Nakşibendîlerin Râbıtaya İlişkin
Delilleri
Halid Bağdâdî, "Risâle’tun
Fi Tahqıyq'ır-Râbıta" adı altında sırf râbıta konusunda yazdığı bir kitapçıkta şöyle demektedir:
«Ulularımızdan kimisi, tasavvuf
terbiyesini gerek kendine, gerekse başkasına uygularken
"Ey iman edenler! Allah'(a itaatsızlık) tan sakının ve doğrularla
beraber olun." (Kurân-ı Kerîm 9/119) [2]
Tarîkat silsilesiyle Halid
Bağdâdî'ye bağlı olan Muhammed Emîn
el-Kurdî de râbıtayı kanıtlamaya çalışırken önce şu ifadeyi kullanmaktadır:
«Bu konuda gerek âyet, gerekse
hadis olarak mevcut bulunan deliller ise bilinemeyecek gizlilikte değildirler.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:»
«Ey iman edenler! Allah'(a itaatsızlık) tan sakınınız ve O'na, (sizden hoşnut olacak) vesîleler arayınız.» (K. Kerim 5/35) [3]
Bu âyet-i kerîmeyi, daha önce
anlatılan merasim çerçevesi içindeki uygulanışıyla râbıtaya delil gösteren,
yalnızca bu şahıs değildir. Bilindiği kadarıyla bütün Nakşibendîler -her nasıl ikna olabiliyorlarsa!- bu görüşü
paylaşmaktadırlar.
Muhammed Emîn el-Kurdî'nin, râbıtaya delil olarak gösterdiği
bir diğer âyet ise, aynen Halid Bağdâdî'nin
yukarıda adı geçen risâlesinde naklettiği Tevbe
Sûresi'nin 119'uncu âyet-i kerîmesidir. Bu konuyu özellikle işlemiş bulunan
Nakşibendî rûhanîlerinin hemen tümü, bu iki âyeti, (yani Mâide Sûresi'nin
35'inci ve Tevbe Sûresi'nin 119'uncu
âyet-i kerîmelerini) râbıtaya delil olarak göstermişlerdir.
El-Kurdî'nin, kanıt olarak ileri sürdüğü
bir de şu meâldeki hadis-i şerif vardır:
«Kişi sevdiği ile beraberdir.»
Nakşibendîler, râbıtanın Kur'ân'a
ve sünnete dayandığını büyük bir ısrarla ileri sürmektedirler. Bunlardan Mustafa Fevzi şunları söylüyor:
«Var bu yolda çok ehâdîs-i Nebi,
Râbıta makbûl-i Hak'dır gün
gibi.» [4]
Şair, yukarıdaki beyitte, râbıtayı kanıtlayan -sözde- Hz. Peygamber (s)'in birçok hadisleri bulunduğunu hiç çekinmeden
ileri sürüyor ve buna delil olarak da şu meâldeki hadisi gösteriyor:
«Beni, çocuğundan, babasından, (bir diğer hadisde de kendi canından) ve tüm insanlardan daha çok sevmedikçe hiç
biriniz gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız.»
Mustafa Fevzi'ye göre bu ve daha birçok hadis,
mürîdin, şeyhine râbıta yapmasını kesin olarak emrediyor (?)
Râbıtayı kitap ve sünnetle kanıtlamaya çalışanlardan biri de Hüseyn ed-Dewserî'dir. Sırf râbıta
konusunda, «Er-Rahme'tul-Hâbıta Fi
Tahqıyq'ır-Râbıta» adlı bir kitap yazmıştır.
Hüseyn ed-Dewserî, yazdığı bu risâlenin önsözünde: Kitabı, H.1237
yılında -özel bir sebepten dolayı-
müstear bir isim kullanarak yazdığını, daha sonra amacının yerine geldiğini, bu
kez kitabı kendi adıyla yayınladığını ifade etmektedir.
Hüseyn ed-Dewserî'nin bu risâlesi, sırf râbıta konusunda
kaleme alınmış hemen hemen en kapsamlı bir kitaptır. Yazar, kendince râbıtayı
uzaktan yakından ilgilendiren birçok ayrıntılara dokunmuş, kanâat ve yargısını
açıkça dile getirmiştir. Yazarın en ilginç ifadeleri ise râbıtayı inkâr
edenlere yönelttiği suçlamalar ve ağır hakaretlerdir.
Hüseyn ed-Dewserî de diğerleri gibi, râbıtanın meşruluğu
konusunda kanıt olarak Mâide Sûresi'nin
35'inci âyeti-i kerîmesini göstermektedir. [5]
Yazar: «Tecrübeyle
öğrenmiş bulunuyoruz ki, râbıtayla meşgul bulunduğumuz zaman amellerimiz gaflet
şâibesinden temiz kalmış olur. Gafletle yapılan amel ise makbul değildir. » diyor.[6]
Râbıtayı, kendi üslûbuyla ve kanâati doğrultusunda genişçe anlatmaya
çalışan Hüseyn ed-Dewserî, kendisine
itiraz eden biri varmış gibi hayâlî muhatabını işaret ederek şunları
söylüyor:
«Eğer inkârcı kardeşimiz -Allah
taksirâtını affetsin !- derse ki: »
«– Söylediğin bu sözleri anladık,
râbıta, kalbi irtıbatlandırmak, (yani bir mürşide bağlanmaktır.) Ancak bu -söylediğin- laf bizzat ona engel oluşturmaktadır. Hiç bir çıkar beklemeden sırf
Allah rızası için sevmek vâcip, güzel ahlâk ve gidişata sahip insanlara karşı
sempati beslemenin gerekliliği de delillerle sabittir. Bütün bunları anladık,
fakat zihinde bir adamın şeklini canlandırmakla şu sayıp döktüğünüz şeylerin
gerçekleşmesi de nasıl olurmuş ?!»
«Ona, birkaç alternatifle
cevabımız şudur:»
«...Farkında değil misin ki,
ihram tekbirini alıp namaza durduğun zaman, sana zekâtını verecek tüccarı,
işini görecek devlet sorumlusunu, veziri, ya da malını ve aile halkını
zihninde canlandırıp onlarla meşgul oluyorsun. Hatta bunların bütün hepsini
bir rekatın, ya da bir secdenin içine bile sığdırıyor ve hiç utanmadan
karşısında durmuş bulunduğun Rabb'ini unutuveriyorsun. Ondan sonra da ne söylediğinin
farkında olmadan namazdan çıkıyorsun. Yoksa bunu inkâr mı ediyorsun ? Fakat
inkâr edeceğini hiç sanmıyorum !»[7]
Anlaşıldığı üzere namazda duran
bir kimse, yazara göre tüccarı, devlet adamını, malını ve çoluk çocuğunu aklına
getireceğine şeyhini zihninde canlandırmalı, yani ona râbıta yapmalıdır!
Râbıtacı yazar, Allah'ın huzurunda duran bir Müslüman’ın, ancak böyle
davrandığı takdirde gafletten kurtulabileceği ve ibâdetinin makbul olabileceği
kanâatindedir.
***
Zaman zaman önemini kaybeder gibi olan bu râbıta olayı, son birkaç yıldır
yeniden gündeme getirilmiş bulunmaktadır. Özellikle tefsir çalışması olarak RUHU'L-FURKAN adı altında kaleme alınan
bir kitapta râbıtaya çok geniş bir yer verilmiştir. Merkezleri İstanbul-Çarşamba'da bulunan gelenekçi
bir Nakşî cemaatinin lideri ve bir grup yandaşı tarafından yazılan bu kitapta
râbıtanın bir Allah ve Peygamber emri olduğunu kanıtlamak için dokuzu âyet, on
dördü ise hadis olmak üzere toplam yirmi üç delil ileri sürmüşlerdir.
Noktalamaya varıncaya kadar,
üslûp, anlatım ve yorumlarıyla tamamen onlara ait olan bu deliller sırayla
şöyledir:
1. «O, sizin aranıza sevgi ve
acıma koydu. (Rum Sûresi: 21)»[8]
2. «Enes (r.a.) den rivâyet edilmiştir ki:
Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradıkları zaman Ömer İbnul Hattab, (Peygamber'in amcası) Abbas İbni
Abdilmuttalib'i vesîle edinerek yağmur duası yapar ve duada "Ya Allah ! bizler,
peygamberimizi vesîle edinerek sana niyaz ettiğimizde bize yağmur ihsan
ederdin. (şimdi de) Peygamberimizin
amcasını vesîle edinerek senden niyaz ediyoruz. (yine) yağmur ihsan eyle (Buhari,
İstiska:3)»[9]
3. «İmanın en üst derecesi, Allah için (Allah dostlarını) sevmen,
Allah için (Allah düşmanlarına) buğz etmen ve dilini Allah'ın zikrinde
çalıştırmandır. (Ali el-mütteki,
kenzü'l-Ummal: 1/37-38 H. No:6773)»[10]
4. «Yusuf (a.s.) kasıtsız
olarak, elinden gelmeyerek, ona, (Züleyha'ya) meyletti. Rabbisinin burhanını (delilini)
görmeseydi, (o meyline göre hareket
edebilirdi.) (Yusuf Sûresi: 24)»[11]
5. «Ebu Malik El-Eşcai'nin
babasından rivâyet ettiği:»
«Rüyada beni gören hakikatta beni
görmüştür. (Ali el-mütteki, Kenzü'l-Ummal:
15/382 H.No: 31477)»[12]
6. «Sadıklarla beraber olunuz. (Tevbe
suresi: 24)»[13]
7. «İbni Abbas (ra) dan rivâyet
edildiğine göre, bir kere Resulullah (s.a.v.) Efendimize: »
«Meclis arkadaşlarımızın en
hayırlısı hangisidir ? diye sorulduğunda, Efendimiz (s.a.v.): »
«"Kimi görmek size Allah'ı
hatırlatıyor, kimin konuşması sizin ilminizi artırıyor, kimin de ameli size
ahireti hatırlatıyorsa işte onlar en hayırlı arkadaşlarınızdır." buyurdu. (Askalani, el- metalibul Aliye: 3/193) [14]
8. «Allah-u Teâlâ'nın
«–Onlar meclis
arkadaşlarımdır." (Buhari, Deavât: 66) hadisi
kutsisi gereğince de onlarla oturmak, zikredilen Mevla Teâlâ ile beraberliği
kazandırır." buyurdu.»[15]
9. «Ebu Hureyre'den rivâyet edildiğine göre Resulullah (s.a):
"– Nerede olursanız bana
salat (-u selam) edin. Çünkü sizin
salatınız, bana ulaşır, buyurmuştur.»[16]
10. «Meşayihi kiram,
"O. (Cebrail (a.s.) Onun (Meryem validemiz) için, bütün azası yerinde tam bir insana
benzerdi. (Meryem Sûresi: 17) âyetinde bu meseleyi zihinlere yaklaştırdılar."
»[17]
11. «Yine onlardan Alim-i Allame es-Sefiri el-Halebi eş-Şafii, Buhariye
yaptığı şerhte:»
«"Sonra, Efendimiz (s.a.v) e tenha (da ibâdet) sevdirildi. (Buhari, Babül Vahy: 3 ) "»[18]
12. «Yine onlardan
Allame Fasi, Delaili Hayrat şerhinin birkaç yerinde meseleyi açıklamıştır.»
«Birisi de:
«Abdullah İbni Mesut[19] (r.a.) dan rivâyete göre, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:»
« Kıyamet gününde insanların bana
en yakını (şefaatıma en layık olanı) bana en çok salat (-u selam)
getirendir. (Tirmizi, Salat:325, 2/3554)»[20]
13. «Nitekim Allah-u Teâlâ
«Her kim Allah ve Resulüne itaat
ederse, işte onlar, Allah (-u Teâlân) ın, kendilerine inam (iyilik) ettiği nebiler, Sıddıklar, şehitler ve
salihlerle beraberdir. Ve bunlar en güzel refik (arkadaş) tırlar buyuruyor. Nisa
suresi: 69»[21]
14. «...Aişe (r.a.) Validemizden rivâyete göre: »
«Resulullah (s.a.v.):
«– Ruhlar toplu ordulardır.
Onlardan (ezelde Allah yolunda) birbiriyle tanışanlar i'tilaf eder (anlaşır, Allah uğrunda) tanışmayanlar ise ihtilaf eder. (dünyada zıtlaşır) lar. buyurdu. (Buhari,
enbiya : 2,4/104, Müslim: 8/41, Ebu Davud: 46359, Müsnedi Ahmed: 2/295 )»
15. «Bütün bu
imamlar ve bütün mahlukatı yaratan Allah-u Teâla buyurdu ki: »
«– O'na (sizi kavuşturacak)
vesîle arayın. (Mâide Sûresi: 35) »[22]
16. «İsmail, Elyasa ve zülkifl (a.s.v.) i hatırla, hepsi en hayırlı kullardandır. (Sad suresi, Ayet 0 48)» [23]
17. «(O
akıl sahipleri) öyle kimselerdir ki, ayakta, oturdukları halde ve yanları
üzere (yaslanmış) oldukları halde
Allah (-u Teâlây) ı zikrederler ve göklerin, yerlerin yaratılışı hakkında
tefekkür ederler. (Âli İmrân Sûresi: 1917»[24]
18. «Bir âyeti-i celilesinde ise:
"(Habibim!)
Deki, göklerde ve yerde neler olduğuna bakın.
"(Yusuf Sûresi:101)[25]
19. «Resulullah Efendimiz (s.a.v):»
"– Allah-u Teâlâ'nın
nimetlerini düşünün, zatını düşünmeyin, buyurdu. "(Ali el-Mütteki, Kenzü'l-Ummal: 3/106 H. No.: 5707)»[26]
20. «İbni Abbas (r.a.) dan rivâyete göre Efendimiz (s.a.v.):»
"Mahlukatı (yaratılmış olanları) düşünün. Halik (Teâlâ) yı
(yaratıcıyı) düşünmeyin, çünkü siz
onun kadrini takdir edemezsiniz. " buyurdu. (Ali el-Mütteki, Kenzü'l-Ummal: 3/106 H. No.: 5706 »[27]
21. «Ubadetübnüs Samit (r.a.)
den rivâyete göre, Resulullah (s.a.v.): "
"–Yeryüzü onlarla durur,
onlar sebebiyle yağdırılıyorsunuz ve onlar hürmetine yardım olunuyorsunuz,
"buyurdu. (Ali el-Mütteki, Kenz'ül-Ummal: 12/190 -191
H. No. 34613) »[28]
22. «Enes İbnu Malik (r.a.) dan rivâyet edilen bir hadisi şerifte,
Resulullah (s.a.v.): »
«–Küçüğüne acımayan, büyüğüne
tazim etmeyen bizden değildir, buyurdu. (Tirmizi Birr: 15,
4/321 H. No: 1919) »[29]
23. «Ebu Hureyre
(r.a.) den rivâyete göre, Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki:»
"–Beş şey ibâdettendir ; az
yemek, camilerde oturmak, kabe'ye bakmak, okumadan da olsa mushafa bakmak,
âlimin yüzüne bakmak" (Deylemi, müsned-i Firdevs
2/190 H. No: 2969)" [30]
İşte tam yedi Nakşibendî baş başa
vererek “RUHU'L-FURKAN“adı altında
kaleme aldıkları bir kitapta Bakara Sûresi'nin
152'inci âyetini, kendi inanç ve kanâatlerine göre açıklamaya çalışırlarken bu
ilgiyle râbıta konusuna girmiş ve onu kanıtlama ihtiyacını duymuşlardır.
Yukarıdaki âyet ve hadisleri de yine bu münasebetle râbıtaya delil olarak
göstermişlerdir!
Ancak delil diye öne sürülen bu âyet ve hadislerin gerçekten râbıtayı
çağrıştıracak bir anlam taşıyıp taşımadıkları ve harcanan bütün bu çabaların,
râbıtayı kanıtlamaya yetip yetmediği ortadadır. Fakat bu gerçeğin daha berrak
bir şekilde ortaya çıkabilmesi için bundan sonraki bölümde râbıta, özellikle iki ana yönden ele alınacak, analitik
ve eleştirel bir yöntemle oldukça derinlemesine irdelenecektir.
Râbıtanın değerlendirilmesinde ortaya çıkması amaçlanan bu iki ana nokta şunlardır:
1. Nakşibendîler tarafından ileri
sürülen yukarıdaki birçok kanıtlama örneklerinde râbıtayı İslâm'a mal edebilecek
bir ilgi var mı; yani bu âyet ve hadisler, râbıtanın gerçekten İslâm’la
ilişkili bir şey olduğunu kanıtlayacak birer anlam vermekte midirler? Ayrıca bu
örneklemeler sistem ve üslûp bakımından ilmi birer değere sahip midir?
2. Bütün tartışmalar bir yana,
râbıta ile İslâm arasında esasen herhangi bir ilgi, herhangi bir bağ var mıdır,
ya da İslâm'da râbıta diye bir şey söz konusu mudur; yoksa râbıtanın kökeni ve
kaynağı nedir, İslâm'a niçin ve nasıl mal edilmeye çalışılmıştır ?
Tasavvuf örgüsü içinde yer alan ancak İslâm'a ait olup olmadıkları hâlâ
tartışılan birçok kavram, sembol, âyin, inanış
ve anlayış gibi râbıtanın da kaynak bakımından nereye dayandığı, ancak
bu iki soruya ciddi biçimde cevap aramakla ortaya çıkabilir. İşte bu amaçla
bundan sonraki bölümde çeşitli veriler değerlendirilerek, gerçek belgeler
ortaya konarak, soruna bilimsel bir yöntemle ışık tutulacaktır.
***
[1]. “Allah'da eriyip gitme“ inancı Hk. Bk.
BÖLÜM - II/4-a) Râbıtayı Bir Ayrıntı Olarak işlemiş Bulunan Kitaplar ya da
Kitapçıklar.; BÖLÜM - II/7. Tasavvuf
(Seyr-u Sülûk); Rûh'ul-Furkân: 2/63
[2]. Halid Bağdâdî, Risâletun Fi
Tahqıyq'ır-Râbıta s. 2, 3; Bk. BÖLÜM II/4, Râbıtayı Konu alan Yazılı Belgeler.
[3]. Muhammed Emîn el-Kurdî, Tenwîr'ul-Qulûb
s. 512
[4]. Mustafa Fevzi, İsbât’ul-Mesâlik s. 20
[5]. Hüseyn ed-Dewserî, Er-Rahmet'ul-Hâbıta
Fi Tahqıyq’ır-Râbita s. 223
[6].
Age. S. 234
[7].Age.
S. 236
Buradaki üslûba
dikkat edilecek olursa yazarın, öğütlerini çağının “dinadamı“ tipine
yönelttiği hemen anlaşılmaktadır. Çünkü halktan zekât almak, işini tüccara
yaptırmak ve devlet adamlarına sokularak onları amaçlarına âlet etmek gibi
suçlar, eskiden dinadamlarına yöneltilirdi.
Bu
sözlerin, esasen arkasında gizli bulunan ve üzerinde durulması gereken ilginç
bir nokta vardır; o da şudur:
Yazar,
bilinç altında bütün “râbıtasızları“, “dinadamı“ olarak görmektedir, ya da râbıta
yapmayan herkese: Halktan zekât alan, tüccara angaryasını yaptıran ve devlet
adamlarını kullanan sahtekarlar olarak bakmaktadır! Çünkü hocalar, eskiden,
genelde tasavvufla uğraşmayan ve tarîkat dışında kalan, ancak “dinadamı“
sıfatıyla -aynı zamanda- tarîkat şeyhlerine rakıyb olan bir sınıf sayılırlardı.
Bu nedenle tarîkat çevreleri onlara: «Ulemâ-i
Rüsûm», yani şekilci âlimler; Ya da «Ulemâ-i
Zâhir», yani dinin özünden habersiz ve sadece dinin biçimsel yönüyle
meşgûl olan kimseler diye bir çeşit hakaret ederlerdi.
[8].
Ruh'ul-Furkan, s. 2/64
[9].
Age. S. 2/64
[10].
Age. S.2/65
[11].
Age. S. 2/65
[12].
Age. S. 2/66
[13].
Age. S. 2/66
[14].
Age. S. 2/67
[15].
Age. S.2/67
[16].
Age. S.2/69
[17].
Age. S. 2/70
[18].
Age. S. 2/70
[19].
Bu ismin, aslına uygun olarak okunabilmesi için «Mes’ûd» şeklinde yazılması
gerekirdi.
[21].
Age. S. 2/71
[22].
Age. S. 2/74
[23].
Age. S. 2/74
[24].
Age. S. 2/74
[25].
Age. S. 2/74
[26].
Age. S. 2/74
[27].
Age. S. 2/74, 75
[28]. Age.
S. 2/75
[29].
Age. S. 2/75
[30].
Age. S. 2/76