ÖMER BİN EL-HATTAB R.A. :
HZ. ÖMER-ÜL-FÂRÛK:
Hz Ebû Bekir’den sonra
Eshâb-ı kirâmın en büyüğü ve Peygamberimizin ikinci halifesi. Hülefa-i
Raşidinden ve Aşere-i mübeşşereden
yani Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hicretten kırk sene
önce Mekke’de doğdu.
Dokuzuncu dedesi olan Ka’b’da soyu Peygamberimizin (s.a.v.) soyu ile birleşir.
Babası Hâttâb Kureyş
kabilesinin ileri gelenlerinden, annesi Hanteme bint-i Hişam Ebû Cehil’in
kızkardeşi idi. Künyesi Ebû
Hafs’dır.
İslâmdan önceki Mekke
toplumunda doğup büyüyen Hz. Ömer nesep ilmini, (soy kütüğü) iyi bilirdi.
Gençliğinde ata biner ve
güreş yapardı. Babasının koyunlarını güderdi. Daha sonra ticâretle meşgul
olmuş ve çeşitli
memleketlere gitmiştir. Aynı zamanda Kureyş’in sefiri yani elçisi idi. Hicaz
bölgesinin o
zaman en meşhûr ve en büyük
panayırı olan Ukaz panayırında defalarca güreşte birinci oldu. Ayrıca
hitâbetinin üstünlüğü ve
ata binmekteki mahareti ile meşhûr olmuştur. Eğere dokunmadan ata binerdi.
Sol elini sağ eli gibi iyi
kullanırdı. Çok heybetli, cesur ve çok kuvvetli idi. Edebinden, hayasından
Resûlullahın huzurunda o
kadar yavaş konuşurdu ki, Peygamberimiz (s.a.v.) “Yüksek söyle yâ Ömer
işitemiyorum” buyururdu.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir
gün gördü ki Hz. Ömer ile Ebû Cehil bir yerde oturmuşlar, gizli gizli bir
şeyler konuşuyorlardı. O
gece Resûlullah (s.a.v.) “Yâ Rabbî bu İslâm Dinini Ömer ile yahut Ebû Cehil
ile kuvvetlendir” diyerek
duâ etti. Peygamberimizin (s.a.v.) duâsı üzerine Hz. Ömer müslüman olmakla
şereflendi.
Hz. Ömer’in Müslüman
Olması: Bi’setin yani Resûlullaha (s.a.v.) peygamber olduğunun bildirildiği
günün altıncı yılında,
Resûlullahın amcası Hazret-i Hamza îmâna gelince, müslümanlar çok kuvvetlendi.
Çok sevindiler. Bu iş
Kureyş kâfirlerine güç geldi. İleri gelenleri toplandılar: (Muhammedin adamları
çoğalıyor. Bunu önlemeğe
çare bulalım) dediler. Her biri birşey söyledi. Ebû Cehil (Muhammed’i
öldürmekten
başka çâre yoktur. Bunu
yapana şu kadar deve, bu kadar da altın veririm) dedi. Ömer bin
Hâttâb yerinden fırladı.
(Bu işi, Hâttâb oğlundan başka yapacak yoktur) dedi. Onu alkışladılar. (Haydi
Hâttâb oğlu! Görelim seni) dediler.
Kılıncını çekerek yola düştü. Nu’aym bin Abdullah’a rastladı. (Bu şiddet,
bu hiddetle nereye yâ
Ömer?) dedi. O da (Millet arasına ikilik sokan, kardeşi kardeşe düşman eden
Muhammed’i öldürmeğe
gidiyorum) dedi. (Ya Ömer! Güç bir işe gidiyorsun. O’nun Eshâb’ı çevresinde,
pervane gibi dolaşıyor.
O’na birşey olmasın diye titreşiyorlar. O’na yaklaşmak çok zordur. O’nu
öldürsen
bile
Abdulmuttaliboğullarının elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin?) dedi. O’nun bu
sözlerine çok kızdı.
(Yoksa, sende mi onlardan
oldun? önce senin işini bitireyim) diye, kılınca sarıldı. (Yâ Ömer! Beni bırak!
Kardeşin Fâtıma ile, zevci
Sa’îd bin Zeyde git ki, ikisi de müslüman oldu), dedi.
Onların müslüman olduğuna
inanmadı. (Eğer inanmazsan, git sor! Anlarsın) dedi. Bu işi başarırsa,
din ayrılığı ortadan
kalkacak, fakat Arapların âdeti olan kan davası hâsıl olacaktı. Kureyş ikiye
bölünecek.
Birbiri ile çarpışacaktı.
Böylece, değil yalnız Ömer bin Hattâb, bütün Hattâboğulları öldürülecekti.
Fakat Ömer bin Hâttâb çok
kuvvetli, cesur ve öfkeli olduğundan bunları düşünememişti. Kardeşini merak
edip hemen evlerine gitti.
O anlarda (Tâhâ) sûresi yeni gelmiş, Sa’îd ile Fâtıma, bunu yazdırıp,
Habbâb bin Eret adındaki
sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. Ömer bin Hâttâb, kapıdan bunların
sesini duydu.
Kapıyı çok sert çaldı.
O’nu, kılıç belinde, kızgın görünce, yazıyı sakladılar. Habbâb’ı gizlediler.
Sonra kapıyı açtılar. İçeri
girince (Ne okuyordunuz?) dedi. (Birşey yok) dediler. Kızması artarak,
(işittiğim
doğru imiş, siz de O’nun
sihrine aldanmışsınız), dedi. Sa’îd’i yakasından tutup, yere atdı. Fâtıma
kurtarayım
derken, onun yüzüne de
öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine
acıdı. Fâtıma’nın canı
yandı. Kana boyandı ise de, îmân kuvveti, kendisini harekete getirip,
Allahü teâlâya sığınarak,
(Yâ Ömer! Niçin Allah’dan utanmazsın? Âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği
Peygambere inanmazsın? işte
ben ve zevcim, müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen, bundan
dönmeyiz) dedi ve kelime-i
şehâdeti okudu. Hz. Ömer, yere oturdu. Yumuşak sesle, (Hele şu okuduğunuz
kitabı çıkarınız) dedi.
Fâtıma, “Sen abdest veya gusül abdesti almadıkça onu sana vermem” dedi.
Hz. Ömer abdest aldı. Ondan
sonra Kur’an sahifesini Fâtıma getirdi. O’na verdi. Hz. Ömer, güzel okuma
bilirdi. Tâhâ sûresini
okumağa başladı. Kur’ân-ı kerîmin fesahati, belâgatı, mânâları ve üstünlükleri
kalbini
çok yumuşattı. (Göklerde ve
yer yüzünde ve bunların arasında ve toprağın altındaki şeyler hep
O’nundur) âyetini okuyunca,
derin derin düşünceye daldı. (Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar,
hep sizin tapdığınız
Allahın mıdır?) dedi. Kardeşi (Evet, öyle ya! Şüphe mi var?) dedi. (Yâ Fâtıma!
Bizim
binbeşyüz kadar altundan,
gümüşten, tunçdan, taşdan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde
bir şeyi yok!) diyerek,
şaşkınlığı arttı. Biraz daha okudu. (O’ndan başkasına, tapılmaz, bel
bağlanmaz. Herşey, ancak
(O’ndan beklenir. En güzel isimler O’nundur) âyetini düşündü. (Hakikaten,
ne kadar doğru) dedi. Habbâb
bu sözü işitince, yerinden fırladı. Tekbîr getirdikten sonra, (Müjde yâ
Ömer! Resûlullah Allahü
teâlâya duâ ederek, (Yâ Rabbi! Bu dinî, Ebû Cehil ile yâhud Ömer ile
kuvvetlendir)
buyurdu. İşte bu devlet, bu
se’âdet sana nasip oldu) dedi. Bu âyet-i kerîme ve bu duâ,
Ömerin kalbindeki
düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen, (Resûlullah nerede?) dedi. Kalbi,
Resûlullahın
sevgisi ile yanmağa
başladı. O gün, Resûl-i ekrem (s.a.v.) Safa tepesi yanında, Erkam’ın evinde
Eshâbına nasîhat veriyordu.
Eshâb-ı kirâm toplanmış, onun nurlu cemâlini görmekle, tatlı tesirli sözlerini
işitmekle kalblerini
cilalıyor, ruhlarını ferahlatıyorlardı. Sonsuz lezzet, zevk ve neşe içinde
halden hale
dönüyorlardı. Hz. Ömer’i
buraya getirdiler. O’nun kılıçla geldiği görüldü. Heybetli, kuvvetli
olduğundan,
Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın
etrafını sardı. Hazret-i Hamza (Ömer’den çekinecek ne var, iyilik ile geldi
ise, hoş geldi. Yoksa o
kılıncını çekmeden ben onun başını yere düşürürüm) derken, Resûlullah (Yol
verin, içeri gelsin!)
buyurdu. Biri sağında, biri solunda, ötekiler tetikte olarak içeri girdi.
Cebrâil (a.s.)
daha önce Hz. Ömer’in îmân
ettiğini, yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah, Hz. Ömer’i tebessüm
buyurarak karşıladı ve
(Bırakınız, yanından ayrılınız) buyurdu. Bırakdılar, Resûlullahın önünde diz
çökdü.
Resûlullah Hz. Ömer’i
kolundan tutup (İmâna gel yâ Ömer!) buyurdu. O da temiz kalb ile kelime-i
şehâdeti söyledi. Eshâb-ı
kirâm, sevinçlerinden yüksek sesle tekbir getirdi. O zamana kadar gizli îmâna
gelirlerdi. Hz. Hamza’nın ve
üç gün onra Hz. Ömer’in müslüman olması ile, müslümanlar kuvvetlendi.
Hz. Ömer Kardeşlerimiz ne
kadardır?) dedi. (Seninle kırk olduk) dediler. (Öyle ise, ne duruyoruz? Haydi
çıkalım, Harem-i şerîfe
gidelim. Açıkça okuyalım!) dedi. Resûlullah kabul buyurdu. Önde Hz. Ömer, sonra
Hz. Ali, ondan sonra
Resûlullah, sağında Hz. Ebû Bekir, solunda Hz. Hamza, arkasında öteki
Sahâbîler yürüyerek Harem-i
şerîfe gittiler. Kureyşin ileri gelenleri, orada Hz. Ömer’den müjde
bekliyorlardı. Ömer,
Muhammedîleri toplamış getiriyor dediler. Sevindiler. Ebû Cehil, zekî, cin
fikirli olduğundan,
bu gelişi beğenmedi. İleri
varıp (Yâ Ömer! Bu ne?) dedi. Hazret-i Ömer hiç aldırış etmeden
(Eşhedü en lâ ilâhe
illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah) dedi. Ebû Cehil, ne diyeceğini
şaşırdı. Dona kaldı.
Hazret-i Ömer bunlara dönerek, (Beni bilen bilir. Bilmeyen bilsin ki, Hattâb
oğlu Ömer’im.
Karısını dul, çocuklarını
yetim bırakmak isteyen, yerinden kıpırdasın!) dedi. Hepsi geriye çekilip
dağıldılar. Ehl-i İslâm,
Harem-i şerîfde saf olup, yüksek sesle tekbir aldı. İlk olarak meydanda namaz
kıldılar. Hazret-i Ömer, o
günden sonra dayısı Ebû Cehle ve kâfirlerin ileri gelenlerine meydan okudu.
Hz. Ömer müslüman olunca
“Ey Peygamberim sana Allah ve mü’minlerden, senin izinde gidenler
yetişir.” meâlindeki Enfâl
sûresi altmışdördüncü âyeti indi. Hz. Ömer müslüman olduktan sonra
hicrete kadar Resûlullah’ın
(s.a.v.) yanından ayrılmadı. O da diğer müslümanlarla birlikte İslâmiyetin
yayılmasında hizmet etti.
Müşriklerin safha safha ilerlettikleri düşmanlıkları ve işkenceleri karşısında
dikilip kahramanca mücadele
etti.
Eshâb-ı kirâm Mekke’den
Medine’ye gizli hicret ederken Hz. Ömer açıkça hicret etti. Hicreti şöyle
oldu. Kılıcını kuşandı,
yanına oklarını ve mızrağını alıp Kâ’be’yi açıkça 7 defa tavaf etti. Orada
bulunan
müşriklere yüksek sesle
şunları söyledi: “İşte ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret
ediyorum.
Karısını dul çocuklarını
yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın.” Böylece yanında
20 müslüman ile açıkça
Medine’ye hicret etti. Medine’ye daha önce varıp Resûlullah’ın (s.a.v.) teşrif
etmekte olduğunu müjdeledi.
Kuba’ya yerleşip Peygamberimizi karşıladı. Hicretten sonra Eshâb-ı kirâm
arasında yapılan
kardeşlikte Hz. Ömer de Utban İbni Mâlik ile kardeşlik kurmuştu. Hergün biri
nöbetleşe
Resûlullahın huzurunda
bulunur, duyduklarını birbirine naklederlerdi.
Abdullah bin Zeyd bin
Sa’Iebe ve Hz. Ömer rüyada ezan okunmasını görüp Peygamberimize
(s.a.v.) söylediler.
Resûlullah (s.a.v.) bunu beğenip namaz vakitlerinde okunmasını emir buyurdu.
Hz. Ömer bütün savaşlarda
bulundu. Bedir ve Uhud savaşında devamlı Resûlullahın (s.a.v.) yanında
bulundu. Bedir savaşına
Kureyş’in bütün kabileleri iştirak ettiği halde, Benî Adîy kabilesi Hz. Ömer’in
korkusundan savaşa iştirak
etmemiştir. Bu savaşa Hz. Ömer’in kabilesinden sadece 12 kişi iştirak
etmiştir. Hz. Ömer bu
savaşta Kureyş’in kumandanlarından olan dayısı Âs bin Hâşim’i kendi eliyle
öldürmüştür.
Uhud savaşında ise
Resûlullah’ın yanından bir an dahi ayrılmamıştır. Uhud’da müslümanları arkadan
çevirmek isteyen müşrikleri
geri püskürtmüş idi. Hendek savaşında hendeğin önemli bir yerini emrindeki
askerlerle tutmuş, hücum
eden düşmana mâni olmuştur. Hayberin fethinden sonra askerler arasında
taksim edilen araziden
kendine düşen kısmı vakfetti. Bu ilk vakıflardan biri oldu. Mekke’nin fethinde
de bulundu. Mekke’nin
fethinden sonra yapılan Huneyn savaşına katıldı. Tebük seferinde bütün malının
yarısını orduya verdi.
Hendek Savaş’ından sonra Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ömer’in kızı Hz.
Hafsa ile evlendi. Böylece
Resûlullah’ın akrabası olmakla şereflendi. Veda Haccında da bulunan Hz.
Ömer, Resûlullahın (s.a.v.)
vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir’e devamlı yardımcı oldu.
Hz. Ebû Bekir’in halife
seçilmesinde ilk bîat eden Hz. Ömer’dir. Bundan sonra da her işinde halifeye
yardım edip, vefâtına kadar
O’nun hizmetinde bulundu. Üsâme ordusunun Suriye’ye gönderilmesinde,
irtidat (dinden dönme)
olaylarının önlenmesinde büyük hizmetler yaptı. Hz. Ebû Bekir devrinin Beytül-
mal emini, yani mâliye
vekili Hz. Ömer idi. Bu hususta da adaletle hizmet etmiştir. O zaman henüz
toplanmamış sahifeler
halinde bulunan Kur’ân-ı kerîm’in bir kitap haline getirilip iki kapak arasında
toplanmasını
ilk önce Hz. Ömer
istemiştir. Bu hususta Hz. Ebû Bekir ile görüştükten sonra, Hz. Ebû Bekir
Kur’ân-ı kerîm âyetlerini
kitap halinde bir araya toplattı. Hz. Ebû Bekir vefâtına yakın, Eshâb-ı kirâmın
(r.a.) ileri gelenlerini
çağırıp görüştükten sonra, Hz. Ömer’i halife tayin etti. Hz. Osman’ı çağırarak
yaz
buyurdu. O da yazmağa
başladı. Önce besmele yazıldı. Sonra: “Bu Allah’ın Resûlünün (s.a.v.) halifesi
Ebû Bekir’in dünyâdaki son
günü, ahiretteki ilk gününün vasiyetidir.” (Ben Ömer İbni Hattâb’ı halife
seçtim.
O’nu dinleyin. O’na itâat
edin! Hayrı araştırmada kusur etmedim. Eğer sabır ve adalet eylerse beni
tasdîk etmiş olur..
Yanılmışsam gaybı ancak Allah bilir. Ben hayrı istedim...) yazdırdı. Hz. Ebû
Bekir
kendinden sonra Hz. Ömer’i
halife seçtiğini Eshâb-ı kirâma bildirip yazdırdığı vasiyyetini de okuyunca
Eshâb-ı kirâm “Kabul ettik
ve itâat ettik” dediler.
Hz. Ömer hicretin onüçüncü
yılında halife oldu. Kendisine bîat edildiği ilkgün hutbeye çıktı. Allahü
teâlâ’ya hamd u senâ’dan
sonra buyurdu ki: “Hicaz size yerleşilecek bir yer değildir. Ancak hayvanlar
için otlak arayacak bir
yurttur. Hicaz’ı, Hicazlılar; ancak bu şekilde tutabilirler. Yani Hicaz’ın
korunması
için seferler ederek
kendilerine otlak aramaları gerekir. Allah’ın va’dini getireceği zamanlarda
Muhacirler
nerede? Allah’ın size miras
bırakmak üzere va’d ettiği yerlere yürüyünüz. Yüce Allah, Kur’ân-ı kerîm’de
İslâm dinini öteki dinler
üzerine üstün kılacağını va’d ettiğinden dinini yükseltecek ve dine yardım
edenleri
sevinçli kılacaktır.
Allah’ın salih kulları nerede?” Hz. Ömer hutbesini bitirince Eshâb-ı kirâm hep
birden
Cihad arzusuyla yanmaya
başladı ve Irak taraflarına Cihada gittiler.
Hz. Ömer ilk defa
Emîr-ül-Mü’minîn ismini aldı. On sene altı ay ve yedi gün dünyâda hiç
görülmemiş
bir adaletle halifelik
yaptı. Halifeliği sırasında o zamanın iki büyük devleti olan Bizans ve Sâ’sâni
İmparatorluklarının
hâkimiyeti altında bulunan Suriye, Filistin, Mısır, Irak ve İran’ı İslâm
Devleti’nin sınırları
içine aldı. Zamanında 1036
büyük şehir zapt edildi. Dörtbin Câmi yapıldı. Dörtbin kilise harap oldu.
Kuzey Afrika’dan
Türkistan’a Azerbaycan’dan Yemen’e kadar uzanan ve iki milyon kilometre kareden
büyük olan İslâm
Devleti’ni, kurduğu mükemmel müesseselerle gayet muntazam bir şekilde idare
etti.
Yemen Nerân’ındaki
Yahudileri Irak Necran’ına yerleştirdi ve onlara emân verdi. Devleti idâri
bölgelere
ayırdı. Bu bölgelerin en
başta gelenleri Hicaz, Suriye El-Cezîre, Basra, Kûfe, Mısır, Filistin, İran,
Horasan
ve Kirman bölgeleri idi.
Her bir idâri bölgenin başına bir vali tayin etti. Tayin ettiği Valilere “Sizi
insanlara
tahakküm etmek, saltanat
sürmek, zorbalık yapmak için tayin etmedim. Siz hidâyete götüren
rehber olacaksınız.
Müslümanlar size uyacaktır. Binaenaleyh müslümanların hukukunu gözetiniz.
Müslümanları
dövmeyiniz ki, zillete
duçar olmasınlar. Onları haksız yere methetmeyiniz ki, şımarmasınlar.
Kapılarınızı yüzlerine
kapatmayınız ki, kuvvetliler zayıfları ezmesinler. Kendinizi müslümanlardan
üstün
görmeyiniz ki, zulme duçar
olmasınlar” diye nasîhat ederdi. Hz. Ömer valilerinden, kadılarından ve diğer
istihdam ettiği
memurlarından mal beyannâmesi isterdi. Onlara dolgun maaş verirdi. Valilerin
aylık maaşı
1000 dinar idi. Valiler
hakkında yapılan şikâyetleri tahkik ederdi. Bu tahkikatı Muhammed bin
Mesleme tarafından
yaptırırdı. Bölgeleri de vilâyet, nahiye, kasaba merkezlerine ayırdı. Buraların
idaresini
verdiği valilerin, memur ve
diğer görevlilerin seçiminde ve denetiminde son derece titiz davranırdı.
Davalara bakması için
mahkemeler, adlî teşkilâtlar, suç ve zabıta işlerine bakan, satıcıları kontrol
eden,
halkın birbiriyle olan
günlük münasebetlerini düzenleyen teşkilâtlar kurdu. Beyt-ül-mal için ayrı bir
yer ve
yürütülmesini sağlayacak
memurlar tayin edildi. İlk defa para bastırdı. Yollar, köprüler inşaa edilip,
su
kanalları açılmıştı.
Mekke’de hacılar için, yollar boyunca misafirhaneler, hanlar yapılıp, kuyular
açılmıştı.
Yeni feth edilen bölgelerde
yerleşim merkezleri kurulup buralar imâr edildi. Yazılı muamelelerde
karışıklığı
önlemek için
Peygamberimizin (s.a.v.) hicreti başlangıç olan takvim kararlaştırıldı.
Sevâd arazisi feth edilince
Eshâb-ı kirâm’la istişare etti. Eshâb-ı kirâm’ın bazıları arazinin 1/5’i
Beyt-ül-mâle ayrıldıktan
sonra, geri kalanın gazilere taksim edilmesini istiyorlardı. Hz. Ömer ise, Haşr
sûresi 7. 8. 9. 10.
âyetlerini delil getirerek, “Eğer araziyi taksim edersem, sizden sonra
geleceklere bir
şey kalmaz. Servet ve mal
bir kaç kişinin arasında kalır.” dedi. Bundan sonra araziyi eski sahiplerine
bıraktı ve haraç vergisi
koydu. Bu haraç vergisinin miktarlarını tesbit etti. Yine O’nun zamanında
zımmîlerden alınan Cizye
vergisinin miktarı daha sonraki asırlarda aynen tatbik edilmiştir.
Yine Eshâb-ı kirâma maaş
verilmesi için bir dereceleme yapıp her birinin derecesi divan denilen
defterde tesbit edilmişti.
Bunların saklandığı yere de divan adı verilmiştir. Ayrıca miskînlere, fakîr
olanlara
Beyt-ül-maldan un ve
yiyecek verilmesi şeklinde nafaka bağlanmıştır.
Mısır valisi Âmr İbn-ül-Âs,
Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayacak bir kanal açmak için teşebbüse geçmek
üzere izin istediğinde, Hz.
Ömer ona gerekli izni vermiştir. İslâm’ın adaletini bütün dünyâya tanıtan
Hz. Ömer, ilmin
yayılmasına, insanların eğitilmesine de büyük önem verir ve feth edilen
yerlerde İslâmiyet’in
yayılması, yeni kitlelere
anlatılması için çok gayret sarf ederdi. Kur’ân-ı kerîm ve Hadîs-i şerîflerin
öğretilmesi için her
tarafta okullar açılmış ve buralarda ders vermek üzere maaşlı muallimler tayin
edilmişti.
Hazret-i Ömer, insanların
bilmedikleri meseleler, hükümler hakkında, malûmat elde edebilmeleri
için müftüler tayin etmişti.
Herkes, muhtaç olduğu dîni, hukukî bilgileri müftülerden sorup Öğrenerek,
ona göre hareketini tanzim
edebilirdi. Fetva ve insanları irşâd vazifesi, pek mühim olup, bunun ehli
olmayan
kimseler tarafından
yapılması, fâide yerine zarar vereceğinden, Hz. Ömer müftüleri tayin eder,
kendisinin müsaadesini
kazanamayanları fetvadan men’ ederdi. Zamanında fetva verme vazifesini gören
zâtlar, Hz. Ali, Hz. Osman,
Muâz bin Cebel, Abdurrahman bin Avf, Übey İbni Ka’b, Zeyd bin Sâbit,
Abdullah İbn-i Mes’ûd,
Abdullah İbn-i Abbas, Cabir bin Abdullah, Ebû Hüreyre, Ebüdderda gibi Eshâb-ı
kirâmın büyükleri
bulunuyordu. Hz. Ömer adli teşkilatın temellerini kurdu. Mahkeme usulünü tesbit
etti.
Ebû Mûsâ Eş’arîye yazdığı
aşağıdaki mektûb hukuk usûlü bakımından şaheserdir.
“Kaza Da’vâları hal ve
değiştirmesi ve bozulması caiz olmıyan bir farizadır ve uyulması icâb eden
bir sünnettir. Bir hâdise
(olay, vak’a) hakkında sana baş vurulunca, iki tarafın sözlerini güzelce dinle,
anla; bir hak ikrar ve
itiraf edilince, hükme rabt et (bağla) tenfiz eyle, (hükmü yerine getir). Çünkü
infaz
edilmiyecek olan hak bir
sözün sadece söylenmesi fayda vermez. Karşında, meclisinde, adalet huzurunda
insanları eşit tut. Tâ ki,
mevki’ sahipleri senden tarafgirlik ümidine düşmesinler, zaif olanlar da
adaletinden me’yûs, kalben
kırık olmasınlar.
Beyyine (delil) ve şahit
getirme da’vâcıya yemin etmek de da’vâyı inkâr edene âittir. Yâni da’vâcı
şahid bulamazsa, isteği
üzere da’vâlıya yemin tevcih edilir. Müslümanların arasında sulh yapılması
caizdir.
Ancak harâmı halâl, halâli
harâm kılacak bir sulh caiz değildir. Dünkü gün vermiş olduğun bir hüküm,
nefsine müracaatla,
haklılığa, doğruluğa, yol bulduğun takdirde, seni hakka dönmekten men etmesin.
Yâ’ni ictihâdın değişerek
evvelce vermiş olduğun bir hüküm de isabetsizliğine kani’ olursan, o hükmün,
benzeri bir hâdise hakkında
yeni ictihâdına göre hüküm vermekliğine mâni’ olmasın. Çünkü hak
kadimdir. Hakka dönmek,
bâtılda sebat etmekten hayırlıdır.
Kalbini çalıştırıp
hükümlerini Kur’ân’da, Sünnette bulamadığın mes’eleler hakkında güzelce imâl-i
fikr et (düşün), sonra bu
gibi şeylerin benzerini bul, bunları birbiriyle kıyâs et Bunlardan Hak teâlâya
daha
sevimli, daha yakın ve
hakka, doğruya daha benzer olanı ihtiyar eyle (seç). Da’vâcıya, (beyyinesini
ikâme edecek kadar) bir
müddet ver. Bu müddet içinde beyyinesini izhar ederse, hakkını alır; edemezse
aleyhine hüküm verilmesi
icâb eder. Böyle bir müddet verilmesi, mazeret hususunda pek belîğ ve
şübhenin izâlesi, için de
pek açık bir esastır.
Bütün müslümanlar, bir biri
hakkında, âdildirler. Kazfden (Bir müslüman’a iftiradan dolayı) hakkında
had cezası tatbik edilmiş
olan, yahud velâ ve karabet sebebiyle (velilik veya akrabalık) kendisinde
menfeati celb, (çeken)
mazarratı (zararları) def töhmeti bulunan veyahud yalan yere şâhidlikte
bulundukları
tecribe ile anlaşılan
kimseler müstesna, bunlardan başkasının şehâdetleri kabul olunur. Çünkü Hak
teâlâ, sizin gizli
işlerinizden (yüz çevirmiş) beyyineler sebebi ile sizden mes’uliyeti
kaldırmışdır. Ya’nî
insanların gizli şeylerini
araştırıp ona göre hüküm vermekle mükellef değilsiniz. Sizin yapacağınız şey,
beyyinelere göre hüküm
yermektir. Dünyevi hükümler, zahire, görünene göredir. Bunlarda gizlilik açık
olanlara tâbidir. Uhrevî
hükümlerde ise, gizliler asıldır, zevahir, serâire tâbidir.
Muhakeme esnasında, Hak
teâlâ ve tekaddes hazretlerinin, kendisine sevâb vereceği ve ebedi
mükâfat ihsan buyuracağı
hak mevkilerinde kızmaktan, sabırsızlıktan, kalb ızdırabından ve müteezzî
(üzülmekten) olmaktan hazer
et-kaçın! Ya’nî muhakemeyi sabır ile, teenni ile yürüt. Her kim niyyetini
kendisi ile Allahü teâlâ
arasında hâlis kılarsa, hak uğrunda kendi aleyhine de olsa, Hak teâlâ onun,
kendisiyle
insanlar arasında işlerine
kifâyet eder, ya’nî onu korur, vereceği hükümden dolayı bir tehlûkeye
ma’rûz kalmaz. Herhangi bir
kimse, meselâ hâkim, hilafını Allahü teâlânın bildiği bir sıfatla; ya’nî
kendisinde
gerçekten bulunmıyan bir
fazîletle, bir husus ve samimiyetle insanlara karşı süslenecek olursa,
Allahü teâlâ onu, insanlar
arasında rüsvâ eder. Çünkü Allahü teâlâ, ibâdetlerden, ancak halisane olanları
kabul eder. Diğerlerini
etmez.
“Hak teâlânın dünyâda vereceği rızık ve
rahmetinden, hazînelerinden ihsan buyuracağı mükâfat
hakkında ne düşünüyorsun?
(Ya’nî bunun derecesi sonsuzdur. Ona göre hareket et. Hükmünde hak’dan
ayrılma, mükâfatını Cenâb-ı
Hak’dan bekle.”
Yine Kâdı Şüreyh’e yazdığı
mektubda da şöyle buyurdu: “Hükümlerini Kur’ân-ı kerîm’e istinad ettir.
Şayet orada istediğini
bulamazsan hadîs-i şerîflere müracaat et. Orada da istediğini bulamazsan icma-i
ümmet’e göre hüküm ver. Bu
da seni tatmin etmezse ictihâd et.” Bu sözüyle ehl-i sünnetin temel delillerini
ortaya koymuş oluyordu.
Hz. Ömer bir defasında at
satın almak istemişti. Atı tecrübe etmek için bir biniciye vermiş, at da binici
tarafından kazaya
uğratılmıştı. Hz. Ömer atı almaktan vazgeçerek sahibine iade etmek istedi.
Fakat
atın sahibi râzı olmadı. Bu
mesele Kâdı Şüreyh’e intikal etti. Kâdı Şüreyh şu hükmü verdi. “Şayet at
sahibinin
rızası ile tecrübe
edildiyse sahibine iade edilebilir. Aksi takdirde iade edilmez.” Hz. Ömer “Hak
ve
Adalet budur” buyurdu ve
atın bedelini verdi.
Hz. Ömer çok âdil, âbid,
çok merhametli, aşağı gönüllü olup, fakîrlerle yaşar idi. Diğer bir hizmeti
de müslümanların artmasıyla
küçük gelmeye başlayan Mescid-i Harâm’ı ve Mescid-i Nebevî’yi genişletip
tamir ettirmesidir.
Mescid-i Haram etrafına da duvar çektirdi.
Hz. Eslemî, Beyt-ül-mala
bakmağa memur etmişti. Eslemî’den, Hazret-i Ömer Beyt-ül-maldan
birşeyler alıyor mu? diye
sordular. İhtiyacı olduğu zaman borç alır, eline geçince öder, dedi. Hz. Ömer,
kuru arpa ekmeği yer, kalın
kumaşlardan elbise giyerdi. Zamanında çok fetihler oldu. O’nun zamanında
sekizbin câmide Cum’a
namazı kılınıyordu. Her nereye asker gönderse, zafer bulup, sağ salim olarak
ganimetle dönerdi.
Ordusunun mağlup olduğu görülmemiştir. Çünkü çok hazırlıklı, tedbirli ve
adaletli
hareket ederdi. Bu şanı,
şöhreti O’nun yemesini içmesini değiştirmedi. Mübârek, kalbine kibir gelmedi,
büyüklenmedi. Sonu üzüntü,
pişmanlık olan iş yapmadı. Kudüs’e giderken deveye kölesi ile nöbetleşe
biniyordu. Şehre girerken
deveye binme sırası kölesine geldiği için devenin önünde yürüyordu. Kuvveti,
adaleti, askerleri üç
kıtayı titreten İslâm halifesini görmeye gelenleri hayrette bırakmıştı. Kudüse
geldiğinde
orada bir hutbe okudu ve
buyurdu ki: “Hamd ve sena Allahü teâlâ’ya mahsustur. O her şeye kadirdir,
dilediğini yapar. Allahü
teâlâ, bizi İslâm dîni ile şerefli kıldı. Muhammed aleyhisselâm ile doğru
yolu gösterdi. Bizden
dalâleti, sapıklığı kaldırdı. Buğz ve adavetten, ayrılık ve tefrikadan
uzaklaştırdı. Ey
müslümanlar, bu büyük
nimete hamd ediniz. Zira böyle yapmamız, nimetin artmasına sebep olur. Allahü
teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde
buyuruyor ki: “Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız,
onları arttırırım.
Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim”
Yine buyuruyor ki:
“Allah’ın hidâyet ettiği kimse, o, doğru yol üzeredir. Şaşırttığı kimse için
de,
asla doğru yolu gösterici
bir yardımcı bulamazsın” (Kehf 17). Sîzlere kendisinden başka her şey fâni
olan, kendisi Baki olan,
Allahü teâlâdan korkmanızı tavsiye ederim. O’na itâat eden evliyâsından olur.
O’na isyan edenin ahireti
yok olur. Ey insanlar mallarınızın zekâtını veriniz, böylece kalblerinizi ve
nefislerinizi
temizlersiniz. Allah’tan
başka hiç bir mahluktan karşılık ve teşekkür beklemeyiniz. Öğütlerimi iyi
anlayınız. Akıllı olan
dinini muhafaza eder. Sa’îd olan başkasının nasîhat ve öğüdünü kabul eder.
İslâmiyete, Resûlullah’ın
sünnetine yapışınız. Kur’ân-ı kerîm’in emirlerine uyunuz. Zira O’nda dertlere
deva ve sevâb vardır.”
Hz. Ömer öyle adaletli idi
ki, kendi oğlu günah işleyince, Allahü teâlânın emri kadar had vurulmasını
emretti. Ölünceye kadar
bütün İslâm âleminin Resûlullah’ın (s.a.v.) zamanındaki gibi huzur, safa ve
rahatlık içinde yaşamasını
temin etti.
Hz. Ömer zamanında ilk defa
nüfus sayımı yapıldı. Çocuklara maaş verildi. Satıcıların, esnafın,
tüccarların müşterileri aldatmalarına
mâni olmak için hisbe denilen belediye teşkilâtını kurdu. O’nun zamanında
posta teşkilâtı
geliştirildi. Geceleri bekçi koyup asayişin teminini ilk defa Hz. Ömer tatbik
etti.
Mısır’dan Medine’ye deniz
yoluyla ilk defa gıda maddeleri O’nun zamanında geldi. Makam-ı İbrâhîm’i
bugünkü yerine koydu. Hz.
Ömer Hicretin 23. (m. 645) yılının son ayında Ebû Lü’lü Firuz adında Yahudi
bir köle tarafından namaz
kılarken şehîd edildi. Bu köle Hz. Ömer’e gelip efendisinin kendinden aldığı
verginin çok olduğunu iddia
etti. Hz. Ömer ona ne kadar vergi ödediğini ve ne iş yaptığını sordu.
Marangozluk
ve demircilik yaptığını,
günde iki dirhem vergi ödediğini söyleyince, Hz. Ömer (Bu kazançlı mesleklere
göre, senden alınan miktar
fazla değildir) dedi. Adaletiyle de herkes tarafından takdir edilen Hz.
Ömer’in bu sözüne râzı
olmayıp, düşmanlık gösteren Firuz, Hz. Ömer’e kastetmeyi plânladı. Hz. Ömer
ile görüştüğü günden bir
gün sonra elbisesi içine bir hançer saklayıp, sabah namazı vaktinde mescide
girdi. Beklemeye başladı.
Hz. Ömer safları düzeltip tekbir alarak namaza durur durmaz, Firuz yerinden
fırlayıp Hz. Ömer’e arka
arkaya altı darbe vurdu. Darbelerden biri karnına isabet etti. Firuz bir kişiyi
daha
yaralayıp kaçtı ve
yakalanmadan önce intihar etti. Hz. Ömer evine kaldırıldıktan bir müddet sonra
ayılıp
(Katilim kimdir?) dedi. Ebû
Lü’lü Firuz olduğu söylenince (Allah’a şükürler olsun ki bir müslüman
tarafından
vurulmadım...) dedi.
Hz. Ömer kendinden sonra
halife olacak kimsenin tayini için Eshâb-ı kirâmdan, Cennet ile
müjdelenenlerden
altı kişiyi seçti. Bunlar
(Hz. Osman, Hz. Ali, Zübeyr, Talha, Sa’d İbni Ebî Vakkas ve
Abdurrahman bin Avf
(r.anhüm) idi. Bundan sonra oğlu Abdullah’a “Mü’minlerin annesi Hz. Âişe’ye git
ve
O’na Ömer İbni Hattab’ın
selâmını söyle, mü’minlerin emiri deme, ben bugün, mü’minlerin emiri değilim.
O’na Ömer, sahibinin yanına
defn edilmek için izin istiyor de!” buyurdu. Abdullah bunu Hz. Âişe’ye
söyleyince,
Hz. Âişe “O yeri kendim
için ayırmıştım, fakat gönül hoşluğu ile orayı Ömer’e (r.a.) veriyorum.”
dedi. Hz. Ömer bu haberi
duyunca “Bu benim en büyük dileğimdi” buyurarak çok memnun oldu. Yaralandıktan
yirmidört saat sonra vefât
etti. Peygamberimizin (s.a.v.) yanına defn edildi. Şehîd olduğunda
63 yaşında idi. Her haliyle
dost ve düşmanın hayran kaldığı adaleti dillere destan olan Hz. Ömer’in vefâtı
Eshâb-ı kirâmı ve diğer
müslümanları son derece üzdü, mahzun etti. Hz. Ömer şehîd olunca Abdullah
İbni Ömer, Sahâbe-i kirâma
dedi ki: (ilmin onda dokuzu, Ömer (r.a.) ile beraber öldü). Bazılarının bu
sözü anlamayarak
durakladıklarını görünce (ilimden maksadım Allahü tââlâyı bilmektir. Diğer
bilgiler
değildir.) dedi.
Peygamberlerden sonra insanların en üstünü Hz. Ebû Bekir’dir. Ondan sonra Hz.
Ömer’dir.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Cebrâil (a.s.) bana gelip dedi ki “Ömer’in ölümü üzerine bütün
İslâm âlemi ağlayacaktır.”
Hz. Ömer çeşitli Hadîs-i
şerîflerle meth edildi. “Ben Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden
sonra Peygamber
gelmeyecektir. Eğer benden sonra peygamber gelseydi, Ömer elbette peygamber
olurdu.” Hadîs-i şerîfi
yüksekliğini anlatmaya yetişir. Fazîletini, üstünlüğünü ve kıymetini bildirmek
için hakkında din âlimleri
ve müslüman olmayan kimseler tarafından ciltlerle kitap yazıldı. Hz.
Ömer’i metheden hadîs-i
şerîflerin çoğunu Hz. Ali bildirmiştir. O’nu metheden hadîs-i şerîflerden bir
kısmı
şunlardır: Hz. Ömer, Umre
için Resûlullahtan izin isteyince Resûlullah “Yâ ahi! (Ey kardeşim) duânda
bizi de unutma!” buyurdu.
Hz. Ömer îmân ettiği gün,
Cebrâil aleyhisselâm geldi ve “Melekler birbirlerine Ömer’in Müslüman
olduğunu müjdelediler”
dedi.
“Ömer Cennet ehlinin ışığı
ve İslâm’ın nurudur.”
“Allahü teâlâ, hakkı
Ömer’in diline ve kalbine yerleştirmiştir.”
“Şeytan, Ömer İbni Hattab’ı
gördüğü zaman, heybetinden yüzüstü yere düşer.”
“Şu dört kişiyi ancak
münafık olan kimse sevmez: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali.
Hz. Ömer bütün ilimlerde
Eshâb-ı kirâm’ın ileri gelenlerinden idi. Tefsîr ilminde çok yüksek idî.
Kur’ân-ı kerîmin tefsîrini
bizzat Resûlullah’tan dinlemiş ve öğrenmiştir. Peygamber efendimizin devrinde
de kadılık yapardı. Eshâb-ı
kirâm’ın müşkillerini hallederdi. Kur’ân-ı kerîm’in bir çok âyeti, O’nun
ictihâdına uygun olarak
nazil olmuştur. Hz. Ömer fıkıh ilmine çok büyük hizmet etmiştir. Fıkıh usûlünün
birçok kaidelerini tesbit
etmiş, Resûlullah’ın sünnetlerini itina ile tesbite çalışmış, kendisinden
rivâyet
edilen fetvaların adedi
binlere ulaşmıştır. Bu fetvaların 1000 kadarı fıkhın mühim meselelerinin
temelini
teşkil etmiştir. Hz. Ebû
Bekr zamanında açıklanmamış meselelerin hepsini bir icmâya bağlamıştır.
Bunlarda
hiçbir şüphe bırakmadı. Hz.
Ömer’in bildirmediği meselelerde, o günden bu güne kadar söz birliği
olmadı. Hz. Ömer’in icmâ
hususundaki bu gayreti, kıyâmete kadar gelecek İslâm âlimlerini güç durumdan
kurtarmıştır.
Dört hak mezhebin hiç
ihtilaf etmedikleri fıkıh ilmine dair bilgiler, Hz. Ömer zamanında icma edilen
meselelerdir. Hz. Ömer,
Peygamber efendimizin hadîs-i şerîflerine en iyi vâkıf olanlardan idi. Hadîs-i
şerîf rivâyetinde çok titiz
davranırdı. Resûlullah’a isnadı kuvvetli bir delil ile sabit olmayan hadîs-i
şerîf ile
amel etmezdi. Bu sebeple
Hz. Mu’âviye buyurdu ki: “Ömer bin Hattab’ın bildirdiği hadîslere iyi
sarılınız.
Çünkü O, Resûlullah’ın söylemediği
şeylerin hadîs diye nakledilmemesi için insanları korkutmuştur. Hz.
Ömer, Peygamber
efendimizden (s.a.v.) 573 hadîs-i şerîf nakletmiştir. Onun rivâyet ettiği
hadîs-i şerîflerden
bir kısmı şöyledir:
Öyle bir gün idi ki,
Eshâb-ı kirâmdan birkaçımız Resûlullah (s.a.v.) efendimizin huzurunda ve
hizmetinde
bulunuyorduk. O gün, o
saat, öyle şerefli, öyle kıymetli ve hiç ele geçmez bir gün idi. O gün,
Resûlullahın sohbetinde,
yanında bulunmakla şereflenmek, ruhlara gıda olan, canlara zevk ve safa veren
cemâlini görmek nasîb
olmuştu. O vakit, ay doğar gibi, bir zat yanımıza geldi. Elbisesi çok beyaz,
saçları pek siyah idi.
Üzerinde toz toprak, ter gibi yolculuk alâmetleri görünmüyordu. Resûlullahın
(s.a.v.) Eshâbı olan
bizlerden hiçbirimiz onu tanımıyorduk. Yani, görüp bildiğimiz kimselerden
değildi.
Resûlullahın (s.a.v.)
huzurunda oturdu. Dizlerini, mübârek dizlerine yanaştırdı. Ellerini Resûl-i
ekrem
(s.a.v.) efendimizin
mübârek dizleri üzerine koydu. Resûlullah’a (s.a.v.) sorarak yâ Resûlallah!
Bana
İslâmiyet’i, müslümanlığı
anlat dedi.
Resûl-i ekrem (s.a.v.)
buyurdu ki, “İslâm’ın şartlarından birincisi Kelime-i şehâdet getirmek
(Eşhedü en lâ ilâhe
illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh) demektir.
(İslâm’ın ikinci şartı) vakit gelince namazı
kılmaktır. (Üçüncüsü) malın zekâtını vermektir.
(Dördüncüsü) Ramazan-ı
şerîf ayında her gün oruç tutmaktır, (Beşincisi) gücü yetenin, ömründe
bir kere hac etmesidir.”
O zât Resûlullahdan bu
cevapları işitince, (Doğru söyledin yâ Resûlallah) dedi. Biz dinleyiciler, onun
bu sözüne şaşdık. Çünkü,
hem soruyor, hem de verilen cevabın doğru olduğunu tasdîk ediyordu.
Bu zât yine sorarak yâ
Resûlallah; îmânın ne olduğunu, hakikatini ve mahiyetini bana bildir dedi.
Resûlullah buyurdu ki,
(Îmân, önce Allahü teâlâya inanmaktır” buyurdu, (Îmânın altı temelinden
ikincisi)
Allahü teâlânın meleklerine
inanmaktır. (Üçüncüsü) Allahü teâlânın bildirdiği kitaplarına
inanmaktır. (Dördüncüsü)
Allahü teâlânın peygamberlerine inanmaktır. (Beşincisi) Âhiret gününe
inanmaktır. (Altıncısı)
kadere, hayır ve şerlerin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır...” buyurdu.
Sonra O zât gitti. Ben uzun
bir müddet Resûlullah’ın (s.a.v.) yanında kaldım. Bana buyurdu ki: “Yâ
Ömer o soranın kim olduğunu
biliyor musun?” Ben Allah ve Resûlü bilir, dedim. Resûlullah (s.a.v.),
“O (Cibrîl) Cebrâil idi,
Sizlere dîninizi öğretmek için geldi” buyurdu.
“İki Müslüman
karşılaştıklarında, birbirlerine selâm vererek müsâfehalaşırsa, aralarına yüz
rahmet iner. Bunun doksanı,
önce selâm verip müsâfehalaşana, onu ise müsâfeha eden ikinci
şahsadır.”
“Ya ma’rufu (iyiliği)
emreder ve münkerden (kötülükten) nehyedersiniz, yahud Allahü teâlâ
sizin kötülerinizi size
musallat eder. Sonra iyileriniz duâ etmeğe yönelir, fakat duâlar kabul olmaz.”
“Kalbinde zerre kadar kibir
bulunan kimse Cennete giremez”
“Eğer siz hakkıyla Allah’a
tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, sizin de rızkınızı
verirdi. Onlar sabah aç
çıkar akşama tok olarak döner.” “İnsanlara karşı büyüklük taslayanı
(kibirleneni)
Allah zelîl kılar.” “Kimin
niyeti dünyâlık olursa, Allahü teâlâ onun fahrini ve ihtiyaçlarını
gözünün önüne getirir ve en
sevdiği şeyden onu uzaklaştırır. Her kimin de niyyeti âhıret olursa,
Allahü teâlâ zenginliği
onun kalbine yerleştirir, kayıplarını bir araya toplar ve en çok kaçınacağı
şeyden onu uzaklaştırır.”
Hazret-i Ömer, halifeliği
zamanında Bizans İmparatoruna elçi gönderip dîne davet etti. Bizans elçisi
Medine-i münevvere’ye geldi
Hazret-i Ömer ihtiyar bir kadının duvarını yaptırıyordu. Elçinin geldiğini
haber verdiler. Buraya
gelsin buyurdu. Efendim, ellerinizi yıkayıp bir yere otursanız nasıl olur?
dediler.
Kabul buyurmadı. Elçiyi
çağırdılar. Arap padişahı bu mudur? Böyle olduğunu bilsem gelmezdim ve Bizans
İmparatoru da beni göndermezdi
dedi. Hazret-i Ömer çamurlu mübârek iki parmağı ile işaret ederek,
eğer göndermeseydi, onun
iki gözünü çıkarırdım buyurdu. Hazret-i Ömer, parmağı ile işaret edince,
iki çamurlu parmak gelip,
Bizans İmparatorunun gözlerini kör eyledi. Parmakların çamuru gözlerinin
üzerinde
kaldı, silmek mümkün
olmadı. Bir zaman sonra elçi dönünce İmparatorun gözlerinin kör olduğunu
gördü. Sebebini araştırdı.
Hazret-i Ömer ile geçen hadîseyi de anlatınca hepsi hayret ettiler.
İran’a gönderdiği orduya
kumandan tayin ettiği Hz. Sariye ordusu ile mağlup olmak üzere idi. Bu
sırada Hz. Ömer Medine’de
Cuma hutbesi okuyordu. Hutbe arasında “Dağa yaslan yâ Sariye, dağa yaslan
yâ Sariye” diye bağırdı.
Sariye işitip ordusunu dağa çekti. Arkasını dağa verip bir cepheden düşman
ile karşılaşmak suretiyle
zafere ulaştı. Hz. Ömer’in bu hadîseyi görmesi ve sesini duyurması onun
kerâmetlerinden
biridir.
Hz. Ömer zamanında bir
ticâret kervanı gelip Medine’nin yakınında konaklamıştı. Çok yorgun oldukları
için hepsi derin bir uykuya
dalmıştı. Hz. Ömer bu kervandan haberdar olup, Eshâb-ı kirâmdan
Abdurrahman bin Avf’ı
(r.a.) da yanına alıp, sabaha kadar kervanın etrafında dolaşarak onlara
herhangi
bir zarar gelmemesi için
bekledi. Kervanda bulunanlar ancak sabaha karşı bundan haberdar oldular.
Kendilerini bekleyen bu
kişinin kim olduğunu merak ettiler. Sabaha karşı uzaklaşıp gittiklerini görünce
içlerinden biri takibe
başladı. Hz. Ömer’in mescide girip namaz kıldırmasından sonra merakla bu zat
kimdir diye soran kimse, onun
Müslümanların halifesi olduğunu öğrenip kervanda bulunanlara giderek
hâdiseyi anlattı.
Kervandakiler onun Müslüman olmayanlara yardımı böyle olursa, kimbilir
Müslümanlara
şefkati ve yardımı ne kadar
çoktur. O’nun dîni gerçekten hak dindir, dediler. Daha sonra da Hz. Ömer’in
huzuruna gidip hepsi
Müslüman oldular.
Hz. Ömer’in ordusunun
İran’ı fethettiği gece Hz. Osman huzuruna girip selâm vermişti. Hz. Ömer
acele mektûb yazıyordu.
Mektubu yazıp bitirince yanmakta olan lambayı söndürüp, başka bir lamba
yaktı.
Hz. Osman’ın selamına cevap
verip konuşmaya başladıktan sonra, Hz. Osman lâmbayı söndürüp,
başka bir lâmba yakmasının
sebebini sorunca, söndürdüğüm lamba Beyt-ül-malındır. Bana ait değildir.
Onu Müslümanların işini
görmek için yakmıştım, onların işini görmek için yazdığım mektûb bitti. Şimdi
seninle şahsi işim için
konuşuyoruz, bunun için de kendime ait olan lambayı yaktım buyurdu.
Hz. Ömer, bir kaç bin
askeri harbe göndermişti. Harbe gidenlerin evlerine adam gönderip, hallerini
sorması ve geceleri kendisinin
şehri gezmesi adeti idi. Bir gece şehri dolaşıyordu. Bir evin önünden geçerken,
ağlayan bir kadın sesi
duydu. Kulak verdi. Halife kocamı harbe gönderdi. Biz burada aç-susuz
kaldık. Yarın çocukları
götürüp halifenin kapısına bırakacağım diyordu. Hz. Ömer dayanamadı. Gidip bir
miktar yağ ve bir çuval unu
sırtına alıp, kadının evine getirdi. Âteş yakıp yemek pişirdi. Çocukları
kaldırıp
yedirdi. Sonra kadından
özür diledi. Şimdiye kadar sizin halinizi bilmiyordum. İhtiyacınız olursa,
hemen
bize bildirin diyerek
ayrıldı. Kadın, Hz. Ömer’in akıllara hayret veren tevazu ve adaleti karşısında
mahcup
olup, hayır duâlar etti.
Hz. Ömer Irak’a İslâm
ordusunu gönderip, kısa zamanda Allahü teâlâ’nın yardımıyla zafer kazandılar.
Kiliseleri câmi,
puthâneleri mescid yaptılar. Sağ salim ve ganimetlerle döndüler. Hz. Ömer’in
huzuruna
vardıklarında halife İslâm
ordusuna hiç bakmadı. Ne yaptınız? diye sual bile sormadı. Halifenin bu
muamelesi Eshâb-ı kirâm’a
çok ağır geldi. Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ı mescidde görüp halifenin onlara
karşı alâkasızlığından
şikâyet ettiler. Hz. Abdullah: “Babamın huzuruna bu elbiselerinizle mi
çıktınız?”
dedi.
Meğer İslâm ordusu, İran’ın
süslü elbiselerinden giymişlerdi. Eshâb-ı kirâm, Hz. Abdullah’ın işaretiyle
gidip elbiselerini
değiştirdiler. Böylece Hz. Ömer’in huzuruna vardılar. Bu sefer Hz. Ömer bunları
iyi
karşılayıp her birinin ayrı
ayrı hâlini, hatırını sordu. Eshâb-ı güzinden birisi cesaret edip, kalktı: “Yâ
Emirel-mü’minin ilk görüşmemizde
bize hiç iltifat etmediniz. İkinci görüşmemizde çok iyi karşıladınız.
Bunun sebebi nedir?” diye
sordu. Hz. Ömer: “Sizi, elbiselerinizi değiştirmiş görünce kendi kendime:
“Eshâb-ı güzîn benim
hayâtımda elbiselerini değiştirdiler. Birkaç gün sonra Allah korusun kalplerini
değiştirirler.
Dünyâyı sevmeleri artar.
Yarın kıyâmet gününde Resûlullah’a (s.a.v.) kavuşunca, Yâ Ömer!
senin halifeliğin zamanında
benim Eshâbım elbiselerini değiştirdiler sonra kalbleri değişti. Niçin
manî olmadın? diye hitâb eder,
azarlar diye korktum.” Onun için İran’ın süslü elbiselerini giydiğiniz zaman
her biriniz gözüme bir belâ
dikeni gibi göründünüz. Fakat elhamdülillah elbiselerinizi değiştirince,
endişe ettiğim tehlike
ortadan kalktı. Size iyi muamelede bulundum.” buyurdular.
Hz. Ömer zamanında Şam
şehri civârında bir kal’a muhasara edildi. Öğleye kadar kal’a feth edilmedi.
Hz. Ömer, gadaba geldi.
İslâm askerini huzuruna çağırdı. “Kal’a henüz feth edilemedi. Kâfirler,
İslâm askeri karşısında bu
kadar dayanamazdı. Aramızda birisi bir hatâ yapmış olmasın” buyurdu.
İslâm askeri hayret edip,
tevbe ve istiğfâr etmeğe başladılar. O sırada bir kişi ağlayarak Hz. Ömer’in
huzuruna geldi “Yâ
Emirel-mü’minin! Bu gece teheccüde kalktığım zaman karanlık olduğu için
misvakımı arayıp bulamadım.
Misvaksiz namaz kıldım. Sizin aradığınız hata benim bu hatâmdır,” dedi.
Hz. Ömer: “Tevbe ve
istiğfâr etmeğe devam et,” buyurdu. Bir saat sonra kal’a fetholundu.
Hz. Ömer halifelik
müddetince kendinden evvel hiç kimsenin yapamadığını ve sonra da kimsenin
yapamayacağı şekilde adalet
üzere hareket etmiştir. Zamanında kurt koyuna zarar vermeğe cesaret
edemezdi. Hz. Ömer’in şehîd
olduğu gün, bir çoban koyunların yanında dururken bir kurt koyuna saldırdı.
Çoban: “(Hemen feryâd
ederek,) Vah Hz. Ömer,” (dedi ve ağladı.) “İnnâ lillah ve innâ...” âyet-i
kerîmesini
okudu. Çobanlar ona: “Hz.
Ömer’in irtihâl ettiğini (vefâtını) nereden bildin?” diye sordular. Çoban:
“Hz. Ömer’in zamanında kurt
koyuna değil saldırmak, bakmağa bile cesaret edemezdi. Şimdi kurdun
koyuna saldırdığını gördüm.
Hz. Ömer”in şehîd olduğunu anladım,” dedi.
Hz. Ömer öğle sıcağında
soyunup, zekât olarak Beyt-ül-mala alınan develeri bağlardı. “Yâ
Emire’lmü’minin!
Niçin siz zahmet
çekiyorsunuz! Birine emir buyurun bağlasın,” dediler. Hz. Ömer: “Bunlar,
fakîrlerin hakkıdır. Hak
teâlâ beni bunlara bakmağa memur etti. İşlerini de kendim görmem iyi olur.
Âhirette bunlar benden
sorulacaktır,” buyurdu.
Bir genç, beş vakit namazı
Hz. Ömer ile kılardı. Hz. Ömer her selâm verişinde, genci arkasında
görürdü. Hz. Ömer de bu
genci sevmişti. Bir güzel kadın bu gence aşık olup, her zaman haber göndererek
evine çağırtır, fakat genç
râzı olmaz, yanına gitmezdi. Bu kadın, uzun müddet gencin arkasına düştüğü
halde, kendisini gence sevdiremedi.
Kadın, bir kocakarıya başvurdu. Kocakarı: “Seni bu gece o
gençle bir araya
getirirsem, bana ne ikrâmda bulunursun?” dedi. Kadın: “Bu işi yaparsan, sana
çok şeyler
vereceğim,” dedi. Kocakarı
evinde otururken; genç yatsı namazını kılmış, evine dönüyordu. Yol üzerinde
bulunan kocakarının evinin
önünden geçerken, kocakarı: “Bana yardım edene, Hak teâlâ da yardım
etsin,” diye feryâd etti.
Genç bu feryadı duyunca, kocakarıdan feryadının sebebini sordu. Kocakarı:
“Bir koyun kaçırdım,
tutamıyorum, bana yardım et,” dedi. Genç bu söze inanıp evden içeri girdi.
Gence
aşık olan kadın, kapıyı
kilitleyip gencin ayaklarına sarılarak yalvarmağa başladı: “Ne zamandan beri
senin derdinle yanıyorum,
bana hiç vefâ etmiyorsun. Sana ancak bu hileyi yaparak kavuştum,” diyerek
genci kuvvetle tuttu. Genç,
yine kadına iltifat etmedi, yüzüne bakmadı. Kadın genci çok övdüğü hâlde,
genç yine kadının yüzüne
bakmıyordu. Kadın “Yâ bana yaklaş arzumu yerine getir veya feryâd eder
bütün mahalle halkını
buraya toplarım, rüsvây olursun,” dedi. Genç: Âhirette rüsvây olacağıma burada
olurum, dedi. Genci hiçbir
yolla aldatamıyan kadın, feryâd etmeğe başladı. Bütün mahalle halkı evin
etrafına toplandılar.
Kadın: “Bu gece kapımı
kilitleyip yatarken, bu adam gelip bana tecavüz etmek istedj. Onun için sizi
çağırdım,” dedi.
Mahalle halkı içeri girip,
genci dövdü, hattâ başını birkaç yerden yarıp, ellerini, bağlayarak, Hz.
Ömer’in huzuruna
getirdiler. Hz. Ömer, sabah namazını kıldıktan sonra, o genci görememişti.
Acaba
hasta mı oldu, yoksa başka
bir şey mi oldu diye düşünürken birtakım insanların arasında genci gördü.
Kadın da oraya gelmiş,
feryadı ayyuka çıkıyordu. Genç, Hz. Ömer’in heybetinden çok korkardı. Hz. Ömer
gadaba gelince vücudundaki
kıllar dikilirdi. Fakat bu gadabı din için, İslâm gayreti içindi. Dünyâ
işlerinde
gadaplanmaz, mübârek
kalbini dünyâya bağlamazdı. Varlık onun yanında yoklukla bir, hattâ yokluk
daha kıymetli idi. Hz. Ömer
genci o halde görünce: “Yâ Rabbi! Bu gence hüsn-i zannım vardır. Resûlünün
hürmeti için beni bu zannımdan
döndürme!” diye duâda bulundu. (Sonra genci yanına çağırdı)
“Senin hakkında iyi
düşünürüm. Bu çirkin işi senin yapacağını zannetmiyordum. Korkma, yakın gel,
Hak
teâlâ doğru kullarının
yardımcısıdır,” buyurdu. Genç: “Bu kadın bana bir kaç yıldır âşık olmuştu. Çok
kere haber gönderdiği halde
râzı olmamıştım. Sonunda bir kocakarı hilesiyle beni evine çağırdı. Ondan
sonraki hadîseleri de birer
birer anlattı. Hz. Ömer: “O kocakarıyı görünce tanır mısın?” buyurdu. Genç:
“Evet tanırım,” dedi.
Şehirdeki bütün kocakarıların dışarı çıkmaları emir edildi. Hepsi bir yerde
gizlenen
gencin önünden geçtiler.
Genç, hile yapan kocakarıyı tanıdı.
Kocakarıyı Hz. Ömer’in
huzuruna götürdüler. Hz. Ömer’in heybetine dayanamayıp, para için bu işi,
yaptığını ikrar etti. Kocakarı
söyleyince, âşık olan kadın ne yaptıklarını anlattı. Hz. Ömer (Kalkıp, gencin
ellerini çözüp, mendili ile
başının kanını silip bağladı.) Allahü teâlâ’ya hamd olsun ki, Resûl-i Ekrem’in
“Ümmetimden, kardeşim Yûsuf
aleyhisselâmın kendini Zeliha’dan sakladığı gibi, yabancı kadınlardan
muhafaza eden sıddîklar
çıkacaktır” hadîs-i şerîfi bizim zamanımızda bu gence nasîb oldu.”
buyurdu. Gencin sırtını
okşayarak hayır duâ etti.
Hz. Ömer halife iken bir
bayram gelmişti. Herkes çocuklarına yeni elbiseler alıyordu. Hz. Ömer’in
oğlunun elbisesi eski idi.
Bayram günü çocuklar, eski elbiseli olan halifenin çocuklarıyla alay etmeğe
başladılar. Hz. Ömer’in
oğlu, ağlayarak babasının yanına geldi. Hz. Ömer, oğluna şefkat edip acıyarak,
Beyt-ül-mâlın eminini
çağırdı. Oğlunun ağlama sebebini anlattıktan sonra, gelecek`ayın maaşından bir
miktar vermesini istedi.
Beyt-ül-mâl emini: “Yâ Emirel-mü’minin, yaşayacağınızı muhakkak biliyor musunuz
ki, hak etmediğiniz paradan
istiyorsunuz?” dedi. Hz. Ömer “Allahü teâlâ’dan başka kimse bilemez,”
buyurdu. “O zaman Yâ
Halife! Yaşayacağınızı bilmedikten sonra, ne almanız size yakışır, ne de bizim
vermemiz makûl olur,” dedi.
Hz. Ömer, söylediğine
pişman olup, Beyt-ül-mâl emininin sözünü beğendi, hayır duâ buyurdu.
Allahü teâlâ çocuğunun
kalbine bir yolla teselli verip, her biri safâyı kalb ile gittiler.
Bir gece Hz. Ömer Medine-i
Münevvere’de geziyordu. Bir kadın: (Kızına evi içinde) “süte biraz su
kat,” diyordu. Kız:
“Emîr-üll-mü’minin süte su katmayınız buyurmamış mıydı?” dedi. Kadın: “Emir
burada
yok,” dedi. Kız: “Hz. Ömer
burada yok ise, Rabbi bizi görür,” dedi. Hz. Ömer (O evi işaret etti.) Evine
gelip oğluna, senin için
bir kız buldum, onu sana alayım, buyurdu. (Ertesi günü kadının evine gitti.)
Kızını
oğluma ver, buyurdu. Kadın:
“Bunu kalbimden dahi geçirmeğe cesaretim yoktu,” dedi. Hz. Ömer “Kızının
bir sözü çok hoşuma gitti.
Onun için geldim,” buyurdu. O kızı oğlu Âsım’a aldı. Âsım’ın kızından
Abdülazîz oldu.
Abdülazîz’in oğlu Ömer bin Abdülazîz halife oldu. Onun zamanında da kurd kuzu
ile
gezerdi.
Buyurdu ki: “Sâdık
arkadaşlar bulun ve onların arasında yaşayın. Dürüst ve samimi arkadaşlar,
darlıkta yardımcı,
genişlikte süs ve zinetdirler. Dostunun sana düşen işini güzel bir şekilde gör
ki, lüzumunda,
sana daha güzeli ile
karşılıkta bulunsun. Düşmanlarından uzaklaş, her dosta bel bağlama, ancak
emin olanları seç. Emin
olanlar, Allahü teâlâdan korkanlardır.
Kötü insanlarla düşüp
kalkma, onlardan kötülük öğrenirsin. Onlara sırrını verme ifşa ederler,
işlerini
Allah’dan korkanlara danış
ve onlarla istişare et.”
“Allah’a itâat eden büyük
zatların sözlerine dikkat edin. Çünkü onlara Allah tarafından gerçekler
tecelli eder ve onu
konuşurlar.”
“İyilik kolay bir şeydir.
Güler yüz ve yumuşak söz bunu temin eder.” “Şiddet göstermeksizin kuvvetli,
zayıflık göstermeksizin
yumuşak ol.”
“Çok gülenin heybeti azalır. Şaka yapan
eğlenceye alınır. Bir şeyi çok yapan onunla tanınır. Çok
konuşan çok yanılır, hataya
düşer. Böyle kimsenin hayâsı azalır. Hayası azalan şüpheli şeylerden az
kaçınır. Şüpheli şeylerden
az kaçınanın kalbi ölür.”
“Hakkımda hangisinin daha
hayırlı olduğunu bilemediğim için darlık (fakîrlik) ve bolluk (zenginlik)
günlerimin hiçbirine
aldırış etmedim.”
Hz. Ömer bir defasında
Şam’a gitmişti. Orada giydiği eski elbiselerden dolayı söz edildiğini duyunca
“Biz İslâmiyet ile izzet
bulduk, izzeti, şerefi başka yerde aramayız.” buyurdu.
“Amellerin efdali farzları
yapıp harâmlardan kaçınmak ve Allah katında sâdık niyyetdir.”
“Hesaba çekilmeden önce
kendinizi hesaba çekin. Amelleriniz tartılmadan önce tartınız.”
Yolu bir mezbeleden geçse,
orada durur ve: “İşte hırsla sarıldığımız dünyâ” derdi.
“Âhiret işlerinde zarar
etmektense, dünyâya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha
hayırlıdır.”
Dul kadınlara, yetimlere
sırtında un taşırdı. Bu halini gören biri: Bırakın biz taşıyalım deyince,
Hazret-
i Ömer “Ya kıyâmet günü
günahımı kim taşır” buyurdu.
“Alay, şaka ve mizah
etmekten kaçınınız. Zira insanın şerefini kırar, vakarını azaltır.”
“Ahmakla arkadaşlık etmekten
kaçın. Çünkü, ekseriya, sana iyilik yapayım derken zararı dokunur.”
“Tevbe edenlerle oturun,
onların kalbleri yumuşak olur.”
“Tevazunun başı, bir
müslüman ile yolda karşılaşırsan ilk önce selamı senin vermen, bir mecliste
en geride oturmaya râzı
olman ve şöhretten uzak durmandır.”
“Yemekten sonra misvak
kullanmak iki hizmetçi kullanmaktan iyidir.”
“Mescidler yer yüzünde
Allahü teâlâ’nın evleridir. Mescidde namaz kılanlar Allahü teâlâ’nın
misafirleridir.
Ev sahibine, ancak
misafirlere hizmet düşer.”
“Ramazan ayı çok hayırlı ve
mübârek bir aydır. Gündüz tutulan oruca, gece kılınan namaza bu
ayda verilen sadakaya,
Allahü teâlâ kat kat sevab verir.”
“İnsanların en cahili,
ahiretini başkasının dünyâsı için satandır.”
“Allahü teâlâ başkasına
acımayana acımaz, affetmeyeni affetmez, özür kabul etmeyenin özrünü
kabul etmez.”
“Tevbe’den maksad günahı
bilip yapmamaktır. Amel-i salihte bulunmaktan maksad, kendini beğenmemektir.
Şükürden maksad, aczini
itiraf edip kulluğu bilmektir.”
“İnsanın elbisesini temiz kullanması
şerefi icabıdır.”
“Dinini bilmeyen tüccar
pazarımızda satış yapmasın.”
“Mescidde oturan kimse,
Allahü teâlâ’nın huzurunda bulunuyor demektir.” “
“Helâlin onda dokuzunu
harâma düşmek korkusu ile terk ederdik.”
“Bana ayıplarımı,
kusurlarımı söyleyen kimse Allahü teâlânın merhametine kavuşsun.”
“İstiğfâr her derde
devadır.” “Tevbe edip de tevbesi kabul olunanlarla beraber bulunun.. Zira
onlarla
beraber bulunmak kalbi daha
fazla yumuşatır.”
“Allahım, bana senin
yolunda şehîd olmayı nasîb et. Peygamberinin şehrinde ölmeyi kısmet et.”
KAYNAKLAR:
1) Tefsîr-i Taberî,
cild-10, sh-160
2) Tefsîr-i Kurtûbî cild-8,
sh-170
3) Târîh-ul-hulefâ sh-101
4) Savaik-ül-muhrika sh-89
5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-3, sh-266
6) El-Îsâbe cild-2, sh-518
7) El-İstiâb cild-2, sh-58
8) Üsûd-ul-gâbe cild-4,
sh-58
9) İzâlet-ül-hafâ cild-1,
sh-579
10) Müsned-i Ahmed bin
Hanbel cild-1, sh-2
11) Tabakât-ül-huffâz sh-3
12) Hulâsat-ü tehzîb-il
kemâl sh-239
13) Tabakât-ı Şirâzî sh-38
14) El-İber cild-1, sh-27
15) En-Nûcûm-üz-zâhire cild-1,
sh-78
16) Târîh-ul-Ümem-i
ve’l-mülûk cild-3, sh-192
17) İbn-i Hişâm cild-1,
sh-364
18) El-Kâmil fi’t-târih
cild-2, sh-208, 139
19) Kitab-ul-harâc sh-73
20) Kitâb-ul-emvâl sh-77
21) İbn-i Âbidîn cild-3,
sh-364, cild-2, sh-49
22) El-Evâil sh-78/b
23) Kitab-ul-harâç (Yahyâ
bin Âdem) sh-169
24) Sahîh-i Buhârî cild-4,
sh-242
25) Müslim,
fedâil-üs-Sahâbe
26) Sünen-i Tirmizî cild-2,
sh-182
27) Târîh-ul-hamîs cild-1,
sh-333
28) İnsân-ul-uyûn cild-1,
sh-329
29) El-A’lâm cild-5, sh-45
30) Hilyet-ül-evliyâ cild-1,
sh-38
31) Bedâi-üs-sanâi cild-7,
sh-9
32) Miftâh-u
Kunuz-üs-sünne, Hz. Ömer maddesi
33) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-1056
34) Eshâb-ı Kirâm sh-383
35) Herkese Lâzım Olan İmân
sh-1