Said Nursî, talebelerini de unutmayıp âyetten onlara da pay
çıkarmıştır. Diyor ki; يَكَادُ
زَيْتُهَا
يُضِيءُ
وَلَوْ لَمْ
تَمْسَسْهُ
نَارٌ نُّورٌ = “Ateş
değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak gibidir. Nur” cümlesi,
işaret eder ki: "Hicrî 13. ve 14. asırda tavandan asılan lâmbalar ateşsiz
yanarlar, ateş dokunmadan parlarlar. Onun zamanı yakındır, yani 1280 tarihine
yakındır. Bu cümle ile elektriğin olağanüstü durumuna ve geleceğine işaretle
açıklama yapıldığı gibi manevî bir elektrik olan Resail-in Nur da gayet yüksek
ve derin bir ilim olduğu halde, öğrenim masrafına, derse çalışmaya, başka hocalardan
ders görmeye ve hocaların ağzından öğrenmeye ihtiyaç kalmadan herkes derecesine
göre o yüksek ilimleri, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlayabilir, kendi
kendine istifade eder, araştırmacı ve gerçekçi bir ilim adamı olabilir[1].
Said Nursî bir başka
yerde şöyle diyor: “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul
ederek okuyan; bu zamanın önemli ve gerçekçi bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa
bile Risale-i Nur şakirtlerinin bir manevi kişiliği olduğu için o kişilik
şüphesiz bu zamanın bir âlimidir[2].”
Said Nursî’ye göre
Risale-i Nur, Kur’ânın yüzden fazla tılsımlarını, muammalarını çözen ve ortaya
çıkaran en inatçı dinsizleri susturup çaresiz halde bırakan[3] bir kitaptır. Onun tılsım ve muamma dediği, yukarıdaki
ifadeleri olmalıdır.
Daha çok Şiilerin ve
büyücülerin baş vurduğu cifr yoluyla, harflerle sayılar arasında ilişki kurarak
bazı işaretlere ulaşılmaya çalışmak ve onları âyetin bir hükmü gibi göstermek,
gerçekten çok ağır bir vebal altına girmektir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Onlardan bir takımı da Kitab'ı okuyormuş gibi dillerini
bükerler ki, siz onu Kitaptan sanasınız. Ama o Kitap'tan değildir. "Bu
Allah katındandır" derler, hâlbuki Allah katından değildir. Onlar o yalanı
Allah'a karşı, bile bile söylerler”. (Al-i İmran 3/78)
Ayrıca Risale-i
Nurların, en inatçı filozofları susturduğu ve binlerce âlimi hayran bıraktığı
iddia edilir ama bunlardan hiçbirinin kimliğinden bahsedilmez[4].
Keşke onlardan birer kişinin adını ve onları hangi bilgileriyle susturup hayran
bıraktıklarını da yazsalardı bize bir değerlendirme imkânı vermiş olurlardı.
Aslında isim de veriyorlar ama asırlar önce ölmüş filozofların ismini
veriyorlar. Diyorlar ki; en meşhur İslâm filozoflarından İbn-i Sîna, Fârâbî ve
İbn-i Rüşd’e Risale-i Nurun ilmî kudretini göstermek mümkün olsaydı, onlar
hemen diz çöküp Risale-i Nurdan ders alırlardı[5].