Esîr var mıdır ve keyfiyeti nedir?

Esîrin varlığı kat'î değil. Ne var ki, yüzde yüz itimat edeceğimiz bazı zevâtın, misâl sadedinde dahi olsa bunları îrâd edip kullanmaları, bizi hiç olmazsa dikkatli olmaya davet etmektedir.

Çok eskilerde, HUYGENS'in tereddütle ortaya attığı bu, her yere nâfiz ve gayet ince bir mevcut olan Eter fikri, J.Clerk Maxwell tarafından şu şekilde te'yid görünce, artık mutlak boşluk düşüncesi unutulmuştu. Maxwell şöyle diyordu: Mekân dâhilinde elektrikî-mıknatıs hâdiselerin vücudunu ispat ettikten sonra, esîr gibi bir vasatın lüzumuna ihtiyaç vardır. Makro âlemden, mikro âleme kadar her şey bu esîr içinde hareket eder. Maxwell, bu keşfin ilk neticesi olarak ziya dalgalarının elektrikî-mıknatıs dalgalarından başka bir şey olmadığını ve binâenaleyh ziyânın da bir elektrikî mıknatıs hâdise olduğunu iddia ediyordu ki, bu keşif hakikatte, tabiî hâdiseleri bir birliğe doğru götürmek yolunda atılmış ilk adımdı.

Hadd-i zâtında Maxwell'den evvel FARADAY da elektromanyetik hamûlelerin boş mekân içinde hareket edemeyecek ve faâl olamayacaklarını, mutlaka bir vasata muhtaç bulunduklarını düşündükten sonra, bulduğu kanunlarla bu hamûlelerin, enine dalgalı cereyânlar halinde dalgalanacağını ve bu dalgaların aynen ışık gibi aksetme, kırılma ve çift kırılmaya tâbi olacağını haber veriyordu. Maxwell ise, ışığın nisbeten kısa elektromanyetik bir dalgadan ibaret olduğunu iddia ediyordu. Daha sonra ise HERTZ yaptığı pek çok tecrübelerle, Maxwell'in nazariyesini ispat etti. Yani, bir odanın herhangi bir köşesinde meydana getirdiği elektrik akımını odanın diğer köşesinde hiçbir irtibat vasıtası olmayan elektrik devresinde şerâreler hâsıl ettiğini, bu dalgaların süratinin, ışığın süratine müsâvî olduğunu gördü ki, bu dalgalara, adını izâfeten HERTZ dalgaları dendi. Aslında bununla bugün herkesin çok iyi bilip ve istifâde ettiği radyo, telsiz, telefon esası keşfedilmiş oluyordu.

Esîr fikri, uzun zaman hâkim olduktan sonra, onun gerçekten var olup olmadığını MORLEY ve MİCHELSON tecrübe ile öğrenmek istemiş ve şöyle düşünmüşlerdi: Arzın bir noktasına tesbit edilen bir cihazda, bir ışık şuâsının yarısı yerin hareket istikâmetine doğru bir noktaya aksettirildiğinde, şuanın diğer yarısı da arzın hareket istikametine amûdi (dikey) istikametindeki noktaya gönderilse ve oradan da yine cihazdaki muayyen noktaya yansıtıldığı takdirde, arzın hareket istikâmetindeki şua parçasına vâsıl olması lâzım gelir. Çünkü arzın hareket istikametinde giden ve dönen şua, esirin içinde daha yavaş gidecek ve dönecekti. Halbuki, yerin hareket istikametine amûdi (dikey) olarak gönderilen şua parçası esirin ters akışına maruz kalmayacağı için daha çabuk gidecek ve tabii aynı zamanda daha çabuk dönmüş olacaktı. Michelson ve arkadaşının yaptıkları tecrübe menfi olarak "eter"in aleyhinde çıktı. Hatta âletin yanlış olabileceği hususu düşünüldü ve tecrübe yenilendi. Yine aynı netice elde edildi. Demek ki eter diye bir şey yoktur. Haddizâtında bu tecrübeye radyo dalgalarının bir yerden bir yere intikali için, bir vasata ihtiyaç bulunmadığını da açıklıyordu.

Bu menfî neticeye îtiraz edenler oldu. Bunlardan LORENTZ, cisimlerin hareket istikametinde boyundan kaybedecekleri prensibine dayanarak Michelson'un denemelerinde de aynı durumun bahis mevzuu olduğunu söylüyor, her iki şuanın merkez noktaya aynı anda avdet ettiğini riyâzî olarak ispatlamaya çalışıyordu ki, meselenin ilk tecrübe ile ispat edildiği devrede bu oldukça makûl bir itiraz sayılırdı. Ancak, Michelson'un nasıl bir mevcudu tecrübe ettiğini, hem de Lorentz'in esîr vardır ifadesinden ne kast edildiğini anlamak oldukça mühimdir.

Bunlardan biri, yaptığı tecrübe ile ona yok derken, her halde esîrin katı bir madde olduğu tasavvuruna karşı diyordu. Ve en azından onu hava gibi kabul ediyor ve bir çeşit atmosfer hüviyetinde, arzı saran bu seyyâl maddenin arzla beraber hareketini de düşünüyor ve tecrübesini böyle hayâlî bir "eter" içinde yapıyordu.

Acaba, esir denen şey, madde üstü bir şey olamaz mıydı ki, günümüzde anti-madde, anti-atom, anti-proton, anti-nötron gibi meşhûd dünya karşısında gayri meşhûd ve gayr-i meşrû bir âlem olarak zıd bir çizgiyle îzâh edilen bu yanlış anlayışlarla te'lif edilmesin. Kaldı ki Bilim-Teknik ve Sızıntı gibi popüler bir kısım mecmualar, yeniden esire dönüş hususunda oldukça dikkate değer şeyler de kaydediyorlar.

Netice olarak diyebiliriz ki; Esîr mevzuunda müşâhede ve tecrübeye dayalı herhangi bir hüküm mevcud değilse bile,"Ceff'el-Kalem" esîr yoktur diye kestirip atacak kadar mâlûmata da, henüz sâhib bulunmamaktayız.

Mekân fiziğindeki yeni temayüller etere yeşil ışık yaka dursun, biz terminolojide mutâbakata varılmadan sürdürülen bu mücadelenin daha yıllarca devam edip gideceği kanaatindeyiz.

Bu hususta sözlerimi bitirirken, en doğru sözlünün beyânı içinde toprak, su, hava, ateş mürekkeplerinden evvel arş-ı rahmet bir "amâ" üzerinde olduğu ve bunun altında, üstünde hava bulunmadığı sözünü, geleceğin fizikçilerine tetkik mevzûu olarak arz edip geçelim...