İlâhî Kitaplar Ve Semavi Kitaplae'a Îmân İlâhî Kitap
Ne Demektik Ve Nl Gönderilmiştir ?
İlâhî Kitapların Hepsine Îmân, Îmân Esaslarım) Andır
3 — Vahyolunan Kitapların İsimleri :
4 - Vahîy Ne »Emektir, Nasıl Tekamül Ettîbjlmîştir?
5- İlâhî Kitaplara Toplu Blr Bakış :
Kur'ân-I Kerim Ve Hususiyetleri
Hak Teâlâ'nın insanlar
arasından seçtiği «Peygamber» dediğimiz mümtaz ve seçkin şahsiyetlere, yalnız
kendi milletlerine [1] veya
bütün insanlığa tebliğ etmek üzere [2]
vahyettiği kitaplara, «İlâhî Kitaplar» veya «Semavî Kitaplar» veya «İnzal
olunan Kitaplar», (Kütüb-i Münzele) adı verilir.
Bu kitaplar, lâfız ve
mânâ bakımlarından Allah Kelâmı olup, herşeyden önce insanları her türlü
dalâlet ve sapıklıktan, kötü ve karanlık yollardan çıkararak, onları doğru ve
güzel yollara sev-ketmek suretiyle Hak ve hidâyet nuruna kavuşturmak için gönderilmiştir.
Gerçi insan, bütün yaratıklar arasında en kuvvetli ve en şerefli mahlûk olarak
yaratılmış, kâinattaki her çeşit varlık ve yaratık onun emrine ve hizmetine
verilmiş [3] ona
bu dünyayı îmâr ve ıslâh etme kuvvet ve kabiliyeti bahşedilmiştir. Fakat insan,
nefsine ve tabiatta bulunan bazı şer kuvvetlere karşı daima başarı sağlayamaz.
Hattâ çok defa onlara yenilir. Zira
insanın, bilhassa nefsine karşı, buyuk zaafı vardır. Onun en buyuk düşmanı, şer
kuvvetlerinin başı sayılan Şeytan'dır [4] Nitekim, insanoğlunun ve beşeriyetin ceddi
Âdem (a.s.)'in nefsine ve Şeytana nasıl aldana-rak uyduğu, Cennet'ten nasıl
çıkarıldığı, sonra hatasını anlayarak Allah'tan nasıl af ve mağfiret dilediği
ve Cenab-i Hakk'm affına mazhar olduğu Kur'an-ı Kerîm'dc beyân edilmiştir. [5]
Evet, insan herşey
karşısında kuvvetli ise de, nefsi karşısında zayıftır. însan, ilâhî bir nur ve
ihsan olan aklı ile, sahip olduğu beşerî kuvvetler ve eşya hakkındaki bilgisi
sayesinde tabiatı yenebilir, bazı hakikatlara erebilir, birçok keşifler
yaparak yükselebilir. Fakat başarıların en büyüğü kendi nefsini yenmektir.
Kemâlin en yükseği ise, bu başarıya ulaşmaktır. îşte bu başarı ve bu kemâl
ancak ve ancak Hak Teâlâ ile yakın bir alâka kurmak, yâni ilâhî vahyin
yardımına ermekle kaabildir.
Nitekim Kur'an'da,
insana, nefsinin arzu ve ihtiraslarına karşı koyamadığı zamanlarda, ona Yüce
Allah'dan «ilâhî bir sös» şeklinde yardım geldiği haber verilmektedir [6] İnsanların
ilk babası Âdem (a.s.)'a gönderilen ilâhî yardım ve vahiy, Âdem oğullarına da,
ilâhî irşad ve rehber olarak gönderilmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de meâlen :
Benden sise bir
hidâyet gelecektir. O'na tâbi olanlara artık hiç bir korku yoktur. Onî^r
mahzun da olmayacaklardır.» [7]
buyur ulmaktadır.
Bu ve daha birçok
âyetler, insanın ilâhî vahye muhtaç olduğuna, vahye tabî olursa Şeytan'm
tahriklerinden ve birçok kötülüklerden korunacağına, her türlü şer kuvvetleri
yenerek huzur ve güven içinde kemâle doğru yükseleceğine delâlet etmektedir.[8]
İşte bu sebeple Hak
Teâlâ, beşeriyeti hidâyete, yani doğru yola sevketmek için, ilâhî nizam, esas
ve hükümlerini ihüva eden, «Mukaddes Kitaplar» indirmiş, bu kitapları
insanlara tebliğ ederek onlara öğretmek için de, kendi aralarından seçtiği
b'ir kısım insanları Peygamber ve İlâhî Elçi olarak göndermiştir. Peygamberler, bifij yüce vazifeyi noksansız
olarak yapabilecek ve kendilerine vahyolu-nan ilâhî hükümleri insanlara aynen tebliğ
edebilecek kudret ve: kabiliyette
yaratılan mümtaz ve sâdık kullar, ilâhî elçilerdir.
O halde; Mukaddes
Kitapları beşeriyete tebliğ etmek ve ilâhî hükümleri bildirmek için
Peygamberlere, herhangi bir zâtı Peygamber olarak kabul edebilmek için de,
kendisine vahyedilen ilâhî bir kitaba ihtiyaç vardır. Bu sebebledir ki,
müslüman olabilmek için, Allah'a ve Meleklerine îmândan sonra, İlâhî Kitaplara
ve Peygamberlere îmân etmek şart koşulmuştur.
Çünkü insanlar,
nefislerini ve şeytanı yenebilmek için daima Yüce Allah'ın yardımına, yani,
vahye dayanan İlâhî Kitaplara, do-' layısiyle, bu kitapları kendilerine tebliğ
edip, öğretecek Peygamberlere muhtaçtırlar. İlâhî Kitapların ve Peygamberlerin
lüzumuna inandıktan sonra da, insanlık tarihinin her devrinde yaşayan
milletlerin bir. Peygambere ve mukaddes bir Kitaba sahib olabileceğini kabul
etmek ve bunlara da inanmak, akl-ı selimin ve sağ duyunun icâbıdır.
Nitekim Kur'an-ı
Kerîm, vahyin ve Peygamberliğin muayyen bir şahsa veya millete mahsus
olmadığını ve her millete bir Peygamber gönderildiğini şu âyetlerde açıkça
bildirmiştir :
«Hiçbir millet yoktur
ki, kendi içinde (onları Allah azabıyhı) korkutan biri (yani bir
Peygamber) gelip geçmiş olmasın.» [9]
«Her milletin bir
Peygamberi vardır.» [10]
Yani, her millete mutlaka bir Peygamber gönderilmiştir.
Her Peygambere de,
gönderildiği insanlar arasındaki ihtilâfı halletmek için bir kitap verildiği şu
âyeti kerîmede bildirilmektedir :
«Bütün insanlar bir
tek ümmet idi. (Aralarında ihtilâfa düştüklerinden) Allah, (rahjnetiyle)
müjdeleyici, (azabı ile) korkutucu Peygamberler gönderdi. İnsanların ihtilafa
düştükleri şeyler hakkında hükmetmek için Peygamberle beraber hak (ve gerçek)
kitaplar da inzal etti.»[11]
Kendisine müstakil bir
kitap verilmeyen Peygamberler ise, daha önce indirilen ilâhî bir kitaba tabî
olmuşlar ve onu gönderildikleri milletlere talim ve telkin etmekle,
hükümlerini öğretmek ve anlatmakla emredilmişlerdir.
Bu sebeple İslâm dînî,
yalnız Kur'an'a değil, daha önce dünya milletlerine gönderilen Mukaddes
Kitapların hepsine îmân etmeyi emretmekte, bütün İlâhî Kitaplara inanmayı, îmân
esaslarından saymaktadır.[12]
Her millete bir
Peygamber ve her Peygambere de bir «Kitap* veya «Suhuf» verildiği Kur'an'da
bildirilmiş ise de, bütün Peygamberlere indirilen kitapların isimleri ayrı
ayrı, zikredilmemiştir. Bu bakımdan;
, İcmali olarak : «Bütün İlâhî Kitaplara»,
Tafsili olarak da :
Kur'an'da isimleri zikredilen Mukaddes Kitaplara ayrı ayrı inanmak, herbirinin
Allah Kelâmı olduğunu kalb ile tasdik etmek lâzımdır.
Tevrat, Zebur ve İncil
ile, en son ve en mükemmel İlâhî Kitap olan Kur'anri Kerîm'dİr. Ayrıca yüz adet
«Suhuf» (sabiteler) indirilmiş, bunların 10 adedi Hz. Âdem'e, 10 adedi Hz.
İbrahim'e, 50 adedi Hz. Şît'e ve 30 adedi de Hz. İdris (Aleyhimesselâm)'a verilmiştir.
O halde, geçmiş
milletlere gönderilen bütün Peygamberlere indirilen «İlâhî Kitaplar» m ve
«Suhuf» un hepsine inanmak, her müslümana farzdır.
îmân edilmesi İslâm'a
göre farz olan bu kitapların, mukaddes ve ilâhî vasfını kazanabilmesi için, iki
şarta sahio olması lâzımdır :
1- It&hî
Vahye istinad etmelidir.
Yani, Allahu Teâlâ
tarafından Peygamber olarak seçilen şahıslara indirilen vahyin, aynen
yazılarak toplanmasından meydana gelen bir kitap olmalıdır. Böyle olmayan ve
insanlar tarafından daha sonraları yazılan şeyler Allah Kelâmı olmadığından,
ilâhî bir kitap olarak kabul edilemez.
2- ilâhî vahye
istinad eden ve ona dayanan Allah Kelâmı olduğu tevatür yoluyla bilinmeli, bu
husus sabit görülmeli, ait olduğu Peygambere indirildiği hususu yine tevatür
yoluyla zamanımıza kadar gelmelidir.
Bu iki şarta sahip
olmayan kitaplar, aslında ilâhî de olsa, bu yüce vasfını ve ilâhî hüviyetini
kaybeder. Mukaddes kitap olmaktan çıkar.
Müslümanlarca
inanılması farz olan Mukaddes Kitaplar, işte bu ilâhî vasfa sahip olan Semavî
Kitaplardır. Halen ilâhî olduğu iddia edilen kitaplar arasında bu vasfı haiz
olduğu tarihen sabit olan yegâne Mukaddes Kitap ise, yalnız Kur'an-ı Kerîm'dİr.
Tevrat, Zebur ve
încil'in de, aslında vahye dayanan İlâhî ve Mukaddes kitaplar olduğuna her
müslüman inanmakla mükelleftir. Fakat, halen mevcut olan Tevrat ve Incillerin
nasıl tahrif ve tebdil edilerek değiştirildiğini ve ilâhî hüviyetlerini
kaybettiğini [13] bir
Tevrat ve bir İncil yerine, birbirine uymayan birçok Tevrat ve İncil nüshaları
haline nasıl geldiğini biraz sonra özetleyeceğiz. Bu; bakımdan, halen Yahudi ve
Hıristiyanların elinde bulunan ve birbirine uymayan Tevrat ve İndileri ilâhî
ve mukaddes kitaülar olarak kabul edemeyiz.[14]
Kur'an-ı Kerîm'de; Hz.
Musa'ya [15] Hz.
Davud'a, Hz. îsâ'ya
ve en son Peygamber
Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kitap indirildiği bildirilmiş ve bunlar, Tevrat,
Zebur, înciî, Kur'an ve Furkân gibi çeşitli isimlerle anılmıştır.
Bu kitaplardan
Tevrat'ın îsrâil oğullarına [16]
Zebur'un Hz. Davud'a [17]
incil'in Hz. isa'ya [18] Kur'an-i
Kerîm'in Hz. Mu-hammed Aleyhisselâm'a [19] indirildiği
açıklanmıştır.
Vahyolunan ilâhî
kitaplar, Kur'an-ı Kerîm'de genel olarak şu üç isim altında zikredilmiştir :
1- Kitâb'ın
Cem'i (Çoğulu) Olan (Kütüb [20]
Kitab, «yazdı» veya
«bir araya topladı» mânâsına gelen «ke-te-be» kökünden gelir.
Başlı basma bir bütün
olan yazıya kitap dendiği gibi, bir mektuba da kitap denebilir.
Kur'an-ı Kerîm'de
kitap kelimesi, bizzat Kur'an veya her sûresi için [21] o
zamana kadar indirilen vahiylerin tamamını ifade için [22]
Kur'an ve vahyedilen bütün Mukaddes Kitaplar için [23] ve
bazan da, bazı ilâhî emir ve esasları ifade için [24]kullanılmıştır.
2- Vahyolunan
Kitaplara ve Kur'an-ı Kerîm'e «Sahaf» adı da verilmektedir : [25]
Suhuf, sahife'nin
çoğuludur. Sahife «sahf» kelimesinden alınmış olup, «yazılmış bir şey»
demektir. Mushaf, «yazıl» sahifeler mecmuası» demektir. Kur'an'a da bu mânâda
«Mushaf» denmektedir.
3- Mukaddes Kitaplar,
«Zebur» un çoğulu olan
«Zübür» adıyla da zikredilin ektedir [26]
Zebur kelimesi
«Zebâra» dan alınmıştır. Zebâra, «yazdı» veya «kat'iyetle yazdı», «maharetle
yazdı» mânâlarına gelir. Bu bakımdan «Zebur» da, «bir yazı», «bir kitap»
demektir. Nitekim Hz. Davud'un «İlâhîler Kitabı» na «Zebur» ismi verilmiştir.
Kur'an-ı Kerîm'de
tekrar tekrar zikredilen ilâhî kitaplara ve-; rilen isimler, lügat bakımından
birbirlerine yakın mânâları ifade etmektedir. Bunlardan :
a) Tevrat: Aslında
İbrânice bir kelime olup,
«Talim ve! Şeriat» manasınadır.
İslâm'a göre Tevrat, İsrail oğullarından
Hz. Musa'ya vahyolunan İlâhî Kitap'tır. Fakat bu kelime Hıristiyanlarca,
«Ahd-i Atik» adı verilen kitapların hepsine birden mecazî olarak
söylenmektedir. Kur'an-ı Kerîm'de Hz. Musa'ya indirilen kitaba «Furkan»
(Hakkı, bâtıldan ayıran) adı da verilmektedir.
b) İncil
lâfzı ise; asıl itibariyle
Yunanca bir kelime olan
«Evangelium» dan alınarak Arapça'ya
nakledilen bir kelimedir. «Beşaret ve talim» mânâsına
gelmektedir. încil lâfzı Kur'an'da, Hz. îsâ'ya indirilen Mukaddes Kitaba
verilen Özel isimdir. Fakat Hıristiyanlar
nazarında bu lâfız, «Ahd-i Cedîd» den
yalnız «Matta», «Markos», «Luka»
ve «Yuhanna» nın kitaplarına tahsis edilmiş ve ancak bunlara «îneü» adı verilmiştir. Fakat, «Ahd-i Cedîd» denilen kitaba ve risalelerin
hepsine de mecazî olarak «tncil» adı verilmektedir. [27]
c) Rur'an'a
gelince; O, Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a indirilen ve okunarak ibâdet olunan
Aîîah Kelâm'ına verilen isimdir. O, en
son ve en mükemmel ilâhî Kitaptır.
Kur'an kelimesi Arapça
bir kelimedir. «Gufran» ve «Şükran» kelimeleri gibi «Fu'l&u» vezninde olup,
«Ka-ra-a» fiilinden masdar-Üır. «Kıraat ve Tilâvet» yaıü «okumak» manasınadır.
Nitekim [28]
âyet-i kerîmesinde
Kur'an, kıraat ve tilâvet mânâsına kullanılmıştır.
I «Kur'an» kelimesi
dil bakımından : «Cem»
ve «Zam» yani «Toplama» mânâsına da gelir. [29]
Sonra bu kelime, Hz. Muhammed
(s.a.v.)'e indirilen Mukades Kitaba özel isim olmuştur. Kur'an-ı
Kennrüii Furkan, Tema), Hak, Hüdâ, Zikrâ, Burhan, Nur, Azız ve Mübin gibi
elliden fazlaisimleri vardır.[30]
îlâhî Kitapları
insanlara bildirmek, öğretmek ve telkin etmekle vazifeli olan Pegamberîerin en
açık vasıflan, vahyin en yüksek derecesine ermeleri ve «mû'eize» adı verilen
fevkalâde (âdetler üstü) tecellilerle Cenab-ı Hakk'ın te'yidine mazhar
olm&larıdır. Bu bakımdan Peygamberler ve Peygamberlik için bir şart ve
esas olan vahy'in dil ve din dilindeki mânâlarını, nevi ve derecelerini kitabımızın
ikinci cildinde ele alarak, —inşâallah— etraflı bir şekilde izah edeceğiz.
Ancak, îlâhî Kitaplar
da, en yüksek vahiy tarzının bir tecellisi olduğundan, zamanla gelişerek
Kur'an-ı Kerîm ile en mükemmel ve en yüksek seviyeye ulaşan mukaddes
kitapların nasıl ve niçin geliştiğini anlamak gayesiyle, vahiy, ve tekâmülü,
yani Hak Teâlâ tarafından geliştirilmesi hakkında burada kısa bir bilgi vermeyi
faydalı bulduk.
Dilcilere göre vahiy;
yapılan anî, sür'atli ve gizli
bir telkin, gizli bir söz, işaret ve iiham [31] mânâlarına gelir.
Vahiy, bu mânâda çok
genel olup, yalnız Peygamberlere, hattâ yalnız insanlara mahsus değildir,
insanlardan başka, meselâ «Bal Arısı» gibi canlı, «Yer ve gök» gibi cansız varlıkları, «Melek
ve Şeytan» gibi maddî olmayan yaratıkları da şumûlu içine alan bu husus Kur'an-ı Kerîm'de birçok
âyetlerde zikredilmiştir. [32]
Bu vahiy nevilerinden
insanlara vâki olan vahy-i ilâhî'nin üç yoldan biriyle husule geldiğini, H^k
Teâlâ «Şûra» sûresinde şöyle ifade buyuruyor :[33]
«(Ya) bir vahiy ile,
veya bir perde arkasından, veya bir elçi göndererek kendi izniyle dileyeceğini
vahyetmesi olmadıkça, Allah'ın hiçbir insanla konuşması vâki olmamıştır...»
Bunlardan birincisi;
Cestab-ı Hakk'm dilediklerini, dilediği kulunun kalbine ânî bir tesirle ilkâ
etmesidir. Bu tarz, ilâhî vahy'in bir nevi «ilham» dediğimiz en genel seklidir.
Buna «Vahy-i hafi (gizli vahiy) veya «Vahy-i gayr-i metluv» (yani, kelimeler
halinde tilâvet olunmadan indirilen vahiy)
denir.
Mânâsı ilâhî, lâfzı
beşerî olan «Hadisler» bu nevi vahiylerdendir.
Vahyin ikinci tarzı;
«bir perde arkasından duyulan sözler» dir. Bu, vahye mazhar olan zâtın, Hak
Teâlâ'yı görmeden, yüce kelâmını işitmeğidir. Musa Aleyhisselâm'm CebeM Tur'da
ağaç arkasından işittiği ilâhî nida
(söz) gibi...
Vahyin üçüncüsü ve en
yüksek olanı; İlâhî vahyin, Vahiy leği denilen Cebrail Aieyhisselâm vasıtasıyla
kelimeler halinde Peygamberlere getirilmesi şeklidir. Vahiy Meleği'nin geliş
ve vahyi ge--tiriş halleri de çeşitlidir [34] Bu
tarz vahye, «Okunarak kelimeler halinde indirilen» mânâsında «Vahy-i Metluv»
adı verilir. Kur'an-ı Kerîm, Peygamberimize bu şekilde nazil olmuştur. Daha
önce gönderilen tlâhî Kitaplar da bu tarzda indirilmiştir. Bütün ilâhî kitaplar,
aslında, en yüksek derecede olan bu tarz vahyin kaydeöilme-siyle meydana
gelmiştir. Bu balamdan, din dilinde vahiy denince; yalnız Peygamberlere mahsus
olan bu vahiy, «Vahy-i Metluv» anlaşılır.
Bütün vahiy
şekillerinde, vahiyde iki esas olarak kabul edilen; «gizlilik» ve «sür'at»
mevcuttur. [35]
tslâm itikadına ve
Kur'an-ı Kerîm'in beyanına göre, ilâhî ;|jpa-hiy vasıtasıyla Hak Teâlâ'nm
beşeriyete hidâyet yolunu göstermesi, «Ebu'l-Beşer», ilk insan ve ilk
Peygamber olan Hz. Âdem ile başlar [36]
Cenab-ı Hakk'ın büyük bir lütuf ve inayeti olan vahiy nimetinden hiçbir millet mahrum kalmamış, kendi zaman ve ihtiyaçlarına göre vahiy
inmiş, ilâhî emir ve yasaklar bildirilmiştir. Zamanın gelişmesi ve beşerî
seviyenin yükselmesiyle mütenâsip (orantılı) olarak vahiy de geliştirilmiş, her
devirde yaşayan insanların kaabiliyetlefine, idrâk ve anlayış seviyelerine
uygun olarak her şey gittikçe açıklanmıştır.
İlk insanın idrâk
seviyesi ve genel ihtiyaçları ile, daha sonra gelen ve asırlar boyunca gelişen
insan topluluklarının anlayış dereceleri ve sosyal ihtiyaçları, şüphe yok ki
değişmiş ve gelişmiştir, indirilen vahiyler de bu gelişme ve ihtiyaçlara muvazi
(paralel) olarak geliştirilmiş, daha önce lüzum görülmeyen yeni emir ve yasaklar
konmuş, kapalı bırakılan hususlar açıklanmıştır. Hak Teâlâ'-nın İlâhî Varlığı,
Yüce Zâtı ve Mukaddes Sıfatları, insanın mebdei (başlangıcı) ve meâdı (sonu ve
dönüşü) , ölümden sonraki halleri ve geçireceği merhaleler, Ahiret ve İkinci
Hayat, Cennet ve Cehennem, ceza ve mes'uliyet, sevap ve ikap gibi ilâhî
gerçekler hakkında daha geniş ve açık bilgiler verilmiştir. Böylece meçhul ve
kapalı kalan hususlar aydınlatılmış, insanların fert ve cemiyet olarak
gelişmesi, refah ve saadetini sağlayan ahlâkî ve sosyal esaslar Öğretilmiştir.
Beşerî seviye, ilâhî
gerçekleri kavrayabilecek bir idrâk seviyesine ulaştıktan sonra da, artık
bütün insanların inanarak kabul edecekleri genel hükümler ve onları daima
iyiye, güzele ve her yönden ilerleyip yükselmeğe sevkederek refah ve
saadetlerini sağlayacak ilâhî esaslar, emir ve yasaklar bildirilmiştir. Bu
hükümler, en son ve en mükemmel gerçekler olduğu için, bütün insanların ona
inanması ve uyması emredilmiştir.
İşte, her şeyi en
güzel bir şekilde açıkladığını, Allah'ın
dinini, en mükemmel haliyle insanlık âlemine sunduğunu,
ilâhî kitaplardan yalnız
Kur'an-ı Kerîm iddia etmiş, daha önceki kitapların noksanlarını tamamlayarak onların hükümlerini
kaldırdığını ilân etmiştir.
Nitekim Hak Teâlâ
Kur'an-ı Kerîm'de :
«Bugün sizin dîninizi
sizin için kemâle erdirdim. Sizin üzerinizdeki nimetimi (lütuflarımı) tamamladım ve size din olarak
İslâm'ı
seçtim.» [37] (Yalnız
İslâm'dan razı ve yalnız ondan hoşnut oldum).
Buyurmakta ve diğer
bir âyette de :
islâm'dan başka bir din ararsa, ondan (seçtiği
dini) kabul edilmiyecektir ve o, âhirette hüsrana (büyük zarara) uğrayanlardan
(olacak) dır.» [38]
Buyurularak, artık
İslâm'dan başka hiçbir dinin Allah katında kabule şâyân olmadığı açık, kesin
ve beliğ bir dille ilân olunmaktadır.
Aslında, bütün semavî
dinler, Allah tarafından gönderildiğine göre, hepsinin kaynağı bir olup, ilâhî
vahye dayanır. Bu bakımdan bütün semavî dinler, tevhid âkidesine, yani Yüce
Allah'ın birliği ve ibadete lâyık tek mâbud olduğu fikrine istinad eder. Bütün
ilâhî dinler getirdikleri dini inançlarda ittifak halindedirler.
Buna rağmen, zamanla
bu dinlerin ilâhî olan asılları kaybolmuş, veya tahrif edilerek değiştirilmiş,
yerlerine çeşitli kalemlerden çıkan, beşer aklıyla hatta birbiriyle çelişen
kitaplar konmuştur.
Cenab-ı Hakk'ın beyan
buyurduğuna göre, bu tebdil ve tahrif-den yalnız Kur'an-ı Kerîm masun (ve uzak)
kalmıştır. Kıyamete kadar da muhafaza edileceği [39]
âyet-i kerîmesiyle bütün
insanlığa ilân olunmuştur. Bu husus tan-hen sabit olan bir gerçektir.
Müslümanlarca, aslında
ilâhî ve mukaddes olduğuna inanılan bu kitapların ne zaman ve nasıl yazıldığı
ve herbirinin bu günkü durumları hakkında kısa bir bilgi vermeyi faydalı
görüyoruz.[40]
A) TEVRAT:
İslâm âkidesine göre
inanılması gereken dört büyük ilâhî kitaptan biri de, Tevrat'tır. Tevrat,
tsrâil oğullarından Musevilerin mukaddes kitabı olup, Hz. Musa Aleyhisselâma
nazil olmuştur.
Hıristiyanlar, Hz.
isa'dan önce gelen «Mukaddes Kitaplar Mecmuasına «Ahd-i Atik» derler ve
sayısını altmışa kadar çıkarırlar.
Yahudi an'anesine göre
ise, Ahdi Atik (Eski Ahid) üç kısma ayrılır : Tevrat, Sabiim (yani
Peygamberlerin sözleri) ve Kütübin (Kitap, tarih, hikmet ve sâireye ait
eserler) dir.
Kur'an-ı Kerîm'de adı
geçen Tevrat, Hz. Musa'ya nisbet edilen beş kitap, yani «Esfâr-ı Hamse» dir.
Yahudilere göre bunlardan :
Birinci Kitaba
«Tekvin» adı verilir. Bu kitap, Nuh Tufam'na kadar yaradılış destanından, insanların
ilk suçundan (bab : 1 -11), Hz. İbrahim'in v.e oğullarının hikâyelerinden, Hz.
İshak, Hz. Yâkub ve Hz. Yusuf'un Mısır'da bulunmalarından (bab : 12 - 50) bahseder.
İkinci kitap; «Huruç.
(Çıkış)» adıyla anılır. Hz. Musa ve îsrâil Oğullan'nm Mısır'dan çıkışından
(bab: 1-18), Allahu Teâlâ'nın Tûr dağında Hz. Musa'ya kanunlarını
bildirmesinden (bab : 19 - 40) bahseder.
Üçüncü kitap;
«Levililer», kurban, kâhinler, temizlik konularını ve bayramların tanzimi gibi
âyin ve merasime ait usullerden,
Dördüncü bitap;
«Sayılar», İsrail'in Tûr dağından kalkarak Erdem ülkesine girmesinden
bahsetmektedir.
Beşinci kitab'a ise,
«Tesniye» adı verilmektedir. Bu kitap hakkında bir Garp tarihçisi diyor ki :
«622 senesinde Yehuda
Kralı Yoşiya zamanında kâhinler tarafından neşredilmiş bir eserdir ki,
Musa'nın ölümünden bahsettiği ve Musa'nın zamanında henüz mevcut olmayan birçok
âdetleri îmâ ettiği için, o zamanki ilâhiyatçıların, bozulmuş dîni ıslâh etmek
maksadıyla yazdıklarını söyliyebiliriz.» [41]
Görüldüğü üzere, Hz.
Musa'ya isnad edilen bu kitaplardan yaî-nız beşincisi üzerinde durmak bizleri
de, A. Schimmel ve Dinler Tarihiyle meşgul olan birçok tarihçiler gibi
düşünmeye sevketmekte, Hz. Musa'nın vefatından bahseden bir kitabın bizzat Hz.
Musa ta: rafından yazılamıyacağının muhakkak olduğu kanaatma vardırmaktadır.
Bu kitabın Hz. Musa'nın vefatından sonra o zamanki bazı ilâhiyatçılar
tarafından yazılarak, Hz. Musa'ya isnâd edildiği anlaşılmaktadır.
Nitekim aynı yazar;
«Bu dinîn en mühim vesikaları Eski Ahid'-de toplanmıştır. Halbuki Eski Ahid,
muayyen bir zamanda muayyen bir zâtın tesbit ettiği bir eser değildir. Onun
tarihi yüzlerce yıl sürmektedir.» [42] demektedir.
Esasen tarihçilerce
bilinen bir gerçektir ki, İsrail Oğulları, Hz. Musa'nın vefatından sonra
yaptıkları birçok harpler neticesinde millî hâkimiyetlerini kaybederek,
asırlarca esaret altında kalmışlar, uğradıkları felâketler ve karşılaştıkları
zorluklar sebebiyle ilâhî hükümleri, emir ve yasakları muhtevi bulunan
Tevrat'ı ve «Mukaddes Sahifeleri» muhafaza edememişlerdir. Çünkü o zaman, değil
ilâhî kitapları ezberlemek, yüzünden okuyabilmek bile çok az kimselere nasip
olurdu. Bütün bu sebeplerle Tevrat'ın aslî nüshası kaybolmuş, Süleyman
Aleyhisselâm'dan sonra gelen Yahudi hükümdarlarının ekserisi Hz. Musa'nın
dinini terketmişlerdi. Daha sonra gelen Yahudi hükümdarlarından «Bûşiya» isimli
zat tekrar Hz. Musa'nın dinine dönmüş, bu hükümdar zamanında yaşıyan «Azrâ»
adında bir kâhin, Milâttan 622 yıl önce, Tevrat'ın asıl nüshasını Kudüs'te
bulduğunu ilân etmiştir...
Gerçekte ise, bunun
bizzat «Azrâ» mn yazdığı ve Hz. Musa'ya nisbet edilen «Beş Sifr» den başka
birçok şeyler ilâve ettiği kanaati hâkim ve yaygındır.
ta Esasen, böyle bir
tek kişinin sened ve isnaddan mahrum olan iddiası, kuru bir zandan başka bir şey
olamaz. Hz. Musa'nın vefatından asırlarca sonra yazılan veya ortaya çıkarılan
bir kitabın, Hz. Musa'ya isnadı ilmî esaslarla sabit olmadan, değil Allah Kelâmı
ve mukaddes kitap olarak, Hz. Musa'nın hadisi olarak dahi kabul edilemez.
Çünkü bir kitabın
mukaddes olabilmesi için, ilâhî vahye isti-nad ettiği tevâtüren sabit olması ve
yine tevatür yoluyla zamanımıza kadar nakledilmesi lâzımdır. Halen Yahudilerin
ve Hıristiyanların ellerinde bulunan Tevrat ve Ahd-i Atik ise, böyle bir
tarihî senetten mahrumdur. Lâfız ve mânâ bakımından birbirini tutmayan
hadiselerle doludur. Bu kitapların ekserisi çok basit ve faydasız mânâları
ihtiva etmekte, aralarında fikrî insicam (uygunluk) bulunmamaktadır. Hattâ bu
kitaplarda, Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz. Dâvud ve Hz. Süleyman gibi büyük
Peygamberler; yalan söylemek, gizli münasebette bulunmak ve zevcelerinin hatırı
için puta tapmak gibi «İsmet-i Enbiyâ (Peygamberlerin İsmet Sıfatı)» ile asla
bağdaşmayan çirkin iftiralar ve hurafeler mevcuttur.
tşte, bugün elde
bulunan Tevratların bazıları, Azrâ'nın, Tevrat'ın aslı diye ilân ettiği
kitaptan çoğaltılıp dağıtılan nüshalardır.
Buna rağmen, bugün
İbranice, Yunanca ve Sâmirîce olmak üzere üç çeşit Tevrat bulunmakta, bunlardan
İbranice olan; Yahudiler ve 'Protestanlar nazarında, Yunanca olan; Roma ve Şark
kiliseleri nez-dinde, Sâmirîce olan ise; Sâmirîlerce muteber tutulmaktadır.
Hz. Musa'nın
vefatından asırlar geçtikten sonra müteaddid şahıslar tarafından yazılan ve
birbirine uymayan çeşitli nüshaları, Tevrat'ın aslı olarak kabul ederek,
bunlara mukaddes kitap olarak inanmaya imkân yoktur. Fakat her şeye rağmen, bu
nüshalarda asıl Tevrat'tan bazı sözlerin bulunabileceğini inkâr etmeyiz.[43]
Dâvud Aleyhisselâm'a
indirilen «Zebur» un bugün elde mevcut bir nüshası bulunmadığı gibi, bu kitaba
tabî olan belirli bir millet de bulunmamaktadır.[44]
B) İncil:
Her Müslüman'ın
inanması gereken ilâhî Kitaplardan biri de; Hz. îsâ'ya indirilen ve
Hıristiyanlarca hükümleri hâlâ ilâhî sanılan ve Mukaddes Kitap olarak kabul
edilen «İncil» in Allah tarafından vahyolunan aslıdır. Çünkü bugün mevcut olan
ve «İncil» adı verilen kitaplar, muharreftir. Bunlara «Allah Kelâmı» olarak
inanmamız gerekmez.
Hıristiyanlar, yalnız
Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'mn kitaplarına «İncil» adım vermektedirler. Bu
dört kitaptan başka, Resullerin işlerini ve Pavlus, Petrus, Yuhanna ve Yahuda
gibi Hristi-yan ilâhiyatçı misyonerlerin birçok mektuplarını ihtiva eden «Dînî
mecmua» ya, «Ahd-i Cedîd» adını vermektedirler.
Bu kitap ve mektuplar,
ilâhî emir ve yasaklan bildiren ve vahye istinad eden semavî bir kitap
olmadığı gibi veya Hz. İsa'nın hayatını/ ahlâk ve sîretini anlatan tarihî ve
ilmî bir hal tercümesi bile sayılmaz. Belki bu kitap ve risaleler;
«Hıristiyanlığın mes'ele-lerine dokunan ve yeni Hıristiyanların inanıp
kullanacakları bir Manevî Tarih» dir. [45]
Zira, Ahd-i Cedidi
teşkil eden dört İncil ile diğer çeşitli mektup ve risalelerden hiçbirisi,
Allah Kelâmı olmadığı gibi, Hak Peygamber olduğuna inandığımız Isâ
Aleyhisselâm'ın da sözleri değildir. Hıristiyanlar da böyle bir iddiada
bulunmamaktadırlar. Bütün iddiaları; bu kitap ve risalelerin sahiplerinin de,
ilâhî ilhama raaz-har olmuş, resuller olmalarıdır. Hıristiyanlar a göre, Hz.
îsâ'nın Peygamberliği müddetince kendisine inanan ve Kur'an'da «Havâriyyûn»
havariler adıyla anılan on iki şahıs da, ilâhî irşad ve ilhama maz-har olan ve
Hz. isa'dan manevî feyz alan «Resuller» dir.
Gerçekte ise bunlar,
israil oğullarından Hz. îsâ'ya inanan ve onun Peygamberlik nurundan faydalanan
birer sâdık «Sahabe» ve «Hıristiyan Misyonerleri» dirler. Zira bunlardan
hiçbiri Peygamberlik iddiasında bulunmamışlar, Eesulluk iddialarmı isbat için
mû'ci-ze izhar etmemişler, bu husus tarihen tevsik edilerek sabit olmamış ve
yalan üzere birleşmeleri kaabil olmayan- topluluklar tarafından zamanımıza
kadar (Tevâtüren) nakledümemiştir. O halde bu kitap ve mektuplar ne Allah
Kelâmı, ne de bir Peygamber sözüdür. Bu sebepledir ki; H?,. İsa'nın hayatından,
menkıbelerinden, dualarından ve acâip hallerinden bahseden bu incil'ler,
yazarlarına isnad edilmekte ve Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncil'i diye
anılmaktadır. Hatta bugün gerçek şudur ki, Hıristiyanlarca muteber sayılan bu
dört İncil'den hiçbiri, hangi tarihte, lıim tarafından ve hangi dille
yazıldığı ve diğer dillere kimler tarafından çevrildiği kesin olarak
bilinememektedir.
İneiller üzerinde
araştırma ve incelemelerde bulunan Hıristiyan ve Batı yazarları, bu konularda
ihtilâfa düşmüşler, kesin ve emin bir neticeye varamamışlardır. Meselâ :
1- Matta
İncili : Tarihçilerin ekserisine göre, Hz. isa'nın oniki «Havârî» sinden biri
olduğu rivayet edilen «Matta» tarafından İbrani, veya Süryânî diliyle
Yahudilerden îmân edenler için yazılmıştır. Fakat bu İncil'in ele geçen en
eski nüshası İbrânice veya Süryânice olmayıp, Yunanca'dır. Yunanca'ya kim
tarafından ve hangi tarihte tercüme edildiği bilinememektedir.
Zayıf bir rivayete
göre, tercüme eden Yuhanna'dır.
Diğer bir rivayete
göre Matta, incil'ini Yunanca yazmıştır. Fakat tarihçilerin ekserisi, bu
İncil'in İbranî diliyle yazıldığını ve Yunanca'ya çevirenin bilinmediğini
ifade etmektedirler.
İbrânice yazılan, daha
sonra kaybolan aslî nüshanın yazılış tarihinde çok çeşitli rivayetler vardır.
Bu rivayetlere göre aslî nüsha, Milâdî 37, veya 38, veya 41, veya 43, veya 48,
veya 61, veya 63, veya 64 senelerinin birinde yazılmıştır.
Görüldüğü üzere bu
İncil'in ne vakit yazıldığı, Yunancaya kim tarafından ve ne zaman tercüme
edildiği, tercüme edenin ilmî ehliyeti, metne sadâkati ve bu iki dile vukuf
derecesi bilinmemektedir. Esasen asıl metin kaybolduğundan, mevcut Yunanca
tercümenin aslî nüshaya uygun olup olmadığı da kontrol edilememektedir.
Bütün bu meçhuller
sebebiyle, bu İncil'e Hz. İsa'nın talebesi olan Matta'nın sözleri diye inanmak
dahî mümkün değildir. Değil Hz. İsa'ya, talebesine dahî isnadı sabit olmayan
böyle bir kitabı, Allah Kelâmı veya Mukaddes Kitap olarak kabul etmek ise,
akla, mantığa ve tarihî gerçeklere uymaz.
2- Markos
Incili'nin; Yunanca olarak yazıldığında ittifak varsa da, nerede ve hangi
tarihte yazıldığı kesin olarak bilinememektedir. Hattâ bu İncil'i, Kudüslü bir
Yahudi aileden olan ve asıl ismi «Yuhanna» olduğu halde «Markos» lakabıyla
tanınan zâtın yazdığında da ittifak yoktur. Zira, ba^ı tarihçiler bu İncil'i,
Havâ-rîler'in reisi Petrus'un Roma'da Markos'dan yazdığım, sonra Mar-kos'a
isnad ettiğini iddia ediyorlar. Halbuki gerçekte, Petrus Havarilerin reisi,
Markos ise Petrus'un talebesidir.
Diğer bir rivayete
göre ise Markos bu İncili, Petrus ve Pavhıs öldükten sonra yazmıştır. İkinci
ihtimal daha kuvvetli ise de, bu1 konuda ittifak edilememiştir.
Sonra Markos,
İncil'ini hocası Petrus öldükten sonra yazdığına göre, yazdıkları hangi esasa
dayanmaktadır? İncil'in aslına ne derece uygundur? Sözleri Hz. isa'ya hangi
yolla istinad etmektedir? Şayet yazdıkları Hz. isa'ya istinad etmiyor da, sırf
kendi anlayışına dayanıyorsa, bu anlayış vahye ve ilâhî gerçeklere ne derece
uygundur? Bütün bunlar meçhuldür, tam olarak bilinmemektedir.
Bu İncil'in yazıldığı
tarih üzerinde de ihtilâf vardır.
Rivayete göre, milâdî
56 senesiyle 65 senesi arasındaki yıllardan birinde yazılmıştır. Fakat
kuvvetli bir ihtimale göre 60 veya 63 senesinde, diğer bir rivayete göre de, 61
senesinde yazılmıştır.
3- Luka
inciFini yazan zâtın; şahsiyeti, memleketi, san'atı, kimler için ve hangi
tarihte yazdığı hakkında, tarihçiler çeşitli görüşlere sahiptirler. Yalnız,
Luka'nın, Hz. İsa'nın talebesinden (Havarilerden) olmadığı gibi, talebelerinin
de talebesi olmadığı hususunda ittifak halindedirler.
Bir rivayete göre
Luka, Antakya» bir tabibdir. Yahudi değildir, Pavlus'a seyahatlarında ve
işlerinde refakat etmiştir.
Diğer bir rivayete
göre, Antakyah olmayıp, İtalya'da doğan bir Romalıdır. San'atı da tabiblik
değil, fotoğrafçılıktır.
Bir rivayete göre
Luka, İncil'ini Yunanlılar için, diğer bir rivayete göre de Mısırlılar için
yazmıştır.
Yazıldığı tarih
hakkında da çeşitli rivayetler vardır:
Bunlardan birincisine
göre, Kudüs tahrip edilmeden ve Pavlus esir iken, 58 veya 60 senelerinde
yazılmıştır. İkinci rivayete göre, Luka İncilini, Markos yazdıktan yani Patrus
ve Pavlus öldükten sonra yazmıştır.
4. Yuhanna
İnciline Gelince : Hz. İsa'nın «Ulûhiyyet» inden ve Hristiyanlığın şiân sayılan
«Teslis akîdesi»nden gayet sarih olarak bahseden bu kitabın yazarı ve yazılış
tarihi üzerinde de tarihçiler ittifak edememişlerdir.
Hristiyanların
ekserisi, bu İncili, Havarilerden «Yuhanna» nın yazdığını iddia ederler.
Bunlara mukabil, bazı muhakkik hristiyan araştırıcılar, bu İncili Havarilerden
olan Yuhannâ'nın değil, onunla ruhanî bir ilgisi olmayan başka bir Yuhannâ'nm
yazdığını söylemektedirler. Bu iddia, şimdi değil, ta milâdî ikinci asırda
başlamıştır. Bu fikirde olanların içinde, Havârî Yuhannâ'nın talebesi olan
Polikarp'm talebesi Erinos da blunmakta ve hocasının hocası olan Fîavârî
Yuhannâ'ya böyle bir kitap isnad etmediğini belirtmektedir.
İkinci asırda başlayan
ve gittikçe kuvvetlenen bu fikri, 500 hristiyan âliminin iştirakiyle hazırlanan
ingiliz Ansiklopedisi de benimsemekte ve bunu, Matta ve Yuhannâ gibi iki Havârî
arasında bir tenakuz (çelişki) olduğunu gösterme gayreti güden, felsefe ile
meşgul bir zâtın tezviri olarak kabul etmektedir. Mezkûr An-siklopedi'ye göre,
bilâhare kilise bu hususu tahkik etmeden, kitabın üzerindeki iddiaya inanmış ve
bu İncil'i Havârî Yuhannâ'nın incil'i olarak ilân etmiştir. Halbuki onunla
hiçbir ilgisi yoktur.
Bazı tarihçiler ise,
bu incil'i yasanın Yuhannâ olmayıp, iskenderiye felsefe mektebinden bir talebe
olduğunu, «Ukmım-i Selâse» nazariyesini kuvvetlendirmek gayesiyle bazı
papazların arzusuna uyarak yazdığını, böylece bir kısım papazların -inandıkları
«Teslis akidesi» nin Hristiyanlığa maksatlı olarak bu İncil vasıtasıyla yerleştirildiğini
iddia etmektedirler.
Bu rivayetlerin
hangisi doğru olursa olsun, hepsi de bizi, ayni neticeye ulaştırmaktadır. O da
şudur:
Yazan, kitabın
muhteviyatı, yazılış tarihi ve yazılış sebebi etrafındaki kuvvetli şüpheler ve
bu geniş ihtilâf, böyle bir kitabı, hakîkî İncil'in aslı olarak kabul etmemize
imkân bırakmıyor. Bu kitabın, değil Hak Teâlâ'ya, Hz. îsâ'nın bir talebesine
dahi isnadı ve önce. hangi dille yazıldığı kesin olarak bilinememektedir.
Yazılış tarihi
hakkında da çeşitli rivayetler dolaşmaktadır. Ezcümle; Milâdî 68 veya 69 veya
70 veya 89 veya 95 veya 98 inci yılda yazılmış olması muhtemel görülmüştür [46]
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm
de, bu hususu teyid etmekte, Yahudi ve Hristiyanlann Tevrat ve incil'i tahrif
ve tebdil ettiklerini (bozup değiştirdiklerini) birçok âyetlerde bildirmektedir
[47]
fnciller hakkında
buraya kadar özetlediğimiz bilgilerden, bu kitapların hiçbirinin hakîkî tncil
olmadığı gibi, Hz. İsa'ya, hattâ Havarilerine isnadı, ilmî ve tarihî
belgelerle sabit olmadığı anlaşılmaktadır. Esasen «Ahd-i Cedid»i teşkil eden
27 kitaptan ilk 23'ün-def bu indilerden hiç bahsedilmem ektedir. Bu kitap ve
risalelerin hiçbirinde mukaddes kitaplara mahsus olan yüce bir üslûp, ilâhî bir
ifade ve manâ bulunmamakta, herbiri diğerini nakzeden îtikadları ihtiva
etmektedir. Meselâ bugün Protestanlar, Katolikleri ve Vatikan'ı tanımazlar.
Her mezhep ehli, asırlardır, diğer mezhep ehlini, İnciFde tağyir ve tebdil
yapmakla ve küfürle itham etmektedir.
Bu iddia ve itham
yalnız biri için değil, tarihçilere göre hepsi için varittir. Bu bakımdan,
Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid adı altında toplanan ve müteaddid şahıslar tarafından
uzun yıllardan sonra yazılan bu kitapların, Tevrat ve incil'in aslı olmasına
imkân yoktur. Eğer -yle olsaydı, çeşitli dillerle, müteaddid ellerle yazılan
ve birbirine uymayan bu kadar çok kitap bulunur muydu?
Şu husus da tarihen
sabittir ki, Milâdî 325 yılına kadar Hris-tiyanlar bu gün Hristiyan âleminde
mukaddes kitap olarak inanılan kitapların hiç birini bilmez ve mukaddes olarak
kabul etmezlerdi. Zira, her milletin elinde başka bir incil nüshası vardı ve
yalnız ona inanırdı. Bu sebeple Hristiyan dünyasında bir çözülme başlamış,
aralarında birlik ve dayanışma (tesanüd) kalmamıştı. Bu ha! Hristiyanları
telâşa düşürdü. Durumun vahametini gören Konstan-tin müdahale ederek, Milâdî
325 senesinde «İznik» te büyük bir «Ruhanî Meclis» kurmaya muvaffak oldu.
Hristiyan âleminin her tarafından gelen en yetkili ruhanîler, Hristiyan
akaaidini yeniden gözden geçirerek, înciller arasındaki ihtilâfı kaldıracak
tedbirleri almak üzere toplandılar.
Konsile arz olunan
yüzlerce incil arasından, Dört İncil ile, bugün Ahd-i Cedid'i teşkil eden
risaleler seçildi. Diğer înciller imha edildi. Bu seçme işi, bini aşan Koıısil
üyelerinden Hz. îsâ'mn Uİû-hiyetine (yani ilâh olduğuna inanan yalnız 318
üyenin ittifakıyla yapılmıştır. Bu rakama göre; seçme işi, Konsil'in üçte
birini dabi bulmayan bir azınlık tarafından yapılmış oluyor. İşte böylece
yukarda kısa tahlilini yaptığımız «Dört tncil», Hz. îsâ'nın Milâdından tam 325
yıl sonra «Mukaddes Kitap» olarak ilân edilmiştir.
Yukarıda Özetlediğimiz
sebepler dolayısıyle bu kitaplar, müs-lümanlarca ilâhî vahye dayanan «Semavî
Kitap», Hatta Hz. îsâ'ya isnad edilen «Hadisler Mecmuası» olarak dahi kabul
edilmemekte ve bunlara birer «Siyer ve Mev'iza» kitabı nazarıyla bakılmaktadır
[48]
Eüslümanlar nazarında
asılları ilâhî olduğu halde, (yukarıda verdiğimiz bilgilerin ışığı altında)
tahrif ve tebdil edilerek ilâhî hüviyetlerini kaybeden ve birbirine uymayan
müteaddid nüshalar haline gelen Tevrat ve incil'e mukabil, nazil olduğu
tarihten bu güne kadar bir kelimesi dahî değiştirilmeden ilâhî hüviyetini
muhafaza eden yegâne semavî kitap, Kur'ân-ı Kerîm'dir. Bu, mesnetsiz bir iddia
değil, tarihî ve ilmî bir gerçektir. Çünkü :
Bu gün, tarihî
gerçeklere vâkıf, ilim ve insaf sahibi herkes, Kur'ân-ı Kerîm'i Milâdî 571
senesinde Mekke'de doğan, ümmî, yani okuma yazma bilmeyen, Arapça konuşan ve
Arap milletinin Ku-reyş kabilesine mensup, nesebi Hz. İbrahim Aleyhisselâma
kadar uzanan Abdul Muttalip oğlu Abdullah'ın oğlu, «El-Emîn» lakabıyla tanınan
Muhammed adında, yüksek ahlâklı, mübarek bir zâtın diliyle bildirilen yüce bir
kitap olduğunu bilmektedir.
Her insaf sahibi şunu
da bilmektedir ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) 40 yaşından sonra Peygamberlik iddia
ve ilân etmiş, ömrünün 23 senesini buna hasretmiş, karşılaştığı bütün sıkıntı
ve zorluklara rağmen yolundan dönmemiş, büyük bir cesaret ve maharetle
dâvasını ömrünün sonuna kadar yürütmüş, hiç bir beşere nasip olmayan büyük bir
başarıya ulaşarak, 23 yıl gibi kısa bir müddet İçinde, tarihin de misline
sahid olmadığı, ruhî, ahlâkî ve içtimâi o büyük inkılâbı yapmıştır. En büyük
mu'cize olarak da, Arap be-lâğat ve fesahatinin zirvesine ulaşmış olan Kur'ân-ı
Azimü'ş-şân'i bırakmıştır.
Büyük bir dikkat ve
itina ile ashabına aynen tebliğ ettiği, ya-, zurnasını ve hıfzedilmesin!
emrettiği bu hikmet ve hakikat dolu Közlerin, kendi beşerî sözleri olmadığını,
Hak Teâlâ tarafından Cebrail vasıtasıyla kendisine vahyölunan Allah Kelâmı
olduğunu bildirmiştir. Hatta, kendi sözlerinin, Allah Kelâmına karışmaması
için, sözlerinin yazılmasını şiddetle menetmiştir.
Kendisinin bütün
beşeriyeti «Tevhid Akidesi»ne, hak ve hidâyet yoluna sevk etmek ve en güzeı
ahlâkı tamamlamak için gönderilen en son Peygamber olduğunu, getirdiği ilâhî
kitabın da bütün insanlık âlemine hitabeden en son ve en mükemmel Semavî Kitap
olarak indirildiğini, bu kitaptan sonra kitap, kendisinden sonra da Peygamber
gönderilmeyeceğini kesin bir dille ilân etmiştir.
Hz. Muhammed
(s.a.v.)'nin bütün hayatı, siyret ve ahlâkı en ince teferruatına kadar
zaptedilmis, yirmi üç sene sûreler ve âyetler halinde inzal buyrulan Kur'ân-ı
Kerîm, Peygamberimizce tayin olunan «Vahiy Kâtipleri» tarafından aynen
yazılmış, binlerce sa-hâbî tarafından hafızalarda muhafaza edilmiştir. Bütün bu
huaus-lar dînî birer gerçek olarak nesilden nesile intikal etmiş ve tevatür
yoluyla zamanımıza kadar gelmiştir [50]
İslâm'ın büyük Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.) bütün sîret ve sünnetiyle,
mukaddes kitabı Kur'ân-ı Kerîm, bütün hikmet ve azametiyle islâm ve ilim âleminin
her yerinde bilinmekte, bütün bu gerçekler tarihî belgelerle sabit
görülmektedir. Aradan ondört asra yakın bir zaman geçtiği halde, Kur'ân-ı Kerîm
hiç bir tağyir ve tebdile uğramadan ilâhî hüviyetini aynen muhafaza
etmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm'in
dünyada mevcut bütün nüshaları aynıdır. İslâm âleminin en uzak beldelerinde
yasayan hafızlar karşüaştırılsa-lar, okudukları Kur'ân'ın aynı Kur'ân olduğu
görülür. Bilhassa bu husus, günümüzde çeşitli radyo neşriyatıyla sabit
olmaktadır. Kıyamete kadar da bu şekilde devam edeceğini Hak Teâlâ Kur'ân'nv
dan ilân etmektedir [51]
Yalnız bu gerçek dahi, Kur'ân-ı Kerîm'in Allah Kelâmı ve ilâhî hüviyetini
muhafaza eden yegâne semavî kitap olduğunu isbata kâfidir.
Esasen Hz. Muhammed
gibi; okuma yazma bilmediği, her angi bir dinden, medreseden, âlim veya
mürşidden ders almadığı, ilmî ve felsefî hiç bir mükesebâtı bulunmadığı, kayda
değer bir seyahat yapmadığı sabit olan, ümmî bir zâtın, Kur'ân-i Kerîm gibi
Arap fesahat ve belagatının zirvesinde olduğu itiraf edilen, ilâhî gerçek ve
hikmetlerle dolu bir kitabı yazabilmesine imktn var mıdır?
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm
böyle bir şüpheyi çürütmek için, Arap edebiyatının altın çağı sayılan o zamanda
belâğât ve fasâhatlanyla şöhret yapan bütün edip ve şâirleri, önce Kur'ân'ın
bir mislini [52]
sonra on sûresinin mislini [53] daha
sonra bir sûrenin mislini [54] en
sonunda da, bir âyetinin mislini [55] getirmeye
davet etmiş, Kur'ân'a veya sûre ve
âyetlerine benzeyen böyle bir nazîre'nin ne o zaman ve ne de gelecek zamanlarda
asla getirilemiyeceğini ilân etmiştir. Bu meydan okuyuşun her seferinde, Arap
Edip ve Şairleriy-le, bütünj Arapların zamanımıza kadar âciz kaldıkları yine
tarihen sabittir.
Arapça olarak inzal
buyrulan Kur'ân-ı Kerîm'in bir sûre veya âyetine, Üdebâ ve Fusehâ bir nazire
getiremediğine göre, Arap olmayan milletlerin Kur'ân'a bir nazire
getiremiyecekleri daha açık ve bedîhî bir gerçektir. O halde Kur'ân, Hz.
Muhammed (s.a.v.) in sözü değil, Cenâb-ı Hak'km yüce katından inzal olunan
ilâhî bir söz, edebî bir mu'cizedir.
Şu husus da inkârı
kaabil olmayan bir gerçektir ki, en kuvvetli edipler ve şâirler, nihayet
muayyen sahalarda maharet gösterebilirler ve çeşitli üslûplardan bir veya bir
kaçında başarı sağlayabilirler. Meselâ: ahlâkî, hukukî ve ilmî konuların
hepsinde de ;ıynı fasâhat ve belagatı gösteremezler. Kur'ân-ı Hakîm ise, ihtiva
ettiği ilmî, hukukî, içtimâi, ahlâkî ve tarihî bütün sahalarda aynı edebî üslûp,
fasâhat ve belagatı göstermiş, en derin ve geniş manâları en veciz ve güzel bir
ifadeyle beyan buyurmuştur, iste bu sebebledir ki Kur'ân-ı Mübin, dâima zevkle
okunur, her okunuşta insana mâ nevî bir haz ve huzur verir.
Bu ilâhî kitabın bir
imtiyazı da, hiç bir kitaba nasip olmayacak şekilde,kolayca
eaberlenebilmesidir. Bu sebeple, her asırda Kur'ân-ı Kerîm'i çok genç yaşlarda
ezberliyen binlerce hafızlar bulunmakta dır.
Diğer bir husus da;
Kur'ân-ı Mübin'in bir çok ilmî gerçekleri, keşfolmadan önce bildirmesi,
bildirdiği gerçeklerin ilim ve fen ile dâima bağdaşması, müstakbelde vâkî
olacak bir çok hâdiseleri Önceden haber vermesi ve bunların zamanı gelince
aynen tahakkuk etmesidir. Meselâ Güneşin kendi mihveri etrafında döndüğü[56]
Se-mâvât âleminde ve yıldızlarda hayat sahibi varlıklar bulunduğu [57]
Kur'ân'da haber verilmiştir.
Şimdiye kadar yapılan
ilmî keşiflerin hiç biri Kur'ân'ın ilâhi beyanına aykırı düşmemiş, belki onu
teyid etmiş ve desteklemiştir. Müslümanların Mekke'yi fethedeceklerine [58]
insanların bölük bölük ve akın akın İslâm'a gireceklerine, [59] İranlılara yenilen Rumların, üç ile dokuz
sene zarfında iranlıları tekrar yeneğine dair [60]
müstakbel hakkında
verdiği haberler, aynen vâkî olmuştur.
Buraya kadar beyan
etmeğe çalıştığımız Kur'ân-ı Kerîm'in bütün özellikleri, lâfız ve manâ
bakımından sabit olan ve teslim olunan yüceliği, O'nun beşer tarafından yazılan
bir eser olmayıp, lâfız ve manâ bakımından ilâhî bir mu'cize ve mukaddes bir
kitap olduğunu göstermektedir.
Bu bakımdan Kur'ân-ı
Mübin, beşeriyete hak ve fazilet, ilim ve irfan, ittihat, terakki ve tekâmül
yollarını' öğreten, onlara birlik ve beraberlik ruhunu aşılayan, îmân, ibâdet
ve ahlâk esaslarını ve sosyal düzeni sağlayan her türlü nizâmı bildiren,
insanları en güzel ahlâka ve ebedî saadete erdiren, ilâhî hükümleri ihtiva etmektedir.
taraf-ı ilâhî'den,
Cibril-i Emin vasıtasıyla sevgili Peygamberimi) miz Hz. Muhammed Aleyhisselâma
nazil olan Kur'ân-ı Kerîm'in hem Arapça olan lâfzı, hem de manâsı ilâhî
olduğundan, bu ikisi Kur'ân'm mahiyet ve hakikatini teşkil eder. İkisinden biri
bulunmazsa, ona Kur'ân denmez.
Bu ilâhî kitaba
«Kur'ân» kelimesinin özel isim olmasının sebebi, dâima okunması veya âyetleri
ve sûreleri yukarda işaret edilen yüce hakikatları, ilâhî hükümleri, emir ve
nehiyleri ihtiva et-mesindendir.
Diğer bir sebep de;
kalemlerle bilfiil yazılmış olmasıdır. Zira bu isimle tesmiye edilmesinde, bu
yüksek kitabın hem kalbîerde, hem de satırlarda hıfzedilmesinin, zârûrî
olduğuna ilâhî bir işaret vardır. Nitekim Müslümanlar nazarında, her hangi bir
hafızın okuduğunu Kur'ân olarak kabul etmek için, Sahâbîlerin icmâ'ı ile sabit
olan ve bize kadar tevâtüren naklolan Kur'ân'ın yazık nüshasına uygun olması,
her hangi bir kimsenin yazdığını Kur'ân olarak kabul edebilmek için de bunun,
tevatür yoluyla sabit olan hafızların zihinlerindekine uygun düşmesi lâzımdır.
İşte Müslümanların bu
dikkat ve ihtimamı ile Kur'ân-ı Kerîm, zamanımıza kadar tahrif ve tebdilden
masun kalmış, şu âyet-i kerîmenin mealine göre de kıyamete kadar ilâhî
hüviyetini muhafaza edeceğini Cenâb-ı Hak va'd buyurmuştur:
«Muhakkak ki Kur'ân-ı
Biz indirdik. Onun koruyucuları da mutlak surette Biziz.» [61]
Daha önce gönderilen
ilâhî kitaplar tağyir ve tebdile maruz kaldığı ve ilâhî hüviyetim kaybettiği
halde, Kur'ân-ı Kerîm'in muhafaza edilmesinin sırrı, Tevrat ve tncü gibi
kitapların zaman ve mekânla mukayyet olmaları ve muayyen bir millete
gönderilmeleri, Kur'ân-ı Kerîm'in ise; zaman ve mekânla mukayyet olmayarak,
ebedî ve bütün
beşeriyeti kıyamete kadar irşad için gönderilmiş olmasıdır[62]
«Ey Babbimiz!
Bize doğru yolu ihsan
ettikten sonra kalplerimizi (Hak ve gerçekten) saptırma.
Bize yüce katından
rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı sonsuz, olan yalnız Sensin.»
(Kur'ân-ı Kerim: Al-i
tmrân: 8)[63]
LÜGATÇE
Abes: Bog,
saçma şey, faydasız.-Acz : Beceriksizlik, güçsüzlük. Acz-ı Hâlıeyn : Var olduğu
fafzettiien her iki ilâhın da,
aciz ve güçsüz oî ması.
Âdâb : Edepler,
bütün aoz ve hareketlerde
terbiyeli davranışlar.
Aı'âleı-t İlâhîyye : İlâhi
adalet. Yüce Allah'ın şaşmax
adaleti. Adem : Yokluk, varlığın, vücudun zıddı.
Âdem : ilk yaratılan insan ve ilk peygamber (Nebi)
Hz. Âdem (a.sj. Âdil-İ Mutlak :
Mutlak adalet sahibi olan Yüce Allah
(c.c.) Ağyarım mani : Yabancı
unsurların girmesine engel. (<Bir ilmin tarifi. ... O ilimden olmayan
yabancı unsurları tariften çıkarmalıdır* anlamında
kullanılmıştır. Mantık
terimidir.). Ahâd Hat'isler
: Peygamberimizden bir veya
birkaç emin kişi tarafından rivayet edilen hadisler. Ahbâr : Haberler, ortada dönen söylentiler.
Ahd-ı Atik : İsrail oğullarına Hz. İsa'dan Önce
gönderilen peygamberlere
indirilen kitaplara verilen
bir isim. (Tevrat, Zebur ve
Mezamir gibi.) Ahd-ı Cedirî : Hz.
İsa'ya indirilen ilâ-
hî kitap. İncil ile
sonradan yazılan ve İncil adı verilen kitaplar ve ekleri... Ahfâ - min kesbi'l
Eş'arî : îmam ı Eîş'arî'nin kaza - kaderdeki <kesp na-zariyesi>nden daha
kapalı, daha zor. Bu nazariyeye göre; kul ihtiyari fiil terinin .kâsibh yani
kazamcisı, Hak Teâîâ İse halikı (yaratıcısı)dır. Âhir : Son. sonraki, en sonra.
Âhirel : Öbür dünya, öteki dünya, kıyametten sonra kurulacak ebedi hayat yeri.
Âbiret Ahvali : Âhiret hayatına mahsus olan haller;
Hesab. kitap, mizan. sırat, cennet,
cehennem ve sevab. ikab gibi dinî gerçekler. Kur'an
âyet-leriyle sabit olan hakikatler. Ahkâm :
Hükümler, emirler. Ahkâmı
Akliyye : Akli hükümler. Yani; akla
dayanarak çıkarılan hükümler. B
i; Ahkâm-ı Ameliyye ; Ameli
hükümler. Dinin amel (işler
ve fiiller) ile ilgili olan fer'î ve fıkhı hükümleri. Ahkâm-ı
Fer'iyya : Fer'i hükümler. Dinir. akaid gibi
temel esasları dışında kalan
fıkhî ve cüz'i mes'eleler. Ahkâm-ı Hulukiyye : Ahlâk
ile ilgili olan «ahlâkî
hükümler., prensipler. Ahkâm-ı
İtikadiyys: İtikadı hüküm ler, itikad ile. iman
ve inançla İlgili dini
hükümler.
Aitkâm-ı Şer'iyye : ger'i
hükümler. Kur'an ve hadise
dayanan dinî hii kümler, emir vs yasaklar. Ahvâl : Haller,
durumlar, oluşlar. Aka id :
Akideler, dinî inançlar, inanılan şeyler. Dinin esasını teşkil
eder> îmanla ilgili inanılan şeylerin tamamı m içine
alan ve onlardan bahseden ilme verilen îsimlerdan biri.
(Akidenin çoğulu) -
Akıbet : Nihayet, son. Akide : îman, itikad, inanç, dini inanış.
Akl-i Selim : Sağ duyu.
İyi ve doğru düşünüp isabetli kararlara ulaşabi -len akıl,
kusursuz olan sıhhatli akıl.
Alâka : İlgi.
ilişki, münasebet. Alâmet : İşaret,
nişan, belge. iz.
Âlem : Kâinat,
dünya, cihan. Allah' tan başka mevcut varlıkların hepsi. Aleni
: Açık,
gizli olmayan.
Âlim : Bilgin, çok
okuyan ve bilen kişi.
ÂÜm-i Mutlak : Mutlak
âlim. yani her şeyi bilen Yüce
Allah (c.c). Amel-i Salih : İyi,
yararlı işler, dinen yapılması emredilen güzel şeyler.
Âmeli İcma' : Azimet
fkararlılık) yolu ile İslâm Müctehitlerinin yaptıkları ve dinen kesinlik ifade
eden sarih (açık) icma, yani kavli (sözlü) icma'.
Âmil : Yapan, işleyen, sebep olan. Analiz : Tahlil,
esas unsurlara ayırma, çözümleme. Mantık ilmi dilinde
is-tidlâî yollarından biri
olan .temsil». Araz : İşaret,
alâmet, sonradan baş ka
bir cevherle meydana gelen, hal. keyfiyet.
Ânz obnak : Bir şeyin
aslında yokken sonradan hâsıl olan, ortaya çıkan. Arifin : Marifet ehli.
hakka1! - yakîn derecesine ulaşan, Allah dostu olan kişiler.
Ashab ; Hz. Peygamberi
gören ve O'nunla -sohbet eden
mü'minler.
Asi : Karşı gelen, günahkâr,
ahlâkı bûzuk.
Âsîm : Günahkâr,
kabahatli. Aslah : Daha
iyi, daha sâlih,
daha uygun. (Bkz. Salah - Aslâh, Kelâm ilminde meşhur bir konu.) Aslî Rükün
: Aal ve esas rükün, temel dayanak.
Ast'uî-usul: Asılların,
köklerin aslı. ■ Kitâbullah
olan Kur'an-ı Kerîm, dini
delillerin asl'ul usulü.dür. Asr :
Yüzyıl, çağ. zaman. Bazı
mü-fessirlere göre ikindi vakti. Aşikâr: Belli,
açık, meydanda, bariz.
Atalet : Tembellik,
işsizlik, hareketsizlik, durgunluk.
Ateist : Allah'ı
inkâr eden. Allah'a İnanmayan dinsiz,
imansız kişi. Âvâne : Tâbi olanlar,
uyanlar, kafa darlar.
A'yân : Cevher, öz, âlemi teşkil eden esas varlıklar,
asıl unsurlar. Ayet-i Celile :
Allab'm yüce âyetleri. Ayne'l yakın :
Gözlem ve deney yolu ile elde edilen bilgiler. Azimet: Kararlılık, kararda titizlik. takva ile amel ediş,
gidiş, gitme.
Azrail : Dört büyük
melekten birinin adı. Ruhları almaya memur edilen clüm meleği.
— B —
Bab : Konu.
mesele, mevzu, bölüm.
kısım.
Bahis : Konuşulan
şey, konu. söz.
Bakaa : Sonu olmamak. Allah'ın Selbİ
ve Tenzihi
(olumsuzlukla ilgili, noksanı
kaldıran) ilâhi
sıfatlarından biri.
Baki : Dâima
var olan (Allah (c.c.)
m yüce isimlerinden
biri.)
Baliğ : Buluğa eren, erişmiş, ergin.
Bârı : Yaratan, yaratıcı. Yüce Allah'
m güzel isimlerinden
biri.
Bariz: Açık.
aşikâr, meydanda.
Ba's : Ölümden sonra dirilme.
Basar : Görmek.
Allah'ın subütî (yanı Zâtına ezelde sabit olan kemâl sıfat larından biri.)
Bâsıra : Görmek
hassası, görme kuv veti, göz.
Basir : Gören, iyi görüp anlayan {Allah'ın yüce isimlerinden biri.). Basiret : Seziş,
İleriyi görüş, uyanık .Uk.
Ba'sa Ba'del Mevt
: Öldükten sonra dirilme, kabirlerden çıkarılıp.
Man şer'e, İlâhi Hesap
yerine gönderilme. Ba'sn Cismani: Cisimle dirilme. Bâtıl : Hükümsüz, boş, çürük, yalan; yani doğru
olmayan ve
gerçeğe uy mayan, gerçek dışı. Bedihî : Apaçık
olan, delilsiz bilinen. Belagat :
İyi, güzel, pürüzsüz ve yerinde söz söyleme.
Beliğ : Fasih, düzgün
söz söyleyen, durumun gerektirdiği şekilde konuşan.
Bereket : Bolluk,
Allah'ın verdiği ni metleri ve rızkı
arttırması.
Berzah : Dünya ile
âhiret arasında geçen kabir hayatı. Âhiret'in başlangıcı.
Beşaret ve Ta'lim
: Müjde ve öğretim, müjde
alâmetleri. Beşer : însan, insanoğlu.
Beşeriyet : İnsanlık âlemi,
bütün in sanlık.
Beyan : Bildirme,
söyleme, açıklama. Beyan etmek :
Açıklamak, bildirmek.
Beyne'l ■ Havfi
ve'r - Recâ : Korku ile ümit arasında olmak. Allah'ın rahmetini umarken,
azabından da korkmak. İkisi arasında olmak.
Bİd'at: Dinin aslında
olmayan, sonradan ilâve edilen, ihdas ve icad olunan, yapılan yeni İşler.
Bid'at ehli : Dinin
aslında olmayan, sonradan yapılan ve ihdas edilen şeylerin peşinde giden
kişiler, gruplar.
Bidayet: Başlama,
başlangıç. Bilâhare : Sonra,
sonradan, sonunda.
Bil'akis : Aksine,
tersine.
Bilfiil : Gerçekten,
fiilen.
Bilhassa : Hususi
olarak, özellikli1.
hususiyle, tahsisen.
Bil • vasıta : Vasıtalı,
aracı ile.
Binaen ; .....
der,, dolayı.
Binaenaleyh : Bunun
özerine, buno göre.
Binnetice : Netice,
sonuç olarak. Bi'set:
Allah'ın İnsanlara peygamberler göndermesi. Bizatihi : Kendiliğinden, zâtı
ile. Burhan : Kesin delil,
kuvvetli delil. Burhanı deliller :
Kesinlik ifade eden akli, kuvvetli
deliller. Borhân-ı tatbik :
Teselsülün bâtıl ve imkânsız
olduğunu übat eden aklî vr mantıkî kuvvetli bîr delil. Burhan-1
temana' : Allah'ın birliğini isbat eden aklî
kesin bir delil. (İki ilâhın —eğer varsa- aralarında çıkacak ayrılığa, zıtlaşmaya dayanan mantıkî delil.)
Burhan-ı tevânıt :
Allah'ın birliğini isbat eder,
aklî kesin delil. Farzedilen iki ilâhın anlaşırlarsa âciz olacakları esasına dayanan delil.
Butlan : Bâtıllık, boşluk, çürüklük. Bühtan : Yalan, iftira, asılsız ve kötü bir şeyi bir kimsenin üzerine
atmak, ona isnad etmek, dayamak.
Biiluğ : Erginlik
çağına girmiş olmak.
Caiz ; Yapılmasında dinî
bakımdan mahzur olmayan şey,
sakıncasız. Câizât:
Caizler, sakıncasız olan. ya pılmasına
izin verilen şeyler. Câiz-i akli :
Akıl yönünden olabilecek, aklen mümkün olan, muhal olma
yan şeyler. Cânib : Taraf, cihet, yan.
Cazibe : Alımlılık, sevimlilik, cezbeden,
çeken. Cebbar : Kuvvet ve kudret sahibi.
Cebel-i tûr : Tûr
dağı. Ceberut ; Aşırı büyüklük,
aşın pek ziyade kibir.
Cebrail : Vahy
meleği, dört büyük melekten biri.
Cebr-i Mutavassıt :
Vasai. orta cebir, erta zorlama. îtikâdî meşhur mezheplerden biri olan Cebriye
mezhebinin • Mutlak cebir- fikrî ile, Kaderiyeci' leiin «mutlak ihtiyar» fikri
arasındaki «ortak cebir> fikri. Yani kul, ihtiyari fiillerinin kâsibi
(kazanıcısı) Yüce Allah Yaratıcısı.
Cebriyye : İnsanın
kudret ve iradesini inkâr ederek, onu hayrı veya şerri yapmaya mecbur ve zorunlu gören ve yaptıklarından sorumsuz sayan bâ-Ul
bir mezhep. Ced : Dede, büyük baba.
Ccdel : Sert tartışma, zan ifade aden
sözler. Cehalet : Cahillik, bilgisizlik.
Çalışma, çabalama, gayret
Bilmeme, bilgisizlik. Toplama, bir araya getirme. Gizledi,
örttü (fiil-i mazi si-
Cehd : etme. Cehil :
Cem : Cenne
gası).
Cevaz : İzin. müsaade.
Cevher : Öz.
kendi kendine ayakta
duran ar.a
unsur.
Cihet ; Yan,
yön, taraf, sebep,
ilgi.
Cismâni : Bedenle
ilgili.
Cismâniyet : Cisim,
vücut, cisimlilik.
Cismî : Bedene,
vücuda, cisme âit
filan.
Cumhur : Halk, ahali,
kalabalık, büyük çoğunluk.
Cumhur-u Fukahâ :
Fakihlerin. yani İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu-
Cumhuru Muhakkıkiyn
: İnceleme ve araştırma sahibi
olan Ehl-i Sünnet âlimlerinin, yara
Muhakkıkların büyük çoğunluğu.
Cumhuru Mu'tezile : tMu'tezile» adı
verilen kelâmı
(itikadı) mezhep âlim lerintn
ekserisi (çcğunluğu). Cumhur-u ulema : Âlimlerin,
bilginle rin büyük çoğunluğu. Cünun :
Delilik.
Cüz : Parça, bir bütünü meydana getiren parçalar,
zerreler. Ciiz'i : Az miktarda.
küUTnin zıddı. Cüz'iyyât : Cüz'i, basit olan ufak te fek şeyler, Önemsiz
sayılanlar. Ciiz'iyye : Az. pek az.
az miktarda olan.
Cüz-ü lâ yetecezze' :
Parçalanmadığı sanılan en küçük zerre. —Bölünmeyen en küçük parça— (Yeni ilmî
gelişmelerle atom parçalanmış, ilim ve tekniğin hizmetine girmiştir.)
_ D —
Dalâlet : Sapıklık.
Hidâyet'in. doğru yolun zıddı.
Delâlet : Yol gösterme, kılavuzluk. Dercetmek : Sckmak,
arasına koy mak, dürmek.
Delil : Yol gösteren,
belge, tanık, şahit.
Delil-İ Hulf : Bir
dâvanın (iddianın! aksini iptal e'derek, o dâva ve iddianın aslını isbat eden
mantıkî bir delil.
Delil-i Kat'î :
Kesin delil. Zan ve
şüpheden uzak olan
delil, belge.
Delili Zannî :
Zan ifade eden. kesin
olmayan delil.
Dinamik : Kuvvetli, hareketli.
Dünyevi : Dünyaya
âit. dünya ile il
gili.
Dünyevi ahkâm : Dünya ile ilgili hü
kümler.
Düstur : Kanun,
kaide, anayasa.
— E —
Ebert. : Sonu olmama. EbeCi : Sonsuz, sonu olmayan. Ebedi saadet : Sonsuz mutluluk, Âhi-ret mutluluğu.
Ebediyyet: Sonsuzluk, sonu
olmamak.
Ebeveyn : Ana - baba. Ebu'l Beşer : insanların babası ve en büyük ceddi olan ilk
insan (Hz. Âdem). Ecel : Bir
şeyin bütün müddeti veya bir şeyin müddetinin sonu.
Ömrün' son ânı, ölümün geldiği an. Ecir :
Âhirete ait sevap, mükâfat, üc ret,
Ecxâ ; Cüzler,
parçalar, kısımlar. Ed - dâıû'l
- Âhire : Âhiret, ahim evi. Edeb :
Terbiye, güzel ahlâk. Ediîli! :
Deliller, esaslar. Edilley-i Şer'iyye :
İlâhî bir esasa da yanan dinî -
nakli deliller. Ef'âl : Fiiller,
yapılan işler. Ef'âl-i Hissiye
: Hİ3se dayanan
fiiller, işler.
Ef'âl-i İbad :
Kulların yaptıkları fiiller, işler.
Ef'âl-i İhtiyariye : Kulların kendi iradeleri ile yaptıkları işler. Efdal : En
faziletli, en erdemli, ^fâaliyet
: Daha faziletli,
daha üstün olma.
Efrad : (Ferdin
çoğulu), fertler.
Efradını cami :
Fertlerini toplayan (Bir ilmin tarifi, o İlmîn bütün konularını içine almalı
ve...) Mantıkî bir tarifte aranan şartlardan biri (Cins). Ehad: Her yönden bir,
tek (Allah ehaddır).
Ehâdis : Hadisler,
peygamberimizin sözleri, hadisin çoğulu.
Ehemmiyet : Önem.
mühim olma, kıymet, değer.
Ehl-i Beyt : Peygamber
efendimizin hane halkı, çocukları, torunları ve yakın akrabaları.
Ehl-i Ma'rjfet:
Arifler, hakka'l yakın derecesine ^ulaşan seçkin zevat, seçkin kişiler. ■
Ehlü'l Hak : Hakikat
ehli. îmanı bütün, doğru kişiler.
Ehl-i Sünneti Âmme :
îtikadda «Ehl-i Sünnet Mezhebi» olarak bilinen Eş'a-riyye ve Matüridiyye
mezheblerine verilen isim. (Sünnet
ehlinin umumu).
Ehl-i Sünnat-i
Hassa : •Selefiyye»
mezhebi elarak bilinen
ilk Ehl-i sünnet
âlimlerine verilen özel
ad. Ekmel : En mükemmel,
kusursuz, eksiksiz.
Ekseri : Çek
defa, çoğu zaman. Ekvân-ı Erbaa
: Dört clu§ : Harekeı. sükûn, içtima
(toplanma) vt iftirâu (ayrılma).
El - emin : Güvenilen
kişi. Hz. Mu bammed
(s.a.vje. Peygamberliğinden ence
verilen isim, sıfat. Elfâz : Lâfızlar,
kelimeler, sözler. Ei - Kaza; ve'l - Kader : Kader;
her şeyin ezelde tesbit
edilen ilâhî ölçüsü, kaza ise; bu ilâhî ölçüye göre vakti gelince
icad edilmesi. îman
esaslarından biri.
El - Kebire : Büyük
günahlar, büyük fesada sebep olan, dinen sjddetli cezayı gerektiren kötü
fiiller. El - menziletü beyne'l menzÜeteyn : Mu'tezile'ye göre büyük günah işleyenlerin
kalacağı cennet ile cehennem . arasındaki bir menzil, bir mekân. bir yer.
Emin : Kendisine
güvenilen, emniyet olunan kişi
veya şey. Emniyet : Eminlik,
korkusuzluk, inan mak, güvenmek. Emsal
: Eşler, benzerler, örnekler.
Enbiyâ : Peygamberler, nebiler, ilâhi elçiler. Allah'ın
gönderdiği elçiler. Erkân : Rükünler,
bir bütünün parçaları. ■
Ervâh-ı Ulviyya :
Ulvi, yüce ruhlır. fizik ötesi ruhanî varlıklar.
Ervâb-ı Süfliyye : Süfli, kötü
ve âdi ruhlar.
Esas-ı îman : îmanın aslı. Kalb
İle tasdik, dil ile ikrar. Esbâb :
Sebepler, nedenler. Esbaba
Tevessül : Sebeblere sarılma. Mü'minin tedbir
almakta n kusur istememeye
dikkat etmesi. Esbabu'l - İlm : İlmin
sebepleri, sağj lam beş
duyu organı, akıl ve
sâdık haberler.
Esfâr-ı Hamse : Beş
büyük kitap. Hz. Musa'ya r.isbet olunan beş kitap : Tekvin, Huruç, Levüiler,
Sayılar ve Tesniye.
Esîr : Kâinatı
dolduran ve bütün cisimlere nüfuz eden çok küçük zerrecikler.
Esmâ-i Hiisnâ :
Allah'ım Yüce Zâtına mahsus güzel isimleri olup. >99> adettir.
Eş'ariyye : İmam,
Ebu'l Hasan el -Eşarî'nin kurduğu itikadı mezheb. Bu mezhepte olanların görüşleri. Etüö : İnceleme,
araştırma, çalışma. Evham : Sanılar, zanlar,
şüpheler. kuşkular, kuruntular. (Vehmin
ço gulu).
Evleviyyet : Üstün
tutulma, üstünlük. daha uygun.
Evliya : Erenler, Allah'a daha
yakın olanlar, keramet sahipleri. Evsâf: Kaliteler, vasıflar,
sıfatlar, tâtelikler.
Evvelâ : İlk olarak,
her şeyden önce. ilk önce.
Ezelî : Evveli,
öncesi, başlangıcı olmayan.
Fail : Yapan, İşleyen. Fail ve Mûcid :
Yaratan, icad eden. Her şeyi
yaratan Yüce Allah (c.c). Fâil-i Muhtar
: Dilediğini yapmakta serbest olan
Yüce Allah.
Fakih : Fıkıh âlimi,
İslâm hukukçusu.
Fakru zaruret : Zaruret ve çaresizlik içinde olmak,
yoksulluk, fakirlik. Fâni : Ölümlü, geçici, muvakkat.
Dinen yapılması kesin
olarak emredilen, yapılmaması yasaklanan, bu husus kesin bir dinî delil ile
sabit olan hüküm.
Farz-ı Ayn : Her
müslümamn yapması dini kesin delille sabit olan ilâhi emirler.
Farz-ı Kifâye :
Bir kısım müslüman-
lann' yapması ile
diğerlerinden sakı! olan
(düşen) dinî emirler. Fâsık : Allah'ın emirlerine aykırı hareket eden,
açıktan günah işleyen kimse, (Fısk'dan gelir). Fâsid : Bozuk, kötü, yanlış şey. Fatihâtü'l — Kitab
: Fatiha sûresine verilen isimlerden biri. Fâzıl
: Faziletli, fazilet sahibi, erdemli, üstün.
Fazilet : Erdem, güzel
vasıf, iyi huy. Fazl : Fazla, ziyade, erdem, fazilet, lütuf.
Fedakâr : Kendini ve şahsî imkân ve menfaatlerini başkasından esirgemi yen, feda eden, cömert. Fena : Son bulma, ölüm, yok olma. Fer : Dal, budak,
şube. Feragat: Vaz geçme,
başkası adına kendi yararından vazgeçme. Fer'î : Asıl
olmayan, ikinci derecedeki ferde, cüz'e, şubeye mensup olan
Şey.
Fesahat : Güzel ve
düzgün konuşma. İyi söz söyleme yeteneği. Fesat : Bozukluk,
fitne. Fetânet : Zihin açıklığı,
akıllılık, çabuk kavrayış.
Fetret Devri : İki peygamber arasında, peygambsrsız olarak
geçen zaman. Fevc : Bölük, cemaat,
takım. Feyiz : Bolluk,
verimlilik, lütuf ve ih san.
Feyz-i İlâhî : Allah'ın verdiği bolluk, maddî, mânevi verimlilik. İlâhi
lütuf, nimet ve ihsan. Feza :
Uzay.
Fıkıh : Şeriat ilmi,
şeriatın amel ile ilgili
olan hükümleri, amelî
ve şer'i mes'elelsrden
bahseden ilim. Fıkh-ı Ekber : En büyük fıkıh. İslâm inançlarından bahseden
akaid İlminin diğer bir ismi.
İmam-ı A'zamın akaid-de yazdığı meşhur kitabın adı. Firak: Bölükler,
fırkalar, takımlar. £hl-i Sünnet
ve cemaattan ayrılan fır kalar.
Firak-ı İslâmiye
: İMmi fırkalar, iti kadi
konularda ortaya çıkan fırkalar.
Fırlta : İnsan kalabalığı, grub. Muayyen bir inanç
görüş ve prensipler etrafında toplanan bir zümre. Fısk : Hak yoldan çıkmak, Allah'a is yan.
Fısk-ı Fücur :
İsyan, işret (içki
içmek), sefihtik (akılsızlık,
adilik), günahkârlık ve .ahlâka
aykırı haller (içki içmek,
zina etmek ve eğlencelere dalmak gibi.). Fıtri : Tabiî, yaratılıştan. , . Fıtrat: Yaratılış, tabiat, mizaç, huy. Fiilî :
İşe, eyleme âit. Fİil-i Cevârih
: Uzuvların, yani
bir vücudun azalarının yaptığı fiiller. FİİÎ-i Kalb : Kalbi fiil.
Kalbden çıkan, kalbde olan fiil. FİU-i Lisan: Dilin
yaptığı iş, yani dille söylenen sözler. Fiilî Sünnet: Peygamberimizin fiil ve hareketleri,
davranışları. FîiUyyât:
Gerçekten yapılan işler, fiilen var olan şeyler. Filhakika
: Hakikaten, gerçekten, doğrusu.
Fİr'avn : Mısır'da M.
Ö. yaşayan ve Hz. Musa ile mücadele eden kâfir hükümdar.
Furkan: îyi
ile kötü ve doğru
ile yanlış arasındaki farkı gösteren, hakkı bâtıldan ayıran Kur*an-ı
Kerîm. Ftinun : Fenler, san'atlar,
hünerler.
— G —
Gafur: Affedici,
bağışlayıcı. Yüce Allah'ın bir
sıfatı. Gâib : Görünmeyen, hazır
olmayan. Galebe : Galib gelme, yenme,
üstünlük, çokluk.
Garb: Güneşin
battığı taraf, batı. gün batısı. (Batı;
Memleketimizin yönüne göre,
Avrupa.) Gaybi : Göze görünmeyen
şeylare âit, görünmezlik dünyasına âit. Gayhiyyât: Göze görünmeyen şeyler, görünmezlik dünyasına
mensup varlıklar.
Gaye-i Hilkat :
Yaratılıştaki gaye, a maç.
Gazab : Kızma,
hiddetlenme. Öfkelenme.
Gazve: Akın,
cenk, din düşmanları üzerine yapılan sefer. Gufran : Affetmek,
merhamet etmek, bağışlamak.
Günâh-i Kebâir: Büyük
günahlar. Ehl-i Sünnet ile Mu'tezile arasında tartışılan itikadı Önemli bîr
konu.
— H —
Haber-i Meşhur :
Meşhur haber, Pey gamberimizden bir veya birkaç râvi tarafından rivayet
edildiği halde, daha sonra 2. ve 3. asırlarda şöhret bulan hadis. Hadis
nev'ilerinin ikincisi. Haber-İ Mütevâtır: Yalan üzerine birleşmeleri aklen
mümkün olmayan büyük bir topluluğun bildirdikleri haber. Hadis nevilerinden biri
(üçüncü nev'i).
Haber-i Resul:
Peygamberlerin verdikleri haber. Mu'cîze ile peygamber ligi sabit olan
Enbiyâ'nm verdiği haber.
Haber-i Sâdık: Sâdık,
doğru haber, bir hakikatin ifadesi olan gerçek ha ber.
Haberi Vahic1.: Bir veya bir kaç râvi (emîn kişi)
tarafından
peygamberi-mizden
nakledilen haber ki,
«zan» ifade eder. Hadis nev'il erinden biri. Hadd-i zâtında : Zaten,
esasen, yara. tıhşta, aslında. Hadis :
Sonradan olan. Hâdise: Vakıa,
olay, yeni bir $ey. ilk defa çıkan $ey. Hatfs : Zan, tahmin, se/gi. Hafaza : Kur arı'da «Kiramın
Kati; ; bin» adı verilen insanların yapi^ı H leri yazmakla
görevli melekler. Koru yucu bekçiler. (Luğat mâıâsO. Hafıza: Görüler,
işitilen ve okuman şeyleri zihinde
saklayan hasse, tisi lek.
Haham : Yahudilerin din adamı. Hakâık : Hakikatlar,
gerçekler. Hakikat : Gerçek,
doğru olan şey. Hakikat'ül - İslâm :
îslâmın hakikati. Hakikî :
Gerçek, doğru, hakikat. Hakim :
Hikmetli söz söyleyen, âlim kişi,
düşünen bilgin, filozof. Yüce Allah'ın güzel
isimlerinden biri. Hakka'l -
Yakın : Gerçekliğinden hiç şüphe olunmayan, kalb ile sezilip, bizzat
duyulan ve fiilen yaşanarak bilinen kesin bilgi
CKelâmcüarca; ilmin en yüksek
derecesi kabul edilmiştir.). Hali hazırda :
Şu anda, şimdi. Hâlık :
Yaratıcı, Yüce Allah (c.c). Hâlıkıyyet t Yaratıcılık. Hâlık-ı Zülcelâl : Celâl
sahibi olan Yüce Yaratıcı
Allah'u Teâlâ. Halkı Efali İbad : Kulların
yaptık lan işlerin yaratılması.
Hamd,: Şükür, sena
etmek, Allah'a şükran
duygularını bildirmek. Haram :
Yapılması dinen kesin nass-larla
(delillerle) yasaklanan şeyler. Haram: dinen
mükellef olan müslü-manlarla
ilgili dinî hükümlerden biridir. Yalan söylemek, içki içmek gibi... Harici
: Harice, dışarıya mensup, Hz. Ali'ye
karşı çıkan ve isyan eden cemaatın bir
Terdi.
Harikulade : Âdetin
üstünde, haricinde, fevkalade.
Hasebiyle: Sebebiyle,
itibariyle, do-layısiyls.
Hasenat : İyilikler. (Hasen'in çoğulu) Hâsıl olan
: Meydana gelen, olan, türeyen, ortaya
çıkan. Hasım: Düşman, düşmanlık
duyulan kişi, rakib.
Hatabî : Zan ifade
eden, kesin olmayan.
Hatabi deliller : Zan,
tahmin ifade e den aklî deliller.
Hâtera-i Nübüvvet :
Peygamberlik mührü.
Havâriyyûn: Hz.
İsa'nın oniki kişiden ibaret yardımcıları, yakın arkadaşları.
Havass-ı selime-:
Sağlam duyu or-g anları.
Havi : İhtiva eden,
içine alan, topla yan.
Hayât-ı İnsâniyye
: İnsanlık hayatı. Hayrat : Sevap
kazanmak için yapı lan hayırlı
şeyler, işler. Hayy : Hayat
sahibi, diri. Yüce Allah'ın güzel isimlerinden biri.
Hayvân-ı Nâtık : Konuşan
düşünebilen hayvan, yani insan. Mantık ilmin de insanın tarifi.
Hayyiz : Mekân,
mevki, meydan. Felsefede;
uzam, boşluk. Hazer etmek:
Sakınmak, gocunmak,
kaçınmak, çekinmek. Hazf : Yok etmek, ortadan kaldırmak, aradan
çıkarmak, silmek... Helak : Mahvolma,
yok olma.
Hicret-t Nebeviyye
: Peygamber aley-hisselâm efendimizin
Mekke'den Medine'ye göç etmeleri. Hidâyet: Hak
yoluna, doğru yola kılavuzlama.
Hikmet: Anlamlı söz,
bir şeyin akla uygun olması.
Hikmet-i İlâhiyye: Ancak
Allah'ın
bilebileceği şeyler, Allah'ın fiillerinde
ki gaye,
amaç ve yüce hikmetler.
Hilaf : Karşı, zıt, yalan.
Hilkat : Yaratılış.
Himmet: Gayret
etmek, çalışmak,
çabalamak.
HÎS5-İ Bâtıni: Kalb ile sezmek, altın
cı his.
Hiss-i Müşterek : İç âlemde
duyulan
ortak his, kalb ile
sezgi, buna hissi
bâtını de denir.
Hurius : Sonradan var olmak.
Huief â-i Râşİdln : Peygamberimizin
dört büyük hâlifesi
: Hz. Ebu Bekir.
Hz. Ömer, Hz. Osman ve
Hz. Ali (R.
Anhun).
Huruç : Çıkış, çıkmak.
Huruf : Harfler.
Husul: Üreme, türeme (bkz. hâsıl a
lan).
Hususiyet: Bir kişinin özel hayatı ite
ilgili şey. özellik.
Hutama : Cehennemin beşinci
katı,
kırmak, dökmek.
Hüccet : Delil, senet, vesika.
Hülâsa : Bir şeyin kısası, bîr sözün
Özü.
Hüsün : Güzellik. Dünyada
medhe,
âhiretie sevaba vesile
olan.
Hüsün Liaynihi:
Zâti güzellik, zâti
bakımdan güzel olan.
Hüsün Lİgayrihi : Zâtı ile değil, zâtı dışındaki bir şeyle güzel olan. Hüsün ve
Kubiıh : Güzellik ve çirkinlik. Dinen
emrolunanlar güzel, yasaklananlar da çirkindir.
Hüviyet : Mahiyet, bir şeyin aslı, hakikati, bir
kişiyi tanıtan kimlik.
— I —
Idlâl : Dalâlete
düşürme, saptırma, azdırma, doğru yoldan çıkarma, kötülüğe sevk etme.
T'kab : Ceza,
azap, eziyet. Inkıyad etmek:
Boyun eğmek, itaat etmek.
Islâh : tyi hale koymak, düzeltmek. Israr : Ayak
direme, direnme, diretme.
Istılah: Tâbir, terim,
bir kelimenin bir ilimdeki karşılığı.
Itlak : Salıverme, koyuverme. Izdırari : Mecburi, irade ve istek dışı.
-I —
İbadât : İbadetler.
Allah'ın emirlerine uyarak, ilâhi rızasını kazanmak ve O'na tapmak gayesi ile,
bedenle, mal la yapılan taatlar.
İbadet re taat :
Allah'ın emirlerine uyarak, O'na tapmak, tapınmak; Allah'ın her emrini yerine
getirmek. O'na itaat etmek.
İbarede Vücud : Zihinden
geçen bir anlamı sözle ifade
etmek. İbda' : Eşi, benzeri
vs örneği olmadan yaratmak.
İbda' ve İUet-i Gâiyye
: Allah'ın varlığını, yaratmadaki eşsiz ve üstün gayeye dayanarak isbat eden
bir delilin ismi.
İblis : geytan,
hilekâr. İcabet : Kabul etmek, uymak. îcâbiyye : Mutlak cebir fikrine dayanan
ve maddî cebircilik (determinizm) adı ile tanınan felsefî ve sapık bir mezhep.
îcma* : İttifak,
toplanma, bir araya gelme. (Terim olarak ise; aynı asırda yaşayan İslâm
müçtehidlerinin şer'î bir hüküm üzerine birleşmeleri.). İcmâ-ı Ümmet : Ümmetin,
yani İslâm âlimlerinin ittifakı. Peygamber Aley-hisselâmın vefatından sonra
herhangi bir asırda, o asırda yaşayan İslâm müçtehidlerinin dinî bir hüküm üzerinde
birleşmeleri.
îemâlen : Kısaca, toplu olarak. İcmâlî : Kısa,
toplu, tafsilât olmaksızın, geniş olmayan.
İcmali îman:
Peygamberimizin bildirdiği dinî esas ve hükümlerin tamamına toplu olarak
inanmak, îmân etmek.
İcra : Yapma, yerine getirme. icra etmek : Yapmak, bir İşi yerine getirmek.
İçtİhad : Fer'î olan
dinî bir hükmü ana kaynaklarından çıkarma hususunda bütün takat ve kudreti
(daha fazlasından âciz kılacak kadar) sarfet-mek.
fçtima' : Toplanma, biraraya gelme. İçtimai : Topluma âit, sosyal, toplumsal.
İçtima-i Nakizeyn :
İki karşıtın birleşmesi. Vücud ve adem gibi iki kar-51tan bir anda bulunması.
(Bu mantıken muhaldir, mümkin değildir.). İdâme : Devamlı, daimî kılma, devam
ettirme, sürdürme.
İddia : Haklı haksız bir hükümde di renme.
İdhal etmek : Dâhil etmek, içeri s m ak. İdrak : Ar.layıg. akıl erdirme.
4YU
İfa etmek t Yerine
getirmek, bir işi -apmak.
îfrat : Aşırılık,
İleri gitme, haddi aşma.
İftirak : Ayrılma,
birbirinden ayrı olma.
Ihâtâ : Kavrama, anlama. İhiâs : Kanşıfcsız,
riyasız ve samimi inanç.
İhtilâf: Ayrılık,
aykırılık, anlaşmazlık.
İhtimal: Mümkün olma,
bir şeyin olabilmesi.
İhtimam : Dikkatle, gayretle sarılma, özenerek iş görme. İhtira: tcad
etme, benzeri olmayan bir şeyi meydana getirme. İhtirak
: Tutuşup yanma. İhtisas : Uzmanlık, her hangi bir konuda derinliğine
bilgi sahibi olma. İhtiva : tçine alma, içinde
bulundur-,ma.
İhtiyaç : Muhtaç olma,
gerek duyma.
İhtiyar : Seçme,
seçilme, seçme gücü. İhtiyar etmek: Seçmek, beğenmek, seçip yapmak.
İhtiyari: İsteğe bağlı
olan, mecburî ve zarurî olmama.
thve-i selâse : Üç
kardeş (bu isimle meşhur olan itikadı bir mes'ele).
İhya: Diriltme,
canlandırma, uyandırma. Hayat
verme. İkame : Ayakta durdurma,
yerine koyma. İkna : Razı etme,
kandırma.
İktila : Yeter bulma,
aza kanaat etme, yetinme.
İktisab : Kazanma,
sahip olma. Edinme, cebretme, zorlama.
ikrah : Tiksinme, kötü
görme, iğrenme.
İkrar : Kalb ile
tasdik edilen şeyi dil ile söyleme, kabul etme,
tîrtiza : Lâzım gelme, gerekme. İlâhi Adalet:
Allah'ın Yüce adaleti. İlâhiyyât: Allah'ın Zât ve Sıfatlarından ve Allah
(c.c.) ile ilgili mevzulardan
bahseden bir ilim, bir bölüm.
İlâhiyyûn : Yüce
Allah'ın Zât ve Sıfatları ile ilgili konulardan bahseden ilahiyat filozofları.
İlhâd : Allah'ın
varlığını ve birliğini inkâr, gerçekten hak din olan İslâm'dan dönme, cayma.
İlham : îçe doğuş, seziş. Allah tarafından insanın kalbine bir hayrın, bîr
şeyin doğması.
İlhamcılar : Aklı
değil, yalnız ilhamt esas alanlar, Allah'ın ilhamına dayananlar.
İllet : Sebep, gaye, hedef. İİlet-i Gâiyye: Allah'ın
varlığını is-bat etmekte,
kâinatın yaradıhgındaki hikmet
ve gayeleri esas alan aklî delil. Gaye
esasına dayanan delil. Üliyyûn :
Cennetin ve gök yüzünün r-n yüksek tabakası, Allah'a dâima ibadet eden
melekler.
İltifat-ı İlâhî :
İlâhi iltifat, Allah'ın Yüce iltifatına, lütfuna erme,
erişme. İlmııllah: Allah'ın ezelî
ve herşeyi kuşatan ilmi.
îlm-i Ezelî : Allah'u Teâlâ'ya mahsus olan ezelî
(Öncesi olmayan) ilâhî (mutlak, külli)
ilim. İlm-i İlâhî : Allah'ın
Yüce Zâtına mahsus olan ilâhi,
külîî ilmi. îlm-i Nakli : Birinden
diğerine geçen, intikal eden naklî ilim. İlzam : Cevap veremez hale getirme, susturma.
îman : İnanç, inanma,
bir şeyin doğ u ve gerçek olduğunu tasdik etme. İslâm'ın bildirdiği bütün
gerçekleri dil ile ikrar ve kalb ile tasdik etme. İman-i Hükmî: Hakikî iman
olmayıp, galip bir zanna dayanan tasdikler. Ha kikî ve yakînî imanın karşıtı.
(Mu kallid'in İmanı gibi.). İman-ı Şer'i : Şer'î İman. Din dilindeki imanın
mânâsı, iman edilmesi gereken şeyleri kalb ile tasdik, dil iîe İkrar etmek.
İmtina : Geri durma, çekinme, (men" den
gelir).
*
İndî: Kendince, kendi
görüşüne dayanan.
udinde : Katında,
yanında, nazarında .
jnâdiyye : Eşyanın
hakikatim, mahiye tini inkâr eden sapık bir felsefî ekol (Sofistlerden bir
kol).
İnayet : İyilik etmek, bağışlamak. İnâyet-i İlâhiyye
: Allah'ın görüp gözetmesi.
înd-i İlâhi : Allah
indinde. Allah katında.
înûiyye: Eşyanın
hakikati, zâtı değil nisbidir, indîdir diyen felsefî ekol.
(Sofistlerden ikinci kol.). İnfial:
Gücenme, darılma, feveran etme.
İnhisar : Tekel, bir
şeyi bir maddeyi, bir işi, yalnız bir kişiye veya kuruma İnkâr : Kabul etmeme,
reddetme. (Al fah'ı. Peygamberi veya Âhireti kabul etmeme gibi.), verme.
İnkişâf: Meydana
çıkma, açılma, gelişme.
İnsicam : Bir kararda
uyumlu olma, bir düziye gitme, düzgün söz söyleme. İnşikak : Yarılma, çatlama,
ikiye ay nlma.
İnşirah : Açılma,
açıklık, ferahlık. İntikal: Bir
yerden başka bir
yere geçme, bir konudan başka bir konu ya geçme.
İntizar: Bekleme,
beklenilme, gözle me,
gözlenilme. inzal : İndirme, indirilme.
İptidai : İlkel.
iptal etmek: Kabul etmemek, yaniı? lığını isbat etmek,
çürütmek. İrad : Getirme, söyleme, îrado-i İlâhİyye: Allah'ın
iradesi, muradı.
İrade vf, ihtiyar :
İstemek ve seçmek. İrade-i Cüz'iyve: Her insanda bulunan seçme gücü. İnsanın
elinde olan kendi iradesi.
îrade-İ Knllİyye :
Külli, tam, tüm irade. Allah'ın mutlak, külli ve ilâhi iradesi. Keîâm âlimlerînce.
insanlar arasındaki ortak iradeye de. bu iti bara göre
«Millî irade» adt veriliyor.
çevirme, geriye
irca' : Eski
haline döndürme.
İrşad : Uyarma, doğru yolu gösterme. İrtifâ-i Nabizeyn :
Karşıtların ikisinin birden
kalkması ki. aklen
müm-kin değildir. (Vücud ve
ademin "yokluğun" ayns anda kalkması gibi. Mantıkçılara göre
bu imkânsızdır.). İrîihâl : Göçme, göç etme. ölme. İrtikâb et'en : Kötü bir iş yapan, rüşvet yiyen.
İsbat: Bir
şeyin doğruluğunu delil veya sözle ortaya koymak. İsbât-i
Halâ: Boşluğun (bir mefhum, bir anlam
olarak) isbatı.
İskâr : Sarhoş etme,
sarhoşluk yerme. İsrafil: Dört büyük melekten biri. İstidat: Yetenek,
kabiliyet. Bîr şeyin kabulüne, kazanılmasına olan tabii meyil, anlayış.
İstidlal: Bir delile
dayanarak, bir şeyden bir netice çıkarma, delil İle anlama.
İsmet-i Enbiya :
Günahlardan uzak
olma. Peygamberlere vâcib
olan bir
sıfat.
İsm-t fail : İşi yapan, kendisinden iş
çıkan kimselere
verilen isim. Cümlede
geçen özne.
tsnad : Dayandırma, dayama.
İstihkak: Hakkı
olma, hak kazam îan, hak edilen
şey. İstihsal: Hâsıl etme, meydana
getirme, üretme, elde etme. İstihsan
: Beğenme, güzel bulma. İstikra' : Bir
şey hakkında etraflı bilgi edinme. Çoğu cüz'î ve özel
olan hükümlerden, genel ve külü
hüküm lere, önerilere varmak. İstikrâ-i Nakıs : Noksan bilgi edinme. Bazı cüzleri (nevi ve
cinsleri) inceleyerek yapılan ve zan
ifade eden noksan bilgi. Aklî. istidlal yollarından biri. İstikra-i Tam : Bütün cüz'îleri tetkikle yapılan ve
kesinlik ifade eden bilgi edinme.
İstikrar : Karar
bulma, kararlaştır ma.
İstilâ : Kaplama,
kuşatma. Bir yeri kuvvet kullanarak ele geçirme. İstilzam
: Gerektirme, gerekme,
gerekli kılma.
İstinaf! : Dayanma, güvenme. İstinbat: Bir söz veya bir işten gizlenmiş mânâyı
çıkarma. İstiva : Denk olma,
kaplama, kuşatma.
İtibar : Saygı
gösterme, değer verme. İtibari : Gerçek olmayan, var sayılan.
İtidal: Ölçülü
olma, ağın olmama, orta yolda olma, mutedil olma.
İtikad : İnanma, iman etme, kalb île
tasdik etme.
İtikâd-i Câzim: Kesin
inanç, şüphe olmayan iman.
İtikat : İnanmaya âit,
imanla İlgili. İtimad : Dayanma, güvenme, emniyet etme.
İtiraz: Bir
fikri, bir hükmü kabul etmeme, çürütmeye
kalkma, karşı koyma, karşı
çıkma. İtiyad : Alışkanlık.
■ İtmİ'nan :
Güvenme, kalbteki huzur ve sükun.
İftihad : Bir olma, birleşme, aynı fikirde olma. birlik. İttihaz : Edinme, kabul etme. İttikaa : Sakınma, Allah'tan korkma. İttisal: Bitişme,
kavuşma, ulaşma, birbirine
dokunma.
İzafî: Bağlı bulunduğu
şey ite beraber değişen.
izafî ve İtibari :
Bağlı bulunduğu şey ile değişen ve gerçek olmayan, hakikî olmayan.
izahat: Açtk anlatma, açıklama. İzâle : Giderme, giderilme, yok etmp. İz'an : Anlayış ve kavrayış. İzhar : Gösterme, meydana çıkarma.
— K —
Kaabil: Mümkin, olabilen, kabul edilen. (Hz.
Âdem'in bir oğlunun adı) Kaadir:
Muktedir, güçlü. Yüce Allah'ın bir kemâl sıfatı.
Kaadiri Mutlak :
Mutlak kudret sahibi olan Yüce Allah (c.c).
Kaadiriyyet: Kudretülik,
güçlülük.
Kaaim : Başka bir seyir, yerini tutan,
ayakta duran.
Kabili : Çirkin, yakışıksız, kötü, fena,
dinde yasak edilen.
Kadler: Allah'ın
ezelde takdir ettiği
ilâh! ölçü.
Kader-i Muallak : İnsan
İradesine
taalluk eden
ilâhi ölçü.
Ka£er-i Mübrem :
İnsan irade ve
kudreti dışında
olan ilâhi ve
değişmez kader.
Kadim : Başlangıcı
olmayan, ezelî. Yüce Allah'ın zâtı ve selbi bir sıfatı. Kâfir : Küfreden,
küfredici, hakkı ta-nımıyan. bilmeyen, Allah'ın varlığına ve birliğine
inanmayan. Kaide : Kural, esas, temel, usui, nizam.
Kâinat : Var olan şeylerin hepsi, yaratıkların
tamamı, evren. Kâmil: Olgun, yetişkin,
gelişmiş. Kasd-ı evvel: İlk
istek, ilk amaç. önceki kasıt.
Kasd-ı sânı : İkinci
kasıt, ikinci istek, birinci derecede olmayan amaç, gaye.
Kâsib : Kazanan, kesb
eden, yapan, işleyen.
Kasr : Kısa kesme, kısaltma, kısma. Kaasır : Zorla
işleten, kusurlu. Kat'î : Kesin,
tereddüde mahal olma yan şey.
Kat'iyyet : Kat'ilik, kesinlik. Kavlî Sünnet:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'İn
söylediği «Hadis-i Şerîf>ler.
Kayyûm : Baaki ve kaaim olan, ezelî
Allah (c.c).
Kayyûmiyyet: Devamlılık. Devamlı, baakî kalmak.
Kâzİb : Yalancı, yalan söyleyen. Kaziyye : Mesele, dâva, teklif. Mantık dilinde önerme.
Ktbâir : Büyük günahlar, büyük
fesada sebep olan ve dinen şiddetli cezayı gerektiren suçlar.
(Zina gibi) Kebîre : Büyük
günah. (Kumar gibi)
Kelâm Binefsifi :
Allah'ın Kelâmı, sözleri.
Kelâm Sıfatı: Allah'ın
subutî, zâtına sabit ve mahsus olan kemâl sıfatlarından bîri. Yüce Allah'ın
sese, harflere, telime ve cümlelere muhtaç olmadan konuşması.
Kelâm-! İlâhî : Yüce
Allah'ın ilâhî kelâmı, yüce sözü.
Kelâm-ı Lâfzı: Lisan
ile, dil ile ifade olunan söz.
Kelâm-ı Lâfn-İ ilâhi :
Yüce Allah'ın Zâtı ile kaaim, -Kelâm-ı Nefsi» yi idrâke vâsıta olan ve ona
delâlet eden ibare ve işaretler, âyet ve sûrelerden meydana gelen ilâhî kelâmı,
sözleri. Kelâm-ı Nefsi : Nefiste bulunan ve nefis ile kaaim olan mânâ. Kalbde
mevcut söz.
Kelâm-ı Nefsî-î İlahî:
Yüce Allah'ın Zâtında bulunan ve O'nunla kaaim (var ve sabit) olan ilâh!
mânâlar. Yüce anlamlar, sözler. Kelâmullah: Allah'ın Kelâmı, Kur'an-ı Kerîm.
Kelâmuİlah-ı Kadim :
Kadîm ve ezeli olan Allah'ın Kelâmı, Kur'an-ı Kadim gibi.
Kelîme-i Şehâdet: Şehadet
Kelimesi. Bu kelimeyi, yani Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Hz.
Muhammed'İn Allah'ın Resulü olduğuna
kalbiyle İnanarak söyleyen kimse
müsîüman olur. Kelime-İ Tevhid : Allah'ı
birleme sözü, yani «Lâ ilahe İllallah» demek. Kelimetollah : Allah'ın
Kelimesi, ilâ M sözü. Allah'ın Kelimesi ki; Kur'an ile
bildirilen Müslümanlığı
yüceltmek, her müslümanın vazifesidir. Kemâl:
Olgun, yetkinlik, tamlık. Kemâlât: İnsanın bilgi ve ahlâk gÜ zslliği bakımından
olgunlukları. Kemâlât-ı îlâhiyye :
Allah'ın mükem mellikleri, Kemâl
Sıfatlan. Kemâl-i İman : İmanın kemâli,
olgun luğu, en yüksek
derecesi. İbadetler ve sâlih
ameller, imanın kemâlinden dır.
Kerâhiyyei : İğrenme,
tiksinme, baskı ile yapma. Kelâmcılara göre; iradesizlik, acizlik, irade
sıfatının zıddı. Keramet : Evliyâ'nın, Allah'ın izniyle gösterdiği fevkalâde
hâdiseler, kerem bağış.
Kerem : Cömertlik,
lütuî, ihsan. Kesb : Çalışıp kazanma, bir şeyi irade ve ihtiyar
sarfederek elde etme. Kesbi: Kesb
etmeye, kazanmaya âit. Kesb ve ihtiyar :
Kendi isteğiyle, iradesiyle seçme, kazanma. Kevnî : Var olmaya
âit, var varlık.
Keyfiyet : Nitelik,
husus. Bir şeyin iyi veya kötü olma cihati. Kıdem: Evveli olmama. Allah'ın
sıfatı. (Selbî sıfatlarından biri). Kıraat : Okuma, devamlı ve düzgün okuma.
Ktyam binefsihi :
Kendi Zâtı İle kaaim olan Allah'ın- Selbî (tenzihi) Sıfatlarından biri.
Kıyamet : Kâinatın nizamının
bozul ması, her şeyin altüst olarak son bulması.
Kıyas : Dinî delillerden biri. Bir veya daha çok
noktalarda birbirine benzeyen şeyleri Ölçmek, bir şeyin hükmünü
benzerine vermek. Mantık ilminde kullanılan İlmî bir terim. Kıyas-ı OH : Açık kıyas.
İlleti, yani sebebi açık elan ve
Müctehid tarafın dan kolayca anlaşılan kıyas nev'i. I Kıyas-ı Fukaha : Fakihlerin, yani Fi kıh âlimlerinin yaptıkları
ilmî kıyas. Ser'î bir delil ile
daha önce sâbii olan bir şey hakkındaki hükmün mis
lini, ortak bir illete (sebebe) dayana rak,
diğer bir şeyde izhar etmek ve açıklamaktır.
Kıyas-ı Hafi : Kapalı kıyış. İlleti ka | palı olan kıyas
ki, buna «İstihsali* da denir.
Kinaye: Maksadı kapalı
olarak an latma.
Kirâmen Kâtibin : Şerefli
yüce yazı cılar, insanların yaptıklarım yazarı melekler.
Kitâbu'l - Hakk :
Doğru ve gerçek o-lan kitap. Kur'an-ı Kerîm'in bir ismi. Kftabullafc : Allah'ın
Kitabı, Mukaddes Kitabımız Kur'an-ı Kerîm. Kitâbu'l ■ Münir : Kalpleri
ve fikirleri aydınlatan ilâhî hitap; Kur'an-ı Kerîm.
Kitabede vücud :
Zihinde geçen bir mânâyı yazıya dökerek ifade etme. Kizb : Yalan, doğru olmayan Kubuh : Kötü, çirkin, Allah'ın yasak kıldığı.
Kubuh Liaynihİ : Zâtında bulunan bir sıfattan dolayı çirkin olan. Kubuh Ligayrihi : Zâtı
dışındaki bir şeyden dolayı çirkin olan. Kudenıa : Kadimler,
yani öncesi ol mayan şeyler. Varlığının evveli olmayan varlıklar
«Kadim» olan. yalnız Yüce Allah'dır.
Kudret: Kuvvet,
takat, güç, Allah'ın ezelî gücü, Kemâl sıfatlarından birisi.
Kadref-î îlâhiyye : Allah'ın Yüce ve sonsuz olan kudreti. Kudretullah : Yüce Allah'ın ezeli kud reti, ezelî gücü.
Kutsi : Mukaddes, ilâhî, Allah'tan gelen ve
indirilen kutsal şeyler. Kutsiyet :
Yücelik, ilâhhk, Kur'an-ı mesmu:
Okunarak işitilen Kur'an-ı
Kerîm.
Kuvve-i te'yidiye :
Destekleyici kuvvet.
Küfür : Allah'a ve
dine âit şeylere i Banmama, Cenâb-i HaBr's orlak koş ma, dinsizlik, imansızlık,
İslam dininin esaslarına uymayan davranışlarda bulunma.
Küllî : Bütün, umumî,
tam, çok, pek çek.
Küllîyyat : Külli,
umumi, genel oHn şeyler.
Künh : Bir şeyin. ash,
hakikati, temeli.
Kütübin : Tevrat
ve Ahd-İ Atikden bir kısım, özel bir terim. Kütüb-Î Münzele:
Allah tarafından Peygamberlere
indirilen Mukaddes Kitaplar.
Kütübü Sİtte : Altı
Kitap. En muteber en sağlam meşhur altı hadis kitabı.
Lâ Edriyye :
Sofistlerden bir zümre, hiç bir
şeyi kesin olarak
bilmediklerini iddia eden
felsefî sapık bir ekol. (Sofistlerin üçüncü kolu). Lâfız : Söz, kelime, harf. Lâfz-ı ilâhî : İlâhî söz, Allah kelâmt. Kur'an-ı Kerîm ve
âyetleri. Lâhik : Yetişen, ulaşan, eklenen.
Lâmİse : Dokunmakla olan
duyma
duygusu. Temas eden el
ve vücud derisi.
Letafet : Lâtiftik, güzellik,
hoşluk.
nezaket.
Levh-i Mahfuz : Allah'ın ezelde tak
dir ettiği,
kaza ve kaderin
yazıldığı
ilâhi levha.
Lczâ : Ateş
alevi, cehennemin bir
ismi.
Lİzâtihi ve bizatihi
: Vücudu, zâtı için.
vücudu zâtına vâcib,
yani zaruri olan
Yüce Zât.
Lütuf : îkram etma, istekle verme.
— M —
Mâ bihi'l - İmtiyaz :
Kendisiyle ayrılan ve temayüz olunan (seçilen) şey ki, buna -tfantık dilinde,
«fasıl» denir.
Mâ bihi'l - İştirak :
Kendisiyle iştirak, ortak olunan şey. Buna Mantık ilminde «cins»
denir.
Ma'bud: îlâh,
kendisine ibadet olunan, tapılan Yüce Allah (c.c). Maddiyyım
: Maddeciler, yalnız mad deye inananlar.
Ma'dom : Var olmayan,
yok olan şey. Mağfiret: Affetmek, bağışlamak, ört bas etmek. Allah'ın
kullarım affetme-
Mahdut : Sınırlı,
belirli. Mahiyet : Bir şeyin
ash, hakikati. Mahiyet-i Mahlâta :
Karışık mahiya. Bunlar, hariçte
mevcut olan şeylerdir. Mâhiyet-i Mutlaka :
Mutlak mahiyet. Kelâmcılara
göre zihinde mevcut olan bu gibi şeyler, hariçte fiilen
oîa-bilir de, olmayabilir de.. Mâhiyet-i Mücerrede :
Mücerred, soyut mahiyet, hariçte
bulunmayan, fakat zihinde mevcut olan şeyler. Mahluk : Yaratık, yaratılan her varlık.
Mahlukât: Yaratıklar, yaratılmış bütün şeyler,
varlıklar, canlılar. Mahsusât:
Hissedilen, gözle görü Ien şeyler.
Mahzun : Tasalı,
kaygılı, hüzünlü. Makâsıt:
Maksatlar, niyetler, istek-lar, amaçlar, arzular
(maksad'ın çoğulu).
Makastarı Aslîye :
Aslî maksatlar. Bir ilimde
hedef oîarak kabul edilen
şeyler, esaslar, temel konular. Makbul : Kabul
olunmuş, alınmış şey, beğenilen,
hoş karşılanan. , Makîs : Kîyas erlilen, benzetilen, (Kıyâs
kelimesinden türetilmiştir) Maksat;
Kasd olunan, istenilen §ey,
amaç, hedef.
Maktul : Öldürülmüş,
vurulmuş kini se.
Ma'kulât: Akıl ile
bilinen, aktın >;>-gun bulduğu, hislerle görülmeyen şeyler.
Mâlâyâni : Boş,
faydasız, anlamsız, şey, mânâsız söz.
Mâlik: Sahip, bir şeye
sahip olan, (Yüce Allah'ın ulûhiyyet afatlarından biri)
Ma'lum : Bilinen,
belli olan şey. Malûmat :
Malum olan, bilinen
şeyler.
Mâni : Engei, men
eden, geri bira kan, alıkoyan.
Ma'rife* : Bitmek,
biliş, hüner, usla tık.
Marifetutlah : Allah'ı
bilmek. (Her İnsan Allah'ı eserlerine bakarak aklı ile bilebilir, bitmekle mükelleftir) Ma'nıf : Herkesçe bilinen, tanınan. Masdar : Bir şeyin
çıktığı yer, kaynak, membaa.
Ma*siyet: İşlenen bir
günah, isyan, asilik, itaatsizlik.
Maslahat: İş, emir,
husus, keyfiyet, ehemmiyetli iş, menfaata uygun olan. Maslahat ve Mebsedet:
Menfaat ve zarar, maksada uygun olan ve olmayan.
Massetmek : Emmek. Masun : Korunmuş, korunan. Materyalist: Maddeci,
her şeyin as hm maddeye dayayan kimse. Matlub : Talep
edilen, istenilen, ara nılan
şey.
Matuf : îsnad olunmuş, yöneltilmiş. Mâturidîyye
: Ebû Mansur Muham-med b. Muhammed, b. Mahmut
el-Ma-tûrîdî'nin kurduğu itikadda Ehl-i Sün-net'in ikinci hak mezhebi, itikadda
mez
nebimiz.
Mâ yüntefau
bihi : Kendisinden fay
dalamlan şey.
Mâzİ : Geçmiş
zaman.
Mead : Sonunda dönülen yer.
âhiret.
Mçâl: Bir yazının, sözün anlamı, özü.
Mebâdi' : İlk
esaslar, temel unsur
lar, prensipler,
Mebfc t Başlangıç,
prensip, ilk üi>
sur, ilmin ilk kısmi.
Mebde-i İlliyyet:
İlliyet kanunu, İllet ve ma'lul. sebep ve müsebbeb üiş
kişini gösteren kanun.
Mebde-i İştikak:
Bir kökten gelen
kelimelerin birbiri
ile olan ilişkilerinin
asîı.
Mebdei Tekvin:
Var olmanın asft.
başlangıcı: Tekvin
Sıfatının aslı.
Metmi : Bir şeye dayanan.
Mecburi : Zorunlu,
mecbur, yapma
zorunda olma. ister istemez: zar
al
tında.
Mecelle : Kitap,
mecmua, dergi. İslâm Hukuku ve Kanunu ile ilgili olarak hazırlanan meşhur bir
eserin ismi.
Mecmu* : Toplanıp biriktirilmiş, tertip ve
tanzim edilmiş şeylerin hepsi.
Mecûsî : Ateşe tapan. Meçhul ; Bilinmeyen. Medar : Bir şeyin
üzerinde dönece ği,
devredeceği, hareket edeceği yer. Medih :
Övme.
Medlul: Üzerine delil
getirilmiş olan şey.
Mefhum : Anlaşılmış, sözden
çıkarı lan mânâ. kavram. Mefsedet
: Fesatlık, münafıklık, bozgunculuk.
Mekârim-i Ahlâk :
Övülmeye lâyık olan yüksek ahlâk, güzel huylar. Mekkî : Mekke'ye ait, -Mekke'de Peygamberimiz (A.S.)'e indirilen âyet ve sûreler.
Meknuz : Yere gömülü,
hazinede sak' h.
Mekruh : Hoşa gitmeyen, tiksinti ve ren,
iğrenç. İslâm dinînde haram de
recesine varmayan ve zannî delillerle sabit olan yasak şeyler. Melâike
: Melekler. Meleke: Alışkanlık, tekrarlaya
tek-rariaya meydana gelen bir hassa,
bir huy.
Melekut : Melekler
ve ruhlar âlemi. Memat: Ölüm.
(Hayatın zıddı) Menba*: Kaynak.
Mendub : Yapılması
iyi, uygun görülen. Dini emir ve yasaklardan olma yan, fakat yapılması iyi ve
makbul olan şeyler.
Menfaat: Yarar, fayda. Menfî : Olumsuz, sürgün edilmiş, her şeyin olmayacak
tarafını, aksini düşünen.
Mcnkabe : Çoğu
tanınmış veya tari he geçmiş kimselerin hallerine âit fıkralar, hikâyeler.
Men lem yezak lem
ya'rif : Bir şeyi tatmayan, onun ne olduğunu bilmez. Menşe*: Bir şeyin çıktığı yer.
Kulsi :
Kutsal, yüce ve ilâhi kaynak.
Menşe-i Tekvin :
Tekvin (Var- etme, yaratma) sıfatının
kaynağı. Menzile : Mertebe, derece,
yükseklik derecesi.
Mertebe : Derece,
rütbe. paye. Merzuk : Rızıklanmış,
rızık verilmiş. Mesâil :
Mes'eleler. çözülmesi gereken işler.
Mes'ele : Sorun,
çözülmesi ve karsı-lığı
istenen şey, problem. Meserret : Sevinç, sevinme. Mesnet : Dayanak, dayanılan §ey. Mesnetsiz : Dayanıksız, asılsız.
Mes'ul: Sorumlu, sual
sorulmuş, kendisinden sorulmuş. Mes'ulîyet : Sorumluluk. Meşhur : Şöhretli,
şöhret kazanmış, ün almış.
Meşiat : Dileme,
.irade £tme, iiteme. Meşru : Şeriatın, dinin müsade ettiği, toplumun uygun
gördüğü, aklın ve vicdanın kabul ettiği şey.
Metafizik: Fizik ötesi., tabiat Ötesi. Metodoloji
: Metotlar ilmi. Mevcudat: Var olan şeyler, mahluk lar, yaratılanlar.
Mevcudiyet : Mevcut olma, varlık. Mevhibe : İhsan,
bağış. Mevhibe-i İîâhiyye :
îlâhî vergi, Allah'ın
lütfedip verdiği üstün yetenek. Mcv'izs : Nasihat etme. öğüt verme. Mevzu : Konu. bahis. Mevzmıbahs : Söz
konusu, bahis konusu, bahsotunan.
Meze etmek : Katmak,
katıştırmak. Mezheb : Gidilen,
tutulan yol. bir di nin itikad veya ameli hükümleri etrafında teşkil edilen
ekol.
Mihver : Eksen.
Mikâil: Dört
büyük melekten biri.
Misli: Benzeri,
tıpkısı.
Muâhaze : Azarlamak, kusurlu
gör
inek, sorumlu tutmak.
Muamelât : Kayıt, takip ve saire gibi
işler. İnsanların
aralarındaki işlerle ü
gili. dinî. amelî hükümler.
Muasır : Çağdaş,
bir asırda yaşayanlardan her
biri. Muattal : Tatil edilmiş,
bırakılmış, kullamlmaz.
Muazzam : Çok
büyük. Mûcid : İcad eden.
Mu'cîze : Âdetler üstü, fevkalâde bir olay, benzeri yapıîamıyan bir
şey, bir olay.
Mu'cizii'l-Beyan:
Okuyan ve duyan lan âciz bırakan fevkalâde üstün beyan. Kur"an-ı Kerim,
mu'cizü'l-beyan'-dır.
Mufassal: Uzun U2un anlatılan, taf süâtlı.
detaylı olarak bildirilen.
Mugayir : Aykırı, başka,
uygun olmayan. MııgayyebiU :
Görülmeyen şeyler, gâ-
ib âlemi.
Muğlak : Kapalı, çapraşık, özü anlatılmayan.
Muhafaza: Saklama,
koruma, hıfzetme.
Muhakkak: Kesin.
Doğruluğu ve gerçekliği belli
olan şey. Muhakkikim : Tahkik
eden. inceden İnceye araştıran
âlimler. Muhal: İmkânsız, olmayacak
bir
şey.
Muhalefet: Muhaliflik,
aykırılık, uygunsuzluk.
Muhalefettin H-1-Havâdis : Yüce
Allah'ın hâdiselere, yaratıklara benze memesi. (Yüce
Allah'ı noksanlardan tenzih
eden Selbî Sıfatlardan biri.) Muhalif :
Karşı çıkan, aykırı görüş sahibi, zıt
görüş, aykırı, zıt. Muhatab : Kendisine söz söylenen, hi tap olunan, dinleyen. Muhayyile : Hayal etme gücü. Muhdis : Yok iken
var eden. icad eden yaratıcı.
Muhit: Çevre, etrafını
çeviren, kuşatan. Yüce ALLAH (C.C.)'m isimlerin den biri.
Muhkem : Tahkim
edilmiş, sağlam kılınmış,
sağlam, kuvvetli. Muhtasar : Kısaca,
özetle. Muhtelif : Birbirine uymayan,
zıt. çeşitli, türlü.
Maliyi : Hayat
veren, dirilten, canlandıran. Yüce
Allah'ın isimlerinden
biri.
Mukabil: Karşı karşıya gelen, birse-yin karşısında bulunan,
karşılığında. Mukadder : Takdir olunmuş,
kıymeti biçilmiş, alnında yazılı
olan kaderi. Mukadderat : Ezelde
takdir olunan, Allah'ın takdir
ve tesbit ettiği şeyler. Mukaddes :
Takdis edilmiş, mübarek kutsal,
temiz, ilâhî. Mukaddime : Önsöz,
giriş, başlangıç, Mukallit: Taklit eden, başkasına benzemeye Özenen.
Mukarrebön: Allah'a
yakın olan. yaklaştırılan
melekler. Mukayese: Karşılaştırma, Ölçme,
kt yaslama.
Muktedir: îktidarh,
yapma gücüne sahip olan, güçlü kişi. Mukt*za : Gereken, îcabeden. Mukteza-i Hikmet: Hikmet icabı, Hikmetin gerektirdiği şey.
Muktezi : îcabeden, iktiza eden, lâzım
gelen, icabettiren, gerektiren. Murad : îstenen, irade olunan. Murad
etmek: İstemek, arzulamak. Murad-ı İlâhi :
İlâhî istek. Allah'ın yüce isteği, ezelî iradesinin
gereği. Musahhar: Teshir olunan,
emrine, iradesine verilen. Mutabık :
Birbirine uyan .uygun.
uyumlu.
Mutasarrıf : Tasarruf eden, dilediğini yapan, tasarruf
hakkına vs gücüne sahip olan. Muteber : İtibarlı, şerefli, hatırı sayılır, saygın. İnanılır, güvenilir. Mu'tezile : Ehl-i Sünnet dışı
sayılan itikadı bir mezhep. Kaderi ve Allah'ın Subûtî sıfatlarını inkâr ederler. Kur'-an'a
mahlûktur derler... Mutlak : Kayıtsız,
şartsız. Mutlak Hayır : Kayıtsız,
şartsız hayır.
Mutlak Kemal :
Kayıtsız kemal. Al lah'a mahsus olan kemal, olgunluk yücelik. Mutmain : Huzur
içinde olan.
Muârrız : Ta'riz
eden, dokunaklı sÖ2 söyleyen,
taş. atan, sataşan. Muttali: Öğrenmiş, haber almış. Haberli.
Muttasıf : Vasıflanan, nitelenen. Mnvâcehe : Karşı
karşıya, yüzyüze gelme, yüzleşme.
Muvafakat : Uygunluk,
uyma. uzlaş ma, razı olma.
Muvaffak : Başarılı,
işi rast giden, beceren, Allah'ın yardımına erişen, mazhar olan.
Mnvaffık : Muvaffak eden, başarı kazandıran Yüce Allah.
Muvafık : Uygun, yerinde.-Muzdar : Çaresiz, mecbur. Mubah : Yapılması
da, yapılmaması da dinen ca'iz
olan şeyler. Yemek, içmek gibi. (Cezasız, sevapsız işler) Sakıncasız.
Mübahâse: Bir iş
etrafında karşı lıklı konuşma, bahse girme, iddialaş ma.
Mübîn : Hayrı şerri, iyiyi ve kötüyü beyan
eden. açıklayan. Mübrem:
Lüzumlu, kaçınılmaz, acile yapılmasî gerekli olan. zorunîu o!an
§ey.
Mücâdele : Savaşma,
uğraşma, bir konu etrafında
çekişme. Mücâzât : Ceza, karşılık verme, cezalandırma.
Mücbir ve muzdar:
Mecbur, icbar olunan, zorlanan, yapmak mecburiyetinde, zorunîuğunda olan. Müceddid
: Yenileştiren, yenilik hareketine girişen.
Mücehhez : Donanmış,
donatılmış. Hazırlanmış.
Mücerred : Diğer bir şeyle
kanşik veya beraber olmayan, sırf. yalnız, soyut.
Müctehid : İctihad
eden. Gücü yettiği kadar çalışarak, dinî hükümleri kaynaklarından (âyet vt
ı> a dişlerden) çıkarmaya muktedir olan büyük din âlimleri, imamları.
Müdafaa: Karşı
koyma, savunma, bir
saldırışa karşı koyma. Müdahale : Karışma, araya girme.
Müddet : Süre, belirli bir zaman. Müdebbirât : Tedbirli, düşünceli. Kâi nat nizamı ile
görevli oîan melekler. Müesses : Tesis
edilmiş, kurulmuş. Müessir : Tesir
eden, etkin, etkili. MÜeyy*d: Te'yid
olunan, destekte' nen.
Miifret : Tek, yalnız, basit. Müfsit: Bozan,
ifsat eden, şartlarına uygun olan bir şeyi, bîr hükmü
veya bir ibadeti bozan şey. Mühim :
Önemli, gerekli, lüzumlu, ehemmiyetli.
Muhtedİ : Vaşaklardan kaçınan, hidâyete eren, doğru
yolda olan. Mükâfaat: îyi ve
güzel bir hizmet karşılığında verilen şey. Mükellef : Bir şeyi yapmaya mecbur olan vazifeli, (sorumlu)
yükümlü. Mükellefiyet :
Yükümlülük, yapmak zorunluluğu (sorumluluk). Mükemmel: Olgun,
kusursuz, kemale erdirilmiş.
Mükevven: Tekvin
olunan, yaratılan.
Mükevvin: Tekvin eden, yaratan Yüce Allah (c.c).
Mülâhaza : İyice düşünme. Mülayim : Uygun, yumuşak huylu, uysal,
Mülhid: Allah'ı İnkâr eden,
dinsiz, imansız. Mamaselet:
Denklik, benzerlik.
Mümkün : Olabilen,
olabilir, olması da olmaması da
caiz olan şey.
Mümkinât: Olabilecek şeyler. Münkinü'l-VÜcnt :
Vücudu, varlığı başkasından
olan, var olmak için bir
yaratıcıya muhtaç
bulunan şeyler.
Mümtaz : Seçkin, temayüz eden. Mümteni' : Mümkün
olmayan, imkânsız.
Münafık : Kâfir olduğu halde kendisini müslüman gösteren,
nifak sokan. Mİtnâfi :
Zıt. aykırı, uymayan. Münâkaşa : Tartışma,
çekişme, atışma.
Münâsebet; İlgi. alâka, yakınlık, uygunluk, vesile, sebep, ilişki.
Münazara : Kural'ava
uygun olarak karşılıklı konulma, ilmî tartışma (Mantık terimi)
Münevver : Aydır;
kimse, aydınlatılmış,
nurlandırılmış. Mâneızeh : Temiz, kusur
ve noksa m bulunmayan,
hiç bir şeye muhtaç olmayan.
Münferid : Tek, yalnız
olan, ayrı. kendi başına.
Münkariz : Sonu
gelen, son bulan. Münkeşif : Keşf olunan. Münker : İnkâr
olunan. Münkerât: İnkâr olunan
şeyler (ço gul).
Münker ve
Nekir: Soru melekleri. (Ölen bir kimseye dini belirli
sorulan soran bu adla bilinen melekler) Münkir : İnkâr eden, İnanmayan. Müreccih : Tercih eden, ihtimallerden birini seçen.
Müreccihsİz : Tercih edici olmadan. Mürekkeh : Birleşmiş,
karışmış, teşkil olmuş, tertip
olunmuş, cüzlerden meydana gelmiş olan şey.
Mürid : İrade eden.
emreden, buyuran, isteyen, irade sahibi (Allah'ın i-, simlerinden biri).
Mürşîd : Doğru yolu gösteren, iyiliğe yönelten, rehber,
önder. Mürted : Dinden
dönen. îslâm dininden çıkan, irtidad eden. Müsait: Elverişli, uygun,
yardım eden.
Müsavi : Eşit,
Müsellem : Teslim edilmiş, doğruluğu herkesçe
kesinlikle kabul edilmiş. Müstağni:
Muhtaç olmayan. Miisiiihii : İmkânsız,
boş, mânâsız, saçma şey, var
olması imkânsız olan. Müstecab : Kabul
olunan. Müstehab : Peygamber
(A.S.)'ın sevap olduğunu
bildirdiği ve kendisinin de bazen yaptığı şeyler. Müstehak
: Lâyık
olan, hak eden. Müstahilât : Var
olması imkânsız olan şeyler.
Müstelâhu'l-Hadis
: Hadis İstılahlarından, hadisin
nevilerinden, derecelerinden bahseden Hadis Usuîü
ilmi. MüsteSzîm : İstilzam
eden, icab eden, gerektiren.
Müstenid : îstinad eden, dayanan. Müşabehet : Benzerlik. Müşahede : Gözlem. Müşkil : Zor,
çetin, kolay değil,
engel, mâni.
Müşkilât : Güçlükler,
zorluklar, mâniler, engeller.
Müşrik : Allah'a eş, ortak koşan. Müştakkât : Bir
kelimenin kökünden türetilen
yeni kelimeler, ism-i fail gibi.
Müşterek : Ortaklaşan, ortak olan. -Mütalaa : Görüş, düşünce, okuma... Müteaddit: Birkaç,
birçok, bîrden çok, türlü
türlü.
Müteahhirûn : Sonradan
gelenler, daha sonra gelen âlimler. Müteâref :
Herkesin bildiği, ünlü. meşhur.
Mütedeyyin : Dindar,
dinî esaslara bağlı.
Mütefekkir : Düşünür,
tefekkür sahi bi.
Mütekâbilât : Nakizler ve zıtlar. MÜtekad^imûn : Önce
gelen ilk âlim 'er.
Mütekâmil : Olgun, kemal sahibi, ka mil, kemale eren.
Mütekellîm : Kelâm âlimi. MiUekellimım : îlm-i
Kelâm âlimleri, kelâm ilminde
bir terim, bütün kelâm âlimleri.
Mütemerrld : Dik
başlık eden, inat eden, direnen.
Mütenâhî: Nihayet
bulan, sona eren. Mötenâkız : Birbirini bozan, birbirine uymayan.
Mütenâsip : Uygun
olan. her bakımdan birbirine uyan.
Mütevakkıf : Bir şeye bağlı olan, ancak onunla olabilen,
duran, bekleyen. Mâtevassıt :
Tavassut eden. vasıta olan, orta. vasat şey.
Mütcvntir : Ağızdan ağıza geçerek ge [en (Bkz. tevatür). Müteveccihen: Yönelerek, niyetlenerek, yönelenler.
Mütevetlidât :.
Yapılan bir İşten doğan, o iş dolayısıyla icab eden ve or ıya çıkan şeyler.
Kelâm ilminde bitterim.
Müveeet» : Tevcih
edilmiş, yüzü bir tarafa döndürülmüş, herkesin teveccüh ettiği.
Müyesser: Kolayı
bulunup yapılan. kolay gelen.
Nafile : Farz ve
sünnetler dişindi yapılan ibadetler olup, yapılmasında sevab vardır. Nafile,
namaz ve sadakalar gibi..
Nâfai : Nehyeden,
yasaklayan, önleyen, meneden.
Nakd-ı Rical : Hadis
râvileri ile ilgili Hadis ilmi. (Usûlü Hadisten, Hadis İlimlerinden biri.
Diğeri ise; Musta-lahu'l-Hadis'tir).
Nakıs: Noksan,
kusurlu, eksik, tam olmayan.
Nakîz : Zıt,
karşı, karşıt. Nakİ7İerin içtimai:
îki karşıtın bir araya gelmesi.
Varlık Üe yokluğun bir anda bir araya gelmesi gibi
ki. bu aklen imkânsızdır.
NaJtîzlerin irtifâi :
İki karşıtın bîr anda
ortadan kalkması. Bir şeyin ne
var, ne de yok oîması gibi.. Nakli ;
Akla değil, dinî metinlere, yani nakle dayanan. Nakz: Bozma,
çözme, kırma.
Namütenahi : Sonsuz, ^sonu olmayan,
uçsuz, bucaksız.
Nasib : Kısmet,
pay, hisse.
Na*« : Sarihlik, açıklık, kat'ilik,
mâ- ■
nfisında kesinlik
ve açıklık bulunan
Kur'an âyetleri. Dinde
delil darak
gösterilen dinî
metinler.
Nazar ; Bakma, göz atma, düşünme.
Nazar-ı aklî : Akla
dayanarak irice îemek, araştırmak, bir şeyi îsbat etmek.
Nazarî istidlal :
Nazar! ve aklî olarak düzenlenen delilden netice çıkarmak.
Nazır : Nezaret eden.
bakan. gö>e-ter..
Nazire : Örnek, karşılık, benzer. Nazil: Yukarıdan
aşağı inen, Allah tarafından indirilen. Nebat : Bitki.
N^bî : Peygamber,
Allah'ın elçisi. Nebiyyi zişân :
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed
(s.a.v,) Kadri yüce olan Nebi.
Nefsânî: Nefisle ilgili, nefse âit. Nefs-i emr : Gerçek. Vakıaya, gerçeğe uygun olan.
Nefs-i Natıka:
însan ruhu. İnsanın canlılar arasındaki yerini belli eden cevher,
akıl veya aklın bir kuvveti. Nefy : Sürme,
sürgün etme, uzağa gönderme.
Nchiy : Bir şeyin
yapılmasını yasak etme.
Neş'et: Doğuş, meydana
gelme, çıkma.
Neşretmek: Yazmak,
dağıtmak, herkese duyurmak. „__ Neşvünema: Yetişip büyüme, canlanıp var olma ve gelişme. Nezâhet
: Temizlik, paklık, incelik. Nezih
: Temiz, pak. Nifak: Bozgunculuk, münafıklık,
iki yüzlülük, arayı bozma. Nihayetsiz : Sonsuz,
uçsuz bucaksız. Niyaz :
Yalvarma, yakarma. Nizâm :
Düzen, zamanın şartianna göre konulan belirli esaslar.
Nizâm-ı âlem : Âlemin nizamı, düzeni, Allah'ın
varlığım isbat eden aklî bir delil, {i
Nübüvvât : Peygamberler ve Peygamberlikle İlgili mes'eleler bölümü. Nübüvvet: Peygamberlik. Nüfusu Mücerrede: Maddeden
uzak olan soyut cisimler. Nüzul:
Aşağı inme, indirilme.
— P —
Paye : Rütbe, mertebe. Peygamber : İlâhî elçi, Allah'ın Re sulu, Nebîsî.
Protoplazma: Hücreyi
dolduran kimyevî sıvı madde.
(Stoplazma)
— R —
Rabb : Terbiye
eden, yetiştiren ve kemâle eriştiren Yüce Allah. Rabbu'l -
Âlemin : Âlemlerin Rabbi, yani
herşeyin yaratıcısı olan
Allah (c.c.).
Râcî : Âit, ilgili.
Rahim : Mü'minlere
acıyan, merha met eden Yüce
Allah (c.c). Rahman : Bütün insanlara merhamet eden, merhameti sonsuz olan Yüce Allah.
Râvi: Rivayet eden, Peygamberimizden hadis
nakleden kimseler. Râzık : Rızık veren
(Bkz. Rezzâk)'. Re'sen : Kendi kendine,
kimseye danışmadan.
Resul: Peygamber,
Allah'ın elçisi, nebi.
Resuîullah : Allah'ın Peygamberi, elçisi Hz. Muhammed
(s.a.v.). Resul-ü Ekrem: Peygamber Efendimiz.
Resnl-fi Zişân:
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.).
Kadri, derecesi yüksek olan
Allah elçisi. Revaç : Sürüm, geçerlik. Rey : Görüş.
Rezzâk : Rızık veren,
her canlıya rızkını veren Hak Teâlâ (Allah'ın yüce isimlerinden).
Rezzâk-ı âlem:
Âlemde mevcut her canlıya nzlunı veren Yüce Allah. Rıdvan
: Razı olma, hoşnutluk. Rıza : Hoşnutluk, memnunluk. Riza-ı ilâhi : Allah'ın hoşnutluğu, rızası.
Rizâ-İ Kalb : Kalb
rızası, kalb hoşnutluğu.
Rızk : Yiyecek,
içecek şey, Yüce Allah'ın
herkese verdiği nimet. Riâyet :
Gözetme, gütme, saygı. Risale :
Mektup, kısa yazılmış küçük kitap, mecmua, dergi. Risalet :
.Peygamberlik, elçilik, nebî-Hk.
Rivâyat : Söylemek,
bir haber, söz veya hadisenin nakledilmesi, bildirilmesi.
Bîyazî : Hesap ile,
matematik ile il-güi.
Rububiyet Sıfatlan :'
İîâhlık, ulûhiyet sıfatları (Rab, Rahman, Rahim ve Mâlik).
Ruhanî : Ruha âit, ruhla ilgili. Gözle görülmeyen,
cismi olmayan. Ruhu't Emin :
Vahiy meleği olan Cebrail (a'.3.)'ın diğer ismi.
Ruhu'l-Kadüs ; Kutsi ruh, vahiy
meleği. (Hristiyanlıkta Hz.
Meryem kas-dedilir)
Rnsul-i Kiram :
Şerefli, keremli, peygamberler, Allah'ın resulleri, nebileri. Rükn : Temel,
esas, bir şeyin en sağlam tarafı, istinadgâh, dayanak. Rü'yetullah :
Mü'minlerin âhirette A1T lah'ı
(c,c.) görmeleri.
-s-
Saadet: Mutluluk, huzur ve neşe içinde olma.
Sabim : Yıldızlara
tapanlar. Sabit :
Hareketsiz, kımıldamadan yerinde
duran.
Saded : Asıl mevzu, konunun Özü. Sahih : Gerçek,
doğru, hâlis kusursuz, ayıpsız
güzel.
Sahihân : Buhari
ve Müslim adıyla meşhur olan iki sahih hadis kitabı.
Saik : Sevk eden,
süren, yön veren, sürücü.
Sakıt: Düşen, düşücü, hüküm ve itibardan düşmüş,
hükümsüz. Salih: îyilik yapan,
dindar, dinin icaplarını yapan,
iyi insan. Salih amel: İyi, güzel
işler, dinin yapılmasını emrettiği şeyler.
Salim: Sağlam,
sıhhatli, sakatı ve rksiği olmayan.
Sâmia : İşitme,
işitme kuvveti, kulak.
Sarahat : Açıklık, ibare ve sözde açıklık.
Sarih :: Açık meydanda, belli. Sebat : Sözünde
durmak, kararından dönmek, işine
ve sözüne bağlılık. Sebkat ::
Geçme, ilerleme. Sebkat etmek
: Önceden gelmek, ilerlemek. Önce
meydana gelmek. Sehv :: Yanlış,
yanılma. Sehven : Yanlışlıkla,
yanılarak. Sekenât : Durma, duruş,
davranış (lar) (Sekne'nin çcğulu. Dilimizde müf-ret gibi kullanılır.).
Sekr : Sarhoşluk.
Selb :■ ■
Kaldırma, giderme, olumsuz-iaştırma.
Selbî : Olumsuzlukla ilgili.
Allah'ın bazı sıfatlarına verilen isim. Selef : Önce gelip geçenler. Selefiyye :: Sahabe
ve Tabiîlerin Kur'an ve
Hadislere dayanarak ortaya koydukları yolda elan Fukaha, Muhad-dis ve ilk
Kelâmcılar. Bunlara Kelâm âlimlerince
«Ehl-i Sünnet-i Hassa> adı da verilir.
Selim : Sağlam, kusursuz doğru. Semavât: Gökler, semalar. Semavî : Sema ve gök ile ilgili. Sem'î : İşitilerek bilinen, işitmekle ilgili-
Sem'iyyât : İşitilerek
bilinen şeyler. Dinî nasslarm metinleriyle bilinen hükümler.
Sem' : îşiten,
işitme kuvveti olan. Yüce Allah'ın Subûtî Sıfatlarından
biri. Sena : Övme, övüş, övgü.
Scneviyye :: Hayır ye şer
ilâhı diye iki ilâha tapanlar.
(Bâtıl bir din). Serdetmek :
Düzgün ve uygun
söz söylemek.
Sevap ve İkap : Mükâfaat
ve ceza, azab.
Sevk : Önüne katıp sürme, ileri sürme, gönderme. S&vk-i Tabii : İç güdü. Sıtfk : Doğruluk,
gerçeklik, kalb te-
mizliği, P2ygamberlere vâcib olan
sı
Tatlardan biri.
Sıfât-ı Bârî :
Allah (cc.)'ın Mukad
des Sıfatlan.
Sıfât-ı İkram :
Allah'ın Subûtî Sıfat
larıca verilen
isimlerden biri.
Sıfât-ı Fiil :
Yaratma, rızık verme
diriltme ve
Öldürme gibi ilâhî
fiille
rin râcî olduğu
«Tekvin Sıfat» na ve
rilen bir isim.
Sıfat-ı itibarî :
İtibari sıfat, hakiki
olmayan sıfat.
Sıfât-ı Kemal :
Allah'ın Kemal sıfatları.
Sıfât-ı Meâni :
Allah'ın Zâtına sabit
olan Subûtî Kemal
Sıfatları.
Sıfat-ı Nefsiyye : Allah'ın Zâtına
mahsus olan «Vücud
Sıfatı*.
Sıfât-ı Selbiyye: Allah'ın
sânına ya
kısmayan ve O'nu
noksanlardan tenzih
eden sıfatlar.
Kıdem, Bekaa ve Vah
daniyet gibi.,
Sıfât-ı Subütiyye :
Allah'ın Zâtına sâ bit olan Kemal Sıfatlan (Hayat, İlim, rade ve Kudret
gibi...).
Sıfât-ı Tenzih : Yüce Allah'ın noksan
lardan uzak olduğunu
bildiren sıfatlar. Sıfât-ı Zâtiyye : Allah'ın Yüce Zâtına sabit olan Selbî ve
Tenzihi adı verilen sıfatlar.
Sifâtullah : Allah'ın
mukaddes sıfatlan (Selbî-Zâtı ve
Subûtî sıfatlar.). Sırat:
Cehennem üzerinde uzanan son derece ince ve keskin bir köprü.
Silsile : Zincirleme, ard
arda olan şeylerin meydana
getirdiği sıra. Siyer : Sîret'in
çoğulu. Hal, gidiş, gidişat, ahlâk ve
yüksek vasıflar. Peygamberimizin hayatını-
anlatan kitaplar.
latan kitaplar, ahlâk
ve yüksek vasıflar.
Siycr-i Nebi : Peygamberimiz (s.a.v.) in sîreti,
güzel ahlâkı ve hayatı, bununla ' ilgili ilmin İsmi.
Su^ûr : Meydana çıkma, olma. Sahuf
: Sahîfeler, Cenâb-i
Hakk'ın bazı peygamberlerine indirdiği
fcudsi sahifeler., Su-i zan :
Kötü zan, kötü sanı.
Sukûti : Sessiz, suskun. Sûr : Kıyametin
kopmasını ilân eden ve mahiyeti bilinmeyen ilâhî boru.
Siibiiî : Sabit olma, gerçekleşme.
Söbutî : Sübut ile
ilgili, Allah'ın Zâtına
sabit olan sıfatlara verilen
isim. Süfli : Aşağı, aşağılık
Sükûn : Durma, kımıldamama, hare ketsizlik.
Sükut : Susma,
konuşmama, söz söylememe.
Sünnet : Peygamberimizin sözleri, iş: leri ve tasvip ettiği şeyler. Sühnetullah
: Allah'ın koyduğu
ilâhi nizam, ilâhî esaslar. SÜnnet-i
İlâhiyye : İlâhî sünnet.
Al-lah'm koyduğu yüce esaslar. SÖnnet-i gayrî müekkede :
Peygamberimizin bazan yapıp, bazan yapmadığı fiiller.
Yatsı namazının ilk sünneti
gibi...
Stinnet-i Müekkede :
Peygamberimizce çok defa yapılıp pek az terkedilen farz ve vâcib dışındaki
işler.
jâhetii - Vücuh :
Yüzleri kara olsun. Şamanîst: Şamanizme inanan kimse. Eski Türklerin inandığı
bâtıl dinde olan kimse.
Şâmil : İçine p'an,
kaplayan, çevre leyen.
Şâmme : Koku alma kuvveti, b;irun. Şâri-i: Hakîm,
hikmet sahibi olan ilâhi kanun koyucu (Allah c.c). Şâri-i Miibin : İlâhî
kanun sahibi Yüce Allah.
Şecaat : Yiğitlik, yüreklilik. Şefaat: Bir
suçun bağışlanması için rica
etme, affını isteme. Şehâdet : Tanıklık, şahitlik, bir şeyin
doğruluğuna inanma; Allah
yolunda şehit olma.
Şehâdet-i Amme:
Bütün insanların tanıklığı (aklî
bir delilin ismi). Şemm : Koklama,
koklanma. Şer'an : Şeriatça, dinen,
şeriata uygun olarak. Şcr'î
: Dini, şeriata dayanan şey.
Şcr'î Ahkâm : Dinî hükümler. Şeriat : Cenâb-ı Hakk'ın kullan
İçin koymuş olduğu dinî
ve dünyevî hükümlerin tamamı.
Şer'i İman :
Dinin bildirdiği şekilde inanma. Şerik : Ortak.
Şerir : Şerli kişi, çoğu kez kötülük yapan.
Şeyâtin-i Cin : Cin
şeytanları. Şeyâtin-i İns :
İnsan şeytanları. Şeytânü'l Arab :
Arab dilcilerince A-rap
şeytanları adı verilen yılan. Şirk : Allah'a ortak koşma. Allah'tan başka mabud olduğuna inanma. Şirk-î
İstiklâli : Allah'tan başka canlı
veya cansız, bîr
veya bir çok müstakil varlıklara tapınma. Şirk-i Takrib
: Allah'ın birliğine inanmakla
beraber, O'nun katında şefaatçi bulmak amacı
ile Allah'ı bırakıp putlara
tapma.
Şirk-i Teb'îz :
Allah'a inanmakla beraber,
O'na bazı şeyleri ortak
kabul etmek (teslis inancı gibi.).
Şumûl: İçine alma, kaplama, âit olma, delâlet etme,
kaplam, kapsam. Şuur : Bilinç,
anlama anlayış, hissetme, duyma.
Şüyu : Duyulma, yayılma, bilinme, dağılma.
_ T —
Taaddiid : Birden çok olma. Vahdaniyetin zıddı.
Taakkul: Akıl erdirme, zihin
yorarak anlama, hatırlama.
Taalluk : Bir şeyin başka bîr şey ile
ilgili olması.
TaaDok&t-ı
Ezeliyye : Ezelde takdir edilmiş olan şeylerle ilgili. Taalluk-ı Lâ Yezâli :
Taalluk-ı Hadis. Allah'ın ezelî iradesine göre her şeyin zamanı gelince olması
veya olmaması. TaaUnku Hadis : Kudret Sıfatının i-kinci taalluku olup, ezelî
iradenin ter cihine göre herhangi bir şey bununla var veya yok olur. (Bk.
Taalluku Lâyezalî).
Taalluku Kadim :
Kudret Sıfatının ezelî olan birinci taalluku olup, bir müm kinin fiilen var
olmasını temin eden ezeli ilgi. ilişki.
Taassnb.: Birine
taraftarlık etme, kendi dinini
üstün görüp başka dinde-kilcre düşman olma. Taat : îbadet,
itaat, Allah'ın emirlerini
yapma.
Taayyün : Belirme, belirli olma. Tâbi : Bağlı.
Tabiin : Sahabeden
hadis dinleyenler. Sahabe
devrinden sonra gelen devirde
yaşayan müslüman bilginler. Sahabeye uyanlar. Tadil ; Değişiklik, doğrulama. Tafsil : Etrafıyla,
derinliğine olarak bildirme,
uzun uzun açıklama.. Tafsilî :
Geniş ve etraflı olarak an îatma
Uman esaslarım, tafsili, etraflı olarak bilme,
anlatma, tamamına inanma
gibi).
Tafsili îman : Peygamberimizin
vahiy yoluyla Allah'tan getirdiği kesin olarak bilinen dinî esas, hüküm ve
haberlerin tamamına iman etmek. Bunları kalb ile tasdik, dil ile ikrar. Tağyir
: Değiştirme, bozma, başkalaş-tırma.
Teadtfi: Meydan okuma. Tahakkuk : Hakikat olarak ortaya çıkma, gerçek olduğu
anlaşılma. Tahalluk : Bir huy, bir
tabiat edinme. Tahfiirt : Kısıtlama,
sınırlama. Tahlil : Bir şeyi ana
unsurlarına göre ayırma, çözme. Tahrif :
Değiştirme, bozma. Tahrimen
Mekruh : . Harama yakın derecede mekruh olan, kerih görülen. Tahsis : Ödonek, bir şeyi birine veya bir yere mahsus
kılma. Tahzîr : Men etme,
yasaklama, sakındırma.
Taife : Bölük,
gurup, kavim, kabile. Takat
: Güç, kuvvet. Takdir : Değer verme, beğenme. Takdir-i İlâhi : Ezelde Allah'ın olmasını istediği ve tesbit
ettiği şeyler. Takrir : Yazma, anlatma, yerleştirme, bildirme.
Takriri Sünnet :
Peygamberimizin hu zurunda
söylenen sözleri veya
yapı lan işleri sükûtla
karşılamak suretiyle onları
takrir ve.kabul etmesi. Takva :
Allah'ın azabından korkarak emirlerini dikkatle tutma, yasaklarından titizlikle kaçınma. Talim
: Öğretme.
Tarif : Etraflı olarak arlatma, etrafı ile
bildirme, bir şeyi
bütün gerekli noktalarıyla bir
ibarede anlatma. Tasavvur :
Zihinde şekillendirme, zihinde göz önüne getirme. Takdis : Kutsallaştırma, ululama, büyük sayg
gösterme. Mukaddes sayma, Tasavvurât
: Tasavvurlar. Mantıktaki
önermelerin zihinde meydana
gelişi.
Tasdik : Doğrulama, gerçek
olduğunu söyleme, onaylama.
Tasdikât : Tasdik edilen şeyler, dinen inanılması gereken şeyler. Tasdik'î fiilî : Söylenen
sözün gereğini bilfiil yapma.
Tasdik-i gaybî : Gözle
görülmediği halde varlığına delâlet eden bir eser vasıtası ile tasdik.
Tasdik-İ Kavli: Yalnız
dil ile ikrar etme.
Tasdiki Şuhûdi :
Görülen ve bilfiil mevcut olan bir şeyi tasdik etme.
Tasrih : Açık açık
söyleme, açıkça -bildirme.
Tatbik etmek :
Uygulamak, bir şeyi diğer
bir şeye uydurmak. Tatminkâr : Emniyet ve huzur verici olma, doyurucu.
Tâyin : Ayırma, belli
etme,, belirleme.
Tazammun : İçinde olan
başka şeyler arasında bir şeyi daha çok ihtiva eden..
Ta'zim: Büyükleme,
ululama, saygı gösterme.
Teatî: Alıp - verme, birbirine
verme (Teati-i sfkâr), karşılıklı fikir verme, fikir alış - verişi
yapma. Teâvira : Birine yardım
etme,- yar: dımlaşma.
Tebcil : Ululama,
büyükleme, ağırla ma.
Tebeddül : Değişme,
başka hale girme, bozulma.
Tebeyyün : Belli
olma, anlaşılma, meydana çıkma.
Tebdil : Değiştirme, başka şekle sok ma, bozma.
Tebliğ : Bildirme, eriştirme. Tebligat : Tebliğler,
bildiriler, duyu rular.
Tecâvüz ; Sınırı
aşma, saldırma, sa taşma.
Teceddüt : Tazelenme, yenilenme. Tecelli : Belirleme, görünme,
açıklanma.
Tecezzi' : Kısım kısım bölünme, cüzlere ayırma.
Tecrübe : Deneme,
sınama, bir konuda bilgi sahibi olma. Tecviz : Caiz görme, izin varme, kabul etme.
Tedricî : Yavaş yavaş,■ azar,
azar. derece derece.
Tec'vîn : Bir araya toplayarak tertipleme, derleme,
kitap haline getirme. Teemmül : İyice,
bütün yönleriyle düşünme.
Tefekkür : Düşünme, akıl yürütme. Teferruat : Ayrıntılar,
detaylar. Teferrnt : Ayrılma,
dağılma, kopma. Tefrik : Ayırt
etme, ayırma. Tefrit: Geri kalma, azalma. Tehdîd: Korkutma,
gözdağı verme, gözünü yıldırma.
Te'hir : Erteleme, sonraya bırakma. Tekâmül : Olgunlaşma, kemale erme. Tekasüf : Sıklaşma,
fazlalaşma. Tekbir : Allah'ın
büyüklüğünü anmak için söylenen;
«Allahuekber»' sözü. Tekebbür :
Kibir gösterme, büyüklen-me.
Allah'ın Yüce zâtı ile ilgili sıfatlarından biri.
Tekvin : Yaratma,
Yüce Allah'ın yaratma sıfatı.
Teksir : Çoğaltma, çoğaltılma. Tekzib : Yalanlamak. Tekerrür : Tekrarlama, bir daha olma. Telâffuz : Söyleyiş, söyleniş. Tdâkki etmek :
Almak, kabullenmek.
Telkin : Bir fikri
aşılama, bir şeyi zihnine koyma.
Temayüz : Kendini
gösterme, sivrilme,
yükselme, ilerlems, üstün olma. Tenakuz
: Çelişme, insanın
bir sözünün diğerine uymaması.
Teneffüs : Nefes alma,
soluk alma, yorgunluğu gidermek için dinlenme, -Tenfîz : Hükmünü yürütme. Tensib : Uygun
görme, münâsip bul ma.
Tenkid : Eleştirme,
bir konuyu bir yazıyı değerlendirmek üzere gözden ge cirme. «
Tenvir : Aydınlatma. Tenzih : Kusur
kondurmama, eksik -.likten uzak
olduğunu kabul ve itiraf etme.
Tenzihsn mekruh : Helâle yakın dere cede mekruh, kerih
görülen. Tenzih-i Bari : Çenâb-ı
Hakk'ın bü tün noksanlardan uzak olduğuna inanmak ve itiraf etmek.
Tenzih ve Tthlil
: Allah'ın noksan sıfatlardan uzak
olduğunu kabul etmek ve «Lâ ilahe
İllallah» demek. Tenzil : İndirme, azaltma. Terâkki : İlerleme, yükselme, gelişme. Tercih : Üstün tutma, beğenme. Tereddüt: Kararsızlık, düşünme,
karar verememe, duraklama. Tereddütsüz:. Kararlı, inançlı,
kesin. Terfittüb : Sıralama, sırası
gelme, ge-rc-kme-
Teslis : Hrisüyanlıktakİ üçleme
(Baba, Oğul, Ruhu't Kudüs) akidesi. Tesmiye : Adlandırma, isim verme.. Tesniye: Hz.
Musa (a.s.)'ya indiri len Tevrat'ın beş kitabından biri.
Teşahhas ve Teayyün : Bir şeyin hariçteki
görünüşü ve bunun hariçte fiilen bulunması.
Teşvik : İsteklendirme. gayrete, şevke getirme.
Tetkik : İnceleme, araştırma Tetkikât : İncelemeler Tevakkuf : Durma, bekleme
İ
Tevarüs : Bir şeye,
bazı ■ sıfat ve has letlere vâris olma.
Tevatür : Yalan
üzerine birleşmeleri aklen
mümkün olmayan bir top.luluğun verdikleri haber. Bir haberin ağızdan ağıza dolaşarak yayılması. Teveccüh
: Çevrilme, yöneltilme, sevgi ve sempati gösterme.
Tevekkül : Allah'a ve- takdirine boyun
eğme.
Tevessül ; Sarılma,
girişme, başvurma.
Tevhîd : Bir Allah'a
inanma ve O' nun eşi ve ortağı olmadığını kabul etme.
Tevhidi Ameli :
Allah'ı birleme ve O'na ortak koşmayarak ihlâsla ibadet etme.
Tevhid-i Hâlıkıyyet :
Allah'ı yaratıcı clarak birleme,
ibadete lâyık tek ma-bud olduğunu kabul etme. Tevhid-i İlâhî : Yüce Allah'ı birleme, O'nun birliğine İnanma
(Bk. TevhidV
Tevhid-i İlmî :
Allah'ı ilim ve sözle birleme;
Tevhid-i İradî :
Allah'ı söz ve irade ile .birleme.
Tevhid-i Mabûdîyyet :
Allah'ı hem sözle, hem de irade ve amelle birleme.
Tevhid-i IJlûhiyyet :
Cenab-ı Hakkın bir tek ilâh olduğunu bilerek O'nu birleme.
Tevhid ve Tenzih
âkidesi : Allah'ı bir temek ve O'nu noksanlardan uzak tutma inancı.
Tevâfuk : Uyuşma,
birbirine uygun cima.
Te'vil : Sözü çevirme,
söze ayrı mânâ vermeye kalkışma (Bu mânâ. dilcilere göredir. Tefsir ilminde bir
ıstılah olup. mânâsı başkadır.).
Te*yid : Destekleme, kuvvetlendirme. Teyid etmek:
Sözle veya fiille
bir şeyi desteklemek,
kuvvetlendirmek. Tezahür :
Meydana çıkma, belirme. Tezad : Zıt,
karşıt, aksi, ters. Tilâvet : Kur'an-î güzel sesle ve usu-
lüne göre okumak,
O'nun usulünce o-kunması.
Töhmet : Zann, isnat,
işlendiği sanılan, fakat İşlendiği kesinlik kazanmayan suç.
. — V —
Uhrevi : Âhİretle ilgili, öbür dünyaya âit.
Uhrtvî Ahkâm :
Âhiret ile ilgili hükümler.
Uknum-ı stlâse : Üç uknum (EkaaninV in müfredi,
tekili). Hristiyanlardaki
«Baba, oğul ve
ruhul kudüs» şeklin deki bâtıl inanç, (Teslis akidesi). Ukûbât : Ceza ile ilgili hükümler. Fi kın ilminde
büyük bir bolümün adı. Ukûlu âliye :
Yüksek akıllar, madde dışındaki
manevî âlemde bulunan var lıklar.
Ulemâ: Âlimler,
ilim sahibi kimse ler.
Uhıhiyet : Tanrılık, ilâhlık. Ulûm : îlimler, bilgiler. Ulvî : (Mânevi ve fikrî şeyler
hak kında), pek yüksek, pek büyük. Unsur : Bir
bütünü meydana getiren parçalardan
her biri. Usul-ı Fıkıh : Fıkıh ilminin mstodla rından yöntemlerinden bahseden
ilim. Usul-i Hadis : Hadis
ilminin dayandı ğı esaslar, hadis
ilminin metod ve yöntemlerinden bahseden ilim. Usulu'f* - Dîn : Dînin
asılları, temelleri, tslâm inançları, akaid.
-ü-
Üç Uknum : Teslis
(Üçleme) inancı (Hristiyanlardaki baba. oğul, rühul kudüs) akidesi, (Bkz.
Uknum-ı selâse maddesi.).
Üramü'î - Kitab :
Arşın üzerindeki kaza ve kader levhası, (Tefsir ilmine göre, Fatiha sûresinin isimlerinden
biri), Fatiha sûresi.
__V__
Vâcib : .Terki caiz
olmayan, yapılması dînen lüzumlu olan, farz derecesine yakın bulunan.
Vâcibât : Yapılması
zorunlu olan şeyler.
Vâcibu'l - Vücut :
Yokluğu olmayan, varlığı zarurî ve vücudu zâtının i-cabı olan Yüce Allah (c.c).
Vâeib Hğâyrihi : Zâtından dolayı 02-ğil, zâtı dışındaki bir varlıkla vâcib
olan. Buna «MÜmkin lizatihi» de denir. Vâcib lizatihi : Zâtından dolayı vâcib
lan şey.
Yani vücudu zâtına
vâcib elan Allâhu Teâlâ (c.c). Vâfİ :
Yeter, vefalı, sözünün eri.
Vahdaniyet : Allah'ın birliği, Allah'ın en önemli sıfatlarından
biri, Allah'ın Zâtında ve Sıfatlarında bir, eşsiz
ve benzersiz olması.
Vahşet : Vahşîlik, yabanîlik. Vahy : Allahu
Teâlâ'nın dilediği hükümleri,
hakikatleri peygamberlerine bildirmesi.
Vahy-i gay-i metîuv :
Kelimeler halinde okunmadan indirilen vahy. Vahyin bir türü. Hadis-İ kudsî
gibi.
Vahy-ı hafi : Gizli
vahy. Açıktan, a-lenî olarak indirilmeyen vahy.
Vahy-ı İlâhî :
İlâhî vahy. Allahu Teâlâ'nın dilediği şeyleri, emir,
yasak, hüküm ve haberleri,
seçtiği peygamberlere vahy
meleği ile veya
doğrudan doğruya bildirmesi.
Vahy-ı metluv: Okunarak
kelimeler halinde indirilen vahy. Kur'an-ı Kerîm âyetleri gibi, Allah
kelâmı. Vahy Kâtipleri :
Peygamberimize indirilen Kur'an âyetlerini yazmak için Peygamberimizin görevlendirdiği Sa habîler.
Vahy meleği :
Allah'ın vahyini peygamberlere tebliğ
etmekle görevli o-ian büyük
melek, Cebrail (a.s.). Vaîd : Birini
iyiliğe yöneltmek ve kötülükten men etmek için korkutma. Vâki : Meydana gelen, ortaya çıkan. Vâki olan
: Gerçekleşen, vuku bulan.
Vârid : Gelen, hâsıl olan, ulaşan. Vasıf : Nitelik, özellik. Vâsıl : Ulaştıran, kavuşturan, birleştiren.
Vasıta : Aracı, ulaştıran, vesile. Vaz' etmek : Koymak. Vâzı-ı hakikî : Gerçek koyucu, Allah (c.c).
Vecîbe : Görev, dinin,
ahlâkın yerine getirilmesini istediği şey, vazife, bir nevi borç.
Veciz : Kısa ve hikmetli anlatılan. Vefakâr : Vefalı,
sözünde duran, sözünü
yerine getiren, dostluğuna güvenilen.
Vehbî : Allah yergisi,
kesbî olmayan, çalışılarak değil, Allah'ın lutfu ve ihsanı olarak verilen.
Vehim : Şüphe, kuruntu, yersiz korku. Velî : Allah (c.c.)'a çok ibadet eden,
Allah'ın hoşnutluğunu kazanan sevgili kulu.
Vtseniyye : Putperestlik, puta tapan. Vuku : Olma, meydana gelme,
gerçekleşme.
Vusul : Ulaşma, erişme, yetişme. Vücud : Var olma, varlık. Vüeudî : Vücuda âit,
vücutla ilgili. Vücud Sıfatı :
Allah'ın Zatî Sıfatlarından biri. Zâtı'nın aynı olan ve
Zâtı1-na vâcib bulunan Allah (c.c)'ın
ilâhî vücudu.
Vücudu Bari : Allah
(c.c.)'m ilâhî, mukaddes vücudu.
Vücudu Zâti : Allah
(e.c.)'ın Zâtı'ntri aynı olan, kutsal vücudu. Vücudu Zihni :
Zihinde mevcut olan vücud.
Yakîn: Kalben bir
şeyin sıhhat vp hakikatına inanıp asla şüphe ve tereddüt etmeme.
Yakîniyyât: Kesinlik
ifade eden bilgiler.
•Yeitcellâ : Açığa
çıkar ve belli olur, anlamında, müzârî.
istikbal fiili.
— Z —
Zabıta : Tutan, itaat
zorunda bırakan. Zabt-ı Tam : Tam kaydetme. Sahih hadisleri bilmekte gerekli üç
esastan biri.
Zafiyet: Zayıflık,
güçsüzlük, halsizlik.
Zahir : Açık,
anlaşılır, belirli görünen.
Zahiren : Görünüşte,
görünüşe göre. meydanda olarak.
Zahirî : Görünen.
Zahire, görünene âit. Zâid : Fazla.
Zâid rükün : Aslî
olmayan, fazladan olan esas.
Zât-ı Ezelî : Vücudunun evveli olmayan. Yüce Zat, Yani
Allah (c.c). Zâika : Tatma, tat duyurucu kuvvet. Zail: Sona eren, devam etmiyen, geçmiş.
Zann : Tahmin, sanı, öyle sanma. Zanni : Tahmini, kesin değil. Zannî delil: Zan, şüphs, tereddüt ifade eden delil.
Kesin hüküm ifade etmeyen delil.
Zann-ı gâlîb : Daha kuvvetli bir sam.
Zarûrât-ı Diniyye:
Dinen bilinmesi
zorunlu olan
şeyler. İman ve
İslâm
esasları gibi...
Zaruret : Mecburiyet,
zorunluluk.
Zarurî : Mecburî, zorunlu.
Zât-ı Bari : Allah (c.c.)'ın Yüce Zâtı
Zât-ı İlâhî : Allah (c.c.)'ın Yüce Zâtı. Zâtı : Kendisiyle ilgili, zâtına âit. Zâti ve Subûtî Sıfatlar : Allah (c.c.)'ın Yüce Zâtı hakkında vâcib olan
îlâhî Sıfatlan.
ZâtoIIah : Allah (c.c.)'ın Yüce Zâtı. Zât ve Âlimiyyet
: Allah'ın Zâti ile, bilinmesi gereken şeyler arasındaki nis-bet,
Zât ve Kaadiriyet
: Allah'ın, Zâta
He yaratılacak şeyler arasındaki nisbet. Zât-ı Akdes : En kudsî olan Zât. Yani Yüce Allah' (c.c).
Zâti ve hakikî : Zâta
âit olan. gerçek şey.
Zaviye : Açı, köşo. Zer t üş t : Bâtıl bir din, ateşe tapan. Zerre : Tane, en küçük cüz. çok küçük parça. Zeval
: Yok olma.
Zeval bulmak : Yok
olmak, kolay ol maya yüz tutmak.
Zevat : Kişiler,
şahıslar (zâtın çoğulu).
Zevk-i vicdani :
Ariflere mahsus olan ve basiret (kalb gözü) ile varılan manevî zevkler.
Zeydiyye : Hz. Hüseyin'in evlâdından Zeyd b. Ali Zeynelâbidin'e tabî olanlara verilen ad, Zeydiyye mezhebi. Zımnî
: Üstü kapalı, açıktan olmayarak, dolayısıyla
anlatılan. Zîkr : Anma, bir
şeyi söyleme (Tasavvufta bir
terim -Allahı» zikir). Ziyâde : Artma,
çoğalma, fazla. Kıymetli eşya. Karanlık.
Zubûl : Yanılarak yapılan yanılma. Zohûr : Görünme, meydana çıkma, türeme.
Zulmanî ; Karanlığa
âit, karanlığa mensup.
Zöhf1. ve takva :
Allah (c.c.)'m azabından çekinerek, her türlü maddî zevklere karşı koyarak
ibadet etmek. Muttaki müslüman, Allah'tan ziyadesiyle korkan, emirlerine
sarılan, yasaklarından kaçan.
Zö'l - Cenâheyn : İki
kanat sahibi, 7âhirî ve bâtını, yani dünya ve âhiret bilgisi geniş olan kimse.
Ziynet : Zulmet
BİBLİYOGRAFYA
ABDULBÂKÎ, Fuad
Muhammed : Mu'Cenıu'l - Müfehres U Elfâzı'l Kur'ân (Kur'ân Lâfızları Alfabetik
Fihristi), Kahire -1958
ABDUH, Muhammed : El - İslâm, ve'n - Nasrâniyye, Kahire, 1953
ABDUH, Muhammed : Risâletü't - Tevhid, Kahire, 1956.
ABDURRÂZIK, Mustafa :
Temdîd li Dirâseti'l - Felsefeti'l - İsla-miyye, Kahire -1944
el-AKKAD, Abbas Mahmud
: Hakâiku'l - İslâm ve Ebâtılu Husûmihî.
el-AKKÂD, Abbas Mahmud
: El - Felpefetü'l - Kur'âniyye, Kahire
-
1947
el-AKKAD, Abbas
Mahmud, Hakaik-ul îslâm ve Ebatıl-u Husûmihî AKSEKİ, Ahmet Hamdi : İslâm (Tabiî ve Umumi Bir Din'dir.)
AYDIN, Ali Arşlan : El - Ba'su ve'l - Hulud Beyne*! -
Mütekellimi-
ne ve'l - Felâsife,
Kahire, 1961 (gayrı matbu) AYDIN, Ali Arslan :
İslâm - Hristiyan Diyalogu ve İslâm'ın Zaferi,
Ankara -1977
el-BAĞDÂDİ, Ebu Mansur Abdulkaahir b. Tahir :
Usulu'd - Dîn,
İstanbul, 1928.
el-BAĞDÂDl, Ebû Mansur Abdülkâhir : El
- Farku beyn'el - Firak,
Kahire -1948
el-BAKİLLÂNÎ, Ebû Bekr Muhammed : Et - Temhid fi-r-Beddi ala'l'-
Mülhideti'l-Muattala... Kahire-1947
el-BEYDÂVÎ, Ebû Saîd
Abdullah b. Ömer: Envâru't - Tenzil ve Esrâru't - Te'vîl (Tefsir-i Beyzâvî),
Kahire, 1305 H.
la BEAUME, Junes :
Tafsilu'l - Âyâti'I - Hakim (Mevzu'ya Göre Kur'ân Fihristi) Arapçaya nakleden :
M. Fuad Abdulbâkî, Kahire, Tarihsiz
BİLMEN, Ömer Nasûhi
: Tefsir Tarihi, Ankara -1955
de BOER, T. J. :
Tarihu'l - Felsefe fi el - İslâm. M. Abdulhâdî Ebû Ride Ter. Kahire-1938
(Dilimize Çev. Yaşar Kutluay; İslâm'da Felsefe Tarihi, Ankara -1960)
el-BUHÂRÎ, Ebû
Abdillah Muhammed b. ismail : Sa-hihu'l
- Bıihâ-ri, Kahire, 1378. H.
ÇANTAY, Hasan Basri
: Kur'ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm,
İstanbul -1945
el-CÜRCÂNÎ, Es-Seyyid
Ali b. Muhammed : Şerhu'J - Mevâkıf, Kahire,
1311 H.
el-CÜVEYNl, Abdulmelik
b. Abdillah : Kitâbu'l - trşad ilâ
Ka-vatı-ı'l - Edille fi Usuli'I - î'tikad, Kahire, 1959.
ÇANKI, Mustafa : Büyük
Felsefe Lügati, istanbul -1954
DÂVUD, Abdulehad
: İncil ve Salîb, istanbul -1913
el-DEMİRDAŞ Abdu'l -
Hamid Serhan : Allahu Yetecellâ fi
Asrı'l îlm. (Ingilizceden Arapçaya
terceme 1958, Kahire, Türkçe ter-ceme «Niçin Allah'a İnanıyoruz?» ist. 1977).
DESCARTES, Rene : Metafizik Düşünceler, Çeviren : Mehmet Ka-rasan, Ankara -1948
DESCARTES, Rene : Metot Üzerine Konuşma, Çeviren : M. Ka-rasan, Ankara -1947
DEVELÎOĞLU, Ferit :
Osmanlıca - Türkçe
Ansiklopedik Lügat,
Ankara, 1970.
el-DEVVANÎ, Muhammed
b. Celâl : El-Akâidu'I - Adııdİyye,
Kahire, 1322 H.
DIRAZ, Muhammed
Abdullah : En - Nebeu'l - Azîm, Kahire,
1952.
DIRAZ, Muhammed
Abdullah : El - Dîn, Kahire, 1952.
EBU-S - SUÜD b.
Muhammed el - İmâdî : trşadu - Aklı's -
Selim ilâ
Mczâyâ'l - Kitah
el-Kerîm (Tefsiri Ebû's-Suûd) (Mef âtihul* -
Gayb kenarında) EBU
ZEHRE, Muhammed : Muhâdarât fi'n -
Nasrâniyye, Kahire,
1949
I -
EBU ZEHRE, Muhammed :
El - Hadîs ve'l -
Muhaddisûn, Kahire,
1958
.
EFENDİ, Mütercim Âsim
: Kâmûs Tercümesi, İstanbul, 1272 H.
EFENDİ, Büyük Haydar : Usûl-i Fıkıh
Dersleri, istanbul, 1326 H. ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır : Hak Dini Kur'ân Dili, istanbul -1935
, I
EMİN, Osman : Descartes, Kahire -1942
el-EŞ'ARÎ, Ebû'l -
Hasan : Makâlâtü'l - tslâmiyyin,
tstanbul - 1928 el-EŞ'ARÎ, Ebû'- -Hasan :
KitâbuM - Luma., Kahire - 1955 el-FÂHÜRÎ, Hanna ve Nalil CER : Târihu'l -Felsef eti'l - Arabiyye,
Beyrut -1957 FENNİ,
ismail : Maddiyyun Mezhebinin İzmihlali, istanbul - 192S
FENNÎ, ismail : Lûgatçe-i Felsefe, istanbul, 1341 H.
GAUTHÎER, Leon ; El - Medhal fi Dırâseti'l
- Felsefeti'l - İslâmiyye.
Muhammed Yusuf Musa
Tercümesi, Kahire -1945 el-GAZÂLÎ, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed : El - îktisâd fi'1
t'tikâd, Kahire
(Tarihsiz) el-GAZÂLÎ, Ebû Hâmid Muhammed :
İhyâu Ulumi'd - Din, Kahire,
1933. GELENBEVI,
ismail : Haşiye alâ Şerh-i Ceİâleddin
el - Devvânî,
Kahire -1958
el-GURÂBÎ, Ali Mustafa :
Târihu'l - Firakı'l - Islâmiyye, Kahire -
1958
el-HARBÜTÎ, Abdullâtif
: Tenkihu'I - Kelâm..., istanbul, 1330
H. el-HATÎB, Abdulkerîm : El - Kaza
ve'! - Kader, Kahire - 1961 HALLÂF, Abdulvahhâb : tlmu Usuli'I - Fıkh, Kahire, 1354 H. ÎBNl
KESİR, ismail : Ihtisâru Ulumi'l -
Hadîs, Kahire, 1355 H. İBNt RÜŞD, Ebûl - Velîd
Muhammed b. Ahmed, b. Muhammed :
Menâhicu'I - Edille fi
Akaidi Ehli'l - Mille, Kahire, 1955. İZMİRLİ, İsmail Hakkı : Yeni tlm-i Kelâm, İstanbul, 1341 H. İZMİRLİ,
İsmail Hakkı : Şerh ve İzahlı Kur'ân-ı
Kerim Tercümesi,
istanbul -1932 ÎNAN,
Abdülkaadir : Şamanizm Kalıntıları (Türk Tarih Kurumu
Yay.) İstanbul -1932
el-KÂRİ, Molla Ali: Şerhu'l - Fıkhı'l - Ekber, Kahire, 1323 H. KEREM, Yusuf : Târihu'l - Felsefe el - Hadîse, Kahire -
1949 MAHLÜF, Hasaneyn Muhammed :
Safvetü'I - Beyân li Meâni'l -
Kur'ân (Tefsir),
Kahire - 1956 el-MÂTÜRÎDÎ, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmud :
Kitâbu Şerhi'l -
Fıkhı'l - Ekber, Haydarâbâd, 1321 H. MATTA ve Difer İnciller : Ahd-i Cedid,
istanbul, 1895 İbni MANZÜR, Ebû'l - Fadl Ceİâleddin Muhammed b. Mukrin : Li-
sânu'I - Arab, Mısır,
1303 H. MİMARZÂDE, Muhammed Emîrullah :
Mir'ât-i Edyân ve Mezâhib.
İstanbul, 1330 H.
MONSMA, John Clover :
Allâhu Yetecellâ fi Asrı'l - Hadis, Ingilizceden Arapçaya Çeviren : El -
Demirdas Abdulmecid Serhan, Kahire -1958
el~MUTTAKÎ, Ali : Kenzu' 1- Ummâl (Hadis), Haydarâbâd, 1312 H.
en-NECCÂR, Et-Tayyib Hasan : Teysîru'l
- Vusul ilâ tlnıi'l -
Kahire -1951
en-NEVEVl, Ebû
Zekeriyya Yahya : Şerhli Sahih-î Müslim, Kahire
NOFEL, Abdurrezzâk
: Allâhu ve'l - İlmu'l - Hadîs, Kahire -
1957
NURBÂKÎ, Haluk : Tek Nur, İstanbul, 1958.
RAHMETULLAH, Hindî :
Izhâru'l - Hak (Tercüme), İstanbul (Tarihsiz)
er-RÂGIB, el -
Isfahânî Ebû'l - Kasım Hüseyin b. Muhammed b. el -Fadl : El - Müfredat fi Garibi'l - Kur'atı, Kahire,
1328 H.
el-RÂZÎ, Muhammed
Fahreddin : El - Erbain fi Usuli'd - Dîn, Hay-darâbad, 1353 H.
el-RÂZİ, Muhammed
Fahreddin : Mefâtîhu'I - Gayb (Tefsir-i Kebîr), İstanbul, 1307 H.
RIZA, Muhammed
Reşîd : Tefsiru'l - ^
i'l - Hakim,
Kahire -
1945
RIZA, Muhammed Reşîd
: El - Vahyu'l - Muhammedi, Kahire
-1956
SABRI, Mustafa :
Mevkıfu'I - Beşer tahte Sultânı*! Kader, Kahire -1352 H.
SAMİ, Şemseddin : Kâmûs Türfeî, İstanbul - 1316 H.
es-SUYÜTÎ, Abdurrahman
Celâleddin : El - Câmra's - Sağır fi Aha-disi'l - Besir en - Nezir, Kahire,
1321 H.
es-StlYÜTÎ,
Abdurrahman Celâleddin : El - ttkân fi Ulumil - Kur'-ân, Kahire - 1951
es-SUYÛTÎ, Abdurrahman
Celâleddin : Fethu'l - Kebîr, Kahire -1351 H.
ŞEHRİSTÂNÎ, Ebû'l -
Feth Muhammed b. Abdulkerim : El - Milei ve'n - Nihal, Kahire - 1949
ŞEREF, Salih MUSA
: Müzekkirât fi't - Tevhîd, Kahire -
1952
SCHMMEL, Annemarie
: Dinler Tarihîne Giriş, Ankara -1955
ŞELTUT, Mahmud : El - tslâmu Akîdetün ve Şerîa, Kahire -1960
et-TABBÂRA : Afif
Abdülfettah, «Ruhu'd - Dîni'l - tslâmî, Kahire -1964» (Terceme : Mustafa Öz,
İst. 1977 «timin Işığında İslâmiyet» )
TAFTÂZÂNİ, Sâdeddin
Mes'ûd b. Ömer : Şerhu'l - Makâsıd.., İstanbul, 1277 H.
TAFTÂZÂNÎ, Sâdeddin
Mes'ûd b. Ömer : Şerhu'l - Akâidi'n - Ne-sefıyye, Kahire-1939
et-TÜSÎ, Alâeddin Ali : Kitâbu'st - Zahire, Haydarâbâd (Tarihsiz)
ZEMAHŞERÎ, Mahmud b.
Ömer : El - Keşsâfu an Hakâıkı't - Ten-zil...
(Tefsir-i Zemahşerî), Kahire-1948
es-ŞEYH, Muhammed
Yusuf : Müzekkirât fi't - Tevhîd, Kahire -1952 '
[1] ) Hz.
Musa (A.S.) ya indirilen Tevrat, Hz.
Dâvud (A.S.) indirilen Zebur. Hz. tsa
(A.S.) a indirilen İncil gibi..
[2] Hz.
Muhammed (S.A.V.) e indirilen
en son ve en
mükemmel ilâhî kitapKur'ân-i Kerim
gibi..
[3] İbrahim :
32-33; Nahl : 12.
14; Hacc : 37,65.
[4] Isrâ : 53;
Yasin : 60; Fâtır : 6.
[5] Bakara ;
35-37. Bu hâdisenin vuku bulmasmdaki ilâhî hikmet, insanları ikaz. irşad
ve onlara ilâhî bir derstir
[6] Bakara : 37,£em,
Rabbinden kelimeler öğrenip
aldı. (Rabbine yalvarıp mağfiret diledi.) O da tevbesini
kalıul etti. Çünkü tevbeyi en çok kabul eöcti,
en çok acıyan O'dur.»
[7] Bakara : 38
[8] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 419-420.
[9] Fâtır :
24.Ayrıca. İsrâ sûresinin
15 inci âyetini? bakınız
[10] Yûnus 47.
[11] Bakara : 213
[12] Bakara : 4,
117, 285, Nisa : 136
[13] Bakara :75,113; Nisa : 45; Mâide : 13, 41; Araf : 162
[14] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 420-423.
[15] Bakara: 53, 87; İsrâ : : 2; Kasas : 43; A'Iâ : 18
[16] Âl-i İmrân :
48, 50, 65. 93; Mâide : 46,66.
[17] Nisa : 163; İsrâ :55
[18] Mâide : 46.
[19] En'âm : 19; Tevbe 111;
Yûsuf : 3; Sûra : 7 ve daha birçok âyetler.
[20] Bakara : 4,
177.285; Nisa :136
[21] Beyyine :3
[22] Ra'd : 43.
[23] Bakara : 185;
Âli İmran : 119.
[24] Bakara :
1.78, 183; Enfâl : 68
[25] Abese : 13; Beyyine :
2.
[26] Şuarâ : 195;
Kamer : 43
[27] Rahmetullah el-Hindî : Izharu'1-Hak. C. I.
[28] Kıyamet : 17-18. «Onu
Yani Knr'âş'ı kalbinde) toplamak
ve ona (âililc) okutmak şüphesiz bize âiddir. O halde (Biz) onu okuduğumuz zaman (sem muin kıraatma uy.»
[29] Prof.
Muhammed Abdullah Dıraz:
En-Nebe-uI-Azîm s. 5-6.
Kahire. 1957
[30] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 423-426.
[31] Lisanu'I-Arab : C.XX, s.257; Kâmusu'İ-Muhit Tercümesi : C.III, s. 945:
Müfredât-ı Rağıb, s. 36.
[32] Bak; Bal
arısına: Nahl : 68.69
- Yer ve
Gök için: Fussiiet :11.12: Melekler için : Enfal : 12; Necm : 10; Şeytan
için : En'âm : 112, 121
[33] Âyet : 51.
[34] Bu konuda daha geniş bilgi, ikinci ciltte
verilecektir,
[35] M. Reşid Rıza:
El-Vahy-ut-Muhammedî.
s.39-40, Kahire 1955
[36] Bakara : 34: ÂUi İmrân : 33. 4.
[37] Mâide : 3.
[38] Âl-i İmrân :85
[39] Hicr : 9. Meali :Muhakkak ki Kur'ân1! Biz
indirdik da mutlak surette Bizu.bkoruyucuları
[40] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 429-426.
[41] Annemarie Schimmel :Dinler Tarihine Giriş. Ankara,1955, s.101.
[42] Ayni eser, s. 100.
[43] Tafsilât
için bak : Rahmetullah (Hintli)
İzbârHıl-Hak Birinci ve ikinci
bablar. Mimârzade M.Emrullah: Mir"âM Edyân
ve Mezâhib. s.30-124.
[44] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i
Kelam), Gonca Yayınları: 430-432.
[45] Annemarie Schİmmel : Dinler Tarihine Giriş : s.UT.
[46] Muhammed Ebu Zehre: Muhâdarât fin-Nasrâniyye, s.
38-54, Kahirs 1949: Rahmetullah (Hintli) İzhâm'1-Hak, s. 84-330; Abdulehad
Dâvud : İncil ve Salib 1, 3 ve 5 inci bablar, İstanbul 1913. Muhammed. Abduh :
El - İsiâmu ven Nasrâniyye. Kahire, 1954
[47] Bakara : 75,
113; Nisa : 48;
Mâide : 13, 41; Ârâf : 162
[48] Bu konuda daha
fazla bilgi edinmek istiyenler; Dinler
Tarihinden, Hıristiyanlık ve Ahd-i Cedid'den bahseden {bilhassa
<Bibliycğrafya-da kaydedilen)
kitaplara müracaat etmelidirler.
Ali Arslan Aydın, İslam
İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam), Gonca Yayınları: 432-438.
[49] Hazret-i Muhammed (s.a.v.) "ir. en son Peygamber,
Kur'ân-ı Kerîm'in de, en büyük mu'cizesi olduğu hususları, kitabımızın ikinci
cildinde,, <Hz, Mu-hammed'in Peygamberliği
ve Mu'cizeleri. bahsinde
etraflıca izah ve isbat
Sunacaktır. Bu bölümde ise, îmân esaslarından olan ilâhî kitaplar, bu ararla,
Vahiy ve Kur"an-ı Kerim hakkında kısa ve genel bileüer verilmekle
yeinilmisür
[50] Kur'ân ı Kerimin
nasıl yazıldığını, nasıl toplanıp
bir kitap haline
getirildiğini, Dini
Hükümler ve Kaynaklarından bahseden
birinci kısmın birinci bölümünde beyan ettik
[51] Hicr : 9.
[52] İsrâ : 88 (Bu
âyette bütün insanlık ve cin âlemine meydan okunmuştur)
[53] Hûd : 13
[54] Bakara : 23;
Yûnus : 38
[55] Enbiyâ : 5.
[56] Yasin : 38
[57] gûrâ : 29.
[58] Fetih: 1, Nasr
: 1.
[59] Masr : 2
[60] Rum : 1-4.
[61] Hicr : 9
[62] Bu konu, kitabımızın ikinci cildinde daha etraflı
olarak incelenecektir. Daha fazla bilgi için bakınız : M. Reşit Rıza : El-Vahyu'1-Muhammedî, Kahire 1956; Muhammed Abduh : El-îslâm ven-Nasrâniyye. Kahire 1954; M. Abdullah
Dıraz : En-Nebe'ul-Azim, Kahire
1957.
Ömer Nasuhi Bilmen
: Tefsir Tarihi, Ankara 1955
[63] Ali Arslan Aydın, İslam İnançları, (Tevhid Ve İlm-i Kelam),
Gonca Yayınları: 438-443.