PEYGAMBERİN
HASTALIĞI VE ÖLÜMÜ
Rivayete
göre Allah Resulü (as) bir rivayete göre
Bunun
üzerine Peygamber (as) amcası Abbas ile yeğeni ve damadı Hz. Ali’nin omuzlarına
dayanarak Hz. Aişe’nin evine geldi. Allah Resulü’nün hastalık sebebi, Hayber’de
yemiş olduğu bir yemekten dolayı idi. Çünkü ikram edilen ete zehir konmuştu.
Buhari Hz. Aişe’den rivayet ediyor, Hz. Aişe diyor ki:
Allah
Resulü’nün ölümüyle sonuçlanan bu hastalığında Allah Resulü (as) şöyle buyurmuş:
“Ey
Aişe!
Ben hala, Hayber’de yediğim o yemeğin,
etin acısını
hissediyorum. İşte şu
anda yediğim
o zehirli et sebebiyle kalbimin damarı çatlayacak
gibidir.”[2]
Allah
Resulü’nün hastalığının şiddeti artınca, başından aşağıya su dökmelerini istemiş,
onlar da başına su dökerek ateşi düşürmeye çalışıyorlardı. Çünkü ateşli hastalıktan,
sıtmadan aşırı derecede rahatsızdı.
Rivayet
olunduğuna göre Allah Resulü’nün (as) ölüm zamanı yaklaşınca, ölüm meleği
yanına gelir ve kapıyı çalar. Peygamber (as) ey Fatıma! Kapıda kim var? diye sorar.
O da, babacığım! Bir ziyaretçi, diye söyler. Allah Resulü (as) peki onu
tanıyor musun, der. Fatıma, hayır, tanımıyorum, der. Bunun üzerine Peygamber
(as): “ey Fatıma! O gelen, lezzeti kaçıran, cemaatleri birbirinden ayıran,
erkek ve kız çocuklarını yetim bırakandır. Ona kapıyı aç! Bunun üzerine onun
sesini işitti fakat onu göremiyordu. O şöyle diyordu:
Ey
Nübüvvet ve risalet evinin halkı! Size selam olsun. Allah Resulü (as) de
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin de üzerinize olsun, diye selamını
aldı ve ey kardeşim! Ey Azrail beni ziyarete mi geldin yoksa ruhumu almaya mı?
diye sordu.
Azrail
de: Ey sevgilim, habibim! Ben bu dünyada bugüne dek senden önce hiçbir kimseyi
ziyarete gelmedim. Ancak sana karşı şefkat ve merhametle, seni üzmemekle emrolundum.
Eğer ruhumu al, dersen, alacağım, eğer dön git, dersen, dönüp gideceğim, diye
cevapladı.
Bunun
üzerine Allah Resulü (as) sana Allah adına yemin veriyorum, Kardeşim Cebrail’i
nerede bıraktın, o gelene dek, ruhumu alma, dedi.
Azrail
(as) de, onu gökte bıraktım, ruhun ile alakalı olarak melekler ona taziyede
bulunuyorlar, dedi. Azrail’in sözleri henüz bitmişti ki, Cibril-i Emin şöyle
diyerek iniverdi:
Ey
Muhammed! Rabbinin sana selamı var ve sana diyor ki: Sen Onun Resulüsün, elçisi
ve en seçkin kulusun, Mutsafasısın. Dilersen eğer, tıpkı Peygamberi Nuh’un
(as) ruhunu ertelediği gibi seni de erteleyecek! Bunun üzerine Allah Resulü
(as) Peki ey Cebrail, bunun ötesi ne var? Diye sorması üzerine, Cebrail, senin
Allah ile kavuşman vardır.
İşte
bunun üzerine Allah Resulü (as): “Ey Azrail, ruhumu al” diye buyurdu.
Azrail
(as), Allah Resulü’nün mübarek ruhunu almaya başladı. Canının kesilmesi dizlerine
kadar ulaşınca, dedi ki; “Allah’ın kendisine nimet verdikleriyle beraberdir”
dedi, göbeğine kadar ulaşınca, “dönüşümüz ancak Allah’adır” dedi, cani göksüne
dayanınca, Biz Allah’tan geldik” dedi. Can boğaza gelince, “Aman ya Rabbi, bu
ölüm acısı ne kadar da zormuş” dedi.
Bunun
üzerine kızı Fatıma (ra) da: “Bugünden itibaren senin sıkıntına, yokluğuna dayanmak
gibi bir başka acı olamaz babacığım, aman ya Rabbi bu nasıl bir acı!” dedi.
Peygamber
(as) kızı Fatıma’nın bu üzüntüsü üzerine, “Kızım, artık bugünden sonra baban
bir sıkıntı ve ıstırap yaşamayacaktır” dedi. Allah Resulü’nün yanı başında bir
tasın içerisinde su bulunuyordu. Allah Resulü elini buraya daldırıyor ve
bununla yüzünü, yanaklarını serinletiyor ve şöyle diyordu: Refik’i A’la’ya,
Refik’i A’la’ya, doğrusu ölüm anının da sıkıntıları varmış.
Allah
Resulü’nün (as) ölümü üzerine kızı Fatıma: “Vah babacığım! Dua ede ede Rabbinin
çağrısına icabet etti. Vah babacığım, Firdevs cenneti yerin olsun. Vah babacığım!
Babacığım, acısına Cebrail’i bile çağırdığımız babacığım!
Allah
Resulü (as) defn edilince, Hz. Fatıma Enes’e: “Ey Enes! Allah Resulü’nün üzerine
toprak örtmek nasıl yüreğiniz elverdi?” diye konuşmuş.[3]
Peygamber
(as) Hz. Aişe’nin evinde, onun kucağında, başı onun göksüne dayalı olarak vefat
etti.[4]
Peygamber
(as) Hz. Aişe’nin evinde vefat ettiği yerde toprağa verildi.[5]
Kardeşim!
Allah Resulü’nün (as) ölüm anındaki bu halini görüp öğrendikten sonra ne
düşünürsün söyler misin? Acaba ölüm anında bizin halimiz ne olacak bilir misin?
Allah’tan ölüm anında bizleri ölüm sarhoşluğunun verdiği sıkıntılardan
korumasını, bu anın kolayca geçmesini dileriz. Son nefesimizi mutluluk ve huzur
içerisinde teslimini isteriz. Çünkü O her şeyi işiten ve dualara icabet
edendir.
Peygamber
‘den (as) gelen rivayete göre O (as) şöyle buyurmuştur: “Doğrusu
ölümün öyle bir şiddet
ve sıkıntısı
vardır
ki bu, üç yüz kılıç
darbesinden çok daha şiddetlidir.”
Kardeşim!
Bilmelisin ki, mümin can çekişme noktasına gelince, Azrail’e onun canını alması
için emir verilir. Azrail de bu mümin kişinin yanına güzel bir surette, güzel
kokular içerisinde olarak gelir. Onun ruhunu almaya başlar ve canını alırken de
tıpkı yağdan kıl çekercesine, onun canını alır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“De
ki: Size vekil kılınan,
bu konuda görevlendirilen ölüm meleği canınızı
alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
(Secde,
Azrail
ile birlikte rahmet melekleri de onun ruhunu alması için orada hazır bulunurlar.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Nihayet
birinize ölüm geldi mi elçilerimiz, görevli meleklerimiz onun canını
alırlar.
Onlar vazifede kusur etmezler.”(En’am,
Melekler
mümin kulun yanına geldiklerinde onu cennetle müjdelerler. Olabileceklerden
dolayı kendisi için bir korku olmayacağını söylerler, geride kalanlar için de
mahzun olmamasını öğütlerler.
Yüce
Mevla buyuruyor: “Şüphesiz
Rabbimiz Allah’tır
deyip, sonra dosdoğru yola yürüyenlerin
üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın,
üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin.”(Fussilet,
Melekler
kendisini cennetle müjdelediklerinde sevinir ve mutlu olur, artık bundan böyle
ölümü sever.
Müslim’in
Hz. Aişe’den rivayetine göre, demiş ki Peygamber (as) şöyle söyledi:
“Kim
Allah’a kavuşmayı
isterse, Allah da onunla kavuşmayı
ister, kim Allah’a kavuşmayı
istemezse, bundan hoşlanmazsa,
Allah da o kuluna kavuşmayı istemez.”[6]
Hz.
Aişe diyor ki, dedim ki, ey Allah’ın Resulü! Ben ölümden hoşlanmıyorum, bu
nasıl olacak? Diye sordum. Bunun üzerine Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Ey
Ebu Kuhafe’nin kızı!
Bu, senin bildiğin
gibi değildir.
Bu, şu
demektir. Mümin öleceğinde melekler onu
cennet ile müjdelerler. İşte
bundan dolayı
da mümin bir an önce Allah ile, Rabbiyle kavuşmayı
diler. Allah da böyle kulu ile kavuşmayı
sever. Kafir kimseye gelince, ölümle pençeleşmeye
başladığında
melekler onu azap ile müjdelerler. İşte
böyle biri de Allah ile kavuşmayı
istemez, hoş görmez,
Allah da böyle bir kulu ile karşılaşmayı
istemez.” [7]
Nesai
de Ebu Hureyre’den (ra) rivayet ediyor, demiş ki Allah Resulü (as) şöyle buyurdu:
“Mümin ölüm döşeğinde
iken, rahmet melekleri beraberlerinde beyaz bir ipekle gelirler.
Şöyle
derler: Sen Rabbinden hoşnut
ve Rabbin senden memnun olarak çık, Rabbinin huzuruna,
Onun rahmetine ve Onun sana karşı öfke duymadığı
huzuruna çık
git. Ruh böylece misk kokusundan daha güzel ve hoş
bir koku ile çıkar,
ayrılır.
Hatta öyle ki o ruhu melekler elden ele dolaştırırlar.
Böylece ta gelip gök kapısına dayanırlar.
Melekler o ruhu getiren meleklere: dünyadan getirmiş
olduğunuz
bu ruh ne kadar da güzel kokular saçıyor, derler. İşte
böylece müminlerin ruhlarını
getirirler, melekler bundan dolayı
büyük bir sevinç ve mutluluk duyarlar. Tıpkı
yitiğini
bulmuş
birinin duyduğu
sevinç ve mutluluk gibi. Bu arada; filan kimseye ne oldu, filan
kişi
ne yaptı,
diye sorarlar. Bunun üzerine çevresindekiler derler ki, dokunmayın,
ona, o henüz dünya kederini üzerinden atmış
değildir,
fazla sormayın.
Kendilerine, filan kimse de ölmüştü ve size, yanınıza
gelmişti,
derler. Onların buna cevabı,
o, cehennem ateşini
boyladı,
olur.
Kâfir
olanlara gelince, ölüm döşeğine
düşünce
kâfir, azap melekleri yanına
bir pala ile gelirler ve kendisine, Allah’ın
gazabını
ve öfkesini hak ettiğin halde çık
git Allah’ın
azabına!
Böylece kâfirin canı, en iğrenç bir halde kokuşmuş
bir şekilde
bedeninden ayrılır.
Böylece onu alıp
dünya kapısının
önüne getirirler. Oradakiler, bu iğrenç
koku imiş,
diyerek rahatsızlıklarını
dile getirirler. Böylece onu da kâfirlerin ruhlarının
yanına
getirip katarlar.”[8]
İşte
mümin olan bir kimsenin ölüm sebebiyle olan sevinci böyle olacaktır. Çünkü
mümin böylece Rabbisine kavuşmaktan mutlu ve memnun kalacaktır.
Rivayete
göre Bilal b. Rebah ölüm döşeğinde iken, yanı başında hanımı üzülerek velveleye
başlar ve Ahh der: Bilal, hanımına şöyle bir bakar ve ona, sakın ha ah
deyip üzülme, eğer diyeceksen, ne mutlu
ona, de, diyerek uyarır. Devamla şöyle der: çünkü şu anda ben adeta geceleyin,
düğüne ve zifafa hazırlanan damat gibiyim. Çünkü yarın sevdiklerim Muhammed
(as) ve arkadaşlarıyla beraber olacağım. Behey zavallı kadın ağlayacaksan sen
kendi haline ağla. Çünkü ben uzun yıllar hep bunun için, bugün için ağlayıp durdum.
Şairin
biri şöyle seslenir:
Annen seni doğururken
sen ağlamakta
idin
Oysa
çevrendekiler gülüp eğlenmede idi
Çalış
öyle bir gün için herkes ağlarken çevrende
Ölümün
geldiği
gün sen mutlu gülücüklerle git cennete
Anlatıldığına
göre Salihlerden biri yürürken yolda, tanımadığı biri selam verir o anda. Adam
ona, sen beni tanıyor musun, diye sorar. Adam, hayır, ben seni tanımıyorum, ben
ölüm meleğiyim, der. Bu defa o Salih kul, ölüm meleğine, ey uzun zamandır
kayıplara karışmış olan sen, hoş geldin, Safalar getirdin, der. Ölüm meleği, bu
Salih adama, git, işini, ihtiyacını gör de gel, deyince, adam meleğe, Allah’a
yemin olsun ki, benim Allah’ıma kavuşmaktan başka bir ihtiyacım yoktur, der.
Sana Allah adına yemin veriyorum, ne olur, canımı al, melek de o şahsın canının
yolda iken alır.
Aslında
mümin olan bir kimse ölüm sebebiyle mutluluk duymalıdır. Çünkü mümin kişi,
ahirete inancı olan kimse demektir, hesap gününe iman eden insan demektir. İşte
mümin böyle bir gün için amel işler ki, işlediği amelinin karşılığını yarın
görebilsin.
Düşün
bir kez, adam aylıklı olarak çalışıyor, şimdi böyle bir kimse, ay sonunda çalışmasının
karşılığını beklemez mi hiç? İşte mümin olan bir kimse de böyledir. O ölüm sebebiyle
mutlu olur. Çünkü o, bu sayede çalışmasının karşılığını bulacaktır. Çünkü Allah
güzel iş ve davranışlarda bulunanların işlerini boşa çıkarmaz. İşte işin bu
noktasında yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Dünya
hayatı
bir oyun ve eğlenceden
başka
bir şey
değildir.
Muttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır.
Hala akıl
erdirmiyor musun?” (En’am,
Kafirlerin
durumuna gelince, Azrail (as) onlara, oldukça korkunç bir şekilde gelir.
Kapkara bir yüz, üstünde kokuşmuş bir giysi ile gelir, onun canını çok
şiddetli ve eza vere vere alır. Canını alırken adeta ipeği dikenden koparıp
aldığı gibi alır. Ya da yündeki dikenleri, pıtrağı ayıklarcasına ruhunu alır.
İşte böyle bir anda tıpkı eşeğin ses çıkardığı gibi ses çıkarır. Bu arada
Azrail (as) ile birlikte azap melekleri de gelmişlerdir. Onu veyl ve sebur ile
cehennemdeki en şiddetli ceza uygulamasının gerçekleştiği yerlerle korkuturlar.
Onun yüzünden ve sırtından kamçılarla kırbaçlarlar ve bu arada şöyle derler: Allah’ın gazabı ve azabı üzerine olarak, Allah
senden hoşnut olmayarak çık.
Yüce
Allah şöyle buyuruyor: “O zalimler, ölümün boğucu
dalgaları
içinde, melekler de pençelerini uzatmış,
onlara: ‘Haydi canlarınızı
kurtarın!
Allah’a karşı
gerçek olmayanı söylemenizden ve
O’nun ayetlerine karşı kibirlilik taslamış
olmanızdan
ötürü bugün alçaklık
azabı
ile cezalandırılacaksınız!’
derken onların
halini bir görsen!” (En’am,
Nitekim
yine yüce Allah buyuruyor: “Melekler yüzlerine ve arkalarına
vurarak ve ‘tadın yakıcı
cehennem azabını’
diyerek o kâfirlerin canlarını
alırken
bir görseydin.” (Enfal,
Yine
yüce Allah buyuruyor: “Ya melekler onların
yüzlerine ve sırtlarına
vurarak canlarını
alırken
durumları
nasıl
olacak!” (Muhammed,
Rivayete
göre Hz. İbrahim (as) ölüm döşeğinde iken ölüm meleği yanına gelir. İbrahim
(as) ölüm meleğinden kâfir olan kimselerin canlarını alırken hangi suret ve şekilde
onlara gözüktüğü yüzünü, kendisine göstermesini ister. Ancak ölüm meleği, sen
benim o şeklimi görmeye tahammül edemezsin deyince, İbrahim (as) aksine ben,
dayanabilirim, diye ısrar eder. Bunun üzerine ölüm meleği, öyleyse birazcık
yüzünü diğer tarafa çevir hele, der ve ölüm meleği, kâfirlerin ruhlarını
alacağında göründüğü şekle girer ve sonra dön ve bana bak der. İbrahim (as)
ölüm meleği o dehşet saçan şekliyle görünce, ürperdi ve bayılıp düştü. Aklı
başına geldikten sonra, Azrail (as) ona, beni nasıl gördün, diye sorar. İbrahim
(as) ona:
Vallahi
kardeşim Azrail, senin o şekil ve suretini görmenin dışında eğer kâfirlerin başkaca
bir azabı olmayacak olsa bile, senin o şekilde onlara gözükmen azap olarak
onlara yeter, der.
İşte
ölüm anında herkes bu gerçeği açıkça görecek ve
“İnsanlar
uykudadırlar,
öldüklerinde uyanırlar.”[9]
Kâfirler
ve münafıklar bu gerçeği gördüklerinde ayacaklar ve beni tekrar dünyaya geri
gönder, diyecekler ama ne çare.
Yüce
Allah buyuruyor: “Nihayet onlardan (müşriklerden)
birine ölüm gelip çattığında: ‘Rabbim! de,
beni geri gönder,’ Ta ki boşa geçirdiğim
dünyada iyi iş
ve hareketler yapayım.’
Hayır!
Onun söylediği
bu söz boş
laftan ibarettir. Onların gerisinde ise,
yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah vardır.”
(Müminun,
Yüce
Mevla buyuruyor: “Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın
bir süreye kadar geciktirsen de
Şanı
yüce Allah yine buyuruyor: “Kişinin Allah’a karşı
aşırı
gitmesinden dolayı
bana yazıklar
olsun! Gerçekten ben alay edenlerdendim, diyeceği
günden sakının!
Veya: Allah bana hidayet verseydi, elbette sakınanlardan
olurdum, diyeceği yahut azabı
gördüğünde:
keşke
benim içim bir kez dönmeye imkân bulunsa da
iyilerden olsam, diyeceği günden sakının.
Hayır
dönmeyeceksin! Ayetlerim sana gelmişti
de sen onları
yalanlamış,
büyüklük taslamış
ve inkârcılardan
olmuştun.”
(Zümer,
Ancak
dönüş nereden olacak ki! Dünyadaki aşırılıklarından dolayı duyduğu pişmanlığın
da artık bir yararı olmayacaktır. Ona ölüm öğüt vermiş, olaylar kendisine nasihatte
bulunmuştu ama o bunlardan hiç öğüt almadı, yaptıklarına pişmanlık duyup da
Tevbe etmedi ve Allah’a dönüş yapmadı. Dolayısıyla ölüm anındaki tevbesi ve
pişmanlığı da asla bir işe yaramadı ve yaramayacaktır da.
Bak
yüce Mevla ne buyuruyor: “Yoksa kötülükleri yapıp
yapıp
da içlerinden birine ölüm gelip çatınca “Ben şimdi
Tevbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenler için kabul
edilecek Tevbe yoktur. Onlar için acı bir
azap hazırlamışızdır.”
(Nisa,
Kardeşim!
Şurasını iyice bilmelisin ki, Azrail (as) herhangi bir kimsenin ruhunu alınca,
çevresindekiler bundan dolayı bağırışı durur ve ağlaşırlarken, o şöyle der:
Kimin için bu çığlıklar, kime ağlıyorsunuz? Allah’a yemin olsun ki ben, ne onun
eceline karıştım, ne de rızkına. O yaşayacağı kadar yaşadı ve rızkını da
dilediğince yeyip tüketti. Aksine Rabbi onu çağırdı. Ağlayacak varsa kendisine
ağlasın. Çünkü ben, sizler için hep dönüp dönüp tekrar geleceğim. Bu gelişim ta
ki sizlerden bir tekiniz bile yeryüzünde kalmayana veya bırakmayana dek devam
edecektir. Ölen kimse tabuta konulup taşınınca şöyle seslenir:
Ey
geride bıraktığım eşim, çocuklarım! Dünya benim eğlenip oynadığı gibi sisinle
de oynamasın. Ben, helal-haram demeden mal biriktirdim. Sonra da birikimim
arkamdakilere bıraktım. Artık mal sizin, ama sıkıntısı benimdir. Benim başıma
gelenlerin sizin de başınıza gelmemesi için sizi uyarıyorum.
Eğer
ölen kimse inanmış biri ise, benim için acele edin, der. Eğer ölen kişi inkârcı
veya fasık biri ise, yazıklar olsun ona, onu nereye götürüyorsunuz, der.
Behey
gafil kardeşim uyan gaflet uykusundan, kalk derin uykundan, ailenden, yakınlarından
ve tanıdığın çevrenden ölmüş olanlardan kendin için ders çıkar, ibret al.
Bilmelisin ki sen de onların varacakları yere gideceksin, yakın olan gelecek
mutlaka seni de bir gün bulacaktır. Başına gelecek olan ve gelmesi de kesin
olan şeyden kurtulmaya bak, kendini kurtarmaya bak. Uzun uzun emeller peşinde
dalıp durma. Bu, seni aldatmasın. Mademki bir şey gelecektir, o halde o gelecek
olan şey yakındır, demektir. Kaldı ki Allah da yaptıkların şeyler sebebiyle
seni gözetip durmaktadır. Ömür ne kadar uzun olursa olsun, o da gelip geçer,
sanki tüm ömür bir an imiş gibi gelir. Öyleyse ömründen geçen günlerini bir
değerlendir, geçirdiğin o zamanlar sanki bir an imiş gibi gelmiyor mu sana?
İşte ömür de böylece bir an gibi geçip gider ve son bulur. Nitekim şair ne
güzel söyler:
Geçen
geçip gitti, beklenen ise gayptır
Senin
için önemli olan bil ki bu andır
Anlatıldığına
göre Nuh (as) ölüm döşeğine düşünce -ki kendisi
Allah’a
yemim olsun ki ey kardeşim, ey Azrail! Bu dünya adeta iki kapılı bir han gibidir.
Birinden içeri girdim, diğerinden de çıkıp gidiyorum. Eğer bu kadar bir hayat
yaşamış olan Nuh (as) böyle diyorsa, ey Muhammed (as) ümmeti, söyleyin bakalım,
biz ne diyelim. Çünkü bizim ömürlerimiz nihayetinde
“Ümmetimin
ömürleri
Bir
başka hadislerinde de Allah Resulü (as) şöyle buyuruyor: “Ömrün süresi, savaşı
Peygamber
(as) vefat ettiğinde yaşı
Evet,
eğer yaşın bu noktaya ulaşmışsa artık yolculuk için gereken hazırlığı yap. Uzun
emeller seni aldatıp yolundan alıkoymasın. Şurası unutulmamalıdır ki, kişinin
ömrü ne kadar uzarsa, hayattan olan beklentileri, emel ve umutları da o oranda
artar, dünyaya olan hırs ve düşkünlüğü de o oranda fazlasıyla artar. Nitekim
Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır:
“Kul
yaşlanınca,
onunla birlikte iki haslet de büyümeye başlar, bunlardan biri
hırs ve diğeri
de uzun emel.”[12]
Kardeşim! Artık bundan böyle
hep ölümü hatırla, kendini bir hesaba çek, Rabbine itaatkâr ol. Kaldı
ki sen, ne zaman seni öteki âleme çağıracak sesin ne zaman çağıracağını
bilmiyorsun. O davet geldiğinde istesen de istemesen de sen ona icabet edecek
ve onu geri çevirmeyeceksin.
Sanma
ki yalnız hastalar ölür, her gün nice sağlıklı kişiler bu dünyaya veda
ediyorlar, nice hasta ve yatalaklar da var ki ölümü bekledikleri halde bir
türlü ölemiyorlar. Nitekim şair ne güzel söyler:
Nice sağlıklı
kimseler öldüler hiç hastalanmadan
Nice
hastalar beklerken ölümü yaşadılar
bir ömür boyu
Hemen her gün işitir
dururuz, filan kimse ölmüş, oysa dimdik ayaktaydı, diye, filanca kimse de
oturduğu yerde öle kalmış, falancası da uykuda öle kalmış diye. Artık bundan böyle
Allah’a karşı itaatkâr ol. Artık Rabbinin adını asla dilinden düşürme. Ölüm
hangi halde seni yakalarsa yakalasın, o gelince mutlaka seni iman üzere bulsun
ve sen de hep saadet ehli ol, mutlu ol.
Şair
Ber’i de şöyle sesleniyor:
Herkesin bir ömrü
var, gün gelir biter
Ölüm,
içinde allak bullak olacağı dar bir kabir
Allah’tan
dileğimiz bizi iman üzere öldürmesidir. Bize son nefeste, mutlu bir son ile
ruhumuzu teslim etmemizi bize nasip eylesin. Ölüm anında ise, ölüm
sıkıntılarından, dertlerinden ve şiddetinden bizi korumasını dileriz. Çünkü
Allah işiten, dualara icabet edendir. Güç, kuvvet ve kudret yüceler yücesi Allah’a
aittir. Onun gücü, kuvveti ve kudreti üzerinde başka bir güç ve kuvvet asla
yoktur.
Kardeşim!
Unutma ki, ölmek üzere olan bir kimsenin yanında yer alan kimse, iyilikten
başka bir şey konuşmasın. Nitekim Sünen sahiplerinden gelen rivayete göre, Ümmü
Seleme’den (ra) rivayete göre, Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Hastanın
veya ölenin yanında
bulunduğunuz
zaman,
Yine
Müslim’in de Ümmi Seleme’den yaptığı rivayete göre, Ümmü Seleme demiş ki; Allah
Resulü (as) Ebu Seleme’nin yanına girdi, Gözleri açıktı, gözlerini kapattı.
Sonra şöyle buyurdu:
“Şüphesiz
ruh kabzolununca yani alınınca göz
onun peşine
takılır,
kalır.”
Ailesi bireylerinden olanlar çığlık atmaya başladılar. Bunun üzerine
Allah Resulü (as) şöyle buyurdular:
“Kendiniz
adına
Nitekim
ölmek üzere olan bir kimsenin yanında Yasin suresini okumak sünnettir. Bu
konuda gelen rivayet Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud ve bunlar dışındaki hadis
imamlarından gelmektedir. Hadisi Ma’kil b. Yesar Allah Resulünden (as) rivayet
etmiştir. Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Yasin
suresi Kur’an’ın
kalbidir. Kim sırf Allah rızasını
güderek ve bir de ahiret yurdunu temenni ederek okursa,
kesinlikle Allah onu bağışlar. Yasin suresini
ölüleriniz üzerine okuyun.”[15]
Müsnedul
Firdevs sahibi Ebu Zer ile Ebu Derda’dan rivayet ediyor. İkisi demişler ki,
Allah Resulü (as) şöyle buyurdu: “Herhangi bir kimse ölüm döşeğinde
iken, yanı başında
Yasin suresi okunması halinde,
Allah ona ölüm acılarını
hafifletir.”
Nitekim
ölüm döşeğinde olan bir kimseye, “La ilahe İllallah”
kelimesi telkin edilmesi de sünnettir. Bu durum Müslim ile diğer hadis
imamları tarafından Ebu Said Hudri’den (ra) rivayet olunmuştur. Bu rivayete
göre Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur: “Ölüm döşeğinde
bulunan hastalarınıza
La ilahe İllallah
kelim esini telkin edin.”[16]
Yine
sahih olarak Peygamber (as)’den gelen rivayete göre şöyle buyurmuştur: “Kimin
dünyadaki en son sözü La ilahe İllallah olursa,
cennete girer.”[17]
Diğer
taraftan ölüm döşeğinde yatan bir hastaya, “arkadaş, hele bir La ilahe
İllallah, deyiver” demek doğru değildir. Ancak
Bir
de bu durumdaki bir hastaya bu türden bir telkinde bulunacak olan kişi, ona mirasçı
olacaklardan bir olmamalıdır. Ya da herhangi bir şekilde onun ölümünden yararlanacak
biri olmamalıdır. Çünkü bu gibi bir durumda şeytan hemen devreye girer, b u
yoldan vesvesede bulunur ve der ki, sakın söyleme, çünkü bu adam senin bir an
önce ölmeni ve malına konmayı istiyor, bu yüzden sana bu telkinde bulunuyor,
diyerek o kimsenin bunu söylememesini ister, vesvesede bulunur. Bu açıdan buna
dikkat olunmalıdır. Bir de şehadet kelimesini söyledikten sonra hasta, eğer bir
dünya kelamı bu arada konuşmuşsa, tekrar bu kelime hatırlatılır ki, son sözü bu
kelimeler olmuş olsun.
Bir
de ölmek üzere olan bir kimseyi kıble cihetine döndürmek, sağ tarafına
yatırmak, sırtını dayayıp yüzünü kıbleye karşı getirmek de sünnettir. Rivayete
göre Bera b. Marur, ölüm esnasında yüzünün kıbleye karşı döndürülmesini vasiyet
etmiş, peygamber (as) de, fıtrata, yaratılıştaki
var olan öze isabet etmiştir, diye bunu onaylamıştır.[18]
Ahmed
b. Hanbelî’n rivayetine göre, Peygamber (as)’in kızı Fatıma (ra), öleceğinde
kıbleye karşı dönmüş ve sağ tarafına yaslanmıştır. İşte bu özellik, bilhassa Peygamberin
(as), uykuya yatanlar için tavsiye ettiği ve ölünün de kabre yerleştirilmesini
istediği bir şekildir.
Diğer
taraftan üzerini açılmaması ve değişen yüz hatlarının görülmemesi için
üzerinin herhangi bir şey ile örtünmesi de sünnettir. Hz. Aişe’den (ra)
rivayete göre, Allah Resulü(as) vefat edince, üstü, Hibara adı verilen bir
yemen kumaşıyla örtüldü.[19]
Bu
rivayetler Buhari ve Müslim tarafından yapılmıştır. Aynı zamanda icma yoluyla
sabit olan bir gerçek var ki o da kişi ölen kimseyi öpebilir, bu, caizdir.
Çünkü Allah Resulü’nün (as) Osman b. Maz’un’u, öldüğünde öptüğü sabittir.
Nitekim Ebu Bekir (ra) de Allah Resulü (as) vefat ettiğinde üzerine kapanıp iki
kaşının arasından öpmüş ve ey canım peygamberim, ey benim en seçkin kardeşim! diyerek
üzüntüsünü dile getirmiştir.
Ölüm
olayı gerçekleşince artık cenazeyi fazla bekletmemek gerekir. Bir an önce
kefin ve defin işlemleri yapılmalıdır.
Ahmed
b. Hanbel ve Tirmizi Ali b. Ebu Talip’ten (ra) rivayet ediyorlar. Rivayete
göre Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Ey
Ali! Üç şey
vardır
ki, bunlar ertelenip geciktirilemezler. Bunlardan
bir vakti geldiğinde
namaz ertelenemez. Cenaze hazırlandığında
ertelenemez. Bekâr olan bir kadına
–kız
olsun, dul olsun- dengi olan bir taliplisi çıktığında
geciktirilemez.”[20]
Ebu
Davud da Husayn b. Vahvah’tan rivayet ediyor. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Müslümanın
ölüsünün ailesi çevresi arasında bekletilmesi
yakışık
almaz, doğru değildir.”[21]
Bu
arada varsa, ölenin borçlarının ödenmesine acele edilmesi de vacip yani farz
olur, varsa üzerindeki haklar, hak sahiplerine ödenmelidir. Nitekim Ahmed b.
Hanbel, Tirmizi ve İbn Mace Ebu Hureyre’den rivayet ediyorlar. Rivayete göre
Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Müminin
ruhu, borcu ödenene dek, borcuna asılı
kalır.”[22]
Bunun
anlamı şudur; yani hakkında herhangi bir hüküm verilemez, ne kurtulmuştur,
denebilir, ne de helak olmuştur, denebilir. Durumu ortadadır ya da cennete
konmada engeli vardır. Bu duruma göre ölen bir müslümanın öncelikli olarak eğer
varsa malı, derhal borcu bundan ödenmelidir. Eğer ölenin bir malı yoksa fakat ödemek
niyetinde idiyse, sabit olan rivayete göre, Allah onun borcunu karşılar.
Buhari’nin
Ebu Hureyre’den rivayetine göre, Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: “Kim halkın
malını
kendilerinden ileride ödemek kaydıyla alırsa,
Allah da ona o borcu ödeme kolaylığını
verir. Kim de onu bir daha vermemek üzere alırsa
Allah da onun elindekilerini alır.”[23]
Peygamber
(as) biraz sonra mealini vereceğimiz ayet ininceye dek borçlu olarak ölen bir
müslümanın cenaze namazını kılmazdı, kıldırmazdı. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Peygamber
müminlere kendi canlarından daha yakındır.
Eşleri
onların
analarıdır.
Akraba olanlar, Allah’ın Kitabına göre,
mirasçılık
bakımından
birbirlerine diğer
müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar;
ancak, dostlarınıza
uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır.
Bunlar kitapta yazılı
bulunmaktadır.”
(Ahzab,
Allah
Müslümanlara başka ülkelerin fethini nasip edip, Müslümanların mal varlıkları
artınca artık bundan böyle başkasına borçlu olan kimsenin cenaze namazını
kılardı. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Ben
müminlere, onların
canlarından
çok daha yakınım.
Kim borçlu olarak ölürse, geride de bir şey bırakamamışsa,
o borcun ödenmesi bize aittir. Kim de ölümünden sonra
geride bir mal bırakmışsa
o da mirasçılarınındır.”[24]
Gerçi
bu durum bugün bir hayret ve şaşkınlık uyandıracak gibidir. Ama bu bir vakıadır.
Oysa günümüzde adam vefat edince, geride tüm borçlarını kapatacağı serveti kalmışken,
mirasçılar hemen üzerine konarak engel oluyorlar. Çünkü aşırı derecede mala ve
servete olan düşkünlük onları böyle bir yola itiyor ve mirastan kendilerine
yeteri kadar mal kalmayacak veya kalırsa da çok az miktarda kalacak zannına
kapılarak borcun ödenmesini istemiyorlar. Gerçekten ulu Allah doğru söyler.
Çünkü O şöyle buyurmuştur:
“Haram
helal demeden mirası yiyorsunuz,
malı
aşırı
biçimde seviyorsunuz.” (Fecr
Yine
mala bu kadar düşkün olan bu kimseleri aynı zamanda büyük bir israfın, bidat
ve haramın içine düştüklerini de görürsün. Çünkü bunlar hemen ölenin arkasından
güya taziyeye gelenlere aş döküyorlar, yemekti, çaydı, sigaraydı, akıl almaz
manada israfın içine giriyorlar. Oysa ölünün arkasından böyle yapılacaktır,
diye Allah tarafından bir hüküm indirilmiş değildir. Tam aksine bütün bunlar
sonradan dine sokuşturulmuş ve dinin bidat diye adlandırdığı haram olan
şeylerdir. Doğrusu böylece en ağır haramları ve en kötü suçları işliyorlar.
Çünkü ölenin malından ve mirasçıların haklarından böylesine haram uğrunda
saçılıp savrulmasına, en büyük haramın işlenmesine kimse ses çıkarmıyor, böyle
bir yola ve işe harcama yetkileri olmadığı halde pervasızca saçıp savuruyorlar.
Oysa bu maldan yemek adeta midesine ve karnına ateş doldurmak gibidir. Çünkü
yüce Allah Kur’an’da şu haberi vermektedir:
“Haksızlıkla
yetimlerin mallarını
yiyenler şüphesiz
karınlarına
ancak ateşi
tıkınmış
olurlar; zaten onlar alevlenmiş
ateşe
gireceklerdir.” (Nisa,
Bir
uyarı halinde ise çoğu zaman ölenin velisi durumunda olanlardan, alacaklı olan
kimse alacağını istemeye gelince, vereceği cevap hazır, git de mezarına
kefenini soy, bak orada yatmaktadır,
olmaktadır.
Sevgili
kardeşim! Kulağına bu ve benzeri sözler birçok kimselerden hiç mi gelmedi.
Öyleyse yol yakınken kendini kurtar, borçlarını bir an önce öde, henüz hayatta
iken ve seninle bu hayat arasına ölüm meleği girmezden önce üzerine düşeni
yap, kendini kurtarmaya bak. Çünkü yarın bin bir güçlükle biriktirdiğin mal
varlığın başkalarına kalacak ve sen de yaptığın borçlardan ve başkalarının
sendeki haklarından ötürü rehin tutulacaksın. Oysa mirasçılar onu diledikleri
gibi har vurup harman savurmaktalar.
Allah
İmam Şafii’ye rahmet eylesin, ne güzel söylemiş:
Biriktirdiğimiz
varlığımız
hep mirasçılarındır
bil
Yaptığımız
evler ise zamanla yıkılmaya mahkûm
Ölümünden
sonra kimseye mesken kalmaz
Varsa
ölmeden yaptığımız
bir mesken
Eğer
yapmışsa
binayı hayırla
olur yeri hoş
Eğer
yapmışsa
binayı
kötülükle olur yeri boş
Gaflet perdesini gönüller
üzerine kapatan Allah’ı eksikliklerden tenzih ederim. Eğer bu gaflet ve
aymazlık söz konusu olmasaydı, hiçbir kimse yediğinin, içtiğinin ve zevkinin tadına
varamazdı. Peygamber (as)den rivayete göre şöyle buyurmuştur:
“Ölüm
hakkındaki
gerçekleri eğer Âdemoğullarının
bildiğini
hayvanlar bilebilseydi, siz o hayvanların et ve yağlarından
asla bir lokma bile bulamazdınız.”[25]
Kullarını
ölüm ve yok oluşla kahreden Allah’ı takdis ve tenzih ederim. Daimi olan ve
ölmez olan Allah’ı tenzih ederim. Çünkü biz Allah’tan geldik ve ona döneceğiz.
[1] Buhari, K. Hibe, Kişinin
hibesi bahsi,
[2] Buhari, Meğazi,
[3] Buhari, Kayser ve Kisra’ya gönderilen mektuplar ve Peygamberin en
son konuştuğu sözler bahsi,
[4] Buhari, Peygamberin (as) hastalığı bahsi,
[5] Bu konuda daha fazla bilgi için, bak, “Sülvanu’l-Hazin fi vefati
Seyydidil Mürselin” adlı kitabımız.
[6] Müslim, Zikir ve Dua, h:
[7] Bak önceki dipnot
[8] Nesai, Cenaiz,
[9] Bu hadis değildir. Hz. Ali’nin bir sözüdür. Bilgi için bak.
Acluni, Keşful Hafa,
[10] Tirmizi, Daavat, h:
[11] Müslim, Fedail, h:
[12] Buhari bunu yaklaşık lafızla rivayet etmiştir. Manası
Rikak bölümünde bu mana itibariyle rivayet olunmuştur. Bak. Rikak
[13] Tirmizi, Cenaiz, h:
[14] Müslim, Cenaiz, h:
[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
[16] Tirmizi, Cenaiz, Telkin bahsi, h:
[17] Ebu Davud, Cenaiz, Telkin bahsi, h:
[18] Hâkim, Müstedrek, Cenaiz,
[19] Müslim, Cenaiz,
[20] Tirmizi, Cenaiz,
[21] Ebu Davud, Cenaiz,
[22] Tirmizi, Cenaiz,
[23] Buhari, İstikraz,
[24] Buhari ve diğer hadis imamları rivayet etmişler. Bk Buhari,
Kefalet,
[25] Beyhaki, Ümmü Habibe’den rivayet etmiştir. Bak Fethul
Kebir,