İşlediğimiz pek çok günahlar yıllar geçmesine rağmen aklımızdan gitmiyor, hatta aynı günahlara teşvikçi oluyor. Sokakları bu tür günahları hatırlatan manzaralar istila etmiş durumda. Ne yapacağımızı bilemez olduk. Sadece dua ediyoruz ki, şehid olalım ve günahlardan temizlenme yolunu bulalım.
Bu soru değil, samimi bir gönülden gelen talep. Sahâbîye yanaşma ve yaklaşma yolunda atağa kalkmış bir kalbin ızdıraplarının ifâdesi. Biz, çarşısı, pazarı günâhlarla dolup taşsa da, bu toplumun içinde kalmaya karar vermişiz. Burada çeşitli münâsebetlerle anlattığım; şu anda hatırladığım bir hissimi, müsaadelerinizle, bu münâsebetle bir kere daha anlatmak istiyorum.
İlk defa Allah Resulünü ziyaret nasip olduğunda, Ravza-i Tâhireye giderken nerede ise cinnet geçirecektim. Sanki bana, kendisini bizzat göreceğim gibi geliyordu. Acaba nerede diye diye durmadan sağıma soluma bakıyor ve O'nu arıyordum.0 anda Cennetin bütün kapıları açılsa ve bana gir denseydi, reddedecek bir ruh hâleti sarmıştı benliğimi. İsterseniz buna peygamberin köyüne âşık olma diyebilirsiniz.
Fakat benim arkadaşlarıma bir vasiyetim var. Eğer diyorum, bir gün buraları terk eder ve oraya gidersem, ben bunu şahsî füyüzâtım için yapmış olacağım. Beni yakamdan tutup sürüye sürüye buraya getirsinler. Aksi halde Rabbîmin huzurunda iki elim iki yakanızdadır...
İşte meselenin iki ayrı yüzü. Bir tarafında peygamber köyüne duyulan dayanılmaz hasret: diğer yanda burada düşen boyunduruğu kaldırma mecbûriyeti. Birincisi, tamamen şahsî, ikincisi ise bütün bir milletin, hatta top yekün İslâm âleminin kaderiyle alâkalı bir husus.
Teker teker hepimiz de aynı tercîhle karşı karşıya bulunuyoruz. Siz de en az benim kadar oralara âşıksınızdır. Fakat buralarda kalmaya kendinizi mecbûr biliyorsunuz. Çünkü bayrak burada yere düşmüş. nesil burada mahvolmaya başlamış ve her şey burada bitmiştir. Eğer yeniden bir şey başlayacaksa buradan başlayacaktır. Biz de. ızdırâp çekecek, maddî manevî füyüzât hislerinden fedakârlıkta bulunacak ve burada kalacağız.
Evet, kabul ediyorum, günâhlar yollarımızı alıyor ve her ân rûhumuzun yaralanmasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Fakat buna rağmen, niyetlerimiz sağlam ve hâlistir. Gönlümüzü süsleyen tek düşünce vardır. O da. Rabbîmizin dinine omuz vermek. Allah Resûlünü neslimizin kalplerine yerleştirmek, ve bu uğurda başımıza gelecek bütün belâ ve musibetlere baştan râzı olarak, buralarda kalmada azimli olmaktır. Onun içindir ki, insanlar arasında kalıp onların cefâsına katlanmayı, dağlara çekilip inzivâ etmeye ve köşemize kapanıp zikir çekmeye tercih ediyoruz. Toplumun içinde duracak, ara sıra onun paletleri arasında ezilecek; fakat yine o toplumun içinde kalmaya devam edeceğiz. Zira, burada vazife yapmaya mecbûr, hatta mahkumuz!...