AHİRET
BİLETİMİZ ÖLÜM
Mademki
ölüm denen olay bizim ahirete giden yolculuğumuzun ilk basamağıdır. Öyleyse
ben de öncelikle ölümden söz ederek giriş yapayım.
Kardeşim!
Bilmelisin ki, ölüm, insanlar için en büyük öğüt veren ve en büyük ders
almamız gereken ibret dolu bir olaydır. Yazık ki, katı yürekler hiç de bundan
bir öğüt almadıkları gibi kendileri adına bir ders de çıkarmıyorlar. Eğer
ölümden bir ders alınsaydı, bu, zaten bir vaiz olarak bize yeterdi. Nitekim
Peygamber (as) de buna bu manada dikkat çekmişti.
Allah
Resulü (as) şöyle buyurmuştur: “Vaiz ve uyarıcı
olarak ölüm yeter, zenginlik olarak da kesin iman yeter ” [1]
Kardeşim!
İyi bil ki, ölüm hepimiz içindir, kabir de bizi bağrına basacaktır. Kıyamet günü
ise hepimizi bir araya toplayacaktır. Aramızda hükmünü ise Allah verecektir.
Çünkü Allah, hâkimlerin en hayırlısıdır.
Nitekim
yüce Allah şöyle buyuruyor: “Her canlı ölümü tadacaktır.
Ve ancak kıyamet
günü yaptıklarınızın
karşılığı
size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp
cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa
ermiştir.
Bu dünya hayatı
ise aldatma metaından
başka
bir şey
değildir.”
(Ali İmran,
Başka
bir ayette de yüce Allah şöyle buyuruyor: “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız
ölüm, muhakkak sizi bulacaktır.
Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size
bütün yaptıklarınızı
haber verecektir.” (Cuma,
Şanı
yüce olan Allah yine buyuruyor: “Nerede olursanız
olun ölüm size ulaşır.
Sarp ve sağlam
kalelerde olsanız
bile.”(Nisa,
Aslında
ölüm denen olay, gerçekleşmesinde asla bir şüphe bulunmayan bir şeydir. Aksine
bu, teslim edilmiş, kesin kabul edilmiş bir olgudur. Çünkü bu olay görülebilen,
duyularla anlaşılan şeylerdendir. Bununla beraber yazık ki insanların çoğu
bundan gaflet içindedirler, hala aymıyorlar.
Müslüman’a
düşen görev, ölümü çokça hatırlamak olmalıdır. Onun için gerekli olan yol
hazırlığını yapmalıdır. Çünkü ölümü hatırlayan insan için, dünya tasaları,
üzüntü ve kederleri gerçekten hafif ve basit gelir. Dolayısıyla kişinin dünyaya
bağlanmasını önler. Nitekim bu durum onun günahlarının da silinmesine, yok
olasına yarar.
İbn
Ebuddünya’nın rivayetine göre Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça
hatırlayın.
Çünkü ölümü hatırlamak
günah işlenmesini
önler, yok eder ve dünyaya bağlanmamayı
sağlar.
Eğer
zenginlik halinizde ölümü hatırlarsanız,
bu, zenginlikle gururlanmayı ortadan kaldırır.
Eğer ölümü
fakirlik halinizle hatırlarsanız,
bu, sizi yaşantınızdan
memnun kalacak hale getirir.”[2]
Yine
Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır: “Tüm lezzetlerin tadını
kaçıran
ölümü hatırlayın.”[3]
Şairin
biri de şöyle sesleniyor:
Hazırlan,
mutlak bir gün gelmesinden şüphe olmayan
gün için
Çünkü
ölüm olayı
kulların
ameliyle baş başa
kalmasıdır
bil
İster
misin herkesin azığı
varken, sen azıksız
kalasın
yoldaşından
Onlar
hazırlıklı
çıkmışken
yola, sen azıksız
ve hazırlıksız
Öyleyse
müslümanın görevi, henüz beklenen an gelmeden önce bu dünyada iken ahireti
için hazırlık yapmasıdır.
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: “Ey müminler! Ahiret için azık
edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı
takvadır.
Ey akıl
sahipleri! Benden (emirlerime karşı gelmekten) sakının”
(Bakara,
Behey
kardeşim! Bir kimsenin uzun bir yolculuğa çıkacağında bunun için hazırlık
yapmamsı mümkün mü? Yolda açlıktan perişan düşmemesi için azığını almaması düşünülür
mü hiç.
Doğrusu
bizim ahirete giden yolculuğumuz oldukça uzundur. Bu yolda azığa ihtiyacımız vardır.
Bizim ise bu yoldaki azığımız, her şeyden yüce ve münezzeh olan Allah’ın
emirlerine yapışmak, yasaklarından uzak durmak suretiyle takva ile yaşamaktır.
Kim bu şekilde azığını hazırlar ve azık edinirse kurtulur ve yolunu sağ salim
geçip gider. Kim de bu söyleneler doğrultusunda hazırlamazsa azığını, sunu
hüsrandır, zarar ve ziyandır iyi bilsin bunu. Doğrusu saadete ermeyi murat
eden insan, bu yolculuğa hazırlık yapandır, bunun için gerekli olan malzemeyi
ve azığı hazırlayandır. Katı yürekli şaki insan ise, bu dünyaya aldanıp da ona
dalıp durandır. Şehevi duygularının, haz ve lezzetlerin içine dalıp da ansızın
kendisini yakalayacak ölümden habersiz yaşayandır. Oysa ölüm gelmiş çalmaktadır
kapısını, o hala isyandadır, tanımaz Rabbısını. Unutmuş itaati terk etmiş hak yolunu.
İşte bu gibilerine Rabbi şöyle buyurarak gösteriyor dönülmez yolunu:
“Nihayet
onlardan (müşriklerden)
birine ölüm gelip çattığında: Rabbim! der,
beni geri gönder; Ta ki boşa geçirdiğim
dünyada iyi işler
ve hareketler yapayım. Hayır!
Onun söylediği
bu söz boş
laftan ibarettir. Onların gerisinde ise,
yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah (kabir âlemi) vardır.”
(Müminun,
Yine
yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mallarınız
ve çocuklarınız
sizi Allah’ı
anmaktan alıkoymasın.
Kim bunu yaparsa işte
onlar ziyana uğrayanlardır.
Herhangi
birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar
geciktirsen de
Allah,
eceli geldiğinde
hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır.”
(Münafikun,
Ahmed
b. Hanbel, Beyhaki ve sahih olduğunu belirterek Hakim İbn Abbas’tan rivayet
etmişlerdir. Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Beş
şey
gelip çatmazdan önce beş şeyi ganimet ve fırsat
bil. Şöyle
ki, ölümünden önce bu hayatının
değerini
bil, hastalığa
yakalanmadan önce sağlığının
değerini
bil, meşguliyet gelip
çatmazdan önce boş
zamanının
değerini
bil, yaşlılık
gelip çatmazdan önce gençliğinin kıymetini
bil, yoksul düşmezden önce zenginliğinin
değerini
bil,”[4]
Şairin
biri de şöyle sesleniyor:
Ey dünyası
kendisini meşgul
eden insan
Uzun
emellerine aldanmamalı, etmemeli isyan
Ansızın
gelir ölüm behey gafil
Kabir
ise sandığıdır
amelin bil
Behey kardeşim şunu iyice
bilmelisin ki, Allah beni ve seni gaflet uykusundan uyarıyor. Çünkü her insanın
vardır Rabbini ezeli ilminde takdir olunmuş, belirlenmiş bir eceli. O anı ne
bir an öne alır, ne de erteler, geldi mi saati ansızın yakalar.
Yüce
Allah şöyle buyuruyor:
“Her
ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir
an geri kalırlar
ne de bir an ileri gidebilirler.”
(Araf,
Gerçek
şu ki, her insanın eceli müphemdir, ne zaman ve nerede öleceği bilinemez ve
ölümün ne zaman gelip kendisini yakalayacağını da bilemez.
Belki
de çoğu kez olduğu gibi ölüm, onu, kendisine haber vermeksizin ve herhangi bir
uyarıya gerek duymaksızın gelip gaflet içerisinde onu yakalayıverecektir. Oysa
o, dünyada pek uzun emeller ve olması pek de olası olmayan hayaller
peşindedir. Sakın gençliğine güvenip aldanmayasın. Hep yaşlılar ölür diye de
bir zanna kapılmayasın. Nice gençliğin baharında iken bu hayata veda edenler
ve nice orta yaşlı delikanlılar ölüp gitmişlerdir. Nice ölen yaşlılar var ki,
bu dünya hayatında onlar senden daha çok ve uzun emeller peşinde idiler,
dünyaya düşkünlükleri senden daha ileride idiler, hiçbirini gerçekleştiremeden
bu dünyaya veda ettiler. Nice evler, saraylar yapıp da bir gün bile içinde
oturmak nasip olmadan göçüp gittiler. Nice çiftçiler vardı ki ektiklerini biçip
yemeden göç ettiler. Nice nişanlı delikanlılar ve genç kızlar vardı ki
hayatlarının muradını göremeden bu dünyadan ayrıldılar. Nice yazarlar var ki
yazdıklarını ve yazmak istediklerini bitiremeden geçip gittiler.
Bak
hele bir kez bilge bir kişi ne diyor da dinle ve düşün:
Ey ne zaman yola çıkacağını
unutan insan
Görüyorum ki, seni ayırıp
yalnızlığa
iten ölümü
umursamayan
Yokluk
yolculuğuna
çıkıp
kaybolanları
unutmuşsun
sen
Oysa hepsi de olduğu gibi dünyayı
bırakıp
gittiler,
bir bilsen
Hepsi
de bir parça bez ve bir hırka ile
çıktılar
yola
Dibinde gölgelenmeyi hayal ettikleri bir ev yapamadan gittiler kabre
Ki onlar toprağın altında sara hastalığına
tutulmuş
kalmış
yapayalnız
Oysa önceden dost idiler, can ciğer arkadaş,
onlardan hiç kalmadı
yoldaş
Sen de yarın
veya bir gün sonra olacaksın
komşusu
onların
Kabirlerde tek başına yapayalnız
kalacaksın
uzak onlardan
Dostluk ve samimiyet kurduğun sevdiklerin
kestiler
bağını
Sözün de duran biri görmedin, kopardılar
tüm
bağlarını
Hazır
ol, bekle ölümünü, gitme azıksız
O
yakındır
dalma gaflete, düşe
boş
umutlara be akılsız.
Behey kardeşim! Artık
uyan bu aymazlıktan. Daldığın derin uykudan kaldır başını bir gör etrafını.
Bilmelisin ki, mutlaka ölüm gelip seni de uyuduğun yatağında karşılayacak, oysa
sen hep ruhunla hayat bulacaksın diye hayal kurmaktasın. Çevrende ailen,
çocukların ve sevdiklerin seninle isterler konuşmak ama nerede sende cevap vermek.
Aksine sen, ölümün şiddet ve dehşetinden, ölüm sarhoşluğundan kendinde değilsin
ki duyasın seslerini onların. Gözlerin çevreyi ve onları tarayıp durur, bakar
kalırsın, imdat dercesine! Onlar ise sana sesleniyorlar ve: işte etrafında dört
dolanıyor şu çocuğun, bu da kardeşin filan, şu ise falan dostundur, bak hele
tanıdın mı birini… Sanki kulağında sağırlık var da, duyamaz oldun onları.
Sadece yapmadıklarının üzüntüsünden ve Allah’tan yana yapmadıkların
amellerinden dolayı bakmaktasın adeta veda bakışlarıyla onlara.
Ne
bir çocuğun senin ruhunu geri getirebilir, ne bir kardeşin, ne annen, ne
baban, ne de eşin senin. Artık sana bir yarar sağlayamaz sıkıntılarla
biriktirdiğin ve üzerinde titrediğin malın. Oysa hep onları toplamak ve yığmak
için o yolda yormuştun kendini, unutmuştun kefeni. Öyleyse dinle bu konudaki
Rabbinin kelamını, çünkü O şöyle buyuruyor fermanını:
“Hele
can boğaza
dayandığı
zaman, o vakit siz bakar durursunuz. O anda biz ona sizden daha yakınız,
ama göremezsiniz. Mademki ceza görmeyecekmişsiniz,
Onu (can) geri çevirsenize, şayet iddianızda
doğru
iseniz! Fakat ölen kişi
Allah’a yakın
olanlardan ise, Ona rahatlık,
güzel rızık
ve Naim cenneti vardır. Eğer
o sağdakilerden
ise, Ey sağdaki!
Sana selam olsun! Ama yalanlayıcı
sapıklardan ise,
işte
ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.
Ve onun sonu cehenneme atılmaktır.
Şüphesiz
ki bu, kesin gerçektir. Öyleyse ulu Rabbinin adını
tenzih ile an.” (Vakıa,
Yine
yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Artık gözünüzü açın!
Ne zaman ki can köprücük kemiğine dayanır,
tedavi edebilecek kimdir? denir. Can çekişen
bunun gerçek bir ayrılış
olduğunu
anlar Ve bacak bacağa dolaşır.
İşte
o gün sevk edilecek yer,
Mana
şöyle olmaktadır: Can köprücük kemiğine dayanınca, işte tam bu andan itibaren
insan kesin olarak bu dünyadan ayrılacağına inanır. İşte bu andan itibaren ruh
yani can artık buradan çıkıp ayrılmıştır. Oysa onun çevresindekiler ise,
“acaba onu tedavi edip iyileştirecek birileri yok mu der dururlar. Çünkü onlar
hep tedavi ile iyileşeceğine inanıyorlardı.
Fakat
can çekişme anında ise onlar; hemen bir doktor çağırın, ona tıbben yardımcı
olabilecek birini çağırın! Oysa doktor’un yapabileceği bir şeyi, ona canının
geri çevireceği imkânı yok ki! Eğer doktorun böyle bir mahareti var olsaydı,
birinin canını kurtarabilseydi, önce kendi canını ölümden kurtarırdı. Ancak
gelen doktor hastayı görünce, elinden yapabileceği bir şey gelmeyeceğini anlar
ve hasta yakınlarına:
—Biraz
onu dinlendirin, demek olur veya Allah ondan sonra sizlere hayırlı ve uzun ömürler
versin, olacaktır yahut da buna benzer birtakım ifadeler olacaktır. Nitekim
Şair şöyle seslenir:
Bir kez atmasın
pençesin ölüm
Tüm
tedaviler geçersiz kalır bilin
Artık bundan sonra cenaze
hazırlıklarına girişilir, Allah’a doğru yol alması için gereken işlemler
yapılır. Artık dünyadan beraberinde hiçbir şeyi yanın almaksızın, tıpkı
annesinden doğduğu ilk günkü gibi çıplak olarak ve üzerinde kendisini örten
bir kefen parçasıyla döner. Yüce Allah doğru söyler, çünkü O şöyle buyurur:
“Andolsun
ki sizi ilk defasında
yarattığımız
şekilde
bize geldiniz. Oysa size vaat edilenlerin tahakkuk edeceği
bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız,
değil
mi?” (Kehf,
Yine
yüce Mevla buyuruyor: “Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız
gibi teker teker bize geleceksiniz ve dünyada size verdiğimiz
şeyleri
arkanızda
bırakacaksınız.
Yaratılışınızda
ortaklarımız
sandığınız
şefaatçılarınızı
da yanınızda
göremeyeceğiz.
Andolsun, aranız
açılmış
ve ilah sandığınız
şeyler
sizden kaybolup gitmiştir.”
(En’am,
Söyleyen
ne de doğru söylemiş:
Ne kadar sağlıklı
yaşarsa
yaşasın
ana kuzusu
Bir
gün gelir, tabut ile yola koyulur ölüsü
O halde artık bundan
böyle ailesi bireylerini terk etmiş, uğrunda ter döküp bel büktüğü, zorluklarla
toplayıp kasaya doldurduğu şeyleri de bırakıp gitmiştir. Oysa o varlığı,
serveti edinmek için ne kadar da hırslıydı. Hatta kimi zaman öylesine cimrilik
ederdi ki, kendi nefsi de dâhil ailesi biteyleri için bile harcama yapmazdı.
Peki, öyleyse şimdi ne oldu, evet o mal şimdi varislere kaldı.
Mal, mülk ve
çocuklar hep emanettirler
Gün
gelir asıl
sahibi onları
tekrar alır
Hz. Ebu Bekir ölüm
döşeğinde iken, başucunda annemiz kızı Hz. Aişe (r), bakar ki babası ruhunu
teslim etmektedir, sinesi adeta dışarı fırlayacakmış gibi ses çıkarmaktadır.
İşte bu anda bir şiirin şu mısraına sarılır ve der ki:
Varlığıma yemin olsun ki
hiçbir genç kurtulamaz
ölümden
Eğer
o gün gelirse, göğüs dışarı
fırlar
dehşetten
Ebu Bekir (ra) kızına
bakar ve ona şöyle der, kızım şiir okuma, ancak şu ayeti oku!
“Ölüm
sarhoşluğu
gerçekten gelir de: İşte bu, senin öteden
beri kaçtığın
şeydir,
denir.” (Kaf,
Ey
Ebu Bekir! Allah senden razı olsun. Sen şu anda hayatın son demlerini
yaşıyorsun, ölümün en şiddetli sıkıntısını taşımaktasın ve tam da ölüm
sarhoşluğunda iken yine de yüce Rabbinin kitabını hatırlamaktasın, konuyla
ilgili ayetleri okumaktasın. Nasıl olmasın ki, bu, adeta onun damarlarında
dolaşan kan misali içine işlemiz Rabbinin kelamıdır, hatırlamaz mı o hiç?[5]
Kardeşim!
Bilmelisin ki eğer herhangi bir insanın ölümden kurtulabilmesi mümkün olabilseydi
bu, peygamberlerin efendisi, yaratılmışların en şereflisi, önce gelenlerin ve
sonradan gelecek olanların seyidi, âlemlerin Rabbinin sevgilisi, habibi,
efendimiz Hz. Muhammed (as) olurdu.
Yüce
Allah şöyle buyuruyor: “Biz, senden önce de hiçbir beşere
ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen,
sanki onlar ebedi mi kalacaklar?” (Enbiya,
Yine
yüce Allah buyuruyor: “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler.”
(Zümer,
[1] El-Fethul Kebir,
[2] Süyuti, Camiussağir kitabında
[3] Süyuti, agk
[4] Hâkim, Müstedrek, K. Rikak, hadis:
[5] Hz. Aişe ile babası Ebu Bekir arasındaki bu konuşmanın tümünü öğrenmek
istersen bak İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kübra,