3 - Kelâm İlminin Mesâilî
(Meseleleri)
4 - Kelâm İlminin Fayda Ve Gayesi
6 -Kelâm İlmi Denmesinin Sebepleri
Öğrenmek istenen
herhangi bir ilmin ihtiva ettiği esas ines'e-leleri incelemeye başlamadan önce, evvelâ o ilmin tarifini,
mevzuu-nun ve mes'elelerinin
ne olduğunu, faydasını, gayesini ve diğer ilimler arasındaki yerini bilmek ve
Öğrenmek gerekir. Aksi halde insan, nasıl olduğunu bilmediği meçhul bir şeye
yönelmek ve onu arzulamak gibi doğru ve mâkul olmayan bir duruma düşer. O
halde, her şeyden önce, o ilmin tarifim, mevzuunu ve mes'elelerini
öğrenmek, fayda, gaye ve mertebesi hakkında fikir edinmek en tabiî bir yoldur.
Esas mes'elelerden önce bunları öğrenmek, insana çok
şeyler kazandırır. Meselâ :
i Kelâm ilminin
tarifini yapmak, mevzuunu bilmek ve temas ettiği mes'eleleri
Öğrenmek, bu ilim hakkında insana toplu bir fikir Verir. Onu diğer ilimlerden ayırır ve bizi bilinmeyen bir şeye yönelmek gibi mâkul ve
makbul olmayan halden ve gözü kapalı durumdan kurtarır. Nasıl bir ilimle
meşgul olacağımızı öğretir.
Fayda ve gayesini
bilmek, diğer ilimler arasındaki yerini, derece ve mertebesini öğrenmek ise;
bizi bu ilmi elde etmeğe teşvik eder, ona ilgimizi ve önem vermemizi sağlar, bu
ilmi niçin tahsil etmemiz gerektiğinin sırrını öğretir, nasıl bir sonuca
varacağımızı anlatır.
Bu bakımdan, yukarıda
sözü geçen hususlar, her ilimde incelenip ön plânda anlatılan bir «Mukaddime»
yani «Giriş» olarak kabul edilmiştir [1]
Bu sebeple, biz de
burada aynı metodu takip edecek, daha sonra, îlm-i
Kelâma niçin bu isim verildiğini ve nasıl doğup geliştiğini beyan edeceğiz. [2]
Kelâm ilmi; incelediği
ana konular, veya hedef olarak tayin olunan (ve seçilen) gayesi itibariyle
olmak üzere, iki türlü tarif olunur. Bu tarifler yardımıyla insan. Kelâm ilmi
hakkında toplu bir bilgi edinir ve nasıl bir ilimle meşgul olacağını öğrenir.
Aynı zamanda bu ilim-, tarifi ve kendine mahsus özellikleriyle diğer
ilimlerden az çok ayrılmış (temayüz etmiş) olur.
îşte bu sebebden; «tarif'in, diğer hususlardan Önce incelenmek
üzere başa alınması, Kelâm bilginleri arasında gerekli görülmüş ve âdet haline
gelmiştir.
a) Kelâm İlminin, Mevzuu İtibariyle Tarifi :
«Kelâm ilmi; Allahu Teâlâ'nın Yüce Zâtından,
ilâhî Sıfatlarından, Peygamberlerden ve Peygamberlikle ilgili mes'elelerden ve mebde' (başlangıç) ve meâd
(son buluş ve dönüş) itibariyle varlıkların (kâinattaki yaratıkların)
hallerinden İslâm kanun ve esaslarına göre bahseden bir ilimdir.»
Görüldüğü üzere bu
tarif vasıtasıyla Kelâm ilminin ne gibi mes'elelerle
uğraştığı ve bize neler öğreteceği hususunda toplu bir fikir sahibi olduk.
Böylece mutlak bir meçhule (bilinmeyene) yönelmekten kurtulduk. Aynı zamanda,
tarifin ihtiva ettiği «fasıl» hükmünde olan kayıtlarla, bu ilmi, diğer
ilimlerden ve Felsefeden ayıran özellikler hakkında
ilk bilgiyi elde ettik. Bu bilgi yardımı ile, Kelâm ilminin tetkik sahasına
girenleri ve bu saha dışında ka-îanlan
tasavvur edip anlayabilme imkânını bulduk.
Şimdi bu tarifi ve
bahsettiğimiz özellikleri kısaca açıklayalım :
Bu tarife göre,
metafizikten (yani tabiat Ötesinden) bahseden ilahiyat Felsefesi ile, Kelâm
İlmi'nin konuları arasında bir benzeyiş göze çarpmaktadır. Çünkü İlahiyat
Felsefesi de Kelâm îlmi gibi, Cenab-ı Hakk'm Zât ve Sıfatlarından bahseder. Bundan başka, «Müsbet ilimler» dediğimiz Fizik, Kimya, Matematik ve
Biyoloji gibi ilimler de, Kelâm ilmi gibi, kâinatta mevcut olan eşyanın hallerinden
bahsetmektedir.
Ancak Ilm-i Kelâm; felsefeden de, müsbet
ilimlerden de, metod ve gaye bakımından tamamiyle ayrılır. Bu ayrılığa, tarifteki «Mebde'
(başlangıç) ve Meâd (son buluş) itibariyle» ve «İslâm
kanun ve esaslarına göre» kayıtları işaret etmektedir.
Kelâm îlmi, birinci
kayıtla müsbet ilimlerden, ikinci kayıtla da
felsefeden ayrılmaktadır. Çünkü :
Kelâm ilmi;
varlıkların hallerinden «Mebde' ve Meâd itibariyle»
bahseder. Yani kâinatın başlangıcını ve sonunu, nereden geldiğini ve nereye
gideceğini araştırır. Görülen ve görülmeyen varlıkların neden ve niçin var
edildiğini, var eden Yaratıcının kim olduğunu, hayatın son bulması ile nereye
gidileceğini, ikinci bir hayat varsa (ki vardır), oraya nasıl vs niçin
dönüleceğini inceler. Bu hususları hükme bağlar. Bu hükümlerin mümkün olduğunu
akıl yoluyla ve vahyin yardımıyla «İslâm kanun ve esaslarına göre», yani Kitap
ve Sünnet ile sabit olan dînî esaslara uygun olarak inceler. Bu incelemeler
esnasındaki gayesi, dînî inançları ortaya koymak, onları korumak ve
savunmaktır.
Müsbet ilimler ise, kâinattaki varlıkları, başlangıçlarının
ne olduğu ve sonuçlarının ne olacağı bakımından incelemez. Görülen ve
hissedilen hâdiseleri ve birbiri arasındaki ilişkileri, müşâhade
(gözlem) ve tecrübe (deney) yolu ile inceleyerek, tâbi oldukları ve bağlı
bulundukları kanunları keşfe çalışır. Bir şeyi incelerken daima, «Nasıl
oluyor?» sualine, onu tecrübeye tâbi tutarak cevap vermeğe çalışır. Her şeyi
gözlem ve deney yoluyla tahlil edip, inceler. Elde ettiği neticeye göre,
değişmeyen nisbetleri gösteren kanunlar bulup koyar.
Gözlem ve deney yoluyla inceleyemediği konuları kendi sahası dışında sayar.
Eşyanın aslını, var
edilmekteki gayesi, «mebde' ve meâdmı» (yani
başlangıç ve son buluşunu), her şeyin neden ve niçinlerini
ise, Felsefe ve Kelâm ilmine bırakır.
Müsbet ilmin çalışmalarının gayesi ise; elde ettiği bu tabiî
kanunlar vasıtasıyla; yeni yeni keşifler yapmak ve
böylece insanlığın ilerlemesine ve maddî yönden refahına hizmet etmektir. Bu
yönden müsbet ilimler, hem metod,
hem de gaye bakımından Kelâm ilmi'n-den ayrılmaktadır. TarifdeM
«Mebde* ve Meâd itibariyle» kaydı, bu ayrılığa
işarettir.
Tarifdeki «İslâm kanun ve esaslarına göre» kaydı da, Kelâm
İlmini İlahiyat Felsefesinden ayırmakta ve ikincinin
konuları da, İlm-i Kelâm'ın inceleme sahası dışında
kalmaktadır.
Evet, her ikisi de
hemen hemen aynı konularla meşgul olmakta, Hak Teâlâ'nm Zât ve Sıfatlarından ve varlıkların hallerinden
«Mebde' ve Meâd» itibariyle bahsetmektedir.
Fakat Kelâm ilmi bu
konuları, vahiy yoluyla sabit olan ve kesinleşen. İslâm kanununa göre inceler.
Kesin olarak bilinen ve dinde zarurî sayılan Islâmî
esaslara uymayı bir prensip olarak kabullenir. Aklı hatadan vahiy ile muhafaza
eder. Metodu budur. Bu sebeple, vardığı neticeler, daima İslâm kanununa ve
dînî esaslara uyar. Gayesi ise, dînî inançları delillerle isbat
ve onu dâima savunmak ve korumaktır.
Haîbuki Felsefe; akıldan başka bir esasa tâbi olmaz. Her şeyi
daima akıl esaslarına uygun olarak inceler. Vardığı neticenin, yalnız aklî
esaslara ve aklî kanunlara uymasına dikkat eder. Islâmî
esaslara uygun olup olmadığına bakmaz. Bu sebeple, felsefî mes'e-leler ve sonuçlar dînî esaslara *bazan
aykırı olduğu halde, Kelâm ilmi'nin vardığı neticeler; dînî esaslara, Kitap ve
Sünnetle sabit olan kesin hükümlere dâima uygundur. Bundan başka, llnı-i Kelâmın gayesi, akideyi isbat
ve onu korumak olduğu halde, Felsefenin gayesi, bir şeyin aslını bulmak, hakikatına —akıl yoluyla— ulaşmaktır [3]
Görülüyor ki her
ikisinin de konusu hemen hemen aynı olduğu halde,
birbirinden metod ve gaye bakımından ayrılmaktadır. Tarifdeki «İslâm nizam ve esaslarına göre» kaydıyla,
İlahiyat felsefesi de Kelâm ilmi'nin sahası dışında kalmıştır.
İşte böylece,
yukarıdaki tarif bize yalnız Kelâm ilmi hakkında toplu bir bilgi vermiş ve onu
diğer ilmilerden ayırmıştır.
b) Kelâm
İlmînin Gayesi İtibariyle Tarifi :
«Kelâm ilmi,
hüccetleri (yani kesinlik ifade eden delilleri) beyân ederek, şüpheleri
ortadan kaldırmak suretiyle, dînî akideleri isbât
hususunda insanı daima tam bir kudret sahibi yapan bir ilimdir.» [4]
Buradaki dînî akideden
maksat, Kitap ve Sünnet ile bildirilen Islâmî
inançlardır. Kelâm ilmi, bu dînî inançları, bazan
aklî, bazan naklî, çok defa da hem aklî, hem de naklî
kesin delillerle isbat eder. Şüpheleri ortadan
kaldırmak veya hasmı ilzam etmek, yani susturmak suretiyle dînî akîdeleri
korur ve onları naklî ve aklî delillerle isbat
ederek savunur [5]
Her ilmin olduğu gibi,
Kelâm ilminin de kendine mahsus müstakil bir konusu vardır. Bir ilmin tarifini
yaptıktan sonra, herşey-den önce o ilmin mevzuunun ne
olduğunu bilmek gerekir. Çünkü ilimler, mevzularma
göre ayrılırlar ve biribirlerinden mevzulanyla temayüz ederek seçilir ve ayrı ayrı birer ilim haline gelirler. Mevzuların ayrılığı,
çeşitli ilimleri kolayca anlayıp öğrenmeye yardım eder. Çünkü, incelenecek
eşyanın çokluğu, vasıflarının çeşitliliği ve eşyalar arasındaki olay ve nisbetlerin karışıklığı, onları toplu olarak anlayıp
kavramayı son derece güçleştirmiştir. Bu sebeple; birbirine benzeyen,
aralarında genel münasebet ve alâka bulunan şeylerle ilgili, mes'eleler toplanarak, diğerlerinden ayrılmış ve müstakil
bir ilim haline getirilmiştir. İlimleri mevzularma
göre ayırmak işte bu zaruretten doğmuştur.
Hülâsa : «Birbiriyle
ilgili şeylerle ilişkisi (taalluku) olan meselelerin ana konulan, o ilmin
mevzuunu teşkil eder. Allah (c.c), Kur'ân, Peygamber
ve Âhiret gibi [6] Bu
ana konuların herbiri ile ilgili itikad
mes'eleleri vardır [7]
Bu münasebetle şu
hususu belirtmek isteriz :
Bir ilmin,
tarifi vasıtasıyla diğer
ilimlerden temayüz ederek seçilmesi,
o ilmi müstakil' bir ilim olarak diğerlerinden ayırması
bakımındandır. -Mevzuu vasıtasıyla diğer ilimlerden ayrılıp seçilmesi ise,
birinci derecede o ilmin ihtiva ettiği bilgiler bakımındandır. Yani mevzu ile,
evvelâ o ilmin ihtiva ettiği malûmat temayüz ederek ortaya çıkar, daha sonra
da bu temayüze tâbi olarak o ilim diğerlerinden ayrılır. Bu farklılık, tarif
vasıtasıyla elde edilen temayüzden (yani seçilmeden) daha kuvvetli ve açık
olduğundan, bilginler arasında «ilimler, mevzulanyla
temayüz eder» sözü meşhur olmuştur [8]
Mutlak mevzu hakkında
verdiğimiz bu bilgilerden sonra, Kelâm ilminin mevzuunu (konusunu) açıklamaya geçebiliriz. Bu konuda üç görüş meşhurdur :
1- Kudemâya (yani önceki âlimlere) ve Müteahhirin (sonraki âlimler)'den Kâzı Ermevi'ye göre İlm-i Kelâm'ın
mevzuu :
«AHahu
Teâlâ'nm Zâtı ve Sıfatlarıdır.» i
Çünkü bu ilimde :
Allah'ın Zâtından, Subûtî ve Selbî
Sıfatlarından, dünyayı yaratması ve ölüleri diriltmesi gibi fiillerden, Peygamber
göndermesi, ceza ve mükâfat vermesi gibi hükümlerinden bahsolunur.
Bu hususlarda inanılması gereken dînî akîde isbat vb
müdafaa olunur. O halde, Kelâm İlmi'nin ana mevzuu; Allah'ın Yüce Zâtı ve
Sıfatlarıdır.
2- ikinci
fikir, Müteahhirinden
olan îmâm-ı Gazâiî ve ona
uyan Kelâm
bilginlerinin görüşüdür. Bunlara göre
Kelâm ilminin mevzuu : , .
«Mevcut Olması
İtibariyle Her Mevcuttur.»
Yani Kelâm ilmi, var
olan her şeyden şu veya bu keyfiyeti ve hususiyeti bakımından değil, yalnız
mevcut olması bakımından îs-îâmî esaslara göre
bahseder. Böylece Kelâm ilminin mevzuu genişletilerek, diğer ilimlere muhtaç
olmaktan kurtarılmıştır.
3- Daha
sonra gelen ve «Müteahhirûn» adıyla anılan Kelâm
bilginleri, ikinci görüşü de kâfi görmiyerek, Kelâm
ilminin mevzuunu daha fazla genişletmişlerdir. Bunlara göre :
«islâm
akaidinin işba tın a sebep veya vasıta olan her malum (yani her bilinen şey),
Kelâm ilminin mevzuunu teşkil eder.»
Yani îslâmî inançları isbata yakından
veya uzaktan —bilfiil ve bilvasıta— sebep olan ve bilinmek sânından sayılan her
şey... Evet Kelâm ilminde malum olan (bilinen) her şeyin hallerinden bahsolunur. Bu malûmat kendisine isnat olunan şey (mahmul)
ile, ya doğrudan doğruya dînî bir akideyi teşkil
eder : «Allah birdir», «Hz. Muhammed (S.A.V.)
Allah'ın Resulüdür» gibi...
Veya dînî akidenin isbâtma vesile olan bir kaziyye
(önerme) Lerdir. Cenâb-ı Hakk'm isbatına vesile olan, «Bu
âlem hadistir», önermesi gibi.-.
Malûm, mevcut olan
şeylere delâlet ettiği gibi, hariçte mevcut olmayan, delil, kıyas ve bunlara
arız olan hallere de şâmil olduğundan, Kelâm ilmine de mevzu olarak kabul
edilmiş, böylece îslâmî ilimlerin en yükseği ve en
şereflisi olarak kabul edilen Kelâm ilminin, dinin esası olan akaidi İsbat esnasında diğer ilimlere. Mantık ve Felsefeye muhtaç
olması önlenmiştir [9]
Kelâm ilminin mevzuu
hakkındaki bu görüş ayrılıkları, daha çok zamanla gelişen ilimlerin doğurduğu
ihtiyaç sebebiyle meydana gelmiştir. [10]
Her mevzu ile ilgili
bir takım zatî arazlar, ona isnat olunan sı-fat'ar
vardır. Herhangi bir mevzua mahsus olan bu çeşitli sıfatlar, o mevzua hamlolununca, muayyen bir hüküm ifade eden birçok ka-ziyyeler (önermeler) elde
edilir. İşte bu kaziyyeler. o mevzu ile ilgili mes'elelerdir.
Meselâ; «Allah»,
«Peygamber» ve «Kur'an», Kelâm ilminin
mevzularındandır. Bu mevzuların herbirine mahsus zâti
sıfatlar (arazlar) vardır. Bu zâtı sıfatların o mevzulara hamlolmasıyla;
«Allah birdir», «Allah ezelî ve ebedîdir», «Allah her şeyin yaratıcısıdır»,
«Peygamber Allah Elçisidir», «Peygamber her sözünde sâdıktır», «Kur'an Allah kelâmıdır», «Kur'an
en büyük mucizedir»... gibi çeşitli kaziyyeler elde
edilir ki; bunlarla ve diğer mevzularla ilgili olan ve herbiri
birer hüküm ifade eden buna benzer birçok kaziyyeler,
Kelâm ilminin mes'elelerini teşkil eder.
O halde her ilimde, o
ilmin mevzuunu teşkil eden ve birbiriyle 'ilgili konularla yakın ilişkisi
bulunan zatî arazlar (sıfatlar) vardır ki, bunlar, o ilmin meselelerini meydana
getirir.
Herhangi bir ilmi
öğrenmek isteyen kimseye, —ilmi tetkik ve tahlile geçmeden
önce— o ilmin meselelerinin ne olduğu hakkında toplu bir fikir vermenin sebebi;
o kimseyi uyarmak ve öğrenmek istediği şeylere karşı daha basiretli, şuurlu ve
anlayışlı olmasını temin etmektir.
Her ilmin mesaili, o
ilmin aslî maksatları (Makasıd-i asliyyesi)
dir. Bunlar o ilmin hakikatim teşkil ederler. Bir de,
«Mebâdî» denilen ilk esaslar vardır ki, bunlar, bizi
aslî maksatlara (hedeflere) ulaştıran vesileler olup, ilmin hakikatmdan
hariçtir. Ancak, aslî maksatlar; bu prensiplere şiddetle muhtaç bulunduğundan, mebâdî yani ilk esaslar da, o ilimden bir cüz sayılabilir [11]
Kelâm ilminin mesaili
de : «Bu ilmin hakikatim teşidl eden aslî maksatlar
(hedef ve gayeler)*Ia, bu maksatlara varmak içtik
birer başlangıç olan mebâdî (ilkeler ve ilk esaslar) dir.»
Bu mes'eleler,
ya dînî bîr akîde (inanç), veya bu inancı isbâta vesile olan nazarî bir hüküm, yani nazarî bir kaziyye (önerme)'dir [12]
Meselâ : «Allah
birdir», «Allah, vâcibi'l-vücuttur», «Allah bu âlemin
yaratıcısıdır», «Allah din gününün sahibidir». «Hz. Muham-med (S.A.V.) Allah'ın kulu
ve Resulüdür», «Kur'ân'a ve bütün Mukaddes Kitaplara
inanmak her müslüman için farzdır». «Ölümden sonra
diriltmek haktır ve İslâm'da îmânın bir şartıdır»... gibi dînî akîdeler, Kelâm
ilminin mes'elelerini teşkil eden aslî maksatlar ve
aslî hedeflerdir.
«Âlem hadistir», «Hadis olan her şey değişiklik halindedir»,. «Her cisim arazdan hâli
değildir», «Her eserin bir müessiri vardır» gibi kaziyyeler
ise, dînî bir akideyi isbata vesile olan
bir mebde (esas) ve nazarî bir hükümdür.
Kelâm ilminin
mesailini teşkil eden bu hükümlerin «nazarî» olması kaydı, umumiyet itibariyle
ve ekseriyete göredir. Çünkü ba-zan bu hüküm,
istidlale (isbatlamaya). muhtaç olmayan bir sezgi de
olabilir.
Kelâm ilmi, dînî
ilimlerin en yükseği olup, bütün şer'î ilimlerin reisi mevkiindedir. Çünkü en
şerefli ve en- yüce varlık olan Allahu Teâlâ ve Mukaddes Sıfatları bilinip isbât
edilmeden, Nübüvvet (Peygamberlik)'in mahiyet ve lüzumu anlaşılmadan dînî
hiçbir ilim söz konusu dahi olamaz. Bu sebeple ,bütün dînî ilimler, Kelâm ilmine
muhtaçtır. O halde böyle bir ilmin hiçbir mes'elesi,
kendine muhtaç olan diğer ilimlerde beyân olunamaz. Bu ilim, dînî bir akideyi isbat esnasında hiçbir ilmin ilkelerine muhtaç duruma
düşemez. tşte bu düşünce ile Kelâm bilginleri, bu
ilmin, başka hiçbir ilme muhtaç olmasına razı olmamışlar ve dînî inançları isbata vesile olan bütün nazarî ve mantıkî konuları bu
ilmin mesaili arasına almışlardır. Bu gibi mes'eleler
böylece, Kelâm ilminin mebâdüni, yani dînî akideyi isbata vesile olan ilkelerini teşkil etmiştir [13]
Bu ilke ve esaslar aslî
maksat ve hedefleri teşkil eden dînî inançlar gibi daima sabit olmayıp, metod bakımından zamanla ve asrın idrak ve ihtiyaçlarına
göre değişebilir. Yeni yeni ilmî esaslar ve me-todlar bulunup, dînî bir
akideyi isbatta faydanılabilir. [14]
Her ilmin kendine göre
bir faydası ve hedef edindiği bir gayesi vardır. Bunları bilmek, kısanı o ilmi
Öğrenmeye daha fazla teşvik eder. Elde edeceği faydanın önemine göre o ilme
olan rağbet, dikkat ve ihtimamım arttırır. Aksi halde, böyle bir işe başlaması
dahi tasavvur edilemez. Şayet bu husustaki bilgisi yanlış olursa, başka bir
neticeye varacağından, belki bu netice, maksadına uygun olmaz ve bu yolda
yaptığı çalışma abes (yersiz) sayılır. O halde, bir ilmi tetkike başlamadan
önce, o ilmin gayesini ve ondan elde edilecek faydayı bilmek gerekir.
Kelâm ilminin gayesi
pek yüksek, faydası çok ve mühimdir. Bunlar, çeşitli cihetlere göre şöylece
özetlenebilir :
1- Bu ilmi
iyi bilen bir kimse, her şeyden önce, kuvvetli bir görüşe, üstün bir mantığa ve
burhana (kesin delillere) sahip olur. Bu sayede; taklitten (başkalarına bakarak
inanmak durumundan), her inancın sebeplerini ve kuvvetli delillerini öğrenerek,
tahkik ve yakın derecesine ulaşır.
2 - Bu fayda,
Kelâm ilmini bilmeyenlere nazarandır.
Çünkü bu gibilerden doğru yolu arayan
kimselere, îtikad mes'elelerini
ve delillerini güzelce öğreterek onları irşâd
eder, aydınlatır. Görüşünde inat
edenleri de kuvvetli deliller serdederek ilzam edip
susturur.
3- Bu fayda,
İslâm'ın esasına, temel prensiplerine bakılarak tesbit
edilmiştir. Çünkü Kelâm İlmi, dinin esasını teşkil eden akideleri,
bâtıl yola giden sapıkların ileri sürdüğü şüphelerle
sarsılmaktan korur.
4- Bu fayda
ise, Islâmî ilimlere kıyasladır. Zira bütün dînî
ilimler, Kelâm ilmine istinad eder. Çünkü,
âlim ve kaadir olan, kâinatı yaratan, bütün
insanlara ilâhî kitaplar ve peygamberler gönderen Allahu Teâlâ'nın varlığı bu ilim
vasıtasıyla isbat ediliner
den, Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Usulü Fıkıh gibi Islâmî
ilimlerin vücûda gelmesine imkân yoktur.
5- Yapılan ameller
niyete göredir. Niyetin
sağlamlığı ve kuvvetli ise, îman ve inanç kuvvetiyle olur. O halde,
kuvvetli itikad niyeti ve sonuç olarak ameli
kuvvetlendirir. Amel ile ilgili olan bu fayda da, Kelâm ilmini iyi Öğrenerek
kuvvetli ve sağlam bir inanç sahibi olmakla elde edilir.
Bütün bunlardan gaye
ve elde edilen en büyük fayda ise, kuvvetli akîde ve güzel ameller sayesinde,
dünya ve âhiretle ilgili vazifeleri tam olarak
yerine getirmek, böylece her iki dünyada huzur ve saadete ermektir [15] Bu
güzel netice ise, arzuların en büyüğü ve gayelerin en yükseğidir. O halde, her
iki dünyada da saadeti temin etmek, Kelâm ilmi'nin bir gayesi ise de, asıl
gaye; delilleri gözler önüne sermek ve şüpheleri yok etmek suretiyle dînî
inançları isbat etmek ve onları korumaktır. [16]
Bir ilmin diğer
ilimlere nazaran mertebesini bilmek; insana o ilmin kıymetini, diğer ilimler
arasındaki yerini, şeref derecesini öğretir ve o ilmin hakkını tam olarak eda
etmeyi temin eder.
Bir ilmin şeref ve
derecesi ise; mevzuunun genelliği ve yüceliği, gayesinin yüksekliği ve
delillerinin kuvvetiyle mütenasiptir.
Kelâm ilmi; mevzu,
gaye ve delil itibariyle bütün ilimlerden üstündür. Çünkü mevzuu; her şeye
delâlet eden «Malum» olması bakımından en geniş, Yüce Allah'ın Zât ve
Sıfatlarından önemle bah-[ setmesi
itibariyle en şerefli mevzudur.
Gayesi; her iki
dünyada huzur ve saadeti temin etmesi
bakı-' mından en şerefli gayedir.
Delilleri; kesinlik
ifade eden ve nakille (vahiyle) tasdik ve te-yid edilen aklî burhanlar [17]
olması yönünden en kuvvetli delildir.
İşte böyle olduğu için
Kelâm ilmi, bütün ilimlerin en şereflisi, dînî ilimlerin de reisi sayılmıştır.
Çünkü bütün şeref derecelerim kapsamıştır [18]
Bu ilmin birçok
isimleri vardır. Bunları kısaca açıklayacak, sonra niçin «Kelâm ilmi» adı
verildiğini beyan edeceğiz.
1- Fıkh-ı Ekber : Çünkü
akîdesiz amel olamıyacağı için, amel ile ilgili olan dînî ve fer'î
hükümlerden bahseden ilme «Fıkıh dendiği gibi, akîde ve îman ile ilgili olan
dînî aslî hükümlerden bahseden ilme de, «En büyük fıkıh»
mânâsına gelen «Fıkh-ı Ekber» denmiştir.
2- İlmi-i Usûlu'd - Din : Çünkü bu
ilim, dinin esasını teşkil eden akîde ve inançlardan
bahseder. Bu yönden, «Dinin Usulü ilmi» adı verilmiştir.
3- Akâid : Çünkü bu ilim îslâm Dini'nin temelini teşkil eden akideden, dînî
inançlardan bahseder.
4- İlmi Tevhîd ve Sıfat : Çünkü bu
ilimde esas gaye; Allah'ın birliğini ispat ederek tevhîd
akidesini gönüllere yerleştirmek ve Yüce Allah'ın mukaddes sıfatlarını
öğretmektir. Bu sebeple, en meşhur cüz'ü ile isimlendirilmiştir.
5- llm-i Kelâm :
Bu isimle
adlandırılmasının sebepleri şöylece özetlenebilir :
a) Bu ilmin
incelediği mes'elelerin en meşhuru; Ehli- Sünnet ile, Mu'tezile
arasında büyük ihtilâf ve mücadele mevzuu olan «Ke-lâmııllah» (Kur'ân'm mahlûk olup
olmadığı) bahsidir. Bu sebeple, en meşhur konusu olan «Kelâm» adıyla isimlenmiş
ve böylece şöhret bulmuştur.
b) Önce
gelen âlimler, her bahsin başında; «El-Kelâmu fi...»
diye başladıkları için, zamanla bu ilmin
hepsine birden, «Kelâm ilmi» denmiştir.
c) Diğer
ilimler, okumak ve düşünmekle tahsil edildiği halde, bu ilim aynı zamanda çok
sözle, münakaşa ve karşılıklı kelâm ile, yani söz söylemekle elde edildiğinden
bu isimle adlandırılmıştır.
d) Delilleri çok kuvvetli olduğundan; «Söz
(Kelâm), yalnız bu ilmin sözüdür. Hasmının sözü (kelâm)
değildir» mânâsına işaret etmek için «Kelâm ilmi» denmiştir.
e) Nasıl ki;
Mantık, aklî ve felsefî konularda insana söz söyleme kudreti, verir, Kelâm
ilmi de dînî ve şer'î bahislerde söz söyleme kudreti verir. Bu sebeple,
Felsefede çok faydalı olan Mantık ilmine karşılık olarak, dînî ilimlerde çok
faydalı olan bu ilme «Kelâm ilmi» denilmiştir [19]
[1] Bkz -Şerh-i Mevâkıf: c. 1, s. 22. İstanbul, 1311 H.
[2] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 43.
[3] Bkz : İzmirli İsmail Hakkı : Yeni İlm-i Kelâm;
c. 1. s. 3-5, İstanbul 1341 H.
[4] Bkz : Şerh-i Mevâkıf;
c. 1, s. 23
[5] a.g.e., sayfa, 25-26,
Şerh-i Makâsıd; c. 1,
s. 4-6, İstanbul,
1277 H. Yeni İlm-i
Kelâm, c. 1, s. 5
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 44-47.
[6] Bak : Şerh-i Mevâkıf; c. 1, s. 26
[7] Örnekler için Bkz. (Kelâm
İlminin Mes'eleleri)
[8] a.g.e., c. I, s. 26, Şerh-i Makâsıd,
c. I. s. 6-8, Yeni îlm-i Kelâm, c. I, s. 6.
[9] Bu son görüş. Şerh-i Mevakıfta
en
[10] a.g.e., sayfa, 25-26,
Şerh-i Makâsıd; c. 1,
s. 4-6, İstanbul,
1277 H. Yeni İlm-i
Kelâm, c. 1, s. 5
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 47-49.
[11] Bak: Şerh-i Mevâkıf, c. I, s.
35-36
[12] Aynı eser, c. I, s. 37
[13] Aynı eser, c. I, s. 37 - 38, Serh-i
Makâsıd, c. I, s. 8, Yeni İlmi Kelâm, c.
[14] a.g.e., sayfa, 25-26,
Şerh-i Makâsıd; c. 1,
s. 4-6, İstanbul,
1277 H. Yeni İlm-i
Kelâm, c. 1, s. 5
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 49-51.
[15] Şerhi Mevâkıf, c. I. s.
32-34. Yeni İlm-i Kelâm. c. I, s. 8-9
[16] a.g.e., sayfa, 25-26,
Şerh-i Makâsıd; c. 1,
s. 4-6, İstanbul,
1277 H. Yeni İlm-i
Kelâm, c. 1, s. 5
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 51-52.
[17] Burhan; hükmü
kesinlik ifade eden önermelerden meydana gelen aklî denir
[18] Şerh-i Makâsıd, c. I, s.
8-9. Şerh-i Mevâkjf, c. î. s. 34 35.
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 52-53.
[19] Bkz : Şerh-İ Mevâkıf, c.
î, s. 39 - 40, Şerhu'I - Akâid'în-Kahire,
1939
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 53-54.