a. Kitabın Aslı, Sûbûnîye Nisbeti:
a. Müellife Nisbeti, Nüshaları:
a. Kitabın müellife nisbefi ve adı:
El-Bidâye'nin Neşre Hazırlanmasında Tâkib Edilen Metod
2. Notlar, Kaynaklar, Fihristler:
Ahmed b. Mahmûd b. Ebî Bekr Buhârâ'nın Hanefî ulemasından-dır. Tabakât kitaplarında «ei-lmâm» ve «Nûreddîn» lâkablarıyle anıldığı kaydedilmekte ise de[1] kelam kitaplarında daha çok «Nûreddîn es-Sâbûnî» diye zikrediidiği görülmektedir. Fahreddîn er-râzî (ölm. 606/1210) Buhârâ'da kendisine «en-Nûr es-Sâbûnî» denildiğini kaydeder. [2] Sabun imal etmek veya satmak mânâsına gelen «es-Sâbûnî»[3] nisbetinin menşei bilinmemektedir. Buhârâ'da yetişip vefat ettiği için «el-Buhârî» diye de anılır, Künyesi «Ebû Muhammed»dir. Kâtip Çelebîden (ölm. 1067/1657) neş'et ettiği anlaşılan[4] ve Bağdatlı İsmâîİ Paşa (ölm. 1339/1920) ile Brockelmann tarafından tekrar edilen bir yanlışlıkla ona «Ebû Bekr» künyesi verilmiştir. [5] Bu hatanın isim zincirinde bulunan dedesi Ebû Bekr'den doğmuş olması muhtemeldir. Bazı kaynaklarda kendisi için kullanılan «Ebu'l-Mahâmid», künyesi olmayıp medih ifade eden bir lâkabdır. Müellifin kendi adının Ahmed, oğlunun ki Muhammed ve babasının da Mahmûd olması sebebiyle «Ebu'l-Mahâmid» diye anılması da muhtemeldir,
Nûreddîn es-Sâbûnînin nerede ve hangi tarihte doğduğuna dair sarih bir bilgiye sahip değiliz. Ancak kaynaklarda devamlı olarak kendisinin Buhârâ'ya nisbet edilişine ve hayatında her hangi bir irti-hal kaydına rastianmayışına bakılırsa onun Buhârâ'da doğup neş'et ettiğini söylemek mümkündür. Fahreddîn er-Râzî ile, tahminen H. 580 yılında vuku' bulan münazarası sonunda kendisinin artık ihtiyarlık devresinde bulunduğunu söylemesi6, onun genç yaşta ölmediğini ve binâenalyh. [6] hicrî asrın başlarında doğduğunu gösterir.
Yine RâzTnin Münâzarât'ından, müellifimizin hacca gittiğini, gidiş geliş esnasında Horasan ve İrak'ta âlimler meclisinde va'zlar verdiğini, ilmî konuşmalar yaptığını anlıyoruz. Kendisinin Suhâra'da hürmet toplamış bir âlim olduğunu, zengin ve itibarlı bir aileye mensup bulunduğunu da aynı kaynaktan çıkarmak mümkündür.
İmam Nûreddîn es-SâbûnTnİn vefat tarihi mevzuunda kaynaklar ittifak halindedir[7] 16 Safer 580, Çarşamba günü, akşam namazı vakti. Bu tarih milâdî 30 Mayıs 1184'e tekabül eder. Buhâra'da «el-Kudâtu's-seb'a» kabristanına defnedilmiştir. [8]
Sâbûnînin ilmî hayatı mevzuunda en önemli kaynağımız onun eserleri ve bize kadar intikal eden İki münâzarasıdır. Tahsil hayatı hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Gerçi Tâcu't-terâcim. Taba-kâtu't-Temîmî ve Süllernu'l-vusûl'de Sâbûnînin Şemsü'l-eimme el-KerderTden fıkıh ahzettiği kaydedilmekte ve Kâtib Çelebî de aynı eserde Sedîduddin Muhammed e!-Esedîden rivayette bulunduğunu ilâve etmektedir, Fakat bunu ilk kaynaklar teyid etmemiştir. Buna mukabif en eski kaynağımızı teşkil eden el-Cevâhiru'i-mudıyye, Şemsü'l-eimme Muhammed e!-Kerderî(ölm. 642/1244)'nin Sabûnîden fıkıh öğrendiğini zikretmekte ve bu Kerderînin terceme-i halinde, ayrıca müellifimizi hocaları arasında saymaktadır. [9]e!-Cevâhir sahibini KefevîCölm. 990/1582) ve LüknevîCötm. 1304/1887) de teyid eder.
İlk üç müellifin zikrettiğine göre SâbûnTnİn hocası olsa olsa Abdul-ğafûr b. Lukmân b. Muhammed Şemsü'l-eimme el-Kerderî (ölm. 562/1167) olabilir. Fakat bu zat Hârezm mülhakatından Kerder asıllı olup Haleb kadılığını deruhte etmiş ve orada ölmüştür. [10] Müellifimizin bu zatla teması ma'lûm değildir. Müellifin terceme-i halini yazankaynaklar arasındaki bu ikilik yerine gibiyazıda küçük görünen, kolay yapılabilir bir hata sebebiyet vermiş olabilir.
Aşağıda eserlerinin tahlili yapılırken asıl ilmî hüviyeti meydana çıkacak olan Sâbûni için şimdiden şunu söyliyelim ki her üç eserinde de kullandığı dil onun arapçaya vukufunu gösterir. Müellifimiz kelâmın bir çok münakaşalı, girift meselelerini sağlam fakat kolay aniaşı-lır, dolambaçlı olmayan ve terimlere boğulmayan bir ifade ile anlatmasını başarmıştır,
Kelâm iliminden başka sahalarda eser verdiği bilinmemesine, iddiasız ve mütevazi bir hayat yaşadığı için isminin fazla şöhret kazanmamasına rağmen eserlerinden bilhassa muhtasar olan el Bidâ-ye'nin oldukça fazla istinsah edilmesi onun hüsnü kabul gördüğüne delâlet eder.
Sa'düddîn et-Teftâzânî(ölm. 793/1390) ŞerhuVAkâid'İnde[11] hem el-Bidâye hem de el-Kifâye'den, Kemâluddîn el-Beyâdî (ölm. 1098/ 1687) İşârâtu'l-merâm'ında[12] Râğıb Paşa (ölm. 1176/1763) da SelT-ne'sinde[13] el-Kifâye'den ve Sefîne'den de (Abbâs Mahmûd el-"Akkâd «Allah» adlı kitabında[14] nakiller yapmışlardır. Brockelmann, el-Kifâye'ye meçhul bir müellif tarafından yapılan bir haşiyenin el-Mektebetü'l-Hinaîde mevcud olduğunu (nr. 1714) zikreder. [15]
Müellifimizin, «Ma'dûmun merî olup oimayıcağı» mevzuunda Şeyh Reşîduddîn ile fârtsî olarak yaptığı münazaradan onun fârisîyi de bildiğini anlamaktayız. [16]
Sâbûnînin ilmî şahsiyetinden söz ederken onun münazaralarına temas etmek mecburiyetindeyiz. Mâtürîdiyyenin samimi müdafii olan müellifin gerek Ehl-i sünnetin diğer mekteplerine bağlı âlimleriyle, gerek Ehl-i bid'at müntesibieriyie münazaralar yapmış olması gayet tabiîdir. Bunlardan sadece iki tanesi bize kadar intikal etmiştir.
Bu münazaralardan biri ünlü mütekeiüm, hâtîb ve âlim Fahreddi-în er-Râzî (ölm. 606/1210) ile cereyan etmiştir. Bu çetin ve oldukça nahoş kavgayı, sadece taraflardan birini teşkil eden Râzîden dinlemek mecburiyetindeyiz.
Müellifimizin vefat senesi olan H. 580 yıllarında Fahreddîn er-Râzînin Mâverâunnehr ulâmâsıyla yaptığı çeşitli münazaraların üçünün Sâbûnî ile cereyan ettiği, bu münazaraları toplamış bulunan Münâzarât adlı kitabında görülmektedir. Buna göre müellifimizle Râ-zî arasında geçen münazaraların hikâyesi şöyie:
Sâbûnî hacca gider, dönüşünde memleketi olan Buhârâ'da minbere çıkarak Mekke'ye gidiş geiiş esnasında va'z ve ilim meclislerinde konuştuğunu, fakat usûl ilimine vâkıf, anlayışlı bir insana tesadüf edemediğini söyler. Meclisinde bulunan Horasan ve Iraklı dinleyiciler bundan müteessir olur, durumu Râz?ye haber verirler. Râzî Buhâra'ya geldiğinde Sâbûnîyi evinde ziyaret eder ve daha önce söylediği sözleri tekrar ettirir. Müteakiben Sâbûnînin, hac yolculuğu esnasında bahis konusu ettiğini söylediği «Ru'yetuiiâh» ve doiayısiyle «Vucûd delili» mevzuunda münazaraya girişirler. Râzî bir kaç sözle hasmının «âlim ve mütehassıs olmak şöyle dursun, ukalâ zümresinin dışında bulunduğunu isbat» eder.[17]
Bu nahoş karşılaşmadan bir kaç gün sonra F. er-Râzîye haşin. ' davranışları hatırlatılarak Sâbûnîye tarziye vermesinin gerektiği söylenir, o da evine kadar gider. Bunu gören halk yine toplanır. Bu sefer de «Tekvîn ve mukevven» mevzuunda İkinci bir münazara başlar. Sâbûnî tekvinin mükevvenin gayrı olduğunu savunur. Münakaşa yine sertleşir, hatta Râzfnin naklettiğine göre söyliyecek bir söz bula-mıyan Sâbûnî, bir ara, halka dönerek; «Ey insanlar, ben: Allah taâlâ halk edicidir, kendisini halk ile vasıflandırmıştır, diyorum, bu adam ise: hayır, hakîkat Allah'ın dediği gibi değildir, diyor» tarzında konuşur ve dinleyicilerin kafasını bulandırmak İster. Râzî ise kendisine münazara ve ilmî münakaşa kaidelerini aştığını, halkı tahrik etmeyebaşladığını hatırlatır ve münakaşayı aynen cereyan ettiği gibi kaleme alarak «zeki ve akıllı» kimselere göndermeyi, onların vereceği hükme razı olmayı teklif eder. Münazaranın cereyan tarzının yazıya alınmaya başlandığını gören Sâbûnî yalvarır, sözünü geri alır ve celse böylece kapanır.[18]
Münazaranın üçüncü celsesi de şöyle : Sâbûnînin kardeşi, Râ-zi'den, evini teşrif etmesini istirham eder. Mükemmel bir ziyafette her iki mühâsım yine birleşir. Yalnız havassın bulunduğu bir odada yine münazara başlar, konu: «Baka' bakînin zâtı üzerine zâid bir sıfat mıdır, değil midir?» Sâbûnîye göre baka' zat üzerine zâid bir sıfattır, Netice belli, Sâbûnî elbette mağlûp olacaktır. [19]
Münazara sonunda müellifimiz şu itirafta bulunur: «Ben Ebu'lmaîn en-Nesefînin Tebsıratü'l-edüle'sini okumuş ve onun fevkinde bir eser bulunmadığını sanmıştım. Fakat şimdi seni görüp dinledikten sonra bu ilme vâkıf olabilmek için bir mübtedî gibi ta baştan başiamam lâzım geldiğini anladım. Halbuki ben ihtiyarlık günlerimi yaşıyorum, bunu yapmaya kudretim yoktur. Sizden ricam, beni fâş etmemeniz ve bu ilimdeki aczimi yayma man izdir.» Râzî bu itiraf üzerine Sâbûnîye hürmet ve ta'zim ettiğini ve ricasına sâdık kalacağını söyler. [20]
Nûreddin es-Sâbûnînin ilmi ve şahsiyeti mevzuunda nazardan uzak tutulamıyacak önemli unsurlar taşıyan bu münazaraların SâbûnTnin hal tercemesinden bahseden kaynaklarda zikredilmeyişi mevzuun nahoş oluşuna ve Hanefîlik-Mâtûrîdîlik gayretine hamledi-lebilir. Zaten bahis konusu esere bakılırsa F. er-Râzînin Mâverâunnehr seyahati buranın âlimleri için bir afet olmuş, bu ünlü Eş'arî âlim, fakîh ve mütekeüim kimle karşılaşmışsa yıldırım gibi çarpmış ve Ha-nefî-Mâtürîdî bilginleri ağız açamaz hale getirmiştir, Ancak kendisiyle münakaşaya girişmiyen ve bir de münazaradan sonra arz-ı hürmet ve teslimiyet edenler aczleri sebebiyle onun sempati ve merhametini kazanabilmişlerdir.
Sâbûnînin bir başka münazarası Şeyh Reşîdüdîn ile cerayan eder. Mâ'dûmun görülebilme niteliğine sahip olmadığını savunanmüellifimize mukabil Şeyh ma'dûmun görülebileceğini ileri sürer. Fârisî olarak cereyan eden ve Ebu'l-berekât en-Nesefî (ölm. 710/1310) tarafından arapçaya çevrilerek el-l'timad'a alınan[21] bu münazara gayet nezih geçer, neticede Şeyh Reşîduddîn ma'dûmun görülebilir bir nitelik taşımadığını kabul eder. SabûnTnin gerek muzaffer çıktığı bu münazarada, gerek kendi eserlerinde kullandığı münakaşa dilinin nezih ve terbiyeli olduğunu belirtmek mecburiyetindeyiz. [22]
Nûreddîn es-Sâbûnîye ait bulabildiğimiz üç eser mevcuddur:
1. el-Muntaka
2. el-Kifâye
3. el-Bidâye
Kaynaklar bunlardan başka ona bazı kitaplar izafe etmektedir. Bunlardan biri «el-Muğnî» dir. Aynı kaynaklar bunun usûlu'd-dine ait bir eser olduğunu kaydeder. Bu ismi ilkin zikr eden İbni Kutluboğa'dır. [23]İbni Kutluboğa kitabında bundan başka sadece el-Bidâye'y'ı kaydeder. Temîmî (ölm. 1010/1601) de İbni Kutluboğa (ölm. 879/1474) ya istinaden bu iki eseri zikreder. [24]Daha sonra aynı şeyi Süllemu'l-vusûl'de, [25] Keşfu'z-zunûn'da[26] ve Hediyyetü'l-ârifîn'de[27] görmekteyiz.
Bunun bir hata mahsulü olduğu kanaatindeyiz, Zira İbni Kutluboğa müellifin el-Kifâye'sini zikretmemektedir. el-Bidâye adlı muhtasarı ile tanınan Sâbûnînin aynı konuda daha doyurucu, kifayet edici ve diğer eserlerden müstağnî kılıcı olan eserinin adına el-Kifâye diyeceğine el-Muğnî demiş olabilir.
Bu mevzuda yanılmaya götüren daha önemli bir sebep vardır: Müellifin hayatı hakkında ma'lûmat veren kaynaklarımızın en eskisi el-Cevâhiru'1-mudıyye, Sâbûnînin asıl terceme-i hali sırasında sadece «el-Bidâye fî usûli'd-dîn»i zikretmekle iktifa eder. Fakat kitabın el-Ensâb bölümünün «es-Sâbûnî» maddesinde nisbet hakkındama'lûmcrt verdikten sonra ehimâm Siröcuddîn'ln «el-Muğnî fî usûlı'l-fıkh» adında bir eseri bulunduğunu, onu Kıvâmuddîn el-Kermânî hattı ile gördüğünü zikr eder.[28] el-Cevâhiru'l-mudiyye'nin müteakip «el-Elkâb» bölümündeki «Siröcuddîn» maddesinde ise el İmâm Sirâ-cuddîn es-Sâbûnîye art el-Muğnîfî usûii'd-dîn» ismiyle bu eseri anar ve el-Ensâb'da bunun geçtiğini söyler[29]/373)
Burada bahis konusu edilen ei-Muönîfî usûli'l-fıkh veya el-Muğnî fî usûli'd-dîn, Merğînânî (ölm. 593/1197)nin meşhur el-Hidâye'sinin sarihlerinden Ceiâlüddîn 'Ömer b. Muhammed ei-Habbâzî(ölm. 691/ 1292) ye aittir. [30]Siracuddîn ise yine el-Hidöye sarihlerinden olan Ömer b. Ishök el-Gaznevî (ölm. 773/1372)dir. Bu zat aynı zamanda Habbâzînin ei-Muğnîsini şerh etmiştir. [31]el-Cevâhiru'l mudıyye sahibinin, el-Muğntyi yanlışlıkla sarihine nisbet ettikten sonra «onu Kıvâmuddîn ei-Kermâni hattı ile gördüm» diye bahsettiği zat da el-Muğnî üzerine haşiye yazan Kıvâmuddîn Mes'ûd b. Muhammed (veya Ibrâhîm) el-Kermânî (ölm. 748/1348)dir. [32]
İşte Nûreddîn es-Söbûnîye «el-Muğnî fi usûii'd-dîn» adıyla eser izafe edenler, el-Cevâhiru'l-mudıyye'nin bu" değişik ve kısmen yanlış ifadeleri şevkiyle hataya düşmüş olabilirler. Nitekim Kâtib Çelebî (öim. 1067/1657) Keşfu'z-zunûn'un «el-Muğni» maddesindediye kaydettiğihalde, bilâhare kitap baskıya hazırlanırken Paşa (ölm. 1339/ 1920) tarafından yapılan şu ilâve ile kanaatımızca hataya düşülmüş oldu:
Gerek Brockelmann, gerek diğer kütüphane fihristleri Sâbûni'ye ait böyle bir eser kaydetmemiştir. Bütün çalışmalarımıza rağmen müellifimize ait böyle bir kitaba tesadüf edemedik.
Nûreddîn es-Sâbûnîye atfedilen bir başka eser de «el-Hidâye»dir. Böyle bir kitabı ona izafe eden Kâtlb Çelebî ve ondan naklen Luk-nevî (ölm. 1304/1885) ile IsmâH Paşa'dır.[33] Kâtip Çelebî «ei-HIdâye» maddesinde kelâma dair olduğunu kaydettiği eseri müellife nisbet eder ve müellifin bunu ihstisar ederek el-Bidâye'yl meydana getirdiğini söyler. Kitap hakkında kaanaatırnızca yanlış olan daha bazı bilgiler verir.
Sâbûnîye ait bulabildiğimiz üç aded eserden birini teşkil eden el-Kifâye'nin tam ismi el-Kifâye ffi-hidâye'dir. [34] Kâtib Çelebî Keşfu'z-zunûn'unda bu eseri el-Kifâye fTI-kelâm ve el-Kifâye fTI-htdâye isimleriyle iki defa kaydetmiştir. Keşfu'z-zunûn'un İstanbul ve Mısır baskılarında, parantez içinde, bu İki ismin aynı kitap olduğu zikredilmiştir, [35] işte K. Çelebî den başlayan bu hata kitabın tam ismine dikkat edilmemekten ileri gelmiş olmalıdır. Sâbûnîye ait el-Kifâye'den ayrı, el-Hidâye diye müstakil bir eser bulunamamıştır.[36]
Müellif Sâbûnînin, el-Kıfâye'sinin nübüvvet bahsindediye isimlendirdiği[37] bu eser, mukaddimede beyan edildiğine göre, eş-Şeyh Ebû'l - Hüseyn Muhammed b. Yahya el-Beşâğarîye ait Keşfu'l-ğavâmıd fî ahvâli'l-enbiyâ adlı kitabın bir muhtasarıdır. Keşfu'l-ğâvamıd «Ismetu'l-enbiyâ» adıyla şöhret bulmuş, Yine mukaddimede zikredildiğine göre (Lâleli ktp. nu. 2426, var. 4a) Keşfu'l-ğavâmıd'ın tasnif sebebi şudur: Ebu Mansur el-Mâtürîdi (ölm. 333/944) zamanında «Ma'âsi'l-enbiyâ» ismiyle bir kitap yazılır. Mâtürîdi bu kitabın yazarı hakkında şu mütalâayı yürütür:
«Bu musannif böyle bir kitap yazmakla küfre düşmüştür. Zira bir kitap tasnif etmek dileyen kimse o mevzuda çok şey bulmayı arzu eder. Bu sebeple araştırır, kitabını dolgun hale getirmeye çalışır, Mü'minde ma'siyet bulunmasını arzu eden kimsenin küfründen korkulduğuna göre peygamberde bulunmasını İsteyen ve bunun için gayret sarfe-dip kitap yazanın hali nice olur.» Ebû'l-Hasan er-Rustüğfenî (ölm. 345/956) den Mâtürîdînin bu mütalâasını dinleyen el-Beşağarî eserini imlâ eder.
El-Muntaka'nın aslını teşkil eden Keşfu'l-ğavömıd müellifi Muham-med b. Yahya el-Beşâğarînin kimliğini tesbit etmek mümkün olmamıştır. Brockelmann'ın, onun vefatını (838/1434) olarak göstermesi şüphe yok ki bir zühû! eseridir.[38] Zira onun kitabını ihtisar eden Sâbûnînin vefat tarihi (580/1184)'dür. Kitabın mukaddimesinde (Ebu'l-Hasan er-RustüğfenTden duydum...» dediğine ve Mâtürîdi'nin talebesinden olan Alî b. Saîd Ebû'l-Hasan er Rustüğfenî de hicri 345 yılında vefat ettiğine göre[39] el-Beşâğarînİn yaşadığı yıllan tahmin etmek mümkündür.
Sâbûnî, el-Muntaka'nın mukaddimesinde şöyle der: Peygamberler Allanın, kendisiyle kullan arasındaki sefirleri ve vahyinin tebliğcile-ridir. Bu sebeble onlara iman farz olmuş, ittibaları kurtuluş vesilesini teşkil etmiş, hallerini tam ve doğru olarak bilmek ehl-i iman için bilgilerin en ehemmiyetlisi olmuştur. Geçmiş âlimlerden imam Ebû'i-Huseyn Muhammed b. Yahya el-BeşâğârTden başka bu mevzu'da müstakil eser yazan olmamıştır. O, peygamberlerin halleri, dereceleri ve onlara itâb sadedinde vârid olan âyetlerin te'vîli mevzuunda, halk arasında «İsmetu'l-enbiyâ1» diye şöhret buian «Keşfu'l-ğavâmıd fî ahvâü'l-enbiyâ1» isimli eserini imlâ etmiştir... Sâbûnî bundan sonra bu önemli eserin, lâfızlarının yüceliği, mânalarının inceliği ve insanların himmetlerinin azlığı, vukuflarının eksikliği sebebiyle anlaşılamadığını kayderek anlaşılmasını kolaylaştırmak ve hacmini küçültmek için onu yeniden kaleme aldığını söyler.
Sâbûnî mukaddimede asıl eserin başlangıcını da yerin
Sâbûnînin kendi muhtasarının başlangıcı da şöyle: [40]
el-Muntaka'nın bulabildiğimiz iki nüshası mevcuddur. Birincisi L leli kütüphanesi. 2425 numarada kayıtlı (190 x 150, 150 x 110 mm 19 str. 112 var, nesih). İstinsah tarihi H. 653 olan bu nüshanın usta ve bilgili bir kalemden çıktığı anlaşılmaktadır. Müstensihin ismi sonradan silinmiştir. 6b varakının sağ alt köşesinde değişik bir kalemle yazılmışbulunanibaresinin ne derece olduğu bilinemiyor.
Lâleli, 2425 nüshası fihrist ve kaynaklarda Sâbûnînin el-Muntakâsı diye kayıtlı bulunuyorsa da hakikat öyle değildir. Kitapta 17. varakın sonuna kadar el-Muntakâ metni yer almışsa da löa'dan İtibaren aynı kâğıt ve aynı kalemle yine Sâbûnîye ait bulunan el-Kifâye başlar. el-Kifâye'nin Lâleli, 2271 nüshasına göre 13b'den itibaren başlayıp devam eden bu kısım sona kadar sürer. Böylece bu nüsha el-Muntaka'nın başından ancak 17 varak kadar bir kısım ihtiva etmektedir ki bu, eserin altıda birini teşkil eder (Lâleli. 2426 nüshasına göre),
İkinci nüsha Lâleli kütüphanesi, nu. 2426. Kayıtlarda Keşfu'l-ğavâmıd olarak geçer. (190x146, 130x100 mm. 16 126 var. arab yazısı). Mahmûd b. Süleyman b. EbîBekr tarafından 652 h. yılında istinsah edilen bu nüsha da sağlam ve değerlidir. Yer yer görülenişaretleri, küçük ilâveier ve bazı fazla keiime veya harflerinçizilmesi nüshanın kontrol edildiğini gösterir.
Lâleli, 2425 ve 2426 numaraiı nüshaların ayrı ayrı nüshalar oldukları anlaşılmaktadır. [41]
Mukaddimede, peygamber göndermenin ilâhî hikmetin icaplarından olduğu, peygamberin beşer olmasının zarurî bulunduğu kaydedildikten sonra şu fasıllara geçilir:
Peygamberlerin bir kısmı bir kısmından efdaldır -3a [42] Peygamberlerin sayısı -4b. Peygamberlerin 'ismeti -5a. Âdema.s. -7b
Nûha.s. -15a
İbrahim a.s. -16a
Ya'kûb a.s. -23a
Yûsuf a.s. -26a
Mûsâ a.s. -36a
Dâvüd a.s. -62a
Süleyman a.s. -68a
Eyyûb a.s. -78b
Yûnus a.s. -8la
Zekeriyya a.s. -85a
Meryem ve İsâ a.s. -89
b Son Peygamber Muhammed a.s. -90a.
Bu son bahse Hz. Peygamberin kadru kıymetini anlatmakla başlar. Onun medhine dair olan âyetlere (el-Ahzâb, 33/45/48. 56, Enbiyâ', 21/107, Nûn,68/4) vehadisine O temas eder. Sonra Ve'd-duha'nm, 'Abese'nin (106b), et-Tahrîm ilk âyetlerinin (108a), Garânîk meselesinin (110a), el-Feth, 2. âyetinin (113a.), ez-Zuhruf, 52. âyetinin (115a), Zeyd Zeyneb meselesinin (116a) ve el-lsrâ', 73. âyetinin (122a) İzahına geçer. Daha sonra Peygamber Efendimizin seyyidü'l-murselin ve hâtemü'n-nebiyyîn olduğunu kaydederek (123a) ona salât getirmenin lüzum ve keyfiyetini açıklayarak son verir.
Yukarıda zikredilen peygamberlere ayrılmış babların her biri o peygamberin hususiyeti ve kadru kıymetinin zikriyle başlar. İzahlar âyetlere istinad eder.
el-Muntaka, mukaddimesinde de zikredildiği gibi (7b), Kur"an-ı Kerimde bazı peygamberler hakkında vârid olan ve el-Muntaka'nın ifadesiyle Haşviyye tarafından cehalet, dinde adem'i mübâlât neticesinde peygamberliğe yakışmıyacak tarzda tefsir edilen âyetlerin izah ve tefsirini yapan bir eserdir, izahlarda âyetlerin birbiriyle mukayesesi ve birbirinin ışığı altında tefsiri gibi isabetli bir metod kullanılır. Mâtürîcffliğe bağlılık mevcuddur. Kitapta yer yer kelâmın diğer bahislerine de temas edilir. Meselâ, Musa a.s. bahsinde ru'yetullâha. vahy şekillerine, Hıdr meselesine temas gibi.
Sâbûnî asıl müellife sadakat gösterir. Sık sık diyerekonu hatırlatır. Bununla beraber Ebû'i-ma'in en Nesefi (ölm. 508/1115) nin Tebsıra'smdan da nakiller yapar (bk. var 6a).
«el-Muntaka min ısmeti'l-enbiyö'» Nûreddîn es-Sâbûnî tarafından ibtidâen meydana getirilmiş bir eser olmamakla beraber konusunda tatmin edici eski bir kaynağın zayi olmasını önlemiş bulunması, nübüvvetin bir çok önemli meselelerine dair değeri! bilgiler taşıması bakımından, onun, kıymeti azımsanmıyacak bir kitap olduğunu söylemek lâzımdır.
Sâbûnînin muasırı Fahreddîn er-Râzî (ölm. 606/1210) tarafından kaleme alınan aynı konudaki eser: «'Ismetu'l-enbiyâ'» metod ve muhteva bakımından el-Muntaka'nın aynı olmakla beraber ondan daha muhtasardır. Râzî de mukaddimede Haşviyyenin isnad ve iftiralarını reddetmek istediğini kaydeder. 'Ismetu'l-enbiyâ'el-Muntaka'nın yanında gayri kâfi, doyurucu olmaktan uzak görünmektedir, Râzînin, el-Muntaka'dan veya onun aslından istifade etmiş olması muhtemeldir. 1355 h. yılında Kahire'de tab'edilen 'Isme-tu'i-enbiyâ'nın yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde mevcuddur. (AY. nu. 3623, 210 x 150, 150 x 80 mm. 56 var. 19 str. nesih). [43]
Sâbûnînin (ölm. 580 / 1184)el-Bidâye mukaddimesindediye isimlendirdiği bu esertabakat kitaplarında da geçmektedir.[44] Teftâzânî (ölm. 793/1390) nin, Kemâled-dîn el-Beyâdî (ölm. 1098/1687) nin ve Râgıb Paşa (ölm. 1176/1763) nin el-Kifâye'den nakiller yaptıklarını yukarıda söylemiştik.
el-Kifâye, muhtasarı olan el-Bidâye kadar değilse de, oldukça taammüm etmiştir, Bulabildiğimiz en sağlam nüsha Lâleli, nu. 2271 nüshasıdır (246 x 165, 188 x 120 mm. 1-93 var. 21 str. nesih). Sonundaki kayıddan H. 677 yılında 'Abdullah b. Mahmûd b. Yehûza tarafından istinsah edildiği anlaşılmaktadır. el-Bidâye ile birlikte aynı mecmuada bulunan ve aynı müstensihin kaleminden çıkan el-Kifâye'nin bu nüshası tashih ve mukabelesi yapılmış sağlam ve güvenilir bir nüshadır.
İkinci bir nüsha Âşir Efendi ktp. 181 numarada kayıtlı (216 x 125, 157 x 80 mm. 30b -122b var. 19 str. arab yazısı). Müstensihi ve istinsah tarihi bilinmemektedir. Tashih ve mukabele gördüğü anlaşılan bu nüsha da sağlam sayılır.
Bunlardan başka: Topkapı Sarayı İli. Ahmet ktp. nu. 1880 (300 x 915,235 x 135 mm. 16-68 var. 27 str. nesih. Ahmed b. Ebî Bekr, 653 h. ), Karaçeiebi Zade ktp. nu. 347 (sondan 1 var. noksan), Esad Ef. ktp. nu. 432, Beyazid Veliyyuddin ktp. nu. 2148 nüshaları vardır.[45]
el-Bidâye'nin aslını teşkil eden el-Kifâye hacım itibariyle onun dört misline yakındır. İhtiva ettikleri bahisler hemen hemen aynıdır. Laleli. 2271 nüshasından karşılıklı olarak her iki kitaba ait hazırlanan fihristin de tedkikinden anlaşılacağı üzere ei-Kifâye'nin fazla olarak ihtiva ettiği 7 bahis vardır. Fakat bunların bir kısmı, müstakil bir başlık taşımamakla beraber, et-Bldâye'de kısmen mevcuddur. Bahis olarak el-Bidâye'de bulunmıyan el-KIfâye'nin başındaki üç varaklık kısımda, Sâbûnî, kelâm ilminin diğer Islamî ilimler arasındaki üstün mevkiini belirtmekle kelâm ilmine yapılan itirazları cevaplandırmaktadır. Müteakiben «ilm» in çeşitli tariflerini verir. Daha sonra ei-Bidâye'nin deilk bahsini teşkil eden el-Kifâye'nin başlangıcı söyledinile maksada girer.
İhtiva ettikleri bahisler sayı bakımından hemen hemen aynı olmakla beraber el-Kifâye el-Bidâye'ye nlsbetle ele alınan konularda daha geniş ma'lûmat ihtiva eder. Karşı taraftan vörld olabilecek İtirazları serdederek gerekli cevaplar verir. Sâbûnî, diğer eserlerinde olduğu gibi burada da sâdık bir Mâtürîdîdir.
Fahreddîn er-Râzî (ölm. 606/1210) Munâzarâfında zikrettiğine göre[46] Sâbûnî, kendisiyle yaptığı münazaraların sonunda aczini itiraf etmiş ve en çok okuduğu eserin NesefT (ölm. 508/1115)'nin Tebsı-ratu'i-edille'si olduğunu söylemiştir. Eğer bu rivayet doğru İse Ebû'l-maîn ervNesefînin SâbûnTye tesirini daha dikkatli elemek lâzım gelecektir. Müellifimizin vefat tarihi oian (580 / 1184) yıllan, ehsûnnet kelâmının teşekkülü ve klâsik kelâm kitaplarının ortaya çıkışı devrelerine nisbetle mütaahhlr bir tarihtir. Bu sebeple Sâbûnî gerek Ne-seffden, gerek diğer klâsik kelâm kitaplarından istifade etmiş olabilir. Zaten Fıkıh, Kelâm gibi muayyen ilimlere münhasır kolan kitaplarda hem bahis İsimleri, hem verilen bir çok misaller, hem de yapılan izahlar birbirine benzer. NesefTnin Tebsıra'sında bahis başlıklarıise başlıklar tarzında sıralanmıştır.[47] Sâbûnînin her iki eserinde
şeklini almıştır. Sâbûnî el-Kifâye'de
NesefTden nakiller yapar, hatta ondan çok önce yaşamış bulunan el-Beşâğaıînin (takriben 4. H. asnn ikinci yansında) Keşfu'l-gavâmıd'ını ihtisar ederken bile Ebû'l-ma'în en-NesefTden nakiller yapar. [48]
Fakat ne olursa olsun, ef-Kifâye, gerek tertip, gerek dilinin sağlamlığı ve gerek üslûp ve ifadesinin açıklığı ve sadeliği bakımından, Mâtürîdiyyenin, boşluk dolduran Önemii eserlerinden biri olma vasfını taşır. Nûreddın es-Sâbûnî mücadelesinde, mu'tedil ve samimidir. İzahlarında dolambaçlı yollara sapmadan ve mantıkî ıstılahlara boğmadan, daha çok fıtrat-i selimeye, akla ve kelimelerin dildeki istimal tarzına istinad eder. Bununla beraber el-Kifâye'de klâsik kelâ-mî deliller ve ıstılahlar da eksik değildir. [49]
Sâbûnîden bahseden bütün tabakat kitapları ittifakla el-Bidâye'yi zikreder, müellifin isminden sonra hemen Veilâve ederler. Sâbûnînin en çok şüyu" bulan eseri budur. Bunun sebebi her halde muhtasar oluşudur. Kendisi mukaddimesinde: el-Kifâye ffl-hidâye kitabını bitirdikten sonra, oazı dostların, hacminin küçülmesi ve hıfzının kolay olması için el-Kifâye'yi ana hatlanyle ihtisar etmesini talebettiğini ve bunun üzerine bu işi yapmağa giriştiğinisöyler. Kitabın tam ismi diye de anılır. Veyadir[50]
Biraz önce de söylediğimiz gibi el-Bidâye rağbet görmüş ve hayli istinsah edilmiş bir kitaptır. Bulabildiğimiz en eski nüsha müellifin vefatından 70 küsur yıl sonra istinsah edilmiş bulunan (h. 653), Topkapı Sarayı, III. Ahmet ktp. 1880 numarada kayıtlı nüshadır (300 X 195, 235 X 135 mm. 1-14 var. 27 str. nesih). Ahmed b. Ebî Bekr'in usta kaleminden çıkan bu nüshanın mukabele ve tashih görmediği onlaşıl-maktadır. Orta derecede sağlam bir nüsha sayılabilir.
Yine III. Ahmet, 1804 numarada kayıtlı ikinci bir nüsha 838 H. yılında istinsah edilmiştir (200 X140, 130 X 90 mm. 1-40 var 19 str. Salih b. SaTd, nesih). Bu nüshanın satır aralarında ve sahife kenarlarında haşiyeler mevcuddur. Haşiyeler ekseriyetle el-Kifâye'den, bazan Şer-hu'l-'Umde'den, bazan de tesbit edemediğimiz yerlerden alınmıştır. Kitabın sonunda iki sahife kadar bir ilâve vardır. Peygamberlerin İsmeti, insanların meleklere tafdîli ve peygamberlerin birbirlerine taf-dîîi meselelerine bir kaç satırla temas eden bu ilâve e!-Krfâye veya el-Muntaka'dan aiınmamıştır.Mûstensihin cahil olduğu ve oldukça hatalara sebebiyet verdiği anlaşılmaktadır.
el-Bidâye'ye ait bulabildiğimiz en kıymetli nüsha Lâleli, 2271 numarada kayıtlı, el-Kifâye'yi ele ihtiva eden bu mecmuadan bilâhare bahsedeceğiz. Beyazid Veliyyuddin ktp. 2129 numarada kayıtlı ve 1153 H. yılında istinsah edilen nüsha, haşiye, imla ve harekelerde görülen tıpatıp uygunluğa bakılınca. Lâleli, 2271 nüshasından kop-ye edildiği anlaşılır. Aynı kütüphanede 2128 numaralı nüshanın biraz önce zikredilen 2129 numaralı nüshadan istinsah edildiği söylenebilir. Yine Veliyyuddîn'de 2148 numarada kayıtlı bir el-Bidâye nüshası mevcuddur.
el-Bidâye'nin sağlam nüshalarından biri de Âşir Efendi Kütüphanesinde, nu. 181. Eserin neşre hazırlanmasında istifade ettiğimiz bu nüshadan aynca bahsedeceğiz.
Bunlardan başka el-Bidâye'nin şu nüshalarına tesadüf edilmiştir: Şehid Ali Paşa ktp. nu. 1704, İsmihan Sultan ktp, nu. 242, Esad Ef. ktp. nu. 432, Kasideci Zade ktp. nu. 735, Hacı Selim Ağa ktp, nu. 657[51].
el-Bidâye'nin bu kalabalık nüshaları onun makbul telâkkî edilen bir eser olduğunun delilidir. Müellifin resmî bir nüfuzu, yaygın bir şöhreti veya hususi bir iddiası olmadığı malûmdur. Eserin muhtasar oluşunun da tesiri unutulmamalıdır.
Klâsik kelâm kitaplarının hemen bütün bahislerini ihtiva etmiş, dili sağlam, ifadesi açık, tarafların fikirlerini kısa ve öz olarak nakletmeyi başarmış bu sâdık Mâtürîdî eser kelâm tarihinde kendine has, müstakil bir yer işgal etmeye lâyıktır. [52]
Metnin tesbitinde, nüshalardan birini olduğu gibi yazıp diğer nüsha farklarını kaydetmek yerine, mukabele için esas kabul ettiğimiz nüshalardan tercihler yaparak, imkân nisbetinde, en doğru metni tesbrt etme yolunu seçtik. Neşre hazırladığımız eserin sağlam nüshaları mevcud olduğu ve bir de ihtisar edildiği aslı, yani el-Kifâye elimizde bulunduğundan metin tesbitinde fazla bir güçlükle karşılaşmadığımızı söyliyebiliriz.
Yukarıda da işaret edildiği üzere el-Bidâye'ye ait en sağlam nüsha Lâleli ktp. 2271 numaralı nüshadır (245 X 165, 185 X 120 mm, 108b - 132b var. 21 str. nesih). Neşre hazırladığımız eserin sahife kenarlarında ve çeşitli atıflarda bu nüshanın varak numaralan kullanılmıştır. Varakın birinci yüzü ikinci yüzü (sırtı) de harfi ile işaretlenmiştir. Bu nüshanın kısaltılmış işaretidir.
Lâleli, 2271 nüshasında istinsah kaydı yoktur. Fakat aynı mecmuada el-Bidâye'den önce yer alan «Ta'lîmu'l-mute'allim» risalesinin sonunda (107b) ve bundan da önce bulunan el-Kifâye'nin bitiminde (93a) istinsah tarihi H. 677 olarak gösterilmiştir. Müstensih 'Abdullah b. Yehûza b. Yûsuf'tur. Yazı karakteri, kâğıt ve mürekkep bütün mecmuanın aynı kalemden çıktığını gösterir, el-Kifâye'nin sonunda, kitabın, başından sonuna kadar, eş-Şeyh es-Sâlih Sâinu'lmilie ve'd-dîn huzurunda okunmuş, sahih bir asılla, H. 678 yılında mukabele edildiği kaydı mevcuddur (93a).
Tanıtmaya çalıştığımız Lâleli, 2271 numaralı mecmua bugünkü haliyle şunlardan müteşekkildir:
a) 1 - 93a : el-Kifâye.
b) 93b -94a : Mezkûrât ve mevcudatın vâcib, câiz... kısımlarına taksimi ve kısaca izahı (fârisî olarak).
c) 94b -107b: Ta'îîmu't-mute'allim (Burhânuddîn ez-Zernûcye ait).
d) 108b- 132b:ei-Bidâye.
Fakat öyle tahmin ediyorum ki mecmuanın ilk sıralanışı: başta el-Bidâye, sonra ei-Kifâye, daha sonra da mezkûr risaleler tarzında olmuştur. Bu takdirde mukabele kaydına ei-Bidâye de girer. Zira aynı müellife ait iki kitabın arasına başka risaleler idhal edilmese gerektir. Ayrıca bugünkü şekliyle hem başta bulunan el-Kifâye'nin hem de Ta'îîmu'l-mute'allim'in sonunda istinsah kaydı bulunduğu halde en son yer alan ef-Bidâye'de bulunmayışı ma'kul değildir. Halbuki mecmua İçinde en çok tashih ve itina gören risalenin de el-Bidâyeolduğu görülmektedir. Hatta yer yer larına bile rastlanır.kayıt-Lâleli, 2271 nüshası son derece titiz ve usta bir kalemden çıkmıştır, ilk istinsah sırasında yapılan hatalar sonradan düzeltilmiştir. Her halde, yukarıda bahis konusu edilen «sahih ve makru"» asılla yapılan mukabele neticesinde olacak ki bazı yerlerde değişiklikler yapılarakyanlarına işareti konulmuştur. Bu nüshanın çok mühimbir özelliği de bazı nüshalar ile karşılaştırılarak göze çarpan farkların işaretiyle kaydedilmesidir. Bu işaretlerin sayısından mukabele edilen nüshaların dörde baliğ olduğu anlaşılmaktadır. Böylece bu nüshamız kendisiyle birlikte beş nüsha yerine geçmiş oluyor. Sahife kenarlarında yer yerur kaydına da rastlanmaktadır(var. 117a, 120b, 123a). Nüshaların bu haşiyeleri için işareti kullanılmıştır.
Metin tesbitinde mukabeie için ele alınan ikinci bir nüsha Âşir Ef. ktp. nu. 181'dir. (215X125,155X80 mm. 1-29
İstinsah kaydı yoktur. Bunda da veya işaretleriylebazı farklara tesadüf edilir. Eser tashih görmüştür. Ayrıca Kiföye'den, ŞerhuVUmde'den, lügat kitaplarından, bazan da anonim haşiyeler ihtiva eder. Bu nüshanın aslı için haşiyeleri için de işareti kullanılmıştır.
Bu iki nüshadan başka metin tesbitinde bazan el-Kifâye'den ile istifade edilmiştir. Nüshalar arasında sıhhat bakımından eşitlik görüldüğü hallerde Lâleli, 2271 nüshası tercih edilmiştir.[53]
Metin tesbitinde istifade edilen nüshalar, işaretleriyle birlikte tcjp lucu aşağıda gösterilmiştir.
= Lâleli, nu. 2271.
= Lâleli, nu. 2271 nüsha farklarını gösteren haşiyeleı
=ÂşirEf. nu. 181.
= Âşir Ef. nu. 181. nüsha farklarını gösteren haşiyele
= Lâleli, 2271 numaralı el-Kifâye nüshası.
Araştırmamızda el-Bidâye metni sona erdikten sonra «el-Furûk» bölümünde sahife ve satır numaralarına göre nüsha farkları gösterilmiştir. Aynı satırda mevcut olan birden fazla nüsha farkları taksim Çizgisi ile birbirinden ayrılmıştır. Farkların belirtilmesinde önce tercih edilen metin kaydedilmiş, sonra fark veya farklar gösterilmiştir.
Mukabele edilen her iki nüshada haşiyeler halinde mevcud olan farklar da zikredilmiştir. Nüshalar arasında gibi ta'zim ve dua cümleleri tarzında bulunan farkların belirtilmesine lüzum görülmemiştir. [54]
Metnin yer aidığı sahifelerde, dipnotları halinde, metinde geçen âyetlerin sûre ismi ve numaralarıyla, Rasûlullah (s.a.) ve ashabdan nakledilen kavIT ve fi'Iî hadislerin ve bir de şiirlerin kaynakları gösterilmiştir. Bunlardan başka şahısların kısa terceme-i halleri verilmiştir. Ayrıca az da olsa izahı lüzumlu görülen kelime ve cümleler açıklanmıştır. SâbûnTnin el-Kifâyesinden ve Ebu'l-berekât en-Nesefînin (ölm. 710/1310) el-İ'timâd'ından metni şerhedici kısımlar alınmıştır.[55]
Metnin takdiminde başvurulan kaynaklar dip notlarda kısaca zikredilmiş, kitap isimlerine ve bu isimlerin notlarda zikredilişine göre, alfabetik sıra ile, kitabın sonunda sıralanmıştır." Kitabın sol baştarafında yer alan araştırmanın ve ıstılahların hazırlanışında İstifade edilen kaynaklar ise bu kısmın başındadır.
Fihristler kısmında metinde geçen âyet, hadis, âsâr, şiir, alem ile fırka, mezhep, kabile, cemaat ve mekân fihristleri alfabetik olarak yer almıştır. [56]
Metinde geçen kelâm ıstılahları, fırka ve zümre adları metnin İyi anlaşılması maksadıyla, alfabetik sıraya konarak kısaca tarif ve izah edilmiştir. Bir ıstılahın tarifi şayet el-Bidâye veya el-Kifâye'de mev-cudsa tercihan alınmış ve bu tarifin bitiminde alındığı yerin varak numarası konulmuştur. el-Kifâye'den alınan tariflerde el-Kifâye ismi de kaydedilmiştir. Bunlardan başka başlıca Tehânevînin (ölm. 1158/1745) Keşşâru ıstılâhâti'l-funûn'undan ve diğer eserlerden istifadeedilmiştir.[57]
İstılahların açıklanmasında, imkân nisbetinde, kelimenin, önce, terim olarak olmasa bile, kısaca türkçe karşılığı verilmiş, ondan sonra türkçe tarif ve izahı yapılmıştır. Tarifler, ilmî unsurlardan fedâkârlık etmemek şartiyle, elden geldiği kadar açık ve sade bir dille yapılmış ve en çok bunda güçlük çekilmiştir.
İstılahların açıklanmasından maksad metnin anlaşılması olduğu ve el-Bidâye de Mâtürîdî bir eser bulunduğuna göre tariflerde Mâ-türîdiyye görüşü tercih edilmiş, lüzumu halinde Eş'ariyye ve Mu'tezile görüşleri de, mezheb ismi tasrih edilerek, kaydedilmiştir. [58]
[1] Abdülkadir el-Kuraşî, el-Cevâhiru'l-mudiyye, 1/124, Temimi, eî-Tabakâtü's-seniyye, var. 112b. Kâtib. Çelebi, Süllemu'l-vusûl, var. 38a.
[2] Münâzarât, s. 7, 13.
[3] Abdülkadir el-Kuraşî, ayn. esr. el Ensâb kısmı.
[4] Keşfu'z-zunûn, 2/1496
[5] Hediyyetü'l-ârifin, 1/87, Brock, Suppl. 1/643
[6] F. er-Râzî, Münâzarât, s, 14.
[7] İsmâTI Paşa'nın Keşfu'z-zunûn Zeyl'inde (1/69, 2/371) vefat tarihini 508 göstermesi bir zühul eseri veya istinsah ve baskı hatası olmaktan ileriye geçemez. Nitekim Hediyyetu'l-ûrifin'de (1/87) bu tarih 580 olarak geçer. Kefevî ile LuknevTnin taba-kâtlarında vefat gününün 6 safer diye kaydedilmesi de bu nevi bir hata olmalıdır.
[8] Abdülkâdir el-Kuraşî, el-Cevâhiru'l-mudİyye-1/124, İbn Kutluboga, Tâcu't-terâcim, var. 4a, Ta bakâtu'l-Kefevî, var. 138b. Tabakâtu'î-Temİmî, var. 112b, Keşfu'z-zunûn. 2/1496-1500, Süllemu'f-vusûl, var,38a,Zey!ü Keşfi'z-zunûn, 1/69, 2/371, Hediyyetü'l-ârifîn, 1/87, Lüknevî, el-Fevâidü'l-behiyye,s. 42, Brockelmann, Suppl, 2/643.
Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 19-20.
[9] el-Cevâhiru'i-mudiyye, 2/82.
[10] A.g.e, 1/322, Zıriklî, el-A'lâm, 4/158
[11] S. 45, 74; 141,160.
[12] s. 156, 157,329.
[13] 5.24-25.
[14] s. 243,
[15] Suppl. 3/1221
[16] Bk. Ebu'l-Berekât en-Nesefî, el-1'flmâd, var. 35a-37a
Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 20-21.
[17] Râzî, Münâzarât, s. 7-9. 22
[18] A.g.e.s. 9-12.
[19] A.g.e.s. 13-14.
[20] A.g.e.s, 14.
[21] Var.35a.-37a. 24
[22] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 21-24.
[23] Tâcu't-îerâcim, var. 4a.
[24] et-Tabakâtu's-seniyye, var, 112b.
[25] Var. 38a.
[26] 1/1751.
[27] 1/87
[28] 2/322-323.
[29] Şaşılacak bir tesadüftür ki Mergînûnrnin fıkha dair Bidûyetu'l-mubtedf adı bir eseri ve şerhi el-Hidaye'si olduflu gibi müellifimiz es-Sâbûnînln de el-Bidûye'si ve bundan İhtisar ettiği el-Kifaye fîl-hldaye'si vardır. Biraz sonra görüleceği gibi bu sonuncuya kısaca el-Hlaaye de denilmektedir. Ayrıca Mergînûnrnin el-Hidaye'sI üzerine yazılan şerh, haşiye ve ta'iikatin bir kısmının adı el-Kifûye'dir (bk. Keşfu'z-zunûn, 2/2031 v,dd.) Açıklamaya çalıştığımız hatanın sebeplerinden biri de bu İsim benzerliği olabilir.
[30] Abdulkâdlr el-Kuraşî, el-Cevahlr, 1/398, K. Çelebi, Keşfu'z-zunün. 2/1749, Brock. GAL 1/382.
[31] Keşfu'z-zunün 2/1749,2034 - 2035, Zeylü Keşfi'z-zunün, 2/595, Hedlyyetü'1-ûrlfln, 1/790. Brock, Suppl. 1/657.
[32] Bk. Keşfu'z-zunün, 2/1749,2rikrî. el-A'lâm, 8/115
[33] Keşfu'z-Zunûn 2/2040, el-Fevaidu'l-Behiyye, s. 42, Zeylu Keşfl'z-Zunûn, 1/169,2/371, Hedivyetü'i-Ârifin, 1/87,
[34] Müellif el-Bidâye'slnin mukaddimesinde kitabını bu isimle anar.
[35] 2/1500
[36] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 25-27.
[37] el-Kifâye. var. 45b.
[38] Suppl. 2/262. Brockelmann'ı yanıltan şey Dâru'l-kütübi'l-Mısrıyye Fihristinin (Kai-ro2) bahis mevzuu ettiği ve 838 hicri yılında istinsahı tamamlanan, SöbûnTye ait bir el-Munîakâ nüshasının bu istinsah tarihi olsa gerektir (bk. 5/265).
[39] el-Cevöhiru'l-mudiyye, 1/362, Taba kutu'I-Kef evi, var. 72a. Ziriklî, el-Alâm 5/102.
[40] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 27-29.
[41] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 29-30.
[42] Varak numaralan Lâleli. 2426 nüshasına aittir. 30
(*)Bk. Sahıhu'l-Buhârl. 4/112,K. el-Enblyâ/48.
[43] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 30-32.
[44] Kâtlb Çelebî, Keşfu'z-zunûn, 2/1499-1500,2040, SüllemuVvusûl, var. 38a. Luknevî, el-Fevâîdu'l-Behiyye, s. 42, İsmâ'il Paşa", Z. Keşfl'z-zunûn, 1/169, II. 371. Hediyye-tü'l-ârifîn 1/87, Brock.Suppl. 1/643,3/1221
[45] Aynca bk. Brockeimann, Suppl. 1/643.
Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 32-33.
[46] RÛZÎ, Munazarât, s, 14.
[47] Nesefî. Tebsırcrtu'l-edllle, Fatih ktp. nu, 2907.
[48] Sâbûnî, el-Muntaka, Lâleli ktp, nu. 2426, var. 6a,
[49] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 33-34.
[50] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 34-35.
[51] Brockelmann'ın Veüyyuddîn, 260 numarada kayıtlı olarak gösterdiği nüsha (Suppl, 1/643) Söbûnrnin el-Bidâye'si olmayıp Musannifek'e (ölm. 875/1470) ait Fatiha Tefsiridir. el-Sidâye'nin diğer nüshaları için bk. Brock. ayn. esr, Brockel-mann'ın Esad Ef. ktp, nu. 1263 te kayıtlı gösterdiği «Akîdetu's-Sâbûnî» uslûb, tertip ve ruh bakımından bizim müellife ait olmadığı anlaşılmaktadır.
[52] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 35-36.
[53] Eserin metnini neşre hazırladıktan sonra tab' İmkânı bulamadan aynı kitabın Dr. Fethuüah Huleyf tarafından neşredildigine muttali1 oldum (İskenderiyy©. 1969). Ebû Mansûr el-Mötüridînin Kitöbu't-îevhîd'inl de neşreden Dr. Huieyf. öyle anlaşılıyor ki ei-Bidâyenln tahkîkı için fazla emek sarf etmemiş, gerekli titizliği göstermemiştir. Biri Almanya'da CTübingen,Wiihelmstr.32 Ms. or.Wetzstein II. 1721). diğeri de İspanya'da (Real Biblioteca de El Escorial, Ms. No 1603) oulunan iki yazma nüshaya istinad ederek meydana getirdiği metinde az sayılmtyacak derecede hatalar mevcuddur. Naşirin Türkiye'de mevcut el-Bidöye nüshalarından habersiz olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde naşir, Sâbûnrnin el-Munteka'stna da muttali' olamamıştır. Ben matni tercüme ederken naşirin istinad ettiği bu iki nüsha ile de mukabelede buluncum- Tercih ettiğim bir kaç farklı kelime «Nüsha farkları» böiümünde gösterilmiştir.
[54] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 37-40.
[55] Sâbûnî, Nesefi ailesinin kendisinden önceki zevatından mütessir olduğu gibi kendisinden sonrakilere de tesir etmiştir. Şeyh Reşîduddîn ile yaptığı münazarayı el-i'timâd sahibi kitabında dercetmiştir (bk. s. 15). Bu münasebetle el-Bidâye metninde geçen muğlâk kısımların şerhi sadedinde el-İ'timâd'dan nakiller yapmayı uygun bulduk.
[56] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 40.
[57] Bu eserler bu kısmın başındaki bibliyografyada zikredilmiştir. Başlıcaları şunlardır: Râöıb ei-İsfahânî, el-Mufredat; Gazzalî, el-Maksadu'l-esnâ;_eş-Şörîf el-Curcânî, et-To'rîföt; Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî, Cumleîu'l-hakâik; Âmidî, el-Mubîn; İslâm Ansiklopedisi, Fırka ve zümre adları için de şu kitablara başvurulmuştur: Eş'arî Ma-kaalât; Bâkıllânî, el-Temhîd; İsferâyînî, et-Tebsîr; Bağdadî, el Fark; Hayyat, el-İntisâr; Şehristâni, el-Millel; Deylemi, Beyânu mezhebi'l-Batiniyye: Sırrî-i GirîdE, Arâu'l-milel; İzmirli, Muhassalü'l-kelam ve Yeni ilm-i kelâm; İrfan Abdülhamîd. Dirâsât.
[58] Nûreddin Es-Sâbûnî, Mâtüriyye Akaidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 40-41.