V — ECEL VE MAKTULÜN ECELİ MES'ELESİ
A) Ecel Kelimesinin Lügat Ve
Istılah Mânâlak
Ecel kelimesi masdardır. Dilcilere göre mânâsı, mutlak vakit, bir şeyin
bütün müddeti veya bir şeyin müddetinin sonu demektir. Daha sonra ecel
kelimesi, «Ömrün sonu» mânâsına kullanılmış ve bu mânâ meşhur olmuştur.
O halde ecel, hayatın
son bulması ve ölümün gelmesidir. Yani ecel, ölüm için muayyen ve mukadder olan
(belirlenen ve takdir olunan) vakit demektir. Çoğulu âcâl
gelir.
Her ferdin ve her
milletin muayyen bir eceli, yâni hayâtının sonu vardır. Bu ecel her şahıs için
bir tanedir. Ecel, Allah'ın Kaza ve Kaderiyle olup, asla değişmez. Her hayat
sahibinin eceli, ezelde takdir olunan ve belirlenen vaktinden ne Önce
gelebilir, ne de o vakitten sonraya kalabilir. [1]
O halde her fert ve
her cemaatin hayatı muayyen olup, eceli geldiği zaman hayatı mutlaka son
bulacaktır. Her canlının hayat bulması, Hak Teâlâ'nın
halk ve takdiriyle olduğu gibi, hayatının nihayete ermesi de, Cenab-ı Hakk'm takdiriyledir.
Çünkü Allah, muhyî ve mümittir.
Hayat ve ölüm, Hak Teâlâ'mn «Tekvin» sıfatının tecellileridir.
Yani canlılara hayat vermek de, hayatını sona erdirmek de Allahu
Teâlâ'nın Fiillerindendir.
Fakat, acaba maktul de
eceliyle mi ölür?
Bu konuda Ehl-i Sünnet ve Mû'tezüe ulaması
ayrı ayrı görüşere
sahiptirler. Bu ihtilâf, «ETâM ibâd»
ve «Mütevellidât» bahis-lerindeki
görüş ayrılıklarından doğmuştur.
Bilindiği üzere Ehl-i Sünnet;
«Kulun kendi iradesiyle yaptığı işlerin halikı Allah'dır.
Kul ise kâsibdir» der.
Mû'tezile ise; «Kul kendi iradesiyle yaptığı işlerin halikı
oldu-ı gibi mütevellidât denen, o işlere terettüp
eden şeylerin de halikıdır» derler. Yani Mû'tezile'ye
göre; meselâ katletmek fiilinin hakkı kuldur. Çünkü kulun kendi ihtiyarıyla
yaptığı işler, ya dövmek, kırmak, katletmek gibi
doğrudan doğruya ve vasıtasız olarak kendinden sâdır (yani vasıtasız) olur.
Veya dövülmek, kırılmak ve öldürülmek gibi, «gayr-ı mübaşir» olarak, başkaları
üzerinde vâki olur. Her iki fiilin de halikı Mû'tezile'ye
göre kul, Ehl-i Sünnet'e göre Yüce Allah'dır.
Bu izahattan
anlaşılacağı veçhile «Maktul eceli üe mi ölür» mes'elesi, «Halk-ı Ef'âl-i îbâd» bahsinden doğduğundan, «Allah'ın ETiilleri»
bölümünde ele almayı uygun bulduk.[2]
Ef'âl-i ibâd ve mütevellidât bahislerindeki ihtilâfın tabiî bir neticesi
olarak, bu konuda da Ehl-i Sünnet üe
Mû'tezile ihtilâf etmişlerdir.
Şimdi, her iki mezhebin görüşlerini özetliyerek, delillerini zikredelim :
1- Ehl-i Sünnet'e Göre :
Maktul, yani
katledilerek öldürülen şahıs, eceliyle ölür. Katilin tatletmesi
ile değil. Çünkü ezelde tâyin ve tesbit edilen ecel,
tak-dir-i ilâhî olarak değişmez. Şayet maktul farzedilen kişi katlolun-mazsa,
tabiî olarak o vakit ölmesi de, ölmemesi de caizdir. Katledilmekle maktulün
eceli anlaşılmış olur. Fakat katledilmediğini farze-dersek,
onun eceli ne vakittir, kesin olarak, bilinemez. Bu bakımdan, o şahsın eceli
hakkında verilecek hüküm, yaşıyan diğer şahıslar
hakkında verüecek hükmün aynıdır.
Ehl-i Sünnet'e göre ecel; hayâtın tereddütsüz ve kesin
olarak son bulduğu zamandır [3]
Yâni ecel :
«Her hayat sahibinin
hayatının kesin olarak son bulması için Hak Teâlâ'nm
ezelde takdir buyurmuş olduğu muayyen bir zamandır.»
Kulun katletme fiüinden hemen sonra ölümün halk edilmesi, değişmeyen bir
Sünnet-i üâhîyyedir. Yoksa kaatil
bu füli ile, katledip öldürdüğü şahsın ömrünü
kısaltarak, tabiî olan ecelini kısaltmış ve onu öne almış değildir. Zira Hak Teâlâ ilm-i ezelîsinde, o vakit
gelince, o fülin vâki olacağını biliyordu; o şahsın
ecelini de ona göre ayarlayıp ezelde takdir ve tesbit
etti. Kaatil, maktulün ecelini öne almadığına göre,
cezaya müstahak oluşu bu bakımdan değü, «adam
öldürmeyin» şeklindeki emr-i ilâhî'ye uymayarak,
dînin yasak ettiği kötü bir fiili kendi irade ve ihtiyarıyla kesbetmiş olması sebebiyledir.
Ehl-i Sünnet bu görüşlerini isbat
için, şöyle bir delil ve mantıkî kıyas tanzim etmişler ve delillerini
aşağıdaki âyet-i kerîme üe teyid
etmişlerdir :
Söz konusu delil
şöyledir :
«Hak Teâlâ, her kulun eceli olduğunu, bu ecelin takdim ve te'-hir edilmeden yani Öne
alınmadan veya geriye bırakılmadan zamanı gelince mutlaka tahakkuk edeceğini
kesin olarak bildirmiştir.
Herkes, Hak Teâlâ'nm bu şekilde takdir ve tâyin edeceği eceliyle ölür.
O halde maktul de
eceli ile ölür.»
Delüe muhtaç olan birinci kaziyyeyi
şu âyetle isbat ederler :[4]
«Allah hiçbir kimseyi,
eceli gelince asla geri bırakmaz.»[5]
«... Her milletin
(hayatını sona erdiren) bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık bir saat
sona da kalamazlar, öne de geçemezler.»
Bu âyet-i kerîme ise,
her ferdin olduğu gibi, her milletin de ecelinin bir olduğunu, bu ecelin
gelince geri kalmıyacağı gibi, daha önce de gelmiyeceğihi, binâenaleyh ölümün tam zamanında mutlaka
vuku bulacağını açık olarak bildirmektedir.
Her iki âyetten de
aynı mânâ anlaşıldığına, her insan ve her milletin eceli bir olduğuna göre,
maktul (katlolunan şahıs) da eceliyle ölür.
«Sadaka ömrü arttırır»
gibi hadîsler ise; insanları güzel ve hayırlı işler yapmağa rağbet ve teşvik
için buyurulnıuş, veya bu gibi şahıslar ezelde Hak Teâlâ'ya malûm olduğundan, onların ömürlerini daha ziyâde
takdir buyurmuştur. Yoksa evvelce takdir olunan ömürleri, daha sonra ibâdetleri
yüzünden değiştirilerek arttırılır, mânâsına değildir.
Bazı âlimlere göre,
ömrün artmasından maksat, eîem ve kederden uzak
olarak huzur ve saadet içinde yaşamaktan ibarettir. Zira böyle bir hayat ömre
bereket verir.
2- Mû'tezile'nin Ekserisine
Göre îse :
Maktul eceliyle Ölmez,
kaatilin fiili sebebiyle Ölür. Zira Hak Teâ-lâ kaatile; maktulün ecelini
kesme kudreti vermiştir. Eğer katledilerek ölmezse, Allah'ın ona takdir ettiği
eceli gelinceye kadar mutlaka yaşar. İşte bu bakımdan, yani kaatil maktulün ecelini keserek tabiî ömrünü azalttığı için
azaba müstehaktır, diyorlar.
Bu görüşlerini te'yid için de şu delilleri zikrederler :
a) Bazı
ibâdet ve tâatın ömrü artırdığına dâir bir çok
hadîsler vardır, ömür, artmayı
kabul ettiğine göre azalabilir de.. O halde kaatil
maktulün ömrünü azaltabilir, ve maktul eceliyle ölmez.
Cevabı : Bu
hadislerdeki ömrün artmasından maksat, «Sadaka ömrü arttırır» hadisinde beyan
ettiğimiz hususlardır. Esasen bu hadisler had is-i âhâddır.
Kat'iyyet ifâde eden âyetlerin hükmünü kaldıramaz.
b) Eğer
maktul eceliyle Ölmüş olsaydı, kaatil bu fiilinden dolayı
kötülenmeye, kısas ve azaba müstahak olmazdı.
Fakat kısas ve azaba
müstahak olmaması icmâ' ile bâtıldır. O halde, maktul
eceliyle değü, kaatilin
fiili ile ölür.
Mû'tezile kelâmcıları yukarıda belirttiğimiz iddialarını böyle
«istisnaî» bir kıyas yoluyla isbata çalısmışlarsa dâ, Ehl-i Sünnet
bilginleri şu şekilde cevap vermişlerdir :
Maktulün eceliyle
Ölmesi, kaatilin dünya ve âhirette
azaba müstahak olmamasını gerektirmez. Zira kaatilin
kısas ve azaba müstahak olması, maktulün ecelini kesip kesmemesi bakımından
değil, işlenmesi dînen yasak ve işlendiği takdirde Sünnet-i îlâhîyyenin bir îcabı olarak Ölüm hâdisesinin vukua
geleceği kötü bir fiili, kendi irade ve ihtiyariyle yapmasından ve şeriatın
emrine muhalif hareket etmesindendir. Zira kul, kendi irâde ve ihtiyariyle
sebepleri hazırlamış, şeriate muhalefet etmeyi göze
almış ve maktulü, Hak Teâlâ'-nın
onun hakkında takdir ettiği ecelini bilmeden, ölmesine sebebiy-yet
veren fiili işlemiştir. Maktul eceliyle ölmüştür ama, kaatil
de elbet bu kötü fiilinin ve dîne aykırı hareketin cezasını çekecektir.
Yukarıdaki
açıklamalardan ve Mû'tezile'ye verilen cevaptan da
anlaşılacağı gibi Ehl-i Sünnet'in görüşü daha
kuvvetli ve kabule şayandır.
Mû'tezile ulemâsından bazılarının, Ebu
Huzeyl'in ve Kâ'bî'nin bu
konuda başka görüşleri varsa da, bunlar zayıf ve kifayetsiz olduğundan zikre
şayan görülmemiştir [6]
Yalnız maddeye inanan
ve her şeyi maddî ölçüçlerle izah eden bazı
filozoflar, her canlının, iki türlü eceli olduğunu söylerler :
Birincisi : «Tabiî
ecel» dir ki, canlı varlığın cismindeki hararet ve
rutubetin nihayete ermesiyle meydana gelir. Bu ölüm, fıtrî ve ga-rizî olan hararetin sönmesi ve
rutubetin zevâliyle, hiçbir haricî varlığın tesir ve müdahalesi olmadan
meydana gelir. Bu tabiî ölüm, tıp-ki gazı biten bir lâmbanın sönmesi gibidir.
İkincisi ise :
«İhtiramı» denilen eceldir ki bu, hastalık, haricî bir tesir veya kaza sonunda
vaktinden önce meydana gelen ölümlerdir. Tabiî olmayan bu türlü ölümler,
lâmbanın gazı. olduğu halde, haricî bir sebeble
sönmesine benzetilebilir, demektedirler.
Hayvan ve insan gibi
canlı varlıkları, et, kemik, rutubet ve hararetten ibaret sanan, ruhu ve her
şeyi yaratan Yüce Allah'ın varlığını inkâra sapan bu gibi sözde filozoflara,
Allah'ın varlığını isbat bahsinde gereken cevap
verilmiştir Sonra, ayni imkân ve şartlara sahib olan
insanların bazılarının kısa, bazılarının orta, diğer bir kısmının da (Nuh A.S.
gibi) uzun ömürlü olmalarını, bu gibiler nasıl izah ederler?[7]
[1] Yûnus : 49; Münafikûn : 63
[2] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 375-376.
[3] ………………………………..
[4] Münafikûn : 11
[5] Yûnus : ,49
[6] Bak : Şerh-i Mevakıf : c. m,
s. 124 - 125; Şerh-i Makâsıd : c. II. s. 118 - 119: Tavhidü'l - Akâid : s. 125 -126;
Fakülte Notlan (Musa Salih Şeref), s. 12-21: Serh'ul-Akâid en-Nesefiyye : s.
379-383; Tenkıhu'l-Kelâm... s. 261-256.
[7] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 376-380.