ABBAS BİN ABDU’L-MUTTALİB R.A. :
Peygamber efendimizin
(s.a.v.), en çok sevdiği amcalarından. Abdulmuttalibin en küçük oğludur.
Peygamber efendimizden üç
yaş büyüktür. Bedir gazasında düşman askeri arasında idi. Müslümanların
eline esir düştü. Kendisi
için ve kardeşlerinin oğulları Ukayl ve Nevfel bin Hâris için para verip
kurtuldular.
O yıl îmân etti. En son
hicret eden budur. Mekke ve Huneyn gazalarında Resûlullahın yanında bulundu.
32 (m. 652)’de 88 yaşında
vefât etti. Bakî’de medfundur. Uzun boylu, beyaz ve güzel idi. Abbasî
halifeleri Hz. Abbas’ın
soyundandır.
Peygamber efendimiz,
annesinin vefâtından sonra dedesinin yanına yerleştiğinde, Hz. Abbâs ile
çocukluktan itibaren
beraber büyümüşlerdir. Böyle olmakla beraber Peygamber efendimiz, Hz. Abbâs’a
atası gibi davrandı ve onu
babasının yarısı olarak kabul etti. Çocukluğunda bir defa kaybolmuştu. Bunun,
üzerine, bulunması halinde,
Allahü teâlâya şükür olarak, annesi Kâ’be-i Muazzama örtüsünü değiştirmeyi
nezretmişti. Bulununca da
adağını annesinin yerine getirdiği çocukluğuna ait bilinen tek vak’adır.
Hz. Abbâs, gençlik
devresinde, ticâretle uğraştı ve çok zengin oldu. Kardeşlerinin içinde en
zengini
oydu. Ticâret icabı yaptığı
seyahatlerin birisinde, Yemen’e giderken beraberinde Peygamber efendimizi
götürdüğü rivâyet
edilmiştir. Kureyşin ileri gelenlerinden ve reislerinden idi. Mescid-i Haram’ın
tamiratı ve
gelen hacılara su dağıtmak
(Sıkaye) vazifesini yürütürdü. Müslüman olduktan sonra da bu vazifeyi devam
ettirdi. Hz. Abbâs ve
kardeşleri hac mevsiminde zemzem kuyusu önünde dururlar, isteyenlere kuyudan
su çekip verirlerdi.
Peygamber efendimiz İslâmiyyeti anlatmaya başlayınca Hz. Abbâs muhalefet
etmeyip, akrabalık
şefkatinden dolayı Peygamber efendimize yardımda bulundu ve destek oldu.
Medine’den
müslüman olmak için
gelenler Akabe’de Peygamberimizle buluştular. Hz. Abbâs Akabe bîatinde
müslüman olmadığı halde,
Peygamber efendimizin yanında bulunup, orada bulunanların müslüman olmalarını
teşvik edici, tesirli konuşmalar
yaptı. Hz. Abbâs, bîat etmek, için gelen bu topluluğa şöyle hitâb
etti. “Ey Medineliler! Bu
kardeşimin oğludur, insanların içinde en çok sevdiğim O’dur. Eğer, O’nu tasdîk
edip, Allah’tan
getirdiklerine inanıyor ve beraberinizde alıp götürmek istiyorsanız, beni
tatmin edecek
sağlam bir söz vermeniz
lâzımdır. Bildiğiniz gibi, Muhammed (s.a.v.) bizdendir. Biz, O’nu O’na
inanmıyan kimselerden
koruduk. O bizim aramızda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşamaktadır. O
bütün bunlara rağmen,
herkesten, yüz çevirmiş, size katılıp, sizinle beraber gitmeğe karar vermiş
bulunmaktadır.
Eğer siz, bütün Arab
kabilelerinin birleşip üzerinize hücum ettiğinde, onlara karşı koyacak
kadar savaş gücüne
sahipseniz bu işe karar veriniz. Bu hususu aranızda iyice görüşüp konuşunuz,
sonradan
ayrılığa düşmeyiniz. Siz,
verdiğiniz sözde durup, Onu düşmanlarından koruyabilecek misiniz?
Bunu lâyıkıyla
yapabilirseniz ne âlâ. Yok, Mekke’den çıktıktan sonra O’nu yalnız
bırakacaksanız, şimdiden
bu işten vazgeçiniz ki,
yurdunda şerefiyle korunmuş halde yaşasın” dedi. Medineliler ise: “Biz,
Resûlullahı (s.a.v.)
malımız ve canımız pahasına koruyacağız. Biz, bu sözümüzde sâdıkız” dediler ve
Resûlullah efendimize
(s.a.v.) bîat ettiler. Sonra Hz. Abbâs: “Allahım! Sen onların, yeğenim hakkında
verdikleri sözü yerine
getirip onu korumak için ettikleri yemini işiten ve görensin. Kardeşimin oğlunu
sana
emanet ediyorum yâ Rabbi”
diyerek duâ etti.
Bedir savaşı sonunda Hz.
Abbâs, esirlerle beraber Medineye getirilince, Peygamber efendimiz
ona: “Ey Abbâs, kendin,
kardeşinin oğlu Ukayl bin Ebû Tâlib, Nevfel bin Hâris için kurtulmalık
akçesi ödeyiniz. Çünkü sen,
zenginsin” buyurdu. Hz. Abbâs da, “Yâ Resûlallah, ben müslümanım,
Kureyşliler beni zorla
Bedir’e getirdiler” dedi. Resûlullah, “Senin müslümanlığını Allahü teâlâ bilir.
Doğru söylüyorsun Allah
sana elbette onun ecrini verir. Fakat senin işin görünüş itibariyle
aleyhimizdedir.
Sen kurtulmalık akçeni
ödemen lâzımdır” buyurdu. Hz. Abbâs, “Yâ Resûlallah, yanımda
ganimet olarak aldığınız
800 dirhemden başka servetim yok” deyince, Peygamber efendimiz: “Yâ
Abbâs! Ya o altınları niçin
söylemiyorsun?” buyurunca, O da “Hangi altınları” dedi. Peygamberimiz
(s.a.v.) “Hani sen
Mekke’den çıkacağın gün, hanımın Hâris’in kızı Ümmül Fadl’a verdiğin altınlar!
Onları verirken yanınızda
sizden başka kimse yoktu. Sen, Ümmül Fadl’a “Bu seferde başıma ne
geleceğini bilemiyorum.
Eğer bir felâkete duçar olup da dönemezsen şu kadarı senindir, su kadarı
Fadl içindir, şu kadarı
Abdullah için, şu kadarı Ubeydullah için, şu kadarı Kusem içindir” dediğin
altınlar” buyurunca Hz.
Abbâs şaşırdı ve “Yemin ederim ki ben bu altınları hanımıma verirken yanımızda
kimse yoktu. Bunu nereden
biliyorsunuz?” dedi. Peygamber efendimiz: “Allahü teâlâ haber
verdi’’ buyurduğunda Hz.
Abbâs: “Senin Allahü teâlânın Resûlü olduğuna ve doğru söylediğine şehâdet
ederim” deyip kelime-i
şehâdet getirdi. Müslüman olunca, Peygamber efendimiz. Hz. Abbâs’ı Mekke’de
vazifelendirdi.
Hz. Abbâs müslüman olduğunu
hiç kimseye söylemedi. Mekke’den müşriklere ait haberleri Peygamber
efendimize bildirip,
Mekke’de bulunan müslümanlara yardımcı olurdu. Bir mektubunda Peygamberimizin
yanına gelmek istediğini
bildirdiğinde Resûlullah efendimiz Ona ”Senin bulunduğun yerdeki
cihadın daha güzel ve
faydalıdır,” buyurdular. 7 (m. 628) senesinde Peygamber efendimiz Hayber
Yahudilerine karşı savaş
ilân etti ve bu savaşın neticesinde müslümanlar galip geldiler. Hayber
Zaferi’nden
sonra, Hz. Haccac bin
İlâtüssülem, Peygamber efendimizin huzuruna gelip: “Yâ Resûlallah! Benim
Mekke’de bazı kimselerde ve
hanımımda mallarım var. Bunları alıp size getirmek istiyorum.
Mekkeye gidersem, müslüman
olduğumu da bilmemeleri lâzım, yoksa vermezler. Bir de sizin hakkınızda
uygun olmayan sözler
söylemek icâb edecektir. Uygun görür müsünüz?” deyince Peygamberimiz izin
verdiler. Hz. Haccac
doğruca Mekke’ye gelmiş müşriklere “Ey Arab kabileleri! Toplanın size mühim
haberim
var. Muhammedin, Eshâbı,
bir benzerini işitmediğiniz bir şekilde yenilgiye uğradı. Muhammedi de
esir ettiler ve dediler ki:
(Muhammedi biz öldürmeyelim, Mekke’ye gönderelim de Mekkeliler öldürsün)
dedi. Bunu işiten
Mekkeliler çok sevindiler. Ve Haccac’a alacaklarını hemen fazlasıyla verdiler.
Mek-
ke’de bulunan Hz. Abbâs bu
haberi işitince bayıldı. Evine zor taşıdılar. Ayıldığında, kapının açık
tutulmasını
emredip üzüntüsünü
kâfirlere belli etmemeğe çalıştı. Kapının önünde biriken müslümanların da
ciğerleri paralandı, mahzun
oldular. Hz. Abbâs kölesine “Haccac’a git. Acele bize gelsin” diye emretti.
Hz. Haccac, Hz.Abbas’ın
evine gelip: “Müjde, Ey Ebül-Fadl, Resûlullah (s.a.v.) Hayber’de zafere
kavuştu.
Ondan izin alarak buraya
mallarımı almaya geldim. Bunu şimdilik kimseye söyleme. Ben Mekke’den
çıktıktan üç gün sonra
istediğine söyleyebilirsin” deyince Hz. Abbâs sevincinden Hz. Haccac’ın
alnından
öpüp, on köle âzâd etti.
Hz. Haccac Mekkeden çıktıkdan üç gün sonra Hz. Abbas müşriklerin toplandığı
yere varıp Hz. Haccac’ın
yaptığı hileyi söyledi ve “Kardeşimin oğlu Hayber’i fethetti. İçindeki ganimet
mallarını da Eshâbına paylaştırdı.
Yahudilerin elebaşlarının boynunu vurdurdu” deyince müşrikler şaşkına
döndüler. Müslümanlar da
tasalı ve kaygılı halden çıkıp, sevince boğuldular.
Hz. Abbâs Mekke’nin fethine
dâir yapılan hazırlıkların son safhada olduğunu haber alınca, artık
Mekke’de kalmasını lüzumlu
bulmayıp, fetihden az bir zaman önce Medineye hicret etti. Mekke’in fethinde
Peygamber efendimizin
yanında bulundu. Peygamber efendimizin, “Fetihden sonra hicret yoktur”
hadîs-i şerîfi ile, en son
hicret eden sahâbî Hz. Abbâs olup Ebû Süfyânı, Hz. Peygamberimizin yanına
getirip müslüman olmasına
da sebeb oldu. Mekke’nin kan dökülmeden feth edilmesi için çok çalıştı.
Fethin öncesinde ve fetih
sırasındaki üstün gayretleriyle başarıya ulaşıldı.
Hz. Abbâs, Mekke’nin
fethinden sonra yapılan Huneyn gazasında da, Peygamber efendimizin yanından
ayrılmadı. İslâm ordusu,
sabah gün ışımadan çukur ve geniş bir vadiden aşağı iniyorlardı. Ancak
düşman ordusu, daha önceden
oraya gelmişti ve vadinin her iki yanında gizlenip pusu kurmuşlardı.
Müslümanlar tam oraya
geldiklerinde, düşman etraftan saldırmaya başladılar. Müslümanlar ne olduğunu
anlıyamadılar. Bir an için
karışıklık oldu. Eshâb-ı kirâmın çoğu dağıldığında, yalnız Hz. Abbâs, Hz. Ebû
Bekir ve bir kaç kahraman
ölmeği göze alıp; Peygamberimizin yanından ayrılmayıp geri dönmediler. O
zaman, Resûlullah (s.a.v.)
katırını düşmanın üzerine sürmek istedi. Hz. Abbas, katırın dizginini, Hz.
Süfyân bin Hâris de
üzengisini tutup hızını kesmeğe ve Resûlullahın, (s.a.v.) Hevazin kabilesinin
arasına
dalmasına mani olmaya
çalıştılar. Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın dininin yok olacağına
üzüldüğünden:
“Yâ Abbâs! Sen onlara: “Ey
Medineliler! Ey Semüre ağacının altında bîat eden
sahâbîler!” diyerek seslen”
buyurdu. Hz. Abbâs iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok
uzaklardan
duyulduğu için O da “Ey
Medineliler, Ey Semüre ağacının altında Peygamberimize söz veren
eshâb! Buraya toplanınız.
Dağılmayınız” diye bütün gücüyle bağırdı. Bunu işiten Eshâb-ı kirâm geri
dönmek istedilerse de binek
hayvanları öyle ürkmüşlerdi ki, bazı Eshâb hayvanlarını geri döndüremediler.
Zırhını, kılıcını ve
mızrağını alıp, binek hayvanlarından kendilerini atmak zorunda kaldılar.
Müslümanlar
toparlandılar ve şiddetli,
bir muharebeden sonra, düşman askerlerinin çoğu öldürüldü. Bir kısmı
da esir alındı.
10. (m. 632) senesinde
Resûlullah efendimiz (s.a.v.) Eshâbıyla Veda Haccına gittiler. Peygamber
efendimiz, veda
hutbelerinde, Hz. Abbâs’dan bahsettiler... Faizin yasak olduğunu, ilk
kaldırdığı faizin,
amcası Hz. Abbâs’ın faizi
olduğunu bildirdiler.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.), vefât edince Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvan) aklı başından gitti.
Mescidde ağlaşmaya
başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu. Hz. Ömer, Peygamberimizin mübârek
vücudu şerîflerinin
huzuruna gelip, mübârek yüzüne bakıp: “Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı
çok
ağır” deyip mübârek yüzünü
örterek dışarı çıkıp “Her kim, Resûlullah öldü derse kılıcımla boynunu vururum”
dedi. Hz. Ebû Bekir ve Hz.
Abbâs bu konuda Eshâb-ı kirâmla konuştular. Hz. Abbâs mescide gidip:
“Ey insanlar Resûlullahın
(s.a.v.) “Ben vefât etmiyeceğim” diye bir sözünü duydunuz mu?” dedi. Eshâb-ı
kirâm “Hayır duymadık”
dediler. Hz. Abbâs, Hz. Ömer’e dönerek “Yâ Ömer, bu hususta senin bildiğin bir
şey var mıdır?” deyince,
Hz. Ömer “yok” dedi. Bunun üzerine Hz. Abbâs “Hiç bir kimse, Peygamber
efendimizin
ölmeyeceğini söyleyemez.
Allahü teâlâya yemin ederim ki, Resûlullah (s.a.v.) ölümü tadmış
bulunmaktadır: Allahü teâlâ
O’na şöyle buyurdu: “Muhakkak, sen de Öleceksin, onlar da öleceklerdir.
Sonra, hiç şüphesiz,
hepiniz Rabbinizin huzurunda muhakemeye duruşacaksınız” (Zümer
sûresi, âyet 30-31) Ey
insanlar! Şunu iyi biliniz ki, Resûlullah (s.a.v.) vefât etti. O, İslâmiyetin
bütün hükümlerini
tamamladıktan sonra aramızdan
ayrıldı. Defin işlerini bir an önce yapalım. Onu, kabr-i şerîfine
koymamıza da engel
olmayınız. Kardeşim Ömer’in dediği doğruysa, Allahü teâlâ Onu, kabrinin
üzerindeki
toprağı giderek yanımıza
tekrar göndermekten aciz değildir. Resûlullah (s.a.v.) vefât etmiştir. Nihayet
o da bizler gibi insandır”
dedi. Hz. Ebû Bekir de buna benzer bir konuşma yaptı. Ehl-i Beyt ve Eshâbı
kirâm, Peygamber
efendimizin vefât ettiğine kanaat getirdiler.
Peygamber efendimizin
(s.a.v.), mübârek cenâzelerini yıkamak üzere Hz. Ali, Hz. Abbâs, Hz.
Abbâs’ın oğulları Fadl ve
Kusem, Hz. Üsâme bin Zeyd ve Hz. Sâlih odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber
efendimizi, gömleği
üzerinde olduğu halde yıkamağa başladılar. Hz. Abbâs ve oğulları su döküp,
Peygamber efendimizi sağa,
sola döndürdüler. Hz. Ali de yıkadı. Yıkadıkça evin içine misk kokusu
ve benzerini daha
görmedikleri çok güzel bir koku yayıldı. Sonra üç parça kefen ile kefenledikten
sonra,
vefât ettiği yere kabr-i
şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi, Hz. Abbâs da kabre girerek, Resûlullah
(s.a.v.)
efendimizi, kabr-i şerîfine
koydular.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bir gün Hz. Abbâs’a “Ey Abbas sana bir ihsanda bulunayım mı?
Sana akrabalık hakkını
ödeyip faydalı olayım mı?” buyurdular. O da “Evet, Yâ Resûlallah” deyince,
Peygamber efendimiz: “Ben,
sana bir şey öğreteyim ki, onu istediğin zaman, Allahü teâlâ, senin
günahının evvelini ve
âhirini, yenisini ve eskisini, kasıtlısını ve kasıtsızını, küçüğünü, büyüğünü,
gizlisini ve açığını bağışlasın.
Dört rek’at namaz kılarsın, Her rek’atda Fâtiha’dan sonra bir sûre
okuyup ayakta iken onbeş
defa (Sübhânallahi velhamdülillahi velâ ilâhe illallahü vallahü ekber)
dersin. Rükûya eğilince
bunu on defa söylersin. Rükûdan ayağa kalktığında, ayakta olduğun hâlde,
bunu on defa söylersin
sonra secdeye varır, orada on defa söylersin. Secdeden kalkıp oturduğunda
on defa söylersin. Tekrar
secdeye vardığında on defa söylersin. Sonra secdeden başını
kaldırıp oturduğun halde on
defa daha söylersin. Sonra ikinci rekâta kalkarsın. Birinci rekâttaki
gibi dört rekâtı da
kılarsın. Bu, her rek’atta yetmişbeş, dört rekâtte üçyüz eder. Artık senin
günahlarının
Alic’in (yürümekle dört
gecede katedilen kumluk bir yer) kumlarının sayısı kadar da olsa,
Allahü teâlâ seni bağışlar.
Bunu her gün bir defa kılmağa gücün yeterse kıl” buyurdu. Hz. Abbas,
“Yâ Resûlallah, bunu hergün
yapmağa kimin gücü yeter?” deyince Peygamber efendimiz de “Hergün
kılmağa gücün yetmezse, her
Cuma bir defa kıl. Her Cuma kılamazsan, ayda bir defa kıl. Ayda bir
defa kılamazdan senede bir
defa kıl Senede bir defa kılamazsan ömründe bir defa olsun kıl” buyurdu.
Peygamber efendimiz, bir
gün Hz. Âbbâs’a “Yarın sabah (ki pazartesi günüdür) sen ve çocukların
bana gelin, size duâ
edeceğim” buyurdu. Sabah olunca beraberce Resûlulullah’ın (s.a.v.) huzuruna
gittik. Kendisinin hususi
yakınları olduğumuza ve hepimizin bir kişi gibi olduğumuza, Allahü
teâlânın da rahmetini
üzerimize eşit miktardaki yaymasına işaret olarak, kendi abasını üzerimize
örttü.
Sonra: “Ey Allahım Abbas’ı
ve oğullarını mağfiret eyle ve bağışla. Öyle ki, hiç günahları kalmasın...
Yâ Rabbi onu, oğullarını
meydana gelecek afv et ve belâlardan koru.” diye duâ etti.
Bir muharebede Hz. Ömer,
askeri idare etmek, ordunun başında bulunmak için cepheye gitmek istemişti.
Hz. Abbâs, Hz. Ömer’in
Medine’de kalmasının daha yerinde olduğu, kumandan olarak başka
birinin gitmesinin daha
uygun olacağı şeklindeki fikrini beyan etmiş, Hz. Ömer de bu fikri kabul
etmişti.
Diğer Eshâb-ı kirâm da
yapılacak işlerde kendisiyle istişare ederlerdi. Medine’de kuraklık olunca. Hz.
Ömer, Hz. Abbâs’ın duâ
etmesini istedi. Hz. Abbâs duâ edip, duâsı bereketiyle yağmur yağdı ve toprak
yeşillendi. Bundan sonra
Hz. Ömer; “Hz. Abbâs, Allahü teâlâ ile bizim aramızda vesîledir.” buyurdu.
Peygamber efendimize
yakınlığı ve fazîletlerinin çokluğundan dolayı herkes tarafından sevilir,
sayılır
hürmet edilir bir zât idi.
Herkes kendisine imrenirdi. Hz. Abbâs gelince, Hz. Ömer, Hz. Osman gibi büyük
zâtlar, hürmetlerinden ve
tevâzularından ayağa kalkarlardı.
Peygamber efendimiz’den
sonra, sakin ve sade bir hayat yaşadı. Hz. Ömer, fetihlerden elde edilen
ganimetlerden, Hz. Abbâs’a
hisse ayırırdı. Hz. Ömer, Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesini istedi. Mescidin
hemen yanında Hz. Abbâs’ın evi
vardı. Hz. Ömer bu evi satın almak istedi. Hz. Abbâs ise evini hediye
olarak verdi.
Çok zengin olan Hz. Abbâs,
Medineye yerleştikten sonra yapılan bütün muharebelerde ve
hususen Bizans’a karşı
gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techizi için çok yardım etti. Çok
cömert
idi. İkrâm ve ihsanları çok
idi. Köleleri satın alıp, âzad eder ve böyle yapmayı çok severdi. Yetmiş köle
âzâd ettiği meşhûrdur.
Yakın akrabayı ziyâret etmeğe, onların haklarını yerine getirmeğe çok dikkat
eder,
muhtaç olanlara yardım
ederdi. Peygamber efendimiz kendisini çok severdi.
Abbâs bin Abdulmuttalib
(r.a.) ömrünün sonunda göremez oldu. Hz. Osman’ın şehîd edilmesinden
iki sene evvel, 32 (m. 652)
de, Medine-i münevvere’de vefât etti. 88 yaşında idi. Cenâze namazını Hz.
Osman kıldırdı. Baki
kabristanına defn edildi. Uzun boylu, beyaz benizli güzel bir zât idi.
Kızlarından
başka on erkek evladı
vardı. Oğulları, Fadl, Abdullah, Ubeydullah, Kusem, Abdurrahman, Ma’bed, Hâris,
Kesir, Avn ve Temâm’dır
(r.anhüm). Bunların içinde Hz. Abdullah bin Abbâs, ilimde çok yüksek idi. Hz.
Abbâs’ın kız çocukları
içinde Hz. Ümmü Gülsüm binti Abbâs bazı hadîs-i şerîfler rivâyet etmiştir. Hz.
Abbâs’ın, Fâtıma binti
Cüneyd bin Amr ve Ümm-ül-Fadl Lübâbet-ül-Kübrâ isimlerinde iki hanımı
bilinmektedir.
Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerden bazıları şunlardır:
“Rab olarak Allah, Din
olarak İslâm, Peygamber olarak da Muhammed’i (a.s.) kabul eden
kimse imânın tadını
tatmıştır.”
“Misvak kullanın, çünkü
misvak, ağzın temiz kalmasına ve Rabbimizin râzı olmasına
sebebtir.”
“Allah korkusundan mü’minin kalbi ürperdiği
vakit, ağacın yaprakları düşer gibi günahları
dökülür.”
“Bu Abdulmuttalib oğlu
Abbâs’dır. Kureyşde en cömert ve akrabalık bağlarına en saygılı
olandır.” “Abbâs,
bendendir. Ben Abbâs’danım” “Abbâs, benim vasim ve varisimdir.” “Abbâs,
amcamdır. Beni korumuştur.
Ona eza eden bana eza etmiş olur.”
“Abbâsoğullarından melikler
olacak, ümmetimin başına geçecekler, Allahü teâlâ dîni onlarla
azîz ve hâkim kılacak.”
KAYNAKLAR:
1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye
sh-970
2) Eshâb-ı Kirâm sh-279
3) El-A’lâm cild-3, sh-262
4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-1 sh-221, 223, cild-3, sh-602, cild-2, sh-271
5)
El-Menhel-ül-Azb-ül-mevrûd cild-7, sh-206
6) Sünen-i Ebî Davûd
cild-2, sh-32
7) Sahîh-i Buhârî İstiska
bab 3
8) Sahîh-i Müslim cild-3,
sh-1398
9) Sünen-i Tirmizî Menâkıb
bab 28
10) İbn-i Mâce Mukaddime
bab 11. Mesâcid bab 187
11) El-İstiâb cild-8, sh-94
12) El-Îsâbe cild-2, sh-271
13) Müsned-i Ahmed bin
Hanbel cild-2, sh-207
14) Târîh-i Dimaşk cild-7,
sh-226
15) Ensâb-ül-eşrâf cild-1,
sh-867