1 - Meleklertn Mahtyett Ve Vasıfları :
4 - Meleklerin Naklen Sübûtlî Ve Aklen Cevazı :
6- Melekler İnsanlardan Efbal Mıdır?
Görülmeyen Yaratıklardan Cin Ve Şeytan
Cin Ve Şeytan Kelimelerinin Lügat Ve Istılah Manâları :
2 Cin Ve Şeytanın Mahiyeti Ve Vasıfları :
3 - Hz. Peygamber Cinlerin De
Peygamberîdîr '.
4 - Cinler İlâhi Sırlara Vâkıf Mıdır?
5- Cin Ve Şeytan Niçin Yaratılmıştır?
6- Cin Ve Şeytanların Varlığını Akıl İnkâr Edebilir Mî?
Allahu Teâlâ'nm Zâtı, Sıfatlan ve
Fiilleri ile ilgili konuları inceledikten sonra, bu bölümde Allah'ın
Meleklerinden bahsedecek, meleklerin mahiyetini, İslâm akîdesindeki yerini ve
vazifelerini beyan edeceğiz.[1]
«Melek» kelimesi,
yetkili dilcilere göre Arapça bir kelime olup, «elûk»
veya «elûke» kökünden gelir. Elûk;
götüren, elûke de: haber götüren manasınadır.
«ELK» aslında
«elçilik» demektir. Müfredi (tekili), «mefal»
vezninde «melek» ise de, bilâhare hemze (') «lâm» dan sonraya alınarak «mel'ek» olmuş, daha sonra hemze de düşerek kelime «melek»
haline gelmiştir. Bu gibi değişikliklere Arapçada çok
rastlanır.
Haber götüren elçi
mânâsına gelen «melek» in çoğulu «melâike» dir.
Ibn-i Hayyan ve Râğıb gibi dilciler, melek kelimesinin, «kuvvet ve
iktidar» mânâsına gelen «melk», yahut «milk» kelimesinden geldiği kanaatındadırlar.
İngiliz
müsteşriklerinden Papaz D. B. Mac Donald, bu kelimenin İbrânice'den
Arapça'ya geçmiş olabileceği fikrine kapılmışsa da, bilâhare, yapılan
incelemeler sonunda îbrânice'nin çok eski kitabelerinde
böyle bir fiilin izine rastlanmadığını itiraf etmiştir.[2]
Meleklerin cins ve
mahiyeti hakkında çeşitli görüşler varsa da, meşhur olan; meleklerin ruhanî,
nûrânî ve lâtif birer varlık olduklarıdır. Kur'an-ı
Kerîm'in birçok âyetlerinde meleklerin, diğer varlıklar gibi, müstakil olarak
yaratılan, fakat maddî varlıklara mahsus olan yemek, içmek, uyumak, evlenmek
gibi hallerden uzak ve müstağni, erkeklik ve dişilikle muttasıf
bulunmayan nuranî ve lâtif varlıklar olduğu, kendilerine verilen en büyük
işleri îfâya, en kısa 'Zamancta en uzak mesafeleri kat'etmeye, diledikleri şekil ve surette görünmeye
muktedir, Hak Teâlâ'nın mükerrem
kullan oldukları beyan olunmuştur [3] Bu
bakımdan melekler, îtibârî birer yarlık olmayıp, Yüce Allah'a asla isyan
etmeyen, O'nun emirlerini usanmadan yapan ve.harfiyyen
yerine getiren, nûrânî, masum ve şerefli kullandır. Nitekim Hak Teâlâ melekleri için : [4] ve Onlar, Allah'ın emirlerine isyan edip
karşı gelmezler emrolundııkları
şeyleri (aynen) yaparlar.» buyurmuştur.
Kur'an-ı Kerîm'de insanların topraktan, cinlerin ve şeytanın
ateşten yaratıldıkları beyân olunmakta ise de,
[5] Meleklerin
hangi maddeden yaratıldıkları açık bir dille bildirilmemiştir. Ancak Hz. Âişe Radıyallahu
Anhâdan nakledilen bir hadise göre; Peygamberimiz;
cinlerin nârdan (ateşten), meleklerin de nurdan (ışıktan) yaratıldıklarını
bildirmiştir [6] Bu
hadis, meleklerin maddî olmayan rûhânî ve nûrânî lâtif yaratıklar olduğunu,
meleklerle cinlerin iki ayn asıldan gelen iki ayrı
varlıklar olduklarını gösterir.
Kur'an'da, meleklerin kanatları olduğundan da bahsedilmiştir.
Halbuki kanat, maddî
bir. sıfattır. Fakat buna dayanarak, manevî varlıklar olan melekleri kuş gibi
kanatlı, maddî bir varlık olarak tasavvur etmek, yanılş
bir anlayış olur. Çünkü Kur'an'da bahsedilen melek
kanadı, kuş kanadı gibi maddî bir kanat olmayıp, vazifelerini en sür'atli bir şekilde görmelerine delâlet eden manevî bir
kanat, bir kuvvet sembolüdür,
Bu söz, temsilî ve
mecazî bir ifadedir. Nitekim maddî ve manevî ilimlere sahib
olan bir kimseye de, mecazen «Zü'l - cenâheyn» yani iki kanat sahibi, denir.[7]
Melekler, nurdan
yaratılan, rûhânî ve manevî lâtif varlıklar oldukları için, kendilerine mahsus
olan mahiyetleri, insan gözüne görünmelerine engel teşkil etmektedir. Çünkü
insan sözü, —genel olarak— melekler gibi nûrânî, îâtif
varlıkları görebilecek şekilde yaratılmamıştır. Ancak, Cenab-ı
Hak, Peygamberlerine bu kuvveti verdiğinden,- yalnız onlar melekleri hakîkî
hüviyetleriyle görebilirler. [8]
tslâmda îmân esaslarından biri de, Yüce Allah'ın melekleri olduğuna
inanmaktır. Meleklere îmân, Islâmda inanç esasları
arasında mühim bir yer işgal eder. Çünkü melekler, vahiy ve Peygamberliği,
görülmeyen ilâhî âlemden, "görülen insanlık âlemine nakleden Allah
elçileri, bu âlemin nizâmını sağlayan ilâhî vasıtalar ve insanlara iyiliği ilham
eden nûrânî varlıklardır. O halde vahye ve Peygamberliğe inanmak, ancak
meleklere inanmakla olur. Yani Peygamberlere inanmadan önce, onlara
peygamberliği getiren meleğin varlığına inanmak lâzımdır. Bu bakımdan meleğe
îmân, peygamberliğe îmân demektir. Meleği inkâr ise, Peygamberliği inkâr
mânâsı-nı ifade eder. İşte bu sebepledir ki meleklere
îmân, îmân esasları arasında Allah'a îmândan sonra yer almıştır [9]
Nitekim Kur'anU Kerîm'de Yüce Allah'a îmândan sonra
Meleklerine, daha sonra da, Kitaplarına ve Peygamberlerine îmân etmek
zikredilmiştir [10] Esasen, diğer îmân
esaslarına inanmak, herseyden önce Allah'a, sonra
O'nun gibi görünmeyen Meleklerine
inanmakla kaabildir. Bu
Peygamber, Rabbi tarafından inzal
olunana (Kur'an'a di, mü'minler de inandılar.
Herbirt
Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına Peygamberlerine inandılar.»
inan- hetten de ruhanî lâtif varlıklar olan Meleklere îmân, maddî
ve manevî varlıkların yaratıcısı bulunan Hak Teâlâ'ya
îmândan sonra zikredilmiştir. [11]
Görünmeyen ve
göremediğimiz bu varlıkların mevcudiyetini Kur'an-ı
Kerîm bize haber veriyor. Peygamberimiz, melekleri bizzat görmüş ve var
olduklarını bildirmiştir. Allah'ın Kelâmı olan Kur'an'm
her verdiği haber hak ve gerçeğin ifadesidir. Peygamberler ise, doğrulukla muttasıfdırlar ve asla yalan söylemezler. O halde bizler müslüman olarak Kur'an ve Hadisle
sabit olan, bütün geçmiş Peygamberlerin ve Semavî Dinlerin, varlığında ittifak
ettik-ieri meleklere inanmakla mükellefiz. Bu sebeble, şer'an sabit olan
melekleri inkâr etmek küfrü icabettirir. Bu hususta vârid olan muhkem âyetleri te'vile
kalkışmak asla caiz değildir.
Şer'an sabit olan meleklerin varlığını insan aklı da inkâr
etmez. Gerçi akıl, meleklerin ne varlığını, ne de yokluğunu kesin delillerle
ispat edebilir. Fakat akıl, bu
gibi görülmeyen varlıkların muhal olmadığına, bilâkis vücudu
caiz olan şeylerden olduğuna delâlet eder. Çünkü; melekleri inkâr için, aklî
veya ilmî hiçbir delil ortaya konamaz. Aksi halde, gözümüzle göremediğimiz ve
bugünkü müsbet ilmin ve felsefenin mahiyetini
bilemediği ruhumuzun ve aklımızın da varlığım inkâr etmemiz gerekir. Fakat
göremiyoruz veya mahiyetini bilemiyoruz diye, ne ruhu, ne de akh İnkâr edebiliriz. O halde, ruh gibi maddî olmayan ve «Mücerredât» denilen mânevi varlıklara inanmaya mecburuz. Bu
gibi varlıklar, müşahede ve tecrübeye (gözlem ve deneye) dayanan müsbet ilmin sınırı'dışında kalan,
fizik ötesi, manevî yaratıklardır. Nitekim,
Sokrafc ve Eflâtun gibi ilahiyatla uğraşan
eski filozoflar, fizik ötesi ruhanî varlıkların mevcudiyetine, inanmışlar ve
onlara «Misâller âlemi, Ervâh-ı
Ul-viyye, Ukûl-i Âliye,
Nüfûs-i Mücerrede» gibi isimler
vermişlerdir. Bugünkü müsbet ilimle uğraşan
bilginlerin çoğu, fizik Ötesi birtakım kuvvetlerin bu maddî âlemde görülen
bazı hâdiselerin meydana gelmesine sebeb olduğunu
kabul etmektedir. Bütün bunlar, meleklerin mevcudiyetini akim caiz gördüğüne
delâlet eder.
Hülâsa, melekler de
ruhumuz gibi vardır. Gerçi biz onları göremiyoruz. Fakat Peygamberler
görmüşler ve büyük bir melek olan Cebrail'in
elçiliğiyle Allah'ın vahyine mazhar
olmuşlardır. Onlar,melekler vasıtasiyle Allah'ın emir ve yasaklarını telâkki ederek, beşeriyyeti hidâyete sevketmişlerdir.
Nitekim mukaddes Kitabımız Kur'an-ı Kerîm de Sevgili
Peygamberimize aynı şekilde indirilmiş ve bize meleklerin varlığını haber
vermiştir. Onun içindir ki, biz müslümanlar, Kur'an-ı Kerîm'in ve Peygamberimizin haber verdiği ve uklımızın da varlığını kabul ettiği meleklere inanırız.
Çünkü melekleri inkâr. Mukaddes Kitapları ve Peygamberleri de inkâr etmeyi
gerektirir. [12]
Kur*an-i Kerîm'in
birçok âyetlerinde meleklerden bahsedilmiş çeşitli vazifeleri ve gördükleri
işlere göre aldıkları isimler beyan olunmuştur. Kur'an'a
göre melekler, üç büyük gurupta toplanmaktadır :
A) fiîîİîyyûn, Mukarrebun» diye
anılan meleklerdir ki, bunlar dâima Hak Teâlâ'yı
tenzih ve tehlil ile, O'na ibadet etmekle meşguldürler.
Dâima Allah mahabbetiyle istiğrak halindedirler.
B) «Müdebbirât» adıyla anılan melekler olup, bu kâinatın nizam
ve intizâmında ilâhî irâdenin icrasına
vasıtalık ederler. Yani hiîkatin devamını ve tekâmülünü temin ederler.
C) İnsanın
ruhî hâli ve tekâmülü ile vazifeli olan meleklerdir.
Bu melekleri ve
vazifelerini şu beş gurupta toplamak
mümkündür :
1- Bunların başında,
meleklerin en büyüklerinden Cebrail gelir ki, vazifesi çok mühimdir. Bu
vazife, insanları hidâyete şev-keden ve onları her
iki dünyada da saadet ve selâmete ulaştıran ilâhî vahyi, Peygamberlere tebliğ
etmektir. İlâhî emâneti Peygamberimize ve daha evvelki Peygamberlere ulaştıran
bu meleğe «Vahiy Meleği», «Ruhu'l-Enıîn» ve «Kuhu'l - Kudüs»
isimleri verilmiş-
2- Bu
guruptaki meleklerin ikinci vazifesi de, Allah'ın Peygamberlerine ve kuvvetli
îmân sahibi sâlih
kullarına kuvvet vermek, sıkıntılı ve
üzüntülü anlarında onları teselli etmek ve maneviyatlarını yüks e
itmektir. Nitekim Kur'anda mü'minlere, düşmanlarına
karşı yardım için melekler gönderildiği birçok âyetlerde zikredilmiştir [13] Bu
yardımın, manevî bir yardım, kalbe itmi'nan ve müjde
için olduğu yine Kur'an'da beyân olunmuştur. [14]
3- İnsanların
her türlü halleriyle
ilgili meleklerin üçüncü
vazifesi ise, Allah'a inanmayan kötü ruhlu insanlara verilen ilâhî cezayı ifâ etmektir. [15]
4- Meleklerin
dördüncü vazifeleri de, yeryüzündeki insanların hidayetleri için duada ve
onlara şefaatte bulunmaktır [16] Bu
dua ve şefaat, «Rahmeti her şeyi kuşatan
ve kaplayan Allah'ın» [17] iradesiyle bütün insanlar için ise de,
meleklerin yalnız mü'-minlere mahsus olan
duaları daha kuvvetlidir [18] Peyamberler için olan dualar ise, onları takdis etmek ve risâlet vazifelerine yardımcı olmaktır.
5- Meleklerin
diğer bir vazifesi de, insanlara iyi ve hayırlı şeyleri telkin etmek suretiyle
onların doğru yola girmelerini ve ruhen yükselmelerini sağlamak, böylece
onları iyi ve asil bir hayata yöneltmek, saadet ve selâmete erdirmektir.
Yukarıda beyan olunduğu gibi, meleklerin kâfirler için bile şefaat edip
dua etmeleri, onları ruhî yükselme
yoluna sevketmek içindir. Mü'minleri
hakka, gerçeğe ve aydınlığa- çıkarmaları ve Peygamberlere selât-ü selâm
getirmeleri ise, onların ruhî yükselme dâvalarını ilerletmektir.
Meleklerden bir
kısmının da özel vazifeleri vardır. Meselâ «Ha-faza» [19]
denilen melekler vardır ki, her insana bunlardan iki melek verilmiştir. Bunlar,
insanın her türlü iyi ve kötü hareketlerini yazarlar. Kur'an'da
bu meleklere «Kirâmen Kâtibin» (Şerefli, ulu
yazıcılar) adı verilmektedir [20]
Melekler mânevi ve ruhanî lâtif varlıklar oldukları için, şüphesiz onların
yazmaları, insanın yazması gibi değildir. Sonra bu kayıt işi bir ihtiyaçtan
doğma olma yıp, insan oğlunu, işlerinde dikkat ve
itinâya sevketmeyi hedef alan bir takım ilâhî
hikmetlere müsteniddir.
Bir de «MOnker ve Nekir» ismi verilen
melekler vardır ki bunlar, insana, öldükten sonra soru sormaya memurdurlar.
Bunlardan başka, AzrMadıyla anılan, ruhları kabzetvncye
memur melek, Mikâil ismiyle bilinen, nzıklan sahihlerine ulaştırma ve yağmur yağdırmak, rüzgâr
estirmek gibi tabiî hadiseleri yönetmekle vazifeli melek ve kıyameti ilân eden
Sûr'u üflemekîe v
oteli forâfîl adlı melek vardır ki, bu üç m°lek, Cebrail Aleyhisselâm, meleklerin
en büyükleri ve onların resulleridir. [21]
Meleklere îmân farz
olduğu gibi, onları ta'zim ve tebcil etmek de her mü'mine farzdır.
Peygamberler,
meleklerin resulü olan dört büyük melek dahil, bütün meleklerden efdâl yani daha faziletli ise de, bu dört melek bütün
insanlardan efdâîdir. Bu husus «lemâ-i
Ümmet» ile sabittir.
Takva sahibi insanlar
da, diğer meleklerden daha faziletli ve üstündürler. Çünkü melekler, yaradılış
bakımından günâh işlemezler, Allah'a itaat ve ibadet onlar için tabiî ve fitrî bir iştir. Onları bu işten menedecek
ne nefisleri vardır, ne de haricî bir tesire mâruzdurlar. Halbuki insan akıl
ve nefis sahibi olup, her türlü
menfi tesirler altındadır. Buna
rağmen bu menfi ve kötü engelleri aşar ve Yüce Allah'a inanarak, salih amel işlerse, elbet meleklerden daha faziletli ve
daha üstün derecede bir varlık olur. [22]
Nûrânî ve ruhanî lâtif varlıklar olan meleklerden başka, Al-lahu Teâlâ'nın yaratmış olduğu
gözle görülmeyen bir kısım gizli mahlûkları (yaratıkları) vardır ki, onlara
(cin) adı verilir. Şeytan da cin tâifesindendir.[23]
«Cin» ismi, (cenne) kelimesinden gelir. Cemre; örttü, gizledi,
gölgeledi, sakladı ve korudu demektir. Kelimenin aslı, bir şeyi histen
gizlemek mânâsını ifade eder. Arap dilcileri, kelimenin kökünde ve aslında
müttefiktirler. Meselâ : Cenne; bahçenin ağaçları toprağı
Örttüğü ve gizlediği için, «bahçe» mânâsına da gelir. Nitekim toprağı örtülmüş
bağ, bostan ve bahçe'ye, aynı kökten gelen (cennet) adı verilir. Cünne, kalkan ve siper mânâsında, (cenin) ana rahminde
saklı kalan çocuk, (cenan) göğüs içinde bulunan kalb,
(cu-nün) nefis ile akıl arasında perde olan «delilik»
mânâsına gelir. Bu kelimelerin hepsinde histen gizleme mânâsı vardır. Bu esasa göre
cin, gizli mahlûklar cinsine delâlet eden bir «ism-i
cins» tir. Müf-redi «Cinnî» dir.
«Dilciler» den Râğıb-i tsfehâm'nin El - Müfredat'mda bildirildiğine göre, gizli kuvvetler mânâsına
gelen (cinn), iki türlü kullanılır :
1- Cin (ins) kelimesi karşılığında kullanılan ve histen, insan
gözünden gizli olan bütün ruhanî varlıklardır. Bu, cinn
kelimesinin genel mânâsıdır. Bu mânâda meleklere ve şeytana da cin
denilebilir. Çünkü
melek de, şeytan da gözle görülmeyen gizü varlıklardır
[24]
2- (Cinn), ruhanî varlıkların hepsinin değil, bir kısmının
adıdır. Çünkü ruhanî varlıklar üç kısımdır :
Birinci kısım
ruhanîler, Yüce Allah'a itaat ve ibâdet eden nje-lekler'dir ki, bunlar yanlış is yapmazlar ve insanı
aldatmazlar.
İkinci kısmı teşkil
eden, şerir ve isyankâr olan Şeytanlar'dır.
Bunlar insanı
aldatırlar; şer ve kötülük için çalışırlar.
Üçüncü nevi ruhanîler
ise, ikisi ortası olan gizli yaratıklardır. Bunların hayırlısı ve Allah'a itaat
edeni olduğu gibi, şerlisi ve Allah'a isyan edeni de vardır. Özel manâsıyla
Cin, bunlara denir. Cin deyince, bu iki sınıfı da (yani mü'min
ve kâfiri de) olan ruhanî yaratıklar olduğunu anlamak, en doğru ve meşhur
olandır.
«Cinn
Sûresi»nde etraflı olarak bahsedilen cinler, Rahman
sûresi âyet 15, 33 de geçen (Cinn) ve (Cânn) bunlardır. Cinn'in, müf-redi, «Cinnî»,
çoğulu ise «Cinne» gelir. Nitekim, «En-Nâs sûresi» nin 6. âyetinde «... Min-el Cinneti ve'n-Nâs» buyuruimuştur. [25]
Dilcilere göre;
azınlıkta, şer ve kötülükte emsalsiz olan şerir ve anut (inatçı) mânâsına
gelen, her mütemerrit'e (azgına) verilen bir
isimdir. Bu bir «cins isim» dir. Şeytan kelimesinden
daha çok (cin) cinsinden olan «Cin Şeytanı» anlaşılırsa da, kötü ruhlu
insanlara da bu ad verilir. Hatta kötü hayvanlara da... Meselâ arap dilcileri, yılan'a «Hayye»
dedikleri gibi, «Şeyâtınu'l Arap = Arap şeytanları»
da derler. Bu esasa göre, «Şeytan» kelimesi, kötü ruhla alâkası olan, görülen
veya görülmeyen her kötü ve haktan uzak şeylere verilen bir isimdir. Cin
şeytanı denildiği gibi, insan şeytanı, hayvan şeytanı da denir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de, «Şeyâtın-ı ins* ve «Şeyâtın-ı cin»
tâbirleri [26]
insan ve hayvan görülür, fakat, ruhta gizli ol&ri
kötülük ve habaset görünmez. O, eserleri ile anlaşılır.
O halde, insan
şeytanında da şeytanlık, gizli, bir haldir. Bu sebeple şeytan isminden, genel
olarak, gizli, kötü bir kuvvet, kötü ve habis bir ruh anlaşılır. însan şeytanı,
şeytanlıkta adolan cin şeytanına tâbidir. Ona
bağlıdır.
Ehl-i Sünnet'e göre şeytan ismin'den
maddî kötü kuvvetler de anlaşılır ise de, bilhassa görülmeyen bu gibi kötü ve
haktan uzaklaşan gizli ruhlara delâlet eden bir «Cins ismi» dir. Yaratılışta her cins bir «Ferd-i
Evvel», yani ilk fert ile başladığından, «şeytan» denilince bu cinsin ilk ferdi
olan ve babası sayıîan ilk şeytan, yani «iblis» akla
gelir ve ona has (özel) bir isim gibi olur. Ruhlar âleminde iken, Allah'a
isyan ederek ve tekebbür göstererek, insan ırkının ilk ferdi Âdsm Aleyhi^eîâm'a (tazim
gayesiyle) secde etmeyen (İblis) ilk şeytandır. [27]
Dilci imamlara göre
(Şeytan) kelimesi uzaklık mânâsına gelen (Satana =maddesinden, veya ihtirak (yanmak), yahut butlan mânâsına gelen (Şeyata = (ûa~i) ) dan gelir. Birincisine göre «Fi'lân»
vezninde, haktan uzak olan, ikincisine göre ise, «Fu'lân»
vezninde yanmış ve bâtıl demektir [28]
Kur'an-ı Kerîm'de bildirildiğine göre Cin ve Şeytan, aynı
cinsten olan ve görülmeyen yaratıklardır. Çünkü şeytan cinsinin ilk ferdi olan
«İblis» in, ein'den olduğu şöylece tasrih edilmiştir.
[29]
«Kani biz Meleklere,
«Adem'e secde edim» demiştik de, îblîs-ten başkası hemen secde etmişti. O ein'den idi. Rabbinin enrâne
karşı gelmişti.»
Hak Teâlâ Iblis'e : «Sana emrettiğim
halde, secde etmene mâni olan "ne var, niçin secde etmiyorsun?» diye sorduğu
zaman dedi ki :
«Ben ondan hayırlıyım,
(Âdem'den üstünüm). Beni ateşten yarattın, Onu ise çamurdan...» [30]
Cinler ve cin
cinsinden olan şeytan; saf ateşten, yani dumansız ateş alevinden yaratılan
nurânî lâtif varlıklardır. Bu konuda Kur'an-ı
Kerîm'de :
«Cinni
de faha, saf bir ateşten yarattı.» [31]
«Cinleri [32] de
daha önce alevli (dumansız) ateşten yarattık.»
[33] Duyurulmuştur.
Cinler de, melekler çibi -örülmeyen gizü varlıklar
olup, çeşitli şekil ve surete girmeye ve zor işleri yapmaya muktedir, fakat cins
ve mahiyet bakımından meleklerden ayrı yaratıklardır. Daha önce zikrettiğimiz Hz. Âise (r.a.)'nin naklettiği hadis, bu hususu açıkça göstermektedir. [34]
Eski Hukemâ ve Mütefekkirler, cinlere «Ervâh-ı Süfliyye (Süfli kötü ruhlar), Ervah-. Arziyye»
adını vermişlerdir. Cinler arasınla da insanlar gibi evlenme vardır. Onlar
da, Yüce Allah, anan Dansı- ve ibâdetle mükelleftirler.
Bazıları isyankâr olup kâfirdir. Diğer bir kısmı da itaatli mü'mindir.
Allah'ın Yüce kudreti karşısında hiç bîrirân kudret vo hükmü olmayıp, O'nun âciz ve sorumlu yaratıklarıdır.
Allah'ın izni ve hükmü Gİmadikça, hiç bir kimseye ne
iyilik, ne de kötülük yapabilirler. Cinler, Allah'ın peygamberlerine bildirdiği
ilâhi vahyinden haberdar olamazlar, gaybı bilemezler [35] Çünkü
Allahu Teâlâ gizli
âleminden kimseyi haberdar etmemiştir. Ancak, seçtiği ve dilediği
peygamberlerine insanlara tebliğ etmek üzere emirlerini bildirmiştir.[36]
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Hâtemü'l -
Enbiyâ (Peygamberlerin Sonuncusu) ve en büyüğü olduğu için, bütün insanlığa
gönderildiği gibi, cinlere de peygamber olarak gönderilmiştir, O, ins vs cinn'in peygamberidir.
Cinlerden bir taifenin Peygamberimizi Kur'an okurken
dinleyerek îmân ettikleri, dinledikleri ilâhî hükümleri diğer cinlere
bildirdikleri ve onları İslâm'a davet ettikleri «Cin Sûresi»nde, ayrıca «Ahkâf Sûresi»nde beyan edilmiştir. [37]
Cin sûresinde şöyîe buyurulmuştur :
(Ey Muhammedi) De ki :
«Cinlerden bîr zümrenin Kur'an okurken dinlediği bana
vahyolundu. Onlar (Kur'an)ı
dinlemişler de (şöyle) demişler : «Biz gerçekten hayranlık veren bir Kur'an dinledik ki O, Ilakk'a ve
doğruya götürüyor, biz de O'na îmân ettik. Rabbimize (artık) hiçbir şeyi ortak
koşmayacağız...» [38]
İnsanları aldatarak
dalâlete, küfre ve inkâra sevketmeye, bâtıl ve sapık
inançlara yöneltmeye ve onların ahlâkını ifsada çalışan şeytan, Rabbine isyan
eden cin tâifesindendir. Şeytan insanın açık bir düşmanıdır. Bu hususta bir çok
âyetler vardır [39] Müşrikler eskiden, İlâhî
sırlara vâkıf olduklarını zannettikleri ve bu sebeple korktukları cinleri ulûhiyet derecesine çıkararak, onları ilâhlaştırırlardı.
Dev, peri, şeytan, cin ve melek adıyla andıkları, hayra ve şerre kaadir zannettikleri, esrarengiz ruhanî yaratıktan iîâh kabul ederek, onlara ibâdet ederlerdi. Her birine
çeşitli tılsımlar, sihirler yapan Sâbiîler,
Süryânîler, Yunanlılar, Romalılar, Ca-hiliye Arapları, İslâm'dan önceki Şanıanist
Türkler [40] ve diğer müşrikler, bütün
bu görülmeyen gizli ruhanî varlıkları ilâhlaştıra-rak, onları Allah'a ortak koşar, O'na oğullar ve kızlar uydurur-Kur'an-ı
Kerîm'de çok yerde ve özellikle Cin Sûresinde bildirildiğine göre, cinler ve
şeytanlar, ilâhî sırlar ve vahy hakkında bilgi sahibi
değildirler. Bu husus kesinlikle reddedilmiştir. Nitekim, Kur'an-ı
Kerim'in Peygamberimize İnzalinden söz edilirken şöyle buyurulmuştur
:
«...Kur'an muhakkak ki, Âlemlerin Rabbi Canibinden indirilmedir.
O'nu, Ruhu'l - Emin» inzâr
edicilerden olasın diye, senin kalbine mânâsı açık Arapça bir dil île
indirmiştir...» [41] Aynı sûre nin
sonlarında ise :
«..O'nu (Kur'an-ı) asla şeytanlar indirmedi. Bu onlara yaraşmaz,
esasen buna güçleri yetmez. Şüphesiz onlar, (vahyi) işitmekten
uzaklaştırılmışlardır...» [42] buyuruluyor.
Bu âyetlerden,
şeytanların ve cinlerin vahye ve ilâhî sırlara asla vâkıf olmadıkları, buna
güçleri yetmediği, vahyi Peygamberlere bizzat Hak Teâlâ'nm
gönderdiği ve Cibril'i Emîn tarafından kalplerine ilkâ
olunduğu kesin olarak anlaşılmaktadır. Bu ve daha bir çok âyetlerden [43] anlaşıldığına
göre, halk arasında zannedildiği gibi, şeytanlar ne göklere yükselirler, ne de
ilâhî sırlan öğrenerek yer yüzüne inerler. Bu, onların ne vazifesidir, ne de
buna güçleri yeter. Halk arasındaki bu düşünceler mesnetsiz olup, efsâneden
başka bir şey değildir.
Ancak, şu husus da bir
gerçektir ki; Cinler ve Şeytan, saf ateşten yaratılan nûrânî varlıklar olarak,
vahyi ve ilâhî sırları öğrenmek gücünde olmamakla beraber, insanların
görmediği ve bilmediği bir çok manevî ve adî hâdiseleri görür ve bilirler.
Fakat cinlerin şeytanlıklarına kapılarak ve gaipten sırlar öğrenmek sevdasıyla
onların istilâsına düşmemeli, kötü tasarrufuna girmemelidir. Gerçek şudur ki;
cinlere verilen tasarruf kudreti, insanlara verilen idrâk kuvvetinden daha
yüksek değildir ve bunların hepsi ilâhî kudret ve azamet önünde bir hiçtir.
Onun içindir ki, Allah'a ihlâs ile îmân eden gerçek mü'minler onlardan korkmazlar ve istilâlarına uğramazlar.
Çünkü, Kur'an-ı Kerîm'in nuru onları yaKar.Nitekim Cin sûresinde bu gerçekler anlatılmış
cinlerin varlığı, mes'uliyetleri, mükellefiyetleri ve
insanlarla olan alâkaları bildirilmiştir. Cin ve şeytanlar, Yüce Allah'a ve
,ilâhî emirlerine karşı hiç bir şey yapamazlar ve gayb
hakkında bilgi sahibi olamazlar. [44]
insanın apaçık düşmanı
olduğu bildirilen ve gayesi insanı doğru yoldan çıkararak küfre ve dalâlete
şevke çalışmak olduğu anlaşılan şeytan acaba niçin yaratılmıştır?
Gerçek şudur ki;
insan, yaratılış bakımından madde ve ruh'-dan teşekkül eder. Maddî cephesi;
fizikî görünüşü olan bedeni ve onun tabiî ihtiyaçlarıdır. Manevî cephesini de,
mahiyeti bilinmeyen ruhu ve aklı teşkil eder. Bu yaratılışının tabii neticesi
olarak Yüce Allah, insana iki çeşit duygu vermiştir.
Birincisi, insanın ruh
ve mânâ cephesi ile ilgili olan yüce duygulardır ki, bunlar insanı rûhânî ve
yüce bir hayata -yöneltir.
İkincisi ise, insanın
maddî ve fizikî yönü ile ilgili olan bir takım süflî duygulardır. İnsan bu
duygularına tabî olursa, ruh cephesi zayıflar, adetâ maddeleşerek âdîleşir. insandaki
bu iki çeşit duyguya karşılık kâinatta da iki çeşit varlık vardır : Melekler ve
şeytanlar. Şüphe yok ki, süflî ve âdî nev'iden olan
duygu ve arzular, insanın fizikî varlığı için şarttır. Fakat bunlar, çığrından çıkıp, kontrol edilemez bir hale gelirse,
insanın iyi ve yüce bir hayata doğru yönelmesine ve yükselmesine engel olur.
İnsanın bu cins dsygu ve arzularını kontrol etmesi
gereklidir. Eğer bunu yapmakta başarıya ulaşırsa, ne bu fizikî arzular, ne de
onu tahrik eden şeytan insana zarar verebilir. Bilâkis manevî cephesinin
emrine girer ve onun yükselmesine hizmet eder. İnsan için bir imtihan ve deneme
yeri olar bu dünya'da insanı iyiliğe yöneltmek için melek yaratılması nasıl
lüzumlu ise, fizikî varlığı için de onun süflî ve âdî arzularını kamçılayan
kuvvet, kontrol altına alınmak şartı ile zararsız, hattâ faydalı olabilir.
Şeytanların yaratılmasında bundan başka daha bir çok ilâhî hikmetler olduğu
muhakkaktır.
Nitekim Müslim'in tbn-i Mes'ud (r.a.) dan
rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur : (Meali)
«İnsanlardan hiç bir
fert yoktur ki, onun cinden bir şeytanı olmasın!»
Bunun üzerine
sormuşlar : «Ya Resûlallah!
Bu senin hakkında da böyle midir?»
Peygamberimiz cevaben
: «Evet, böyledir. Şu kadar ki ben, Allah'ın bana oian
yardımı ile, onu yola getirdim, itaatim altına aldım, onu müslüman
yaptım ve böylece şerrinden, bana kötülük telkin etmesinden kurtuldum. Şimdi
o, bana hayırdan başka bir şey telkin edemez.» buyurmuştur.
Gerçekte şeytan, önce
insana itaati kabul etmez. Onun arzu ve niyeti, insanoğlunu par,lak sözlerle ve
yalanla adî ve süflî arzularını uyandırarak onu yanlış yola sevketmektir.
İnsan, ruhî
gelişmesinin ilk devresinde şeytanın içinde uyandırdığı, süflî ve kötü arzulan
susturmak için onunla savaşmak zorandadır. Fakat
insan bu mücadelede azmederse, ilâhî vahiy sayesinde sonunda şeytanı
yenecektir. însan bu devreyi atlatıp aymakta başarılı olursa, artık yükselir,
süfli1 arzular dizginlenir ve şeytan ona zarar veremez hale gelir. Ona
iyilikten başka şeyler telkin edemez. Nitekim Hak Teâlâ;
«Benden size bir hidâyet rehberi gelecektir. Kim ona uyar, yolundan giderse,
onlar için artık korku yoktur, onlar mahzuii da
olmazlar...» [45] Duyurulmuştur.[46]
Saf ateşten yaratılan
ve insan gözüyle görülemiyen cinler ile, aynı cinsten
olduğu Kur'an âyetleriyle haber verilen şeyt^n'm nû-rânî gizli varlıklar olduğu şer'an
sabittir. Bu hususta, daha ı'mce yeri geldikçe
zikrettiğimiz birçok âyetler ve Kur'an-ı Kerîm'de
«Cin Sûresi» adiyle anılan müstakil bir sûre vardır. Bu sûre, Kur'an-ı Kerîm'in 72. sûresi olup, 28 âyettir. Cinlerin
varlığını ve kendisinin onlara da peygamber olarak gönderildiğini Hz. Peygamber' (s.a.v.) haber vermiştir. O halde bizlerin müslüman olarak muhkem âyetler ve sahih hadislerle, yani Kur'an ve Sünnet gibi iki şer'î delille var olduğu
bildirilen cin ve şeytan'ın, Yüce Allah'ın görülmeyen gizli yaratıkları
olduğuna inanmamız gerekir.
Şer'an sabit olan meleklerin varlığım inkâr edemiyen insan aklı, daha önce zikrettiğimiz aynı sebepten,
varlığı şer'an yani dînen sabit olan cin ve şeytanı
da inkâr edemez. Çünkü bu husus, ak-len muhal
değildir. Cinlerin de, cismanî bir bünyesi olabilir. Fakat, bizim her bünyeyi
görmemiz zarurî olmadığı gibi, gördüğümüz cisimlerin de her cüz'ünü
göremediğimiz bilinen bir gerçektir. O halde, gözlerimizin önünde, bir bünyeye
sahip bir çok varlıklar olduğu halde, biz onları görmeyebiliriz. Nitekim
mikroplar var olduğu halde, onları gözle göremeyiz. Bu bakımdan, hava içinde
hiç hissetmediğimiz dalgalar ve ışınlar bulunduğu gibi, âletle dahi hisse-demiyeceğimiz gizli varlıklar bulunabilir. Esasen, bütün
cismânî ve fizikî kâinatta, nişlerimizden gizli ve görme gücüne sahip olmadığımız
ruhanî varlıkların bulunduğunu inkâr etmek doğru olmaz. Her türlü varlığı
yaratmağa kaadir olan Yüce Allah'ın yaratıklarının,
yalnız gözle veya âletle görüp bildiğimiz şeylerden ibaret olduğunu sanmak,
büyük gaflet olur. Bu ise, Yüce Allah'ın ilâhî kudretini ve kâinatın azametini
bilmemekten başka bir şey olmaz.[47]
[1] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 401.
[2] İslâm Ansiklopedisi : C. 77, s. 661. Bu konuda fazla
bilgi için bak Manzur, L
[3] îsrâ : 40; Saffât : 150;
Zuhrırf :
9; Fâtır
:1; Enbiyâ: 26.
[4] Tahrim : 6 ve Enbiyâ : 26
[5] Sâd : 76.
[6] Sahih-i Müslim C. VII, s. 226, İstanbul 1333 H. Ibıvi .
490.
[7] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 401-403.
[8] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 403.
[9] îmân esaslarını toplayan cÂmentü...»
de olduğu gibi.
[10] Bakara : 335.
[11] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 403-404.
[12] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 404-405.
[13] Enfâl : 9; Âl-i İmrân
: 123. 12-1. 125.
[14] Âl-i İmrân: 126; Enfâl: 10, 12
[15] Bakara:
210; En'âm
; 158;
Nah! : 33, Furkân
:-26.56; Enfâl: 50: Mu-hammed
: 27
[16] Şûarâ : 5; Necm : 28.
[17] Ârâf : 156
[18] Mü'min : 7, 9; Ahzab : 43.
[19] İr.fitâr : 10; En'âm : 01.
[20] İnfitâr : 11, 12; Râd : İÜ, 11.
[21] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 405-407.
[22] s. 661-664.
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 407.
[23] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 408.
[24] Bu manâ lâfız bakımındandır. Gerçekte
ise, cinlerin meleklerle mahiyet
ve vazife bakımından alâkası yoktur.
Bu husus, ileriki bahislerde daha çok anlaşılacaktır
[25] tbn-i Manzur
: L
El-Râgıp
: El-Müfredat : C. I, s. 79-80, M. Hamdi
Yazır : Hak Dini Kuran Dili : C. I. s.
238-239 C. in, s. 2029-2031 ve C. VII, s. 5382-5383.
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 408-409.
[26] Bakara : 14; îsrâ : 27 ve Mülk
: Ç7. Ayetlerin tefsirlerine bakınız
[27] Bakara :
34; Kehf
: 50
[28] Lisânu'l - Arab : c. 17, s.
104 ve devamı. E! Müfredat : s.
213 Hak Dini Kur"ân
Dili :C. I, s. 238-239.
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 409-410.
[29] KehC : 50 ve Bakara 34. Bu
âyetten, tblia'ın de melek olduğunu zannedenler
olmuşsa da. bu yanlıştır. Çünkü; âyette geçen (İllâ). (İstisna münkatı') dır. îbtis melek
cinsinden değildir. Belki o, bir çok âyetlerin bildirdiğine göre saf ateşten
yaratılan bir cindir. Eğer melek olsaydı, diğer rmlekler
gibi Rabbintn emrine uyar ve Âdem'e (a.s.) secde ederdi.
[30] A'râf : 12-13
[31] Rahman : 15.
[32] Veya babası İblis.İ.
[33] Hicr: 27
[34] Bkz : Meleklerin mahiyeti ve Evsafı
[35] Şuarâ : 210-212.
[36] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 410-412.
[37] Ahkâf : 29.
[38] Cin : 1-2.
Cinler hakkında fazla bilgi
için bu sûrenin
1-19. âyetlerinin tef sirlerine
bakınız
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 412.
[39] Bakara: 168; Mâide ; 91; Kehf : 50; Nahl : 98-100; Fâtır ; 6; Yasin: 60 - 61'de -Ey Adem oğulları! Ben size
Şeytan'a tapmayın, o sizin için apaçık düşmandır. Bana kulluk
edin. İşte dosdoğru yol budur- diye
emretmedimmi?» buyuruluyor.
[40] Abdulkâdir înan : Şamanizm
Kalıntıları.. (Türk Tarih
Kurumu yayınlarından).
[41] Şuarâ : 192-195.
[42] Aynı süre ;
210-212
[43] El-Cin: 26 -27; Es - Sâffât
: 6 10; El - Hicr
: 16-18
[44] Hak Dini Kur'an Dili C. 7.
s. 5381-5417
Ali Arslan
Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 412-414.
[45] Bakara : 38 Meâii.
[46] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 414-416.
[47] Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 416.