Mesleğimiz itibarıyla çok istediğimiz bir idealimiz vardı. Kaybetmenin verdiği üzüntü içtimai yönümüzü tesir altında bırakıyor. Bu duruma nasıl mani olabiliriz?
Arkadaşımız bu sorusuyla çokların başına gelebilecek bir meseleye tercümân oluyor. Kendi başına gelen bir hâdise ve onun kendisinde hâsıl ettiği menfî tesiri de samimi bir dille ifade ediyor.
Kur'ân-ı Kerîm, "İnsan her arzuladığını elde edeceğini mi zannediyor" (Necm, 24) âyetiyle bu hususa temas etmektedir. İnsan harîs olmamalıdır. Dünya da, âhiret de Allah'a âittir. Bazan buradaki kaybetmeler orada kazanmaya sebep olur. Cenâb-ı Hakk burada alır, orada verir. Hem aldığına mukâbil neleri vereceğini ve bizi ne sürprizlerin karşılayacağını bilemeyiz.
Duhâ sûresinde Efendimize hitaben "Velel âhiretü hayrun leke min'el ûlâ" denilmekte ve âhiretin ûladan daha hayırlı olduğu bildirilmektedir. Bir son bir evvelden daha hayırlı iken, kaybedilenlere üzülmek niye? Yarının kazancını düşünerek hamdedip sevinmeli değil miyiz!
Hayatımızı bir tetkik edelim. Muhakkak herkesin başından bir değil bir çok hâdise geçmiş; hepsi de bu hükmümüzü teyit etmektedir. Önce kaybettiğimiz şeylerin üzüntüsüyle iki büklüm olurken, sonra bu kaybedişin nasıl ilâhî bir lütuf olduğunu görmüş hayretimizden dilimizi yutacak hale gelmişizdir. Bazan Cenâb-ı Hakk bizi cebren bir yere sevk eder. Bu sevk ve hicrette eski durumumuzdan ve dostlarımızdan ayrılmak bize ilk önce çok zor gelebilir. Fakat bu sevkin ardında Allah, bizim elimizle öyle fütuhât ihsân eder ki eğer biz onu işin başında bilmiş olsaydık değil inkisâr, koşarak hatta sürünerek oraya giderdik.
meseleyi müşahhaslaştırmayı zâit görüyorum. Zira biliyorum ki, ben şu sözleri sarf ederken dahi sizler muhayyilenizin yardımıyla gittiğiniz mâzide, kendinize âit bir mevzûda nice misâller bulup hayâlinizde canlandırıyorsunuzdur...
"Hayır, Allah'ın tercihinde olandır". O'nun kesip biçtiği ve takdîr ettiğine râzı olmak gerekir. Bu, Rabb'e karşı öyle bir hoşnutluk ifadesidir ki, içinde çok ince bir merbûtiyet, kulluk ve ihlâs manâları taşımaktadır.
Allah Rasulü bize sabah akşam okunmak üzere bir duâ öğretiyor: (Radînâ billâhi rabben) "Rabb olarak Allah'tan, nebî olarak Hz. Muhammed (as) dan ve din olarak da İslâm'dan râzıyız."
Mâdem ki, bütün bunlardan râzıyız, râzı olan râzı olduğuna teslîm olur. Öyle ise, biz de bütün benliğimizle ona ve O'nun râzı olduğuna teslim olmalıyız. Evet, böyle davranmakla az şey kaybediyor, fakat çok şey kazanıyoruz. Suâl sahibi kardeşimiz de müteselli olsun. Her birerimizin olmak isteyip de olamadığı ve daha sonra da olamadığına memnun olduğu çok şeyler vardır. Fakat Allah'ın oldurduğu hepsinden daha güzeldir. Bizim arzumuz değil, Rabbimizin isteği; bizim temennilerimiz değil Rabbimizin dilediği... İşte kulluğun rûhundaki sır da budur. Ayrıca görüyoruz ki, O, istediğini azız istediğini de zelil kılıyor. Nice dünün azizleri var ki, bugün birer sefil ve geçmişi nice sefîl ve derbederler de var ki bugün birer Sultân...!
Bizim uzak ve baîd gördüğümüz, Allah nazarında çok yakındır. O öyle şeyler görür ve ileride de bize gösterir ki, bugünden o farklı yanları görebilseydik, arzu ve istek akışlarımız hemen mecrâ değiştirirdi. Güzel bir sabırla sabret! Allah'a güven ve O'na itimat et! Dünya ve âhirette tek geçer akçe O'nun rızasını elde etmektir,Onu ara ve bulmaya çalış. Bulduğun zaman da kapan secdeye ve ömür boyu şükret!...