Hacerü’l Es’ad (Esved) hakkında ayrıntılı bilgi verir misiniz?

Saâdetli bir taştır. Cenâb-ı Hakk'ın her işinde bir hikmeti vardır. Kâbe bir binadır ve biz namazda o tarafa doğru döneriz. Fakat esas bizim dönüşümüz "Eyne mâ tüvellû fesemme vechullâh" âyetiyle de anlatıldığı gibi, Allah'adır. Yani biz Cenâb-ı Hakk'ın marziyatına teveccüh etmiş oluruz.

Cenâb-ı Hakk bazı yerlere kutsiyet lütfetmiştir. Meselâ Mescid-i Aksâ, Mescid-i Haram ve Ravza-i Tâhire hep mukaddestirler. Evet, Allah Rasûlünü bağrında taşıyan yerin taşı ve toprağı mukaddestir. Binlerce şâhidin şehâdetiyle onun toprağını şifâ niyetiyle kullananlar şifâ bulmuşlardır. Bu mucâveretten, o belde de mukaddestir.

Mülk sahibi Allah'tır ve mülkünde istediği gibi tasarruf eder. İnsanı bütün hayvanat âleminden üstün kıldığı gibi, İki Cihân Serveri'ni de meleklerin dahi önüne geçirmiş ve üstün kılmıştır. O istediğini yapandır. Şerefli ve azız kılmak da, hor ve zelîl kılmak da O'nun elindedir. Ve işte O Allah, bir taşı azız kılmış ve o taş bütün inananların nezdinde mukaddes kabûl edilmiştir. Bize düşen Cenâb-ı Hakk'ın, hangi nur ve hangi sırra ma'kes yaptığını bilmek değil, O'nun mübârek saydığı şeylere saygılı olmaktır.

Allah Rasûlünün hutbe verirken yaslandığı hurma kütüğü, O'ndan ayrılınca, dayanamayıp ağlıyor.. sonra İki Cihân Serveri'nin onu istilâmıyla kutsileşiyor ve Cennet ağaçlarından bir ağaç olmaya hak kazanıyordu.

Ashâb-ı Kehfin köpeği, sadâkatından dolayı mükâfatlandırılıyor ve nev'ini temsîlen, bir kısım hadîslerin rivâyetiyle, Cennet yolları kendisine açılıyor. Hacer'ül-es'ad'a gelince o da, bize kadar nakledilip gelen bazı rivâyetlere göre Hz.İbrahim (as.)ın Kâbe'yi inşâ ederken kullanmak üzere Ebu Kubeys Tepesinden alıp getirdiği ve iskele olarak kullanmak üzere üstüne çıkıp Kâbe duvarlarını ördüğü bir taştır. İşte Hz. İbrahim gibi bir Halilullah'ın ayağını bastığı bu taş, Cenâb-ı Hakk'ın bahşettiği kutsiyetle azîz kılınmıştır.

O'nun Cennetten gelen bir taş olduğuna dair de rivâyetler vardır. Belki de gökten gelen bir meteor, bir gök taşıdır. Meleklere ait ulvî bir âlemden geldiği için kendisine bu değer verilmiştir. Geliş keyfiyeti ne olursa olsun bugünkü durumuna te'sir etmez. Ne olursa olsun o, bizler için mukaddes bir taştır. Ona taş diyoruz ama, bu onu başka bir kelimeyle ifâde edemediğimiz içindir. Onun mâhiyetini ifâdeye daha uygun bir kelime bulunmuş olsaydı onu söylerdik. Bu bir edep meselesidir.

Zaman zaman parçalara ayrılmış, kırılmış ve bazı hükümdarlar tarafından bu taşa ait parçalar, çeşitli beldelere taşınmıştır. Şimdi kalan kısım Kâbe'nin bir köşesinde durmaktadır ve kıyâmete kadar da inşaallah duracaktır.

Bu taşta belli sırlar vardır. Bizim bilemediğimiz ince hikmetler saklıdır. Efendimiz, onun kıyâmet günü şâhitlikte bulunacağını beyân ediyorlar. Bu nasıl olacaktır? Bugün bu meseleyi ilmî tahlillerle ispat edemeyebiliriz. Bugünün tekniği, bunu anlamaya yeterli olmayabilir. Fakat, benzeri gördüğümüz öyle hârikalar var ki hepsi de bu mevzûda bizim düşüncemizi teyit etmektedir. Meselâ, cansız ve câmid maddelerden bir araya getirilen şu insanın konuşması nasıl bir hârikulâde ise, Hacer'ül-es'ad'ın şahitlik yapması da öyle bir hârikadır. Esas itibâriyle öyledir, fakat ülfet ve alışkanlık, bize, insandaki bu hârikulâdeliği unutturmuş bulunuyor. Nasıl insanda hâfıza kuvvesi var ve nice malûmat orada muhâfaza ediliyor, öyle de Cenâb-ı Hakk'ın yaratmasıyla Hacer'ül es'ad'da da böyle bir durumun olması gayet normaldir. O binlerce video bandı gibi, bütün kendisini istilâm edenlerin resim ve seslerini kaydedebilir ve bunlar öbür âlemde birer şâhid hüviyetini alabilirler.

İşin mâhiyeti ne şekilde ve nasıl olursa olsun, bizim için mühim değildir. Oraya bir tahta parçası konulsaydı ve Hacer'ül-es'ad'a verilen kutsiyet ona verilseydi biz onu da aynı saygı ve hürmetle istilâm eder ve bu taşa karşı yaptığımız aynı şeyleri bu defa ona karşı yapardık. Zira biz neticeyi hep Rabbimiz'e dayandırıyor ve esasen bekleneni O'nun engin Rahmetinden ve her şeyi de O'nun muhit ilim ve Kudretinden bekliyoruz.

Hz. Ömer, onu öperken "Ey taş biliyorum ki, sen bir taşsın, ne fayda ne de zarar verebilirsin. Eğer Allah Rasûlünün seni öptüğünü görmeseydim seni asla öpmezdim" der. Arkasında duran Hz. Ali fısıldar. “Ya Ömer! O'nda saklı sırları bilseydin şimdi ona böyle seslenmezdin!'” mukâbelesinde bulunduğu rivâyet edilir. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.