Fuhşun zararlarını anlatır mısınız?
Fuhşun zararları anlatılmayacak kadar çoktur. Fuhuş, bir insanın gayr-ı meşru zevk ve lezzetlere kendisini kaptırması demektir. Yoksa insanın meşru dairedeki dünyevî zevklerden istifadesi fuhuş değildir. Evet, "Meşru dairedeki lezzetler keyfe kâfidir, harama girmeye ihtiyaç yoktur." Efendimiz (asm) "Ne fuhşa dair bir söz söyledi, (Peygamberliğinden önce bile) ne de fuhşun semtine sokuldu." denilmektedir. Hadd-i zatında O bir Peygamber olarak kendisinde ismet sıfatı vardı. İsmet günaha girmeme, harama bakmama ve harama mey-letmemedir. Eğer Efendimiz'de (asm), bunlardan bir tanesi bir kerecik tezâhür etseydi, onu her fırsatta çürütmeyi planlayan hasımları bunu çok iyi değerlendirecek ve serrişte edeceklerdi. O'na sihirbaz, şâir, kâhin, yetim, fakir diyenler, şunu yapmak bunu yapmak istiyor diyenler, bunu demediler, diyemediler, diyemezlerdi de; çünkü bu iftiralarını kimse tasdik etmeyecekti. İffetiyle yaşamıştı. Ağzından böyle bir şey sâdır olmamış ve kulağına bu sözlerden bir tanesi girmemişti. Hatta o galiz söze bile, reaksiyon gösteriyordu. Bir seferinde Yahudiler gelip "Sana ölüm!" mânâsına "Es sâmu aleyküm" demişlerdi. Aişe validemiz, "Es sâmu aleyküm - sana ölüm!" dediklerini anladığı için onlara "Ve aleyküm sâm" karşılığını vermişti. Efendimiz ise, gayet kibarca ve kendisine yakışır şekilde, "Ve aleyküm" "Sizin üzerinize de olsun" diyordu. Sonra da "Ya Aişe sert olma, haşin olma" diye ona tenbihte bulunuyordu. Hz.Aişe: "Görmedin mi Ya Rasulallah! Sana ne dediler?" deyince de Efendimiz (asm): "Ben de onlara sizin de üzerinize olsun!" dedim, cevabını veriyor, fakat kötü lafı ağzına almıyordu. Diyebiliriz ki kötü söz Efendimizin ağzına misafir olarak dahi girmemiş ve kafasından geçmemiştir.
Nasıl geçer ki kendisi şöyle buyuruyor: "İnnallahe lâ yuhibbu fahişel bezî." "Ulu orta ve sağda solda uygunsuz uygunsuz laf eden, fuhşa ait şeyler söyleyen ve sevimsiz kelimeler sarfeden kimseyi Allah sevmez."
Maalesef fuhuş günümüzde çok revaçtadır. Halbuki fuhuş her yönüyle, her haliyle, her ünitesiyle, her müessesesiyle şeytana hizmet eder. Fuhşa karşı İslâm'ın ortaya koyduğu bir kısım düsturlar ve esaslar vardır. İnanan insanlar bu düsturlara başvurdukları sürece, fuhuş girdabına kapılmayacak, fuhuş seylaplarıyla sürüklenip yok olmayacaklardır. Ama İslâm'ın esâsât ve düsturlarına riayet edilmediği zaman, insanların tıpkı kütükler gibi bu fuhuş seylaplarına kapılıp sürüklenmeleri mukadderdir. Kendimiz dahil, bütün inanmış arkadaşlarımız, kardeşlerimiz hakkında endişe ettiğimiz en mühim mesele, bir gün şeytanın onları bu damarlarından vurmasıdır. Ehl-i dalâlet ve ehl-i dünya; henüz yollarda emekleyen ve tam oturaklaşmamış bir kısım genç ve safderun arkadaşlarımıza kadın musallat ederek onları baştan çıkarmak için çok ciddi gayretler göstermektedirler. Onlar para ile halledebileceklerini para ile, makamla baştan çıkaracaklarını makamla, ahlâksızlığa sevketmekle batağa sürükleyeceklerini de onunla baştan çıkarmak için hep gayret içindedirler. (Allah bizleri muhafaza etsin!)
İslâm'ın bu mevzudaki esaslarını şöyle sıralayabiliriz. İslâm, beşere ait her şeyi realite olarak kabul eder. Meselâ beşerde gazab, hırs ve inad gibi duyguların bulunması birer realitedir. Fakat, bunlar yerinde kullanıldığı zaman yümün, bereket ve bir kısım hayırlara vesile olabilirken, aksine insanı şerre sürüklerler. Aynı şekilde İslâm insanın şehvetini de bir realite olarak kabul eder. Çünkü şehvet, insanda şahsî hayatın ve neslin devamı için verilmiş bir avans, bir İlâhî armağandır. İnsan bu avansı kullanıp, değerlendirerek, yeryüzünde Allah'ın halifesi olan Ümmet-i Muhammed'in çoğalmasına vesile olacaktır. Efendimiz (asm): "Tenakehu tekaseru feinnî übahi bikümül-ümeme yevm el-kıyameh." buyurur. Yani "Evlenin, çoğalın, ben sizin, çokluğunuzla iftihar ederim." O, iftarı demhânede, bayramı puthânede, orucu meyhânede olan insanların çokluğu ile değil; namazımızı kılan, kıblemize dönen, bizim dediğimiz şeyleri söyleyen ve hakka dilbeste olan kimselerin çokluğuyla iftihar ediyor. Binaenaleyh bu açıdan gayet rahatlıkla denilebilir ki, insandaki şehvet hissi, mukaddes bir histir; zira bu hiss sayesinde beşerin en müstesnâ ve mümtaz kimseleri dünyaya gelmiş ve bizim için vesile-i iftihar olmuşlardır. Efendimiz de bunlardan biridir.
İslâm her meselede olduğu gibi bu meselede de bir ölçü ve denge getirmiştir. Esas olan insanın günaha girmemesidir. Bunun için de çeşitli vesileler kullanılabilir. Evlenme bunların en başında gelir. İnsan gücü yettiği an evlenmelidir. Evlenmeye imkanı olmayan ise, Allah Rasûlü'nün tavsiyesine göre oruç tutmalıdır. Zira oruç günahlara karşı bir kalkandır. Ancak oruç da bütün şartları yerine getirilerek tutulmalıdır ki, fuhşa mani fonksiyonunu yerine getirebilmiş olsun.
Meselâ insan, bütün gün aç durup da akşam vakti tıkabasa karnını doyursa, sahurda da yine iftar vaktiyle yarışır gibi yemek yese bu insan, elbetteki oruçtan beklenen neticeyi elde edemiyecektir. Zira oruçtan gaye şehveti kırmaktır. Halbuki günde belli kalorinin üstünde alınan gıdalar şehvetin kırılması şöyle dursun, şehvete payanda olmaktadır. Dolayısıylada böyle yiyip-içen bir insanın oruçtan fayda görmesi imkansızdır.
İnsan normal vakitlerde de yeme ve içmesine dikkat etmelidir. Az yeme, az içme ve az uyuma değişmeyen İslamî bir prensiptir. Efendimiz en âzamî midenin üçte birini yemeğe üçte birinin de suya ayrılmasını tavsiye eder. Geri kalan üçtebirlik yerin ise, boş bırakılmasını öğütler. Allah katında en sevimsiz kabın dolu mide olduğu da yine Efendimiz tarafından ifâde buyurulmaktadır. Öyle ise oruçta da aynı ölçülere riâyet etmek mecburiyetindeyiz.
İstenen ölçülere riâyet etmediği halde, oruçtan beklenen neticeyi elde edemediğini söyleyen bir insan, oruca iftira ediyor, demektir. Oruç mutlaka faydalıdır ama, o insan yalan söylemektedir.
Allah Rasûlü'ne birisi gelir, kardeşinin şiddetli bir karın ağrısına tutulduğunu söyler. Allah Rasûlü ona bal şerbeti içirmesini tavsiye eder. Adam ertesi gün gelir ve karın ağrısının daha da arttığını söyler. Efendimiz yine aynı tavsiyede bulunur. Üçüncü gün adam aynı şeyleri söyleyince, Allah Rasûlü "Allah doğru söylüyor; fakat senin kardeşinin karnı yalan söylüyor." karşılığını verir. Bir hikmet vardır böyle olmasında bu sözün söylenmesinde. kim bilir, belki de onun i'tikad ve düşüncesinde bir bozukluk vardır. Evet, niyetini sağlamlaştırıp, sağlam bir moralle insan zehir bile içse, şifa ve derman olur, ama konsantre olma, tam inanma ve tevekkül gibi hususlar çok önemlidir. Bunun gibi, Efendimiz orucu bizim için bir kalkan, sütre ve fenalıklara karşı da bir koruyucu olarak görüyorlar da, biz bu mevzuda tam frenlenemiyorsak, yalan söyleyen biziz. Allah Rasûlü ise her zaman doğru söylemektedir.
Bununla beraber bazı kimseler hususi mahiyette yaratıldıkları için beşeri garizaları çok yüksektir. Böylelerinin, onları cinnete sevkedecek kadar şiddetli evlenme arzuları olabilir. İhtimal ki, oruç onları tam frenliyemiyecektir. Bu türlü kimseler, fakir ve geçim sıkıntısı içinde de olsalar derhal evlendirilmeli ve günahlara girmelerine meydan verilmemelidir.
İslâm, bir taraftan gence oruç tut veya evlen derken, diğer taraftan da beşinci kol faaliyetleri adına toplumu kemiren hastalıklara karşı, ciddi vaziyet alıyor, bunların hepsini yasaklıyor ve bunlara karşı müeyyideler koyuyor. Hem o kadar yasaklıyor ki, şayet bir yerde bir genç, başkalarının baştan çıkmasına sebep teşkil ediyorsa, bulunduğu yerden fitne olmayacağı bir başka yerde ikameti yeğleniyordu. Meselâ Efendimiz, bir kadını böyle bir meseleden ötürü Medine'den uzaklaştırıyor. Hz.Ömer (r.a.)'de bir delikanlıya Medine hâricini gösteriyordu. Nefyedilen genç soruyor: "Ya Ömer! Günahım neydi?" Cevap veriyor: "Hiçbir günahın yoktu. Ancak seni cemaatin selameti için, "seddi zerayı" "Medine'den uzaklaştırıyorum." Binaenaleyh göze, kulağa ve daha başka uzuvlara seslenen, ve tahrik unsuru olan şeylerin hepsinin yok edilmesi lazımdır ki, fuhuştan da, tefahhuştan da uzak kalmış olalım. Günümüzün insanı çok ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bulunmaktadır. Efendimiz yer yer bu tehlikeye dikkat çekmiş, "Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, kadın fitnesidir." buyurmuştur. Başka bir hadiste, "Ümmetim için kadından daha büyük bir fitne bırakıldığını hatırlamıyorum." demiştir. Kadın fitnesi, pek çok geçmiş milletleri hâk ile yeksan etmiştir. Evet, pek çok eski cemaat ve milletler kadın yüzünden mahv-u perişan olmuştur. Roma ve Bizans şehvet ve şehevânî duygular altında kalarak ezildi. O güzelim Endülüs de öyle.. El-Hamra sarayının hamamlarındaki utanç verici resimleri gören hemen herkes bunu kabul eder zannediyorum. Evet, sanat adına sağa sola çizilen ve şehevânî duyguları ifâde eden resimler, ahlâkın o dönemde ne derece sukût ettiğini açıkça göstermektedir. Haşa, Allah zalim değildir. Zalimler Allah'ın kılıcıdır, Allah, zalimlerle intikam alır. İşte bu hikmete binaen "Ezzalimu seyfullah yentekimu bihillah sümme yüntekamu minhu." denilmiştir. Allah onların başına zalim Ferdinand'ı musallat ettiği zaman, onlar çoktan şehevânî duygularının altında kalıp ezilmişlerdi. Aynı şekilde Cenab-ı Hak, Yunan'ı Bulgar'ı daha başka kafir ve zalimi bize musallat ettiği zaman da, bazı dindar bölgenin bir kısım insanları oturak âlemleri yapıyor ve gece âlemleri düzenliyorlardı. Halbuki bu bölgelerin insanları daha sonra, o güne kadar yaptıklarına göre daha hafif olan serpuşa karşı isyan edeceklerdi. O zaman o oturak ve gece âlemlerinin mânâsı neydi? Niye o ahlaksızlıklara karşı isyan edilmiyordu? İsyan edilmedi ve derken Allah zalimleri musallat etti; böylece yoldan çıkmış kimselere "Hizaya gelin!" mesajını verdi.
Evet, fuhuş milletleri yerle bir eden korkunç bir hastalıktır. Selçukî'den, Abbasi'den sonra, şanlı Osmanlı İmparatorluğu da bu devvar-u gaddarın pençesinde can vermiştir. Bundan sonra kimleri hâk ile yeksan edecek şimdilik belli değil. Bugün bir kısım yanlış iddialar var. Eğer bu iddiaların arkasında bir kısım safderun kimselerin iğfali olmasaydı aşağıda ele alacağımız meseleyi ele almayı hiç düşünmüyordum. Onların iddiasına göre, fuhşun önünü almak için erkek ve kadının ihtilatı ve bir arada bulunmaları lazımmış. Böylece her iki tarafta birbirine alışacak, dolayısıyla da ortada hiç bir tehlike kalmayacaktır. Onların bu iddiası çok korkunç, çok kuyruklu bir yalandır. Öyle korkunç bir yalandır ki bu yalan gençlerin yüzde 50-60 ını yanlışlığa sevketmiştir. İlmî araştırmalar ve istatistikler gençlerimizin yüzde 60'ının içki aldığını ortaya koymuştur. İçkinin gençlerin yavaş yavaş fuhşa yöneltecek bir şehvet tahrikçisi olduğu da bilinmektedir. Şimdiye kadar kimse cesaret edemedi ama, eğer ciddi bir araştırma yapılsa, içimizdeki beşinci kol faaliyetlerini yürüten, dış irtibatlı güç odaklarının, gençlerimizi birinci planda ve ilk hamlede fuhuşla avladıkları apaçık ortaya çıkacaktır. İçki ve fuhuş gençlerimizin kanının içine giren bir anemidir. Evet, şehvet avcılığı açığı ve kapalısı ile tıpkı kan kanseri gibidir. Onların bizim odumuzu-ocağımızı söndürmek için ileri sürdükleri bu muhakemesiz ve muvazenesiz iddialar, yani insanların şehvetini tahrik ederek şehvet söndürmeye gidilmesi, deniz suyu ile insanların susuzluğunu giderme teşebbüsü gibi çok ters bir müdahaledir. Çünkü içirdikçe yakacak ve içi yananlarda daha da içme arzusu uyaracaktır. Üstelik İslâmi ölçülere uymayan her türlü çıplaklık, sadece kadına karşı değil, erkeklere karşı da çok kötü arzular uyaracaktır. Vücutları göre göre, müstehcen sözleri duya duya, ve hayalinden bir türlü silemediği açık saçık vücutları düşüne düşüne durmadan erkeklik hormonları üreten ve her gün biraz daha şehevânî duyguların baskıları altına giren bir sürü genç, maalesef kanunlarla da yasak edilmediğinden dolayı cinsî sapıklığa doğru sürüklenip gitmekte ve toplumumuzun yüz karası haline gelmektedir. Pek çok kötülük gibi bu da bize Avrupa'dan gelmiştir. Avrupa belki soğuk bir memleket olduğu için (gerçi bu meselenin de münakaşası yapılabilir) bizdeki kadar birdenbire salgın bir hastalık olmayabilir; fakat sıcak memleketlere doğru gidildikçe bu mesele çok düşündürücüdür. Ne bir dinde, ne bir kitapta, ne de sıhhatli bir muhakemede yeri olmayan böyle bir iddiayı ilim adamları ileri sürüyorsa, oturup halimize ağlamamız icabeder. Mektepte bir öğretmen bunu söylüyorsa, bu milletin ve bu devletin düşmanlarına ve beşinci kol faaliyetlerine yardımcı oluyor demektir. Çünkü kadına karşı zaafı olana, ahlâksızlık davetinde bulunuyorlar. Cemiyeti derdest edip ve onu her gün biraz daha başka emellere hizmet edebilecek hale getiren beşinci kol faaliyetleri ile, devletçe, milletçe uğraşmamız gerekmektedir. Rabbim bu millete ve bu milleti idare edenlere basiret ihsan eylesin! Maalesef günümüzde, gençler, ideolojik saplantılara düşmesin diye bilhassa bu faaliyeti hızlandırdılar. Halbuki bilmiyorlar ki, cihanın şarkındaki münafıklar da, gençleri çekmek için -Komünizmi ilk defa ilan ettikleri zaman- kadın ve erkekleri müşterek olarak hamamlara doldurdular. Komünist ve anarşistlerin bir silah olarak kullandığı gayr-i meşru bir yolu denemek suretiyle, gençleri onlardan uzaklaştıracaklarını zanneden kimseler, katmerli bir yanlışlık içinde bulunmaktadırlar. Arzu ederiz ki bu yanlış anlayıştan geriye dönsünler.
Müslümanların, şahsi hayatlarında bu meseleye çok dikkat etmeleri gerekir. Çünkü bu haramlar zamanla kalbini istila ve işgal ede ede, (Bel râne ala kulûbihim) "Artık kalpleri pas tutmuştur." (83/14) sırrı zuhur edecek, kalp duymaz ve duygulanmaz hale gelecektir. Günahlar kalbi kararttıktan sonra bir insanda, islâmi aşk ve heyecan bulunması mümkün değildir.
Demek oluyor ki, fuhşun önünü almak için iki çare ve vazife vardır. Bunlardan birincisi: Ferdin kendisine düşmektedir ki, o da evlenmek, oruç tutmak veya başka dinamikleri kullanmak suretiyle fuhşa düşmekten korunmaktır. İkinci çare ise, bütün bir millete ve devlete düşmektedir. O da cemiyeti fuhşa teşvik eden her türlü beşinci kol faaliyetlerini durdurmak ve kurutmaktır. Beşinci kol faaliyeti ki, bir milletin yıkılışına tesir eden en şer bir karanlık güçtür. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de bilhassa bu karanlık güce dikkati çekmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Müminler arasında fuhşun yayılmasını arzu edenlere, işte onlara dünya ve ahirette can yakıcı azab vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz" . (Nur, 24/19)
Usulüne uygun olarak bu karanlık güçlerle mücadele etmek mecburiyetindeyiz. Unutmayalım ki, hem kendimizin hem de milletimizin kurtuluşu buna bağlıdır.