KABİR
HAYATI
Kabir
hayatına veya kitabımızda belirtildiği gibi kabirdeki durumlara gelince ey kardeşim!
Bilmelisin ki Allah her ikimizi de, beni de seni de muvaffak kılsın, başarı imkânını
versin. Cenaze kabre konulup defin işlemi bittikten sonra, artık kabirde
Münker ve Nekir adı verilen iki meleğin sorgusuyla karşı karşıya kalır. Kabre
konulan kişi, kendisini getirip kabre bırakanların oradan ayrılırlarken ayak
seslerini duyar. Çünkü artık kabre konulup sorgu işlemi başlaması amacıyla ruhu
kendisine yeniden dönmüştür. Çünkü kendisini sorgulayacak olan melekler
karşısında sorulanları anlayabilmesi için duyu organları, ruhu ile birlikte
bedene dönmüştür. Böylece kendisine sorulanları anlayabilsin ve buna göre
onları cevaplamış olsun.Buhari ve Müslim’in Enes’ten rivayete göre Peygamber
(as) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
kul kabrine konulup onu oraya koyan arkadaş
ve yakınları
kabrin başından
ayrılıp
giderlerken, kabre konulan kişi
ayrılanların
ayak seslerini işitir.
Kabre koyanlar oradan ayrılırlarken
iki melek gelir ve onu oturturlar ve kendisine şöyle
sorarlar; Sen şu Muhammed
denen adama hakkında
ne dersin, diye sorarlar. Eğer
ölen mümin biriyse, cevabı
şöyle
olacaktır:
Onun Allah’ın
kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim.
Bunun üzerine melekler ona: Hele cehennemdeki yerine bir bak, Allah bunun
yerine sana cennetten bir yer verdi, derler. Böylece o kişi
hem cennetteki yerini ve hem cehennemdeki yerini görür, o
iki melek tarafından
her iki yeri de kendisine gösterilmiştir.
Böylece kabrinden kendisine oraya doğru bir kapı
açılır.
Eğer
kabre konulanlar kâfir veya münafık
biri ise, bunlar meleklerin sorularına,
bilmiyorum diye cevap vereceklerdir. O ben de herkesin
söylediği
gibi söylerdim, der. Bunun üzerine kendisine, “Bilmez olaydın,
okumaz olaydın”
denir. Sonra da melekler ona, ellerindeki demirden bir
tokmakla iki kulağının
arasına,
ensesine bir tokmak indirirler ki, bu darbenin
şiddetinden
dolayı
attığı
çığlığı
insan ve cinler dışında
ona yakın
olan herkes duyar.”[1]
Kabirde
ruhun bedene tekrar dönmesi ve orada ölenin diriltilmesi olayı, bizim mahiyetini
pek anlayamayacağımız bir olaydır. Çünkü bu olay ahiret hayatını ilgilendiren
bizim ise anlatmaktan aciz kaldığımız bir konudur. Beşer aklı bunun mahiyetini
kavramaktan acizdir, bunu ihata edip kavrayamaz da. Tıpkı şehit düşenlerin
hayatı gibi eğer buna iman gerekiyorsa durum böyledir. Çünkü şehitlerin
hayatıyla alakalı olarak Kur’an’da ayet vardır ve ayrıca bu konuya ilişkin
olarak elimizde sahih nass yani delil bulunmaktadır. Nitekim Celaluddin Süyuti
der ki:
Cumhura
yani âlimlerin çoğunluğuna göre hepsi dirilir bunların. Gelen eserlerin
zahirine bakılırsa, bunların bir kısmı değil, hepsi dirilir.
Kardeşim
şunu iyi bil ki, Münker ve Nekir denilen o iki melek ölenin yanına çok korkunç
ve ürpertici bir suretle gelirler. Bu iki melekle ilgili olarak Ahmed b.
Hanbel şöyle bir tanıtım getiriyor, diyor ki bu melekten siyah ve mavi renktedirler.
Bunlardan birinin alt dudağı ta göksüne kadar sarkmış, azı dişleri ise
neredeyse yeri yaracak kadar uzamış bir haldedir. Bunlardan birinin elinde bir
kamçı bulunmaktadır. Eğer insanlar ve cinler onu kaldırmak için bir araya
toplansalar onu asla yerinden bile oynatamazlar.
İşte
bu iki melek bu şekil ve surettedirler. Çünkü her ikisi de Allah’ın kullarını
denemek için görevli bulunmaktadırlar. Takva sahibi mümin bir kulu,
Allah cevap vermede sebat sahibi kılar, cevap vermek için onun kalbine Allah
öyle bir güç katar ki, sorulan sorulara hiç çekinmeden cevap verir. Mümin o iki
melekten korkmadığı gibi kılı bile kıpırdamaz, herhangi bir ürpertiye kapılmaz.
Kâfir
ve Münafık olan kişi ise, kabirde onları görür görmez korkup ürpermeye başlar.
Herhangi bir cevap vermeye güç yetiremezler. Korkudan adeta ödleri patlar. Yüce
Allah şöyle buyuruyor:
“Allah
Teala sağlam
sözle iman edenleri hem dünya hayatında,
hem de ahirette sapasağlam tutar.
Zalimleri ise Allah saptırır,
Allah dilediğini
yapar.” (İbrahim,
Buhari
ve Müslim’in Bera b. Azip’ten rivayetlerine göre, Bera Peygamber’in (as) şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
“Ahirette,
sağlam
sözle iman etmiş
olanlardan kasıt,
kabirde söz konusu iki meleğe cevap vermeleridir.”[2]
Herkesin bir günü
var biter eceli onda
Ölüm,
dar bir kabir, döndürülür onda
Münker
ve Nekir sorguya alırlar
Cevapta
şaşıranı
hesaba çekerler
Şunu da bilmelisin ki,
ölü kabre konulup üzerine de toprak serpilip kabri düzeltilince, adı geçen iki
melek ona gelirler.[3]
Bu
iki melek mümin olan kimseye ayakları tarafından gelirler. Böyle bir anda hemen
namaz ibadeti karşılarına dikilir. Ayakları namaz adına konuşmaya başlayarak,
sizin burada işiniz yok, uzak durun bu adamdan. Çünkü bu adam Allah rızası
için benim üzerimde uzun bir müddet ayakta dikilip kaldı.
Bu
defa o iki melek ölenin başı tarafından ona gelirler. Bu anda da oruç ayağa
dikilir ve ağız oruç adına söze başlar. Bu adamdan uzak durun, Sizin bura bir
işiniz yoktur. Çünkü bu adam uzun bir süre sırf Allah rızasını elde etmek için
aç ve susuz kaldı, diyerek engel olurlar.
Bu
defa iki melek ölen kimseye sağ tarafından yaklaşmayı denerler. Bu sırada
zekat önlerine çıkar ve der ki. Uzak durun bu adamdan, sizin ona yaklaşmanız
mümkün değildir. Bu seferde eller zekat adına devreye girip konuşurlar ve
derler ki; bu adam sırf Allah rızasını elde etmek için fakir ve yoksullara
varlığından dağıtıp durdu. Bunun için size izin yok.
O
iki melek bu seferde ölenin sol tarafından yaklaşmayı denerler. Bu sırada da
hemen hac ve cihad ibadeti veya bunlardan biri devreye girer. Bu seferde beden
konuşmaya başlar. Beden sizin bu adama yaklaşma hakkınız yoktur, bunun için bir
yol bulamazsınız. Çünkü bu beden Allah yolunda sıkıntı ve zorluklara
katlandı, der. Artık o ikisi söz konusu ölen kişiyi tıpkı bir damadı zifaf
gecesinde uykusundan uyandırır gibi uyandırırlar. Uyanan kişi, gelen iki meleği
tanır, onlardan herhangi bir korku ve ürpertiye kapılmaz. İkisi sorgulamaya
başlarlar veya bu ikisinden biri der ki:
—Rabbin
kimdir? O da Rabbim Allah’tır, der. Sonra iki melek, söyle o halde hangi dindensin?
O da, Dinin İslam dinidir, cevabını verir. Bu seferde hani şu ahir zamanda gönderilecek
olan bir adam vardı, onun hakkında ne diyeceksin, diye sorduklarında, adam,
yani Muhammed’i mi demek istiyorsunuz? Onlar da evet, derler. Bunun üzerine
adam, o Allah’ın elçisidir. İki melek bu defa; sen dünyada iken de bunu
söylerdin. Artık rahat ol, endişe etme, gözün aydın olsun, rahat içerisinde
uyu. Artık bundan böyle kabrinden cennete bir kapı açılır. Buradan cennetteki
yerini görür. Gözünün alabildiğine kabri genişler, kabrinin içi aydınlanır,
içerisi ona rahatlık, huzur ve esenlik sağlar.[4]
Nitekim
yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Fakat
ölen kişi
Allah’a, yakın olanlardan ise,
ona rahatlık,
güzel rızık
ve Naim cenneti vardır.”
(Vakıa,
Ebu
Davud dışında Müslim, Ahmed b. Hanbel ve Sünen imamlarının İbn Ömer’den
yaptıkları rivayete göre Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Herhangi
biriniz ölünce, eğer
kendisi cennetlik olanlardan ise, sabah ve akşam
cennetteki yeri kendisine gösterilir. Eğer
cehennem ehlinden ise kendisine sabah ve akşam
cehennemdeki yeri gösterilir, kendisine işte
burası
senin yerindir, bu durum ta ki kıyamet
gününde Allah seni yeniden dirilteceği güne dek
böyle sürüp gidecektir.”[5]
Gelen
bir haber yani hadiste belirtildiğine göre şöyle buyrulmuştur:
“Kim
Allah’ın
mescitlerini aydınlatırsa
Allah da onun kabrini aydınlatır.”
Yine yüce Allah’ın Hz. Musa’ya vahyettiği şeylerden biri de şu gerçektir: “Hayrı,
iyiliği
öğren
ve bunu insanlara da öğret. Çünkü ben, ilim
öğrenenin
ve öğretenin
kabirlerini aydınlatacağım
ki böylece oradaki yerinden ötürü korkuya kapılmasın.”
Bir hadiste de şöyle buyrulmaktadır:
“Kabir
ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından
bir çukurdur.”[6]
Kâfir
ile Münafık kimsenin durumuna gelince, söz konusu iki onların karşısına anlatılan
ve bilinen şekil ve suretle inerler. Her ikisi de o ölmüş olan kâfir veya
münafık kimseyi, şiddetle ve azarlayarak uyarırlar. Öyle ki müminde görüldüğü
gibi bunun yanında herhangi bir koruyucusu ve savunucusu bulunamayacaktır.
Kabirdeki kişi o iki meleği görünce onlardan korkusu sebebiyle büyük bir
dehşete kapılır. O iki melek ona şu soruları yöneltirler:
Senin
Rabbin kimdir? O da Ne diyorsunuz, ben bilmiyorum, der. Ya da kendilerinden
birini göstererek bu kimdir, diye sorarlar. O da, şu mu, diye söyler
Artık
bundan sonra bu kişinin kabrinden cehenneme bir pencere açılır. Kişi açılan bu
pencereden cehennemdeki yerin görür. Nitekim yüce Allah Firavun ailesinden söz
ederken şöyle buyurmaktadır:
“Onlar
sabah akşam
o ateşe
sokulurlar. Kıyametin kopacağı
gün de: Firavun ailesini azabın
en çetinine sokun, denilecek!”
(Ğafir/Mümin,
Nitekim
az önce de geçtiği gibi, daha önce Müslim, Ahmed b. Hanbel ve Sünen sahipleri
tarafından İbn Ömer’den rivayet olunan bir hadisi zikretmiştik. Kabir onu
öylesine bir sıkar ki, adeta kemiklerini birbirine geçirir. Daha sonra kabir
ateş olarak o adamın üzerinde yanmaya başlar. Buhari ve Müslim, Hz. Aişe
(ra)’den rivayet ediyorlar. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
kabir azabı
haktır.
Onlar kabirlerinde öyle bir azap görürler ki, bunu insan ve cinler dışında
tüm hayvanlar, canlılar duyarlar.”[7]
Buhari,
Müslime ve Sünen sahipleri İbn Abbas’tan (ra) rivayet ediyorlar. Dediğine göre
Allah Resulü (as) iki kabrin yanından geçerek şöyle buyurmuştur: “Bu ikisi şuanda
kabirlerinde azap görmektedirler ama azap sebepleri
öyle çok ağır
olan sebeplerden dolayı değildir.
Bunlardan biri toplum arasında söz götürüp
getirirdi, nemam idi, diğeri ise ufak abdestini yaparken,
ufak abdestin sıçrantılarından
kendini sakınmazdı.”[8]
Nitekim
bu durumda olanların kabirde ayrıca onları cezalandırmaları, onlara azap etmeleri
için yılan, akrep ve çıyan gibi varlıklar musallat kılınır. Bu hayvanlar ta ki
kıyamet gününde yeniden diriltilecekleri güne dek onlara hep azap eder
dururlar.
İbn
Ebu Şeybe ve İbn Mace Ebu Said Hudri’den rivayet ediyorlar. Ebu Said Hudri (ra)
Allah Resulünden şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir:
“Kâfir
olan kişiye
kabrinde
Anlatıldığına
göre beraberce yolculukta bulunan kimselerden biri yolda vefat eder.
Arkadaşları ona bir kabir kazarlar. Ne zamanki ona bir lahit hazırlamaya
koyuldular, hemen ortalıkta bir sürü yılan beliriverir. Arkadaşları kazdıkları
o kabri bırakır ve bir başka kabir açarlar ama nez aman kabre indirmek ve lahde
koymak istemişlerse, aynı şekilde yine yılanlar ortaya çıkar. İkinci kabri de bırakıp
bir üçüncüsünü kazdılar ve fakat aynı durumla karşılaştılar. Bunun üzerinde
durum hakkında şaşkına döndüler ve işi dönemlerinin ilim adamlarına götürmeye karar
verdiler, buna bir çare aradılar. Derken Süfyan-ı Sevri’nin yanına geldiler.
Arkadaşlarının durumunu ona anlattılar. O da onlara: “Gidin arkadaşınızı
kazdığınız mezarlardan birine gömün. Çünkü siz tüm yeryüzünü kabir olarak onun
için kazsanız, aynı durumla karşılaşacaksınız. Çünkü sözünü ettiniz arkadaşınız
ona buna laf götürüp getiren yani nemam olan biridir Bildiğimiz kadarıyla bu
dudumda olanlara Allah kabirlerinde azap için yılanları başlarına musallat
kılacakmış, bu da öyledir” dedi.
Yine
hikâye olunduğuna göre Cabir adında salih olan bir adamın bir kardeşi vefat
eder. Cabir denen bu şahsında gerçekten Allah için samimi dost ve kardeşleri varmış.
Birbirlerine, haydi, Cabir kardeşimizin kardeşi vefat etmiş, gidip başsağlığı
dileyelim, taziyede bulunalım, derler. Birlikte arkadaşlarına geldiklerinde,
bu kardeşlerinin taziyeleri kabul etmediğini, adamın büyük bir üzüntü içerisinde
kıvrandığını gördüler. Bu üzüntüsünün ve sıkıntısının sebebinin ne olduğunu,
kendisinin Allah’tan korkan takva sahibi ve arif biri olduğunu söylediler. O da gelen din kardeşlerine şu cevabı verdi:
“Allah’a
yemin ederim ki benim kardeşim sebebiyle aslında bir üzüntüm ve sıkıntım aslında
yoktur. Benim üzüntümün asıl sebebi sabah ve akşam kardeşime olanlardan dolayı
duyduğum üzüntüdür.” Arkadaşları da ona, Sübhanallah! Demek ki Allah seni,
berzah yani kabir âlemiyle alakalı olan azaba muttali kıldı, sana onu gösterdi
öyle mi, dediler, hayretlerini dile getirdiler.
Din
kardeşleri onlara dedi ki: Dün kardeşim vefat edince, onu tüm cenaze işlemlerinden
sonra alıp ötürüp kabrine koyduk. Kabre indirilirken ben kabre indim ce onu,
kabir içerisinde hazırlanmış olan yerine, lahdine yerleştirdim. Bu arada
yanımda bir para kesesi bulunuyordu, ben kardeşimi kabre yerleştirirken onu
oraya düşürmüşüm. Ancak düşürdüğümün farkına da varamamışım. Eve dönünce yanımdaki
para kesesinin olmadığını gördüm. Bunun üzerine onu mezarda düşürdüğümü
anladım, hemen kazma ve küreğimi alıp kabre vardım. Kabri yeniden kazdım, bir
de baktım ki düşürdüğüm para kesesi, lahdin yani mezarın içinde ayrıca yan tarafından
açılan ve cenazenin yerleştirildiği yerin yakınında düşürmüşüm. Onu aldıktan sonra
acaba kardeşim ne durumdadır diye, o lahdin üzerine ördüğümüz ve baş tarafına yakın
olan kerpiçleri alıp onu görmek istedim. Bir de ne göreyim bir ateş demeti,
kardeşimin ensesinde yanıp durmaktadır. Kardeşlik merhametim tuttu, istedim ki,
kardeşimin ensesinde yanmakta olan o ateşi söndüreyim. Söndürmek içim elimi
uzattığımda, elim yanıverdi. Hemen yeniden üzerine kerpiçleri ördüm, kabri
yeniden düzelttim ve evime döndüm, işte yanan elim, diyerek çıkarıp yanan elini
bize gösterdi. Bir de ne görelim yanan simsiyah kalmış bir el. Bu kardeşimiz bize
dedi ki, işte beni asıl üzen mesele budur.
Arkadaşları
devamla diyorlar ki, bu olay üzerine hemen Hasan Basri’nin yanına vardık,
durumu kendisine anlattık ve dedik ki: Kâfir olan kişi ölüyor, ama ona kabirde bir
şey olduğunu göremiyoruz. Fakat bu ölen kişi Müslüman ama işte anlattığımız
gibi böyle bir durumla karşılaşıldı, nedir bunun hikmeti? Hasan Basri de bize
şu cevabı verdi:
Şurası
kesin olan bir gerçektir ki kafir olan biri zaten cehennemdedir. Müslüman olan
birinin bu durumuna gelince, doğrusu yüce Allah size bunu gösteriyor ki bundan
kendiniz için bir ders, bir ibret çıkarasınız. Çünkü bu, o kimsenin zekâtını
vermediğini, buna engel olduğunu gösteriyor. Sonra da mealini okuyacağınız
ayeti bize okudu.
“Allah’ın,
kereminden kendilerine verdiklerini infakta cimrilik gösterenler, sanmasınlar
ki o, kendileri için hayırlıdır,
tersine bu onlar için pek fenadır.
Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına
dolanacaktır.
Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.
Allah bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.”
(Ali İmran,
Kardeşim!
Unutma ki kabir hayatı öyle kolay kurtulunacak bir hayat değildir. O hayatın
sıkıntısından, azabından peygamberler, şehitler ve Hz. Ali’nin annesi Fatıma
binti Esed dışında kurtulan pek yoktur. Çünkü onu kabrine Peygamber (as)
indirdi ve onun için şöyle dua etti:
“Allah’ım!
Fatıma
binti Esed olan anneme rahmet ve merhamet eyle! Peygamberin
ve benden önce gönderdiğin peygamberlerin hakkı
için onun kabrini, onun şu anda girdiği
genişlet!”
Bunu
Taberani ve başkaları rivayet etmişlerdir. Kabir azabı ve sıkıntısı mümin
olarak ölen kimseye karşı adeta şefkatli bir annenin, çocuğunun başının
ağrıması halinde çocuğunu merhametle kucaklamasına benzer. Asi olarak ölüp de
oraya gireni ise, bu asi kişi eğer mümin olarak ölmüşse, kabir onun kemiklerini
birbirine geçirerek adeta kırarcasına sıkarak azap eder.
Kardeşim!
Kabir azabı hem ruh ve beden için geçerlidir. İkisinden biri azap görmeyecektir,
diye bir şey yoktur. Bu azabı görmelerine engel bir şeyde olmayacaktır. Yani
ölen kimsenin vücut organlarını parçalanıp darmadağın olması, yırtıcılar
tarafından parçalanıp yenmesi, denizde boğularak ölenlerin deniz yaratıkları
tarafından yenmiş olmaları veya benzeri durumlar, bunların kabir azabı
çekmelerine bir mani veya engel oluşturacak değildir. Çünkü böyle bir durum aslında
akıl alçısından da mümkün olacak bir şeydir. Çünkü şer’i deliller bu manada
gelmiş, mevcut nasslar da bu manada sahih olarak bize kadar ulaşmıştır.
Dolayısıyla bize düşen buna iman etmek ve bunu kabul etmektir. Çünkü Allah her
şeye kadirdir.
i
[1] Buhari, Cenaiz,
[2] Buhari, Cenaiz,
[3] Bak et-Terğib ve’t-Terhib,
[4] Bak önceki dipnot
[5] Müslim, Cennet,
[6] Tirmizi, Sıfatul Kıyame, bap
[7] Münziri, İbn Mesud’dan rivayetle bunu, et-Terğib
vet Terhib
[8] Buhari, Cenaiz,
[9] Münziri, agk