Kabir Fitnesi Ve Meleklerin Soruları
Kabrin Korkunçluğu, Mümine Kolaylığı Ve Genişliği
Kabir Azabından Kurtaran Şeyler
Kabir Ziyareti, Ölülerin Ziyaretçileri Tanıması Ve Onları Görmesi
Bu konuda tekidli
hadisler varid olmuştur. Enes, Berra', Temim-i Dari, Beşir bin Kemal, Sevban,
Cabir bin Abdullah, Abdullah bin Revana, Ubadete bin Sâmit, Hüzeyfe, Dumrete bin
Habip, ibn-i Abbâs, ibn-i Ömer, ibn-i Mes'ud, Osman bin Affan, Ömer bin Hattap,
Amr bin As, Muâz bin Cebel, Ebû Ümâme, Ebû Derda, Ebû Esma ve Âişe (Radıyallahû
anhüm ecmain)'den çeşitli rivayetler gelmiştir.
Buhari ve Müslim,
Katade yoluyla Enes'den rivayet ettiklerine göre Peygamber (Sallallâhû Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Ölü kabre konulup
arkadaşları geri dönünce, arkadaşlarının ayak seslerini işitir. Ve ona iki
melek gelir, onu oturturlar.
«İçinizde olan ve
kendisine Muhammed denilenin hakkında ne diyorsun?» Mümin olan;
«Allah'ın kulu ve
Resûlu olduğuna şehâdet ederim,» der.
Ö zaman, o melekler
mümine derler: Cehenemdeki yerine bak. Allah onu senin için, Cennetten bir
menzille değiştirdi.»
Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem buyurdu ki:
«Ölü hem Cennetteki
yerini hem de Cehennemdeki yerini beraber görür».
Katade dedi ki;
Resûlullah {Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) bize kabrin yetmiş zira geniş ve
yeşilliğe dönüştüğünü söyledi.
Münafık ve kafire de
«içinizdeki Muhammed denilen şahıs hakkında ne diyorsun?» denilince «Biz onu
bilmiyoruz, insanlar onun için ne dedilerse biz de onu diyorduk» der.
Ona «bir şey
bilmeyesin ve ok um ay asın» denilir. Ve demir so al arıyla dövülür. Öyle bir
sesle bağırır ki ins ve cinden mâada her
şey o sesi işitir.
îmam, Ahmed, Ebû
Dâvud, Beyhaki, ibn-i Merdeveyh, Enes'den rivayet ettiklerine göre, Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Bu ümmet kabirde
suâle çekilir. Mümin kabre konulunca ona bir melek gelir. Neye ibadet
ediyordun» der. Allah hidayeti nasip etmişse cevaben:
«Allah'a ibadet
ediyordum,» der.
Melek: «Peygamber için
ne diyorsun?» diye sorar.
Cevaben: «O Allah'ın
kulu ve elçisidir» der. Ve artık hiç bir şeyi ondan sormazlar.
Sonra onu Cehennemdeki
menzilinin karşısına götürür. «İşte bu menzil senindi. Ancak Allah seni bundan
korudu, sana acıdı. Ona bedel Cennet'den bir yer sana verdi» der.
O zaman ölü der ki:
«Bırakın beni ehlime
dönüp onlara kurtulduğuma dair müjde vereyim.»
Melek; «dur» der.
Kâfir ise, kabre
konulunca onu azarlayan bir melek gelir. «Neye ibadet ediyordun» diye sorar.
Kâfir «bilmem» der. Daha sonra ona der ki:
«O adam (peygamber)
için ne diyorsun?» Yine «bilmem, herkesin dediklerini diyorum» der. Melek,
demir sopalarla kaf asma vurur O da ins ve cinden başka her şeyin duyacağı bir
sesle bağırır.
Deylemi, Enes
(Radıyaîlahû anh)'den merfuan rivayet ettiğine göre şöyle buyurmuştur:
Kabirde ölüye Münker
ve Nekir denilen iki melek gelir. Onu oturttu p hesaba çekerler. Mümine:
«Rabbin fchn?» denilince «Rabbîm Allah'tır» der. «Peygamberin kim?» sorusuna
da; Muhammed'dir» cevâbını verir.
«İmamın kimdir?» denilince de;
«Kur'an'dır» der.
Bunun üzerine melekler kabrini genişletirler. Eğer kâfir ise «Rabbin kimdir?
diye sorulunca; «Bilmem» der. «Peygamberin ve imamın kimdir?» diye Sorulunca;
Yine «Bilmem» der ve büyük demir sütunlarla dövülür. Kabri ateşle dolar. Kabir
ona öyle daralır ki kaburgaları birbirine girer.
Berra ve Temim (Radiyaîlahû anhüma)'ın
hadisleri «Ölünün Ba-, şmda Duran Melekler» babında geçti.
El-Bezzâr; Taberâni,
ibn-i Sekin Eyyüp bin Beşir'den, o da babasından rivayet ettiklerine göre;
Muaviye oğulları
arasında bir kalabalık vardı. Resûlullah (Sal-lallâhû Aleyhi ve Sellem)
barıştırmak için gitti. O esnada bir kabre bakarak «Bilmeyesin» dedi.
Resûlullah (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)'e ne demek istediğini sordular.
Resûlullah (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) cevaben:
«Beni ondan
sordular, «bilmiyorum» dedi.
Ebû Nuaym, Sevbân'dan
rivayet ettiğine göre, Resûlullah CSalla-Uâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Mümin ölünce dünyada
kıldığı namazı baş ucunda, verdiği sadakaları sağ tarafında, tuttuğu orucu ise
göğüs hizasında durur.»
Câ'bir (Radıyallahû
anh) 'in hadisi:
Anmed ve Taberâni
«Evsat»da ve Beyhaki ve ibn-i Ebi Dünya ibn-i Zübeyr yoluyla rivayet
ettiklerine göre;
İbn-i Zübeyr,
(Radıyallahû anh) Câbir bin Abdullah (Radıyal-lahû anh)'dan kabir sorgucuları
hakkında soru sormuş. O da demiş ki: Resûlullahtan işittim. Dedi ki:
«Bu ümmet kabirde
suale çekilecek. Mümin kabre bırakılıp yalnız kalınca, şiddetli ve tehdit edici
bir melek ona gelir. Muhammed denilen adam için ne diyorsun? diye sorar.
Cevaben
Ben onun Allah'ın kulu
ve Resûlu olduğunu biliyorum,» der.
Melek, ona,
Cehennemdeki yerine bak. Allah seni ondan korudu ve ona bedel Cennette
gördüğün şu makamı sana verdi, der.
Mümin, Cennetteki
yerini ve kurtulduğunu görünce «Bırakın beni gidip ehlime, dostlarıma müjde
vereyim» der. Ona «dur, artık gitmek yokdenilir.
Kâfir kabre konulup
yalnız kalınca, kabirde oturur, ona da o adam için ne diyorsun, denilir. Bilmem
der. İnsanların dediğini diyorum. Bunun üzerine ona bilmeyesin. Cennette şu
gördüğün yer senindi, ona layık olmadın. Ona bedel Allah Cehennemden şu gördüğün
yeri sana verdi,» denilir.
Câbir dedi ki
Resûlullah (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) den işittim şöyle diyordu:
«Kişi taşıdığı inanç
üzere haşrolunur. Mümin imanı, münafık ise, münafıklığı üzere haşrolunur.»
İbn-i Maceh, Cabir bin
Abdullah (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre Resûlullah (Sallâllâhû Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurdular:
Mümin kabre konulunca,
ona göre sanki güneş batmak üzeredir. Oturup yüzünü silerek bırakın, beni,
namazımı kılayım, der.
îbn-i Ebi Dünya ve Ebu
Nuaym, Câbir bin Abdullah (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'den şöyle buyurduğunu işitmiş:
-Âdem oğulları asıl
yaradılışlarından gafildirler. Allah (Cella Celâlühü) kişiyi halk etmeyi irade
ettiği zaman bir meleğe emreder : Rızkını, eserini, ecelini, iyi veya kötü
olduğunu yaz. Sonra o melek gider, Allah, başka bir meleği gönderir. Doğuncaya
kadar onu korur. O melek de gider iki melek daha gelir, iyilik ve kötülüklerini
yazmaya müekkel kılınırlar.
Eceli zamanında bu iki
melek de gider, ruhunu almak için ölüm meleği gelir.
Kabre konulunca ruhu
cesedine iade edilir. Bu sefer kabir melekleri gelip, hesaba çekerler. Onlar
da hesaptan sonra giderler.
Haşirde yine dünyada
iyilik ve kötülüklerini yazan iki melek kendisine gelirler. Boynuna kitabını
asarlar. Sonra biri iter, diğeri gözler. Ondan ayrılmazlar.
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;
«Önünüzde büyük bir
mesele var, ona gücünüz yetmez. Yüce Allah'dan yardım;; isteyin.»
İbn-i Ebi Asım, ibn-i
Merdeveyh, Beyhaki, Ebu Süfyan tarikiyle Cabir'den rivayet ettiklerine göre,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Selîem)
şöyle buyurdular :
«Mümin kabre konulunca
ona azarlayıcı iki melek gelir. Uykudan yeni kalkanın ürktüğü gibi ölü öyle
ürker. Ve ölüden Rabbin kim? Dinin nedir? diye sorarlar. O da R&bbinı
Allah, dinim İslamdır, Muhammed Peygamb erimdir, der. Doğru söyledin diye bir
ses gelir. Cennetten ona sergiler serin ve elbise giydirin, denilir.
Ölü o zaman meleklere
der: Bırakın beni kurtulduğuma dair dost ve akrabalarıma müjde vereyim.
Melekler ona «dur» derler.
Hüzeyfe'nin hadisi
«Ölü Kendisini Yıkayanı Bilir» babında geçti. Dumrate'nin Hadisi:
Ebû Nuaym, Dümrete
'bin Habib'den rivayet edip dedi ki:
«Kabirde Enker, Nahûr
ve Rumem denilen üç melek ölüleri imtihan ederler.»
Ibn-i Lal ve ibn-i
Cevzi, «Mevzuatta» Dumrate bin Habip'ten, Mar-fuan rivayet ettiklerine göre;
Kabir sorgucuları
dörttür. Münker, Nekir, Nakur ve onların efendisi Ruman...
İbn-i Cevzi dedi ki,
bu hadisin aslı yoktur. Dumrate ise tabüle-rindendir. Rivayetin senedini onda
kesip, Resûlullaha CSallallâhû Aleyhi ve Sellem)'e isnad etmemek daha doğrudur.
Şeyhül-İslam ibn-i
Hacer'den ölüye Ruman isminde bir melek gelip soru sorar mı diye sorulmuş; O,
«orta kuvvetli bir senedle rivayet vardır, demiştir.
Ubâde bin Samit'in
hadisi:
îbn-i Ebi Dünya,
Teheccüd konusunda ve ibn-i Dirs Kur'an faziletlerinde ve Hamid bin Zenceveyhi
amellerin faziletlerinde Ubade
bin Sâmit'den rivayet
ettiklerine göre şöyle demiştir:
Sizden biri gece
namazına kalkar olursa sesli okusun. Zira şeytan ve fasık cinler sesli
okumadan kaçarlar.
Hem de melek ve
evdekiler o sesli okuyuşu işitirler. Onun namazıyla namaz kılarlar.
İbâdetle geçen o gece
arkada gelen geceye o kişiyi tavsiye eder. Bu adamı saatmda uyandır, ona hafif
ol, der.
O adama ölüm gelince
de okuduğu Kur'an-ı Kerim yıkanması esnasmda onun baş ucunda bekler.
Yıkanması bitince
Kur'an kefen ve göğsü araşma girer. Kabre konulunca münker ve Nekir gelir.
Kur'an onunldi M me-lekler arasına girer. Melekler, Kur'an'a bırak bizi bu
adamgjflft soru soralım.
Kur'an ise, hayır
Vallahi bunu Cennete kadar yalnız bflfHkma-yacağım. Kur'an ölüye beni tanır
mısın? O:
Hayır der. i Kur'an:
Ben o Kur'anım ki seni
gece uykusuz bırakır. Gündüz susuz. Şehvetten men eder. Benden başka bir şey
görmez ve işitmezdin, beni dostlar arasında en doğru dost ve kardeşler içinde
en sadık kardeş bulacaksm. Sana müjdeler olsun, Münker ve Nekir'den sonra sana
endişe verecek bir şey yoktur, deyince o melekler giderler. Kur'an ise
Allah'ın huzuruna'
yükselip, o ölü için Allah'dan döşek, yorgan ve nurdan bir kandil ve Cennet
yaseminlerinden bir yasemin çiçeğini ister. Allah da kabul eder. Bunları sema
meleklerinden bin melek taşırlar. Bunlardan önce yine Kur'an o ölüye varır, ona
benden sonar sıkıldın mı? Bu şeyleri Allah*dan istemekten başka bir şey için
durmadım. İsteyip sana getirdim, der.
Melekler kabirde ona
yatak serer. Yasemin çiçeğini ayak ucuna bırakırlar. Önce sağ taraf üzerine
uzatırlar, daha sonra sırtüstü yatırırlar ve melekler semaya gidinceye kadar
onlara bakarak, gözüyle onları takip eder.
Sonra Kur'an, kıble
cihetinde onun kabrini Allah'ın istediği kadar genişletir. Ebû Muaviye'nin
kitabında şöyle yazılmıştır:
Dörtyüzsenelik bir
mesafe kadar kabri genişletilir. Önünden yasemini alıp Sura üfürülünceye kadar
onu koklatır. Hergün bir veya, iki sefer ailesine gelir, onların hayır ve
akıbeti İçin dua eder. Çocuklarından biri Kur'an okumuşsa ona müjde verir.
Eğer kötü bir çocuğu varsa, kıyamete kadar ona ağlar.
Hafız Ebu Musa el-Medini
dedi ki, bu güzel CHasen) bir rivayettir, îmam Ahmed, Ebu Hayseme ve onların
muasırları, ubade bin Samite varan bir senedle Abdurrahman el-Makarri den rivayet etmişlerdir. Ukayli bunu zaif
hadisler arasında, ibn-i Cevzi mevzu hadisler arasında saymışlar ve sahih
değildir, demişler.
Beyhaki, «Kabir Azabı»
kitabında ibn-i Abbas'dan rivayet ettiğine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellemî Hz. Ömere hitaben şöyle dedi:
Toprağa varacağında
durumun ne olacak ey Ömer! Üç zira, bi karış uzunluğunda bir zira bir karış
genişliğinde sana bir çukur kazılıp, saçları yerde çekilen, sesleri bulut
gürültüsüne benzeyen, gözleri şimşek gibi ve dişleriyle yeri kazan, siyah
Münker ve Nekjr gelirlerse, seni oturtup, sükseler hâlin ne olacak!
Hz. Ömer' (Radıyallahû
anh) : Yâ Resûlallah. O gün dünyada üzerinde olduğum inanç üzere
olmayacakimyım? diye sordu. Resûlullah, evet deyince Hz. Ömer Allah'ın izniyle
a günün üstesinden gelirim, dedi.
Beyhaki, hasen bir
senedle ibn-i Abbas (Radıyallahû anhüma)'-dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Ölü kabirde geri
dönenlerin ayak seslerini işitir, sonra oturur, ona: i «Rabbin kimdir?» denilince,
Rabbim Allah'dır der.
Dinin nedir? sorulur. O
İslamdır, der.
«Peygamberin kimdir?» O
Peygamberim
Muhammed'dir. Onun hakkında bilgin nedir? io-rarlar;
Cevaben onu tanıdım,
ona iman ettim ve getirdiği şeylerde onu tasdik ettim, deyince gözünün kestiği
kadar kabir ona genişlenir. Ruhu müminlerin ruhlarıyla beraber olur.
Taberâni «Evsât»da,
sahih bir senedle ibn-i Abbas'dan rivayet ettiğine göre, kabre gelen iki
meleğin ismi Münker ve Nekİr'dir.
îbni Ebi Hatem ve
Beyhakî ibni Abbas'dan rivayet ettiklerine göre;
Mümin sekerâta düşünce
melekler ona selâm vererek hazır olurlar, ve Cennetle müjdelerler. Ölünce
cenazesiyle beraber yürürler. İnsanlarla beraber cenaze namazını kılarlar. Ölü
defn edilince kabirde oturur, ona «Rabbin kim?» denilir. O «Rabbim Allah'dır»
der. «Resulün kim?» denilir. O Resulüm Muhammeddir, der. Ona «şeha-detin nedir?»
denilir. O, Şehadetimdir, der.
İşte Kur'an'da kavl-i
sabit (kuvvetli kelam) denilen budur:
«Allah kavl-i sabit ile ehl-i imanın ayağını kaydırmaktan alıkoyuyor»
Sonra kabir ona
genişlenir.
Kâfir ise ona melekler
gelirler. Ölümü anında arkasına yüzü-
ne vururlar. Kabirde
oturtulur ve ona «Rabbin kimdir?» denilir. O hiç cevap vermez. «Peygamberin,
kimdir?» sorulunca yine hiç bir şey cevap vermez. İşte Kur'an'da buyurulan
«Zalimleri delalete götürür, yollarını saptırır» [1]
mealindeki âyet-i kerimenin mânâsı budur.
Cüveybir «Tefsirimde,
Dahhak'dan, o da ibn-i Abbas'tan (Radı-yallahû anhüma) rivayet ettiklerine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleylıi ve Seîlem) Ensardan birinin cenazesinde hazır bulundu. Kabre varınca,
kabir tamam olmamıştı. Resûlullah oturunca ashab da sessiz olarak oturdular.
Sanki başlarında kuş vardı.
Resûlullah
(Sallalîâ^ıû Aleyhi ve Sellem) gözünü yere dikti. Elindeki değnekle yeri
deşiyordu. Sonra semaya göz gezdirdi. Ve üç kere kabrin azabından Allah'a
sığınırım dedi, sonra da şöyle buyurdular.
Mümin kul âhirete
yönelip dünyayı geride bırakınca ona ölüm gelir. Onun baş ucunda oturur.
Cennetten yanlarında hediyeler, koku ve elbiseler olan melekler de gelir.
Göreceği bir şekilde
iki saf kurarlar. Önce ölüm meleği, sonra öbür melekler ona müjde verirler ve
su, testisinden akarcasına ruhunu çekerler. O, meleklerin müjdelediklerinden
aldığı sevinçle ruhunu kolaylıkla teslim eder. Sonra melekler ruhunu alır. Ve
hiç bir melek ona getirilen kokuyu sürmeden ve zinetleri giydirmeden ayrılmaz.
Koku sürmesinden sonra onun kokusuyla feza aniden dopdolu olur.
Gökteki melekler,
nedir bu koku? diye sorarlar. Bu filanın ruhunun kokusudur, derler. Ve ona
rahmetle dua ederler. Sonra, onu semâya götürürler, ve semâ kapıları ona öyle
açılır ki her kapı ona adeta âşıktır.
Her semânın ehli ona
merhaba derler, «Ey Rabbinin öğütlerini kabul eden ruh, sana merhabalar olsun»
denilir.
Sidretü'l-Müntehaya
vardırılınca, melekler Yâ Rab. Ruhunu aldık, derler. Allah, onu yere götürün.
«Zira ben onları
topraktan yarattım. Tekrar toprağa iade ederim ve bir daha onları oradan
çıkartacağım.» [2] der.
O vakit ölü geıi
dönenlerin ayak ve el seslerini işitir. Ve kabirde iki rahmet bir de azap
meleği gelir. Bakar ki amelleri onu sarmışlar : Namaz ayakları yanında, Oruç başı
yanında, zekat sağında, sadaka solunda, hayır ve iyi ahlâkı göğüsü hizasında
durmuşlar.
Azap meleği hangi
cihette ona varmak istese salih ameli engel olur.
Elinde demirden, ağır
bir sopa ile ölüye şöyle der:
«Eğer namazın, orucun,
zekâtın ve sadakaların seni ihata edip muhafaza etmeseydi. Sana öyle bir darbe
vuracaktım ki kabrin ateşle dolardı.» Sonra azap meleği gider, onu rahmet
meleklerine bırakır. Rahmet melekleri biri öbürüne der ki:
«AUah'm bu velisine
şefkat et, zira o büyük bir zorluk içinden geliyor. Ve ona der ki! . Rabbin
kimdir? O, Allah'dır der. Dinin nedir? O, İslamdır, der. Peygamberin kimdir?
O, Muhammeddir der.
Ona sana bunu bildiren
ne idi? derler. O ise, -ben Allah'ın kitabını okudum. İman edip, tasdik ettim,
der. !
Bu şiddetli imtihandan
sonra semadan bir ses gelir. Kulum doğru söyledi, ona Cennet sergilerini
serin, Cennet elbiselerini giydirin temiz kokusunu sürün ve kabrini genişletin.
Baş ucunda Cennete bir kapı açın.
Sonra rahmet melekleri
ölüye, «kabir azabını tatmadan; hareminde
zifafa giren çiftlerin uykuları gibi uykuya dal» derler. Ölü, durmadan «Yâ Rabb kıyameti kopar, ehlimle görüşeyim. ıCennetteki nasibime
kavuşayım» der. O, kıyamette yüzü ak olarak haşre kalkar.
Ibn-i Ömer
(Radıyallahû anh) 'in hadisi:
Beyhaki, Zühd'de ve
ibn-i Asâkir kesik bir senedle ibn-i Ömer
(Rachyallahû anhüma)'dan rivayet ettiklerine, göre;
İbn-i Ömer, bir adama
ey kardeş bilmiyor musun, önünde ölüm var. Bilmezsin, Sabah mı akşam mı? Dikkat
et! Önünde kabir şiddeti ve arkasında Münker ve Nekirin gelişi var, sonra da
kıyamet kopar. Ve bâtıl işleyenler hüsrana uğrarlar.
Deylemî, Firaevs
Müsned'inde ibni Ömer (Radıyallahû anh)'den rivayet ettiğine göre, Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Ağzınızdan:
Allah Rabbimiz, İslam
dinimiz, Muhammed (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) nebimizdir. Sözlerini
ayırmayınız. Zira kabirde bunlar dan sorulacaksınız,
İbn-i Ömer'in hadisi;
Ahmed, Taberani ibn-i
Ady sahih bir sened ile ve ibn-i Ebi Dünya ve Acûri, ibn-i Ömer (Radıyallahû
anh)'den rivayet ettiklerine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) kabirde soru soran meleklerden bahsederken Hz. Ömer
(Radıyallahû anh) Yâ Resûlullah o zaman aklımız bize iade edilecek mi? dedi.
Resûlullah da, evet dünyadaki halinize dönersiniz, dedi.
Hz. Ömer (Radıyallahû
anh) : Öyle ise ağzında taş mı olur? (Yani öyle ise îıeden cevap vermesin.)
dedi.
tbn-i Mesûd (Radıyallahû anh) 'm hadisi:
Taberani -el-Kebir'de-
sahih bir sened ile ve Beyhakî, Azah-ül Kabir kitabında, ibn-i Mesûd
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Mümin öldüğü zaman,
kabrinde oturtulur. Ona:
Rabbin kimdir? Dinin
nedir, Peygamberin kimdir? diye sorulur.
O, Rabbim Allah'dır.
Dinim İslam'dır. Peygamberim de Muham-med'dir, der. Kabri ona genişlenir. İçi
ferah olur.
îbn-i Mes'ud
(Radıyallahû anh) bunu dedi, sonra şu âyeti okudu !
«Allah kuvvetli söz
ile (kelime-i şehadetle) dünyada da ahirette de ehl-i imanın ayaklarını
kaydırmaktan alıkor.»[3]
Kâfir ise, kabrine
sokulduğu zaman, oturtulur. Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?
sorulur. O bilmem, der. Kabri ona daralır. Azap içinde kalır.
Sonra ibn-i Mes'ud
(Radıyallahû anh) şu âyeti okudu:
«Kim ki, Benim
zikrimden yüz çevirirse onun için dar bir geçim vardır. Ve onu kıyamet gününde
kör olarak haşr ederiz» [4]
H îbn-i Ebi Şeybe ve
Beyhaki ibn-i Mesud'dan rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:
Sizden biri, ölünce
kabirde oturur, ona, sen necisin, denilir. Mümin ise ben hayatta da ölümde de
Allah'ın kuluyum.»
Eşhede ella ilahe
illallah ve eşhedu enne Muhammederresulul-lah» der. Kabri genişlenir.
Cennetteki yeri ona görünür, Cennet elbiseleri kendisine giydirilir.
Kâfir ise, ona necisin
denilince, bilmem, der. Ona, bilmeyesin denilir. Kabri daralarak kaburgaları
birbirine girer. Kabrin duvarlarından yılanlar, ona hücum ederek onu kemirmeye
başlarlar. Bağırınca da demir sopalarla dövülür ve ona Cehennem kapıları
açılır.
Acuri, eş-Şeria'da
ibn-i Mes'ud (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: ,
Kul vefat edeceği
zaman Allah bazı melekler gönderir. Ruhunu kefenler, içinde kabzederler.
Kabrine konulduğu vakit, Allah, iki melek gönderir. Onu kovalarlar. Ona Rabbin
kimdir? derler. Q, Rabbim Allah'dır, der. Onlar, dinin nedir, derler, O
İslâmdir, der. Onlar, Peygamberin kimdir, derler; O Muhammed'dir der. Onlar,
doğru söyledin hayatında da öyle idin, derler. Ona Cennet sergileri ve elbiselerini
getirin, ona Cennetteki yerini gösterin, denilir.
Kâfir ise; öyle bir
darbe yer ki, kabri ondan ateşle dolar. Ve öyle daralır ki, kaburgaları
birbirini kırar. Deve boynu gibi yılanlar ona gönderilir.!
El-Hallal kendi
kitabında ibn-i Mesûd (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre; :
Müminin ölümü
yaklaşınca, ona ölüm meleği gelir ve ey temiz ruh, temiz bedenden çık, der. Ruh
çıkınca melek onu kırmızı bir beze sarar. Yıkanıp, kefenlenip, kabre doğru yola
koyulunca ruhu cesedi üzerinde onu takip eder.
Kabre konulunca da
oturtulup, ruhu kendisine iade edilir ve Rabbin kim, dinin nedir, peygamberin
kimdir, soruları sorulur. Doğru cevap verince kabri genişletilir. Ruhu âla-yı
illiyine yükselir.»
Sonra ibn-i Mesud şu
âyet-i kerimeyi okudu:
İyilerin kitabı
(yazgısı) illiyindedir. Bilir misin, illiyin nedir, yazılmış bir kitaptır. Onu
makerrep melekler müşahede eder.[5]
Dedi ki: «O kitap
yedinci göktedir. Kafir hakkında ki sözü de rivayet edip şu âyeti okudu:
«Evet facirlerin
kitabı, siccindedir. Bilir misin siccin nedir. O yazılı bir kitaptır. [6] Dedi
ki: Siccin, yerin yedinci alt tabakasıdır.
Hz. Osmaifm hadisi:
Ebû Davud, Hakim,
Beyhaki, Hz. Osman (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) defin edilmek üzere
olan bir cenazenin kabri yanından geçerken şöyle buyurdu:
«Şu kardeşiniz için
istiğfarda bulunun. Cevapda sebat bulması için dua edin. Zira O şimdi sorguya
çekilmektedir.»
Hz. Ömer'in
(Radıyallahû anh) hadisi:
|Ebu Dâvud, Hakim,
Beyhaki Hz. Ömer (Radıyallahû anh)'(Ja(n
rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) bana şöyle buyurdu
Ey Ömer, dört zira1
uzunluğunda iki zira' eninde bir çukura dü-ştip, Münker ve Nekiri göreceğin
zaman, durumun ne olacaktır? Ben ey Allah'ın Resûlu Münker ve Nekir nedir,
dedim.
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) onlar imtihan melekleridirler. Dişleri, saçları ve sesleri
çok şiddetli olup, yanlarında, bir cemâatin yerde kaldırmayacağı bir sopa
(kamçı) vardır. Onlara göre bir baston gibidir. Seni imtihan ederler. Bilmeyip
karıştırırsan onunla seni kül edercesine döverler. Ben ey Allah'ın Resûlu o
zaman yine böyle miyim. Resûlullah, evet deyince. Ben üstesinden gelirim,
dedim.
Ebû Nuaym, ibn-i Ebi
Dünya, Acuri, Beyhakı, Ata bin Yesâr'den rivayet ettiklerine göre Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Hz. Ömer'e (Radıyallahû anh) şöyle buyurdu:
«Ey Ömer, ölüp üç
zira' bir karış uzunluğunda, bir zira bir karış eninde olan bir çukura
defnedilmek üzere, yıkanıp, kefenlenip, üstün toprakla örtülerek, sesleri bulut
gürültüsü, gözleri şimşek gibi olan Münker ve Nekirin sorularına maruz
kaldığın, sağa sola seni silkeleyip korkutacakları zaman hâlin ne olacaktır?»
Hz. Ömer (Radıyallahû
anh) Ey Allah'ın Resûlu! O zaman aklım benimle beraber mi olacak? diye sordu.
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) «Evet» deyince Hz. Ömer (Radıyallahû
anh) «Üstesinden gelirim inşaallah» dedi.
Amr bin As'ın. hadisi:
Müslim, Amr bin As
(Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Benî defin
edeceğinizde, üstüme toprağı şefkatla dökün. Bir deve yavrusunu kesmek, soymak
ve etini parçalamak kadar bir vakit yanımda kalın ki sizinle ünsiyet edeyim ve
Rabbimin elçilerine nasıl cevap vereceğim diye bakayım. Muâz'ın hadisi:
El-Bezzâr, Muâz bin
Cebel (Radıyallahû anh)'den rivayet ettiğine göre Resûlullah (Sallalîâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«İçinde Kur'an okunan
evin üstünde Nurdan bir çadır vardır. Denizin içinde ve kırda kılavuz olarak
tâkib edilen parlak yıldızlar gibi gök ehli de o nuru takib edip ona uyarlar.
Kur'an sahibi ölünce o
nur çadırı o evin üstünden kaldırılır. Semâdaki melekler bakarlar, fakat o nur
çadırını görmezler. ,
Melekler onu semadan
semaya karşılar ve ruhunun üzerinde namaz kılarlar. Sonra kıyamete dek ona
istiğfar ederler.
Kur'ân-ı öğrenen her
şahıs, gece bir an kalkıp namaz kılsa, o gece, ertesi geceye, namaza kalkması
ve ona hafif gelmesi için mutlaka vasiyet eder. Ölünce de ehli techiziyle
meşgulken, Kur'an güzel bir surette onun baş ucunda durur, kefenlerken de göğsü
ve kefeni arasına yerleşir. Kabre bırakılınca da ona Münker ve Nekir gelir. O
zaman yine Kur'an araya girmek üzere gelir. Onlar Kur'an'a bırak bizi bunu
muhasebe edelim. Kur'an ise Kabe'nin Rabbi ile yemin ederim. O benim arkadaşım
ve dostumdur, onu yalnız bırakmayacağım. Yapacağınız bir şey varsa yapın. Amma
ben burdan ayrılmayacağım. Onu Cennete bırakıncaya kadar.
Sonra, Kur'an
okuyucusuna dönerek:
«Ben çok sevdiğin,
sesli ve gizli okuduğun Kur'an'ım. Ben dostunum ve ben kime dostsam Allah da
ona dost olur. Münker ve Nekir sualinde sana artık bir endişe olmasın- der.
Sonra, melekler giderler. Kur'an ve arkadaşı kabirde başbaşa kalır. Dünyada
gece uykusuz kalıp, gündüzleyin meşakkate katlanıp bana saygı gösterdiğin
gibi, sana güzel bir yatak ve elbise hazırlayacağım der ve kısa bir zamanda
semaya yükselerek Allah'tan mezkur şeyleri ister. Al-lah'da icabet edip verir.
Kur'an onları alarak altıncı gökten bin melekle sahibine ulaşır. Ve bir kaç
dakika içinde geçen zaman için dahi halini sorar, tesellide bulunur. Kabri genişlenir.
Ve onları sahibine amade eder. Ona kalk der. Melekler onu yumuşaklıkla
kaldırırlar. Kabri dörtyüz senelik mesafe kadar genişlenir. Sonra melekUr onun
için güzel döşenmiş yeşil ipekten döşekleri, altma sererler. İpek kumaş
başucuna ve ayak ucuna serilir ve o zinet eşyasıyla beraber, kabrinde kıyamete
dek bir nur lambası yakılır.
Kur'an haşre dek her
gün arkadaşının evine uğrar. Hâl ve durumlarını öğrenip ona bildirir. Ana
çocuğuna sahip çıktığı gibi ona sahip çıkar. Çocuklarından biri Kur'an'ı öğrenmeye
başlasa sahibine (arkadaşına) müjde verir.
Kötü bîr nesli varsa,
ıslah olmaları için Kur'an duada bulunur.
Bu hadis gariptir.
Senedinde meçhüllük ve kesiklik vardır.
îbn-ül-Mübarek
Zühd»deibn-i Ebi Şeyfce ve Acûri «Şe-ıjiat»da ve Beyhhaki Ebu Derda
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre;
«Bîr adam,»
ibnül-Mübarek'e, bana fayda verecek bir hayrı öğret» dedi. O'da, ona cevaben,
eğer başka bir şey istemiyorsan işte dinle! dedi.
Daracık yere düşüp
senden ayrılmayı istemeyen dostların oraya seni bırakıp, toprakla üstünü
örterlerken, sana iki melek gelecek. Onlar, heybetli olup Münker ve Nekir
denilen meleklerdir. Rab-bin, dinin ve peygamberin kimdir, diye seni muhasebeye
tâbi tutacaklar. İşte o vakit cevâbını verirsen, kurtulursun ve doğru yolu bulmuş
olursun. Sen, bu zorluk ve korku ile beraber, ancak Allah'tan verilen bir
güçle buna muktedir olabilirsin.
Eğer bilmezsen,
Allah'a yemin ederim ki helak oldun demektir ve büyük zarara girmiş sayılırsın.
Ebû Said (Radıyallahû
anh)in hadisi;
Ahmed ve Bezzâr sahih
bir senedle Ebû Saîd el-Hudri (Radıyallahû anh)'den rivayet ettiklerine göre,
şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellenı) ile beraber bir cenazede hazır bulundum. Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) orar dakilere hitaben şöyle buyurdu:
Ey insanlar. Muhakkak
ümmetim kabirde sorguya çekilecektir.
Mümin defn edilip,
arkadaşlar onu yalnız bıraktıklarında ona elinde bir kamçı ile bir melek gelir.
Kabirde onu oturtur. Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) için ne diyorsun,
onu nasıl biliyorsun, diye sorar.
Mümin ise Allah'dan
başka bir ilâhın bulunmadığına ve Mu-hammed'in onun elçisi olduğuna şehâdet
ediyorum, der. Melek ona, doğru söyledin, der ve ona Cehenneme bir kapı açar,
orada bir yer ona gösterir. Eğer iman etmeseydin bu senin yerin olacaktı. İman
ettiğin için ona bedel işte sana cennette şu gördüğün menzil verilmiştir, der.
Cennetteki yerini
gördüğünde, oraya gitmeyi arzular, fakat ona şimdi dur, denilir ve kabri çokça
genişletilir.
Eğer kâfir ise veya
münafık ise, ona «peygamber için ne diyorsun» sorulunca o bilmem, yalnız onun
için insanlar bir şeyler diyor-dular. Ona bilmeyesin denilir. Sonra Cennetten
ona bir makam gösterilir. Ve eğer iman etseydin o makam senin olacaktı. Şimdi
ona bedel Cehennemde şu gördüğün yer sana verilmiştir, denilir. Kabri çokça
daraltılır. Ve demir kamçüarıyla vurulur. Öyle ki ins ve cinden başka her şeyin
işiteceği bir sesle bağırır.
Oradaki insanlardan
bir kısmı, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'den sordular:
Ey Allah'ın Resulü,
elinde demir kamçıyı gören herkes kork-
maya başlar,
dolayısıyla cevaba güzelce muktedir olamaz, dediler. Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
— Allah o
zaman müminlere cesaret verir. Cevaba muktedir olurlar, diye buyurdu.
Rafi' (Radıyallahû
anh) 'in hadisi:
Ebû Rafi'den Taberani
ve Ebû Nuaymin rivayet ettiklerine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) bir kabrin başından geçlerken üç sefer «yazık» dedi. Ben:
—Ne oldu yâ
Resûlullah, bende mi bir şey gördün? dedim. Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
— Hayır, şu kabir var ya... Ben sahibinden
soruldum, benden şüphe ettiği için kurtulamadı, diye buyurdu.
Yine Bezzar, Taberani
ve Beyhaki Ebû Râfi'den rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:
Bak el-Garkad denilen yerde Resûlullah ile
beraberdim. Ben Resûlullah'm
ardında yürüyordum. Yüzümü çevirdim.
Resûlullah
Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) şöyle dedi:
— Hayır bilmeyesin, doğruyu bulamayasın! Ben:
— Ey Allah'ın Resûlu ne yaptım, dedim.
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)
:
— Seni kastetmiyorum, dedi. Fakat şu
kabirdekinden beni sorular. Beni tanımadığını söyledi. Onun için öldüğü günden
beri kabil ilk defin olduğu halde su ile ıslaktır, buyurdu.
Ebû Katâde'nin hadisi:
îbn-i Ebi Hâtem, Ebû
Katâde (Radıyallahû anh)'den rivayet etâğine göre şöyle demiştir :
«Mümin ölünce kabrinde
oturtulur. Ona Rabbin kim? denilir. O ise:
Rabbim Allah'dır, der.
Peygamberin kimdir?
denilince!
Cevaben: Muhammed
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'dir der. Üç kere böyle sorulur. Sonra Cehennemden
ona bir kapı açılır, işte iman etmeseydin orası senin olacaktı, denilir.
Sonra kendisine
Cennetten bir makam gösterilir, burası senindir. Zira cevaba muktedir oldun,
denilir.
Kâfir ise, kabirde
oturtulur. Rabbin, peygamberin kimdir, sorulur. O, bilmem der, ona bilmeyesin
denilir. O, insanların bir şeyler söylediklerini işitirdim, der. Ona önce
Cennetten bir makam gösterilir, sonra Cehennemdeki yeri gösterilir, orası
senindir. Zira cevap veremedin, denilir.
İşte «Allah Kavl-i
sabit (lâ ilahe illallah) ile dünyada da ahi-rette de ehli imana sebat verir»
mealindeki âyet-i kerimenin mânâsı budur.
Ebû Hüreyre
(Radıyallahû anh) 'in hadisi:
Tirmizi, Hasen gördüğü
bir rivayetle ve ibn-i Ebi Dünya ve Acûri ve ibn-i Ebu Asım ve Beyhaki, Ebû
Hüreyre'den rivayet ettiklerine göre;
Resûîullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Ölü kabre konunca
siyah ve mavi iki melek gelirler. Birine Mün-ker, diğerine Nekir denilir, ona o
adam için ne diyordun? diye sorarlar. O ise şehâdetini getirerek cevap verir.
Onun için kabrini genişletir, aydınlatırlar. O bu durumunu ehline haber vermek
için onlardan izin ister. Ona «hayır gelin uykusu gibi uykuya dal, denilir. O
da dirilinceye kadar öyle yatar.
Eğer o ölü münafık
ise, şöyle der:
insanların o zât
hakkında bazı şeyler söylediklerini işittim. Ben de onlar gibi diyordum. Başka
bir şey bilmiyorum. O iki melek de, biz senin öyle dediğini biliyorduk derler.
Bunun üzerine onu sıkmak için yere emir verilir. Kaburgaları birbirinden
geçecek şekilde yer onu sıkar. Ve Kıyamet gününde Allah onu kaldırmcaya kadar
öylece azap içinde kain Taberani «Evsat»da ve Merdeveyh, Ebû Hüreyre
(Radıyallahû anh) 'den rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:
Resûîullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) ile beraber bir cenaze ihtifalinde bulunduk. Defni bitip
insanlar dağılınca, şöyle buyurdu s
— Şimdi onların ayak
seslerini işitir. Ona Münker ve Nekir geldiler. Gözleri bakır kazanları gibi,
dişleri öküz boynuzuna benzer. Gök gürültüsü gibi sese sahiptirler. Onu
oturturlar. Ona neye ibadet ettiğini, peygamberinin kim olduğunu sorarlar.
Eğer Allah'a ibadet edenlerden ise; ben Allah'a ibadet ederdim. Peygamberim
ise Muhammed (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'dir. Bize mucizeler gösterdi. Biz
de ona inandık ve ona uyduk, der.
İşte «Allah iman
edenleri kavli sabit ile dünyada da âhirette de korur» mealindeki âyetin mânası
böyle gerçekleşmiş olur.
Ona denilir ki, imanla
dünyaya geldin. Ve imanla öldün. Ve iman üzere dirileceksin. Sonra kabrinden
ona Cennete bir kapı açılır.
Eğer şüphede ise,
bilmem der, yalnız insanların söylediklerini söylerdim, der. Ona, şüphe ile
geldin ve şüphe üzere öldün ve şüphe üzere dirilesin, denilir. Sonra ona
cehnneme bir kapı açılır. Üstüne öyle akrep ve yılanlar musallat olur ki, şayet
birisi dünyaya tifürse, dünyada hiç bir şey bitmez. Ve onu sıkmak için yere
emir verilir. Onu öyle sıkıştırır ki, kaburgaları birbirinden geçer.
Hennâd, «Zühd»de ibn-i
Ebi Şeybe, ibn-i Cerir, ibn-i Münzir, ibn-i Hibban, Taberani, ibn-i Merdüveyh,
Hakim, Beyhaki, Ebu Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre,
Resûîullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Allah'a yemin ederim
ki, ölü kabre konulunca dönen teşyicî-lerin ayak seslerini işitir. Mümin ise,
namazı baş ucunda, zekâtı sağında, orucu sol tarafında ve iyilikleri ise
ayakları yanında durur.
Sorgu meleği baş ucuna
gelmek ister. Namazı, hayır benden geçit yoktur. Sağında zekât, solunda orucu,
ayak ucunda iyilikleri bizden de geçit yok, derler.
O vakit melek ona
otur, der. O da oturur. O an ölüye göre güneş batmak üzeredir. Ona senden
soracaklarımıza cevap ver, denilir. O ise meleğe, bırak beni, akşam namazını
kılayım da ondan sonra benden sor, der.
Melek ona, şimdi
kılarsın, sorduklarımıza cevap ver. Ölü neyi soruyorsunuz, der.
Melek, ona, sen
içinizdeki adama ne dersin. Ölü, «Ben onun Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet
ederim, getirdiği âyetleri tasdik ettik ve ona uyduk» der.
Melek ona, Evet, doğru
söyledin. Bu iman üzere geldin ve iman üzere gideceksin ve o şekilde de
haşrolacaksın. Bundan sonra gözü kestiği kadar kabri genişlenir.
İşte bu ölüde Allah'ın
şu sözü tahakkuk eder:
«Allah, dünyada da
Ahirette de ehl-i imana Kavl-i sabit ile kuvvet verir.»[7]
Sonra, ona Cehennemden
bir kapı açılıp, bir mekân gösterilir ve eğer iman etmeseydim bu gördüğün senin
olacaktı, denilir. O zaman ölünün neşesi daha da artar.
Bunun ardında
Cennet'den bir yer ona gösterilir. îşte bu Allah'ın sana hazırladığı bir
yerdir» denilir ve o, daha da sevinir.
Cesedi toprağa
dönüşür. Ruhu da Cennette ağaç üstünde duran yeşil bir kuşun içine girer, orda
gezer.
Kâfir ise, etrafında
koruyucusu olmaksızın melek kendisine varır. Korkulu bir şekilde oturtur.
ResûluUah'ı ondan sorarken, ismini bilmpz. Ona bilmeyesin, denilir. Böyle
yaşadın ye böyle haşr olacaksın, denilir. Kabir ona daralır. Kaburgaları
birbirine girer. İşte Allah'ın şu sözü bunda böyle gerçekleşir.
Kim ki benim zikrimden
yüz çevirirse ona dar bir hayat vardır. Ve kıyamet gününde kör olarak
haşredilecektir.» [8]
Ona önce Cennetten bir
makam gösterilir. Ve eğer iman etsey-din bu senin olacaktı, denilir. Ve
cehennemden Allah'ın ona hazırladığı yeri gösterirler M hayret ve feryadı daha
da artar. Ebû Ömer ed-Darir dedi ki: Hammad bin Selemeye dedim :
Yukarda bahsedilen
kişi ehli Kıbleden mi? O evet dedi. Ebu Ömer dedi ki;
O insan şehadet
getiriyordu. Fakat inanmadan, insanlardan İşittiği gibi söylüyordu. İman onda
bir bilgi olarak kalbine yerleşmemişti.
Taberani «Evsat»da
Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre:
Kabirde melek ölüye,
baş ucundan gelmek istediğinde, Kur'an okuyuşu, ayaklan yanından gelmek
istediğinde, sadakaları, sağ ve solundan gelmesinde ise, camiye gitmesi o
meleğe engel olur.
Sabır kenarda durup,
şöyle der: Eğer bir açık kapı bulsaydım ona da ben bakardım.
îbn-i Ebi Dünya, Ebû
Hüreyre (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Meyyit kabre konulduğu
zaman iyi amelleri ona gelir. Etrafını tutarlar. Azap ona başucundan gelse,
Kur'an kıraati, karşısına çıkar. Ayakları tarafından gelse, namaza kıyamı
karşısına çıkar. Elleri tarafından gelse,
Vallahi biz ancak,
sadaka ve dua için uzanırdık. Sana (ey azap) yol veremeyiz, derler. Azap ağzı
tarafından gelmek istediğini zaman, zikir ve oruç ona karşı gelirler.
Ravi dedi ki; namaz
dahi karşı gelir.
Sabır kenarda durur.
Eğer açık bir gedik bulsaydım, ona da ben karşı gelirdim.
Böylelikle, onun salih
amelleri, kişinin akrabası kendisini savunduğu gibi, onu savunurlar.
Bunun üzerine ona,
uyu! Cenab-ı Hak senin bu yatağını mübarek kılsın.
Ne iyi dostların var.
Ve ne iyi arkadaşların vardır! denilir.
îbn-i Ebi Dünya ve
ibn-i Mende, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh) '-dan rivayet ettiklerine göre,
şöyle demiştir:
Mümin sekerâta girdiği
ve ruhu cesedinden çıktığı vakit, melekler şöyle der: Güzel ruh, güzel bir
cesetden çıkmıştır.
Evinden kabrine
götürüldüğü vakit, ister ki, onu çabuk götür-sünler. Kabrine bırakıldığı zaman
biri gelir, başından tutmak ister. Onun secdesi onunla o gelen arasına girer.
Karnından tutmak ister. Oruç araya girer. Elini tutmak isteyince sadaka araya
girer. Ayağından tutmak isteyince namaza kıyamı ve ayaklarıyla camiye yürümesi
araya girer.
Bundan sonra, Mümin
daha asla korkmaz. Korkutmak için hangi yaratık gelse de...
Sonra Cennetteki
makamını ve Allah'ın ona hazırladığı şeyleri görünce, Allah'ım beni menzilime
kavuştur, der. Ona: Git, gözün aydın olarak yat. Daha sana kavuşması gereken
kardeşlerin vardır, denilir.
Kafir ise, sekerata
girip, ruhu cesedinden çıkınca, melekler: Ne pis bir ruh, ne pis bir cesetten
çıkmış! Evinden kabre götürüldüğü zaman geciktirilmesini ister. Ve beni nereye
götürüyorsunuz, diye bağırır.
Kabrine konulup,
Allah'ın Ona hazırladığı Cehennemi görünce Allah'ım! beni geri gönder ki tevbe
edip iyi ameller işleyeyim» der... Ona sen çok yaşadın denilir. Sonra Kabri
daralır, kaburgaları birbirinden geçer. Ürkülmüşün uykusu gibi bir uyku ile
uyur ve irki-lir. Yerin akreb ve yılanları her taraftan ona hücum eder.
Bezzâr ve İbn-i Cerir
«Tehzibü'l-Asâr»da Ebû Hüreyre (Radı-yallahû anh) 'dan ki Resûlullah'a nisbet
etmiştir rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:
Mümin başına ölüm
gelip de gördüğünü görünce ruhunun çıkmasını ister. Allah da onu huzuruna
almayı sever.
Müminin ruhu göğe
yükseltilir, diğer müminlerin ruhları gelip ondan dünyada tanıdıklarını
sorarlar. O, ben filanı (dünyada) bıraktım deyince, tuhaflarına gider. Ve
filan öldü deyince diğer ruhlar, onun ruhu bize getirilmedi. Demek ateş
arkadaşlarının ruhları içine götürüldü, derler.
Mümin, kabrinde
oturtulur. «Rabbin kimdir?» diye melek ona sorar
O, «Rabbim Allah'dir»
der. Melek; ^Peygamberin kimdir?» der.
O «Peygamberim
Muhammed'dir» der. Melek»
«Dinin nedir?» diye
sorunca;
O «dinim İslam'dır»
der.
Bunun üzerine ona
kabrinden bir kapı açılır. Ona, makamına bak ve gözlerin dinmiş olarak yat.
Kıyamet gününde Allah onu diriltince sanki, hafif bir uyku kestirmiş gibi
kalkar.
Eğer o ölü, Allah'ın
düşmanı ise, ölüm ona gelip, o, gördüğünü görünce asla ruhunun çıkmasını
istemez. Allah da onu huzuruna almak istemez.
Kabrinde oturtulup
«Rabbin kimdir?» denilince O «bilmem» der. Ona «bilmeyesin» denilir.
«Peygamberin kimdir?» denilince, yine «bilmem» der. Ona «bilmeyesin» denilir.
Ona da kabrinden Cehenneme bir kapı açılır. Ve öyle bir darbe yer ki, ins ve
cinden başka herşey işitir. Sonra ona ırkilmişin uykusu gibi bir uykuya dal
denilir. Sonra kabri ona öyle daralır ki, kaburgaları birbirine geçer.
İbn-i Ebi Dünyâ, Ebû
Hüreyre (Radıyaîlahû anh) 'den rivayet ettiğine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) Hz. Ömer (Radıyallâ-hû anh) 'e:
— Ey Ömerl Münker ve Nekir'i göreceğin zaman
halin ne olur, bilir misin? dedi.
Hz. Ömer (Radıyallâhu
anh) :
— Münker ve Nekir nedirler? dedi. Resûlullah
(SaHalâhû Aleyhi ve Sellem) :
— Onlar kabirde sorgu melekleridirler. Sesleri gök gürültüsü, gözleri şimşek gibi,
saçları yerde çekilir, dişleriyle yeri kazarlar. Ve bir cemâatin yerden
kıpırdatamayacağı bir demir sopayı da yanlarında bulundururlar, buyurdu.
îbn-i Mâce, Ebû
Hüreyre (Radıyallâhu anh) 'dan rivayet ettiğine göre, Peygamber (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:
«Ölü kabre bırakılır.
Salih kul kabirde korkusuz bir şekilde oturur. Ve ona «kimlerdensin?»
denilince j
O «Ben İslâmı kabul
edenlerdenim» der. Peygamber hakkında sorulunca:
«Allah'ın Resulüdür,
Kur'an'la gelip kendisini tasdik ettik.» Sonra ona;
«Allah'ı gördün mü?»
denilir. O ise;
«Hayır kimse onu
görmeye muktedir olamaz» der. Sonra birbirini yiyen ve yakan Cehenneme bir
pencere ona açılır. «Allah yârdı-miyle ondan korunduğun Cehenneme bak» denilir.
Daha sonra ona
Cennetten bir pencere açılır. O da, o yerin güzelliğine bakar, ona «İşte orası
senindir». Yine ona şöyle deniliri «Yakın üzere idin. Yakın üzere de öldün,
inşaallah yakın üzerine de haşr olacaksın.» denilir.
- Kötü adam ise
korkulu, çarpılmış bir tarzda kabirde oturur. Ona da «kimlerdensin» denilince.
«Bilmem» der. Ve ona «Peygamber için ne bilirsin» denilince de «Bilmem,
insanlar onun için bir şeyler diyorlardı, ben de öyle derdim» der.
O vakit önce Cennetten
bir pencere ona açılır. Güzelliğini temaşa eder. Ve ona, «orası senin olacaktı
amma sana nasib olmadı» denilir. Daha sonra da Cehennemden de ona bir pencere
açılır. Birbirini yiyen o cehenneme bakar, ona «Orası senin karargâhındır» denilir.
Sonra ona: «Şek ve
şüphe üzere idin. Öyle de öldün ve öyle haşr olacaksın» denilir.
Esma'nın hadisi:
İbn-i Ebi Şeybe ve
Buharî Hz. Ebû Bekir (Badıyallâhu anhKın kızı Esma (Radıyallâhu anhâ)'dan
rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallalâhû
Aleyhi ve Sellem) 'den işittim şöyle buyurdu :
«Bana vahy edildi ki,
sizler kabirlerinizde imtihan edileceksiniz. Benden sorulacaksınız. Yakın üzre
olan mümin, beni tanıyıp Muhammed Allah'ın Resulüdür. Bize hidayet ve Kur'an'Ia
geldi. Biz ka-
bul edip ona uyduk'
der. Ona 'Senin mümin olduğunu bildik sağlıkla uykuya dal' denilir.
Münafık ve şüpheli
ise «Bilmem insanlar birşeyler
diyorlardı;
ben de öyle derdim»
der.
îmam Ahmed, Esma
(Radıyallahû anhâVdan, o da Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'den
naklettiklerine göre;
İnsan kabrine
konulduğu zaman, eğer mümin ise, namaz, oruç gibi amelleri etrafını sararlar.
Melek, namaz yönünden gelir. Namaz onu çevirir. Oruç tarafından gelir, oruç
onu çevirir. Bu sefer ona uzaktan seslenir. Otur, der. Oturur. Bu adam yani
Muhammed (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) hakkında ne diyorsun? O, O'nun, Allah'ın
Resûlu olduğuna şehadet ederim.» der. Ona, «Ne bilirsin. Onu gördün mü?» denilince, O,
«Şehâdet ederim o Allah'ın Resulüdür
der.
Buyurdu ki; O vakit
melek, ona, şöyle der«Bu yakin üzere yaşadın ve öyle öldün ve öyle
dirileceksin.»
Eğer o insan günahkâr
veya gafil ise, melek ona gelir. Onu çevirecek, hiç bir şey orada yok. Melek
onu oturtur ve, bu adam hakkında ne diyorsun? der. O, «hangi adam» der. Melek,
«Muhammed» der. O, «bilmem, insanlar birşeyler diyordu, ben de ayni şeyi derdim der. Melek, ona «Öyle yaşadın ve öyle öldün
ve öyle dirileceksin.» der.
Buyurdu ki, Ona bir
hayvan musallat olur. Beraberinde bir jop vardır. Eklemleri, deve horgücü gibi
ateş korlarıdır. Allah'ın istediği kadar, ona vurur. Hem de işitmez ki ona
acısın
îmam Ahmied ve Beyhaki
sahih bir senedle Hz, Âişe (Radıyallahû anhâ) 'dan rivayet ettiklerine göre
şöyle demiştir:
Bize bir yahudi kadını
geldi. Kapıda durup yemek istedi. Dec-câlm fitnesinden ve kabir azabından
korunmamız için dua etti.
Ben hep onu durdurmaya
çalıştım. Ta Resûlullah geldi. Ben Re-sûlullaha dedim ki:
«Ey Allah'ın Resûlu.
Bak bu kadın ne diyor. Resûlullah, «ne diyor» diye sordu.
Ben «Allah sizi
deccahn fitnesinden ve kabir azabından korusun diyor» dedim.
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) kalktı ve ellerini açarak, deccahn fitnesinden ve kabir
azabından istiâze etti.
Sonra da şöyle dedi:
«Her peygamber kendi
ümmetini deccahn fitnesinden ikaz etmiştir. Ben de sizi ikaz ediyorum. Hiç bir
peygamberin demediğini size bildiriyorum. Deccal kördür. Allah kör değildir. Deccal'in
iki gözü arasında «bu kâfirdir» diye yazılıdır. Her mümin o yazıyı okuyabilir.
Kabir fitnesi ise
benim için imtihan edileceksiniz. Benden sorulacaksınız. Ölü, mümin ise,
korkusuz olarak kabirde oturtulur. Sonra ondan; «Dünyada iken kimlerdendin?»
diye sorulur. O, «İslam milletindendim» cevâbını verir. «Muhammed için ne
dersin?» denilir. O, «Allah'ın kulu ve Resulüdür. Kur'an'la bize geldi. Biz
onu tasdik ettik» der. Ve ona Cehenneme bakan bir kapı açılır. «Şiddetli olan
ateşe bak» denilir. Ona «İşte eğer iman etmeseydin o senin olacaktı» denilir.
Sonra Cennetteki
yerini ona gösterirler. Güzelliğini temaşa eder. «Orası senindir. Yakin üzere
idin. Öyle de öldün ve öylece haşir olacaksın» denilir.
Ölü kötü biri ise,
kabirde korkudan kalbi kopacak bir şekilde oturur. «Kimlerdendin, Muhammed için
ne biliyorsun?» diye sorulunca «bilmem» cevâbını verir. «İnsanlar birşeyler
derdi. Ben de Öyle diyordum,» deyince ona önce cennetten bir yer gösterilir.
«Eğer imant etseydin orası senin olacaktı.» Daha sonra cehennemdeki yerini
gösterirler. «İşte burası senindir. Şüphe üzere idin. Öyle Öldün ve öyle haşr
olacaksın» denilir. Ve azap verilir.
Beyhaki de aynisini
rivayet etmiştir.
Bezzar, Ebû
Hüreyre'den o da Âişe (Radıyallahû anhâ) 'den rivayet ettiklerine göre şöyle
demiştir:
Bu ümmet kabirde
imtihan edilecektir. Ben ise zaif bir kadınım
nasıl dayanacağım.
Bunun üzerine Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Dünyada da Ahirette
de Allah, ehli imana kavli sabit ile sebat
verir.»
Beyhaki, Âişe (Radıyallahû anhî'dan rivayet ettiğine gör
sülullah (Sallallâhû
Aleyhi ye Sellem) şöyle buyurdu:
Kabirdekiler benden
sorguya çekilirler. Ve «Allah ehli imana
dünyada da Ahirette de kavl-i sabit ile sebat verir» âyeti bunun Re-hak-kinda nazil oldu.
îbn-i Ebi Dünya, Hz.
Âişe (Radıyallahû anhâ)'dan rivayet ettiğine göre Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Müminin cenazesi yola
koyulunca, Allah aşkına beni acele götürün» diye bağırır.
Kabre konulunca ameli
onu sarar, himayesine alır. Namaz sağında, oruç solunda, Emri maruf işleyişi
ayak ucunda durur. Azap meleklerine müsaade etmezler. Her aza dünyada iken
ibadet özelliklerini anlatırlar. İyi olmayan biri ise insandan başka her şeyin
duyacakları bir sesle bağırır. Eğer insan gitseydi ya bayıhrdıjj veya
delirirdi.
İmam Ahnıed
«Zühd»deEbû Nuaym, Tavus tarikiyle Hil-ye'de rivayet ettiklerine göre;
Ölüler kabirde yedi
gün sorguya çekilirler. O, o günlerde onun adma dünyada hayır maksadiyle taam
verilmesini sever.
Ebu Nuaym, Enes bin
Malik (Radıyaîlahû anh) 'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Ashab'dan
biri ölmüştü. Defin işi bittikten sonra Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) kabri başında durup bakbık.
«İnna lillah ve inna
ileyhi raciun» deyip ona şöyle dua etti. «Yâ Rab bu sana varmıştır. Kendisine
varılanların en hayırlısı sensin. Kabri ona geniş kıl. Gök kapılarını rahmetle
ona aç. Amellerini kabul et, sorguda lisanına sebat
El-Hakim,
Nevâdir'ül-Usûl'da Süfyan-i Sevri'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir
Kabirde ölüden «Rabbin
kimdir?» diye sorulunca şeytan görü-, nüp kendisine işaret eder. «Rabbin benim»
diye telkin eder. Hakim dedi ki:
Resûlullah'uı «Definde
denilen şeyler» babında geçen hadisi bu sözü teyid eder. Zira Restiluİlah dua
ederken «onu şeytandan koru» demiştir. Eğer şeytanın orda tesiri olmasaydı öyle
dua etmezdi.
İbn-i Şahin,
«Sünnet»te... Râşit'den rivayet ettiğine göre şöyle dedi:
Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
Delilinizi öğreniniz,
çünkü sorguya çekileceksiniz diye bize bu-yuruyordu. Peygamberin bu tavsiyeleri
öyle sık idi ki, Ensar ölülerine ve erginliğe gelen çocuklarına kabirde Münker
ve Nekir'e karşı denilecek cevapları telkin ediyorlardı...
Esselefi, Tuyuriyatta,
Sehl bin Ammar (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Yezid bin Harun'u
ölümünden sonra rüyamda gördüm. «Allah sana ne yaptı,» diye sordum. O şöyle
dedi: «Beni kabre koyduklarında iki melek geldi. Dinin, rabbin, peygamberin
kimdir?» diye sordular. Ben beyaz olan sakalımı tuttum. «Böyle sorular benim
gibilerden de sorulur mu? Ben seksen sene insanlara bunu öğrettim,» deyinpe beni
bırakıp gittiler. «Sen Cerir bin Osmandan ders okudun mu?» diye sordular. Ben
«evet» dedim.
Onlar, «Cerir, Hz.
Osman'ı sevmezdi. Allah da Cerir'i sevmez» dediler.
Lalkai, Sünnette,
Havsere bin Muhammed el-Minkariden rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Yezid bin Hanımı
rüyada gördüm, bana şöyle dedi:
Münker ve Nekir gelip
beni oturttular. Sorguya çekip Rabbin kimdir?, Peygamberin kimdir?, dinin
nedir? dediler. Ben ak sakalımı tuttum, benim gibilerden de mi sorulur? Ben
Yezid bin Harunum. Dünyada altmış sene bunu insanlara öğrettim. Onlardan biri:
«Doğru söyledin. Gelin gibi uykuya dal. Bu günden sonra sana korku yoktur»
dedi.
îbn-i Ebi Dünya, ibn-i
Cerir, Yezid bin Tarif el-Becliden rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Kardeşim öldü.
Defnedildiğinde sol kulağımı kabrinin üstüne koydum, zaif bir ses, (kardeşimin
sesini) işittim. «Allah» dedi. Başkası dinin nedir? dedi. O «islam» dedi.
îbn-i Ebi Dünya,
«el-Kubûr» kitabında ve ibn-i Cerir, «Tehzip» kitabında, el-Ala bin Abdulkerim
yoluyla rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir :
Bir adam öldü, gözleri
az gören bir kardeşi vardı. Dedi ki:
Biz onu defnettik.
Millet dağıldığı zaman, başımı kabrin üstüne koydum. Birden kabrin içinden, bir
ses işitiyor oldum! «Rabbin kimdir, peygamberin kimdir, dinîn nedir?»
Kardeşimden işittim, şöyle diyordu:
«Rabbim Allah,
Muhammed (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) pey-gamberimdir». Ben Onu da sesini de
tanıdım.
Sonra, ok gibi bir şey
kabrin içinden kulağıma yükseldi. Vücudum titredi. Ben de ayrıldım.
Ebu'I-Hasan bin
el-Berra el-Abdi, «Er-Ravda» kitabında Dah-hak'a yükselen senediyle rivayet
ettiğine göre, şöyle demiştir:
Bir kardeşim vardı.
Ben cenazesine kavuşmadan, defn edilmişti. Kabrine geldim. Onu dinledim.
Baktım ki «Rabbim Allah, İslam dinimdir» diyor.
Tarih-i ibn-i
Neccar'da senediyle Ebu'1-Kasım bin Hibetullah bin Selam'dan rivayet edildiğine
göre, şöyle demiştir:
Yanında okuduğumuz bir
üstadımız vardı. Onun bir arkadaşı öldü. Üstad onu rüyada görüp «Rabbin sana ne
yaptı?» deyince, O «Rabbim beni bağışladı» dedi. Üstad:
Münker ve Nekir ile ne
yaptın?» deyince;
O «Ya Üstad beni
oturtup 'Rabbin kimdir. Peygamberin kimdir; dedikleri zaman, Allah bana ilham
etti. Ben, Ebû Bekir ve Ömer hakkı için beni bırakın» dedim. Onlardan biri
diğerine, «bize karşı büyük bir şeyi şefaatçi yaptı, bırak onu» dedi. Beni
bırakıp gittiler.
Lâlkâi, «Sünnet»te senediyle Muhammed bin Nasr es-Saiğ-den
rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Babam, tanıyıp
tanımadığı cenazelerin namazmı kılmaya meftundu. Bize dedi ki;
«Ey oğulcuğum. Bir gün
bir cenazenin yanında idim. Onu defnettikleri vakit, iki kişi kabrine indiler.
Sonra, biri çıktı diğeri kaldı. Halk, toprak atmaya devam ediyordu. Ben «ey
millet, ölü ile beraber, bir diriyi de defnediyorsunuz» dedim. Onlar, «kabirde
başka kimse yok» dediler. Ben, «belki de bana öyle göründü» dedim.
Sonra, ben döndüm ve
mutlaka iki kişi gördüm, biri çıktı, diğeri kaldı. Allah bu sırrı bana
açmadıkça burdan ayrılmayacağını, dedim. Kabrin yanma geldim. On sefer Yasin.
ve Tebâreke'yi okudum. Ağlayıp Yâ Râb gördüğümü bana çöz. Bu durumda, akıl ve
dinimden korkuyorum, dedim. Kabir yarıldı. İçinden bir şahıs çıktı. Bana
bakmadan gitti. Ben «Ma'budun hakkı için, senden bâzı şey-
ler sormadıkça
gitmeyeceksin» dedim. Yine bana bakmadı. Ben, ikinci ve üçüncü sefer
söylediğimde bana yöneldi. Ve «Sen Nasr es-Saiğ'-sin» dedi, ben *evet» dedim. O,
«beni tanımıyorsun» dedi. Ben «hayır» dedim. O «Biz Rahmet meleklerinden iki
melekiz. Ehli Sünnet kabrine konulduğu zaman, onlara müekkel kılındık.
Kabirlerine inip onların vereceği cevabı onlara telkin ederiz» dedi ve birden
kayboldu.
Üstad Abdülgaffar
el-Kusi «Tevhid» kitabında şöyle
demiştir:
Şeyh Nasıruddinin evi
yanında idim. Şeyh Bahauddin el-Ahrhi-im de gelmişti. Cübbesini alıp omuzuma
attım.
Bana dedi ki, Şeyh Ebû
Yezid'in hizmetçisi de onun cübbesjni oriıuzunda taşıyordu. Salih bir adam
idi.
Bu münasebetle, söz
Münker ve Nekir'e geldi: Ebu Yezid'in hizmetçisi ki Mağripli idi, demişti ki;
şayet benden sorsalar, onlara cevap vereceğim. Ona, senin cevap verdiğini kim
bilecek, demişler. O, kabrimi dinleyin işitirsiniz, demiş. Mağripli öldüğü
vakit kabrinin üstüne durup sorgusunun yapıldığını görmüşler. O:
«Benden soru mu
soruyorsunuz? Halbuki ben Ebu Yezid'in cübbesini omuzunda taşımış adamım.»
demiş. Bunun üzerine melekler onu bırakmışlar. [9]
:j
Birinci Mesele:
Kurtûbi demiş ki
Bâzı hadislerde iki
meleğin, bâzılarında da bir meleğin sorgu için gelmesi, varid olmuştur. Bunda
bir tezat yoktur. Zira kişilere göre melek sayıları değişebilir. Bâzılarına
şiddet ve korkunun fazla olması için iki melek gelir. Bâzılarına tahfif için
yalnız bir tane gelir.
-
Bâzı âlimler demişler
ki, iki melek gelse bile yalnız biri sorar. «Bir melek gelir» hadisi bu tevil
ile yorumlanabilir.
Suyuti diyor ki bu
tevil daha isabetlidir. Zira iki meleğin sorgu için geldikleri çok hadislerde
vârid olmuştur.
İkinci Mesele:
Yine Kurtûbi demiştir
ki: Kabirdeki suâl ve cevap hakkındaki hadisler değişiktir. Bu değişiklik
şahıslara göre olmuştur. Bâzıları akaidin bir kısmından sorulur. Bâzıları bütün
akaitten sorulur.
Kurtûbi demiş ki;
muhtemelen, bu değişiklik bir kısım hadisle-: rin kısa zikredilmesindendir.
Başkanı ise aynı hadisi tam zikretmiştir.
Ben diyorum ki, bu
ikinci ihtimal daha doğrudur. Çünkü çok hadisler bunu gösterir. Evet o
hadislerde hassaten, Ebû Davud'un, Enes (Radıyallahû anh)'den ettiği
rivayetinde «Bu sorulardan sonra bir şey sorulmaz» denmektedir. îbn-i
Merdüveyh'in rivayetinde de, -Bu sorulardan başka sorulmaz» kaydı yardır.
Bundan anlaşılır ki,
mümin akaidin gayrisi olan dini emir ve nehiylerden sorguya çekilmez.
Beyhaki'nin, îkrime
tarikiyle, İbn-i Abbas CRadıyallahû anhüma) '-dan rivayet ettiğine göre;
«Allah ehl-i imanı
kavli sabit ile, dünyada ve âhirette de tesbit eder (korur),[10]
mealindeki -âyet-i kerime hakkında şöyle demiştir t Kavl-i sabit şehâdet
kelimesidir. Ölümden sonra kabirlerde o kelime onlardan sorulur.
Bu mesele İkrime'den
sorulmuş. O, Peygambere imandan ve tev-hid'den sorguya çekilirler, demiş.
Üçüncü Mesele:
Ben diyorum ki, bir
rivayette «Bir oturuşta, ölü üç sefer sorguya çekilir» varid olmuştur. Diğer
rivayetlerde ise bu konuda bir şey yoktur. Onlar da evvelki rivayetlere hami
edilir. Veya şahıslara göre durum değişiktir. Tâvus'dan rivayet edilen:
«ölülerin yedi sefer sorguya çekildikleri» hadisi daha evvel geçti.
Dördüncü Mesele:
Kacli demiş ki;
yeryüzünde kalıp defn edilmeyen cenazeler de sorguya çekilirler. Cenâb-ı Hak
onları imtihan altında olan bizlerden perdeler. Melek ve şeytanları görmemizi
engellediği gibi.
Bâzıları demiş ki;
asılan insana hayat geri döner, fakat biz far-kına varmayız; tıpkı bayılmışı
ölü zannettiğimiz gibi..
Ve gömülemeyen
cenazelerden, soru sorulduğu gibi; kabir yerine hava onu sıkıştırır. Kalbinde
iman olan kimse bunu iğrenç görmez.
Parçaları dağılmış
cenazelerin durumu da böyledir. Allah, bir kısım, veya tüm parçalarında hayat
yaratır. Ve ona soruları tevcih eder.
Îmam'ül-Harameyn'in
nakline göre bâzıları demiş ki; bu, Kâlu Belâ'da Allah'ın, Âdem'in zürriyetini
konuşturduğu kadar kudretine zor değildir.
Beşinci Mesele:
îbn-i Abdulber,
demiştir ki: Kabir suali, ancak mü'mine ve zahiren mü'min görünen münafığa
yöneltilir. Kâfir ise, zaten Onun işi bellidir.
Kurtûbi ve îbn-i
Kayyim ona muhalif gidip demişler ki, sual hadislerinde, kâfir ve münafığın
sorguya çekileceklerine dair sarahat vardır.
Ben Suyûti) diyorum
ki, onların dediği, mümkün değil. Çünkü kâfir ve münafık kaydı hiç bir hadîste
beraber gelmemiştir. Ancak bazı rivayetlerde, münafık; bazılarında da, onun
yerinde kâfir ifadesi vardır. Ve bu kâfir ifadesi münafık mânâsına hamledilir.
Çünkü Esma (Radıyallahû anhâ)'nın hadisinde, münafık veya şüpheci ifâdesi
vardır. Kâfir kelimesi zikredilmemiştir.
Taberani'den mervi Ebû
Hüreyre (Radıyallahû anh)'ın hadisinin sonunda, Hammad ve Ebû Ömer ed-Darir'in
sözleri bunu sarahate kavuşturur.
Altıncı Mesele:
Hakim-i Tirmizi
demiştir ki:
>
«Kabir suali bu ümmete
hasdır. Zira önceki kavimlere peygamber gönderilirdi. İman etmeseydiler onlara
hemen azab gelirdi.»
Muhammed (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) rahmetle gönderildiği zaman azab kaldırıldı. Kılıç verildi,
ta ki kılıç korkusuyla İslam'a girenler olsun, sonra iman kalblerine yerleşsin.
Bundandır ki münafıklık ortaya çıkmış. Zahiren imanlı görünüp gizlice kâfir
olanlar vardır. Kabirde melekler onları imtihan ederler ki, iç yüzlerini
ortaya çıkarsın.»
Bu rivayete karşı
çıkanlar var. Kabir suâlinin her ümjnete şamil olduğunu söylemişler. Herbiri,
çeşitli delillerle dâvalarını teyicl etmeye çalışmışlar.
İbn-i Abd'ilber demiş
ki, «yalnız bu ümmetin sorguya çekileceğine delil şu sözlerdir.» :
Bu ümmet sorguya
çekilecektir.» «Bana vahy edildi ki. sizler sorguya çekileceksiniz.»
Yedinci Mesele
Yine Hakîm-i Tirmizi
demiştir ki:
«kabirdeki sorgu
meleklerine fettanj hırpalayıcı, denilmesinin sebebi, sorgularında kovulma
olduğu ve yaradılışları sert ve kaba olduklarmdandır.
Ve onlara Münker ve
Nekir (bilinmezler) denilmiş. Çünkü yaradılışları ne insana, ne meleklere, ne
hayvanlara, ne de böceklere benzemektedir. Onlar, harika bir yaratıktırlar.
Yaralılarında bar kanlara bir ünsiyet, bir alışkanlık olmuyor. Allah onları
Berzah âleminde görüş ve sebat için mü'minlere bir ikram olarak yaratmış.
Münafıkm ayıplarını haşirde görünmeden önce, ortaya döküyor ki, kabirde azabı
hakk etsinler.
Ben diyorum: Bu
gösteriyor ki, Münker, «kaf in» üstünüyledir.
Lügatte, kesin olan
durum da budur.
Şafiî
arkadaşlarımızdan ibn-i Yûnus demiştir ki, mü'minüi sorgusuna gelen iki
meleğin ismi Mübeşşer ve Beşir'dir.
Sekizinci Mesele:
Kurtubî demiştir: Eğer
denişle aynı anda birbirinden uzaâ yerlerde iki melek nasıl bütün ölüleri
sorguya çekebilir?
Cevâbı şudur: Ö
meleklerin cismen büyük olmaları bunu gerektirir. Bir toplulukta aynı anda çok
kişileri tek konuşma ile sorguya çekerler. Her ölü zanneder ki o sorgu yalnız
ona mahsustur. Allah Teâla onu diğer ölülerin cevâbını işitmekten men eder.
Ben derim: Hafaza ve
diğer görevli meleklerin çokluğu gibi, sor-
güya hazırlanan
meleklerinde çokluğu muhtemeldir.
Sonra
arkadaşlarımızdan, Hüleymiyi, bu ihtimali kabul ettiğini gördüm. O «Minhac»ında
şöyle demiştir:
Bana öyle geliyor ki,
sorgu melekleri büyük bir cemaattırlar. Bâzılarına Münker, bazılarına da Nekir
denilir. Her ölüye onlardan iki melek gönderilir Tıpkı amellerini yazmaya
müekkel meleklerin iki olduğu gibi...
Dokuzuncu Mesele:
Mü'min için kabrin
genişliği hakkında geçen hadisler değişiktirler. Fakat aralarında çelişki
yoktur. Çünkü, bu, mü'minin, salih-likteki derecesine göre, değişir.
Onuncu Mesele
.
Asrın Hafızı
Şeyhül-Islam Ebü'1-Fadl ibn-i Hacer'den sorulmuş bazı sorulur.
Birinci soru
Ölü oturarak mı sorguya çekilir, yoksa
yatarak mı? Cevap i Oturduğu halde sorulur.
İkinci soruş
Ruh, eskiden vücût elbisesini'giydiği gibi, kabirde yine cesedin içine girer
mi?
Cevap: Evet
girer. Fakat, bu konudaki rivayetlerin açıklan, ruhun vücudun üst kısmına
girdiğini gösterir.
Üçüncü soru:
Ölü peygamberi kabrinde görür mü?
Cevap : Sözü
delil olmayan bâzılarının iddiasından başka bir hadis yoktur. Yalnız bâzı
hadislerde, «Bu adam hakkında ne diyorsun?» ifadesi vardır. Yani, Kabirde
Peygambere işaret edilmiştir. Demek ölü Peygamberi görür.
Bunda da bir delil
yoktur. Çünkü zihinde hazır olan birisine
işaret olabilir.
Dördüncü soru:
Çocuklar kabirde sorguya çekilir mi?
Cevap: Açık
odur ki, mükellef olmayanlar sorguya çekilmezler.
İbn-i Kayyim demiştir
ki: Hadisler sorgu anında ruhun cesede iade edildiğini tasrih ederler. Fakat bu
iade ile, bizim alıştığımız, mutad hayat elde edilmez ki, ruh bedenin idare ve
tedbiriyle uğraşıp yemek ve içmeye muhtaç olsun. Bu iade ile ancak, bir çeşit
hayat elde edilir ki, onunla sorguya çekilir, imtihan edilir.
Nasıl ki, yatanın
hayatı, uyanığın hayatından değişik bir şeydir. Ve, uyku ölümün kardeşidir. Ve
uyuyana hayatsızdır dedirtmiyor. Öyle de, ruhun iadesinde Ölünün hayatı, dirinin
hayatından başka bir şeydir. O, öyle bir hayattır ki, sahibine ölü dedirtmeye
mani değildir. O, ölüm ile hayat arası bir şeydir. Uyku ikisinin arasında bir
derece olduğu gibi...
Hadis, ruhun devamlı
olarak vücutta, kaldığını göstermiyor. Ancak, ruhun misalinin, devamlı olarak
kabirle ilişkisi olduğunu gösteriyor. Vücût, çözülse, parçalansa, dağılsa
da...
İbn-i Teymiyye de
demiştir ki
Sual vaktinde ruhun
bedene iade edildiğine dair, hadisi mü-tevâtirdirler.
Ruhsuz olarak, bedenin
sorguya çekildiği, bir gurubun görüşüdür, îbn-i Zağuni onlardandır...
Bu görüş, îbn-i
Cerir'den de anlatılmış. Cumhur Onu reddetmiş. Bunlara karşı da ruhun bedensiz
olarak sorguya çekildiğini söylemişler. İbn-i Hazm, ibn-i Akil, ve ibn-i Cevzi
gibi zatlar, bunu söylemişler. Fakat bu yanlıştır. Çünkü, öyle olsaydı
sorgunun kabirle hiç bir ilişkisi olmazdı.
.
Onbirinci Mesele:
Kâfii'nin,
«Ravz-er-Reyyahîn» adlı kitabında, Şakik el-Belhi'den rivayet ettiğine göre
şöyle demjştir:
Biz beş şey istedik.
Onları beş şey içinde bulduk. Günahları ter-ketmek istedik. Onu kuşluk
namazında bulduk. Kabrin aydınlanmasını istedik. Onu gece namazında bulduk.
Münker ve Nekir'e cevap
vermeyi istedik. Onu
da Kur'an kıraatinde bulduk. Sırat köprüsünden geçmeyi istedik. Onu da oruç ve
sadaka da bulduk... Arşın gölgesini arzu ettik. Onu, inziva ve halvette
gördük (bulduk.)
Onikinci Mesele:
îsfehâni, «Tergib»te,
Ebû Hedbe tarikiyle, Es'as el-Harrani'den o da Enes (Radıyallahû anh) 'dan
merfûan rivayet ettiğine göre:
«Kim sarhoş olarak dünyadan
ayrılsa, sarhoş olarak kabre konulur.»
Ebü'1-Fadl et-Tusi
«Uyun'ül-Ahbar»da Ebu Hedbe yoluyla Enes (Radıyallahû anh)'dan rivayetinde şu
kayıd da vardır:
«O, ölüm meleğini
sarhoş diye görür. Münker ve Nekiri de sarhoş diye görür.»
On üç üncü Mesele:
Üstadımız Şeyhülislam
Alâmüddin el-Belkîni'nin «Fetâva»sinde şöyle denmiştir:
Ölü kabirde, suryanice
cevap verir. Ben bunun için bir dayanak görmedim. Bu Hafız îbn-i Hacer'den de
sorulmuş. O, hadisin zahiri sual ve cevabın Arapça olduğunu gösteriyor, demiş.
Ve bununla beraber, herkesin soru ve cevabı kendi, lisaniyle olması muhtemel
olduğunu, söylemiş.
OndördüncüMesele:
Hanefiler'den olan
Bezzazi, Fetevasında şöyle demiştir:
Sual, ölünün
yerleştiği yerde olur. Hatta, vahşi bir hayvanın karnına girse, sual orda olur.
Tabutta, defn edilmeden kaldığı müddetçe sorguya çekilmez. [11]
Ebu'l-Kasım es-Sağdi
«er-Ruh» kitabında, şöyle demiştir
Sahih rivayetlerde,
bâzı ölülerin basma kabir fitnesi ve sorgu melekleri gelmediği varit olmuştur.
Bunun üç yönü var. Ya ölünün iyi bir am!eli içindir veya başına başka, bir bela
gelmiştir. Veya bu belli bir vakte mahsustur.
Nesaî, Râşid bin
Sa'd'dan, o da Resûlullah'a (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'m sahabelerinden bir
adamdan, rivayet ettiğine göre:
«Bir adam, «Yâ
Resûlullah, neden şehitten başka herkes kabrinde sorguya çekilir.» diye sordu,
cevaben buyurdu ki:
«Onun başında kılıcın
parıldaması zorluk olarak ona yeterdir.»
Nesai, ve Taberani
«Evsat»ta Ebû Eyyüp (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kim, düşmana
rastlayıp, öldürülüp veya mağlup oluncaya kadar sabrederse, kabirde sorguya
çekilmez (bir daha zorluk görmez.)
Müslim, Selmân
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) şöyle diyordu:
«Bir gece bir gündüz
nöbet tutmak, bir ay oruç tutmaktan daha hayırlıdır. Eğer ölürse, eski amelleri
onları yapıyormuş gibi devam
eder. Ona gelen rızkı
da devam eder. (ailesine gelir.) Kabirde sorgu meleklerinden emin olur.»
Tirmizi, Fudalete bin
Ubeyd (Radıyallahû anh)'dan sahih gördüğü bir rivayetle Resûlullah'm şöyle
buyurduğunu nakletmiştir:
«Her ölünün ameli son
bulur. Allah yolunda nöbet tutanın ameli müstesna... Onun ameli kıyamet gününe
kadar artar, gelişir. Kabir fitnesinden
(sorgusundan) emin olur.
Ebû Davud'un
rivayetinde: «Kabir sorgu meleklerinden emniyette bırakılır» şeklinde
gedmektedir.
İbn-i Mâce, sahih bir
rivayetle, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh) '-dan, rivayetine göre; Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kim, Allah yolunda
nöbetçi olarak, ölse, Allah onun salih amellerinin ecrini devam ettirir. Ve
rızkını da devamlı olarak akıttırır. Kabir meleklerinden emin olur ve korkudan
emin olarak diriltilir.
İmam Ahmed ve
Taberani, Ukbete bin Amir (Radıyallahû anh) '-
dan rivayet ettiğine
göre, şöyle demiştir:'
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem)'den işittim ki şöyle diyordu:
Allah yolunda, nöbet
tutandan başka herkesin ameline son verilir. Onun ameli haşirde dirilinceye
kadar O'nun için akar olur. Ve O kabrin sorgu meleklerinden muhafaza altına
alınır.
Bezzar, Osman bin
Affan (Radıyallahû anh) 'dan o da Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'den
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :
Kim, Allah yolunda nöbet
tutarken ölürse ameli onun için devam eder. Rızkı da, devam eder. Kabrin
sorgusundan emin olur. Allah haşirde Onu büyük korkudan emin olarak diriltir.»
Taberani, Ebu Ümâme
(Radıyallahû anh) 'den Peygamberin (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'm şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
Kim Allah yolunda
nöbet tutarsa, Allah onu kabir fitnesinden (sorgusundan) emin kılar.
Yine Taberani
«Evsat»ta, Ebû Said el-Hudri (Radıyallahû anh)'-dan rivayet ettiğine göre
Resûlullah (Sallaîlâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kim nöbette olduğu
halde ölürse kabir fitnesinden korunur ve rızkı devam eder.»
Yine Taberani
«el-Kebir»de Selmân (Radıyallahû
anh)'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) 'den işittim ki diyordu:
«Allah yolunda bir
günün nöbeti, bir ayın orucu ve kıyamı gibidir. Kim nöbette ölürse daha evvel
yaptığı amelleri aynen devam eder. Ve sorgu meleğinden korunur. Kıyamet gününde
de şehid olarak diriltilir.
İbn-i Asakir,
«Tarih»inde, îbn-i Mesûd (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellenü şöyle buyurmuştur:
«Kim bir gün, Allah
yolunda, nöbet tutarsa, bir ay oruç ve gece kıyamı gibi ecir alır. Kabir
fitnesinden korunur. Ameli kıyamete kadar kendisi için câri olur.
tbn-i Mâce, ve
Beyhaki, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan ri-vâyet ettiklerine göre,
Resûlullah CSallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kim hasta olarak
ölse, şehid olarak ölmüş olur. Kabir fitnesinden korunur. Sabah akşam
Cennetten ona rızık getirilir.»
Kurtubi, demiştir ki:
Bu bütün hastalıklar
hakkında geçerlidir. Fakat şu hadis ile mukayyettir (bağlıdır) :
«Kim ki karın
hastalığından ölse, O kabrinde azap görmez.»
Nesai ve diğerleri de
bu hadisi rivayet etmişler.
Burdaki karın
hastalığından murâd vücudun içinde su birik-mesidir.
Bâzıları da o hastalık
ishaldir, demişler. Bundaki hikmet şudur:
Böyle hastalar, ölümde
akimi kaybetmezler. Allah'ı bilirler. Onları bir daha sorguya çekmeye lüzum
yok. Diğer hastalıklar böyle değildir. Onlarda aklı kaybetmek, bayılmak
vardır.
Ben (Suyuti) diyorum
ki, bu kayda ihtiyaç yoktur. Çünkü Ha-fızlerin ittifakiyle râvi hadisi yanlış
söylemiştir: Hadisin metni «Men mâte meridan» değil de «Men mâte murabıten»dir.
Yani «kim hasta olarak ölürse» değil de «kim nöbette ölürse» demektir. Bunun
için ibn-i Cevzi bunu mevzûatdan saymıştır.
Her gece Tebâreke
sûresini okuyana kabir sorgusu zarar vermez diye rivayet vardır.
Cüveybir, «Tefsir»inde... îbn-i
Mes'ûd (Radıyallahû anh) dan şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Kim her gece Tebâreke
sûresini okusa, kabir azabından korunmuş olur, Kim (Âmentü birabbiküm fesmeûn)
âyetine devam etse, Allah, ona Mün-ker ve Nekir'in suâlini kolaylaştırır.»
Kabul Abbar'dan rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir : Biz, Tevrât»da Tebâreke sûresinin ismini görüyoruz. Kim her gece onu
okusa kabir fitne ve sorularından emin kalır.
Cidden zayıf bir ravi
olan Sivar bin Mus'ab'dan, Ebü Ishak el-Berra (Radıyallahû anhVdan merfûan
rivayet edildiğine göre;
«Kim, uykudan önce
secde ve Tebâreke sûrelerini okusa, kabir azabından, Münker ve Nekir'den
kurtulur,» denilmiştir
Ahmed, Tirmizi Hasan
gördüğü bir rivayetle ibn-i Ebi Dünya, Beyhaki ibn-i _Ömer
(Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiklerine göre, Resûlullah Sallallâhû Aleyhi
ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Cuma günü veya gecesi
ölen hiçbir mümin yok ki Allah onu kabir azabından korumasın.»
İbn-i Vehb «Cami» adlı
kitabında, Beyhaki başka bir tarikle ğişik bir lafızla bu hadisi rivayet
etmişler.
Beyhaki, üçüncü bir
yolla da bunu rivayet etmiştir.
Kurtübî dedi ki, bu
hadisler, geçen suâl hadisleri ile çelişmez. Yalnız onların bazı kişilere
mahsus olduğunu gösterir. Sorguya çekilmeyecek ve fitne görmeyecekleri, o
korkulara maruz kalan ve sorguya çekilenlerden ayırır.
Bütün bunlarda kıyasa
yer yoktur. Onlardk görüş ve fikir için mecal yoktur. Ancak doğru konuşan ve
kendisine doğru haber rorilen
Resûlullah'm sözüne teslim ve inkiyad gerekir.
Kurtubi «Şehidin, başında kılıcın parıldamasi, ona
kabir bı olarak yeter» mealindeki hadisin mânası şudur, demiş:
Şayet cephede
ölenlerin içinde münafıklar olursa iki ordu karşılaştığı ve kılıçlar
parıldadığı zaman, firar edilir, münafığın hali de firar ve kaytarmaktır. Mümin
ise, kendini Allah'a teslim edip feda ve-âzâ-eder. Harb ve ölüm için ortaya
atılması onun doğruluğunu en güzel şekilde gösterir. Bir daha kabirde imtihan
edilmeye lüzum kalmaz, Hakim-i
Tirmizi'nin nakline göre, Kurtubi, şöyle demiştir:
Şehit'den
sorulmuyorsa, sıddık (Allah'a inancında doğru olan) dan sorulmaması, daha
makuldür. Çünkü sıddikm kadri daha büyüktür. Hatırı daha yücelir. O
sorulmamaya daha lâyıktır. Kur'an'da da sıddık şehidden önce zikredilmiştir.
Nöbette ölen kişi ki derecesi şehidin derecesinde değildir; sorguya
çekilmediği halde şehidden derecesi yüksek olan haydi haydi sorguya çekilmez.
Buraya kadar
Kurtubi'nin sözü idi. Ben diyorum: Hakim-i Tirmizi'nin açık ifadesi şudur ki,
sıddıklar, sorguya çekilmezler.
O demiş ki: «Allah
istediğini yapar» mealinde bir ayet vardır. Allah daha iyi bilir. Bunun tevili
şudur: Allah'ın irâdesinde uzak değil ki bir kısım insanlardan suali kaldıra...
Sıddıklar ve şehidler gibi...
Hakim-i Tirmizi'nin,
şehid hadisinin yorumunda yaptığı nakil, bu d-urumun, savaş şehitlerine mahsus
olduğunu gerektiriyor. Fakat, nöbet hadislerinin hükmü bunun her şehid için
umumi olduğunu gösteriyor.
Şeyh'ül-îslam ibn-i
Hacer, veba hakkında yazdığı «Bezi'ül-Maun- kitabında kesin olarak ifade etmiş
ki, taundan ölen sorguya çekilmez. Çünkü o, savaşta ölenin benzeridir. Allah
için vebada sabreden ve Allah'ın ona takdir ettiğinden başka başına bir şey
gelmeyeceğini bilen taun içinde, onun etkisi olmadan da ölse, azap görmez. O
da nöbetçinin benzeridir.
Şeyh'ül-İslam böyle
söylemiştir. Ve cidden makul bir yorumdur.
Hakim-i Tirmizi'nin
nöbetçi hadisine yaptığı yorumda, demiş ki: Nöbetçi kendini Allah için
bağlıyor, hapsediyor. Allah'ın düşmanlarına karşı O'nun yolunda savaş için
kendini veriyor. O bu durumda, öldüğü zaman, doğruluğu açığa çıkmış olur.
Kabir azabından korunur.
Demiş ki, kim Cuma
günü ölse, Allah katında olan derece ve sevabı ortaya çıkmış olur. Çünkü, Cuma
gününde Cehennem yanmaz, o gün onun kapıları kapatılır. Diğer günlerde, ateşin
yaptığı icrââtı yapamaz. Allah kullarından birisinin ruhunu, Cuma gününde
aldığı zaman bu, onun said ve iyi olduğuna delildir, Bu büyük günde ancak
Allah'ın onlar için saadet takdir ettiği kişilerin ruhları alınır. Bunun için
kabir azabından ve sorgusundan onları korur. Çünkü, kabir sorgusu münafık ile
mümini birbirinden ayırmak içindir...
Hakim'in sözü bitti.
Ben diyorum ki, bunun sonucu şöyledir: «Kim, Cuma günü ölse, ona bir şehidin
ecri vardır» hadisi kâidesin-ce, o da şehid gibi. sorguya çekilmez.»
'Ebû Nuaym «Hilye»de
Câbir (Radıyallahû anhî'den rivayet ettiğine
göre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) :
«Kim Cuma günü veya
gecesi ölse, kabir azabından kurtulur Ve
kıyamet gününde, üstünde şehidler üniforması olarak gelir,» diye buyurdu.
,
Hamid, îyas bin Bükeyr
(Radıyallahû anhVden rivayetine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kim, Cuma günü, ölse,
ona bir şehid ecri yazılır. Kabir fitnesinden korunur.-
Yine Hamid'in, ibn-i
Cüreyc tarikiyle, Atâ bin Yesâr (Radıyallahû anh) 'dan rivayetine göre
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur:
«Hiç bir Müslim ve
Müslime, Cuma gününde ölmez. Ula kabir fitne ve azabından korunur. Ve üzerinde
hiç bir hesap olmadan Allah'ın huzuruna gelir. Kıyamet gününde, beraberinde
şehid olduğunu bildiren şahidlerle gelir. (Bir rivayette, şehid üniformasıyla
gelir)
Bu hadis, hoştur,
hasendir. Kabir sorgu (fitne) ve azabı olmayacağını bildirir.
Bahsettiğimiz sorguya
çekilmeyenlerin, çeşitlerinin sayısı bir hayli çoğaldı. Eğer "bunları her
yönüyle yazsak mesele çok geniş olur. Çünkü, otuz çeşit şehid var. Bir
fasikülde onları teker teker saymıştım.
Çok medar-ı bahs
edilen bir şey de çocukların sorguya çekilip çekilmediği meselesidir.
İbn-i Kayyım bunu
«Ruh» kitabında işlemiştir. Hanbeli'lere ait iki görüşü zikretmiştir.
Birisi: Evet onlar da
sorguya çekilirler. Çünkü, Resûîullah (Sal-lallâhû Aleyhi ve Sellem) bir
çocuğun namazını kılıp, «Allah'ım onu kabir azabından koru» demiş.
Kurtubi'nin de kesin
olarak söylediği görüş budur. Demiş ki, «Kabir sorgusuyla onlar'm akilleri kâmilleşir
ki, onunla makamlarına ve mutluluklarını anlasınlar. Allah o sorulara karşı
onlara cevap ilham eder.»
Evet, Dahhâk da aynı
şeyi söylemiştir. İbn-i Cerir'in Cüveybir-den rivayetine göre şöyle demiştir :
«Dahhak bin Muzahimin altı yaşında bir oğlu öldü. O bana
«Oğlumu 1 ahdine
bıraktığım zaman, yüzünü açtı, kefen bağlarını çözdü.» dedi. Ve «çocuk mutlaka
oturtulur ve sorguya çekilir»
diye söyledi.
Ben, «Neden sorguya
çekilecek dedim. O, «Ademin sırtında iken verdiği misaktan sorguya çekilecek»
dedi.
İkinci görüş: Hayır
onlar sorguya çekilmezler. Çünkü sual, peygamberi ve vahyi anlayanlar içindir
ki, iman edip etmediği ortaya çıksın. Yukarıdaki hadise cevap olarak da şöyle
derler: Ordaki azaptan kasıt, sorgu ve kabir azabı değildir. Belki, gam, hasret,
yalnızlık, sıkışıklık gibi çocukların da diğerlerin de başına gelen şeylerdir.
Ben diyorum: Bu görüş daha sahihtir ve daha isabetlidir.
Nesefî
«Bahr'ül-Kelâm»da demiş ki, peygamberler ve müminlerin çocuklarına ne kabir
azabı var ne hesap var, ne de Münker ve Nekir'in sorgusu var.
Şafii arkadaşlarımızın
kesin görüşü şudur ki: Çocuk defnedildiğinde, telkin olunmaz. Telkin baliğlere
hastır. Nevevi «Ravza» ve diğer kitablarmda böyle demiştir. Bu da gösteriyor ki
çocuklar sorguya çekilmezler. Yukarda geçtiği gibi Hafız ibn-i Hacer'in
fetvası da budur. [12]
îbn-i Cevzi, Enes
(Radıyallahû anh)'den merfûuan rivayet edilen şu hadisi, mevzu hadislerden
saymıştır... ,
«Kim, kına sürmüş
olarak ölse, kabre konulunca Münker ve Ne-kir onu sorguya çekmezler. Münker,
Nekire:
'Ondan sor' der.
Nekir:
«Nasıl sorayım,
üzerinde, İslâm nuru var» der
tbn-i Kayyim, bunu
mevzuattan sayıp senedinde, Davud bin Sa-gir var, bu da Münker'ül-hadis1
tır, (Hadisleri kabul edilmez) demiş.
Ben diyorum ki,
«üzerinde İslam nuru olan» sözü şu gelen hadisle tevil edilir!
«Yahudiler ve
Hıristiyanlar boyanmazlar. Siz onlara muhalefet edin.»
Eğer hadisin aslı
varsa, şöyle yorumlanır:
«Sünnet niyetiyle olan
kına sürmek ise, o zaman ehl-i iman olduğu anlaşılır. Ve melek onu sorguya
çekmez.» [13]
Hakim, ibn-i Mace,
Beyhaki, ve Hennad Zühd'de Hz. Osman, (Radıyallahû anh)'ın kölesi
Hâni'den rivayet ettiklerin göre şöyle
demiştir:
«Hz. Osman bir kabrin
başında durup sakallan ıslanıncaya kadar ağladı.» Ona:
«Cennet ve Cehennemden
söz edildiği zaman ağlamıyorsun da, neden kabrin yanında ağlıyorsun?»
denilince, o şöyle dedi:
Re sulu İlah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
«Kabir, âhiret
menzillerinin ilkidir. Kişi ondan kurtulsa, arkası daha kolay olur. Ondan
kurtulamazsa, arkası daha zordur» ve «Kabirden daha korkunç hiç bir manzara
görmedim» diye buyurdu...
îbn-i Mâce, Berra'
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
.
«Bir cenaze
ihtifalinde Resûlullah {Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) ile beraberdik. Bir kabrin
kenarında durup ağladı, ağladı. Öyle ki yer ıslandı. Sonra, «Ey kardeşler, işte
bunun için hazırlık yapınız»
diye buyurdu.
Ahmed, Nesai, ibn-i
Mace, İbn-i Ömer (Radıyallahû anhüma)'dan rivayet ettiklerine göre şöyle
demiştir:
Medine'de bir adam
öldü. Resûlullah {Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)
namazını kıldı ve «keşke doğduğu yerde ölmeseydi» buyurdu.
Halktan birisi;
«Neden yâ Resûlullah?»
dedi.
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) : «Kişi doğduğu yerden başka bir yerde Öldüğü zaman, doğduğu
ve öldüğü yerler arası kadar Cennette ona yer verilir,» diye buyurdu.
Ebu'l-Kasım bin Mende,
ibn-i Mesud (Radıyallahû anhVden rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Gurbette Ölenin
kabri, ailesinden uzak olduğu kadar geniştir.»
îbn-i Mende, Ebû
Said-i Hudri (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Seîlem) şöyle buyurmuştur :
«Kabir ya cennet
bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.»
Beyhaki «Azabü'l-Kabir» kitabında ve
ibn-i Ebi Dünya,
ibn-i Ömer (Radıyallahû anhüma) 'dan rivayet ettiklerine göre,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur«Kabir ya cehennem
çukurlarından bir çukur, veya cennet bahçelerinden bir bahçedir.»
îbn-i Ebi Şeybe
«Musannef»de, Sâbuni «el-Maideteyn»de ve îbn-İ Mende, Ali bin Ebû Talip
(Kerremallahu Veçhemi)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
«Kabir cehennem
çukurlarından bir çukur veya cennet bahçelerinden bir bahçedir. Her gün üç
sefer çağrır i 'Ben kurtlar eviyim, karanlık eviyim, vahşet ve yalnızlık
eviyim. »
îbn-i Mende, Ebû
Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Mümin kabrinde yeşil
bir bahçe içindedir. Kabri ona yetmiş, zira genişlenir ve dolun ay gibi
aydınlanır.»
Ali bin Muabbed,
Muâz'e (Radıyallahû anhâ)'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Âişe (Radıyallahû
anhâ) 'ye:
«Yâ Âişe bize hiç
bildirmiyorsun, kabre koyduklarımız ne oluyor, başlarına ne geliyor» dedim.
Âişe (Radıyallahû
anhâ) :
«Eğer, mümin ise kabri
kırk zira' genişlenir.»
Kurtubi demiş ki, bu
genişlik, kabrin sıkışması ve suâli bittikten sonradır. Kâfir ise ona asla
genişlik olmaz.»
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem)'in «Kabir ya bir çukurdur veya bir bahçedir» sözü bize göre
hakikattir. Mecaz değil... Kabir hakiki olarak yeşillikle dolar. îbn-i Ömer
(Radıyallahû anhüma) hadisinde bu yeşilliğin reyhan çiçeği olduğunu
belirtmiştir.
Bâzı âlimler ise bu
hadisin mecaz olduğuna kail olmuşlar ve kabrin . bahçe olmasından kasıt, kabir
suâlinin kolaylığı, hafifliği, emniyeti ve güzel hayatı, rahatı ve gözün
görebileceği kadar genişliğidir. Nitekim, rahat yaşayan birisi için 'filan
cennettedir' veya azap içinde olana 'filan cehennemdedir' denilir.
Kurtubi demiş ki,
«birinci görüş daha üstündür»
imam Ahmed «Zühd»de
Ibn-i Ebi Dünya «Kitabü'I Kubûr»da,Vehb bin Münebbih'den rivayet ettiklerine
göre şöyle demiştir:
îsa (Aleyhi's-selâm)
bir kabrin başında, havarilerle beraber duruyordu. Kabrin vahşetinden,
karanlığından, darlığından söz ettiler. îsa (Aleyhi's-selâm) dedi ki -.
«Sizler, ana karnında
kabirden daha dar bir yerde lah genişletmek istediği zaman genişletir.»
Ibn-i Ebi Dünya «S ek
erata girenler» kitabında Ebû Ümâ arkadaşı Ebû Galip'den rivayet ettiğine göre;
«Şam'da bir genç
sekerâta girdi. Amcasına «bilir inisin, beni anama bıraksa idi, bana ne
yapardı?» dedi.
Amcası:
«Anan seni cennete
kordu» dedi. O:
«Allah anamdan daha
şefkatlidir,» dedi. Ve ruhunu teslim etti. Ben amcası ile beraber, kabrine
girdim, «taş getirin» dedik, getirdiler. Kabrini yaptık. Bir taş düştü. Amcası
eğildi, biraz bekledi. Ben ne yapıyorsun, dedim. O:
«Kabri nurla doldu,
göz alacak kadar genişlendi» dedi.
Yine îbn-i Ebi Dünya,
Muhammed bin Ebban tarikiyle Hâı rivayet ettiğine göre şöyle demiştir :
«Bir kız kardeşimin
oğlu vardı. «Ya dayı! Allah beni anama bı-raksaydı bana ne yapardı» dedi.
Ben «Cennete kordu»
dedim.
O, «Vallahi Allah bana
anamdan daha şefkatlidir» dedi. Sonra, ruhunu teslim etti» Onu gömdük. Ben
kabrine baktım göz görünceye kadar genişlemiş. Arkadaşıma «gördüğümü görüyor
musun?» dedim. O;
«Evet, Allah mübarek
etsin. Ben sanki, «Allah, bana anamdan daha şefkatlidir» diye söylediğini
işitir gibiyim, dedi.
îbn-i Ebi Dünya, ölüm
konusunda Ebu Bekir b. Meryeıfc da bir üstadından rivayet ettiğine göre şöyle
demiştir:
O
«Basra'da Hadremi
oğullarından bir üstad vardı. Salih bir şahıs idi. Bir kardeşinin oğlu vardı.
Cariyelere arkadaşlık ederdi. Genç olarak öldü. Amcası onu kabre koyup, üstünü düzeltince
onun bâzı hallerinden şüphelendi. Kabrinden bâzı taşları aldı. Baktı ki kabri
Basra çölünden daha geniştir. Ve O, ortasında duruyor. Sonra taşlan geri
yerine koyduktan sonra hanımından onun ne ameller işlediğini sordu. Hanımı
dedi ki:
Müezzin, kelime-i
şehâdeti okurken, o, «Ben de aynen şahitlik ediyor ve yüz çevirenlere tebliğ
ediyorum» diyordu.
Ebü'l-Hasan bin Berra,
bitişik bir senedle, Şerik bin Abdullah'daiı rivayet ettiğine göre, şöyle
demiştir:
«Kûfe'de bir ölünün
namazını kıldım ve kabrine gittim. Ben taşları düzeltirken, kabirden bir tas
düştü. Kabri içinde Kabe ve tavaf bana göründü.»
«Dibac» kitabında, Ebu
îshak İbrahim bin Ebu Süfyan el-Cebe-li'nin, Abdullah bin Muhammed el-Abesi'den
işittiğine göre, Amr bin Müslim, bir kabir kazıcısından şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«İki kabri kazmış
tını. Üçüncüsünde idim. Sıcaklık başıma vurdu. Cübbemi, kazdığımın üzerine
attım, gölgelendim. Ben o durumda iken, Duru iki at üstünde iki adamın
geldiğini gördüm. Birinci kabrin başında durdular. Biri, diğer arkadaşına «yaz*
dedi. Öbürü «ne yazayım?» deyince:
«Fersah çarpı fersah
yaz» dedi.
Sonra ikinci kabre
gittiler. Yine «yaz» dedi. Arkadaşı «ne yazayım» deyince, «göz görecek kadar,
yaz» dedi. Sonra içinde bulunduğum kabre geldiler «yaz» dedi, «ne yazayım»
sorusuna i
«Karış çarpı karış
yaz» karşılığını verdi.
Ben oturup cenazeleri
bekliyordum. Bir adam cenazesi geldi, beraberinde az kişi vardı. Birinci
kabrin başında durdular. Ben, «bu adam kimdir» dedim. Onlar;
«Bu sucu bir adamdı,
çoluk çocuk sahibidir, hiç bir şeyi yoktu. Bu paraları «ona biz topladık. Ben
«paraları ailesine bırakın» dedim. Onlarla beraber o kazıdığım yerde onu
defnettim.
Sonra başka bir cenaze
geldi, yanında yalnız bir iki taşıyıcı vardı. Kabir sordular ve ikinci kabre geldiler.
Ben bu adam kimdir, dedim. Onlar;
«Garip bir insandı,
çöplükte öldü, beraberinde hiç bir şey yoktu» dediler. Ben de hiç bir şey
almadım, oturdum, üçüncü kabri bekliyordum. Yatsı vaktine kadar bekledim. Bir
komutanın hanımının cenazesi getirildi. Ben ücret isteyince, ücreti başıma
vurup, onu o üçüncü kabirde defnettiler.
îbn-i Ebi Dünya, Cafer
bin Süleyman'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
«Bir adam, bir ölünün
kabrine bırakılırken şöyle dediğini işitmiş : 'Cenine ana karnında, kolaylık
sağlayan Allah, sana kolaylık sağlamaya kadirdir'»
İbn-i Ebi Dünya, Ebu
Gatafan. el-Meriden rivayet ettiğine göre; Hz. Ömer (Radıyallahû anh) :
«Yâ Resûlullah, bazen
bizi korkutsan, iyi olur. Acaba kabrin karanlığı ve darlığı nasıldır?» deyince,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
«Kişi içinde bulunduğu
hâl üzere ölür» buyurdu.
Acûri, «Gureba» kitabında, Saîd bin Hâkim'den
rivayet | ne göre, Ebû Yezid'e Bahreynli bir adam şöyle nakletmiştir:
«Bahreyn'de bir adamı
yıkadım, etinin üstünde «Ne mutlu sana ya garip» yazılıydı. Eğilip baktım? o
yazı, derisi ile eti arasında yazılmıştır.
İbn-i Asakir
«Tarihlinde Abdurrahman bin Umâre bin Uk-be bin Ebû Muayt'dan rivayet ettiğine
göre, şöyle demiştir:
«Ahnef bin Kays'ın
cenazesinde bulundum. Onu kabrine indirenlerden birisi idim. Kabrini
düzelttiğim vakit, göz alacak kadar kabrinin genişlediğini gördüm. Bunu
arkadaşlarıma haber verdim. Benim gördüğümü göremediler.
Ebu'l-Hasan bin Sırri,
-Kerâmatü'l-Evliya» kitabında İbrahim el-Hanefi'den rivayet ettiğine göre,
şöyle demiştir:
Haccac-i Zalim,
Mahan-el-Hanefi'yi kapısında astı.
—O kurrala-n,
kapılanna asıyordu
— Biz O'nun asıldığı
yerde geceleyin bir nur görüyorduk...
îbn-i Ebi Şeybe
«Musannef'de, Ebû Dâvud «Sünen»inde Âige (Radıyallahû anhâ) 'dan rivayet
ettiklerine göre, şöyle demiştir:
«Necaşî vefat ettiği
zaman, «devamlı olarak kabrinden bir nur'un göründüğünü» bize naklediyordular.
Ebû Nuaym^ Muğire bin
Habib'den rivayetine göre;
Abdullah bin Galib
el-Mudani, bir çarpışmada, şehid düştü. Defnedildiği zaman, kabrinden misk
kokusu duyuldu.
Kardeşlerinden birisi
onu rüyasında gördü, ona ne yaptın, dedi. O;
«îyiyim» dedi. O;
«Nereye götürüldün»
deyince}
«Cennete» dedi.
Kardeşi;
«Ne ile?» dedi. O;
«Güzel imanla, uzun
teheccütle, haramlara karşı durmakla» dedi. Kardeşi, «kabrinde bulunan bu güzel
koku nedir?» dedi. O: «Okumak ve orucun kokusudur» dedi.
Ahmecf «Zühd»de, Mâlik
bin Dinar'dan, rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: i
«Abdullah bin Galib'in
kabrine girdim. Toprağından aldım, baktım ki, misk kokuyor. Halk o topraktan
almaya kapıldı. Sonra adam gönderilip kabri kapatıldı. [14]
Deylemi'nin -Firdevs»
kitabında, Hz. Ali (Radıyallahû merfuan rivayetine göre;
Âhirette, adaletin ilk
tecelli ettiği yer kabirlerdir. Onda, ler, aşağılardan ayırt edilmez, demiştir.
Fakat Deyleminin oğlu
bu hadisin senedini zikretmemi. [15]
îbn-i Abbâs'dan
rivayet edildiğine göre, Resûlullah tSallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Allah'ın, kuluna en
fazla rahmetli olduğu an, kabrine konulup, halk ve akrabalarının ondan
ayrıldığı zamandır.
Deylemd, Enes
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Allah'ın kuluna en
fazla rahmetli olduğu an, kabrine konulduğu zamandır.» [16]
îbn-i Ebi Dünya, Ebu
Âsim el-Hanbeli'den, o da merfûan tiği rivayette, şöyle demiştir:
Mümine kabrinde ilk
olarak verilen armağan:
«Saria müjde cenazene
tabi olanların tümü, mağfiret müjdesidir.
İbn-i Ebi Dünya, ölüm
konusunda, Ebû Bekir bin Meryem'den o da bir üstadtan rivayet ettiğine göre,
şöyle demiştir:
Câbir bin Abdullah
(Radıyallahû anh)'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem)'dan şöyle buyurmuştur:
«Müminin ilk armağanı
cenazesiyle beraber gelenlerin mağfiret edilmesidir.» [17]
Abd ve Bezzâr,
«Müsned» terinde, ibn-i Abbâs (Radıyallahû an-hüma)'dan ettikleri rivayete
göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Müminin ilk gördüğü
karşılık, kendisini teşyi' edenlerin mağfiret edilmesidir.
Bu konuda, Ebû Şeyh
«Sevab» kitabında Selmân-ı Farisi (Radıyallahû anh)'dan, bir hadis
nakletmiştir.
Ebû Hüreyre
(Radıyallahû anh)'den de, Hakim, Beyhaki, Hatip ve İbn-i Abdulberr ve Deylemi
hadis rivayet etmişlerdir.
Aynı konuda, Enes
(Radıyallahû anh)'dan da, Hakim-i Tirnıizi rivayet etmiştir. [18]
Seleme (Radıyallahû
anhaVdan rivayet ettiğine göre; Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
Ebû Seleme Öldüğü
zaman, «Ya Rabbi kabrini genişlet ve nur-1 and ir» diye dua etti.
Müslim, Ebû Hüreyre
(Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre, Resûiullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
«Bu kabirler,
sahipleri için karanlıklarla doludurlar. Allah, benim onlara yaptığım rahmet
duasiyle onları nurlandırır.»
Deylemi, Enes
(Radıyallahû anh) 'den, rivayetine" göre; Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) :
«Camide gülmek kabrin
karanlığıdır» diye buyurdu.
îbn-i Ebi Dünya
«Teheccüd» kitabında Sırri bin Muhalled'den rivayetine göre, Peygamber
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Ebû Zer (Radıyallahû,anh) için şöyle demiştir:
«Bir sefere çıktığın
zaman ona bir hazırlık yaparsın. Kıyamet yolunun seferine artık ne kadar
hazırlık yapılacağını sen bilirsin. Sana yarayanı haber vereyim mi? Yâ Ebâ Zer»
buyuranca, Ebâ Zer:
«Anam babam sana feda
olsun, buyurun» dedi. «Öyle ise haşir için, sıcak günde oruç tut. Ve kabrin
vahşeti için, gece karanlığında iki rekat namaz kıl.»
Deylemi, Hatip
Rüyet'te Malik'den, Ebû Nuaym, Ibn-i Abdulberr
—«Temhid»de— Ali bin Ebû Talip (Radıyallahû anh)'den rivayet ettiklerine göre,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kim her gün yüz sefer
(Lailahe
illalIah'ül-Malikü'l-Hakkü'l-Mübin) dese, fakirlikten, kabrin vahşetinden
kurtulur ve kendisine cennet kapıları açılır.
Hatip bunu ibn-i
Ömer'in hadisinde de rivayet etmiştir
Deylemi, İbn-i Abbâs
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:
Âlim öldüğü zaman,
Allah onun ilmini tasvir eder, kıyamet gününe kadar kabrinde ona ünsiyet verir
ve yerin hayvanlarına karşı onu korur.
îmam Ahmed «Zühd»de,
îbn-i Abdülberr «Kitabül - İlim»de, senediyle Ka'b'den rivayet ettiklerine
göre şöyle demiştir:
Allah (Azze ve Celle)
Musa (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'ya şöyle vahyetti: Hayır ve iyiliği öğren ve
insanlara öğret, çünkü ben ilmi öğrenen ile öğretenin kabirlerini
aydınlatacağım ki, yerlerinden sıkılmasınlar.
Lâlkâi «Sünnet»de,
İbrahim bin Edhem'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
«Bir cenaze
taşıyordum. Allah bana ölümü mübarek kılsın, dedim. Tabuttan bir ses:
«Allah sana ölümden
sonrasını da mübarek kılsın» dedi. O ses-den içime bir korku sindi. Cenaze
defnedildikten sonra, kabrin yanında oturup düşünürken güzel gözlü, hoş
kokulu, temiz elbiseli bir şahıs kabirden çıktı. «Ya İbrahim, dedi. Ben
buyurun! Allah seni bağışlasın, kimsin sen? dedim. O, ben tabuttan sana
seslenenim, dedi. Ben, «sen kimsin?» dedim. O «ben sünnetim, beni ihya edeni
dünyada korurum, kabirde ona arkadaş ve nur olurum. Kıyamette, cennete doğru
onunla beraber olurum» dedi.
Mufiammed bin Lal ve
Ebû Şeyh «Serap» kitabında, ibn-i Ebi Dünya Cafer bin Muhammed'den o da
babasından oda dedesinden rivayet ettiklerine göre Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle demiştir:
Kişi, müminin kalbine
sevinç bıraktığı zaman Allah o sevinçten bir melek yaratır. O melek Allah'a
ibadet ve onun birliğini ilân eder. Kul kabre girdiği zaman, o melek gelip ona
beni tanır mısın? diyor. O, sen kimsin? deyince, melek «ben o sevincim ki beni
filanın kalbine koymuştun. Bugün ben senin vahşetini ünsiyete çevireceğim.
Sana sorgu meleğine
karşı delilini telkin edeceğim ve seni kelime-i şahadetle koruyacağım. Kıyamet
manzaralarını sana göstereceğim. Sana şefaat edip senin Cennetteki yerini sana
göstereceğim.
İbn-i Mende, Ebü Kâhil
(Radıyallahû anh)'den rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Bil ey Eba Kahil! Kim
insanlardan bir eziyeti gi d erirse, Allah da ondan kabir eziyetini giderir.
Ebü'l Fadl et-Tusi,
«Uyun'ul-Ahbar»da senediyle Hz. Ömer (Radıyallahû anh) 'dan merfûan rivayet
ettiğine göre;
«Kim Allah'ın
camilerini aydınlatırsa, Allah da onun kabrini nurlandırır. Kim camilerde,
güzel bir koku yayarsa, Allah da kabrine cennet kokusundan yayar.»
Deylemi, Ebû Bekr
es-Sıddık (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Musa (Aleyhi's-salâtü
ve's-selâm) Yâ Rabbi bir hastayı ziyaret edenin sevabı nedir,» diye sormuş.
Allah ona «iki melek müekkel kılarım dirileceği güne kadar kabrinde onu ziyaret
ederler,» diye ona vahy etmiş. [19]
Hakim-i Tirmizi,
Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir :
«Kabirde de hesap var.
Âhirette de hesap var. Kim kabirde hesaba çekilse, kurtulur. Kıyamette hesaba
çekilse azap gorur.
Hakim-i Tirmizi
demiştir ki Mü'min kabirde hesaba çekilir ki mahşerdeki hesap ona kolay olsun.
Berzâh'da sıkıştırılır ki, cezası bitmiş olarak kabirden çıksın. [20]
İmam Ahmed, Âişe
(Radıyallahû anhâ)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kıyamet gününde
hesaba çekilip de mağfiret edilen hiç kimse yoktur. Müslüman ise amelinin
cezasını kabrinde görür. îbn-i As şöyle demiştii[21]
«Tarih-inde
Huzeyfe'den rivayet ettiğine göre
«Nefsim kudret elinde
olan Allah'a yemin ederim ki, kalbinde Osmanın öldürülmesine zerre miktar razı
olan öldüğü gün mutlaka Deccala uyar, eğer Deccal'ı görse... Şayet ona
yetişmezse, kabrinde ona iman eder.» [22]
Ondan Allah'a sığınırız.
Kur'an-ı Kerimde müteaddit yerlerde bahsi geçmiştir. «İklil fi istinbat
et-tenzil» adlı kitabımda o yerleri zikretmişim.
Buhâri, Ebu Hüreyre
(Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) şöyle dua ederdi.
«Ya Rabbi ben kabir
azabından sana sığınırım.».
Yine Buhari. Âişe
(Radıyallahû anhâ) 'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
«Kabir azabı haktır diye
buyurdu.
îbn-i Ebi Şeybe ve
Müslim, Zeyd bin Sabit (Radıyallahû anh)'-den rivayet ettiklerine göre şöyle
demiştir:
«Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Beni Neccar'a âit bir duvarın yanında, katırın
üzerinde iken, birden binek koşup nerdey-se Resûhillah'ı yere düşürecekti. Orda
altı veya beş veya dört kabir vardı. Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)
:
«Kim bu kabirlerin
sahiplerini tanır» diye buyurdu. Bir adam t «Ben bilirim» dedi.
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) «Ne zaman öldüler» deyine
«Bunlar şirk üzere
öldüler» dedi. Sonra Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Bu ümmet kabirlerinde
mutlaka imtihana çekilirler. Eğer siz ölüleri defnediyor olmasaydınız, Allah'a
duâ edip benim işittiğim kabir azabını size de işittirmesini dileyecektim.»
îbn-i Ebi Şeybe,
Buhari ve Müslim, Âişe (Radıyallahû anhâ) 'den rivayet ettiklerine göre,
Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kabristanhlar,
kabirlerinde bir azap görürler ve hayvanlar o azabın sesini işitirler.»tmam
Ahmed, Bezzâr, Câbir (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle
demiştir:
»Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Beni Neccar'a ait bir hurma bahçesine girdi. Benî
Neccârlı bazı adamların (ki cahiliyet döneminde ölmüşler) azap görürken
seslerini işitti. Hemen korkulu bir halde çıkıp sahabelerine kabir azabından
Allah'a sığınmalarını emretti..
îmam Ahmed, Ebû Ya'la,
Acûri, Ebû Said-i Hudri (Radıyallahû anh)'den rivayet ettiklerine göre,
Resûlullah {Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)
şöyle demiştir:
«Kâfirin basma
kabrinde doksandokuz ejderha musallat olur. Kıyamet kopuncaya kadar, onu
ısırırlar.»
Ebû Ya'la, Acuri,
ibn-i Mende, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh)den, rivayet ettiklerine göre,
Resûlullah (Saîlallâhû Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur:
«Mümin kabrinde bîr
bahçe içindedir. Kabri yetmiş zira genişlenir,
dolunay gibi nurlanır. Bilir misiniz şu âyet-i kerime hangi konuda nazil
olmuştur:
: Kim zikrimden yüz
çevirirse muhakkak ona dar bir geçim vardır.[23]
Sahabeler, Allah ve
Resûlu daha iyi bilir dediler. Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) buyurdu
ki;
«O dar geçim, kabir
azabıdır. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ona doksan dokuz
ejderha musallat olur. Vücudunu şişirirler, onu sokarlar ve kıyamete kadar
cesedini tahriş ederlere
îbn-i Ebi Şeybe, îbn-i
Ebi Dünya Acûri, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Bevlden sakınınız,
çünkü kabir azabının çoğu ondandır)
îbn-i Ebi Şeybe,
Müslim ve Buhari, ibn-i Abbâs (Radıyallahû anhümaVdan rivayet ettiklerine göre,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) iki kabrin yanından geçerken, şöyle
buyurdu:
«Bunlar, azap
görüyorlar. Azapları da büyük günahlardan dolayı değildir. Birisi bevlden
temizlenmiyordu, diğeri de arada koğu-culuk yapardı. Sonra, Resûlullah elinde
bulunan yaş bir değneği ikiye bölüp kabirlerine dikti. Ashab; Bunu neden yaptın
yâ Resûlullah deyince;
«Umulur ki bunlar yaş
kaldıkça azapları hafiflenir» bıBB"du.
îbn-i Ebi Dünya,
Beyhaki, Meymûne (Radıyallahû anhâî'dan rivayet ettiklerine göre Peygamber
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Ey Meymûne! Kabir
azabından Allah'a sığın. Kabrin en şid-zetli azabı gıybet ve bevldendir.»
Ahmed ve Isbehani,
Ya'la bin Siyabe (Radıyallahû anhl^jı rivayet ettiklerine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) sahibi azap gören bir kabrin basma geidi. «Bu, insanların
etini yiyordu» dedi. Sonra yaş bir dal istedi. Onu kabrine dikti. Ve «umulur
ki, bu dal yaş kaldıkça azabı hafiflesin» diye buyurdu.
Beyhaki
«Delailüfn-nübüvvet»te, Ya'la bin Mürre'den rivayet ettiğine göre, şöyle
demiştir:
Peygamber (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) ile bir kabristandan geçiyorduk. Bir kabirden sıkışma sesini
işittim. «Yâ Resûlullah! Kabirden sıkışma sesini duyuyorum» dedim.
«İşittin mi ya Yala diye buyurdu. Ben «Evet» dedim.
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) «O, kolay işlerden dolayı azap görüyor» buyurdu.
Ben «nedir onlar»
dedim. Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :
«O insanlar arasmda
koğuculuk yapardı. Bevlden temizlenmezdi» diye buyurdu. Sonra, umulur ki azabı
hafiflesin,» diye kabrine bir çubuk dikti.
Not: Ya'la bin Murre
(Radıyallahû anh) Ya'la bin Siyabe'dir. Siyabe (Radıyallahû anhâ) anası idi.
İmam Ahmed, Enes
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) Ebû Talha'nın bir hurma bahçesinde iken Bilal da arkasında
yürüyordu; bir kabrin yanından geçtiler.
Yâ Bilâl işittiğimi
işitiyor musun?
«Bu kabrin sahibi,
azap görüyor. Sorguya çekilmiş, yahudi olarak belirlenmiş,» dedi.
Beyhaki, Ebû Hüreyre
(Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre, peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu:
«Kabir azabı üç şeyden
olur. Gıybetten, koğuculuktan ve bevlden. Mutlaka bunlardan sakının.
Yine Beyhaki,
Katâde'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: Kabir azabı üç bölümdür. Bir
bölümü gıybetten bir bölümü ko-ğuculuktan, bir bölümü de, bevldendir.
İbn-i Ebi Şeybe, îmam
Ahmed, Ibn-i Hibban, Acûri, ümm-ü Mü-beşşir
(Radıyallahû anhüma)'dan rivayet ettiklerine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi" ve Sellem) : «Kabir azabından Allah'a sığınırım» diye buyurdu.
Ben:
«Yâ Resûlullah,
insanlar kabirlerinde azap mı görecekler?» dedim. Peygamber (Sallallâhû Aleyhi
ve Sellem) :
«Evet hayvanların
işiteceği bir azapla, azap görecekler.» dedi.
Taberâni «el-Kebir»de tbn-i. Mesûd (Radıyallahû
anh)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem,) :
«Ölüler, kabirlerinde
azap görürler. Öyle ki hayvanlar onların seslerini işitirler.»
Yine Taberâni
«el-Evsat»da, Ebû Saîd-i Hudri'den rivayetine göre şöyle demiştir:
Ben Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) ile bir seferde beraberdim. O, bineği üstünde
gidiyordu. Birden hayvan irküdi. Ben: «Yâ Resûlullah! Neden bineğin irkildi?»
dedim.
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) : «Hayvan, kabrinde azap gören bir adamın sesini işitti,
İRhdan irkildi* diye buyurdu.
îbn-i Ebi Şeybe,
îkrime (Radıyallahû anh)'den: «Nasıl ki kâfirler kabirdekilerden ümitsizliğe
düştüler [24] mealindeki âyet-i kerime
hakkında demiştir ki:
«Kâfirler kabirlerine
kondukları zaman, Allah'ın onlara hazırladığı azabı görüp, Allah'ın
rahmetinden ümitsiz olurlar.»
Taberani «el~Evsat»da,
ibn-i Ebi Dünya Kitabü'l-Kubûr da, Lâl-kai «es-Sünnet»de, ve îbn-i Meali, İbn-i
Ömer (Radıyallahû anhüma)'-dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Ben, Bedir
taraflarında gezinirken, birden bir çukurdan, boynunda bir zincir olan bir
adam çıktı.
«Yâ Abdullah! Bana su
ver» diye beni çağırdı. Bilmiyorum ismimi mi bildi, yoksa Arapların Abdullah
(Allah'ın kulu) kelimesini kullandıkları gibi mi kullandı. Sonra aynı çukurdan
elinde cop olan bir adam çıktı, «ya Abdullah ona su verme. Çünkü o kâfirdir»
diye söyledi. Sonra copla onu çukura koyuncaya kadar ona vurdu.
Ben gittim, Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) e anlattım. O, «Gördün mü?» dedi. Ben «evet»
dedim. Buyurdu ki;
«O Allah'ın düşmanı
Ebû Cehil'dir. O gördüğün durum da kıyamete kadarki azabıdır.»
İbn-i Ebi Dünya, «Ölümden sonra yaşayanlar»
adlı kitabında, Hallal, Sünnet'de îbn-i el-Berra Ravzada îbn-i Ömer (Radıyallahû anhüma) 'dan rivayet
ettiklerine göre şöyle demiştir:
Bir seferinde çıkıp,
câhüiyet kabirlerinden bir kabrin yanından geçtim. Birden karşıma boynunda ateş
gıcırdatan bir zincir olan bir adam çıktı. Beraberimde bir su kabı vardı. O,
beni gördüğü vakit;
«Yâ Abdullah bana su
ver» derken ardından bir adam kabirden çıkıpi
«Yâ Abdullah ona su
verme, O kâfirdir» dedi. Kendisini copla vurdu. Boynundaki zinciri tutarak, onu
çekti, kabririe soktu.
İbn-i Ömer
(Radıyallahû anh) dedi ki:
Sonra o gece ihtiyar
bir kadının evinde misafir oldum. Evin yanında bir kabir vardı. Kabirden bir
ses işittim : «Bevl mabevi» «Şennmaşenn» diyordu. Ben ihtiyar kadına «nedir bu»
dedim. Ö:
«Bu benim kocam idi.
Bevl ettiği zaman sakınmıyordu. Ona «sana yazıklar olsun! Deve de bevl ettiği
vakit temizlenir. Sen niye temizlenmiyorsun» derdim. O kabul etmezdi. İşte
öldüğü günden ber ri böyle «Bevl ma bevl» diyor, dedi
Ben «şenn» nedir
dediğimde kadın dedi ki:
Çok susamış bir adam
ona Ckocama) geldi. «Bana su ver» dedi. O «al kırbayı (şenni) dedi, Adam baktı
ki içinde damla yok. Ve düşüp öldü. İşte o, öldüğü günden beri «şenn maşenn»
diyor.
Sonra, Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve SellemVe gittim. Haber verdim. Kişinin yalnız başına
sefere çıkmasını yasakladı.
îbn-i Ebi Dünya,
«el-Kubur» kitabında Huveyris bin er-RebâV-dan rivayet ettiğine göre, şöyle
demiştir:
Ben seferden dönerken,
üstü başı alev tutmuş demir bir çerçeve içinde bir adam kabirden çıkıp üzerime
geldi. İki sefer «Bana su ver» dedi. Ardında bir insan çıktı, «Kâfire su
verme» dedi. Ona kavuşup, zincirinden tuttu. Yerde çekip beraber kabre
girdiler.
Huveyris dedi: Deve
öyle olmuştu ki, ona hiç bir şey yapaım-yordum. Boynundan tutunca ıhdi. Ben indim,
akşam ve yatsı namazlarını kıldım. Sonra bindim ta Medine'de sabahladım.
1Ömer bin el-Hattab'a
vardım. Ona meseleyi anlattım. Haîife «Yâ Huveyris, ben seni ittiham etmiyorum,
bana doğru bir haber verdin» dedi. Keyfa essuğra'dan cahiliyet dönemini görmüş
bâzı ihtiyarları çağırdı. Sonra Hüveyrisi'de çağırdı ve dedi:
«Bu bana bir şeyler
anlattı. Onu ittiham ediyor değilim.
Yâ Huveyris bana
anlattığını onlara da anlat.» Huveyris yanlattı. Onlar;
«Yâ emirel-Müminin Biz
bunu tanıyoruz. Beni Gifardan bir adamdır. Cahiliyette öldü. Misafirlere hakk
tanımıyordu» dediler.
Yine ibn-i Ebi Dünya,
Hişam bin Urve'den, o da babasından rivayet ettiklerine göre, babası şöyle
demiştir:
Mekke Medine arasında
bir binici gidiyordu. Bir kabristandan geçerken, demire vurulmuş, üstü başı
alev tutmuş bir adam «Yâ Abdullah! Yâ Abdullah! Bana su ver» dedi. Ardından
gelen birisi «Yâ Abdullah su verme» dedi. Bunun üzerine binici bayıldı. Saçları
ağardı.
Olay Hz. Osman
(Radıyallahû anhî 'a iletildiğinde, kişinin yalnız olarak sefere çıkmasını
yasakladı.
îmam Ahmed, Nesâi,
İbn-i Hüzeyme, Beyhaki Ebu Rafi (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiklerine
göre,. şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) Üe Baki' kabristanından geçiyordum. O, (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) «off off» dedi. Beni kastettiğini sandım.
«Yâ Resûlullah bir şey
mi yaptım?» dedim. O; «Ne demek istiyorsun?» dedi. Ben: «Bana of çekiyorsun»
dedim. O;
-Hayır, bu kabir
sahibi filan kişiyi, filan kabileye zekât memuru olarak göndermiştim. Bir
zırhı arakladı. Şimdi ona ateşten bir zırh giydirilmiş, görüyorum» dedi.
îbn-i Ebi Şeybe,
Hennad, İbn-i Ebi Dünya, Amr bin Şerahbil'den rivayet ettiklerine göre, şöyle
demiştir:
Muttaki görünen bir
adam ölmüş. Kabrine gelip, «sana yüz sopa vuracağız» demişler. Adam:
«Neden bana
vuracaksınız, ben kötülüklerden sakınır, Allah'dan korkardım,» demiş. Bir
sopaya ininceye kadar aralarında böyle tartışma sürmüş. Ve o sopa vurulunca
kabri ateş tutuşmuş. Adam helak olup bir daha diriltilince;
Neden bana vurdunuz?»
demiş.
Onlar:
«Bir gün âbdestsiz
olarak namaz kıldın. Ve yardım isteyin mazlumun yanından geçerken, yardım
etmedin,» demişler.
Buhari ve Ebû Şeyh,
«et - Tevbih* kitabında ibn-i Mesûd (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiklerine
göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Allanın kullarından
bir kula kabrinde yüz sopa vurulması em-rolündü. Adam bir sopaya indirinceye
kadar, Allah'a yalvardı. Yalnız bir sopa vurulunca kabri ateşle doldu. Ateş
kalkınca, adam ayıl-dı. «Neden bana vurdunuz» dedi.
Melekler:
«Sen abdestsiz olarak
bir namaz kıldın. Bir mazlumun dalyanından geçip yardım etmedin» dediler.
Buhari, Beyhaki, Semûrete bin Cündüpten rivayet ettiklerine
göre şöyle demiştir:
Resûlullah'm, ashabına
çok fazla söylediği şeylerden birisimde: «İçinizden kimse rüya gördü mü?» sözü
idi.
Bir gün sabahleyin,
şöyle buyurdu:
Bu gece iki kişi gelip
«bana hazırlan» dediler. Onlarla beraber çıktım, beni Arz-ı mukaddese
götürdüler. Yatan bir adamın yanma vardık; elinde taş olan diğer bir adam
başında duruyordu. Taşı basma vurup başını sıyırıyordu; Taş yuvarlanır
giderdi. Peşinde gidip taşı alıyordu. Vuran adam daha dönmeden, vurulanın başı
eski ha-
îine gelip
iyileşiyordu. Döndüğü vakit ilk sefer yaptığı gibi bir daha onun başına
vuruyordu.
Ben o arkadaşlarıma
«Sûbhanallah nedir bunlar» dedim. Onlar:
«Git» dediler. Gittik,
tâ, baş üstü yatmış bir adama vardık. Elinden çengel olan diğer bir adam onun
yanında idi. Yanaklarına çengeli takıp kafasına kadar yırtardı. Burnuna koyup
kafasına kadar yırtardı, gözüne takıp kafasına kadar yırtardı. Sonra dönüp öbür
tarafı da aynen öyle yapardı. Onu bitirmeden öbür taraf eski haline dönüp
iyileşiyordu. Yine öbür tarafa yaptığını bu tarafa yapardı.
Ben arkadaşlarıma
«Sûbhanallah nedir bunlar?» dedim. Onlar;
«Çık» dediler. Çıktık.
Tandır gibi bir şeyin yanına vardık, içinde sesler ve gürültü vardı. İçine
baktık, çıplak kadın ve erkek dolu. Altlarından alev kendilerine vuruyor. Alev
vurdukça bağrışıyordular.
Ben arkadaşlarıma
«Nedir bunlar» dedim. Onlar;
«Git» dediler. Gittik.
Kan gibi kızıl bir nehrin yanına vardık. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir
kenarında da ellerinde küçük çakıllar olan bir adam vardı. O arada, adam,
yüzdüğü kadar yüzüyor. Sonra, çakılları biriktirenin yanma gelip ağzını ona
açıyor. Ağzına bir taş atmca gidip yüzüyor, sonra bir daha ona dönüyor, ağzını
açıp adamdan bir taş daha yutuyordu. «Bunlar kimlerdir?» dedim. «Git» dediler.
Gittik, Hiç benzerini görmediğim çirkin bir adamın yanına vardık. Yanındaki
ateşi karıştırıp etrafında dolaşıyordu.
Arkadaşlarıma «Bu
kimdir» dedim. Onlar «Git» dediler. Gittik. Yemyeşil, içinde baharın her nevi
çiçeği olan bir bahçeye girdik. Bahçe ortasında başını göremeyeceğim kadar
uzun bir adam vardı. Etrafında hiç görmediğim çocuklar vardı. Arkadaşlarım
bana «Çık» dediler. Çıktık, büyüklükte ve güzellikte benzerini göremediğim büyük
bir bahçeye vardık.
Arkadaşlarım bana
«yüksel» dediler. Yükseldik, binaları altın ve gümüş kerpiçten olan bir şehre
vardık. Şehrin kapısını çaldık, bize açıldı.
İçine girdik, bir
tarafları çok güzel, bir tarafları çok çirkin adamlar bizi karşıladılar. Arkadaşlarım onlara dediler ki, gidin şu ne-
hirde yıkanın. Orda
suyu bembeyaz geniş bir nehir vardı. Onlar gidip yıkandılar. Sonra bize
döndüler. Çirkinlik onlardan gidip en güzel şekle girdiler.
Arkadaşlarım, «işte bu
senin evindir,» dediler. Ben «Allah'ın bereketi üzerinize olsun bırakın içine
gireyim,» dedim. Onlar «fakat şimdi giremezsin» dediler.
Ben, o arkadaşlarıma
«bu gece çok acaip şeyler gördüm, nedir bu gördüklerim» dedim. Onlar dediler
ki:
Başı sıyrılan adam
ise, Kur'an'ın hükümlerini bırakandır. Uykudan dolayı farz namazlarını
kaçırandır. Kıyamete kadar ona öyle yapılacaktır.
Yüzü, gözü ve burnu
kafasına kadar yırtılan adam ise, sabahleyin evinden çıkıp-her tarafta yalan
söyleyendir. Kıyamete kadar ona Öyle yapılacaktır.
Tandır gibi yerdeki
çıplak kadın ve erkekler ise, onlar zina edenlerdir.
Nehirde yüzüp taş
yutan adam ise, o faiz yiyendir. Ateş karıştıran adam ise, o cehennemin
bekçisi ve sahibidir. Bahçedeki uzun adam ise İbrahim, (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem.) *dir. Etrafındaki çocuklar ise, İslam fıtratı üzere ölen çocuklardır.
Sahabeler;
«Yâ Resûlullah!
Müşriklerin çocukları da mı?» dediler. Peygamber (Sallallâhû Aleyhi.ve Sellem} :
«Evet, müşriklerin
çocukları da...» dedi.
Bir tarafı çok güzel
bir tarafı çok çirkin olan o topluluk ise: onlar iyi, salih bir ameli, diğer
kötü bir amelle karıştıranlardın Allah onları affetti. Ben ise Cibril'im. Bu da
Mikail'dir,
Âlimler demişler ki:
Bu, hadis, Berzah âleminde azabın varlığına dair bir nasstır. Çünkü
peygamberlerin rüyaları gerçeğe tam uygun olan vahydir. Nitekim hadisde,
«kıyamete kadar buna öyle yapılacak» diye ifade vardı.
Darekutni'ye göre,
Hadisin bazı rivayetlerinde şu ifadeler vardır :
Bana bahçeyi anlat,
dedim. Arkadaşım dedi ki:
İbrahim
(Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu bahçede, bu çocuklara bakıcılık yapıyor.
Kıyamete kadar onları besleyecek. Ben «kanda yüzen kimdi?» dedim. Arkadaşım,
«o faiz sahibidir» dedi. «Kıyamete kadar taş ile beslenecektir.» Ben, başı
sıyrılan adam kimdir» dedim. Arkadaşım;
«O, Kur'an Öğrenip
unutacak şekilde uykuya dalıp Kur'an'ı bırakandır ki kıyamete kadar, kabirde
uyudukça, başına vururlar} bırakmazlar ki, uyusun...
Hatip, ibn-i Asakir,
Ebû Musa el-Eş'ari hadisinden şöyle rivayet etmişler: Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) :
«Bâzı adamlar gördüm,
derileri ateşten makaslarla makaslanıyordu.
«Nedir bunların hâli»
dedim. Arkadaşım dedi ki:
«Bunlar, süslenmekte,
helâl dairesini aşan kimselerdir.»
Pis kokulu, bir kuyu
gördüm. İçinde bağıranlar vardı.
«Nedir bu» dedim.
Arkadaşım dedi ki:
«Bunlar süslenmekte
helâl dairesini aşan kadınlardır.»
Hayat suyunda yıkanan
bir topluluk gördüm.
«Bunlar kimdir?» dedim. Dedi ki:
«Bunlar, kötü amel ile
iyi ameli karıştıranlardır.»
îbn-i Asâkir,
«Tarihlinde, Ali bin Ebû Talib (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre:
Besûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldı. Namazı bitirince bize yöneldi ve şöyle
dedi i
Bu gece bana iki melek
geldiler. Kollarımdan tutup dünya göğüne çıktık. Bir meleğin yanından geçtik,
elinde bir taş vardı. Önündeki insanın başına vuruyordu. Adamın beyni bir
tarafa, taş bir tarafa düşüyordu. «Nedir bu» dedim. Arkadaşlarım, «geç»
dediler. Geçtim, baktım, bir melek, önünde bir adam, meleğin elinde demirden
bir çengel; sağ yanağına daldırıyor, kulağına kadar yırtıyor. Sonra sol yanağı
da aynen öyle yapıncaya kadar, sağ taraf düzeliyor.
Ben «nedir bu» dedim.
Arkadaşlarım, «geç» dediler. Geçtim, kandan bir nehir gördüm. Kazan kaynar
gibi kaynıyordu... Kenarlarının içinde çıplak bir topluluk vardı. Nehrin
kenarında, ellerinde çamur çakılları olan melekler vardı. O çıplaklardan dışarı
çıkmak isteyen olunca, ağzına bir çakıl
atar, onu nehrin dibine
götürüyordu.
«Nedir bu» dedim.
Arkadaşlarım, «geç» dediler. Geçtim, baktım önümde bir ev, altı üstünden daha
dar, içinde çıplak bir topluluk vardır. Altlarından alev yükseliyordu. Ben
onların pis kokusundan burnumu kapattım.
«Kimdir bunlar» dedim.
Arkadaşlarım, «geç» dediler. Geçtim, Siyah bir tepeye vardım. Üstünde çeşitli
hastalıklara çarpılmış bir millet vardı. Arkalarından ateş savrulup ağız
burun, göz ve kulakla-rmdan çıkardı.
Ben «nedir bu durum»
dedim. Arkadaşlarım «geç» dediler. Geçtim. Her tarafı saran bir ateş gördüm.
Başına bir melek müekkel kılınmış, hiç kimsenin ondan çıkmasına fırsat
vermiyor. «Nedir bu?» dedim. Arkadaşlarım «geç* dediler. Geçtim. Kendimi bir
bahçede buldum. Orda güzellikte benzeri olmayan bir yaşlı zat vardı. Etrafında
çocuklar bulunuyordu. Ve etrafta, yaprakları fil kulağı misillu ağaçlar vardı.
Allah'ın müsaade ettiği kadar o ağaca yükseldim. Ta güzellikte benzeri
bulunmayan, şeffaf incilerden, yeşil zebercedden, kızıl yakuttan evler buldum.
Ben «nedir bu» dedim.
Arkadaşlarım «geç» dediler. Geçtim. Gümüş ve altın iki köprüden bir nehre
vardım. Nehrin kenarında güzellikte eşi olmayan yapıları, şeffaf inciden,
yeşil Zebercedden, kızıl yakuttan olan evler vardı. İçlerinde dizilmiş bardak
ve ibrikler vardı.
Ben «Nedir bu» dedim.
Arkadaşlarım, «İn» dediler, indim. Elimi o kaplardan birisine vurdum. Avuçlayıp
içtim. Baktım baldan daha tatlı, sütten daha beyaz, kaymaktan daha yumuşaktır.
Arkadaşlarım bana
dediler ki: İşte o başları vurulup, beyinleri yere akıtılanlar ise, onlar yatsı
namazını kılmadan yatanlardır. Namazları vakitlerinde kılmayanlardır. Onlar o
taşla vurulurlar, sonra cehenneme giderler.
Yüzleri çengel ile
varılanlar ise, müslümanlar arasında koğu-culuk yapanlardır. Onlar cehenneme
gidinceye kadar öyle azap görürler.
Ağızlarına çakıl
atılanlar ise, onlar faiz yiyenlerdir. Cehenneme gidinceye kadar o nehirde öyle
azap görürler.
O çıplak millet ise,
zinâkarl ardır. O pis koku ise avretlerinin kokusudur. Onlar da ateşe
varıncaya kadar öyle azap görürler.
Çeşitli hastalıklara
çarpılmış o millet ise, kavm-ı Lut gibi oğlancılık yapanlardır. Alttaki de,
üstteki de Öyle azap görürler. En sonunda Cehenneme giderler.
O her tarafı saran
ateş ise, Cehennemdir.
O bahçe ise,
Cennet'ül-Mev'adir.
O gördüğün yaşlı adam
ise, İbrahim'dir. Etrafındaki çocuklar da müslümanların çocuklarıdır. O ağaç da
sidretü'I-müntehâdır. O evler ise, peygamberlerin, sıddıklarm, şehidlerin,
salihlerin evleridir. O nehir ise, Allanın sana verdiği kevser nehridir.
Kenarlarındaki evler, ise senin ve ehli beytinin evleridir.
Beyhaki, Delaü'de, Ebû
Said-Hudri (Radıyallahû anh)'dan, Miraç hadisinde Peygamber (Sallallâhû Aleyhi
ve SellemJ'den rivayet ettiğine göre, şöyle buyurmuştur :
Sonra bir az daha
geçtim. Baktım, orda, üstünde büzülmüş et olan sofralar var, kimse ona
yanaşmıyor. Aynı yerde diğer sofralarda, kokuşmuş pis et vardır. İnsanlar
oturup ondan yiyorlar.
Ben «Yâ Cibril kimdir
bunlar?» dedim. O dedi ki: «Ümmetinden
bir millettir. Helâli bırakıp harama girerler.»
Sonra biraz daha
geçtim. Karınları evler gibi plan bir topluluğun yanına vardım. Kalkmak
istedikçe yere düşüyordular. «Yâ Rab-bi kıyameti koparma» diyordular. Onlar Ali
Firavunun yolunda idiler. Yoldakiler onları ezip geçiyordular. Allah'a
yalvardıklannı işittim.
. :
«Yâ Cibril! Kimdir
bunlar» dedim. Cibril:
Bunlar, «senin
ümmetinden faiz yiyenlerdir» dedi. Sonra az daha gittim. Dudakları deve
dudakları gibi büyük bir milletin yanına geldim. Ağızlarını açıp o ateşten
yutuyor, ateş arkalarmdan çıkıyordu.
«Kimdir bunlar» dedim.
Cibril:
«Bunlar, senin
ümmetinden yetimlerin malını zulmen yiyenlerdir» dedi.
Sonra yine öyle
geçtim. Memelerinden asılmış kadınlar gördüm. «Kimdir bunlar?» dedim.
«Bunlar zina
edenlerdir» dedi.
Sonra biraz daha
gittim. Yanlarından et kesilen, bir millet gördüm. O kesilen et onlara
yediriliyordu. Onlara, «kardeşinin etinden yediğin gibi bunu da ye»
deniliyordu. «Kimdir bunlar?» dedim. Cibril :
«Bunlar gıybet edici
ve ayıplayıcılardır» dedi.
İbn-i Adiy, Beyhaki,
yine Miraç hadisinde Ebu Hüreyre
[Radıyallahû anh)'dan
rivayet ettiklerine göre.Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Başları, taşla
ezilen bir milletin yanından (Miraç
gecesinde) geçtim. Başları ezildikçe bîr daha düzeliyordu. Bu ezilmekten
dolayı onlardan hiç bir şey eksilmiyordu.
«Yâ Cibril kimdir
bunlar?» dedim. Cibril
«Bunlar, başları
namaza ermeyen kimselerdir» dedi.
Sonra, keçi koyun gibi
dolaşan, zakkum, dikenli otlan, Cehennemin çakıl ve taşlarını yiyen bir
milletin yanına geldim. «Kimdir bunlar» dedim. Cibril;
«Bunlar, mallarının
zekâtını vermeyenlerdir» dedi.
Sonra, başka bir
milletin yanma geldim. Ellerinde teiniz pişmiş et ve piş çiğ et vardı. Temiz
eti bırakıp pis eti yiyordular.
Ben «Kimdir bunlar?»
deyince Cibril cevaben:
Bunlar, helâl hanımını
bırakıp pis kadının yanında sabahlayan erkek ve helâl kocasmı bırakıp pis
erkeğe giden, yanında sabahlayan kadınlardır.»
Sonra, taşınamayacak
kadar büyük bir yığını biriktirmiş ve arttırmayı isteyen bir adam gördüm.
«Kimdir bu» deyince Cibril:
«Yanında ödeyemeyecek
kadar, insanların emanetleri olan ve yine emânet almak isteyen kişidir» dedi.
Sonra, dili ve
dudakları demir makasları ile kesilen, bir milletin yanma geldik. Kesildikçe
eski hâline dönüyordu. Hiç bir şey eksilmiyordu. «Kimdir bunlar» deyince,
Cibril cevaben:
Bunlar, ümmetinin
hatipleridir» dedi.
Ebû Dâvud, Enes
(Radıyallahû anh)'den rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurmuştur:
Miraca çıkarıldığım
gece, bâzı kavimlerin (toplulukların) yanından geçtim. Tunçtan, tırnaklan
vardı. Kendi yüzlerine ve göğüslerine batırıyorlardı.
«Yâ Cibril kimdir
bunlar?» dedim. Cibril:
«Bunlar, insanların
etini yiyen (gıybetini yapan) ve ırzların» geçen kişilerdir» dedi.
îbn-i Ebi Dünya
«el-Kubur» kitabında Hasan'dan merfûan rivayet ettiğine göre Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Kim sahabelerimden
birisine söverek dünyadan ayrılsa, Allah ona bir hayvan musallat eder, etini
kemirir, ondah kıyamete kadar elem duyar
lbn-i Huzeyme, İbn-i
Hibban, el-Hâkim, Taberani, İbn-i Merde-veyh kendi Tefsirinde ve Beyhaki, Ebü
Umâme (Radıyallahû anh)'~ dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallaîlâhû
Aleyhi ve Sellem) sabah namazından sonra yanımıza geldi. Buyurdu ki: Ben hak
bir rüya gördüm, dinleyin:
Bu gece bana bir adam
geldi. Elimden tuttu, peşimden gel dedi. Ta, sarp korkunç bir dağa geldik. Bana
«dağa çık» dedi. Ben «Çıkamam» dedim. O, «ben onu sana kolaylaştıracağım»
dedi. Adımlarımı attıkça bir basamağa rastgeliyordu. Ta dağın zirvesine çıktık.
Orda ağızları yırtık, erkek ve kadınlar vardı. Nedir bunlar dedim. O, «bunlar
dediklerini yapmayanlardır» dedi.
Sonra çıktık, göz ve
kulakları mıhlanmış erkek ve kadınlar karşımıza çıktı. «Nedir bunlar» dedim.
O;
«Bunlar bakıp ta
görmeyen, işitip de dinlemeyenlerdir» dedi.
Sonra çıktık. Kuyruk
sokumlarından asılmış, başları aşağıda, memelerini yılan kemiren kadınlar
gördük. «Kimdir bunlar» dedim. O;
«Bunlar çocuklarına
süt emzirmeyen kadınlardır» dedi.;
Sonra, çıktık. Kuyruk
sokumlarından asılmış, baş aşağı azîmik-tarda buldukları suyu yalayan kadın ve
erkekleri gördük. «NedirSbun-lar» dedim. O;
«Bunlar oruç tutup,
sonra keffaret vermeden orucunu' bpzan-lardır» dedi.
Sonra, çıktık. Çok
çirkin manzaralı, çok çirkin elbiseli,; çok pis kokulu kadm ve erkekleri
gördük. Kokuları pislik kokusu idi. «Kimdir bunlar» dedim.
«Bunlar zina eden
kadın ve erkeklerdir» dedi.
Sonra çıktık. Korkunç
derecede şişmiş, çok pis kokulu ölüler gördük. «Nedir bunlar» dedim. O;
«Bunlar kâfirlerin
ölüleridir» dedi.
Sonra çıktık, ağaç
gölgesinde oturan adamlarla karşılaştık. «Nedir bunlar» dedim. O;
«Bunlar müminlerin
ölüleridir» dedi.
Sonra, çıktık, genç
erkek ve kızları gördük. İki nehir arasında oynuyordular. «Kimdir bunlar»
dedim. O;
«Bunlar müminlerin
zürriyetidir» dedi.
Sonra, çıktık. Güzel
yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu adamlarla karşılaştık. Yüzleri bembeyaz kâğıt
gibi parlaktı. «Kimdir bunlar» dedim. O;
«Bunlar siddıklar,
şehidler ve salihlerdir» dedi.
Deylemi'nin
Firdevs'inde Enes (Radıyallahû anh)'dan merfuan rivayet edildiğine göre,
Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Ümmetimden kim, kavmi
Lûtun amelini işlese, Allah onu onların yanma nakleder. Onlarla beraber
hoşrolur.»
îbn-i Asâkir'in
«Tarih»inde, senediyle Amr bin Eşlem ed-Dımış-ki'den rivayet edildiğine göre,
şöyle demiştir :
Hudutta yanımızda bir
adam öldü, defnedildi. Üçüncü gün kabri devşirildi. Taşlar yana dikildi,
kabirde hiç bir şey göremediler. Bu durum Veki' bin el-Cerrahtan soruldu. O
şöyle dedi:
Bir hadis'de,
işitmişiz:
«Kim kavm-ı Lûtun
amelim işlerken ölse, kabir onu onların nına götürür. Ve kıyamet gününde
onlarla beraber haşrolur.»
îbn-i Ebi Dünya,
Mesrûk'dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir :
«Kim hırsızlık yapar
veya zina eder veya içki içer veya bunlara benzer bir şey yapar da ölürse
kabrinde iki arslan bulunup onu devamlı olarak ısırırlar.»
îbn-i Asakir, Vâile
bin el-Eskâ' (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah
(Salîallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
:
Eğer kaderi veya
cüz'-i ihtiyari'yi inkâr edenlerin kabri üç gün sonra devşirilse kıbleden
yüzleri çevrildiği görülecektir.
Esbehânî, Tergib'te
el-Avam bin Havşap (Radıyallahû anhrdjan rivayet ettiğine göre şöyle
demiştir:
Bir seferinde bir
mahalleye inmiştim, mahalle kenarmda bir kabristan vardı. İkindi olduktan
sonra, kabrin birisi açıldı. İçinden, başı eşek başı olan bir insan cesedi,
çıktı. Soruşturdum, denildi ki:
O içki içiyordu. Akşam
eve gidince, anası ona «oğlum, Allah1-dan kork,» derdi. O. da anasına «sus,
eşek gibi anırma» derdi, işte, ikindiden sonra öldü. Hergün böyle, kabri
açılıp üç sefer anırıyor. Sonra kabir üzerine kapanıyor.
Ibn-i Ebi Dünya,
Mersed bin Havşep'den naklettiğine göre, şöyle demiştir :
Yûsuf bin Amr'm
yanında oturuyordum. Yanında, yarı yüzü demir darbesini yemiş bir adam vardı.
Yûsuf ona: «Gördüğünü Mer-sed'e anlat» dedi. O dedi ki:
I
«Geceleyin biri için
kabir kazdım. Defnedilip üzerinde toprak atizeltilince, deve gibi iki büyük kuş
geldiler. Biri baş ucuna diğeri ayak ucuna kondu. Sonra kabrini deştiler. Biri
kabrine sarkıldı, Öbürü, kabrin kenarında durdu. Ben geldim, kabrin kenarında
durdum, işittim, ölüye şöyle diyordu:
— Kibir büyüklük
taslamak için sarı.elbiseler içinde kayınlarını ziyaret eden sen değil miydin?
Kabrin içindeki adam:
— Ben kibirli olacak
kadar güçlü değilim, deyince ona bir darbe vurdu, kabri yağ ve su ile doldu.
Sonra döndü ve bir daha ona üç sefer sordu. Her seferinde böylece ona bir darbe
indirdi. Sonra, başını döndürüp bana baktı. «Bakınız, nerde oturmuş, boynu
kırılsın» dedi. Ve yüzümün bu yanma vurdu. Gece boyunca öyle yerde kalmıştım.
Sabahleyin kendimi böyle gördüm.
Yine İbn-i Ebi Dünya,
Ebu'l-Cüreys'den o da anasından naklettiklerine göre, şöyle demiştir:
Ebû Cafer, Küfe
hendeğini kazarken, halk cenazelerinin yerini değiştirdiler. O arada ellerini
ağzıyla tutan bir gencin cenazesi bulundu.
Ebû îshak'dan
nakledildiğine göre, şöyle demiştir:
Bir ölüyü yıkamak için
çağrıldım. Yüzünden Örtüyü kaldırdığım vakit boğazına sarılmış bir yılan
gördüm. Dediler ki:
Bu adam sahabeler (Radıyallahû anhümVe sövüyormuş.
Yine Ebû İshak'tan
nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Yanıma bir adam geldi.
Ben, kabir deşen bir adamım. Bazıların yüzleri kıbleye dönük olmadığını
gördüm, dedi.
Bunun üzerine Ben
Evzai'ye mektupla sordum:
Evzaî: bunlarln sünnet üzere ölmeyenlerdir, dedi.
Abdül'mümin bin
Abdullah bin îsa ed-Dabi'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Tevbe etmiş bir kabir
deşen {kefendiz) den soruldu j Gördüğün en tuhaf şey nedir?
O, birinin kabrini
deştim, baktım, cesedinin her tarafı çakılmış. Büyük bir mıh basma, diğer büyük
bir mıh da ayaklarına çakılmış, gördüm, dedi.
Başka bir kefendiz [25] den
aynı şey soruldu..
O, bir insanın
kafatasını gördüm, içine kurşun dökülmüştü, dedi.
Fadl bin Yûnus'dan
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
Bize ulaştı ki, Ömer
bin Abdülaziz, Mesleme bin Abdül-melik'e Yâ Mesleme, kim babanı defnetti?» diye
sormuş. O;
«Filan kölem onu
defnetti» demiş.
«Velid'i kim defnetti»
diye sorunca;
«Yine filan kölem onu
defnetti» demiş
Bunun üzerine, Ömer
bin Abdülaziz, Mesleme'ye, kölesininna anlattığını nakledip demiş ki:
Kölen: Senin baban ile
Veld'i defn için kabre koyunca, gidip bağları sökmek istemiş, bakmış ki,
yüzlerinin etleri kafalarına çekilmiş.
Yezid bin Mehleb'den
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir.
Ömer bin Abdülaziz
bana dedi ki:
Yâ Yezid : Ben Velid'i
kabrine koyduğum vakit baktım içinde ayaklarım depretiyor.
Amr bin Meymun'dan
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
Ömer bin Abdülaziz'den
işittim ki diyor: Velid bin Abdülme-lik'i kabrine koymakla görevlendirildim.
Baktım ki dizleri boynuyla birleşmiş.
Ömer bin Abdulaziz
bundan ders alıp, onların peşinde gitmedi.
îbn-i Ebi Dünya,
Beyhaki Şuab-i iman'da Abdulhamid bin Mah-mud el-Muawili'den naklettiklerine
göre şöyle demiştir:
Ben ibn-i Abbas
(Radıyallahû anhümaJ'nm yanında oturuyordum. Bir cemaat gelip dediler kit
Biz hacca çıktık.
Filan arkadaş da beraberimizde idi. Zatüssa-fahaya geldiğimiz zaman orda öldü.
Onun tekfinini hazırladık, çıkıp ona bir kabir kazdık. Lahdini yaptık.
Bitirir, bitirmez, baktık ki, lahd (kabrin içi) siyah bir şeyle doldu. Orayı
bırakıp başka bir yer kazıdık. Lahdini bitirdiğimiz zaman baktık yine siyah bir
şeyle doldu. Orayı da bıraktık işte onu sana getirdik. Bunun üzerine ibn-i
Abbas dedi ki:
Boynuna takılacak
kelepçedir bu..
Beyhaki'nin
rivayetinde ise işte o işlediği amelidir; Onu bir yerde defnedin. Nefsim
kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bütün yeryüzünü kazisanız, bu
siyah şeyi böyle göreceksiniz.
Sonra çıkıp onu bir
yerde defnettik. Döndüğümüz vakit hanımından, kocasının ne iş yaptığını
sorduk. Hanım dedi ki:
Kocam taam (yiyecek)
satıyordu. Hergün ailesinin ihtiyacını ondan alırdı. Sonra gidip başak
çöplerini içine ufalatırdı.
Lâlkâi, Sadaka bin
Halid'den o da Şamlı bir üstadından rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Biz hacca gittik,
yolda bir arkadaşımız öldü. Cemâatten bir keser emanet aldık .onunla
cenazesini defnettik ve keseri kabirde unuttuk. Biz keseri almak için kabri
deştik. Bir de ne görelim. Adamın boynu, el ve ayaklan keserin deliğine
sıkıştırılmış. Üzerine toprağı
örttük. Keseri
onlardan aldığımız cemâati da fiatmı vermekle razı ettik. Döndüğümüz zaman
hanımından onun halini sorduk. Hanımı dedi ki:
«Kocam elinde mal olan
bir adamla arkadaşlık etti. Adamı öldürüp malını aldı... Adam da hacca, ve
savaşa giden birisiydi,
îbn-i Asakir, el-A'meş
(Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre; şöyle demiştir:
İBir adam Hasan bin
Ali, (Radıyallahû anh) 'nın kabri üzerine etti. li oldu, köpekler gibi
havlıyordu. Sonra ölünce, kabrinden havladığı, bağırıp çağırdığı işitildi
Yezid bin Ebû Zeyyad
ve Umare bin Ömer'den rivayet edildiğine gşre, şöyle demişlerdir: .
Ubeydullah bin Zeyyad,
öldürüldü. Onun ve arkadaşlarının başları getirildi. Meydanlığa atıldı. Büyük
bir yılan geldi. Halk, korkusundan dağıldılar. Başların araşma girdi.
Ubeydullah bin Zey-yad'ın burnuna girdi. Sonra ağzından çıktı. Sonra tersine
ağzından girdi, burnundan çıktı. Böyle bir kaç sefer tekrarladı, gitti. Bir
daha döndü, gene yalnız ona öyle yaptı. Yılanın nerden geldiği ve nereye
gittiği bilinmedi.
Not: Tirmizi Camii'nde ve Taberani yalnız umare tarikiyle bunu
rivayet etmişlerdir. Taberani hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
Yine ibn-i Asakir,
Muhammed bin Said'den rivayet ettiğin göre:
Müslim bin Akaba
el-Meri, Medineye geldi. Yezide biat edilmesi için propoganda yaptı.
Emevilerin, Allah'ın tâat ve masiyetinde halis kul olduklarını söyledi. Câriye
oğlu olan Kureyşli bir adamdan başka herkes onun çağrısını kabul etti. O
Cariye oğlu: yalnız Allaha itaat ettiklerinde biat edeceğini ve zulümde onlara
uymayacağını söyledi. Müslim onun bu tarz biatim kabul etmedi ve onu
öldürdü. O Kureyşlinin
anası, «Allah fırsat verirse sağ da ölü
de olsa Müslimi ateşle yakmaya yemin etti.»
Müslim Medine'den
çıktığında hastalığı şiddetlendi, öldü.
.
Kureyşlinin anası,
kendi köleleriyîe beraber onun kabrine gitti. Devşirilmesini emretti. Kazıp
cenazeyi buldukları zaman, boynuna sarılmış, burnunu emen bir ejderha
buldular. Bunun üzerine or-dakiler, korkup kaçtılar.
Tamam bin Muhammed
er-Razi «Ruhban» kitabında ve ibn-i Asakir. Tamam el-Hafiz tarikiyle, Ebû Ali
Muhammed bin Harun el-Ensari'den, îsmet bin Ebû îsmet el-Buhari'den, o da Ahmed
bin Ammar bin Halid el-Temmar'dan o da İsmet el-Âbadani'den, rivayet ettiğine
göre, şöyle demiştir:
Ben kırlarda
dolaşıyordum. Bir kilise gördüm. Kilisenin içinde bir manastır vardı.
Manastırın içinde, bir rahip vardı. Ben ona, bu konuda gördüğün en acaip şeyi
bana anlat, dedim.
O dedi ki: Ben bir
gün, deve kuşuna benzer bir kuş gördüm. Bu kayanın üstüne konmuştu. Bir adamın
başını yuttu sonra bir ayağını sonra da bir bacağını yuttu. O yuttukça o
organlar şimşek gibi bir daha yerine gelirdi. Yine tam bir adam olur, otururdu.
Kalkmak istediği vakit, kuş onu gagalar, organlarını parçalardı. Sonra dönüp
onları yutardı. Günlerce o böyle devam etti. Ben ondan çok hayrette kalırdım.
Ve Allah'ın büyüklüğüne olan inancım arttı. Bildim ki bu cesedler öldükten
sonra bir çeşit hayata mazhardırlar. Bir gün o kuşa yönelip dedim:
Seni düzgün yaratan
Halikının hakkı için onu yemeyeceksin. Tâ ki onun durumunu sorup hikâyesini
öğreneyim. Kuş açık bir arap-ça ile bana dedi ki
Mülk Rabbimindir. Beka
da onundur. Yok eden bir daha var eden de odur. Ben Allah'ın meleklerinden bir
meleğim. Bu cesede müekkelim. Yaptığı cürümden dolayı ona böyle yapıyorum.
Ben adama yöneldim, ey
kendine kötülük eden, hikâyen nedir, sen kimsin, dedim.
O, «Ben Abdurrahman
bin Mülce'im. Ali (Radıyallahû anh)'mn katiliyim. Ben onu öldürüp, sonra ruhum
Allah'ın kabzasına girince, bana bir sahife verdi, doğduğum günden Aliyi
öldürdüğüm güne kadar yaptığım iyilikler içinde yazılı idi. Ve Allah bu meleğe
kıyamete kadar böyle bana azap vermesini emretti. İşte bana yaptığını
görüyorsun» dedi. Sonra sustu.
Kuş bir daha ona bir
gaga vurdu. Azalarını dağıttı, sonra dönüp onları yuttu. Ve onları başka yere
götürdü.
Ben diyorum ki: Bu
senedte geçenler içinde Tamam'm üstadı Ebu Ali'den başkası hakkında söylentiler
yoktur.
Zehebi, el-Mizanda, bu
zatın ittiham edildiğini söylemiştir.
İbn-i Receb de bu
hadisenin başka bir şekilde rivayet edildiğini söylemiştir. Bu şeklin senedi
şöyledir:
İbn-i Neccar,
Tarih'inde Selefi tarikiyle Hasan bin Muhammed, bin Ubeyd el-Akriye isnadiyle
demiştir ki, İsmail bin Ahmed bin Ali bin Ahmed bin Yahya bin el-Müneccİnt, 313
senesinde Yusuf bin Ebu Teyyah ile bir rahibi bulduklarını rahibin aynı
hikayeyi onİara anlattığını söylemiştir.
Üçüncü bir şekilde
daha rivayet edilmiştir. Senedi şöyledir:
Ebû Abdullah Muhammed
bin Ahmed bin İbrahim er-Razi (meşhur Sülasiyatm sahibidir) Ali bin Beka bin
Muhammed el-Verrak'tan rivayet ettiğine göre, şöyle söylemiştir:
Ebû Muhammed bin Ömer
el-Bezzar, biz Ebû Bekir Muhammed bin Ahmed bin ebu'l- Ashaptan işittiğini
bildirdi ki şöyle dedi:
Bize garip bir yaşlı
adam geldi. Senelerce Hıristiyanlık yaptığını söyledi. Manastırında ibadet
edermiş. Bir gün otururken, bir kuş geldi, dedi ve hikâyenin hülasasmı
anlattı.
îbn-i Ebi Dünya,
«Ölümden sonra yaşayanlar» adlı kitabında, Abdullah bin Dinar, o da Ebû Eyyub
el-Yemani'den o da Abdullah isminde bir hemşehrisi tarikiyle rivayet ettiğine
göre;
O, ve memleketinden
bir gurup, deniz yolculuğuna çıkmışlar. Günlerce denizin karanlığında
kalmışlar, karanlık çekilince kendilerini bir köyün yanında bulmuşlar. Abdullah
demiş ki:
Ben, çıktım, su
aradım. İçerden rüzgâr gıcırdatmaları gelen kapalı kapılarla karşılaştım. Ben
içeriye bağırdım. Kimse bana cevap vermedi. Ben o durumda iken, üzerime iki
süvari geldi. Herbirisi-nin altında, beyaz bir beygir vardı. Bana;
«Yâ Abdullah bu yola
devam et, içinde su olan bir havuza varacaksın, ondan su al. Onda göreceğin
seni korkutmasın» dediler. Ben onlardan, içinde rüzgâr gıcırdatan o kapalı
kapıları sordum. Onlar, «içinde ölülerin ruhları olan evlerdir,» dediler.
Ben çıktım, havuza
vardım. İçinde başaşağı edilmiş suyu almak isteyip de alamayan bir adam vardı.
Beni gördüğünde çağırmaya başladı:
Yâ Abdullah bana su
ver, ben bardağı batırıp ona vermek istedim. Elim yakalandı, ben ona;
«Ya Abdullah işte
yaptığımı gördün, elim yakalandı. Senin kim olduğunu bana bildir» dedim. O;
«Ben Adem'in oğluyum.
Yeryüzünde ilk kan döken benim,» dedi.
Ebû Nuaym, Vehb
yoluyla Abdurrahman bin Zeyd bin Eşlemden rivayet ettiğine göre şöyle
demiştir:
Bir adam denizde bir
vasıtada giderken, vasıtaları kırılmış. Adam tahtayı tutarak tahta, adamı bir
adaya atmış. Adam çıkıp yürümeye başlamış, bir suya rastgelmiş. Suyu takip
ederek büyük bir kaynağın basma girmiş. Orda kendisi ile su arasında bir karış
kalmış ve orda ayağına zincir vurulmuş bir adam görmüştür.
Adam, Allah seni
bağışlasın bana su ver, demiş. Ona «Neden böylesin» demiş. O;
«Ben Adem'in oğluyum.
Kardeşimi Öldürdüm. Vallahi, onu öldürdüğümden bu yana zulmen öldürülen
herkesin bir kat azabını Allah bana çektiriyor. Çünkü öldürme çığırını ilk açan
benim,» demiştir.
El-Hafiz Ebu Muhammed
el-Hellal «Kerâmat el-Evliya» kitabında senediyle Arim'in kardeşi Eş'as'ten
rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir :
Abdullah bin Haşim
bana dedi ki:
Ben bir ölüyü yıkamaya
gittim. Yüzünden örtüyü kaldırdığımda, baktım, boynunda siyah bir yılan var.
Ben ona «sen bu işte görevlisin. Fakat bizim adetimiz, ölülerimizi yıkarız. Bir
kenara çe-kilebilsen, ben onu yıkadıktan sonra, yerine gelirsin, dedim. Bunun
üzerine, yılan boynundan sıyrılıp evin bir köşesine çekildi. Ben yıkamayı
bitirdiğimde yılan yerine yerleşti... O, Ölü dinsizlik ile itti-ham
ediliyormuş.
İbn-el Cevzi, «Uyun el-Hikayat» kitabında,
senediyle Muhammed bin Yusuf el Firyabi'den rivayet ettiğine göre,
şöyle demiştir: Ebû Sinan'dan (ki salih bir adamdır), işittim ki dedi
Ben bir adamm ölen
kardeşi için taziyesine gittim. Adamı, telaşlı gördüm. Adam bana dedi ki:
Benim telaşım
kardeşimden gördüğüm acaip vaziyettendir. Onu defnedip toprağı düzelttiğimiz
zaman kabirden «ah!» sesini işittim. Ben vallahi bu kardeşimin sesidir, dedim.
Sonra toprağı deşmeye çalıştım. Bana dediler ki, bu işi yapma, ben de toprağı
geri yerine attım. Ben ordan kalkmak istediğimde yine «ah» sesini işittim.
Vallahi bu kardeşimin sesidir dedim ve toprağı açmaya başladım. Bana dediler
ki:
«Yâ Abdullah kabri
devşirme. Ben de bir daha toprağı üstüne kapattım. Kalkmak istediğimde yine
«ah!» dedi. Ben «vallahi bu kardeşimdir» dedim. Sonra toprağı devşirmeye
başladım. Yine bana dediler ki;
«Bu işi yapma. Bir
daha toprağı yerine attım. Kalkmak istediğimde yine, «Ah!» sesini işittim.
«Vallahi bu kabri açacağım» dedim.. Açtım, baktım ateşten bir tok (tasma)
boğazına takılmış. Kabri ateş dolmuş. Ben o tok'u boğazından çıkartmak
istedim, elimi attım, neticede parmaklarım gitti.
Adam bana ellerini
gösterdi, baktım, dört parmağı gitmiş.
Sonra Evzai'ye [26] gittim,
bu durumu anlattım. «Yâ Ebû Amr, yahudi hıristiyan, dinsiz Ölür böyle durumlar
görülmez. O, «Evet bunların Cehennemlik olduklarında şüphe yoktur. Allah
muvahhit-lerden de böyleler gösterir ki, ibret alasınız,» dedi.
Yirie ibn-i el-Cevzi,
Abdullah bin Muhammed el-Medyeni'den ö da bir dostundan rivayet ettiğine göre,
o şöyle demiştir:
Kendi arazime çıktım.
Bir kabristanın yanında iken akşam namazı oldu. Kabristana yakın bir yerde
namazımı kıldım. Ben otururken kabirler tarafından bir inleme sesini işittim.
Sesin geldiği kabre yakınlaştım. Baktım, «Ah! Ben namaz kılar oruç tutardım»
diyor. Beni bir titreme tuttu. Orda bulunan birisine söyledim. O da işittiğimi
işitiyordu. Sonra tarlama gittim. İkinci gün döndüğümde birinci sefer namaz
kıldığım yerde namaz kıldım. Güneş batmcaya kadar bekledim. Akşam namazını da
kıldım. Yine o kabre kulak verdim,» Baktım, «Ah, ben namaz kılar, oruç
tutardım» diyor. Sonra evime döndüm. Sıtmaya tutuldum ve iki ay hasta kaldım.
Hişam bin Ammar,
«Diriliş» kitabında Yahya bin Hamza'dan, Numan bin Mekhûl'ün ona rivayet
ettiğine göre;
Bir adam, Ömer bin
el-Hattab (Radıyallahû anh)'a geldi. Saç ve sakalının yarısı ağarmıştı. Ömer
(Radıyallaû anh) ona?
«Nedir bu halin?»
dedi. Adam dedi ki:
Geceleyin filanların
kabristanından geçtim. Baktım bir adam diğerini ateşten bir copla kovuyor. Ona
kavuştukça bir cop vuruyor, karnından ayağına kadar ateş tutuşuyor. Adam bana
sığındı, «Yâ Abdullah beni kurtar» dedi.
Kovalayan adam, «Ya
Abdullah onu kurtarma, Allah'ın en kötü kuludur» dedi.
Bunun üzerine, Ömer,
(Radıyallahû anh) : İşte peygamberiniz
(SallaÜâhû Aleyhi ve Sellem) bunun için
geceleyin yalnız olarak|se-fere çıkmayı yasakladı, dedi.
İbn-i Ebi Dünya, Amr
bin Dinar'dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
«Medine'li bir adamın
bir kız kardeşi vardı. Öldü. Adam, onu defnedip kabrine götürdü. Definden
sonra, ailesine döndüğünde, hatırladı ki, kendinde olan bir cüzdanı kabirde
unutmuş. Arkadaşlarından bir adamdan yardım diledi. Gidip kabri deştiler.
Cüzdanı buldular.
Adam, arkadaşına dedi
ki, benden uzaklaş, bakayım kardeşim ne haldedir? Lahit kapağından bazı taşları
kaldırdı, baktı kabir ateşle tutuşmuş. Hemen kabri düzeltip anasına döndü ve
kızkardeşinin ne yaptığını sordu. Anası dedi ki:
«O namazlarını tehir
ederdi, zannedersem, abdestsiz namaz kılardı. Komşularm kapışma kulağını koyup
casusluk yapardı.»
Hafız bin Receb dedi
ki: Heysem bin Adi'nin rivayet ettiğine göre, Ebban bin Abdullah el-Becli,
şöyle demiştir:
«Bir komşumuz öldü,
biz onu yıkadık, tekfin ettik, baktık, kabirde, kediye benzer bir şey var. Biz
onu kovduk, fakat kaçmadı. Kabir kazıcısı, anıma bir çakıl attı, hiç
deprenmedi. Bunun üzerine başka bir kabir kazmaya yöneldiler. Kazıldığında
baktılar, aynı kedi yine içindedir. Onu yine aynen kovdular, fakat hiç
etkilenmedi. Üçüncü bir kabre giriştiler. Aynı kediyi yine orada buldular. Yine
kovuldu. Fakat hiç aldırış etmedi.
Bunun üzerine cemâat
dedi ki;
Böyle bir durum
başımızdan geçmemiştir, arkadaşınızı defnedin. Üzerine taşlar dizildiğinde
kabrinden büyük bir kahkaha işittik.
Sonra, dönüşte halk,
hanımma gidip kocasının ne iş yaptığını sordular, gördüklerini ona anlattılar.
Kadın dedi ki:
«O cenabetten
yıkanmıyordu.»
Ebu'l-Ferec bin Cevzi
arkadaşı îbn-i el-Faris'el Ketbi, kendi tarih kitabında şöyle yazmıştır:
«Ben 590 senesinde
Bağdat'ta, bir Ölü buldum. Her tarafı çürümüştü. Kemiklerden başka bir şey
kalmamıştı. El ve ayağında demirden kelepçeler vardı, cenazenin içine iki çivi
çakılmıştı. Biri göbeğine diğeri alnına... Adamın dehşetli bir yapışı vardı.
Kemikleri iri yarı idi. Ortaya çıkmasının sebebi, suların çoğalmasıydı.
Telel-Ah-mer adlı bir tepenin yanmdaki kabrini sel basmıştı.
îbn-el-Kayyim, -Ruh.
kitabında tacir ve salih bir kul olan Ebû Abdillah Muhammed bin Sinan
es-Selâmi'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
«Bağdat'da Demirciler
Çarşısına bir adam geldi. Küçük çiviler sattı, çiviler iki başlı idi. Demirci
aldı, ateşe attı, baktı, hiç erimiyorlar. Ne ettiyse onları yumuşatamadı.
Bıkınca, onları satanı çağırdı. Onu buldu. Bu çivileri nerden getirdin, dedi.
Satıcı, onları yerde buldum, dedi. Fakat demirci peşini bırakmadı. Ta adam,
açık bir kabir gördüğünü, içinde bu çivilerin çakılmış kemikler bulduğunu,
onları ancak kemikleri taşla kırarak çıkardığını söyledi...
tbni el Kayyim'den
naklen Ebû Abdullah Muhammed bin el-Har-rani, dediğine göre:
«O, ikindiden sonra,
Amed şehrindeki evinden bir bostana çıkmış. Güneş batmadan önce, kabirlerin
içine girmiş. Bir de ne görsün. Bir kabir içinde, körük korları gibi ateş
koru... Kabrin ortasında bir cenaze...
Sonra o cenazenin kim
olduğunu, yani o gün ölen ve vergi toplayan birisi olduğunu öğrenmiştir.»
Hafız Şerefuddin
ed-Dimyatî, Mu'cem'inde zikrettiğine göre. Muhammed bin ismail bin
Hibetuîlah'dan, o da Ebû îshak bin Abdullah es-Sa'lebi'den işittiğine göre,
şöyle diyormuş:
«Kabir devşiren
(kefendiz) bir komşumuz vardı. Kendisini
halka gözlerden kör diye bildirip dilencilik ederdi. Kim bir şey verirse ona
acip bir şey söylerim derdi. Sonra kim daha fazla verirse, daha acip şeyi ona
gösteririm, derdi.
Birisi ona bir şey
verdi. Ben yanında durup bakıyordum. Gözlerini açtı, baktım, bilye gibi
gözleri kafasına çıkmışlar. Önünden kafasının arkasını görüyordu.
Sonra size bir olay
anlatayım, dedi:
Ben memleketimde kabir
devşirirdim. Durumum her tarafa yayıldı. Ben halkı öyle korkuttum ki, daha hiç
kimseye aldırış etmezdim. Şehrin kadısı şiddetli bir şekilde hastalandı. Beni
çağırdı ve benden benim onun kabrini devşirip açmamamı satın aldı. Bana yüz
dinar verdi ki kabrini devşirmiyeyim. Ben o dinarları aldım. Fakat Kadı şifa
buldu. Sonra bir daha hastalandı ve öldü. Ben sandım ki bana verilen yüz dinar
birinci hastalık içindi. Böylece kendimi aldatıp, geldim, kabrini deştim.
Baktım, ikab v«* ceza sesleri geliyor. Kadı kabrin içinde oturmuş, saçları
havaya kalkmış, gözleri tabak gibi ve kıpkırmızı. Dizlerimde bir titreme,
başladı, peşinde gözlerime iki parmak sokuldu ve Birisi;
«Ey Allah'ın düşmanı,
Allah'ın (Azze ve Celle) sırlarını mı öğreneceksin» dedi.
Beyhaki,
«Azâbu'l-Kabir» kitabında, Yezid bin Abdullah es-Şe-hir'den rivayetine göre
şöyle demiştir:
Adamın biri arazide
giderken bir kabre varmış. ICabir sahibinden «Ah!. Ah!» seslerini işitmiş.
Adam, kabrin başında durup -Amelin, senin pisliklerini ortaya çıkardı. Sen de
kendini teşhir ediyorsun,» demiş.
Makrizi'nin «Tarih»
kitabında şöyle bir kayıt vardır: (Hicri) Altıyüz doksan dokuz senesinde,
postacı haber getirdi ki, sahilde bir adamın hanımı ölmüş. Adam hanımını
defnedip döndüğünde, içinde para olan bir mendili kabirde unuttuğunu
hatırlamış. Adam köyün alimini alıp kabri devşirmeye gitmiş. Kabri devşırir-
ken alim kabrin
kenarında durmuş, adam bakmış ki, hanımı oturuyor, el ve ayakları saçlarına
asılmış. Adam, ellerini açmak istemiş, yapamamış. Zorlanmış, hanımıyla beraber
yere batmışlar. Al-lah'dan başka kimse, nereye vardıklarını bilmemiş. Alim de
yirmidört saat baygın kalmıştır.
Bunun üzerine sultan,
olayı ve Şam'da olay hakkında yazılanları Şeyh Takiyuddin bin Dakik el-İd'e
gönderdi, Şeyh bunun üzerinde durarak ibret için insanlara gösteriyormuş.
Âlimler demişler ki,
kabir azabından kasıt Berzah azabıdır. Kabre nisbet, çoğunun orda
olduğundandır. Yoksa, Allah bir ölüye azap vermek istediğinde azabı ona
kavuşur, ha defnedilsin ha edilmesin. Kabir, ile denizde batmak veya bir
vahşinin boğazına girmek veya kül olmak arasında bir fark yoktur.
Azab ve nimetin
mahalli ruh ile bedendir. Bu Ehl-i Sünnet'iü ittifakiyle kabul edilmiş bir
konudur.
Ibn-i Kayyîm dedi ki;
Kabir azabı ikidir.
Biri daimidir ki, kâfirler ve isyankârların azabıdır. Diğeri geçicidir.
Günahkârlardan günahları hafif olanların azabıdır. Bunlar, günahlarına göre
azap görürler, sonra azapları kalkar, bazen de dua sadaka vb. bir şeyle bu tip
azap, kaldırılır.
Yafii,
«Ravzu'r~Reyah»in adlı kitapta, şöyle demiştir:
«Bize ulaştı ki, Cuma
gecesinde ikramen ölüler azap görmezler.
Bu durum,
müslümanların günahkârlarına has olabilir,» Nesefi ise, Bahr'ül-Kelâm» adlı
kitabında bunu tamim edip şöyle demiştir:
«Kâfirlerin ölüleri
de, Cuma gecesinde ve Ramazan boyunca azap görmezler.»
Günahkâr müslüman ise,
o kabrinde azap görür. Fakat ilk Cuma gün ve gecesinde, bu azap ondan kalkar.
Sonra kıyamete kadar bir daha azap görmez. Eğer Cuma günü veya Cuma gecesinde
ölse, yalnız bir saat azap ve kabir sıkışmasını görür. Sonra, azap kesilir ve
kıyamete kadar azap görmez...
îşte, Yafimin bu
sözleri gösteriyor ki, müslümanların günahkârları bir hafta veya daha az bir
zaman azap görürler. Cuma gününe kavuştuklarında azap onlardan kesilir ve bir
daha azap görmezler.
Fakat bu sözler delile
muhtaçtır.
İbn-i el-Kayyim,
«el-Bedi» adlı kitapta Kadi Ebû Ya'le'ninkdip notlarından, naklen şöyle
söylemiştir :
Kabir azabının
kesilmesi lâzım, çünkü o dünya azabındandır, d inya ve içindekiler ise fânî
olan şeylerdir. Böyle şeyler elbette, son b ılur. Fakat bu müddetin miktarı
bilinmez. (Onun sözü bitti.)
Ben de diyorum ki,
Hennad bin es-Sirri, «Zühd»de Mücahitten şu rivayeti, bunu teyid etmektedir:
( «Kâfirler, uyku
tadını veren bir şekilde yaslanır, uyurlar. Kabir-dekiler, haşre çağrılınca,
kâfiri ne yazık kim bizi yatağımızdan kaldırdı, der. Yanındaki, mümin ise:
Bu Rahman olan
Allah'ın vadettiği, ve Resullerin tasdik ettiği haşirdir, der.[27]
Bir nokta :
Ibn-i Kayyım
«Bettaf» de şöyle demiştir:
«Hıristiyan bir ana
ile karnındaki müslüman çocuk, beraber defnedildiğinde, o kabre azap da gelir,
nimette... Nimet çocuk içindir, azap da ana içindir.
Ve bunda bir zorluk yoktur.
Bu, biri salih, diğeri facir iki kişinin, bir kabre konulması gibidir [28]
Taberani el-Kebır'de Hakim-i Tirnıizi Nevadir el-Usul'de Isbehani Tergib'de Abdurrahman bin Semurete (Radıyallahû anh)
'den rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Bir gün Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem,) yanımıza geldi. Buyurdu ki:
Dün akşam acaip bir
şey gördüm. Ümmetimden, ruhunu almak için kendisine melek*ül-mevt gelen bir
adam gördüm. Onun, ana babasına yaptığı iyilikler, o meleği çevirdiler.
Ve ümmetimden, kabir
azabına kapılmış bir adam gördüm. Onun aldığı abdestler gelip o azaptan onu
kurtardılar.
Ve ümmetimden bir adam
gördüm, şeytanlar etrafını sarmıştılar. Onun Allah'a yaptığı zikir geldi, onu
onların arasından kurtardı.
Ve ümmetimden, azap
meleklerinin etrafını sardığı bir adam gördüm. Namazı gelip onu, onların
elinden kurtardı.
Ve ümmetimden bir adam
gördüm, susuzluktan ağzını açmıştı. Vardığı her havuzdan kovuluyordu. Sonra
orucu gelip ona su verdi, onu doyurdu.
Ve ümmetimden bir adam
gördüm; yanında peygamberler halka halka oturmuştular. O adamın, yaklaştığı
her halka onu kovuyordu. Sonra cenabetten yıkanması geldi, elinden tutup onu
yanıma oturttu.
Ve ümmetimden bir adam
gördüm, önü karanlık, arkası karanlık, sağı karanlık, solu karanlik, altı
karanlık, üstü karanlık O karanlıklar
içinde şaşırmıştı, sonra Hacc ve Umresi gelip onu o karanlıklardan
kurtardılar. Etrafını nurlarla
doldurdular
Ve ümmetimden bir adam
gördüm, müminlerle konuşur. Onlar onunla konuşmazdı. Sıla-i rahim geldi, «Ey
müminler cemâati! onunla konuşun» deyince onunla konuşmaya başladılar.
Ve ümmetimden birisini
gördüm, eliyle ateşin alev ve kıvılcımlarını yüzünden kovuyordu. Sonra,
verdiği sadakalar geldi, yüzüne bir örtü, başında gölgelik oldular.
Ve ümmetimden,
birisini gördüm, her taraftan gelen zebaniler onu yakalamıştılar. Adamm yaptığı
emr-i bi'1-mâruf nehy-i ani'l-münker gelip onu onların ellerinden kurtardılar,
rahmet meleklerinin ellerine teslim ettiler,
Ve ümmetimden, bir
adam gördüm, dizleri üzerine çömelmiş. Allah ile onun arasında bir perde vardı.
Güzel ahlâkı geldi, elinden tuttu. Onu Allah'ın huzuruna bıraktı.
Ve ümmetimden
sahifesi, sol eline verilmiş bir adam gördüm. Onun Allah'dan korkusu geldi,
sahifesini sağ eline verdi.
Ve ümmetimden terazisi
hafif kalmış bir adam gördüm. Yaptığı iyilikteki aşırılıklar gelip terazisini
ağırlaştırdı.
Ve ümmetimden,
cehennem kenarında olan bir adam gördüm. Allah korkusu gelip onu kurtardı. Adam
ordan geçti.
Ve ümmetimden bir
adamı ateş içinde gördüm. Dünyada Allah korkusundan akan göz yaşları gelip onu
ateşten çekti.
Ve ümmetimden bir adam
gördüm. Sırat köprüsü üstünde durmuş, hurma yaprağının titrediği gibi
titriyordu. Allah'a olan hüsn-ü zannı geldi. Titremesi durdu. Adam köprüden
geçti.
Ve ümmetimden, sırat
köprüsü üstünde bir adam gördüm. Bazen yavaş yürür. Bazen sürünürdü. Bana olan
salavatlan geldi, elinden tutup onu ayağa kaldırdılar ve adam geçti.
Ve ümmetimden bir adam
gördüm. Cennet kapılarına varmış, fakat kapılar ona kapalı... Lâilaheillallah
şehadeti geldi, ona kapıları açtı ve onu cennete koydu.
Ve dudakları
makaslanan bir halk yığını gördüm. «Yâ Cibril kimdir bunlar?» dedim. O, dedi
ki:
«Bunlar halk arasında
koğuculukla gezen insanlardır.»
Ve dillerinden
asılmış, erkekler gördüm. «Kimdir bunlar» dedim. Cibril dedi ki:
«Bunlar, mümin, kadın
ve erlere haksız olarak iftira atanlardır.»
Kurtubi dedi ki, bu büyük bir hadistir. Resûlullah
(Sallaliâhû Aleyhi ve Sellem), özel ve korkunç hallerden kurtaran özel amelleri
onda zikretmiştir.
Tirmizi ve ibn-i Mâce,
Mikdam bin Madikerib'den rivayet ettiklerine göre, Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
Şehidin Allah katında,
altı hasleti vardır. İlk önce kanının dökülmesinden dolayı mağfiret edilir...
Cennetteki yeri ona gösterilir... Kabir azabından kurtulur. Kıyametin
korkunçluğundan emin olur.., Herbir yakutu dünya ve içindekilerine değer bir
taç başına konulur. Hurilerden yetmiş iki hanımla evlendirilir...
Akrabalarından yetmiş kişiye şefaat etme yetkisi verilir.
Tirmizi (hasen gördüğü
bir rivayetle), İbn-i Mâce ve Beyhaki, Selman bin Sard ve Halid bin Arkata
(Radıyallahû anhüma)'den rivayet ettiklerine göre, Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kim ki, karın
ağrısından ölürse, kabrinde azap görmez.»
Ebu Ivfüaym, Selmân-ı
Farisi (Radıyallahû anh)'den rivayet ettiğine göre; ehl-i kitapdan bâzıları
İsa (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'m şöyle buyurduğunu haber vermişlerdir:
«Namazda kıyamın uzatılması,
sırat köprüsünden kurtulmaktır. Ve secdenin uzatılması kabir azabından
kurtulmaktır.»
Âbid, Müsnfed'inde,
ibn-i Abbâs (Radıyallahû anhümaVdan rivayet ettiğine
göre, bir adama:
Onunla çok sevineceğin
bir hadisi sana bağışlayayım mı demiş. Adam, «evet» demiştir.
İbn-i Abbâs (Radıyallahû anh) «Tebâreke sûresini oku, ailene, çoluk
çocuğuna ve komşularına öğret. Çünkü o
(kabir azabından) kurtarır. Mâcadele suresi ise, kıyamette Allah huzurunda okuyu^ cusunu müdafaa
eder, onu ateşten kurtarmak ister. Onu
okuyan kişi, onunla kabir azabından kurtulur.»
Halef bin Hişam,
Fezâilü'l-Kur'an'da, ve Hâkim, sahih gördüğü bir rivayette ve Beyhaki, ibn-i
Mesûd (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
«Tebâreke sûresi,
koruyucudur. Kabir azabından kurtarır. Azap, kabirde onu okuyanın baş ucuna
gelir. Baş der ki, benden geçemezsin, çünkü, bu başta Tebâreke suresi
okunmuştur. Azap ayak ucundan gelir. Ayaklar da benden geçemezsin, bu ayaklar
Mülk sûresi için çok dikilmişlerdir,» derler.
Nesai, ibn-i Mesud
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine; göre, şöyle demiştir:
«Kim Tebâreke sûresini her gece okusa, Allah onunla onu kabir azabından
korur. Biz Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) zamanında, bu sûreyi
«koruyucu» diye isimlendirdik.
İbn-i Asakir «Tarih»inde zayıf bir senedle Enes (Radıyallahûanh) 'dan rivayet' ettiğine
göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sel-lem) şöyle buyurmuştur:
Bir adam öldü,
Allah'ın kitabından beraberinde, Tebâreke sûresinden başka bir şey yoktu.
Kabrine konuldu. Melek geldi. Sûre, ona karşı kükredi. Melek, sen Allah'ın
kitabındansm. Sana karşı gelmek istemem. Ne sana, ne ona, ne de kendime, ne
kâr, ne de zarar verebilme yetkisinde değilim. Eğer onu kurtarmak istiyorsan,
Allah'a çık, ona şefaat et» dedi.
Sure Allah'a çıktı;
«Yâ Rabbi bu kulun, kitabmdan bana dayanıp beni öğrendi, okudu, Ben onun içinde
iken onu ateşe yakıp azap verir misin? Şayet bunu yapacak olursan beni
kitabından imha et,» dedi.
Allah «görüyorum
kızmışsın, onu sana bağışladım. Seni ona şefaatçi kıldım» buyurdu. Bunun
üzerine Melek, cenazeden bir şey sökemedi diye gönlü kırık olarak çıkar.
Sûre gelir, ağzmı
ölünün ağzına kor. «Merhaba ey ağız, beni çokça okudun. Merhaba ey kalp beni
çokça dinledin. Merhaba ey ayaklar, beni çok taşıdınız» der. Kabrinde vahşete
karşı ona ün-siyet verir.
Ravi dedi ki,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem.) bu hadisi buyurduktan sonra;
Ne küçük ne büyük, ne
hür ne köle hiç kimse kalmadı, illa bu sûreyi öğrendi. Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) bu sûreye «Münciye»
(Kurtarıcı) ismini verdi.
Ebû Ubeyde «Fedail»
adlı kitabında, Beyhaki «Delâil»de ibn-i Mesûd (Radıyallahû. anh)'dan rivayet
ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Meyyit, öldüğü zaman
her taraftan ateş yakılır. Onu yakmaya başlar. Eğer ona mani olacak ameli
yoksa...
Bir adam öldü.
Kur'an'dan yalnız Tebâreke sûresini okumuştu. Azap baş tarafından geldi, sûre,
«o beni okurdu» dedi. Ayak ucun-
dan geldi, sûre «onlar beni çok taşıdılar,» dedi. Göğüs tarafmdan gelmek istedi, sûre «o
beni çok bellerdi» dedi ve onu kurtardı
Daremi «Müsned»inde Halid bin Madan'dan rivayet
etliğini göre, şöyle demiştir :
Bana ulaştı ki, secde
sûresi, kabirde sahibini korur. «Ya Rabbi eğer ben senin kitabından isem, beni
ona şefaatçi kıl, eğer kitabmdan değil isem beni ondan imha et» der. Kuş
şekline girer, kanad-larmı açıp ona şefaat eder, onu, kalan azabından kurtarır.
Ravi Tebâreke suresi
içinde aynı şeyleri söylemiş. Onun için, Halid, onları okumadan uyumazdı.
Yine Daremi ve
Tirmizi, Câbir (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Secde sûresi ile Mülk sûrelerini okumadan
uyumazdı.
Rafii'nin de rivayet
ettiğine göre;
Yemenli salih
kullardan biri, bir Ölüyü defnetmiş. Halk ayrıldığında, o, kabirden şiddetli
bir vuruş seslerini işitmiş. Sonra, kabirden, siyah bir köpek çıkmış. O salih,
«helak olasın, nesin sen?» demiş. O demiş ki:
«Ben Ölünün
ameliyim» Şeyh:
«O vuruşlar sâna
mıydı, ona mıydı?» demiş. O:
«Hayır bana idi,
yanmda Yasin ve benzeri sûreleri gördüm,, benimle onun araşma girdiler.
Böylece dövüldüm ve kovuldum.» |
îsbehâni, «Tergib»de,
İbn-i Abbâs (Radıyallahû anhüma)'dah rivayet ettiğine göre, Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kim, Cuma gecesi akşam
namazından sonra iki rek'at namaz kılıp, her bir rek'atta, Kur'an Fatihasını
bir sefer, «İza zülzüeti'1-ard» sûresini onbeş sefer okusa, Allah ona Ölüm
sekeratım kolaylaştırır. Onu kabir azabından kurtarır. Kıyamet gününde, Sırat
köprüsü üstünden de geçmeyi ona kolaylaştırır.
Ebû Yala' Enes
Radıyallahhû anh)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Kim Cuma günü ölse
kabir azabından korunur.»
Beyhaki, îkrime bin
Halid el-Mahzumi'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
«Kim Cuma günü veya
Cuma gecesi ölse iman üzere hayatına hitam verilir. Ve kabir azabından korunur.»
Beyhakfcfen;' ibn-i
Recep şöyle demiştir:
Enes bin Malik
(Radıyallahû anh) 'dan zaif bir senedle; «Ramazan ayında ölüler üzerinden kabir
azabı kaldırılır,» diye rivayet edilmiştir.
Yafii «Ravz
er-Reyyahin»de Veli birisinden rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
«Ben Allah'dan
kabirdekilerin makamlarını bana göstermesini istedim. Bir gece kabirlerin
varıldığım gördüm. Bâzılarının en a'Ia kumaş üstünde, bâzılarının ipek üstünde
bâzılarının çiçekler üstün-
de bâzılarının
koltuklar üstünde, yattıklarını; bâzılarının ağladığını, bâzılarının güldüğünü
gördüm.
Ben, Yâ Rabbi, eğer
isteseydin, ikramda aralarını eşit tutardın, dedim. Birden kabirden bir ses:
Yâ filan, bunlar
amellerin dereceleridir.
İşte atlas kumaşta
yatanlar güzel ahlâk sahipleridir, tpek üstünde yatanlar, şehidlerdir. Reyhan
çiçekleri üstünde yatanlar, oruç tutanlardır. Tahtlar üstünde yatanlar ise,
Allah yolunda birbirini sevenlerdir. Ağlayanlar ise, günahkârlardır. Gülenler
ise tevbe edenlerdir, dedi. [29]
Taberani, Ebû Ya'la,
Beyhaki, «Şuab»daîsbehani «Tergib» îbn-i
Ömer (Radıyallahû anhüma)'dan rivayet ettiklerine göre Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Lâilâhe illallah
diyenler ölümde, kabirde ve haşirde vahşet ve sıkıntı görmezler.»
Ebu'l-Kasım el-Ceyli,
Diba da îbn-i Abbâs (Radıyallahû an-hüma)'dan rivayet ettiğine göre Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Lâilahe illallah
Ölümde, kabirde ve kabirden çıktığında müs-lüman için ünsiyettir.»
Ebû Ya'la, Beyhaki,
ibn-i Mende, Enes (Radıyallahû anh) 'den rivayet ettiklerine göre, Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)':
«Peygamberler,
kabirlerinde diridirler ve namaz kılarlar,» diye buyurdu.
Müslim, Enes (Radıyaîlahû anh)'dan rivayetine göre, Peygamber
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Miraca çıktığım gece
Musa (Aleyhi's-selânı)'in yanından geçtim.
O kabrinde namaza durmuştu.
îbn-i Mende dedi ki,
bu hadisi Haccac bin Minhal, Yûnus bin Muhammed, Ebû Nasr et-Temmâr, Hibban ve
başkaları Hammad'-dan, O Süleyman et-Teymi ve Sâbit'den, onlarda, Enes
(Radıyallahû anh)'dan rivayet etimişlerdir.
Ayrıca Süfyan, Yahya
bin Said, Amr bin Habip Cerir bin Ab-dulhamid, Mutemir bin Süleyman, Yezid bin
Harun îsa ve başkaları Süleyman et-Teymiden, rivayet etmişlerdir. Enesten
başka, sahabelerden Ebu Hüreyre, Abdullah bin Cerrad ve başkaları bu hadisi
Resülullahtan rivayet etmişlerdir.
Ebû Nuaym, Hilye'de
İbn-i Abbâs (Radıyallahû anhüma)'
Peygamber (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Ben, Musa'nın kabrinin
yanından geçerken O, dikilip namaz kılıyordu.
îbn-i Sa'd Tabakat'da
ibn-i Ebi Şeybe Musannaf da îmam Ahmed «Zühd»de beraber olarak Affan bin
Müslim'den, o da Hammad bin Selem'den o da Sabit el-Bennani'den şöyle dediğini
rivayet etmişlerdir.
«Yâ Rabbi, eğer
kabirde namaz kılmayı, bir kimseye nasip etmişsen, bana da nasip et.»
Ebû Nuaym... Sâbit'den
rivayet ettiğine göre, o Hamid et-Tavile:
Peygamberlerden başka
kimsenin kabrinde namaz kıldığım biliyor musun,» demiş. O:
«Hayır» demiş.
Sabit:
|
Ya Rabbi! Eğer bir
kimseye kabrinde namaz kılmak için izin veriyorsan
Sâbit'e kabrinde namaz kılmak için izin ver.»
Yine Ebu Nuaym,
Cübeyr'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ondan başka ilah
olmayan Allah'a yemin ederim ki, ben Sabit el-Bennani'yi kabrine koyduğum zaman
Halid et-Tavil de yanımda idi. Kabrinin duvarını ördüğümüzde, Iahdîne bir taş
düştü, baktım namaz kılıyor. O daima şöyle dua ederdi:
«Yâ Rabbi! Eğer
mahlûkatından bir kimseye kabirde namaz kılmayı nasip etmişsen, bana da et.
İşte, Allah onun duasını reddetmedi.»
Ibn-i Cerir «Tehzib
el-Asar»da ve Ebû Nuaym, ibrahim bin es-Samme el-Mühellebiden rivayet
ettiklerine göre şöyle demiştir:
Seher vaktinde
Hısın'dan geçerken, Sabit el - Bennani'nin kabrinin yanmdan geçtiğimizde
kabrinden Kur'an sesini işitiyorduk,
îbn-i Meride... Ebû
Hamniad el-Haffar'dan güvenilir ve mut-İ taki bir zat idi senediyle rivayet
ettiğine göre şöyle demiştir:
«Cuma günü, öğle
vaktinde, kabristana girdim.
Hangi kabrin yanından geçtiysem, onda Kur'an'ın okunduğunu işitiyordum,»
Tirmizi, hasen gördüğü
bir rivayette, Hakim ve Beyhaki Abdul-llah bin Abbas (Radıyallahû anhümaJ'dan
rivayet ettiklerine göre, O, şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem)'in sahabilerinden birisi çadırmı bir kabrin üstünde kurdu.
Oranın kabir olduğu bilinmiyordu. Sahabi baktı ki içinde bir insan Tebâreke
sûresini sonuna kadar okuyor. Resûlullah'a (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) gelip
ona durumu anlattı. Resûlullah (Saîlallâhû Aleyhi ve Selîenı) O, kurtarıcıdır,
O koruyucudur, insanı kabir azabından kurtarır, diye bu-
Ebu'l-Kasım es-Sa'di,
Ruh kitabında şöyle demiştir-
«Bu peygamber
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'den bir tasdikdir ki ölü kabrinde Kur'an okur.
Çünkü Abdullah (Radıyallahû anh) peygambere haber vermiş O (Sallallâhû Aleyhi
ve Sellem) de, tasdik etmiştir.
İmam Kemalüddin bin
Zemelkani, «el-Amelü'1-Makbul Fi Ziya-reti'r-ResûI» adlı kitapda, şöyle
demiştir:
Bu hadis açıktan ifâde
eder ki ölü, Tebâreke suresini okuyor. Bu rivayetten Allah'ın bazı velilerini
Kur'an okumakla, bazılarını namaz kılmakla mükerrem kıldığı anlaşılmaktadır.
Bu duıum, veliler için
geçerli ise, peygamberler için tarik-i evlâ ile geçerlidir.
Hafiz Zeyneddin bin
Recep «Ehl-ul Kubur» kitabında, şöylel demiştir :
«Allah Berzah âleminin
ehlinden bâzılarına salih amelleri ikram eder, Amelleri kesildiğinden onunla
onlara sevap hâsıl olmasa da, Allah'ın zikir ve taatiyle nîmetlenmek için daha
önce yaptığı ibadet o alemde devam eder. Tıpkı, melekler ve Cennet ehlinin zikir
ve ibadetle nimetlendikleri gibi... Sevap olmasa dahi zikir ve ibadetler,
erbabı için, bütün dünya nimetlerinden daha büyük bir nimettirler. Ve
lezzetleri daha fazladır.
(Hakiki) mutlular,
Allah'ın zikir ve taatinden başka şeylerle mutlu olamamışlardır.
Ebu'l-Hasen bin
el-Berrâ «Havza»' kitabında, Abdullah bin Mu-hanımed bin Mansur'dan İbrahim
el-Haffar'm [30] ona şöyle dediğini
nakletmiştir :
«Bir kabir kazdım, bir
taş göründü, taş kabrin önünden açıldı-
İbn-i Receb'in nakline
göre muhaddis Ebü'l-Haccac Yûsuf bin Mu-hamirted es-Seriri'nin üstadı
Ebu'l-Hasan Ali bin Hüseyin Es-Samîri ki, salih ve muttaki bir adamdı;
Talebelerine rivayet ederken, Samura kabristanından bir yer gösterip :
«Bu yerden, devamlı
olarak Tebâreke suresinin okunduğunu işitiyoruz,» dedi. ;
Hafız, Ebû Bekir
El-Hatip senediyle İsa bin Muhammed el-Tu-mâri'den şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Ebû Bekir bin Mücahid
el-Makri'yi rüyada görüm, sanki Kur'an okuyordu. Ben, ona *sen ölüsün nasıl
okuyorsun dedim. O:
Ben her namazda ve
Kur'an'ı her hatmettiğimde dua ederdim ki Allah, beni kabrinde Kur'an
okuyanlardan eylesin. İşte bu kabrimde Kur'an okuyorum.»
Hallâl es-Sünne» kitabında İbrahim bin Hakem bin
Ebban tarikiyle rivayeti zaiftir o da babasından, o da îkrime'den, ibn-i Abbâs
(Radıyallahû ânh) 'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
«Kabirde, mümine bir
Kur'an verilir. O da okur.»
İbn-i el-Berra «Ravzada Hafs bin Ömer el-Adeni'den ki onunda rivayeti zaiftir o da El-Hakem bin Ebban'dan bu hadisi rivayet
etmişlerdir.
Hafız, Ebu'1-Ala
EI-Hemedani ölümünden sonra rüyada duvarları kitaplardan olan bir şehirde
görünmüş. «Nedir bu» diye sorulduğunda O demiş ki
«Allah'dan istedim ki,
hayatımda ilimle meşgul olduğum gibi ölümümde de beni ilimle meşgul etsin. İşte
kabrimde de ilimle meşgulüm.
İbn-i Mende, Ebû
Ahmed, Hakim. «el-Künnâ» (künyeler) kitabında zaif bir sened ile, Talha bin
Ubeydullah'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir :
«Ormandan malımı
getiriyordum. Gece oldu. Abdullah bin Arar bin Hızam'ın kabrinin yanmda
barındım. Kabirden eşini işitmediğim bir Kur'an sesini işittim. Resûlullaha
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'e geldim, durumu onâ anlattım. Buyurdu ki,
«O Abdullah'dır,
biliyorsun, Allah ruhlarını alıp Cennette, Ze-berced ve yakut kandillerinin
içine bırakır. Sonra Cennetin ortasına asar; gece olduğu zaman ruhları onlara
döner. Fecir oluncaya kadar öylece Kur'an okurlar. Fecirde Cennetteki yerlerine
geçerler.
Nesâi, Hâkim Beyhaki,
-Şuâb-i iman»da Âişe (Radıyallahû an-hâVdan rivayet ettiklerine göre,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Uyudum kendimi
Cennette gördüm.
Neseî'nin rivayetinde
Cennete girdim. Kur'an okuyan birisinin sesini işittim. Kimdir bu dedim. Harise
bin Numandır, dediler.
Sonra Resûlullah
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) üç sefer «İşte, hayırlı insan böyledir,» diye
buyurdu. Harise anasına çok iyi davranan bir insandı...
Beyhâki, Ebû Hüreyre
(Radıyallahû anh)'dan, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Seilem) 'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
Ben kendimi Cennette
gördüm. Orda, bir adamın Kur'an okuduğunu işittim, kimdir, bu dedim. Harise
bin Numandır, dediler. İşte hayırlı insan böyledir, böyledir, böyledir.
îbn-i Ebi Dünya, Yezid
er-Rekkaş'dan naklettiğine göre: şöyle demiştir;
Bana ulaştı ki, mümin
öldüğü zaman, Kuran'dan öğrenmediği parça kalmışsa; Cenab-ı Hak, ona Kur'an
Öğretecek melekleri gönderir. Bu durumu kıyamete kadar devam eder.
Hasan'dan rivayet
edildiğine göre, şöyle demiştir:
Bana ulaştı ki, mümin
Kur'anı hıfzetmeden ölürse, Allah onun Hafaza (koruyucu) meleklerine emreder
ki, kıyamette ailesiyle beraber dirileceği güne kadar ona kabrinde Kuran
öğretin.
İbn-i Ebi Dünya, İbn-i
Mende, Atiyye el-Avfi'den rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Bana ulaştı ki, kul
Allah'ın kitabını öğrenmeden Allah ile karşılaştığı (öldüğü) vakit, kabirde
Allah ona Kur'am öğretir ki, karşılığında ona sevap ihsan etsin.
Deylemi'nin
Firdevs'inde, Ebû Said el-Hudri (Radıyallahû anh) '-nın hadisinde benzeri
merfûan rivayet edilmiştir. Fakat Deylemi'nin oğlu senedini zikretmemiştir.
Sonra Ebul-Hüseyin bin
Büşran'm «Fevâid»inin birinci cüz'ün-de bunu senedli olarak gördüm:
Ebul-Hüseyin, Atiyye
el-Avfî tarikiyle Ebû Saîd-i Hudrî (Radı-yallaû anh)'dan Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Kim, Kur'ani
ezberlemeden ölürse, bir melek kabirde ona Kur'an öğretir; Kur'an'ı ezberlemiş
olarak dirilir.
Bunu Ebu'l-Kasım
el-Ezheri, Fezâilü'l Kur'an. kitabında ve Selefi Müntehamat'ında rivayet
etmişlerdir.
tbn-i Mende,
îkrime'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: «Mümine bir mushaf verilir.
Ondan okur.»
îbn-i Mende, Âsim
es-Sakafi'den şöyle dediğini rivayet etmiştir :
«Belh' te bir kabir
kazıdık. Baktım kabirde yaşlı bir adam, kıbleye yönelmiş üstünde yeşil bir
örtü atılmış, etrafı yeşil ile sarılı, odasında bir mushaf vardı. Adam onu
okuyordu.
îbn-i Mende, Ebû
Nadir en-Nisabûri el-Haffar'dan
Salih f muttaki bir insandı rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
«Bir kabir kazdım.
Kabirde başka bir kabir çıktı, baktım, güzel yüzlü, güzel elbiseli, güzel
kokulu, bir genç dört köşe oturmuş. Odasında güzellikte benzerini görmediğim
bir hatla yeşil mürekkeble yazılmış bir kitap var. O da Kur'an okuyor. Genç
bana baktı, kıyamet koptu mu dedi, ben hayır dedim. O, öyle ise taşları yerine
koy dedi, ben de taşları yerine yerleştirdim. ;
Ben diyorum ki, bu
ibn-i Neccâr'm, rivayet ettiği nakildir O demiş ki: İsmini bilmediğim tsbehanh
bir talebenin el yazısıyle ıya-zılı bir kitapta okudum ki;
|
Raşitbillahın kölesi
Hatla bin Abdullah, Mus'ab bin Abdullah el-Haffar'dan, kabir kazarken bir şey
gördün mü? diye sormuş.
O hayır! Fakat,
babamdan işittim ki diyordu: Bir kabir kazdım; lahde ulaştığım zaman bir taş
çıkardım, baktım altında bir adam, elinde bir Kur'an okuyor. Bana «kıyamet
koptu mu?» dedi. Ben «hayır» dedim. Sonra üstünü örttüm.
Ebû Nuaym, Mücahidden
rivayet ettiğine göre: «Amel-i salih işleyenler kendi nefisleri için yer
yaparlar»[31] mealindeki âyeti kerimeden maksat kabirde1
yer yaparlar, demiş.
İbn-i Ebi Dünya
-el-Kubûr- kitabında Bişr bir Hars'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
«Allah'a itaat eden
için en iyi menzil kabirdir.»
Hars bin Ebû Üsame,
Müsned'inde Ukayli ve Vaüi, el-İbbane'de Câbir (Radıyallahû anh)'dan rivayet
ettiklerine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Ölülerinizin kefenini
güzelleştiriniz, çünkü onlar kabirde birbirleriyle ziyaretleşirler,
birbirlerine karşı iftihar ederler.
Sahih-i Müslim'de
Cabir'in hadisi şöyledir:
«Biriniz kardeşinin
işine bakacak olursa, kefenini güzelleştirsin.»
Âlimler demişler ki,
kefen güzelliğinden maksat beyazlığı, temizliği, genişlik ve kalınlığıdır.
Yoksa pahalı kumaştan olması demek değildir. Çünkü kefende aşırı gitmekten
nehy vardır.
İbn-i Adiy, Ebû
Hüreyre (Radıyallahû anhl'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«Ölülerinizin
kefenlerini güzelleştiriniz. Çünkü onlar kabirlerinde birbiriyle
ziyaretleşirler.»
Ukayli ve Hatip
«Tarih»inde Enes (Radıyallahû anhî'dan rivayet ettiklerine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Biriniz kardeşinin tekfin işine bakacak olursa, kefenini güzelleş-tirsin.
Tirmizi, İbn-i Mâce,
Muhammed bin Yahya el-Hezeli, —Sahihin'-de— ibn-i Ebi Dünya, Beyhaki, —«Şuâb-ı İman» da Ebû Katade
(Radıyallahû anh)'den
rivayet ettiklerine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: !
Biriniz, kardeşinin
işine bakacak olursa kefenini güzelleştirsih. Çünkü, onlar kabirlerinde
birbirini ziyaret ederler
Beyhaki, senedini zikrettikten
sonra demiş ki; Bu hadis, Elşû Bekir es-Sıddık (Radıyallahû anh)'m «klfenlerini
kurutmak içindir» sözüne muhalif değildir.
Çünkü, bu dış âlemde
gördüğümüzdür. Allah'ın ilminde durumu Allah'ın dilediği gibi olur. Nasıl ki
şehidler, Allah'ın katında diridirler, rızıklanırîar. Halbuki, gördüğün gibi
kan içindedirler. Sonra vücûtları dağılır. Bizim bu gözümüzde böyledir. Gayb
âleminde ise Allah'ın bildirdiği olur. Eğer Allah'ın bildirdiğini göz önünde
gör-seydik, gayba iman meselesi kalkardı.
İbn-i Ebi Dünya,
«Rüyalar». kitabında, Râşit bin Sa'd'dan rivayet ettiğine göre;
Hanımı vefat eden bir
adam rüyasında başka hanımları görürken hanımım göremedi. Onlardan hanımını
sormuş. Demişler ki; «Siz onun kefenini kısa yaptmız, bizimle beraber çıkmaktan
utanıyor.» Adam gelip Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'a haber verdi.
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki;
«Git bak, güvenilir
çare var mı?» Adam, Ensardan Sekerata giren birisinin yanına gitti. Ona durumu
anlattı. Ensari dedi ki:
«Ölülere bir şey
ulaştırmak isteyen varsa ben ulaştırırım».
Sonra Ensari, öldü.
Adam, zeferan ile boyanmış iki elbise gel di. Ensarinin kefeninin içine koydu.
Geceleyin adam o kadınlarla beraber hanımım o iki elbise içinde gördü. 1
Bu mürsel bir
hadistir. Resûlullah'a isnadında sakınca yoktur. Raşit bin Sa'd ise; güvenilir
ve çok mürsel hadis nakleden birisidir.
İbn-i Cevzi, «Uyun
el-Hikâyat» kitabında senediyle Muhammed bin Yusuf el-Firyabi'den rivayet
ettiğine göre şöyle demiştir:
Kayseriye'de bir hanım
vefat etti. Bir kızı onu rüyada gördü. Hanım kızma, ey kızcağızım! Beni dar bir
kefenle tekfin ettiniz. Ben arkadaşlarım arasında onlardan utanıyorum. Filan
kadın, falan gün bize gelecektir. Filan yerde benim dört dinarım vardır.
Onlarla bana bir kefen al ve o hanımla bana gönder.»
Kız dedi ki: «Ben o
yerde anamın dinarlarının olduğunu bilmiyordum. Ve ondan söz ettiği kadında da
bir hastalık yoktu. Bu rüyayı gördüğümden sonra hastalandı.»
Firyâbi, dedi ki: bana
gelip durumu anlattılar. 'Yâ Ebû Abdullah sen ne diyorsun* dediler. Ben
«ölülerin kefenleri içinde birbirini ziyaret ettikleri ile ilgili hadisi
zikrettim. Ve ona bir kefen alın» dedim.
Kız bahsedilen o
hanıma gitti, «şayet ölürsen seninle anama bir kefen göndereceğim, ona
ulaştırırsın» dedi. Hanım aynı gün öldü. Alman o kefen onun kefeninin içine
konuldu.
Kız bîr claha anasını
rüyada gördü. Kızma dedi ki:
«Kızım filan kadm bize
geldi, kefen bize ulaştı. Çok güzeldir. Ce-nab-ı Hak karşılığında seni
mükafatlandırsın.»
Selefi, el-Meşihat
el-Bâğdadiye'de Muhammed bin Sirin'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Eskiler, kefenin
katlanmalı ve düğmeli olmasını mtistahap sayıyorlardı.
(Ravi dedi ki) Çünkü,
ölüler kabirlerinde birbirini ziyaret ederler.
İbn-i Ebi Şeybe, Umeyr
bin el-Esved es-Sükûni'den rivayet ettiğine göre;
Muâz bin Cebel hanımı
için tavsiyede bulundu ve sefere çıktı. Peşinde hanımı öldü. Eski iki elbisesi
içinde tekfin edildi. Sonra geldi. Onun geri dönmesinden bir az önce kabri
bitirmiştik. Sordu
«Kaç kefenle
kefenlediniz,» «Eski iki elbisesi içinde defnedildi» dedik.
Bunun üzerine, kabri
açtı ve yeni elbiseler içinde tekfin etti, dedi ki: «Ölülerinizin kefenlerini
güzelleştirmiş, çünkü ölüler kefenleri içinde haşrolunurlar.»
İbn-i Ebi Dünya,
Şa'bi'den rivayet ettiğine göre;
«Ölü lahdine
bırakıldığı! ailesi ve çocukları onun yanına geldikleri zaman onlardan geride
bıraktıklarını ve ne yaptıklarını sorar.
Mücahit'den rivayet
edildiğine göre, şöyle demiştir: Adam kabrinde çocuklarının sâlih olmasiyle
müjdelenir.
Sa'di, «Arkada kalıp
onlara k a vuşmay anlarla müjdelenirler [32]
mealindeki ayeti kerime hakkında demiş ki
Şehide bir kitap
verilir. İçinde yanına gelecek kardeşlerinin ismi yazılıdır. Kişi seferden
gelen akrabasiyle dünyada sevindiği gibit şehid onlarla sevinir.
Ibn-i Ebû Dünya,
Beyhaki, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anhdan rivayet ettiklerine göre, şöyle
demiştir:
Kabirde, mümin için,
takva ehlinin uykusu gibi oyu denir.İbn-i Asâkir, Said bin Cübeyr'den
rivayetine göre, şöyle demiş-
İbn-i Abbâs
(Radıyallahû anhüma) Taif'de öldü, ben cenazesinde hazır bulundum. Hiç
görmediğim bir şekilde olan beyaz bir kuş geldi, cenazesine girdi, daha
çıktığını görmedim. Defnedildiği zaman, kabrinin kenarında şu ayet okundu, «Ey
nefs-i mutmainne Rabbine razı ve kendinden razı olunmuş olarak dön, kullarımın
içine gir, cennetime dahil ol» [33]Fakat
o ayetlerin kimin tarafından okunduğu bilinmedi.
Ikıime ve Ebû Zübeyr
(Radıyallahû anh) 'dan da bir benzeri, az farkla rivayet edilmiştir. Şöyle ki:
«Gökten beyaz bir kuş
geldi, kefeninin içine girdi, sonra, bir daha görünmedi. Ordakiler o kuşun
onun ameli olduğuna kail oldular.»
Mücâhid, Abdullah bin
Yamin ve Bahr bin Ubeyd'den de rivayet edilmiştir: Yalnız şu farkla:
«Vecc tarafından beyaz
büyük bir kuş geldi.
Geylan bin Ömer,
Meymûn bin Mehran'dan da şu farkla rivayet edilmiştir:
«Kuş arandı,
bulunmadı. Defnedildiği zaman sahibini göremediğimiz bir sesi işittik:
«Ey nefs-i mutmainne.
Rabbine dön Razi ve marzi olarak... Kullarımın içine gir, Cennetime dahil ol.»
[34]
Yine îbn-i Asakir, Meymûn
bin Mehran yoluyla ibn-i Abbâs (Ra-dıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre
şöyle demiştir:
Resûluîlah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) 'a seni rüyada gördüm. Dihyetü'l-Kelbi ile konuşuyordunuz,
konuşmanızı kesmek istemedim, dedim. O buyurdu
— Gerçekten gördün mü? Ben
— Evet, dedim. Buyurdu ki:
__ O Cibril'dir,
uyanık ol, gözün kapanacak. Allah, ölümünde onu
sana bir daha
gösterecek. Ravi dedi ki, İbn-i Abbâs (Radıyaîlahû anhüma) defnedildiği zaman,
yatağına bırakıldı, çok beyaz bir kuş geldi, kefenine girdi. Bunun üzerine o
kuşu aramaya başladılar.
îkrime bunun aynısını
rivayet edip şunu da ilâve etmiş: Kabrine bırakıldığı zaman ordaki herkesin
işittiği bir sesle yu-kardaki âyet-i kerimenin okunduğunu dinledik.
Emir'ül-Müminin
Mehdi'den de bir benzeri rivayet edilmiştir, O demiş ki:
Babam bana,
babasından, dedesinden, ibn-i Ab£âs (Radıyallahû anh) 'dan rivayet etti ve
dedi ki:
Biz kendi aramızda,
«İbn-i Abbâs»m ölümde, gözünün kendisine iade edildiğini konuşuyorduk.
Saîd bin Mansûr, ibn-i
Ebi Şeybe, ibn-i Ebi Dünya ve Hüzeyfe bin el-Yemân'dan şöyle dediğini rivayet
etmişlerdir.
Öldüğüm zaman, Bana
iki elbise alın ve pahalılığa kaçmayın. Eğer arkadaşınız (yani ben) bir hayır
görürse şüphesiz daha güzelini giydirilir, yoksa çok kısa bir zamanda o pahalı
aldığınız şeyi ondan sökerler.
îbn-i Saîd, Beyhakî,
çeşitli yollarla Hüzeyfe bin Yemân'dan|nak-lettiklerine göre;
O ölümü, anında, şöyle
demiştir:
Bana iki kat beyaz
kefen alın, çünkü onlar az bir zamatümde kalacaklar, sonra, onlardan daha
hayırlı veya daha şerli bir şey giydirileceğim.
Ibn-i Ebi Dünya, Yahya
bin Râşit'den, nakline göre, Ömor bin el-Hattap (Radıyallahû anh) vasiyetinde
şöyle demiştir:
Kefenimde iktisad
edin, eğer Allah katında bana hayır varsa Allah onları daha hayırlısıyle
değiştirir. Eğer durum başka şekilde ise, Allah onları kısa bir zamanda benden
söker.
Ve kabrimde de iktisat
edin. Çünkü eğer, Allah katından bana verirse, gözüm alacağı kadar bana kabrimi
genişlettirir. Eğer başka şekilde isem, kaburgalarım birbirine geçinceye kadar
üzerime daraltılır.
Abdullah bin Ahmed —
«Zevaidüz-Zühd»de, Ubâdete bin Nu-seyy
(Radıyallahû anh) 'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
Ebû Bekir (Radıyallahû
anh) ölüme yaklaştığı an, Âişe, (Radıyallahû anhâ) 'e şöyle dedi:
Benim şu iki elbisemi
yıka, beni onlarla tekfin et. Çünkü babanın iki şıktan birinin olması
muhtemeldir.
Ya en güzel şekilde
giy d irilecektir veya hepten soyulacaktır.
Said Sin Mansûr,
Sahabi Uhban bin Sayfi el-Gifari'nin kızı Âişe'-den rivayet ettiğine göre,
şöyle demiştir:
Babam, bize gömlek içinde
onu tekfin etmememizi tavsiye etti. Onu defnettiğimizin ertesi günü sabahleyin
baktık, onunla kefenlediğimiz, gömlek ipte asılı...
Taberâni, Ebû Bekr
el-Berki, Marifet es-Sahabe'de, Ebû Amr, et-Tesemmülî'den, o da Uhba'nm
kızından rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
Uhban, hastalığı
ağırlaştığı zaman, ailesine onu kefenleyip gömlek giydirmemeyi vasiyet etti.
Ravi dedi ki biz ona gömlek giydirdik, sabahladığımızda baktık, gömlek ip
üstündedir.
Taberâni, Adise binti
Uhban'dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir :
Babam Ölüme
hazırlandığı zaman, dedi ki; beni, dikilmiş bir şeyle tekfin etmeyin. Ruhunu
teslim edip yıkandığı vakit, beni kefeni getirtmek için gönderdiler. Ben kefeni
getirttim. Onlar «gömlek de getir» dediler. Ben «hayır, babam bizi gömlekten
sakındırdı.» cte-dim.
Ravi dedi ki, «Terziye
gömlek için gönderdim. Babamın onda bir gömleği vardı. Gömleği getirdi,
giydirip götürdüler. Kapıyı kapatıp peşinde gittim. Döndüğümde baktım, gömlek
evdedir. Sonra, babamı yıkayanları çağırdım, «gömleği ona giydirdiniz mi?»
dedim. Onlar «evet» dediler. Ben «Bu mu idi» dedim. Onlar «evet» dediler.
tbn-i Neccar «Tarih»inde Halef el-Berdaniden rivayet ettiğine
göre, şöyle demiştir:
Bir adam öldü, kefen
evinden ona bir kefen getirildi. Kçfen fazla geldi. Ben fazlalığını kestim.
Gece olunca biri gelip dedi: |
«Sen Allah'ın
velisinin kefeninde bahillik yaptın. İşte senin kefenini sana iade ettik. Onu
da Cennetten bir kefenle tekfin ettik. Bunun üzerine ben korkarak kalktım,
Kefen evine gittim baktım, benim ölüye sardığım kefen oraya atılmış.
Ebû Nuaym, Müslim
el-Cündi'den rivayet ettiğine göre, Tavus oğluna şöyle demiştir:
Benim kabrimi
bitirdiğiniz zaman bak eğer ben kabirde olmasam Allah'a hamd et, eğer beni
içinde bulursan, «Muhakkak biz Al-Iahın mülküyüz ve ona döneceğiz.»
Sonra oğlu kabre
bakmış ki, Babası içinde yok. Bundan dolayı oğlunun yüzünde daima sevinç
okunuyordu.
îbn-i Ebû Dünya
«el-Kubûr» kitabında Ebû Bekr el-Makarri «Fe-vâid»de Haramad bin Zeyd'den,
adını söylediği bir adam ona şöyle rivayet edip demiş ki,
«Bir ölü defnettik.
Ben gittim Kabrinde bir şey yapacaktım, fakat onu göremedim.»
Beyhakı Delâil'de Enes bin Malik (Radıyallahû anh)
'dan rivayetine göre;
Ömer bin el-Hattâp
(Radıyallahû anh) bir ordu düzenledi, Ala bin el-Hadremiyi de başlarına komutan
yaptı. Ben de o gaziler içinde idim. Seferden döndüğümüzde Alâ, (Radıyallahû
anh) öldü, defnettik. İş bitince bir adam geldi, «kimdir bu?» dedi. Biz,
«insanların iyilerinden Alâ bin el-Hadremidir» dedik. O:
«Bu arazî, ölüleri
dışarı atar, iyisi onu bir iki mil ilerde, ölüleri kabul eden yere nakledin.
Bunun üzerine kabri deştik, lahdine ulaştığımız zaman, baktık arkadaşımız
içinde yok, ve kabri göz alacak kadar nurla genişleyip parlıyor. Biz üzerine
toprağı attık ve yolumuza devam ettik.
Bu kıssa, Ebu Hüreyre
(Radıyallahû anh)'dan da varit olmuştur. Ebû Nuaym «Delâil»de rivayet
etmiştir. Rivayetin lafzı şöyledir :
Arkadaşımız öldü, biz
onu kuma gömdük. Sonra, vahşi hayvanlar gelir, onu yer dedik ve kabrini
deştik, fakat onu bulamadık.»
Ebu'l-Hasan bin
Bişranın «Fevâid»inin birinci cildinde senediyle Abdülaziz bin Ebû Verrad'dan
rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir :
Mekke'de her gün, on
iki bin teşbih çeken bir kadın vardı. Öldü, kabre konulduğu zaman, erkeklerin
elinden alındı.
Ebû Nuaym, Cürcan
ahâlisinin birisinden, öyle dediğini riyet etmiştir:
Kerz bin Vebre
el-Curcâni, vefat ettiği zaman, bir adam rüyada şöyle görmüş.
Sanki, kabirdekiler
üzerlerine yeni elbiseler giyerek kabirleriüzerine oturmuşlar. Onlara nedir bu
durumunuz, denilmiş. Gaipten biri, Kerz, kabirdekilerin yanma geldiği için yeni
elbise giymişler, diye cevap vermiş.
Ibn-i Ebi Dünya,
«Rikka ve Beka» kitabında^ Miskin bin Bekir'den rivayet ettiğine göre;
Verrad el-îcli, öldüğü
zaman, kabrine götürülüp lahdine bırakılacağında baktılar ki, lahd reyhan
çiçeği ile döşenmiş. Bâzıları o çiçekten bir miktar aldılar, yetmiş gün yaş
durdu, bozulmadı. în-sanlar gidip onları seyrediyordular. Etrafında kalabalık
oluyordu. Bunun, üzerine Emir, fitne korkusundan çiçeği aldı, halkı dağıttı.
Sonra, Emir evinde o çiçeği kaybetti ve nereye gittiğini bilemedi.
Muhalled ed-Devri Hafız
Ebû Bekir el-Hatip, Muhammed bü
el-Hafiz'dan naklettiğine göre, şöyle demiştir:
Anam öldü, indim, onu
kabrine koyacaktım. Bitişiğindeki, bir kabirden bir delik açıldı. Baktım içinde
bir adam, üzerinde yeni kefenler var, göğsü üzerinde de, taze yasemin
çiçeğinden bir demet konulmuş. Ben demeti aldım, kokladım, kokusu miskten daha
keskindi. Beraberimdeki cemâat de kokladı, sonra yerine koydum, ve gediği
kapattım.
Hafız Ebu'l-Ferec bin
Cevzi, Cafer es-Sarrac tarikiyle bir üstadından rivayet ettiğine göre şöyle
demiştir:
İmam Ahmed
(Radıyallahû anh) kabri yanında bir kabir bulundu. Baktık, göğsü üzerinde bir
reyhan çiçeği dalgalanıyor.
Yine Hafız Ebul-Ferec
«Tarih»inde zikrettiğine göre,
Basra'da h. 176
senesinde, bir tepede havuz şeklinde yedi kabir açıldı. İçinde yedi kişi vardı.
Cesed ve kefenleri sağlamdı. Onlardan birisi gençti, saçları yerinde idi,
dudaklarında sanki su içmiş gibi yaş vardı. Gözleri sürmeli idi, yalnız
kalçasından bir darbe izi vardı. Orda hazır bulunanlardan bâzıları saçından
almak istediler, baktılar ki, diri saçı gibi sağlamdır.
îbn-i Sa'd,
Tabak'at'inda Ebû Saîd-el-Hudri (Radıyallahû anh)'-dan rivayet ettiğine göre,
şöyle demiştir:
Ben, Baki'de Sa'd bin
Muâz için kabir kazıyanlar içinde idim. Kabri bitirinceye kadar toprağı
kazdıkça misk kokuyordu.
îbn-i §a''d,'
Muhajnmed bin Şürahbil bin Hasene'den, naklettiğine, göre şöyle demiştir:
Birisi, Sa'd'ın
kabrinden bir avuç toprak aldı, götürdü,
sonra baktı ki, o aldığı toprak misktir.
İbn-i Ebî Dünya,
Muğire bin Habip'den naklettiğine göre; Bir adam, rüyada görülmüş, Ona-;
«Nedir bu, kabrinde
duyulan misk kokuları?» denilmiş, O; «Bunlar Kur'an okumak ve orucun kokusudur»
demiş>
îmam Ahmed, Câbir bin
Abdullah (Radıyallahû anh) 'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Bedevi bir Arab geldi.
Biz bir yolda peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) ile beraberdik. Arab,
peygambere, bana İslam ve için-dekileriıü söyle, dedi. Biz o durumda iken, adam
birden devesinin üstünden baş aşağı düştü ve öldü. Peygamber (Sallallâhû Aleyhi
ve Sellem) buyurüu kij
İşte az yorulan çok
nimet gören budur. Sanırım o aç öldü, çünkü, hürü'l-inden olan hanımlarına
baktım, cennet meyvelerinden onun ağzma sokuyorlar.
Tirmizi, Hâkim, Ebû
Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan o da
gamber (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem)'den naklettiğine göre buyurmuştur:
Cafer'in, Cennetde
meleklerle uçtuğunu gördüm.
Hakim, ibn-i Abbâs
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve
Sellem)
«Akşam Cennete girdim,
baktım. Cafer meleklerle beraber uçuyor. Hamza, bir koltuğa dayanmış,» diye
buyurdu ve sahabelerinden bir kaç kişi daha zikretti.
Ibn-i Ebî Dünya, ibn-i
Ömer, (Radıyallahû anhümal'di yet
ettiğine göre;
O, yıkılmış bâzı
kabirlerin yanma gitmiş, bakmış ki, bir kafatası açıkta duruyor. Bir adama
emretmiş. Adam onu toprağa gömmüş. Sonra demiş ki, bu toprak bu cesetlere
zarar vermez. Kıyamete kadar, ikap gören sevap gören ancak ruhlardır.
İbn-i Ebİ Dünya ve
îbn-i Ebî Şeybe «el-Garra» adlı kitapda, Sa-fiyye binti Şeybe'den rivayet
ettiklerine göre şöyle demiştir:
Ben Haccac'ın Abdullah
bin Zübeyr'i astığı zaman, onun (Ab-dullahm) anası. Esma binti Ebu Bekir
es-Sıddık (Radıyallahû aiıhü-ma)'m yanında idim. îbn-î Ömer (Radıyallahû
anhüma) yanına geldi. Onu taziye ediyordu. Dedi ki:
«Yâ filâne Allah'dan
sakın, sabret, bu cesed bir şey değildir. Allah katında esas olan ruhlardır.»
Esma dedi ki: «Beni
sabırdan ah koyan bir şey yoktur. Yahya bin Zekeriya (Aleyhimesselâm) 'm başı
da yahudi, bozguncularından birisine hediye edilmişti.
îbn-i Sa'd, Hâlid bin
Ma'dan'dan rivayet ettiğine göre;
İki ordunun
karşılaştığı gün, Rum ordusu hezimete uğradığında, bir geçide kaçtılar. Orda
ancak birer birer geçîlebiliyordu. Ordan müslümanlara savaş açtılar. Hişam bin
As giderek, onlarla şehid oluncaya kadar savaştı. O geçidin üstüne düştü.
Geçidi kapattı. Müslümanlar oraya vardığında geçitde onun cesedinin üzerine at
sürmekten çekindiler. Bunun üzerine Amr bin As dedi ki:
«Allah ona şehadet
rütbesini vermiş, ruhunu yükseltmiş, kalan yalnız bir ceseddir. Atları sürün, o
atım sürdü, diğerler de peşinde gittiler. Öyle ki, Hişam'ın cesedi
parçalandı...
îbn-i Recep dedi ki,
bu sözler ruhların öldükten sonra cesedle ilgileri olmadığını göstermez. Ancak
cesedin insanların tazibinden toprağın çürütmesinden mutazarrır olmadığını
gösterir. Çünkü kabir azabı, dünya azabı cinsinden değildir. O başka bir çeşit
azabdır. Allah'ın irade ye kudretiyle ölüyü etkiler. [35]
îbn-i Mace, Ebu
Hüreyre (Radıyallahû anh)'den rivayet
ettiği ne göre;
Resûlullah (Sallallâhû Alehi ve Seüem) şöyle buyurmuştur^
Şehid, Cennetteki iki
hanımı tarafından karşılanmadan, yer onu kurutmaz. Sanki bir alandaki iki kuş
gibi kanatlarım ona gölgelik yaparlar. Her birinin elinde dünya ve
içindeküerden daha hayırlı bir elbise var.
Taberani, Bezzâr,
Beyhaki Diriliş konusunda Yezid bin Şecere (Radıyailahû anh)'dan rivayet
ettiğine göre, şöyle demiştir:
Şehid kanından akan
ilk damla, hayatında yaptığı her kötülüğe karşı keffâret olur. Cennet
huri'l-in'lerinden iki hanımı yanma iner. Yüzünden toz toprağı silerler. Sonra,
Cennet bitkisinden olan, insan dokuması olmayan yüz kaftan giydirilir. Hepsi
iki parmak arasını doldurmaz.
Hâkim, sahih bir
rivayetle Enes (Radıyallahû anhl'dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
Siyah bir adam
peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'in yanına geldi. Eğer öldürülünceye
kadar savaşsam öldüğümde ben ner-de olurum? dedi. Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi
ve Sellem) Cennette olursun, buyurdu.
Adam, şehid düşünceye
kadar savaştı.
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) yanma geldi. Allah yüzünü ak çıkarttı. Kokusunu da hoş
kılmış. Buna veya başka birisi için dedi ki: Ben hurü'den olan hanımını
gördüm; yünden olan cübbesini açtı, onunla cübbesi arasına girdi.
Beyhakî, hasen bir
sened ile ibn-i Ömer (Radıyallahû anhüma) dan rivayet ettiğine göre:
Bedevi bir adam
Resulullah (Saîlallâhû Aleyhi ve Sellem) ile beraber savaşırken şehid düştü.
Resûlullah (Saîlallâhû Aleyhi ve Sellem) yanı başında durdu. Sevinçliydi,
tebessüm ediyordu. Sonra yüzünü ondan çevirdi.
Bu durum, Resûlullah
(Saîlallâhû Aleyhi ve Sellem)'den soruldu. Buyurdu ki: Ama sevincim ise,
ruhuna olan, Allah'ın ikramı içindi. Yüz çevirmem ise, şimdi huril-înden olan
hanımı yanıbaşında olduğundandır.
Beyhaki, —«Şuâb-i
îman»da— Kasım bin Osman bin Cedi'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Kabe etrafında tavaf
eden bir adam gördüm. Yanaştım. Baktım; «Yâ Rabbi! Sen muhtaçların ihtiyacını
giderdin. Benim ki ise giderilmedi» demekten başka bir şey ilâve etmiyor. Ben
neden bundan başka bir şey demiyorsun, dedim. Adam, sana anlatayım» dedi.
Biz yedi kişi idik.
Herbirimiz ayrı bir memleketten idik. Düşman arazisine saldırdık, hepimizi
esir aldılar. Bizi ayırdılar k, başımız vurulsun. Ben göğe baktım, yedi kapı
açılmış, kapılarda hur'il-inden yedi cariye var. Her kapıda bir câriye vardı.
Bizden birisi öne götürülüp başı vuruldu. Baktım-cariyelerden biri, elinde
mendil, yere indi. Böylelikle, altı kişinin boynu vuruldu. Ben, bir kapı ve
bîr câriye kaldık. Benimde boynum vurulmak için öne sürüldüğünde, beni
bağışlamak istediler. Ve düşmanlar beni bağışladı. İşittim, câriye «Ya mahrum,
ne yapmıştın ki, sen kaldın» dedi ve kapıyı kapattı. [36]
İşte kardeşim! Ben kaybettiğim bu duruma hasret çekiyorum.
Kasım bin Osman dedi ki t
«Bu adamın onlardan
üstün olduğuna kaniim. Çünkü onların görmediğini görmüş ve şevk ile amel etmek
için bırakılmış.» [37]
İbn-i Ebi Dünya
«Kabirler» kitabında Âişe (Radıyallahû anhâ) '-dan rivayet ettiğine göre,
Resûlullah (Saîlallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Kişi, kardeşinin
kabrini ziyaret ettiği ve yanmda oturduğunda, onunla ünsiyet eder ve yanından
kalkıncaya kadar söylediklerini! aynını ona iade eder.
Yine ibn-i Ebî Dünya,
Beyhaki «Şuâb»de, Ebû Hüreyre (Ra| yallahû anh)'dan rivayet ettiklerine göre
şöyle demiştir:
Kişi, tanıdığı bir
kabrin yanmdan geçtiğinde, ona selâm verirse, o da ona selam verir. Ve onu
tanır. Eğer tanımadığı bir kabrin yanmdan geçip selâm verirse, ölü selamını
iade eder, fakat onu tanımaz.
îbn-i Abdilberr,
el-İstizkar ve Temhid'de, îbn-i Abbâs (Radıyallahû anhl'dan rivayet ettiğine
göre, Resûlullah (Saîlallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
Kişi, dünyada
tanıdığı, mümin kardeşinin kabrinin yanından geç tiğinde ona selâm verirse, o
da onu tanır ve selâmını iade ederim.
Ukayli, Ebû Hüreyre
(Radıyallahû anh) 'den, rivayet ettiğine re, Ebu Rezin (Radıyallahû anh) :
— Yâ Resûlallah, benim
yolum, kabristandan geçiyor. Geçtiğimde onlara diyeceğim bir söz var mı? dedi.
Resûlallah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)
de Ebû Rezin'e: «Şunu söyle» dedi.
«Ey mü'min ve müslim
olan kabristanlüar! Siz Öncülerimizsîniz biz de peşinizden geleceğiz ve
inşaallah size kavuşacağız.
Ebû Rezin, -Yâ
Resûlallah onlar işitir mi?» dedi. Buyurdu ki: -
«Evet, işitirler,
fakat cevap veremezler.»
Buyurdu ki: Yâ Ebâ
Rezin! «Onlar yani ölüler sayısınca meleklerin sana selâm vermeleriyle kanaat
etmez misin?»
Nût:
«Selâm vermeye güçleri
yetmez» sözünden maksat insan ve cin-nin işiteceği bir cevap demektir. Yoksa
onlar, işitmediğimiz bir da selamımızı iade ederler.
îmam Ahmed, Hakim,
Âişe (Radıyallahû anhâJ'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Ben eve (Resûlullah'm
defnedildiği eve) girdiğimde örtümü açardım. Burada olan kocam ve babamdır,
derdim. Ömer onların yanında defnedildiğinde, artık Ömer'den utancımdan dolayı
yanlarına açılarak asla girmedim.
Taberâni, Evsat'da İbn-i Ömer, (Radıyallahû anhüma)'dan
rivayet ettiğine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) Uhud'dan döndüğünde Mus'ab bin Umeyr'in yanından geçti. Onun
ve diğer Uhud şehid-lerinin yanında durdu. «Ben sizin Allah katında diri
olduğunuza şe-hâdet ediyorum» dedikten sonra «Onları ziyaret edin ve selâm verin.
Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ediyorum ki, siz onla-
tsi selâm verdikçe
kıyamete kadar selamınızı iade ederler» diye buyurdu.
Hâkim sahih gördüğü
bir rivayetle ve Beyhaki, Ebû Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan yaptıkları nakle
göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) Uhud'dan dönerken, Mus'ab bin Umeyr'i buldu, onun ve diğer
şehid düşen sahabüerin yanında durdu ve «ben sizin Allah katında diri
olduğunuza şahidlik ediyorum,» diye buyurduktan sonra, bunları ziyaret edin,
onlara selâm verin. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ediyorum ki, siz
onlara selâm verdikçe onlar kıyamete kadar selâmınızı size iade ederler» diye
emretti.
Erbain et-Taiyyede,
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'den şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir :
«Ölünün en fazla
sevdiği hâl, dünyada sevdiği kişinin onu ziyaret etmesidir»
îbn-i Ebî Dünya,
Beyhaki —«Şuab»da— Muhammed bin Vâsi'-den rivayet ettiklerine göre şöyle
demiştir:
Bana ulaştı ki ölüler;
perşembe, cuma ve cumartesi günlerinde gelen ziyaretçilerinin ziyaretinin
farkına varırlar.
Yine ibn-i Ebi Dünya,
Dahhak'dan, rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
«Kim Cumartesi günü
güneş doğmadan Önce bir kabri ziyaret ederse, ölü onun ziyaretinin farkına
varır.»
Ona, «bu nasıl
olur,» demişler. O:
«Cuma gününün
tesirinden dolayıdır» demiş. [38]
Subki, dedi ki:
Şehidlerin ve diğer
ölülerin ruhları, kabirde cesede döndükleri, sahih hadis ile sabittir. Esas
ihtilaf ruhun, bedende devam edip etmediği ve cesedin dünyadaki haline ruhla
mı yoksa bilâ ruh mu döndüğüdür.
Hayat Allah'ın
istediği her yerde olur. Çünkü hayat için ruhun gerekliliği adi bir
gerekliliktir. Aklî bir gereklilik değildir. .Demek bedenin ruhla dünyadaki
haline dönmesi akim caiz gördüğü bir şeydir.
Eğer bu konuda sahih
rivayet varsa tabi olunur ki alimlerden bir cemaat bunu zikretmiştir.
Peygamberin Musa (Aleyhima's-salâ-tü ve's-selâmVnm kabrinde namaz kılması da
buna delildir.
Miraç gecesinde
peygamberlerde görünen bütün sıfatlar da cisimlerin sıfatlarıdır. Bunun hakiki
bir hayat yani dünyadaki gibi bedenli bir hayat olmasından yemek, içmek gibi
gördüğümüz ihtiyaçlar ona gerekmez. Bu hayatın başka bir hükmü vardır.
Ama bilmek ve işitmek
gibi duyular ise, hiç şüphesiz, peygamberler ve diğer ölüler için de
sabittir. (Subki'nin sözü bitti.)
Başkası da demiş ki:
Şehidlerin hayatı,
cesedleri çürümediğinden cesedli bir hayat olduğunda ihtilaf edilmiştir.
Beyhaki, «El-îtikat»
kitabında demiştir ki:
Peygamberlerin ruhları
alındıktan sonra, ruhları onlara döner. Onlar şehidler gibi Allah katında
diridirler.
îbn-el-Kayyim'de,
«Ruhların ziyaretleşme ve görüşmesi» bahsinde demiş ki:
«Ruhlar iki kısımdır.
Nimet gören ruhlar ve azap gören ruhlar.. Azap görenler, görüşüp
ziyaretleşemezler. Nimet görenler ise serbesttirler, görüşürler,
ziyaretleşirler. Dünyadaki eski hâtıralarını bir-
birine zikrederler.
Her ruh, aynı meslekte olan arkadaşıyla bulunur. Peygamber Efendimiz
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem)'ın ruhu ise, Re-fik-i A'la [39] da olur.»
. "
Allah buyuruyor:
«Kim Allah'a ve
Resulüne itaat ederse, onlar, Allah'ın nimetlen-dirdiği peygamberler,
sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraber olur. Onlar arkadaş olarak ne
iyidirler, [40]
Bu beraberlik,
dünyada, berzahda ve âhirette sabittir. însan bu üç diyarlarda sevdiğiyle
beraber olur. (İbn-i Kayyim'in sözü
bitti.)
Şeydele, Kitab
el-Burhan fi ulum el-Kur'an'da demiş ki: Eğer denilse, âyet-i kerimede:
«Allah yolunda
katledilenleri ölü saymayınız. Onlar diridirler,» [41]denilmiş.
Nasıl ölüler diri olur.
Derim ki, Allah'ın
onları kabirlerinde diriltmesi aklen caizdir. Ruhları cesedlerinin bir
bölümünde olur. Bütün cesed onunla lezzet alır. Tıpkı dünyadaki cesed, bir
organın lezzetiyle lezzetlendiği gibi.
Denilmiş ki, ayetten
maksat, şehid cesedlerinin kabirde çürü-memesi ve eklemlerinin dağılmamasıdır.
Çünkü onlar kabirlerinde canlılar gibidirler.
Ebû Hayyan
«Tefsir»inde bu âyet hakkında demiş ki:
Millet bu hayat
hakkında ihtilafa düştüler: Bir kısmı dedi ki: Maksat ruhlarının sağ
kalmasıdır. (Kendini diri bilmesidir) Çünkü biz cesedlerinin bozulduğunu
görüyoruz.
Bâzıları da dedi ki s
Şehid cismen ve ruhen diridir. Bizim bunu anlamamamız, zarar vermez. Biz onları
ölü gördüğümüz halde, onların diri olması mümkündür. Nitekim âyet-i kerime'de:
«Sen dağları sabit
zannedersin, halbuki onlar bulut gibi geçiyorlar [42] denilmektedir.
Hem rüya gören adam
lezzet veya elem aldığı halde, hiç yerinden kıpırdamıyor. Ben derim ki, işte
bunun için Allah (Celle Celâ-lühü) .-
«Onlar diridirler,
fakat siz anlamazsınız» diye buyuruyor. Mü'-minlerin, bu hayatı his ve idrak
ile anlamayacaklarını bildiriyor ve bu hayat olmasaydı diğer ölülerden bir
farkı kalmazdı... Çünkü bütün ölüler ruhen diridirler. Hem de bütün müminler,
ruhların diri olduğunu biliyorlardı ve o zaman «Fakat siz anlamazsınız» mealindeki
âyeM kerimeye bir mânâ verilmezdi.
Allah bâzı velilerinin
keşfini açar bu gizli hayatı müşahede ederler.
Süheyli,
Delâilü'n-Nübüvvet'de, bir sahabiden nakletmiş ki,
O Ühud'da bir yeri
kazırken, bir pencere açılmış, bakmış ki, bir adam yatak üzerinde oturmuş.
Elinde bir Kur'an var, okuyor. Önünde yeşil bir bahçe var. Sahabe anladı ki o
şehiddir. Çünkü yüzünde bir yara izi vardı.
Hayyan da bunu rivayet
etmiştir.
Râfii'nin salih bir
kuldan rivayet ettiği de buna benzer. O demiş ki: Abid bir adama bir kabir
kazıdım. Onu lahdine koydum. Ben lahdi düzeltirken yanındaki kabirden bir taş
düştü. Baktım yaşlı bir adam kabrinde oturmuş, üzerinde beyaz bir elbise
gıcırdıyor. Oda-ciğında altınla yazılmış bir Kur'an var. Başını kaldırdı, bana
baktı. Allah seni bağışlasın Kıyamet koptu mu dedi. Ben hayır dedim. O, öyle
ise taşı yerine koy. Allah senden razı olsun, dedi. Ben de taşı yerine koyup
kapattım.
Yine Râfiî demiş ki,
güvenilir kabir kazıcı birisinden işittik ki: O bir yeri kazırken yatağında
oturmuş, altmda nehir akan, elinde Kur'an okuyan bir insana rastlamış,
bayılmış. Sonra kabirden çıkartılmış, fakat başına ne geldiğini kimse
bilememiş. Ve ancak üçüncü gün ayümış.
Yine, Şeyh Necmeddin el-îsbehani, naklettiğine
göre, o defneidilen birinin cenazesinde bulunmuş.
Telkin edici oturup telkini okumuş, ölü telkini işitmiş, demiş ki, diri diri
telkin edilen bir ölüden hayrette kalmıyor musunuz?
İbn-i Recep de, Ferrad
bin Cemil yoluyla rivayet ettiğine göre Ebü'l-Mügîre, Muafa bin Muğîre gibi hiç
kimseyi görmedim demiş ve faziletini zikredip dostlarından onun hakkında şöyle
bir rivayet nakletmiştir:
Muafa bin îmran defn
edildikten sonra bir borç sahibi, kabrine gelmiş bakmış ki, kelime-i tevhid ona
telkin ediliyor. O da lâüahe illallah» diyor.
•
Yine Râfii, Tenbihin
Şârihi Şafii imamlarından olan «Muhibb-i Taberi'den rivayet ettiğine göre şöyle
demiş :
Şeyh İsmail el-Hadremi
ile Zebid Makberinde idik. Şeyh bana «Yâ Muhibbuddin ölülerin konuştuklarına
inanır mısın?» Ben «evet» dedim. O dedi ki, «Şu kabrin sahibi bana 'ben cenneti
dolduracaklardanım' diyor.»
Yine Râfii, Şeyh
İsmail'den nakline göre, o Yemen' kabristanlarından birisinde geçmiş şiddetli
bir şekilde ağlamış. Hüzün sarmış, sonra sevinip şiddetli bir şekilde gülmüş.
Bu durumu ondan sorulmuş. Demiş ki bu kabristan bana açıldı. Azap çektiklerini
gördüm. Sonra kurtulmaları için Allah'a
yalvardım. Bana denildi ki:
«Senin şefaatini kabul
ettik. Şu kabrin sahibesi ya us ta d İsmail! Ben de bunlarla beraber miyim? Ben
filan müzisyenim» dedi. Ben «Evet sen de onlarla berabersin» dedim. İşte bunun
için güldüm.
Şeyh Abdulgaffar
«Tevhid» kitabında yazdığına göre, Kadı Bur-haneddin bin Sahib Şerefuddin
el-Gairi ona demiş ki:
Şeyh Eminüddin ile
Kahire'ye girmeden önce bizimle beraber idi, yolda öldü. Biz şehrin kapısına
vardığımızda; onlar ölüyü şehre sokmadılar. Şeyh Eminüddin parmağını ve elini
kaldırınca bize yol verdiler; biz de girdik.
Yine Şeyh Abdulgaffar
nakline göre, bir Derviş, adamın birinden rivayet etmiş ki;
O adam Karafat'da,
Türbede bir gençle fuhuş yapmak istemiş, genç şöyle karşılık vermiş:
«Vallahi ben burda
Allah'a asla isyan etmem. Bir sefer bu işi burada yaptım, kabir açıldı ve ölü: Allahdan
utanmıyor musunuz»
Yine Rafii'nin
rivayetine göre, Zeyneddin el-Busi fakih Abdurrahman en-Neviri' hakkmda demiş
ki: .
O Mansûra'da iken
müslümanlarla beraber esir düştüğünde Kur'an'dan şu ayeti okuyordu:
«Allah yolunda
katledilenleri ölü saymayınız. Onlar Allah katında diridirler, rızıklanirlar.»
Nihayet fakih Abdurrahman öldürüldü. Haçlı ordularından biri geldi. Elinde bir
hırba vardı, iki eliyle ona vurdu ve «Ey müslümanların papazı, sen diyorsun ki:
'Rabbi-miz diyor: Onlar diridirler, fiziklanırlar; göster bakalım» dedi. Birden
fakih Abdurrahman başını kaldırdı ve iki sefer «Kabe'nin Rab-bine and olsun
diridirler» dedi.
Bunun üzerine Haçlı
atından indi, onun yüzünü öptü ve memleketine götürmek için yardımcısına
emretti.
Kuşeyri'nin
«Rîsale-sinde, senediyle Şeyh Ebû Said el-Harraz'-dan rivayet edildiğine göre
şöyle demiştir:
Ben Mekke'de idim.
Beni Şeybe kapısmda bir ölü gördüm. Ona baktığımda yüzüme güldü. Ve bana «Yâ
Ebû Saîd, bilmez miydin, Allah'ın dostları ölseler de diridirler. Onlar
ölmezler, ancak bu diyardan başka bir diyara göç ederler.
Yine Kuşeyri'nin
«Risale»sinde, Şeyh Ebû Ali er-Ruzbâri'den rivayet edildiğine göre;
O bir fakiri kabrine
koymuş. Kefeninin başım açtığında başını
toprağa bırakmış ki,
Allah fakirliğine rahmet- etsin.
- Ebû Ali dedi ki; O fakir gözlerini açtı ve
«Yâ Ebâ Ali, nazımı çekenin önünde beni sefil gösterme» dedi.
Ben «Efendim, ölümden
sonra, hayat mı olur» dedim. Bana dedi ki:
«Hayır ben diriyim,
Allah'ın bütün dostları diridirler, yarın makamımla sana yardım edeceğim.»
Yine Kuşeyri'nin «Risalesi»nde bir kefendizden rivayet ğine
göre;
Bir hanım vefat etti,
millet namazını kıldı. O kefendiz de kabrin yerini öğrenmek için namazını
kıldı. Akşam karanlık her tarafı kuşatınca gitti, kabri açtı. Kadın.
«Sübhânellah, mağfur bir adam, mağ-fure bir kadının kefenini alıyodedi.
Kefendiz dedi ki:
«Zannet ki sen
mağfuresin. Ben neden mağfur olayım. Hanım:
«Allah beni ve benim
üzerime namaz kılan herkesi mağfiret etti. Sen de namazımı kılmıştın. Bunun
üzerine kefendiz kabri kapatır, sonra tevbe eder ve tevbesi üzerine kalır.»
Yine Kuşeyri'nin
«Risale»sinde, senediyle, İbrahim bin benden rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir:
«Güzel huylu bir genç
bana arkadaşlık etti. Öldü, kalbimi çok meşgul etti ve yıkamasmı üstlendim.
Dehşetimden önce sol tarafına başladım. Sol elini benden aldı. Sonra sağ eiini
verdi. Ben *Ey oğulcuğum, sen doğrusun. Ben yanlış yaptım» dedim.
Yine Kuşeyri'nin
«Risale» sinde, senediyle, İbrahim Seyhan'dan rivayet edildiğine göre, şöyle
demiştir:
Ben bir müridi
yıkadım. Benim büyük baş parmağımı tuttu. Ben «Ey oğulcuğum, elimi bırak.
Biliyorum sen ölü değilsin. Yalnız bir diyardan öbür diyara naklolmuşsun»
dedim; elimi bıraktı.
Yine o «Risalemde,
İbrahim bin Seyhan'dan rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
Mekke'de bir mürid
bana geldi, «Yâ üstad, yarın öğleyin ben öleceğim. Bu dinarı al, yarısıyla
kabrimi kaz, diğer yansıyla da kefenimi al. «Ertesi gün öğlen vakti girdiğinde
adam geldi, Kâbeyi tavaf ettiT sonra uzaklaşıp öldü. Ben onu kabrine koyduğum
zaman gözlerini açtı. Ben «Öldükten sonra da mı hayat olur?» dedim. O «Ben
Allah'ı sevenlerdenim. Allah'ı seven herkes diridir» dedi.
Kuşeyri dedi ki; Üstad
Ebû Ali ed-Dekkak'dan işittim ki, diyor:
Ebû Amr el-Bîkendi,
bir gün yolda giderken bir topluluk görmüş? bozulduğundan dolayı bir genci
aralarından çıkarmak İstiyorlarmış. Anası da ağlayıp arabuluculuk etmek
istiyormuş.
Ebû Ali «bu sefer
benim hatırım için bağışlayın» demiş. Bir kaç gün sonra anasını görmüş, oğlunun
ne durumda olduğunu sormuş. Anası demiş ki:
«Oğlum öldü ve
ölümüyle sevinmesinler diye, komşulara söylememeyi tavsiye etti ve bana «Allah
katmda benim için arabuluculuk yap (yalvar) dedi. Ben yalvardım, sonra
kabrinin başına gittim.
Baktım bir ses diyor:
DÖn anneciğim. Ben
artık kerim olan Rabbime kavuştum.»
Rafiî,
Qyet'ül-Mütekid'te ... salih birisinden rivayet ettiğine göre:
O batHn kabrine gider
ve onunla konuşurdu.
Yine Rafii'den:
Büyük âlim, meşhur
veli, Ahmed bin Musa bin Acil kabrinde Nur sûresini okuduğunu bazı mattaki alim
talebeleri rivayet etmişlerdir ve bu olay şöhret bulmuştur.
İbn-i Ebî Dünya,
«Kabirler» kitabında, zayıf bir senedle Dmer bin el-Hattap (Radıyallahû anh)
'dan rivayet ettiğine göre:
O Baki mezarından
geçmiş; «Ey Kabirdeküer, selam size... Bizde olan haberler, hanımlarınız
evlendi, evlerinizde başkaları oturuyor, mallarınız dağıtıldı» demiş. Birden
gaipten bir ses:
«Yâ Ömer bin Hattap!
Bizdeki haberler de, yaptıklannızuı karşılığını bulduk, verdiğimizi kazandık,
bıraktıklarımızı kaybettik» demiştir.
Hakim «Nisabur
Tarihin»de, Beyhaki, ibn-i Asakîr, Dimaşk Ta-rihi'nde, zayıf bir senedle, Said
bin el-Museyyib (Radıyallahû anh)'-dan rivayet ettiklerine göre, şöyle
demiştir:
AH bin Ebû Talip
(Radıyallahû anh) ile Medine kabristanına girdik. Ali, «Esselâmu Aleykum ve
Rahmetüllâhi siz nü bize haber vereceksiniz, yoksa biz mi size haber verelim»
dedi.
Birden kabirden bir
ses: «Ve aleykum es-selam ve rahmetullah! Yâ Emir'el-Müminin, bizden sonra
olanları bize anlat» dedi.
Hz. Ali (Radıyallahû
anh) :
«Hanımlarınız evlendi,
mallarınız dağıtıldı, çocuklarınız yetimler içinde duruyor. Diktiğiniz
binalarda şimdi düşmanlarınız oturuyor, îşte haberlerimiz bunlardır. Sizde ne
var?» dedi.
Ölülerden biri ona
cevap verdi:
«Kefenler yırtıldı.
Saçlar dağıldı. Deriler soyuldu. Gözümüz ve burnumuz, kan ve irin akıttı.
Yaptıklarımızın karşılığını bulduk. Bıraktığımızı kaybettik ve biz amellere
bağlıyız.»
. İbn-i Ebi Dünya,
«Kabirler» kitabında, Yûnus bin Ebû Fürat'tan rivayet ettiğine göre:
Bir adam kabir kazmış,
güneşten korunmak için içine oturunca soğuk bir hava sırtına vurmuş. Yüzünü
çevirmiş, bakmış hava küçük bir delikten geliyor. Parmaklariyle gediği
genişletip bakmış ki, göz alacak kadar geniş bir yerde, saçları taranmış ve
boyanmış yaşlı bir adam duruyor.
İbn-i Cerir
Tenzib'ül-Asâr'da, ibn-i Ebî Dünya «Öldükten sonra yaşayanlar» kitabında,
Beyhaki Delâil'de, Attaf bin Halit'den rivayet ettiklerine göre hâlâsı ona
şöyle anlatmıştır;
«Bir gün şehidi erin
kabirlerine gittim. Daha önce de devamlı olarak uğruyordum. Hamza (Radıyallahû
anh)'in kabrine vardım. Yanında namaz kıldım. Vadide ses seda yoktu. Namazı
bitirdiğimde «Esselâmu Aleykum» dedim. Yer altından bana selâmın iade edildiğini
işittim. Allah'ın beni yarattığmı bildiğim ve gece gündüzü tanıdığım gibi o
sesin yer altından geldiğini bildim. Bundan dolayı tüylerim diken diken oldu...
HakimTsahih bir
rivayetle ve Beyhâki «Delâil»de yine Attaf bin Halid el-Mahzumi'den tahric
ettiklerine göre, Abdullah bin Abdullah bin Ebû Bekir, Abdullah (Radıyallahû
anh)'dan şöyle rivayet etmiştir:
«Peygamber (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellenı) Uhud'daki şehidle^ rin kabirlerini ziyaret etti ve şöyle
buyurdu:
Yâ Rabbi kulun ve
peygamberin, bunların şehid olduğuna, kim bunlara selâm verirse, kıyamete kadar
selâmı iade ettiklerine şâ-hidlik ediyor.»
Attâf dedi: Halam,
bana rivayet etti ki:
Ben -şehidlerin
kabirlerini ziyaret ettim. Yanımda yalnız iki oğul vardı, bineğimi
tutuyorlardı. Ben şehidlere selâm verdim. Selâmımın iade edildiğini işittim.
Vallahi biz birbirimizi tanıdığımız gibi sizi
tanıyoruz, dediler.
Tüylerim diken diken oldu. «Oğlum bineğimi yaklaştır» dedim ve hemen bindim.
Beyhaki, Vâkidi'den
rivayet ettiğine göre;
Peygamber (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) her sene Uhud'daki şehidleri ziyaret ederdi. Dağdaki yola
ulaştığı zaman, «Sabrettiğinizden dolayı selâm içinde kaimiz, ne güzel
makamdasınız» [43]diye buyurdu.
Sonra, Ebû Bekir
es-Sıddık (Radıyallahû anh)'da her sene onları böyle ziyaret ederdi. Sonra
Ömer (Radıyallahû anh), sonra Osman (Radıyallahû anh) onun gibi ziyaret
ederlerdi. Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'm kızı Fâtıma
(Radıyallahû anhâ) 'da Uhud'a gelip duâ ederdi.
Sa'd bin Ebi Vakkâs
onlara selâm verir ve arkadaşlarına dönüp:
«Selâmımınızı size
iade eden bir topluluğa selâm vermez misi-niz?» derdi.
Fâtıma
el-Huzai'ye (Radıyallahû anhâ) şöyle derdi:
Ben güneş batarken
kendimi şehidlerin kabrinin yanında gördüğümü hatırlıyorum. Beraberimde kız
kardeşim vardı. Ben ona gel Hamzanın kabrine selam verelim, dedim. Kardeşim
geldi. Kabrinin başında durduk. «Yâ Resûlullahın amcası selâmün aleyküm» diye
selâm verdik. Kabirden bir ses: «Ve aleyküm es-Selâm ve rahme-tüllah»ı işittik.
Uhudda da kimse yoktu.
Beyhaki... Hâşim bin
Muhammed el-Amri'den şöyle dediğinillri-vâyet etmiştir.
Medine'de, Cuma günü
akşamleyin babam beni şehidlerin kabrini ziyaret etmeye götürdü. Ben arkasında
yürüyordum. Kabirlere vardığımızda babam yüksek bir sesle:
-Sabrettiğinizden
dolayı selam içinde olun. O gidilecek ne güzel makamdır,» dedi.[44] «Yâ
Ebû Abdullah ve aleykesselam» diye cevap verildi. Babam bana döndü «Sen mi
cevap verdin oğlum» dedi! Ben «hayır» dedim. Beni sağma aldı, selamı söylediği
her seferinde, selam iade ediliyordu. Üç sefer böyle yaptı. Sonra, secdeye
kapandı.
îbn-i Ebu Dünya,
Abdülvahid bin Zeyyad'dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
Biz bir savaşta idik.
Dağıldığımızda bir arkadaşımızı kaybettik. Oradaki bir ormanlık içinde
öldürülmüş olarak bulduk. Etrafında başı üstünde def çalan kızlar vardı. Bizi
gördüklerinde dağıldılar. Daha nereye gittiklerini göremedik.
İbn-i Sa'd, Saîd bin
Müseyyip'den rivayet ettiğine göre, «Savaş günlerinde mîllet savaşırken o
camiye sığınıyormuş. Namaz vakti girdiğinde, kabirden yani peygamber
efendimizin kabrinden ezan sesi geldiğini işitirmiş.
Zübeyir bin Bekkâr,
Ahbarü'I-Medine'de yazdığına göre, Mu-hammed bin Abdülaziz bin Muhammed Bekir
bin Muhammedden şöyle demiştir:
«Savaş günleri üç gün
Resûl-i Ekremin mescidinde ezan terke-dildi. Millet savaşa gitti. Said bin
Müseyyib mescidde oturdu. O dedi ki :
Ben sıkıldım.
Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) kabrine yanaştım. Öğle vakti
girdiğinde kabirden ezan sesini işittim. İki rekat namaz kıldım. Sonra kamet
sesini işittim. Öğleyi kıldım. Üç gün boyunca böyle her vakit, ezan ve kamet
sesini işittim. Üçüncü gün
millet döndü,
müezzinler ezan okumaya başladı. Ben bir daha kabirden ezan sesini aradım. Bir
şey işitmedim.»
Ebû Nuaym «Delail-ün
Nübüvve»de başka bir yönden. Said bin Müseyyib'den rivayet ettiğine göre şöyle
demiştir:
«Hatırlıyorum: Savaş
gecelerinde. Mescidi Nebevi'de benden başka kimse yoktu. Namaz vakti girdiğinde
kabirden ezan sesini işi-tirdim. Ben durup namaz kılardım. Şamlılar ise gurup
gurup mescide girip «şu yaşlı deliye bak» derlerdi.»
Lâlkai «Sünnet»de,
Yahya bin Muin'den rivayet ettiğine göre, bir kabir kazıcısı ona şöyle
demiştir:
Bu kabirlerde gördüğüm
en acaip şey: Bir kabirden, hastanın inlemesi gibi bir inleme işittim. Bir
kabirden de, müezzin ezan okurken müezzine cevap verdiğini işittim.
Hars bin Esed
el-Muhasibî'den rivayet edildiğine göre, demiştir :
«Ben kabristanda idim.
Bir kabirden iki sefer «Ah!. Allah azâ-bah!» diye işittim.»
Ibn-i Asâkir, A'meş
bin Minhal tarikiyle ibn-i Arar dan senediyle rivayet ettiğine göre, şöyle
demiştir -.
Ben Şam'da, Hüseyin
(Radıyallahû anhVm başı taşınırken gördüm. Önünde biri Kehf suresini okuyordu.
Ta «Hayır sen ashab-ı kehf ve Rakîmi acip ayetlerimizden sandm» [45]
mealindeki âyete gelince, Hüseyin (Radıyalîahû anh) m başı keskin bir dille
«Ashabı Kehf'den daha acip benim öldürülmem ve burda taşuımamdır» dedi.
Hafız Zehebi,
«Tarihlinde şöyle demiştir:
Halife Vasık, hadis
imamlarından birisi olan Ahmed bin Nasr el-Huzaî'ye Kur'an'ın mahluk olduğunu
dedirtmek istedi. O kabul etmedi. Bunun üzerine Bağdat'ta başını kesip astı.
Yanma bir nöbetçi bıraktı ki, okla yönünü kıbleden çevirsin. Nöbetçi dedi ki,
geceleyin baş hep kıbleye döner, açık bir lisan ile Yasin sûresini okurdu.
Zehebi demiş ki bu
kıssa çok yönlerden rivayet edilmiştir. Bir || yönü Hatibin İbrahim bin İsmail
bin Halef'den rivayet ettiğidir. Demiş ki:
Dayım Ahmed bin Nasr,
işkence ile öldürüldüğü ve asıldığı zaman, dediler ki, başı geceleyin Kur*an
okuyor. Ben gittim, yakın bir yerde geceledim. Millet yattığında Ankebût
suresinin şu beş ayetlerini okuyordu:
«Elif Lam Mim.
İnsanlar inandık deyip kurtulacaklarını mı sanırlar.» [46]
Bunun üzerine
titremeye başladım.
îbn-i Asâkir, İmam
Leys'in katibi Ebû Salih tarikiyle, Yahya bin Ebû Eyyûb el-Huzai'den rivayet
ettiğine göre şöyle demiştir:
Birisinden işittim
anlatıyordu:
Ömer bin Hattap
(Radıyallahû anh) zamanında mescide kapanmış, âbid bir genç vardı. Ömer
(Radıyallahû anh) ın çok hoşuna giderdi. Yaşlı bir babası da vardı. Genç
yatsıyı kıldığı zaman, babasına dönerdi. Yolu da bir kadının kapısından
geçerdi. Kadın ona meftun olmuştu. Yol üzerinde kendini ona takdim ederdi. Bir
gece genç ordan geçerken, kadm onu aldatmaya başladı. Ta genci peşine taktı.
Genç kapıya vardığında kadm içeri girdi. O da içeri girdi. Allah'ı zikretti.
Sıkıntısını gidermek istedi. Ve şu âyet-i kerime dili üzerine aktı.
«Şeytandan, muttaki
olanlara bir musibet dokunsa Allah/ı anar hemen yolu görürler.»[47]
Sonra bayıldı. Kadm
hizmetçisini çağirdı, yardımlaşarak, onu evine bıraktılar. O akşam babasına
gelmekte gecikmişti. Babası çıkıp onu arıyordu. Baktı kapıda baygın yatmış.
Bâzı akrabalarını çağırdı, onu içeri aldılar. Geceden hayli zaman geçtikten
sonra ancak ayıldı. Babası; '
Oğlum ne oldu sana
dedi: O hayırdır baba, dedi.
Babası Allah hakkı
için söyle ne oldu? Oğlum! dedi, o da babasına durumu anlattı. Babası, Evet
oğlum hangi âyeti okudun. Genç yukardaki âyeti bir daha okudu. Ve hemen bir
daha bayıldı, ellediler, baktılar ki ölüdür. Yıkadılar, geceleyin çıkıp
defnettiler. Sabah olunca haber Hz. Ömer (Radıyallahû anh) 'e ulaştı. Geldi
babasını taziye etti. Neden beni çağırmadın, dedi. Babası yâ Emir'el-müminin
geceleyin oldu, dedi. Hz. Ömer (Radıyallahû anh) öyle ise beni kabrine
götürün, dedi. O ve beraberindekiler kabre gittiler. Hz. Ömer ya filan, dedi.
(Rabbinden korkan için
iki cennet vardır.)[48]
mealindeki âyeti okudu. Genç kabrin içinden yâ Ömer Allah onları Cennete bana
iki sefer verdi, dedi.
îbn-i Ebi Dünya,
Beyhaki «Delâilü'n-Nübüvvet-de Mütemir bin Süleyman yoluyla... îbn-i Mina'dan
rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Kabristana girdim. İki
rekat hafif namaz kıldım. Sonra bir kabre yaslandım. Vallahi ben uyanık iken
işittim ki, birisi kabirde diyor; Kalk bana eziyet verdin. Siz çalışırsınız,
fakat bilmezsiniz. Biz ise biliriz, fakat çalışamıyoruz. Vallahi senin gibi
iki rekat namaz kılsay-dım benim için dünya ve içindekilerden daha sevimli
olurdu.
Ebû Nuaym HiIye»de Amr
bin Vakit yoluyla, Yûnus bin den rivayet ettiğine göre;
Ben Cuma günü seher
vakti Şam Kabristanından geçerken şöyle bir sesi işittim:
Yâ Yûnus bin Hillis!
Sizler her ay hacca gidiyor, umre yapıyor. Her gün beş vakit namaz
kılıyorsunuz. Çalışıyorsunuz, fakat bilmiyorsunuz, biz ise biliyoruz fakat
çalışamıyoruz.
Ben döndüm, selâm
verdim, selâmım iade edilmedi. Sübhanal-lah! sözünüzü işitiyorum. Selâm
veriyorum, selâmımı iade etmiyorsunuz, dedim. Onlar dediler ki, biz senin
selâmını işittik ve bunu iade etmek bir sevaptır. Halbuki günah-sevap ile
aramızda perde çekilmiştir.
İbn-i Asakîf,
«Evzai»den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
Meysere bin Hillis,
Tevma kapısının kabristanından geçti. Kör olduğu için yanında bir rehberi
vardı. Selâm verdi:
«Ey kabristanı il ar
siz bizim öncülerimizsiniz, biz de peşinizden geleceğiz. Allah bize de size de
rahmet etsin. Durumumuz sizden pek farklı değildir, dedi. Bunun üzerine Allah
bir ölüye ruhu indirdi, ona cevap verdi:
«Ey dünyadaküer! siz
her ay dört sefer hac edersiniz, dedi. Meysere:
— Nereye gidiyorsun?
diye sordu.
Cuma'ya, bilmiyor
musun? O makbul, mebrur bir hacdır. Sonra Meysere sordu:
Dünyadan oraya
götürdüğünüz en hayırlı şey nedir? O, «istiğfardır. Fakat elimize kilit
vuruldu. Ne iyiliğimiz artar ne de kötülüğümüz» diye ona cevap verdi. ,
Ibn-i Asâkir, Muhammed
bin Ishak, el-Haris tarikiyle... Umeyr bi nel-Habbâb es-Sülenıi'den rivayet
ettiklerine göre, şöyle demiştir:
«Ben ve sekiz
arkadaşım, Emeviler zamanında esir düştük. Bizans İmparatorunun yanına
götürüldük. Arkadaşlarımın başlarının vurulmasmı emretti. Ben de başım vurulmak
için ileri sürüldüm. Fakat bâzı patrikler, kralm başını, ayağını Öpmeye
başladılar. Bağışlanmamı istediler. Bunun üzerine beni evinin içine serbest
bıraktı. Güzel bir kızı vardı. Çağırdı. «İşte bu kızımdır sana vereceğim,
malımı da seninle paylaşırım. Benini mevkiimi görüyorsun, dinime gir, sana
bütün bunları yapayım» dedi. Ben, «dünya malı ve kadın için dinimi
terkedemem.» dedim. Kaç gün öyle durdu, hep aynı şeyi bana arzediyordu. Bir gün
kızı beni bahçeye çağırdı, «neden babamın dediklerini kabul etmiyorsun» dedi.
Ben «kadın için, dünya için dinimi terkedemem» dedim. Kız, «bizde kalmak mı
istiyorsunuz, yoksa memleketine kavuşmak mı istiyorsun?» dedi. Ben, «memleketime
gitmek istiyorum» dedim. Bana gökte bir yıldız gösterdi. Bu yıldız hizasında
geceleyin yürü, gündüzleyin gizlen. Bu yıldız seni memleketine ulaştırır»
dedi. Sonra bana zahire hazırladı. Ben çıktım, üç gece yürüdüm. Gündüzleri
gizleniyordum. Ben dördüncü gün bir yerde gizlenirken, bir süvari kervanını
gördüm. «Artık, yakalandım», dedim üzerime vardılar, gördüm ki süvariler
arkadaşlarım-dır. Başkalarıyla beraber, doru atlara binmişler. Bana «Umeyr misin?»
dediler. Ben «evet Umeyr'im; sîz öldürülmediniz mi?» dedim, «Evet, fakat Allah
şehidleri kaldırdı, Ömer bin Abdülazizin cenazesine gitmeleri için izin verdi»
dediler. Beraberinde olan birisi;Yâ Umeyr ver elini bana» dedi.
Elimi verdim, beni
arkasına aldı. Bir miktar gittik, sonra Beni fırlattı, Cezire'deki evimin yanma
düştüm. Fakat vücudumda hiç bir yara olmadı.
tbn-el-Cevzi
«Uyun'el-Hikayât» kitabında, senediyle, Ebû Ali ed-^ Darir'den —Ebu Müslim
Tarsusu, kurarken, ilk orda oturanlardan birisidir— rivayet ettiğine göre,
şöyle demiştir:
Şam'dan üç kardeş
savaşa çıkmışlardı. Cesur ve süvari idiler. Bir seferinde Bizans onları esir
aldı, kral, onlara «yönetimi size devredeyim, kızlarımı sizinle evlendireyim,
fakat dinim olan hıristiyan-hğa girin» dedi. Onlar, kabul etmediler ve «yâ
Muhammed!» diye bağırdılar. Kral üç tane kazan getirdi, içine yağ döktürdü,
sonra altlarına ateş yaktırdı. Hergün o üç kardeş kazanların başına ge-
tirilir, «yâ
hıristiyanlığa girmeyi veya kazanların içine girmeyi» tercih etmek arasında
bırakıyorlardı. Fakat bir türlü kabul ettireme-diler. Önceden büyüğü atıldı,
sonra ortancası en sonda kalan küçüğü ise hâlen herşeyle onu dininden
vazgeçirmek istiyorlardı.
Kâfirin birisi kalktı,
«Ey kral ben onun dininden vazgeçilirim» dedi.. Kral «ne ile» dedi.
Ö, «bilirsin, Araplar
kadına meftundurlar ve Bizans içinde kızımdan daha güzel de yoktur. Onu bana
ver, kızımla başbaşa bırakayım. O, onu dininden vazgeçilir,» dedi.
Kral, oğlanı verdi ve
kırk gün mühlet tanıdı. Adam onu getirdi, kızının yanma bıraktı. Kızına durumu
bildirdi.
Kız «Bırak onu ben
üstesinen gelirim» dedi. Genç kızla beraber kaldı. Gündüzü sâim, gecesi kaim
idi. Mühlet bitinceye kadar, öyle devam etti. Kafir adam, «kızma ne yaptın?»
dedi.
Kız, bir şey
yapamadım. Bu adam iki kardeşini kaybetti. Korkarım ki, çekilmesi kardeşleri
için olsun. Onların izini gördükçe onda can kalmaz. Fakat, git, kraldan
mühletin arttırmasını iste, beni ve onu birkaç gün, başka bir memlekete götür.
Adam onları başka bir köye götürdü. Bir kaç gün orda kaldılar, yine gündüzü
sâim geceyi kaim olarak geçiriyordu.
İkinci mühletin
bitmesine bir kaç gün kala, kız ona:
Ey arkadaş, ben seni
büyük bir Rabb'a taptığını görüyorum, ben senin dinine giriyorum. Ve ecdadımın
dinini bıraktım» dedi. Genç:
«Öyle ise nasıl
kurtulurum» dedi. Kız:
«Ben sana yardım
ederim» dedi. Ona bir binek getirdi. İkisi bindiler, geceleyin yürür,
günüzîeyin gizlenirlerdi.»
Onlar bir gece yolu
aşarken, at ayaklarının sesini işittiler. Baktılar ki, iki kardeşi ile
beraber, ona gönderilen meleklerdir. Kardeşlerine selâm verdi, hallerini
sordu. Kardeşleri dediler ki:
«Başımıza gelen
yalnız, kazana ilk sokulduğumuzdu. Sonra Fir-devs cennetine çıktık. Allah bizi
sana gönderdi ki senin bu genç kızla evlenmeni görelim. Nikahlarını kıydılar
ve döndüler. Genç Şam'a gfeldi, kızla beraber oturdu. Ve bu olay ile meşhur
olmuştular. Şam
ehli de biliyorlardı.
Hattâ bazı şairler, onlar hakkında şiir söylemişler:
Bir beyti şudur:
Doğrular, doğruluk
hürmetine
Hayatta da ölümde de
kurtulurlar.
Ibn-i Asâkir, Ebû
Muti' Muaviye bin Yahyâ'd|jii rivayet e: göre:
Hulus'lu bir yaşlı,
sabah olmuş diye çıkıp camiye gitti. Geceyi camide geçirdi. Kubbe altında iken,
düzlükte süvarilerin zil sesini işitti. Baktı süvariler, birbiriyle karşılaşıp
birbirine «Nerdeiı geldiniz» diye soruyorlar. «Bizimle beraber değil miydiniz?
dediler. Diğerleri «hayır, biz Büdeyle Halid bin Ma*den*in cenazesinden geliyoruz»
dediler.
Yaşlı adam
sabahlayınca, arkadaşlarına durumu anlattı, ikinci gece yarısı posta geldi,
Halid bin Ma'danın ölüm haberini getirdi.
İbn-i Ebu Dünya
«Kabirler» kitabında ve İbn-i Asâkir, Şa'bi'den rivayet ettiklerine göre;
Sahabi olan Safvan bin
Ümeyye (Radıyallahû anh) bir kabristanda idi. Baktı bir cenaze geliyor ve
kabrin birisinden acıklı, hüzünlü bir ses, şiir okuyor i
Kefen, tabut içinde
nimet vermiş sana Allah (Azze ve Celle) : Kabrin karanlığından, toprak
kokusundan korkma asla.
Ravi dedi ki: Safvan
haberi millete anlattr. Erircesine ağladılar. Sonra Safvan'a «bilir misin, şiir
kim için söylendi?» dediler. «Hayır» dedi. Onlar dediler ki:
O bu tabut içindeki
hanımdır. Kız kardeşi geçen sene ölmüştü.
(Gelen ses galiba onun
kabrinden gelmiştir. Şimdi ölen ablasına korkma diyor)
Safvân dedi ki, «Ben
ölülerin konuşmadığını bildiğimden bu ses nerden geliyor» diye söylemiştim.
Yine İbn-i Ebû Dünya,
Saîd bin Haşim es-Süllemi'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
«Mahalleden bir adam,
kızın birisiyle evlenip düğün yaptılar. Eğlence düzenlediler, evleri
kabristanın yanında idi. Vallahi onlar, o gece eğlence içinde iken, birden
korkunç bir ses işittiler, dizilip dinlediler, baktılar ki, kabirden bağıran
bir ses:
Ey fani lehviyaün
lezzetine dalanlar. Bir gün ölüm eğlenceyi silip atar. Sabah nicelerini lezzet
içinde gördük, Akşam, ailesinden yetim garip bulduk.
Yine îbn-i fibî Dünya
Salih el-Meri'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
Çok sıcak bir günde
kabristana girdim. Kabirleri sönük gördüm. Sübhanallah, ruh ve cesediniz
birbirinden ayrldıktan sonra, kim onları birleştirir, sizi diriltir ve kabirden
sizi çıkartır, bu kadar çürüdükten sonra?., dedim.
Ravi dedi ki: O
çukurlar arasında bir ses «Yâ Salih» diye çağırdı, şu ayeti okudu:
«Onun âyetlerinden
biri de: «Yer ve göğün onun emri ile durmasıdır. Sonra sizi yerden istediği
zaman hemen çıkarsınız» [49] O sesten
dolayı öyle korktum ki, yüzüstü yere düştüm.
Yine îbn-i Ebî Dünya,
Sabit el-Bennani'den rivayet ettiğine göre; O bir kabristanda kendi kendine
konuşuyormuş. Birden gaybdan «Yâ Sabit! Onları sessiz görüyorsun da onların
çoğu hüzündedir» diye bir ses işitmiş. Yüzünü çevirmiş, fakat kimseyi
görememiş.
Yine îbn-i Ebî Dünya,
Beşir bin Mansûr'dan rivayet ejtiğinö gö-
re, Ata el-Ezrâk ona
şöyle demiştir:
Kabristana girdiğin
zaman, kalbin aralarında bulunduğun kişilerle olsun. Çünkü ben, bir
kabristanda idim. Kendimi düşünüyordum, birden gaipten bir ses:
«Ey gafil, neyi
düşünüyorsun, sen nimet içinde dönen {veya azap içinde kıvrananlar
arasındasın.» dedi.
Suvar bin Mus'ab,
el-Hemedâni nakli ile babasından rivayet edildiğine göre;
İki kardeş komşusu
vardı. Her biri diğerini eşi görülmemiş bir şekilde severdi. Büyüğü îsfehana
gitti, küçüğü Öldü. Büyüğü yedi ay, onun kabrine gidip geldi. Bir gün
arkasından gaybtan bir ses; şu şiiri söyledi:
Ey başkasma ağlayan
kendine bak, ağlama.
Kardeşin gibi, ölüm
bir gün gelir kavuşur sana Bunun üzerine döndü, kimseyi göremedi, ürperdi.
Sıtma tuttu, evine döndü, üç gün sonra öldü ve diğer kardeşinin yanında defnedildi.
îmam Ahmed, «Zühd»
kitabında ve ibn-i Ebu Dünya, Abdurrahman bin Cübeyr bin Nefir, yoluyla Yezid
bin Şurayh el-Heysemi'den rivayet ettiğine göre
O bir kabirden şöyle bir ses işitti -.
Şimdi siz bizim
gibileri ziyaret ediyorsunuz, biz de hayatta iken sizin gibi idik. Bu sahranın
rüzgarı hep eser. Fakat biz mahsuruz,
size kavuşamıyoruz.
Kim bize gelirse daha dönemez. Burası bizim diyârımızdır ve sizin döneceğiniz
yerdir.»
İbn-i Ebû Dünya,
Süleyman bin Yesâr el-Hadremi'den rivayet ettiğine göre;
Bir cemâat,
kabristandan geçerken, kabrin birisinden şöyle bir ses işittilers
Ey kervan siz burda
dondurulmadan gidin, Burası gerçek dönüş yeridir. Çokları nimet içindedir,
zaman onu silecektir. Diğerleri de azap içindedir, o ne kötü yerdir.
Siz de yakında bizim
gibi olursunuz, ölüm bizi değiştirdi sizi de yakında değiştirir.
ibn-i Cevzi, «Uyun
el-Hikayât» kitabında senediyle Muhammed bin Abbâs el-Verrak'dan rivayet
ettiğine göre şöyle demiştir: _
Bir adam oğluyla
beraber yola çıktılar. Bir miktar gittikten sonra, baba öldü, oğlu onu bir
ağaç altında defnetti, yoluna devam etti.
Sonra bir seferinde
geceleyin ordan geçti, fakat babasının kabrine inmedi. Birden gaipten bir
sesin, şu şiiri söylediğini işitti.
Gece, ağacı eğerken
seni gördüm, Sen ağacın etrafında kimseyi görmedin. Ağaç altında yatan biri
var, o buraya geldi. Yanında otursaydın, eğilir selâm verirdi.
Ebû NuayjB ibn-i
Asakir, Seleme (Radıyallahû anhVden rivayet ettiklerine gör»övle demiştir:
Hâlid bin Ma'dan,
Kur'an okumasından başka her gün kırk bin teşbih çekerdi. Öldüğü zaman yıkamak
için tahtaya konulduğunda, yine elini teşbih çeker gibi oynatmaya başladı.
Ibn-i Asâkir, Ebû
Abdullah bin El-Cella'dan rivayet ettiğine göre. şöyle demiştir:
Babam Öldü, mağsel
üzerine koyduk. Yüzünü açtığımızda baktık, gülüyor. Millet ölüp ölmediğinde
şüpheye düştü. Doktoru çağırdılar, göğsünü kontrol etti;
«Bu ölüdür» dedi. Yüzünü
açtık, baktık yine gülüyor. Doktor;
Bu sefer «ölü mü, diri
mi? bende bilemedim» dedi.
Yıkamak için
gelenlerin hepsi de korkmaya başladı. Yıkayamadı. Fadl bin Hüseyin —ki Arif-i
Bulanların büyüklerinden birisiydi geldi, yıkadı, namazım kıldı ve defnetti.
Beyhaki, «Delail-i
Nübüwet»de Saîd bin el-Müseyyip'den rivayet ettiğine göre;
Zeyd bin Hârice
el-Ensari el-Hazreci Hz. Osman (Radıyallahû anh) zamanında vefat etti.
Göğsünden bir hırıltı işittiler. Sonra şöyle konuştu:
«Ahmed Ahmed, adı ilk
kitaptadır. O doğrudur doğrudur. Ebû Ebû Bekir es-Sıddık, kendi nefsinde
zaif'dir. Allah'ın emrinde kavidir. Onun da adı ilk kitapta vardır. O
doğrudur, doğrudur. Ömer bin el-Hattap o güçlüdür. Emindir, onun da adı Uk
kitapta vardır, doğrudur, doğrudur. Osman bin Affan onların yolundadır.. Dördü
geçti. İki kaldı. Fitneler geldi. Kuvvetli zayıfı yedi. Kıyamet koptu.
Ordumuzdan Besrais hakkında bir haber gelecektir. Bilir misiniz Bes-raris
nedir?»
Râvı Şaîd bin Museyyib
dedi ki i
|
«Sonra, Hatma
kabilesinden bir adam öldü. Üzerine elbiseleri atıldı. Göğsünden bir hırıltı
işitildi. Sonra konuşmaya başladı, dedi
«Hazredoğru konuştu,
doğru konuştu.»
Beyhaki dedi ki, bu
isnad sahihdir. Çok delilleri vardır, sonra o ve ibn-i Ebû Dünya ve Ebû Nuaym
—«Delail»de— ve ibn-i Neccâr Tarih»inde, îsmail bin Ebû Halit'den şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir :
Yezîd bin Nûman bin
Beşir, Kasım bin Abdurrahmanın ders halkasına geldi. Babası Nûman'dan bir
risale getirmişti. Risalenin metni şudur:
Bismillahirrahmanirrahim:
Nûman bin Beşir'den ümmü Abdullah binti Ebû Haşim'e:
Selâm sana, seninle
beraber Allah'a hamd e diyorum. Ondan başka ilah yoktur. Sen bana Zeyd bin
Harice hakkında bir şeyler yazman için mektup göndermişsin.
Boğazına bir ağrı
girdi, öğle ile ikindi namazları arasında öldü. Onu yatırdık, örttük. Ben
ikindiden sonra, makamımda teşbih çekerken birisi geldi. «Zeyd vefatından
sonra konuştu dedi. Ben hızla yanma gittim. Ensardan bir cemâat etrafında
toplanmıştı.
O şöyle konuşuyordu:
Ortadaki hiçbir şeyden
korkmayan kavmin en metin adamıdır. İnsanlara, güçlülerin zayıfları yemesine
fırsat vermezdi. Abdullah [50] EntiVül-Müminindir,
doğrudur, doğrudur. Bu ilk kitapda vardır, sonra dedi:
Osman Emirülmü'mindir,
o insanların çok kusurlarını affeder, iki gece gitti, dört kaldı, insanlar
ihtilafa düştüler, birbirini yediler. Dözen yok... Kayınlar helal görüldü.
Sonra müminler hatâlarından döndüler. Allah'ın kitabına ve kaderine uyun
dediler. Emirinize yÖ-nelin, dinleyin, itaat edin. Kim yüz çevirirse, o hiç bir
kanı uhdesine almasın. Herşey kaderdir... Allahû Ekber, işte Cennet! işte Cehennem!
İşte peygamberler, işte sıddıklar.
Selâm sana yâ Abdullah
bin Revaha: Benim için Hâriceyi babasına haber verdin mi? Ve Sa'dı da... o
İkisi Uhut'da öldürüldüler.
Evet o cehennem
ateşidir, derileri soyar, yüz döndürüp kaçanları çeker alır; mal toplamış
kaplara doldurmuş olanları» dedi. Sonra sesi kesildi.
Milletten daha Önce ne
dediğini sordum. Dediler [51]Ondan
«ensi-tü ensitü: susunuz, susunuz» diye işittik. Birbirimize baktık, gördük
ki: Ses örtü altından geliyor. Yüzünü açtığımızda dedi ki:
«Bu Ahmed
Resûlullah'dir. Selamun aleyke yâ Resûlullah ve Rahmetüllahi ve berekâtuhü»
sonra dedi:
«Ebû Bekir es-Sıddik,
Resûlullah'ın halifesidir. Nefsinde zayıf Allah'ın emrinde güçlüdür. O
doğrudur, doğrudur. İlk kitapda vardır.
(Numan'ın risalesi
bitti.)
Sonra Beyhaki, başka
bir yönden, bunu îsmail bin Ebû Halit'den rivayet etmiştir ve bunu da ilave
etmiştir. Râvi îsmail hadisin başını rivayet ettikden sonra demiş ki:
«Hz. Osman'ın
halifeliğinden iki sene geçmişti. İki gece iki sene demektir. Ben diğer baki
kalan dört senede ne olacağını bekliyordum. Bu dört senede Iraklıların
İftirası ve muhalefeti çıktı. Valileri olan Velid bin Akabe'ye dil uzattılar,
iftira ettiler.
Beyhaki dedi ki, bu
isnad da sahihtir. Bunu Habip bin Salim yine Nûman bin Beşir'den nakletmiştir.
îbn-i Müseyyip rivayetinde olduğu gibi onda «Bisraris»den de söz etmiştir. O
rivayette anlatılan durum şudur:
Resûlullah'm mührü Hz.
Osman'ın eline idi. Hilafetin altıncı senesinde o da mühre imzasını koydu.
İşte o zaman memurları değişti. Fitneler zuhur etti.
Beyhaki, demiş ki
Öldükten sonra konuşanlar hakkında, çok kişilerden sahih senedlerle rivayetler
vardır.
Sonra, o ve ibn-i Ebu
Dünya ve ibn-i Asakir, Abdullah bin Ubeyd el-Ensari'den rivayet ettiklerine
göre;
Müseylime-i Kezzab'ın
ölülerinden bir adam, «Muhammed Besulu ilah, Ebû Bekir es-Sıddık, Osman el-Emir
er-Rahim,» dedi. Ömer için ne dediğini bilmiyorum.
Beyhaki, ibn-i Asâkir,
başka bir tarikle ondan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Onlar, Sıffîn veya
Cemel günü ölüleri gömerken, Ensar'dan, ölen bir adam:
«Muhammed Resûlullah,
Ebû Bekir es-Sıddık, Ömer eş-Şehid, Osman er-Rahim» dedi, sonra sustu.
Buhari «Tarihlinde ve
ibn-i Mende, Abdullah bin Ubeyd el-En-sari'den rivayet ettiklerine göre şöyle
demiştir:
Sabit bin -Kays bin
Şemmas'ı defnedenler içinde idim. Yemâme harbinde şehid düşmüştü. Onu kabrine
koyduğumuz zaman işittik ki diyor.
Muhammed Resûlullah,
Ebû Bekir es-Sıddık, Ömer, eş-Şehid, Osman Emin Rahim. Ona baktığımızda gördük
ki, ölüdür.
Taberâni «el-Kebir»de Nûman bin Beşir'den rivayet ettiğine göre,
şöyle demiştir:
Bizden Harice bin Zeyd
isminde bir adam öldü. Onu bir elbise ile örttük. Kalktım, namaz kıldığımda
birden bir ses işittim. Baktım cenaze depreniyor ve şöyle diyor:
Kavmin en güçlüsü
ortancası olan Abdullahtır.[52] EmirüT-Mü-minin
olan Ömer, vücutça da güçlüdür. Allah'ınTice yani babasının ne yaptığını sordu.
Sonra, «Arkamda Bisraris alındı dedi ve sesi kesildi. tbn-i
Asâkir, Enes (Radıyallahû anhVdan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
Zeyd bin Hârice öldüğü
zaman yıkamak için cenazesine gittik. Üzerine su döktüğümüzde şöyle konuştu t
«İki geçti, dört
kaldı. Zengin fakiri yedi. Dağıldılar. Aralarında düzen yok. Ebû Bekir
yumuşaktır, rahimdir. Ömer kafirlere karşı şiddetlidir, Allah yolunda
kmayıcılarm kınamasından korkmaz. Osman (Radıyallahû anhüm ecmain) yumuşaktır,
müminlere merhametlidir. Siz Osman'ın yolundasınız. Dinleyin, itaat edin,»
Sonra sesi düştü; dil hareket ediyordu. Fakat cesed ölüydü.
tbn-i Ebi Dünya, Yezid
bin Saîd el-Kureşi tarikiyle Ebû Abdullah es-Şami'den rivayet ettiğine göre,
şöyle demiştir:
Bizans'a karşı
savaştık. Bizden bir gurup düşmanın izini takip etmek için çıktılar. Onlardan
iki adam ayrı gittiler. O ikisinden birisi dedi ki .
Biz o durumda iken
yaşlı bir Rumla karşılaştık. Çıkm meydana dedi. Biz ona saldırdık. Bir müddet
savaştıktan sonra arkadaşım şehid düştü. Ben döndüm, diğer arkadaşlarımı
arıyordum. Dönüşte kendi kendime dedim. Anam ağlasın, «arkadaşım Cennete
koştu. Ben ise dönüp arkadaşlarıma koşuyorum. Bunun üzerine döndüm, O Rumla
vuruşmaya başladım. Ben onu tuzağa düşürmek istedim. O beni omuzladı, yere
vurdu, göğsüme oturdu, beni öldürmek için yanından bir şey çekti. Ölen
arkadaşım geldi, elini saçlarına doladı, onu yere attı. Onu öldürmeme yardım
etti. Benimle hayli yol aldı, durumunu anlatıyordu. Ta bir ağacın altına
geldik, orda eski haline döndü, ölü olarak yere uzandı. Sonra döndüm,
arkadaşlarıma durumu anlattım.
Yine, İbn-i Ebî Duaya
Abdurrahman bin Zeyd bin Eslem'den rivayet ettiğine göre; şöyle demiştir:
Geçmişte, Bizans
topraklarına saldıran bir gurup genç vardı. Bir seferinde esir düştüler. Hepsi
yakalanıp krala götürüldüler. Kral onlara kendi dinine girmelerini söyledi.
Onlar, reddettiler. Kral nehir kenarında bir tepede oturdu, onları çağırdı,
birisinin boynunu vurdu. Adam nehre düştü. Baktılar ki, başı onlara karşı
durmuş yüzüyle onları selamlıyor ve şu ayeti kerimeyi okuyor:
«Ey nefs-i mutmainne,
kendin razı olmuş ve kendinden razı olunmuş olarak Rabbine dön. Kullarımın
içine gir, Cennetime dahil ol.» [53]
Yine Ibn-i Eoî Dünya
Said el-Ammi'den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:
«Bir cemaat, denizde
savaşmak için çıktılar. Beraberlerinde binmek için, hasta bir genç yanlarına
geldi. Önce reddettiler, sonra, onu da gemiye aldılar. Düşmanla
karşılaştıklarında en iyi dayanan o genç oldu. Sonra şehid düştü. Başıyla
gemidekileri selamladı ve şu âyeti okuyordu i
«Şu âhiret diyarını,
yeryüzünde üstünlük istemeyen bozgunculuk yapmayanlara veriyoruz. Âkibet,
müttakinlerindir.»[54]
Sonra suyun içine
batıp kayboldu.
El-Hâfız, Ebû Muhammed
el-Hailal «Kerâmât'ül-Evliya» kitabında, senediyle Ebû Yusuf el-Gasili'den rivayet
ettiğine göre şöyle demiştir :
İbrahim bin Ethem
Şam'da yanıma geldi. Bana, «Bugün çok acip bir şey gördüm» dedi. Ben «Nedir
o?» dedim. O dedi ki:
Ben şu kabirlerden
birisinin başında durdum. İçinden saçı boyanmış (yani aklaşmış) yaşlı bir adam
çıktı. Bana:
«Yâ İbrahim: Allah
beni senin için diriltti» dedi. Ben, Allah sana ne yaptı? dedim. O dedi ki:
Çirkin bir amel ile
Allah'ın huzuruna girdim. Bana üç şeyle huzuruma geldiğinden seni afvettim,
dedi. Beni seveni seviyorsun. Göğsünde zerre miktar haram içki yoktur. Akla
boyanmış saçlarınla huzuruma girdin. Ben yaşlıların akını ateşle yakmaktan
utanının.
Sonra kabir yaşlmm
üzerine kapandı.
İbrahim bin Edhem,
dedi ki, «Yâ Yûsuf ne acaip şey! Allah1 dan iste. sana daha acipleri göstersin.
Beyhaki, Şuâb-ı
İman'da senediyle, Nişabur kadısından rivayet ettiğine göre;
Yanına bir adam
girmiş, kadıya demişler ki, bu adamda acip bir haber var. Kadı «nedir» demiş.
Adam demiş ki:
Ben kefen soyan
birisiydim. Kabirleri, devşirirdim. Bir hanım öldü, kabrini öğrenmek için
gittim namazına katıldım. Gece karanlığı çökünce, kabrini deştim, kefeni açmak
için elimi saldığımda hanım :
Sübhanallah, Cennetlik
bir adam, Cennetlik bir kadını soyuyor. Bilmez misin sen namazımı kılanlar
içinde idin. Ve Allah namazımı kılan herkesi affetti» dedi.
El-Muhamili
«Emâli»smde, Abdulaziz bin Abdullah bin Ebû Se-leme'den rivayet ettiğine göre,
şöyle demiştir:
Adamm biri Şam'da,
hanımıyla beraber, harmanda bulunurken, (Daha önce de, bir oğlu Allahm emriyle
şehid düşmüştü.) Bir süvarinin bu tarafa doğru geldiğini gördüler. Babası işte
oğlumuz geliyor dedi. Hanımı, şeytandan sakın, oğlumuz bir müddet önce şehid
edilmedi mi? Galiba sen ona düşkünsün! dedi. Adam işine döndü, istiğfar etmeye
başladı. Süvari yaklaşırken baktı.
«Hanını! vallahi
işte oğlundur,» dedi.
Hanım da baktı. «Evet vallahi odur» dedi. Süvari orda durdu; babası dedi ki:
Oğlum; daha önce şehid
düşmedin mi? O:
Evet, fakat Ömer bin
Abdülaziz şu anda vefat etmiş Şehidi er, onun cenazesinde bulunmak için
Rablerinden izin istediler. Ben de onlardandım... Size selam vermek için de
Allah'dan izin istedim, dedi. Onlara dua etti ve ayrıldı. Sonra, Ömer bin
Abdülazâzin (Radıyalla-hû anh) o saatlerde vefat ettiği anlaşıldı.
Bunlar senedli
haberlerdir. Hadis imamları kitablarmda sened-leriyle rivayet etmişlerdir. Ben
Yafii'nin anlattığını teyid ve tasdik için burda naklettim.
Yaf ii dedi ki:
İyi veya kötü,
ölülerin görünmesi bir nevi keşiftir. Müjde için veya meviza için, veya Ölünün
hayrı yahut borcunun ödenmesi gibi bir maslahatı için, Allah onu izhar eder. Bu
görünme, galiben rüyada olur. Bazen de yakazada olur. Bu ikincisi ehl-i hâl ve
evliyanın kerametlerinden sayılır.
Yine Yâfii başka bir
yerde demiş: Ehl-i Sünnet mezhebi odur ki:
Ölülerin ruhları
Allah'ın izniyle, özellikle Cuma geceleri ya gökten veya yerden kabirlerdeki
cesedlerine gelirler, otururlar, konuşurlar. Allah, nimet ehline nimet verir,
azap ehline de azap verir.
Yine demiş ki, ala-yi
üliyinde veya esfel-i safilinde nimet veya azap gören yalnız ruhlardır. Kabirde
ise ruh ve cesed beraber nimet veya azap görürj (Yafiinin sözü bitti.)
Îbnü'l-Kayyim demiş:
Hadisler ve asar denilen sahabelerin söyledikleri gösteriyor ki:
Kabrin ziyaretine
gelen ne zaman gelirse gelsin, ziyaret edilen onu tanır, sesini; işitir. Onunla
ünsiyet eder. Selâmını geri çevirir.
Bu şehidler ve diğer
ölüler hakkidna da geçerlidir. Bu durum belli bir vakte mahsus değildir. Ve
vakte mahsus olduğuna delâlet eden, Dahhak'm naklettiği haberden daha sahihtir.
Çünkü, Resul-i Ekrem (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) ümmeti için, ölülere düşünür
ve işi-tirlermiş gibi selam vermeyi emretmiştir.
Müslim, Ebû Hüreyre
(Radıyallahû anhî'dan rivayet ettiğine göre, Resul-i Ekrem (Sallallâhû Aleyhi
ve Sellem) bir kabristana çıktı:
«Ey müminler cemaati,
selam size olsun. Ve inşaallah bizde peşinizden geleceğiz.» diye buyurdu.
Nesai, ibn-i Mâce,
Büreyde {Radıyallahû anh)'den rivayet ettiklerine göre, Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem), sahabeler kabristana çıktıkları zaman, onlara şöyle demeyi
öğretirdi:
Es-selâmün aîeyküm, ey
müslüman kabristanlüar. Siz öncüleri-mizsiniz, biz de arkanızdan geleceğiz,
Allah'dan bize de size de afiyet diliyorum.
Müslim, Âişe
(Radıyallahû anhâ)'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
Yâ Resûlullah ölülere
ne diyeyim dedim. Buyurdu ki r Şöyle de:
Ey Müslüman
kabristanlılar size selâm olsun. Allah bizden Öncekileri de sonrakileri de
affetsin. İnşaallah biz de size kavuşacağız.
Tirmizi, îbn-i Abbâs
(Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre;
Resûlullah (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem) Medine kabristanından geçti. Yüzüyle onlara yöneldi.
«Esselamu Aleykum ya ehl-el-kubûr, Allah sizi mağfiret etsin. Siz
Öncülerimizsiniz. Biz de peşinizden geleceğiz.- dedi.
Taberani, Ali bin Ebi
Talip (Radıyallahû anh)'den rivayet ettiğine göre, o bir kabristana yaklaşarak
şöyle demiş :
Ey ehl-i iman olan
kabristanlılar, siz öncülerimizsiniz. Bizde size yakında yetişeceğiz. Allah
bizi de sizleri de mağfiret etsin. Afvı ile muamele etsin,
İbn-i Ebû Şeybe, Sa'd
bin Ebû Vakkâs (Radıyallahû anh)'dan. rivayet ettiğine göre;
O tarlasından
dönerken, şehidlerin kabrinin yanından geçiyordu. «Esselamü Al ey küm,
inşaallah bizde size kavuşacağız» derdi, sonra arkadaşlarına:
«Şehidlere selâm
vermez misiniz? Onlar selâmı iade ederler,» diye onları uyarırdı.
tbn-i Ömer, (Radıyallahû anh)'den rivayet edildiğine
göre;
O gece olsun, gündüz
olsun, selâm vermeden hiç bir kabrin yanından geçmezdi.
Ebû Hüreyre
(Radıyallahû anh) 'dan rivayet edildiğine göre, şöy: le demiştir:
Tanıdığın kabirler
yanından geçersen «selam size ey kabirde-kiler» de, tanımadığın kabirlerin
yanından geçersen «selam müslü-m ani ara olsun» de.
Ebu'l-Hasan'dan
rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir:
Kim kabristana girerse
ve «Ey çürümüş cesedlerin dağılmış kemiklerin Rabbi, bunlar dünyadan sana iman
ederek çıktılar. Katından onlara bir ruh benden de selam indir» dese, Adem
(Aleyhi's-selâm) 'in yaradılışından bu yana ölen her mü'min ona istiğfar eder.
îbn-i Ebî Dünya,
yukardaki hadisi, şu ibare ile rivayet etmiştir: «Adem zamanından kıyamete
kadar ölen ve öleceklerin sayısınca,
Allah ona hasenat
yazar.»
îbn-i Ebu Dünya, Ebû
Hüreyre (Radıyallahû anh)'dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:
«Kim kabristana girer,
onlara istiğfar eder, ve onlara rahmetle dua etse, onların cenazesinde bulunmuş
ve namazlarını kılmış sayılır
Ezher bin Mervân'dan
rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
«Bişr bin Manur'un bir
odası vardı. İkindi namazını kıldıktan sonra, kapıyı kilitler, kabristan
tarafından penceresini açar, kabirlere bakardı
îbn-i Ebû Dünya, Beyhaki, «Şuab»da îbn-i Ömer (Radıyalİkhû anh)'dan rivayet ettiğine
göre;
«O bir cenaze gördüğü zaman,
kabristana gider, onlara dua ve istiğfar ederdi
Yine îbn-i Ebî Dünya
ve Beyhaki, Asım el-Hacderi akrabas| birisinden rivayet ettiklerine göre şöyle
demiştir:
Ölümünden senelerce
sonra Âsim el-Hacderiyi rüyamda gördüm. Ben «ölmedin mi?» dedim. O;
«Evet» dedi. Ben:
«Nerdesin» deyince o
şöyle dedi:
«Vallahi ben Cennet
bahçelerinden bir bahçedeyim. Ben ve bir gurup arkadaşlarım, her Cuma gecesi ve
sabahı Bekir bin Abdullah el-Müzeni'nin yanında birleşiyoruz. Sizin
durumlarınızı görüşüyoruz.
Bent
Cesedleriniz mi yoksa
ruhlarınız mı görüşüyor? dedim.
O:
Nerde? Cesedler
çürüdü, görüşen yalnız ruhlardır, dedi. Ben:
Bizim sizi ziyaret
ettiğimizi biliyor musunuz? dedim. O:
«Biz Cuma gecesi ve
Cuma günü, ta Cumartesi sabahına kadar ziyaretlerin farkına varırız, dedi.
Ben:
Neden diğer günlerde
farkına varmıyorsunuz, dedim.
O:
Bu Cuma gününün
fazilet ve şanının büyüklüğü içindir, dedi.
Yine Ibn-i'Ebî Dünya
ve Beyhaki, Bişr bin Mansûr'dan rivayet ettiklerine göre, şöyle demiştir:
Adamın biri kabristana
gidip gelirdi. Cenazelerin namazını kılardı. Akşamladığı zaman kabirlerin
başında durup:
Allah vahşet ve
yalnızlığınızı ünsıyete çevirsin. Garipliğinize acısın. Günahlarınızı
affetsin. Hasenatınızı kabul etsin derdi ve bundan başka bir şey ilave etmezdi.
O adam demiş ki: Bir
gün akşamladım. Ehlime gittim. Kabristana varmadım. O gece ben uyurken bana
gelmiş, büyük bir topluluk gördüm. Ben, «kimsiniz? Ne işiniz var?» dedim.
Onlar, «biz ka-birdekileriz, dediler:
Ben:
Neden geldiniz, dedim.
Onlar:
Sen ehline dönerken
bizi hediyeye alıştırdın.
Ben:
Nedir o hediye dedim.
Onlar:
Bize ettiğin
dualardır, dediler.
Ben:
Öyle ise devam
edeceğim dedim ve daha onlara yaptığım yi hiç bırakmadım.
Yine îbn-i Ebî Dünya,
Ebû Teyyah'dan rivayet ettiğine gö le demiştir :
Mutarrıf isminde
birisi her gece görünüyordu. Cuma günü olduğunda ancak sabaha doğru gelirdi.
Kırbacı, yolunu aydınlatıyordu. Bir gece kabristana doğru gelirken, atı
üzerinde esnedi. Kabir-dekilerin bütününü herkes kendi kabrinin üzerinde oturmuş
gibi gördü. Dediler ki: Bu mutarrıf tır. Demek Cuma günüdür. ^^»
Ben:
Siz de Cuma gününün
varlığını biliyor musunuz? dedim. Onlar:
Evet, biz o gecede
kuşun ötmesini dahi biliriz. Ben Mutarrife, onlar ne diyorlar? diye sordum.
O
Selâm selâm, salih bir
gün diyorlar, dedi.
Yine İbn-i Ebi Dünya,
ve Beyhaki ... Süfyân bin Uyeyne* yısınm oğlundan rivayet ettiklerine göre,
şöyle demiştir:
Babam öldü, büyük bir
sabırsızlık içinde, kaldım. Her gün kabrine giderdim. Sonra gitmemeye
başladım. Rüyada onu gördüm. Neden bize gelmekten alıkonuyorsun, dedi.
Ben:
Benim geldiğimin
farkına varıyor musun? dedim.
O
Evet, bilmediğim hiç
bir seferin olmamıştır. Sen bize geldiğinde seninle sevinirdim. Çevremizdekiler
de senin duanla sevinirlerdi;, dedi.
Sonra ben, artık daha
sık ziyaretine giderdim.
Beyhaki, Ebû Derda
(Radıyallahû anh)dan rivayet ettiğine göre Haşim bin Muhammed şöyle demiştir:
Ehl-i ilim bir adamdan
işittim diyordu i
Ben uzun bir müddet
babamı ziyaret ederdim. Bir gün ben topraktan başka bir şey ziyaret etmiyorum,
dedim. Bana rüyamda gösterildi, dedi ki:
Oğlum neden eskiden
ziyaretimize geldiğin gibi geliniyorsun? Ben:
Topraktan başka bir
şey görmüyordum, dedim. O:
Yapma oğlum, vallahi
sen bize teşrif ettiğinde komşularım bana müjde veriyorlardı. Ayrıldığında da
Küfeye gidinceye kadar da seni müşahede ediyordum, dedi.
İbn-i Ebî Dünya,
Beyhaki, Osman bin Sûret'den rivayet ettiklerine göre : O şöyle demiştir;
Anam ehl-i ibadet idi.
Ona «Rahibe» denilirdi. Öldüğü zaman her Cuma gecesi ziyaretine gelir ona ve
kabristandakilere dua ye istiğfar ederdim. Bir gece onu rüyada gördüm.»
Nasılsın anacığım,
dedim. O dedi ki:
— Oğlum, ölümün
sıkıntısı çetindir. Allah'a hamd olsun, ben güzel bir berzahtayım. Çiçekler içinde
âlâ kumaşlar üzerinde yatıyorum.
Ben:
— Bîr ihtiyacın var
mı, dedim.
O:
.— Evet, dedi.
— Nedir, dedim. O:
— Bize yaptığın
ziyaret ve duayı terketme. Ben Cuma günü senin gelmenle ünsiyet buluyorum.
Evinden buraya doğru geldiğin zaman, «Yâ Rahibe bir akraban ziyaretine geldi»
derler. Ben sevinirim. Etrafımdaki ölülerde sevinir.
Selefî dedi ki:
İskenderiyede
Ebu'I-Bereket Abdulvahit bin Abdurrahmandan, ö da anasından şöyle dediğini
rivayet etmiş:
«Ölümünden sonra anamı
rüyamda gördüm. Bana dedi ki kızım ziyaretimize geldiğin zaman bir müddet
kabrimin başında otur ki, sana bakmaktan doyayım. Sonra, bana rahmetle dua et.
Çünkü rahmetle dua ettiğin zaman rahmet aramızda perde olur, beni senden
ayırır. (Dolayısıyle ayrılışın bana ağır gelmez.)
Hafız bin Recep dedi
ki: Ali biri Abdussamed, Ahmed el-Bağda diden, o da babasından, nakline göre,
Kostantin bin Abdullah er-Ru mi, Esed biri Musa'dan şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Bir dostum vardı,
öldü. Onu rüyada gördüm. Bana diyordu ki Sübhanallah, filan dostunun yanına
geldin, ona okudun, ona rah met istedin. Bana ise gelmedin, yaklaşmadın da...
Ben:
— Nerden biliyorsun, dedim.
— Dostunun ziyaretine geldiğin zaman seni
gördüm, dedi. Ben:
— Nasıl görüyorsun? Halbuki toprak altında
idin? dedim.
O:
Görmedin mi? Su cam
içinde (nasıl) görünüyor, dedi. Ben:
Evet, dedim.
O:
İşte aynen Öyle, biz
bizi ziyaret edenleri görüyoruz. [55]
Ebû Daffiili,
Tirmizi-sahih gördüğü bir rivayetle Ebû Çeri el-He-cimi (Radıflî^hû annî
hadisinden rivayet ettiklerine göre şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallâhû
Aleyhi ve Sellem)'ın yanına geldim. (Aleykeesselam) Sana selam yâ Resûlullah,
dedim. Buyurdu ki «sana selâm» deme. Çünkü, bu mevtanın selamıdır.
Bu gösteriyor ki,
mevtaya selâm vermekle sünnet olan vecih, «Aleyküm es-Selâm» demektir. Halbuki,
Resûlullah'ın «Esselâmü Aleyküm dare kavmin müminin» dediği hadis dahi
sahihtir. îşte bunun için bu iki hadisi birleştirmek lazım. Hatta bâzıları
demiş ki; bu, birinci hadisten daha sahihtir. Bâzıları da demiş ki sünnet olan
birinci hadistir ki onda o şeklin diriler için kullanılmaması için uyarılmıştır.
Îbnü'l-Kayyim, Bedaf
kitabında bunu şöyle cevaplandırmıştır; Bu ihtilaf hadisin maksadını
anlamamaktan ileri gelmiştir.
Çünkü Resul-i Ekremin
(Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) «Bu ölülerin selâmıdır» demesi Ondan bir emir ve
nehy değildir. Sadece, o zaman mutad olan ve cahiliyette insanların kullandığı
şekli bildirmektir. Çünkü, Onlar ölünün ismini dua ve selâmdan önce zikrederdi.
Nasıl ki şâir demiş:
Sana Allah'ın selâmı
olsun ey Kabs bin Asım.
Hz. Ömer (Radıyallahû
anh) mersiyesinde de olduğu gibi.
Sana selam olsun Ey
Emirim.
Ve mübarektir o ezik
vücudun
Bu tip kullanış, Arap
şiirlerinde çoktur. Demek mevcut bir durumu bildirmek, caiz olduğunu
göstermediği gibi, sünnet olduğunu hiç göstermez.
Sonuç: Resûlullah'm
kullandığı yeni selâm lafzının önce söylendiği hadisin sünnet olduğudur.
Eğer deseniz, dirilere
selam vermenin cevabı beklenilir. Onun için önce selâm söylenilir. Halbuki bu
durum ölüler için geçerli değildir.
Biz de deriz ki,
ölülere selâm vermek onların cevap verdikleri umulduğu içindir. Nitekim
hadiste, cevap verdikleri varit olmuştur.
Yine İbn-ül Kayyim,
demiş ki s
Güzel nüktelerden
birisi de, hayırlı duanın en güzel şekli duanın kendisi için dua edilenden
önce olmasıdır. Şu ayeti kerimeler gibi...
Beddualarda en iyi
şekil, beddua edilenin duadan 6nce gel sidir. Şu âyet-i kerimeler gibi:
İbn-i kayyim bu
nüktenin sırrını da anlatmış. Esrar Et-tenzil kitabımda anlattığımdan dolayı
kısa kesiyorum. [56]
[1] İbrahim, 27
[2] Taha. 55
[3] İbrahim, 62
[4] Taha, 124
[5] Mutaffİfin, 5,
6
[6] Mutaffİfin, 7-9
[7] İbrahim, 27
[8] Tafha, 124
[9] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 208-239.
[10] İbrahim, 27
[11] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 240-246.
[12] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 247-255.
[13] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 255.
[14] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 256-263.
[15] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 263.
[16] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 263.
[17] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 263-264.
[18] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 264.
[19] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 264-267.
[20] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 267-268.
[21] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 268.
[22] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 268.
[23] Taha: 127ı
[24] Mümtehine: 13
[25] Kefen İan demektir. Türkçe kefensayan denilir
[26] Büyük bir müttehittir
[27] Yasın: 76
[28] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman Yayınları:
269-301.
[29] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 302-309.
[30] Haffar Kabir kazıyan (mezarcı) demektir. Bu zat
devamlı olarak bu işi yaptığı için bu lakabı almıştır.
ğında misk kokusunu hissettim.
Baktım yaşlı bir adam, kabrinde oturmuş Kur'an okuyor
[31] Rum: 44.
[32] Ali İmran: 170.
[33] Fecir: 27-30
[34] Fecir: 27-30.
[35] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 310-330.
[36] Cariye, burada kız manasmdadır
[37] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 331-332.
[38] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 333-335.
[39] Allah'ın yüce huzurunda demektir.
[40] Nisa, 69
[41] Bakara, 189
[42] Nemi, 77
[43] Râd, 24 -
[44] (79)
[45] Kehf, 9
[46] Ankebut, 1
[47] Araf, 201
[48] Rahman, 46
[49] Rum, 25
[50] Ebu Bekir Es-Stddik'ı kasdediyor
[51] Ebu Bekir Es-Stddik'ı kasdediyor
[52] ebu Bekir Es-Sıddık...
[53] Fecîr, 27-30
[54] Kasas, 83
[55] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 336-371.
[56] İmam Celaleddin Es-Suyuti, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları: 372-373.