Tarikatta şeyh her şeydir. O, hem insan-ı kâmildir ve Hakikat-i Muhammediyeyi
temsil eder; hem kutup, hem de gavstır. Mürit, Allah ile bitecek işin, ancak şeyhin araya girmesi ile olacağına
inanır[1].
Tarikatta mürid, nefsini öldürme adına çok alçaltılır.
Derler ki, “Şeyhe karşı mürit, yıkayıcı önündeki ölü gibi olur[2].”
Allah müşahhas yani elle tutulan ve gözle görülen bir
varlık değildir. Tarikata göre onu kavramak için kulun zihnen ve manen yoğunlaşmasını
sağlayacak müşahhas (somut) bir şeye ihtiyaç görülür. Tasavvufta bu obje Allah’ın en mükemmel tecellilerinin mazharı
sayılan “insân-ı kâmil” konumundaki şeyhtir. Yani müridin Allah’a gereği gibi kul olması için önce şeyhe kul olması ve kulluk
eğitiminden geçmesi istenir. Bunu sağlamak için
râbıta gerekli görülmüştür. “....Sâlik önce insan-ı kâmil olan şeyhe, ardından Rasûl’e,
onun ardından Allah’a kalbini bağlamalı ve bu suretle huzur-i kalbe erip fena fillâh’a varmalıdır” derler. Çünkü
râbıtayı Allah ile murâKâbeye varmak için yaparlar[3].
Onlara göre; “murâKâbe ve teveccühe devam eden kişiye vezaret, yani bakanlık verilir. Buna sahip olan, mülk ve melekûtta kolayca tasarrufa (hâşâ Allah’ın yetkilerini kullanmaya) başlar; hatırlardan geçen
işlere vâkıf olur. Gönülleri hidayet nuruyla aydınlatmak da onun için mümkündür[4]”.
Tarikatçılara göre; “şeyhin bakışı kalp hastalıklarına şifadır. Yüzünü göstermesi, manevi
hastalıkları giderir. O, anlatılan olgunlukların sahibi, vaktin imamı, zamanın
halifesidir. Kutuplar, bedeller onun makamları sayesinde yetişip yaşarlar. Evtâd, nücebâ, onun kemalât denizinden
akıp gelen bir katredir. Onun irşadı güneş misalidir.
Kendi istemeden her şeye feyzini yağdırır...[5]”.
Râbıta yapan mürit, şeyhinin dışında her şeyden ilgisini kesmek ve kalbinde
yalnız ona yer vermek zorundadır[6].
O, şeyhin suretini alnının ortasında hayal eder, sonra onu kalbinin ortasına
indirir, kendini yok, şeyhini var bilir[7].
Biri doğuda, biri batıda da olsa, şeyhin ruhaniyeti
onu râbıta ile terbiye eder ve Allah’a ulaştırır[8].
Tarikatçılara göre hakiki şeyh, müritle Allah arasında vasıtadır. Ondan yüz çevirmek
Allah’tan yüz çevirmektir[9].
Mürit inanır ki, şeyhini nerede düşünse, ruhaniyeti orada hazır olur. Yine inanır ki, şeyhin ruhani
tasarrufları Allah’ın tasarruflarıdır[10].
İncelediğimiz tarikatlarda Şeyh, tümüyle Allah’ın yerine konur. Kilisede de papaz öyledir. Bu şirkten Allah’a sığınmak gerekir.
Bu tarikatlara göre “Mürit şeyhinin kendisine emrettiği şeyi yapmakta acele
etmeli, onu derhal yerine getirmelidir. Hiçbir tevil ve tehir yoluna sapmamalıdır.
Zira tevil ve tehir yol kesicilerin en büyüğüdür[11].”
“Sâlik, mürşidinin yanında ve uzağında daima onun rızasını
elde edeceği yolda yürümeğe bakmalıdır. Mürşidinin nelerden hoşlanacağını anlamak
ve ona göre çalışmak zorundadır[12].”
İslamla uzaktan yakından alakası olmayan iddialarını şöyle
sürdürürler: “Mürşidler Allah Teâlâ’nın bulunduğu
oturumda bulunurlar, dolayısıyla Allah Teâlâ’yı zikirle
elde edilecek fayda, bu zatları görmekle aynen elde edilir. Allah’ın Elçisine tam uymayı, bu kâmil şeyhin sevgisi ile
bir tutmak gerekir[13].”
Bunlar hiçbir delile dayanmadan bazı kimselere kul
olmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Allah ile kendi aralarına koydukları öyle şeylere kul
olurlar ki, Allah onun hakkında hiç bir delil indirmemiştir. Onunla ilgili
kendilerinin de bir bilgisi yoktur. O zalimlerin yardımcısı olmaz.” (Hacc 22/71)
Sonuç olarak Kur’ân’da “من دون
الله = Allah’ın dûnundan” ifadesinin geçtiği
yerlerin büyük bir bölümü, aracı sayılan tanrılara yakıştırılan yer anlaşılır.
Yukarıdaki iddialar, o aracıların ne gibi hayali yetkilerle donatıldığını
göstermektedir.
[1] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb, (Mütercim: Abdulkadir AKÇİÇEK),
İstanbul, 1396/1976. s.
172.
[2] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb,
s. 173.
[3] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb,
s. 268.
[4] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb,
s. 268.
[5] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb,
s. 238.
[6] Sadık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri I, s. 39-40.
[7] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb,
s. 239-242.
[8] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb,
s. 239-242.
[9] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb,
s. 244.
[10] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb,
s. 239-242.
[11] Muhammed
b. Abdullah Hani, Adâb, s. 172, 173.
[12] Sadık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri I, s. 41-42. Metin sadeleştirilmiştir.
[13] Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb,
s. 235.