önce yapalım. Onu, kabr-i şerîfine

koymamıza da engel olmayınız. Kardeşim Ömer’in dediği doğruysa, Allahü teâlâ Onu, kabrinin üzerindeki

toprağı giderek yanımıza tekrar göndermekten aciz değildir. Resûlullah (s.a.v.) vefât etmiştir. Nihayet

o da bizler gibi insandır” dedi. Hz. Ebû Bekir de buna benzer bir konuşma yaptı. Ehl-i Beyt ve Eshâbı

kirâm, Peygamber efendimizin vefât ettiğine kanaat getirdiler.

Peygamber efendimizin (s.a.v.), mübârek cenâzelerini yıkamak üzere Hz. Ali, Hz. Abbâs, Hz.

Abbâs’ın oğulları Fadl ve Kusem, Hz. Üsâme bin Zeyd ve Hz. Sâlih odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber

efendimizi, gömleği üzerinde olduğu halde yıkamağa başladılar. Hz. Abbâs ve oğulları su döküp,

Peygamber efendimizi sağa, sola döndürdüler. Hz. Ali de yıkadı. Yıkadıkça evin içine misk kokusu

ve benzerini daha görmedikleri çok güzel bir koku yayıldı. Sonra üç parça kefen ile kefenledikten sonra,

vefât ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi, Hz. Abbâs da kabre girerek, Resûlullah (s.a.v.)

efendimizi, kabr-i şerîfine koydular.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir gün Hz. Abbâs’a “Ey Abbas sana bir ihsanda bulunayım mı?

Sana akrabalık hakkını ödeyip faydalı olayım mı?” buyurdular. O da “Evet, Yâ Resûlallah” deyince,

Peygamber efendimiz: “Ben, sana bir şey öğreteyim ki, onu istediğin zaman, Allahü teâlâ, senin

günahının evvelini ve âhirini, yenisini ve eskisini, kasıtlısını ve kasıtsızını, küçüğünü, büyüğünü,

gizlisini ve açığını bağışlasın. Dört rek’at namaz kılarsın, Her rek’atda Fâtiha’dan sonra bir sûre

okuyup ayakta iken onbeş defa (Sübhânallahi velhamdülillahi velâ ilâhe illallahü vallahü ekber)

dersin. Rükûya eğilince bunu on defa söylersin. Rükûdan ayağa kalktığında, ayakta olduğun hâlde,

bunu on defa söylersin sonra secdeye varır, orada on defa söylersin. Secdeden kalkıp oturduğunda

on defa söylersin. Tekrar secdeye vardığında on defa söylersin. Sonra secdeden başını

kaldırıp oturduğun halde on defa daha söylersin. Sonra ikinci rekâta kalkarsın. Birinci rekâttaki

gibi dört rekâtı da kılarsın. Bu, her rek’atta yetmişbeş, dört rekâtte üçyüz eder. Artık senin günahlarının

Alic’in (yürümekle dört gecede katedilen kumluk bir yer) kumlarının sayısı kadar da olsa,

Allahü teâlâ seni bağışlar. Bunu her gün bir defa kılmağa gücün yeterse kıl” buyurdu. Hz. Abbas,

“Yâ Resûlallah, bunu hergün yapmağa kimin gücü yeter?” deyince Peygamber efendimiz de “Hergün

kılmağa gücün yetmezse, her Cuma bir defa kıl. Her Cuma kılamazsan, ayda bir defa kıl. Ayda bir

defa kılamazdan senede bir defa kıl Senede bir defa kılamazsan ömründe bir defa olsun kıl” buyurdu.

Peygamber efendimiz, bir gün Hz. Âbbâs’a “Yarın sabah (ki pazartesi günüdür) sen ve çocukların

bana gelin, size duâ edeceğim” buyurdu. Sabah olunca beraberce Resûlulullah’ın (s.a.v.) huzuruna

gittik. Kendisinin hususi yakınları olduğumuza ve hepimizin bir kişi gibi olduğumuza, Allahü

teâlânın da rahmetini üzerimize eşit miktardaki yaymasına işaret olarak, kendi abasını üzerimize örttü.

Sonra: “Ey Allahım Abbas’ı ve oğullarını mağfiret eyle ve bağışla. Öyle ki, hiç günahları kalmasın...

Yâ Rabbi onu, oğullarını meydana gelecek afv et ve belâlardan koru.” diye duâ etti.

Bir muharebede Hz. Ömer, askeri idare etmek, ordunun başında bulunmak için cepheye gitmek istemişti.

Hz. Abbâs, Hz. Ömer’in Medine’de kalmasının daha yerinde olduğu, kumandan olarak başka

birinin gitmesinin daha uygun olacağı şeklindeki fikrini beyan etmiş, Hz. Ömer de bu fikri kabul etmişti.

Diğer Eshâb-ı kirâm da yapılacak işlerde kendisiyle istişare ederlerdi. Medine’de kuraklık olunca. Hz.

Ömer, Hz. Abbâs’ın duâ etmesini istedi. Hz. Abbâs duâ edip, duâsı bereketiyle yağmur yağdı ve toprak

yeşillendi. Bundan sonra Hz. Ömer; “Hz. Abbâs, Allahü teâlâ ile bizim aramızda vesîledir.” buyurdu.

Peygamber efendimize yakınlığı ve fazîletlerinin çokluğundan dolayı herkes tarafından sevilir, sayılır

hürmet edilir bir zât idi. Herkes kendisine imrenirdi. Hz. Abbâs gelince, Hz. Ömer, Hz. Osman gibi büyük

zâtlar, hürmetlerinden ve tevâzularından ayağa kalkarlardı.

Peygamber efendimiz’den sonra, sakin ve sade bir hayat yaşadı. Hz. Ömer, fetihlerden elde edilen

ganimetlerden, Hz. Abbâs’a hisse ayırırdı. Hz. Ömer, Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesini istedi. Mescidin

hemen yanında Hz. Abbâs’ın evi vardı. Hz. Ömer bu evi satın almak istedi. Hz. Abbâs ise evini hediye

olarak verdi.

Çok zengin olan Hz. Abbâs, Medineye yerleştikten sonra yapılan bütün muharebelerde ve

hususen Bizans’a karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techizi için çok yardım etti. Çok cömert

idi. İkrâm ve ihsanları çok idi. Köleleri satın alıp, âzad eder ve böyle yapmayı çok severdi. Yetmiş köle

âzâd ettiği meşhûrdur. Yakın akrabayı ziyâret etmeğe, onların haklarını yerine getirmeğe çok dikkat eder,

muhtaç olanlara yardım ederdi. Peygamber efendimiz kendisini çok severdi.

Abbâs bin Abdulmuttalib (r.a.) ömrünün sonunda göremez oldu. Hz. Osman’ın şehîd edilmesinden

iki sene evvel, 32 (m. 652) de, Medine-i münevvere’de vefât etti. 88 yaşında idi. Cenâze namazını Hz.

Osman kıldırdı. Baki kabristanına defn edildi. Uzun boylu, beyaz benizli güzel bir zât idi. Kızlarından

başka on erkek evladı vardı. Oğulları, Fadl, Abdullah, Ubeydullah, Kusem, Abdurrahman, Ma’bed, Hâris,

Kesir, Avn ve Temâm’dır (r.anhüm). Bunların içinde Hz. Abdullah bin Abbâs, ilimde çok yüksek idi. Hz.

Abbâs’ın kız çocukları içinde Hz. Ümmü Gülsüm binti Abbâs bazı hadîs-i şerîfler rivâyet etmiştir. Hz.

Abbâs’ın, Fâtıma binti Cüneyd bin Amr ve Ümm-ül-Fadl Lübâbet-ül-Kübrâ isimlerinde iki hanımı bilinmektedir.

Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:

“Rab olarak Allah, Din olarak İslâm, Peygamber olarak da Muhammed’i (a.s.) kabul eden

kimse imânın tadını tatmıştır.”

“Misvak kullanın, çünkü misvak, ağzın temiz kalmasına ve Rabbimizin râzı olmasına

sebebtir.”

 “Allah korkusundan mü’minin kalbi ürperdiği vakit, ağacın yaprakları düşer gibi günahları

dökülür.”

“Bu Abdulmuttalib oğlu Abbâs’dır. Kureyşde en cömert ve akrabalık bağlarına en saygılı

olandır.” “Abbâs, bendendir. Ben Abbâs’danım” “Abbâs, benim vasim ve varisimdir.” “Abbâs,

amcamdır. Beni korumuştur. Ona eza eden bana eza etmiş olur.”

“Abbâsoğullarından melikler olacak, ümmetimin başına geçecekler, Allahü teâlâ dîni onlarla

azîz ve hâkim kılacak.”

 

KAYNAKLAR:

 

1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-970

2) Eshâb-ı Kirâm sh-279

3) El-A’lâm cild-3, sh-262

4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-1 sh-221, 223, cild-3, sh-602, cild-2, sh-271

5) El-Menhel-ül-Azb-ül-mevrûd cild-7, sh-206

6) Sünen-i Ebî Davûd cild-2, sh-32

7) Sahîh-i Buhârî İstiska bab 3

8) Sahîh-i Müslim cild-3, sh-1398

9) Sünen-i Tirmizî Menâkıb bab 28

10) İbn-i Mâce Mukaddime bab 11. Mesâcid bab 187

11) El-İstiâb cild-8, sh-94

12) El-Îsâbe cild-2, sh-271

13) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-2, sh-207

14) Târîh-i Dimaşk cild-7, sh-226

15) Ensâb-ül-eşrâf cild-1, sh-867