CENAZE AHKÂMI KİTABI 2

26. Ölüm Sırasında ve Sonrasında Yapılacak îşler 2

27.Ölünün Yıkanması 2

1. Hükmü: 2

2.Yıkanılacak Ölüler: 2

3.Ölü Yıkayıcıları: 3

A- Erkek ve Kadının Birbirini Yıkaması: 3

B- Karı-Koca'nın Birbirini Yıkaması: 4

C- Ölüyü Yıkadıktan Sonra Gusül: 4

4.Yıkamanın Şekli: 4

A- 1.Gömleğin Çıkarılması: 5

B~ 2.Abdest Aldırma: 5

C- 3.Yıkamanın Suyu: 5

28. Ölüyü Kefenlemek. 6

29. Cenaze Arkasından Yürüme. 7

30. Cenaze Namazı 8

1. Şekli: 8

A.1.Tekbirler: 8

B- 2.Kıraat: 8

C- 3.Selâm: 9

D- 4.İmamın Duruşu: 9

E-5. Erkek ve Kadın Cenaze Namazlarında Sıra: 10

F- 6.Bazı Tekbirleri Kaçırma: 10

G~7.Kabir Üzerine Namaz: 11

2.Cenaze Namazı Kılananlar ve Kılacaklar: 11

A- Ehl-iBid'at ve İntihar Edenler: 11

B- Şehidler: 12

C- Çocuklar: 12

D-Esir Çocuklar-. 13

E- Cenaze Namazı Kılacaklar: 13

F- Gaibe Namaz: 13

G- Parçalanmış Cesedler 14

3. Cenaze Namazının Vakti : 14

4. CenazeNamazının Yeri: 14

5.Cenaze Namazının Şartlan: 15

31. Ölülerin Defni 15


6. CENAZE AHKÂMI KİTABI

 

Ölülerin, sağ kalanlar üzerindeki haklarından ibaret olan bu bahsimiz -ölünün can çekişirken kendisine yapılması müstehab olan hizmetlerle öl­dükten sonra onu yıkamak, kefenlemek, omuzlarda taşıyıp beraberinde me­zarlığa kadar gitmek, üzerinde namaz kılmak ve onu defnetmek olmak üze­re- altı bab'tır. [1]

 

26. Ölüm Sırasında ve Sonrasında Yapılacak îşler

 

Peygamber (s.a.s) Efendimiz,

«Ölülerinize, kelimesini hatırlatınız» [2] ve

«Kim ki son sözü olursa cennete girer» [3] buyurduğu için ulema «Has­taya -Öleceği sirada- kelimesini hatırlatmak müstehabtır» diye ittifak et­mişlerse de, yüzünü, kıbleye döndürmenin müstehab olduğunda ihtilâf edip kimisi «Müstehabtır» [4], kimisi «Değildir» demiştir.

İmam Mâlik'ten: «Hastanın öleceği sırada yüzünü kıbleye döndürme geleneği sonradan çıkma bir bid'attır» dediği rivayet olunmuştur. Rivayete göre Said b. el-Müseyyeb de bunun sünnet olmadığını söv lemistir. Ashab ve Tabiinden ise, bu hususta herhangi bir şey nakledilmemiştİr.

Hasta öldükten sonra gözlerinin kapatılması ve bekletilmeden gömül­mesi ise müstehabtır. Zira bu hususta hadisler varid olmuştur [5] Ancak suda boğularak ölen kimseyi gömmekte acele etmemek müstehabtır. Zira suda boğulanın nefes alamadığı için ölüp Ölmediği, hemen belli olamaz.

(Kadı -îbn Rüşd- diyor ki): Suda boğularak ölen kimse böyle olunca, ta-biblerce damar tıkanıklığı ve benzeri diye tanınan birçok hastalıktan ölenler evleviyetle bekletilmelidir. Hatta bazı tabibler «Kalb sektesinden ölenler üç gün bekletilmelidir» demişlerdir. Ebû Hanife, bu görüştedir. [6]

 

27.Ölünün Yıkanması

 

Bu bab, Ölüyü yıkamanın hükmü nedir, hangi ölü yıkanır, ölüyü kim yı­kayabilir ve ölü nasıl yıkanır? dîye dört fasıldır. [7]

 

1. Hükmü:

 

Ölüyü yıkamak, kimisi «Farz-ı kifâyedir» [8], kimisi «Sünnet-i kifaye-dir» demiştir. Mâlikî mezhebinde yer alan bu iki değişik görüşün sebebi, bu­nun kavlî hadislerle değil de, fiilî hadislerle nakledilmiş olmasıdır. Zira fiil söz değildir ki ondan vücub veyahut sünniyet anlaşılmış olsun.

Abdülvehhab, ölüyü yıkamanın vacib olduğuna, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in vefat eden kızını yıkayan kadınlara, ve hacc ihramında ölen adam hakkında da  [9] «Onu yıkayın» [10] emirleri ile ihticac etmiştir. Bu emirlerin, yıkamanın gerektiğini değil de, keyfiyetini bildirmek için olduğunu söyle­yenler, vacib olmadığını, «hem gerektiğini, hem keyfiyetini bildirmek için­dir» diyenler ise vacib olduğunu söylemişlerdir. [11]

 

2.Yıkanılacak Ölüler:

 

Ulema «Kâfirlerle olan savaşta öldürülmemiş olan müslüman ölüyü yı­kamak vacibtir» demişlerdir. Fakat şehid düşen müslümanm yıkanıp yıkan-

madiği ve namazı kılınıp kılınmadığı, ayrıca gayri müslim olan ölünün de yı­kanıp yıkanmadığı hususlarında ihtilâf etmişlerdir. Cumhur, «Kâfirlerle sa­vaşırken şehid düşen kimse, ne yıkanır, ne de namazı kılınır. Zira -rivayet olunduğuna göre- Peygamber (s.a.s) Efendimiz, Uhud savaşı şehidlerinin yıkanmadan ve elbiseleri ile birlikte gömülmelerini emir buyurmuş ve na­mazlarını kılmamıştır» [12] demiştir.

Hasan Basrî ile Said b. el-Müseyyeb ise «Her müslüman ölü yıkanır. Zi­ra her ölen cenabet (hükmünde) olur» demişlerdir. Herhalde bunlar, Uhud savaşı şehidlerinin yıkanmalarında zorluk bulunduğu için yıkanmadık!annı zannetmişlerdir. Fıkıh ulemasından Ubeydullah b. Hasan el-Anberî de bu görüşe katılır. Ebû Ömer'e «Îbnü'l-Münzir şehidlerin yıkandığını hikâye eder. Ne dersin?» diye sorulmuş, Ebû Ömer «İbnü'l-Münzir'in dediği doğru­dur. Hz. Ömer (r.a.) şehid olduğu halde hem yıkanmış, hem kefenlenmiş ve hem de namazı kılınmıştır» demiştir.

Savaş şehidlerinin yıkanmadığında ittifak edenler,-hırsız ve yol kesici­ler gibi- kâfir olmayanlar tarafından öldürülenlerde ihtilâf etmişlerdir. Evzâî, îmam Ahmed ve bir grup: «Yıkanmazlar», îmanı Mâlik ile îmam Şafii «Yıkanırlar» demişlerdir.,

Bu ihtilâfın sebebi, yıkanmamanın sebebi mutlak şehidlik midir, yoksa kâfirlerin eli ile öldürülmüş olmak mıdır diye ihtilâf etmeleridir. «Mutlak şehidliktir» diyenler, «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in şehid dediği kimselerin hiçbiri yıkanmaz» [13] demişlerdir.

Kâfirlerin eli ile öldürülmektir diyenler ise, «Yalnız savaş şehidleri yı­kanmaz» demişlerdir.

Gayr-i müslimlerin yıkanıp yıkanmaması hususundaki ihtilâfa gelin­ce:

imam Mâlik «Müslüman kişi müslüman olmayan babasını yıkayamaz, hatta eğer ziyamdan korkmazsa onu gömmez bile» demiştir.

îmam Şafii «Müslümamn, müslüman olmayan yakınlarını yıkayıp gömmesinde sakınca yoktur» demiştir.

Ebû Sevr ve îmam Ebû Hanife ile tabileri de buna kaildirler. Ebû Bekir b. el-Münzir, «Müslüman olmayan ölüyü yıkayıp yıkamamakta uyulması gereken bir sünnet yoktur» der. Ancak Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, am­cası Ebû Tâlib öldüğü zaman, yıkanmasını emir buyurduğu rivayet olun­maktadır [14]

Bu ihtilâfın sebebi, Ölüyü yıkamak bir taabbüd müdür, yoksa te­mizliği ön gören bir emir midir diye ihtilâf etmeleridir. Taabbüddür diyenler «Müslüman olmayan Ölüyü yıkamak caiz değildir» demişlerdir. İkincisini

söyleyenler ise caiz olduğunu söylemişlerdir. [15]

 

3.Ölü Yıkayıcıları:

 

A- Erkek ve Kadının Birbirini Yıkaması:

 

Ulema, «Erkek ölüyü, kadınlar, kadın ölüyü de, erkekler yıkayamaz» demişlerdir. Ancak eğer kadını yıkayacak kadın veya erkeği yıkayacak er­kek bulunmazsa ne yapmalıdır diye ihtilâf etmişlerdir.

Kimisi «Elbisesi içinde yıkanır» kimisi «Yıkanmaz, teyemmüm ettiri­lir» demiştir ki İmam Şâfıi, Ebû Hanife ve ulemanın cumhuru bunu benim­ser. Kimisi de «Ne yıkanır, ne de teyemmüm ettirilir, yalnız defnedilir» de­miştir. Ley s b. Sa'd da bunu benimser.

Bu ihtilâfın sebebi, emir ile nehiyden birini diğerine üstün kılmak­ta ihtilâf etmeleridir. Zira bir yandan Ölünün yıkanması emredilmişken, di­ğer yandan erkeklerle kadınların birbirlerinin vücutlarına bakmaları yasak­lanmıştır,

Nehyi emre üstün kılan ve abdest ile gusül yerine teyemmüm ruhsatını sağ olanlara mahsus görüp teyemmüm ruhsatında ölüyü sağ olanlara kıyas etmeyenler, «Erkek ile kadınlar ne birbirlerini yıkayabilir, ne de teyemmüm ettirebilirler» demişlerdir.

Emri nehye üstün kılanlar, «Birbirlerini yıkayabilirler» demişlerdir.

Teyemmümü benimseyenler ise, «Teyemmümde emir ile nehiy arasın­da çelişme yoktur. Zira erkek ile kadın birbirlerinin teyemmüm uzuvlarına bakabilirler» demişlerdir. Bunun içindir ki îmam Mâlik, «Erkek kadına te­yemmüm ettirirken onun yüzünü ve yalnız ellerini teyemmüm ettirir, kadın erkeğe teyemmüm ettirirken onun yüzünü ve dirseklere kadar ellerini te­yemmüm ettirir» demiştir. Çünkü ona göre erkeğin mahrem yeri yalnız göbeği ile diz kapaklarının arasıdır. Şu halde yıkama yerine teyemmüm ettir­meği caiz görenlere göre, bunu caiz kılan zaruret yukarıda geçen emir ile nehyin birbirleri ile çelişmesidir. O halde bunlar bu zarureti, sağ olan kimse­ye teyemmüm etmeği caiz kılan zarurete kıyas etmiş olmalıdırlar. Halbuki bu uzak bir kıyastır. Bununla beraber cumhur bu kıyası yapmıştır. İmam Mâlik ise, bu mes'elede değişik sözler söylemiştir.

Bir kere: «Aralarında mahremiyet olsun olmasın erkek ile kadın birbir­lerine teyemmüm ettirirler» demiştir. Bir kere, aralarında mahremiyet olan­larla olmayanları, bir kere de, aralarında mahremiyet olan erkek ile kadını birbirinden hükümde ayırmıştır.   

îmam Mâlik'in bu değişik sözlerinden üç görüş meydana geliyor ki en

meşhurları, erkek ile kadından her birinin diğerini elbisesi içinde yıkayabil-diğidir. ikincisi, -cumhurun birbirine yabancı olan erkek ile kadın hakkında dediği gibi- birbirlerini yıkamayip teyemmüm ettirmesidir. Üçüncüsü, kadı­nın erkeği yıkaması, erkeğin ise kadına teyemmüm ettirmesidir. Men'in (Ya­sak) sebebi, yek diğerine yabancı olan erkek ile kadın nasıl birbirlerinin yı­kanması gereken yerlerine bakamıyorlarsa, yekdiğerine yabancı olmayan erkek ile kadının da vücutlarının aynı yerlerine bakamamalarıdır. Ibahe'nin (izin) sebebi ise zarurettir. Zira zaruret halinde birbirlerine yabancı olma­yanlar daha da mazur sayılırlar. Erkek ile kadın arasında fark yapmanın se­bebi de, erkeğin kadına bakmasının, kadının erkeğe bakmasından daha ağır olmasıdır. Zira kadının erkeklerden örtünmesi emrolunmuşsa da, erkeğin kadınlardan Örtünmesi emrolunmamıştır. [16]

 

B- Karı-Koca'nın Birbirini Yıkaması:

 

Bu babta ulema, kadının kendi kocasını yıkayabildiğinde müttefik ise­ler de, kocanın kendi karısını yıkayabildiğinde ihtilâf etmişlerdir. Cumhur, cevazım benimser. îmam Ebû Hanife ise, «Yıkayamaz» demiştir.

Bunun da sebebi, ölümü boşanmaya kıyas etmekte ihtilâf etmeleri­dir.

İmam Ebû Hanife, «Evlilik bağı boşanma ile nasıl kopuyorsa, ölüm ile de ortadan kalkar. Nitekim iki kız kardeşten biri boşandığı zaman diğerinin nikâhı nasıl caiz oluyorsa, birinin ölümü halinde de diğerinin nikâhı caiz olur» demiştir ki bu, uzak bir kıyastır. Zira iki kız kardeşi bir nikâh altında bulundurmanın caiz olmamasının sebebi, birinin ölümü ile ortadan kalkar. Bunun içindir ki diğerinin nikâhı caiz olur. Ancak eğer «iki kız kardeşi bir nikâh altında bulundurmanın yasaklığı herhangi bir sebebe dayanmayan ta-abbüdî bir emirdir» denilse, o zaman imam Ebû Hanife'nin bu görüşüne yer verilmiş olabilir.

Ulema, kesin (bain) olarak boşanan kadının kocasını yıkayamadığında müttefiktirler. Fakat ric'i (dönülebilir) talak ile boşanan kadında ihtilâf et­mişlerdir, îmam Mâlik'ten «Kocasını yıkayabilir» dediği rivayet olunmuş­tur, imam Ebû Hanife ile tabileri de bunu benimser. îbnü'I-Kasım ise «Bo­şanma ric'i de olsa yıkayamaz» demiştir. Bu görüş, imam Mâlik'in kıyasına daha uygundur. Zira ona göre kişi, ric'i talak ile boşadığı karısına bakamaz. imam Şâfîi de bu görüştedir.

Bu ihtilâfın s e b e b i de, kişi ric'i talak ile boşadığı kadına iddeti daha bitmemişken bakabilir mi, bakamaz mı diye ihtilâf etmeleridir. [17]

 

C- Ölüyü Yıkadıktan Sonra Gusül:

 

Ulema ölü yıkamakla gusül lâzım gelir mi, gelmez mi diye ihtilâf etmiş­lerdir.

Bu ihtilâfın sebebi, Ebû Hüreyre ile Ishak'ın hadisleri arasındaki çelişmedir. Zira Ebû Davud'un rivayetine göre Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in: «Kim bir ölüyü yıkarsa gusletsin ve kim bir ölüyü taşırsa abdest alsın» [18] buyurduğu Ebû Hüreyre'den rivayet olunmuştur [19]

Diğer hadise göre ise, Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma babasını yıkadıktan sonra dışarı çıkıp orada bulunan Muhacirin ve Ensar'a "Bugün hava çok so­ğuktur ve aynı zamanda oruçluyum. Bilmem gusletmem gerekir mi?" diye sormuş onlar da "Hayır", diye cevap vermişlerdir. Ulema "Esma'nın bu hadisi sahihtir", demişlerdir. Fakat Ebû Hürey-re'nin hadisi -Ebû Ömer'in söylediğine göre- ulemanın çoğu tarafından sahih görülmemiştir. Bununla beraber bu her iki hadis sahih de olsalar aralarında gerçekte çelişme yoktur. Zira bu hükmü inkâr edenler o hükme dair sünneti işitmedikleri için inkâr etmiş olabilirler.

Esma'nın «Bilmem gusletmem gerekir mi?» şeklindeki sorusu da -Al­lah bilir- bu mes'elenin ta o zamanda bile ihtilâf edilen bir mes'ele olduğunu göstermektedir. İşte bütün bunlardan dolayı imam Şâfıi -âdeti üzere- ihtiyat ederek «Ölüyü yıkayana gusül lâzım gelmez. Meğer Ebû Hüreyre'nin hadisi sübut bula» demiştir. [20]

 

4.Yıkamanın Şekli:

 

Bu fasılda dört mesele vardır. [21]

 

A- 1.Gömleğin Çıkarılması:

 

 

Ölü yıkanırken çamaşırı çıkarılır mı, yoksa içinde mi yıkanır diye ih­tilâf etmişlerdir, imam Mâlik: «Ölü yıkanırken çamaşırı çıkarılır ve fakat mahrem yerleri örtülür» demiştir ki imam Ebû Hanife de bu görüştedir.

imam Şafii ise «Çamaşırı içinde yıkanır» demiştir.

Bu ihtilâfın sebebi, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in gömleği çıkanlmadan yıkanması [22] ona hâs bir hüküm müdür, yoksa sünnet olduğu için mi gömleğinde yıkanmıştır diye ihtilâf etmeleridir. Peygamber (s.a.s) Efen-dimiz'e hâs bir hüküm olduğunu ve kişi sağ iken bakılması haram olan yerle­rine, öldükten sonra da bakmanın haram olduğunu söyleyenler, «Ölünün ça-maşın çıkarılır, ancak sağ iken bakılması haram olan yerleri örtülür» demişlerdir. İcma' veyahut ilâhî emre dayanan bir sünnet olduğunu söyleyenler ise, «Ölünün çamaşırı içinde yıkanması, daha efdaldir. Zira hadiste, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'i yıkayanlara gaipten,

 «Gömleği çıkarmayın» diye bir ses gelmiş ve o anda gözlerine uyku girmiş diye rivayet olunmaktadır»[23] demişlerdir. [24]

 

B~ 2.Abdest Aldırma:

 

İmam Ebû Hanife «Ölü yıkanırken ona ayrıca abdest aldırılmaz». İmam Şafii «aldırılır», İmam Mâlik ise «Aldmlırsa iyi olur» demişlerdir.

Bu ihtilâfın sebebi kıyasın hadis ile çelişmesidir. Çünkü kıyas, ölüye abdest aldırılmamasım gerektirmektedir. Zira abdest, ibâdeti eda et­mek için farz kılınan bir şeydir. İbâdet mükellefiyeti ise ölüden sakıt olmuş­tur. Hatta eğer Ölüyü yıkamak hadislerde varid olmasaydı ölüyü yıkamak da vacib olmazdı.

Sıhhati sabit olan Ümmü Atiyye hadisinin zahirinden ise, ölüyü yıka­mada abdest aldırmanın şart olduğu'anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadiste, Pey­gamber (s.a.s) Efendimiz'in, kerimesini yıkayan kadınlara:

«Sağ yanlarından ve abdest uzuvlarından başlayın» diye emir buyurduğu anlatılmaktadır. Bu, her ne ka­dar bir ziyade olup hadisin diğer rivayetlerinde yoksa da, Buhârî ile Müs­lim'de yer aldığı için sabittir [25] Bunun için, diğer rivayetler bu rivayetle çeli­şecek kuvvette değillerdir. Zira mutlak mukayyede hamledilir. Çünkü mu-kayyedte, mutlaka nazaran fazla bir bilgi vardır.

Bu ihtilâfın s e b e p 1 e r i n d e n biri de bu olsa gerektir. Çünkü birçok rivayetlerde abdestten bahsedilmeden sadece yıkamanın emredildiği bildi­rilmektedir. Abdesti benimsemeyenler-kıyas, buradaki mukayyedle çelişti­ği için- mutlak olan rivayetleri tercih etmişlerdir. İmam Şafii ise, burada da kendi prensibine uyarak mutîakı mukayyed'e hamletmiştir. [26]

 

C- 3.Yıkamanın Suyu:

 

Ulema, ölüyü kaç defa yıkamak gerekir diye ihtilâf etmişlerdir.

İbn Şîrîn, «Ölüyü yıkamada belli bir sayı şart olmamakla beraber yıka­ma sayısının tek olması şarttır» demiştir.

İmam Ebû Hanife «Uç defa yıkanır, üçden ne fazla, ne de eksik olamaz» demiştir.İmam Şâfıi «Üçten aşağı olamaz. Fakat üçten yukan olan tek sayılar olur» demiştir.

İmam Ahmed ise «Tek sayılar yediyi aşmamalıdır» demiştir. Kimisi de tek sayıyı şart görmeyip, sadece müstehabtır demiştir ki İmam Mâlik bunlar­dandır.

Bu ihtilâfın sebebi, kıyasın bu hususta rivayet olunan hadislerle çelişmesidir. Zira Ümmü Atiyye hadisinin zahiri sayının şart olmasını gös­termektedir. Çünkü bu hadiste,

«Onu üç ya da beş defa veyahut -isterseniz- daha fazla yıkayınız»[27] buyurulmuştur. Bu hadisin bazı rivayetlerinde «Veyahut yedi defa» [28]ziyadesi vardır. Taharette ölüyü sağ olanlara kıyas etmek ise, .wğ olanların taharetinde nasıl sayı şart değil ise ölünün taharetinde de herhangi bir sayının şart olma­masını iktiza etmektedir. Hadisi kıyasa tercih edenler sayıyı şart görmemiş­lerdir.

Hadis ile kıyası te'lif edenler ise, sayıyı istihbaba hamletmişlerdir. Sayı hakkındaki ihtilâfın sebebi ise, Ümmü Atiyye hadisine dair rivayetlerin değişikliğidir.İmam Şâfıi «Bu hadiste belirtilen tek sayıların en azı üç olduğu için, ölü üç defadan aşağı yıkanmaz, fakat üçten fazla olursa caizdir. Çünkü hadiste Veyahut isterseniz daha fazla yıkayınız' buyurulmuştur» demiştir.

İmam Ahmed ise, bu hadisin bazı rivayetlerinde bulunan «Veyahut ye­di defa yıkayınız» ziyadesini tutmuştur.

İmam Ebû Hanife de, «üçten fazla veya eksik olamaz» sözünde îbn Sîrîn'in tatbikatına uymuştur. Zira rivayet olunduğuna göre îbn Şîrîn ölüleri iki defa gülhitmi, üçüncü defa da kâfurla karışık su ile yıkar ve «Ümmü Atiy-ye'den böylece öğrendim» derdi. Aynca İmam Ebû Hanife'ye göre gerçek tek sayı ancak üç sayısıdır. İmam Mâlik, birinci defada duru su ile, ikinci defa hitmi ve su ile, üçüncü defa da kâfur ve su ile yıkamayı müstehab görmüş­tür. Ulema, ölü yıkandıktan sonra karnından bir pislik çıkarsa bir daha yı­kanması lâzım gelir mi diye ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik «Lâzım gel­mez», kimisi de «Lâzım gelir» demiştir. Bunlar da, kaç defaya kadar lâzım gelir diye ihtilâf etmişlerdir.

Kimisi «Yalnız bir defa lâzım gelir» demiştir ki îmam Şafii bunu be­nimser. Kimisi «Üç defaya kadar», kimisi de «Yedi defaya kadar lâzım ge­lir» demiştir.

Yedi defadan sonra artık lâzım gelmediğinde müttefiktirler. Ulema, Ölünün tırnaklarını kesmek ve kıllarından almakta da ihtilâf etmişlerdir.

Kimisi «Ölünün tırnaklan kesilir ve kıllarından alınır» kimisi de «Ke­silmez ve alınmaz» demiştir. Bunun hakkında herhangi bir hadis rivayeti bu­lunmadığı halde bu ihtilâfın sebebi, bu mes'elede ta ashab devrinde ih­tilâf edilmiş olmasıdır. Tahmin ederim ki bu ihtilâf, ölüyü bu hususta sağ olanlara kıyas etmekte ihtilâf etmelerinden ileri gelmiş olacaktır. Bu kıyası yapanlar, ölünün tırnaklarını kesmeği ve haram kıllarını almayı vacib gör­müşlerdir. Zira sağ olanlar için bunun sünnet olduğunda müttefiktirler. Ule­ma yıkanmadan önce ölünün karnını sıkmakta da ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Sıkıln*», kimisi «Sıkılmaz» demiştir. «Sıkılır» diyenler, bunda bir nevi te­mizlenme görmektedirler ki, bu abdest almadan önce sağ olanlardan nasıl matlup ise Ölülerden de matluptur. «Sıkılmaz» diyenler ise, «Bu, hakkında nass bulunmayan teklif bâb'ındadir. Böylesi tekliflerde ise ölü sağ olanlara kıyas edilemez» demişlerdir. [29]

 

 28.  Ölüyü Kefenlemek

 

Ölüyü kefenlemenin hükmü, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, Sahuliye denilen üç parça beyaz bez içinde kefenlendiği ve bunların içinde gömlek üe sarık bulunmadığı yolundaki hadis [30] rivayetlerine dayanmaktadır. Ebû Dâvûd da, Leylâ binti Kaif es-Sekafiye'den, «Peygamber (s.a.s)'in kerimesi Ümmü Gülsüm'ü yıkayanlar arasında idim. Peygamber (s.a,s) ilk önce bize ruba'yı verdi, sonra gömleği, sonra baş örtüsünü, sonra boy örtüsünü verdi. Ve bunlara da bir başka bez parçası sarıldı. Peygamber (s.a.s) kapının arka­sında oturmuştu ve hazırladığı kefen parçalarını bize birer birer veriyordu» diye rivayet etmektedir [31] Ulemadan kimisi, bu iki hadisin zahirini tutarak, «Erkeğin kefeni üç, kadının da beş parçadır» demişlerdir ki îmam Şafii, îmam Ahmed ve bir kitle bunlardandırlar.

îmam Ebû Hanife de «Kadın en az üç kefene sarılmalıdır. Fakat sünnet beş parçadır. Erkek de en az iki parçaya sarılmalıdır. Fakat sünnet üç parça­dır» demiştir.

İmam Mâlik ise «Ne erkek ve ne de kadının kefeninde muayyen bir sayı yoktur. İkisi için de birer parça kâfidir. Ancak parça sayısının birden fazla ol­duğu zaman tek olması müstehabtır» demiştir.

Bu ihtilâfın sebebi, yukarıda geçen iki hadisin mefhumunda ihtilâf etmeleridir. Bu hadislerden tahyir ve ibahe'yi anlayanlar, kefen hakkında muayyen bir sayıyı benimsememiş, ancak -her iki hadiste de zikredilen ke­fen sayısının tek olduğu için- kefen parçalan sayısının tek olmasını müste­hab görmüş ve bunda erkek ile kadın arasında ayırım yapmamışlardır. Ha­disleri emir mânâsında görenler ise sayıyı ya vacib ya da müstehab görmüşlerdir ki, bunların hepsi de mümkündür. Zira bu hususta şeriatın kesin bir em­ri yoktur. Nitekim Uhud savaşında şehid düşen Mus'ab b. Ümeyr alaca yün­den mamul bir kaftana sarılmıştır ki bu kaftan başını bururken ayaklan, ayaklannı kapatırken başı açılmış ve bunun üzerine Peygamber (s.a.s) Efen­dimiz:

«Onunla başını örtünüz ve ayakları üstüne de izhir (denilen kokulu ot) den koyunuz» [32]buyurmuştur.

Ulema «Hac ihramında ölen kimse dışında kalan bütün ölüler kefenle-nirken başlan örtülür ve kendilerine güzel koku sürülür» demişlerdir.

ihramda ölen kimse hakkında ise ihtilâf etmişlerdir, imam Ebû Hanife, ihramda ölen kimseyi de diğer ölülerden ayırmamıştır. Fakat imam Şâfıi «Hac ihramında ölen kimsenin başını örtmek ve ona güzel koku sürmek caiz değildir» demiştir.

Bu ihtilâfın sebebi, bu husus hakkında varid olan hadisteki husus ile, umûmî ölüler hakkındaki hadislerin umumu arasında bulunan çatışma­dır. Zira İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre adamın biri ihramda iken de­vesinden düşmüş ve boynu kınlıp ölmüştür. Peygamber (s.a.s) Efendimiz de:  

«Onu iki kefene sarınız, su ve hitmi ile yıkayınız, basını örtmeyiniz ve ona güzel koku yaklaştırmayınız. Zira kıyamet günü LEBBEYK LEBBEYK diyerek dirüîilecektir» [33] buyurmuştur. Uhud savaşı şehidleri hakkında yürütülen muameleyi bütün şehidlere teşmil edenler gibi bu hadisin hükmünü de ihramda ölen herkese teşmil edenler, «İhramda ölenin başı örtülmez ve ona güzel koku sürülmez» demişlerdir. Bu hadisi diğer hadislerden bir istis­na mahiyetinde görmeyip hadisleri te'lif yoluna gidenler ise, «Bu hadisin hükmü, sadece bu hadisin, hakkında varid olduğu kimseye mahsus olup baş­kasını kapsayıcı değildir» demişlerdir. [34]

 

 29.  Cenaze Arkasından Yürüme

 

Cenazeyi teşyi ederken (kabre götürürken) beraberinde yürümenin keyfiyetinde ihtilâf etmişlerdir.

Medine uleması «Sünnet olan, cenazenin önünde yürümektir» Ebû Ha­nife ile tabileri olan Küfe uleması da «Arkasından yürümektir» demişler­dir.

Bu ihtilâfın s e b e b i, her bir grubun kendi selefinden rivayet ettiği hadislerin, diğer grubun rivayet edip dayandığı hadislere uymamasıdır. imam Mâlik mürsel olarak Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den ve Hz. Ebû Be­kir ile Hz. Ömer'den, ölünün önünde yürümeyi rivayet etmektedir [35] ki imam Şafii de bunu benimser.

Küfe uleması ise; Abdurrahman b. Ebzî'den «Hz. Ali (r.a.) ile bir cenaze teşyiinde beraber bulunuyordum- Hz. Ali (r.a.) elimden tutmuştu ve ölünün arkasında yürüyorduk. Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer de ölünün önünde yürü­yorlardı. Bunu kendisine sordum- Ölünün arkasında yürüyenin, önünde yü­rüyenden üstünlüğü farz namazın nafile namazdan üstünlüğü kadardır. Ebû Bekir ile Ömer de bunu biliyorlar. Fakat ikisi de kolaylaştırıcı kimseler olup halka böyle de olur diye göstermek için önde yürüyorlar dedi» [36] mealinde getirdikleri rivayete dayanmaktadırlar.

Hz. Ali'den «Ölüyü önüne al ve gözünü ondan ayırma. Zira o büyük bir öğüt, uyan ve ibrettir» dediği de rivayet olunmuştur. Küfe uleması aynca İbn Mes'ud'un «Peygamber (s.a.s) 'e, cenaze ile beraber yürümenin keyfiyetini sorduk. «Cenazenin arkasından gidilir, cenaze kimsenin arkasından gitmez, cenaze ile beraber bulunanlardan hiç kimse cenazeyi geçemez» dedi» [37] mealindeki hadisi ile, Muğire b. Şu'be'nin «Peygamber (s.a.s),

«Binenler, 'cenazenin Önünde, yaya yürüyenler de; cenazenin arkasın­da, önünde, sağında ve solunda ve ona yakın olarak yürürler' diye buyurdu» mealindeki hadisine de dayanmışlardır [38]

Ebû Hüreyre'nin,

 «Cenazenin arkasından yürüyünüz» hadisi de mânâ bakımından bu hadislere yakındır. Küfe ulemasının dayandıkları ha­disler işte bunlardır ki hepsine de sahihdir derler. Diğerleri ise bu hadisleri zayıf ve kuvvetsiz bulmuşlardır.

Ulemanın çoğu, îmam Mâlik'in Hz. Ali'den «Peygamber (s.a.s) cenaze merasiminde ilkin ayakta duruyor idiyse de, sonradan bu âdeti bırakıp otu-rarakyapardı» [39] mealinde getirdiği hadise dayanarak cenazenin önünden ayağa kalkmanın mensuh olduğunu söylerler. Kimisi de, Amir b. Rabia'mn «Peygamber (s.a.s):

'Cenazeleri gördüğünüz zaman ayağa kalkın ve cenaze sizi geçinceye veyahut yere bırakûıncaya kadar ayakta durun' buyurdu»[40] şeklindeki ha­dislere dayanarak cenazenin Önünden kalkmayı vacib görmüşlerdir. Men­suh olduğunu söyleyenler, bu neshin kabir üzerinde ve ölü gömülürken ayakta durmaya da şamil olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.

Kimisi lafzın zahirine bakarak şamil olduğunu, kimisi de Hz. Ali'nin fii­line bakarak şamil olmadığını söylemiştir. Zira neshi rivayet eden Hz. Ali -rivayet olunduğuna göre- lbnü'l-Mükennef in kabri üzerinde ayakta durmuş ve kendisine «Ya Emira'l-Mü'minîn, niçin oturmuyorsun[41]» diye sorulunca da «Kardeşimizin kabri üzerinde ayakta durmamız ona küçük bir hizmeti-mizdir» demiştir. [42]

 

30.  Cenaze Namazı

 

Cenaze namazının farz olduğunu öğrendikten sonra bu bab, cenaze na­mazı ne şekilde, kime ve kimler tarafından, ne zaman, nerede kılınır ve şart­lan nelerdir diye beş fasla ayrılmaktadır. [43]

 

1.  Şekli:

 

Cenaze namazının şekli hakkında beş mes'ele vardır. [44]

 

 A.1. Tekbirler:

 

Cenaze namazında alınması gereken tekbirlerin sayısı hakkında ta as-hab-ı kiram devrinde üç ile yedi tekbir arasında ihtilâf edilmişse desonraki İslâm müctehidleri bu tekbirlerin sayısının dört olduğu üzerinde ittifak edip, bunlardan yalnız İbn Ebî Leylâ ile Câbir b. Zeyd beş tekbir olduğunu söyle­mişlerdir.

Bu ihtilâfın sebebi, bu mevzudaki hadis medlullerinin çeşitli ol­masıdır. Zira Ebû Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Habeş Kralı Necâşî öldüğü gün, Peygamber (s.a.s) Efendimiz onun ölüm haberini vererek asha­bı ile birlikte musallaya çıkmış ve ashaba saf bağlamalarını buyurarak dört kere tekbir almıştı). Bu hadisin sıhhatinde ittifak edildiği için ulemanın cumhuru «cenaze namazının tekbirleri dörttür» demiştir.

«Peygamber (s.a.s) bir yoksul kadının mezarı üzerinde namaz kılıp dört kere tekbir aldı» [45] mealinde rivayet olunan hadis de aynı medlulü taşı­maktadır.

Müslim ise, Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan «Zeyd b. Erkanı cenazelere namaz kılarken dört kere tekbir alırdı Bu defa da beş kere tekbir aldı, Ona sorduk. Rasûlullah (s.a.s) beş kere tekbir alırdı dedi» [46] diye rivayet etmek­tedir.

Ebû Hayseme de babasından «Peygamber (s.a.s) Necaşî ölünceye ka­dar ölülere dört, beş, altı, yedi ve sekizer kere tekbir alırdı. Necaşî ölünce, arkasında ashabın saf bağlamalarını emrederek dört kere tekbir aldı ve ve­fat edinceye kadar artık bunun üzerinde durdu» [47] diye rivayet etmektedir. Bu hadis de cumhurun görüşü için açık bir hüccettir.

Ulema, birinci tekbirde el kaldırmanın sünnet olduğunda ittifak etmiş­lerse de diğer tekbirlerde ihtilâf edip kimisi «Kaldırılır», kimisi «Kaldırıl­maz» demiştir.

Tirmizî, Ebû Hüreyre'den «Peygamber (s.a.s) bir cenaze namazında tekbir aldı ve birinci tekbirde ellerini kaldırıp sağ elini sol eli üzerine koy­du» [48] diye rivayet etmektedir. Bu hadisin zahirine bakan ve esasen yalnız birinci tekbirde el kaldırmanın sünnet olduğu görüşünde olanlar, «Yalnız bi­rinci tekbirde el kaldırılır» demişlerdir.

Bütün tekbirlerde el kaldırılır diyenler ise, «Tekbirlerin hepsi de ayakta ve dimdik durulurken alındığı için aynı vasıftadırlar» diyerek diğer tekbirle­ri de birinci tekbire kıyas etmişlerdir. [49]

 

B- 2. Kıraat:

 

Ulema, cenaze namazının okuyuşunda da ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik ile îmam Ebû Hanife: «Bu namazda herhangi bir şey okunmaz, sadece dua edilir» demişlerdir.

imam Mâlik ayrıca "Ölü namazında fatihayı okumak bizim çevremizde hiçbir vech ile ma'mülün bih (uygulanagelen durum) değildir. Bu namazda ancak birinci tekbirden sonra Allah'a hamd ve sena edilir, sonra tekbir alınıp Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e salâvat getirilir, sonra tekbir alınıp ölüye dua edilir, sonra tekbir alınıp selâm verilir» demiştir.

imam Şafii ise "Birinci tekbirden sonra fatiha okunur, diğer tekbirler­den sonra ise İmam Mâlik'in dediği gibi yapılır» demiştir ki İmam Ahmed ile İmam Dâvûd da bunu benimser.

Bu ihtilâfın sebebi, hem Medine'de cari olan amelin rivayete uy­maması ve hem de cenaze namazının «Namaz» tabirine girip girmediğinde ihtilâf etmeleridir. Zira Buhârî, Talha b. Ubeydullah b. Avf dan «Bir ölü için Ibn Abbas'ın arkasında namaz kıldım. İbn Abbas fatihayı okuyup sonra da 'herkes fatihayı okumanın sünnet olduğunu bilmelidir' dedi»[50] diye rivayet etmektedir. Halbuki îmam Mâlik Medine'de cenaze namazında fatiha okun­madığını nakletmektedir.

Buhârî'nin bu rivayetini amele tercih eden ve cenaze namazının «na­maz» tabirine girdiği görüşünde olanlar «Peygamber (s.a.s) Efendimiz Tati-hasız hiçbir namaz yoktur1 buyurduğu için cenaze namazında da fatiha okunur» demişlerdir. îmam Mâlik'in görüşü için, Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in cenaze namazında ölüye dua ettiğini nakleden ve fakat fatihayı oku­yup okumadığını açıklamayan hadislerin [51] zahiri ile de ihticac edilebilir. Şu halde bu hadisler hem îbn Abbas'ın hadisi ile çelişmekte, hem de «Hiçbir na­maz fatihasız olamaz» hadisini tahsis etmektedirler.

Tahâvî de İbn Şihab'tan, ashabtan bir zatın, ashabın büyüklerinden ve ulemasından olan Ebû Ümâme b. Sehl b. Hanife «Sünnet, cenaze namazında fatiha okumaktır» diye söylediğini nakletmektedir. îbn Şihab diyor ki: Ebû Ümâme'nin bana söylediğini Muhammed b. Süveyd el-Fihrî'ye söyledim. Muhammed "Ben de Dahnak b. Kays'tan, Habib b. Mesleme'nin cenaze na­mazı hakkında Ebû Ümâme'nin dediği gibi dediğini işittim" [52] dedi. [53]

 

C- 3. Selâm:

 

Cenaze namazında bir kere mi, yoksa iki kere mi selam verilir diye ih­tilâf etmişlerdir. Cumhur, cenaze namazı selâmının bir kere olduğu görüşün­dedir. İmam Ebû Hanife ile ulemadan bir kitle ise «İki kere selâm verilir» demişlerdir, îmam Şafii'nin tabilerinden Müzenî de îmam Şafii'nin iki kavlin­den biri olan bunu ihtiyar etmiştir.

Bu ihtilâfın sebebi, farznamazı selamının sayısında ve bu namazı farz namaza kıyas etmekte ihtilâf etmeleridir. Farz namazı selamının bir kere olduğu görüşünde olan ve bu namazı da farz namaza kıyas edenler, «Bu na­mazda bir kere selâm verilir» demişlerdir.

Farz namazı selamının iki kere olduğunu söyleyenler ise, «Bu namazda iki kere selam verilir ve farz namazın sünnet olan selamı burda da sünnettir, farz olanı burada da farzdır» demişlerdir. îmam Mâlik'in mezhebinde ayrıca bu namaz sesli midir, sessiz midir diye ihtilâf vardır. [54]

 

D- 4. İmamın Duruşu:

 

îmam, ölünün neresi hizasında durmalıdır diye ihtilâf etmişlerdir. Ule­madan bir cemaat, «Ölü ister erkek, ister kadın olsun İmam tam onun ortası hizasında durur» demişlerdir. Bir başka cemaat da, «Eğer ölü kadın ise orta­sı, erkek ise başı karşısında durur» demişlerdir. Ulemadan kimisi de «Ölü er-

kek olsun, kadın olsun göğsü karşısında durur» demiştir. İmam Ebû Hanife ile İbnül-Kasım bunu benimser. İmam Mâlik ile İmam Şafii bu hususta bir had koymamışlardır. Kimisi de «İstediği yerde durur» demiştir.

Bu ihtilâfın sebebi; bu mevzudaki rivayetlerin çeşitli olmasıdır. Zira Buhârî ile Müslim, Semura b. Cündüb'ten «Ensar'dan Ümmü Ka'b is­minde bir kadın doğum yapmaktan vefat etmişti. Onun cenaze namazında Peygamber (s.a.s)'in arkasında idim. Peygamber (s.a.s) cenazenin ortası hizasına doğru durmuştu» [55] diye rivayet etmektedirler.

Ebû Dâvûd da Hemmam b. Galib'ten «Bir adamın cenazesinde Enes b. Mâlik ile birlikte namaz kıldım. Enes onun tam başı hizasında durdu. Sonra bir kadının cenazesini getirip *Ey Eba Hamza, bunun da namazını kıldır' de­diler. Enes bu sefer cenazenin ortası hizasında durdu. Bunun üzerine orada hazır bulunan Ala' b. Ziyad kendisine 'Peygamber (s.a.s)'in cenazeler üzerin­de böylece namaz kıldığını gördün değil mi? Dört kere tekbir alır ve kadının cenaze namazında senin durduğun yerde durur, erkeğin cenaze namazında da yine senin durduğun yerde dururdu değil mi?1 diye sordu. Enes de 'Evet' dedi» diye rivayet etmektedir [56].

Ulema da bu rivayetlerin mefhumunda ihtilâf etmişlerdir. Kimisi: «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in ölünün değişik yerleri karşısında durması, bu hususta bir had bulunmadığına ve ölünün neresinde durursa dursun caiz olduğuna delâlet eder» demiştir.

Kimisi de «Bilakis belli bir yerde durmanın gerektiğini göstermekte­dir» demiştir ki bunlar da iki gruba ayrkilmaktadırlar. Bir grup,-sıhhatinde ittifak edildiği için -Semura b. Cündüb'ün hadisini tercih ederek «Erkek ile kadın bu hükümde birdir. Zira -ikisi arasında şer'î bir fark bulunmadıkça-ikisinin hükümde eşit olması gerekmektedir» demiştir.

Bir grup da, İbn Galib'in hadisini sahih bulmuş ve Semura'nın hadisine nazaran bunda bir ziyade bulunduğu ve iki hadis arasında herhangi bir çeliş­me bulunmadığı için bu ziyadeyi tutmak gerektiğini söylemiştir. İmam Ebû Hanife ile İbnü'l-Kasım'ın görüşü için ise -îbn Mes'ud'dan gelen bir rivayet dışında- herhangi bir sem'î mesnet bilemiyorum. [57]

 

E-5. Erkek ve Kadın Cenaze Namazlarında Sıra:

 

Erkek ile kadın cenazelerinin birlikte hazırlanmaları halinde konula­cakları yer bakımından ihtilâf etmişlerdir.

Kimisi «Erkeğin cenazesi imamın önüne ve kadının cenazesi de kıble tarafında ondan öteye», kimisi «Bunun tersi olarak kadının cenazesi imamın

önüne, erkeğin ise ondan öteye konulur» demiştir. «Erkek ile kadınların na-mazlan ayn ayn kılınır» diye bir üçüncü kavil daha vardır.

Bu ihtilâfın sebebi, şeriatte usul olduğu için bu hususu belirten bir nass'm bulunduğu zannedildiği halde bu hususta herhangi bir nass'm bulun­madığıdır. Bunun içindir ki ulemanın çoğu «Böyle yerlerde şeriatın bir hük­mü yoktur. Çünkü eğer olsaydı bildirilmiş olurdu» demişlerdir. Şu halde ule­manın çoğu neye dayanarak erkek ölünün kadın ölüden mukaddem olduğu görüşünde bulunmuştur? Çünkü İmam Mâlik Muvatta'da «Hz. Osman, Ab­dullah b. Ömer ve Ebû Hüreyre Medine'de erkek ve kadının cenaze namaz­larını birlikte kılar ve erkekleri imamın Önüne, kadınları da kıble tarafına koyarlardı» diye rivayet etmektedir.

Abdürrezzak'a İbn Cüreyc'den, İbn Cüreyc, Nâfi'den, Nâfi de İbn Ömer'den: Said b. el-Asî'nin aynı şekilde kıldırdığı bir cenaze namazında kendisi, İbn Abbas, Ebû Hüreyre, Ebû Said ve Ebû Katâde'nin bulunduğunu ve bunu onlara sorup veya sordurup 'Sünnet böyledir' diye cevap aldığını nakletmektedir[58]

«Sünnet böyledir» demek ise ulemaya göre müsned hadisi kabilinden-dir. Erkeklerin önde olduğu görüşünde olanlar -Peygamber (s.a.s) Efendi miz:

«Kadınları arkaya bırakın, nasıl ki Allah da onları arkaya bırakmıştır» [59]buyurduğu için- erkeğin imamın önünde durmasını, imamın arkasında durmasına kıyas etmiş olabilirler. Kadın ölü­nün imamın önüne konulması görüşünde olanlar da, belki imama en yakın olan değil de, en önde olan kim ise mukaddem odur diye zannetmiştir.

«Erkek ile kadının cenaze namazlan ayn ayn kılınır» diyenler ise, ihti­yat olarak bunu söylemişlerdir. Zira erkek ile kadının cenaze namazlannın birlikte kılınabildiğini bildiren bir rivayet bulunmadığı için, caiz olması da, olmaması da muhtemeldir, ihtimaller karşısında ise -imkan bulunduğu tak­tirde- tevakkuf etmek gerekir. [60]

 

F- 6. Bazı Tekbirleri Kaçırma:

 

Cenaze namazı tekbirlerinden bir kısmını kaçıran kimse:

1- Hemen tekbir alıp namaza girebilir mi, yoksa imamın tekbir almasını mı bekler?

2- Kaçırdığı tekbirleri kaza eder mi?

3- Şayet kaza ediyorsa tekbirler arasındaki zikirleri de okur mu? diye ih­tilâf etmişlerdir.

Eşheb, îmam Mâlik'ten «Hemen tekbir alıp namaza girer» diye rivayet etmektedir ki bu, imam Şafii'nin de iki kavlinden biridir.

imam Ebû Hanife ise «İmamın tekbir almasını bekleyip, imam ile bir­likte tekbir alır» demiştir.

îbnü'I-Kasım'ın îmam Mâlik'ten rivayeti de bu yoldadır. Farz namaza rek'atm ortasında yetişen kimse nasıl hemen tekbir abp namaza giriyorsa, kı­yas, burada da hemen tekbir alıp namaza girmesini gerektirmektedir. îmam Mâlik, îmam Ebû Hanife ve imam Şâfıi, bu adamın kaçırdığı tekbirleri kaza etmesi gerektiğinde müttefiktirler.

Ancak imam Ebû Hanife «Kaza ettiği tekbirler arasındaki zikirleri de okur» demiş, îmam Mâlik ile imam Şafii ise: «Zikirleri okumadan ardı ardı­na tekbir alır» demişlerdir.

Kaçırılan tekbirlerin kaza edildiğinde ittifak etmelerinin sebebi Pey­gamber (s.a.s) Efendimiz'in

«Yetiştirdiğinizi kılın ve kaçır­dığınızı tamamlayın» [61]hadisindeki umumdur. Bu umumun hem tekbir, hem zikre şamil olduğunu söyleyenler, «Tekbirlerle birlikte zikirler de kaza edilir» demişlerdir. Zikrin muayyen lafızları bulunmadığım ileri sürerek ha­disteki umumun zikre şamil olmadığını söyleyenler ise, «Sadece tekbirleri kaza eder. Zira tekbirlerin muayyen sözleri vardır» demişlerdir. Şu halde zi­kirleri hadisin umumundan çıkarmak, kıyas yolu ile âmmı tahsis kabilinden-dir. Buna göre îmam Ebû Hanife hadisi umumda bırakmış, bunlar ise bu umumu tahsis etmişlerdir. [62]

 

G~7. Kabir Üzerine Namaz:

 

Cenaze namazına yetişemeyen kimse ölü gömüldükten sonra kabri üze­rine namaz kılabilir mi, kılamaz mı diye ihtilâf etmişlerdir:

îmam Mâlik «Kabir üzerinde cenaze namazı kılınamaz» demiştir.

îmam Ebû Hanife de «Ölünün velisinden başkası kılamaz. Ancak eğer ölünün namazı başkası tarafından kılınmış ise velisi kabri üzerine kılabilir» demiştir.

îmam Şafii, imam Ahmed, imam Dâvûd ve bir, kitle ise «Cenaze nama­zına yetişemeyen adam -kim olursa olsun- kabir üzerine kılabilir» demişler­dir.

Kabir üzerine cenaze namazını kılmanın cevazını söyleyenler, ölünün yeni gömülmüş olduğunu şart koşmakta müttefik olup ancak, bu gömülme­nin yenilik süresi hakkında ihtilâf etmiş, en çok «bir aya kadar kılınabilir» demişlerdir.

Bu ihtilâfın sebebi, amelin bu hususta gelen rivayetlerle çelişmesi-dir. Çünkü Îbnü'l-Kasım «İmam Mâlik'e 'Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den gelen habere göre Efendimiz (s.a.s) bir kadının mezarı üzerine namaz kılmıştır1 dedim.

îmam Mâlik 'Evet, böyle bir hadis vardır. Fakat amel bu hadise uyma­maktadır' dedi» demiştir.

Halbuki Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in kabir üzerine cenaze namazını kıldığı, hadis ulemasının ittifakı ile sabittir.

Nitekim îmam Ahmed b. Hanbel, «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in ka­bir üzerine cenaze namazını kıldığı, hepsinin de senedi iyi olan altı yoldan rivayet olunmuştur» demiştir. Hadis ulemasından bazıları üç yol daha ilâve etmişlerdir ki onlarla birlikte dokuz yol olur. Buhâri ile Müslim, Ebû Hürey-re'den getirmişler[63].

îmam Mâlik, mürsel olarak Ebû Umâme b. Sehl'den [64] getirmiştir. îbn Vehb, İmam Mâlik'ten, îmam Şafii gibi dediğini de rivayet etmiştir.

îmam Ebû Hanife ise -zannederim- bu mes'elede de kendi adeti üzere hareket etmiştir. Çünkü îmam Ebû Hanife, halk arasında yaygın olaylar hak­kındaki haber-i ahad'ı -halk arasında yayılmadığı ve gereğince amel edilme­diği zaman- reddederdi. Zira halk arasında yayılması gereken bir haberin ya­yılmaması, o haberin kuvvetini gevşetip doğruluğu hakkındaki zannı şüphe­ye çeviren veyahut uydurma veya mensuh olduğu zannını doğuran bir kari­nedir.

(Kadı -îbn Rüşd- diyor ki): Yukarıda amel ile istidlal etmekten ve Hane-fiîlerin «umumî belvâ» diye isim verdikleri bu kabil istidlalden bahsedip iki­sinin aynı şey olduğunu söyledik. [65]

 

2. Cenaze Namazı Kılananlar ve Kılacaklar:

 

 A- Ehl-iBid'at ve İntihar Edenler:

 

Ulemanın çoğu «Kişi -ister büyük günah işleyenlerden, ister ehl-i bid'at denilen sapık inançlı kimselerden olsun- Lâ ilahe illallah dedikten sonra ona namaz kılınır» demişlerdir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz,

herkese namaz kılınız» [66] buyurmuştur. Ancak imam Mâlik, üstünlük ve ke­mal sahibi kimseler için ehl-i bid'ate namaz kılmayı mekruh görmüş ve ima­mın ceza olarak öldürdüğü kimselere namaz kılmasını uygun bulmamış­tır.

İntihar eden kimse hakkında da ihtilâf edilmiştir. Kimisi «Ona namaz kılınmaz», kimisi «Kılmak caizdir» demiştir [67]. Ulemadan kimisi «Büyük günah işleyenlerle sapık inançlı ve devlete karşı gelenlere de namaz kılmak caiz değildir» demişlerdir.

Bid'at ehli ve sapık İnançlı kimseler hakkındaki ihtilâfın sebe bi, bunların kâfir sayılıp sayılmadıklannda ihtilâf etmeleridir. Dînî nasslan uzak te'villerde bulundukları için «Kâfirdir» diyenler, «Namazları kılın­maz» demişlerdir. «Küfür, Peygamber (s.a.s)'e inanmamaktır, onun sözleri­ni te'vil etmek değildir» diyerek bunları kâfir saymayanlar «Onlara namaz kılmak caizdir» demişlerdir.

Münafıklar şehadet kelimesini telaffuz ettikleri halde onlara namaz kıl­manın caiz olmadığında ulemanın ittifak etmesinin sebebi ise, "Onlardan (Münafıklardan) ölen herhangi birine hiçbir zaman na­maz kılma ve kabri üzerinde durma. Çünkü onlar Allah'a ve Allah'ın Rasûlü'ne inanmamış ve kâfir olarak ölmüşlerdir" (2) âyet-i kerimesidiı

Büyük günah işleyenler hakkındaki ihtilâfın sebebi ise, onları bü­yük günah işledikleri için kâfir saymaktan başka bir şey değildir. Halbuki bu, ehl-i sünnetin inancına aykırıdır. Bunun için, «Bunlara namaz kılmak caiz değildir» demek doğru olmaz.

İmam Mâlik bid'at ehline bir kınama ve ceza olsun diye onlar için namaz kılmayı mekruh saymıştır.

Ebû Davud'un rivayetine göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz ceza olarak öldürdüğü Mâiz adındaki şahıs için namaz kılmadığı ve fakat kılmaktan da men etmediğinden [68]îmanı Mâlik, imamın ceza olarak öldürdüğü kimse için bizzat namaz kılmasını uygun bulmamıştır.

Kendini öldüren kimse hakkındaki ihtilâflarının sebebi de Cabir b. Semura'mn «Adamın biri intihar etmişti.Peygamber (s.a.s) ona namaz kılmadı» [69] mealindeki hadisidir. Bu hadisin sıhhatine inananlar, «Kendini

öldüren kimse için namaz kılınmaz» demişlerdir.

Hadisi sahih bulmayanlar ise, «Bu adam -hakkında hadis varid olduğu için- her ne kadar cehennemlik ise de müslümanların ahkâmına tâbi'dir. Zira cehennemde ebediyyen kalmayacaktır[70]. Çünkü ehl-i imandandır. Nite­kim Peygamber (s.a.s) Efendimiz,

«Kalbinde bir habbe ağırlığında iman bulunan kimseleri ateşten çıka­rın» [71]buyuracağını Cenâb-ı Hak'tan hikâye eylemiştir demişlerdir. [72]

 

B- Şehidler:

 

Savaş esnasında şehid düşen kimse için de namaz kılmakta ihtilâf et­mişlerdir. İmam Mâlik ile İmam Şafii: «Şehid olan kimse ne yıkanır, ne de üzerinde namaz kılınır» demişlerdir, İmam Ebû Hanife ise «Yıkanmaz, fakat üzerinde namaz kılınır» demiştir.

Bu ihtilâflarının sebebi, bu husustaki rivayetlerin çeşitli olması­dır. Zira Ebû Davud'un Câbir'den getirdiği rivayete göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz Uhud savaşı şehidlerini yıkattırmadan, onlara namaz kılmadan ve elbiselerini çıkartmadan defnedilmelerini emretmiştir [73].

İbn Abbas'tan gelen rivayete göre ise, onlan yıkattırmamış ve onlara te­yemmüm de ettirmemiş fakat namaz kılmıştır [74]. İbn Abbas'tan gelen bu rivayetin medlulü, mürsel olarak Ebû Mâlik öıfârî'den de gelmiştir ([75]Arabi'nin biri gırtlağından bir ok isabeti alarak şehid düştüğünde, Peygam­ber (s.a.s) Efendimiz'in üzerinde namaz kıldığı ve namazında ona:

«Allah'ım bu senin tulündür, senin yolunda cihad etmek üzere çıkmış ve öldürülmüş bir şehiddir. Ben de ona şahidim» [76] mealinde dua buyurdu­ğu da rivayet olunmuştur.

işte ulemadan bu iki grubunher biri kendi mesnetleri olan rivayetleri tercih etmişlerdir. Şâfıiler «İbn Abbas'ın hadisi maluldür. Zira hadisin ravi-lerinden biri îbn Zenad'tır ki bu adam, ömrünün sonunda bunamıştır. Ayrıca

bu hadise hadis ulemasından Şu'be de ta'netmiştir» diyorlar. Mürsel hadisler ise Şâfülerce zaten hüccet değildir. [77]

 

C- Çocuklar:

 

Ulema, düşük bebekler için de ne zaman namaz kılınır diye ihtilâf et­mişlerdir.

tmam Mâlik «Doğarken kendisinden ses çıkmayan, yani anasından canlı olarak doğmayan çocuk için namaz kılınmaz» demiştir. îmam Şafii de bunu benimser.

tmam Ebû Hanife ise «Annesinin rahminde canlanan çocuk için -canlı olarak doğmasa bile- namaz kılınır, ki bunlar da -umumiyetle- dört aylık ce­ninlerdir» demiştir. îbn Ebî Leylâ da bu görü.ştedir.

Bu ihtilâfın sebebi, mutlak ile mukayyedin birbirleri ile çelişmele­ridir. Zira Tirmizî'nin Câbir b. Abdullah'tan getirdiği rivayete göre Peygam­ber (s.a.s) Efendimiz,

«Çocuk annesinden doğarken yüksek sesle ağlamadıkça ne namaz kılı­nır, ne varis ölür, ne de kendisinden miras alınır» [78] buyurmuştur.

Muğire b. Şu'be'den gelen rivayete göre ise, Peygamber (s.a.s) Efendi­imiz,tur.

«Çocuk için namaz kılınır» [79] buyurmuş-

İkinci hadis -görüldüğü gibi- mutlak'tır, birinci hadis ise mukayyeddir Câbır b. Abdullah'ın hadisini tercih edenler, «Öteki hadis mücmeldir Bu ise müfesser (açıklamalı) olduğundan onu da buna hamletmek lâzımdır» de­mişlerdir. Buna göre, Muğire'nin hadisi de «Çocuk doğarken yüksek sesle -ağlarsa ona namaz kılınır» mânâsında olur. Muğire'nin hadisini tercih eden­ler ise, «Malumdur ki cenaze namazında muteber olan şart, ölünün müslü­man ojması ve can taşımasıdır. Çocukta ise, ancak hareket görüldüğü zaman bilinir ki kendisinde can vardır ve müslümanların ahkâmına tabidir. Her can­lı olan muşluman da, öldüğü zaman namazı kılınır» diyerek umumu -kıyasa uyduğu için- hususa tercih etmişlerdir.

Kimisi de cumhurdan ayrılarak, «Can taşısın taşımasın çocuk için na-

maz kılınmaz. Zira Ebû Davud'un rivayetine göre Peygamber (s.a.s) Efendi­miz, oğlu ibrahim sekiz aylık bir çocuk olduğu halde ona namaz kılmamış-ür» [80] demiştir.

Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, oğlu İbrahim'in -yetmiş gecelik bir ço­cuk olduğu halde- üzerinde namaz kıldığına dair bir başka rivayet daha var­dır [81].

[82]

D- Esir Çocuklar-.

 

Esir edilen çocuklar için de namaz kılmakta ihtilâf etmişlerdir.

Basra ulemasının rivayetine göre îmam Mâlik, «Müslümanlarla arala­rında saldırmazlık akdi bulunmayan kâfirlerin çocukları -ister ana ve babala­rı ile birlikte, ister tek başına esir edilmiş olsunlar- müslümanlığı anlayacak çağa gelmedikçe onlara namaz kılınmaz ve ana babalarının hükmüne tabi­dirler. Meğer babalan müslüman olursa o zaman babalarının hükmüne tabi olup analarının hükmüne tabi değillerdir» demiştir.

îmam Şafii de îmam Mâlik'in bu görüşüne katılmış, ancak o "Ana ve ba­basından hangisi müslüman olursa, çocuk ona tabidir, yalnız babasına tabi değildir", demiştir.

îmam Ebû Hanife de «Esir edilen çocuklar, kendilerini esir edenlerin hükmüne tabidirler» demiştir.

Evzâî ise «Onlara namaz kılınabilmesi için müslümanlar tarafından esir edilmeleri kâfi gelmez. Ne zaman ki satılıp da müslümanlar tarafından satın alınırlarsa, o zaman namazlan kılınır. Bütün îslâm ülkelerinde amel hep böyledir ve buna göre fetva verilir» demiştir.

Ulema, esir edilmeyen ve herhangi bir müslümamn mülkiyetine geç­meyen ve ana babalarından biri müslüman olmayan çocukların, ana ve baba­larının hükmüne tabi olduklarında müttefiktirler.

Bu ihtilâfın s e b e b i, müşriklerin çocukları cennetlik mi, yoksa ce­hennemlik mi diye ihtilâf etmeleridir.

Zira bir hadiste, bu çocukların babalarının hükmüne tabi oldukları riva­yet olunmuştur. Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,

«Her doğan çocuk, fıtrat üzere do­ğar» [83] hadisi ise, mü'minlerin hükmüne tabi olmalarını göstermektedir. [84]

 

E- Cenaze Namazı Kılacaklar:

 

Cenaze namazı kimler tarafından kılınır mes'elesine gelince: Kimisi «Ölünün velisi», kimisi «îmam tarafından kıldırılır» demiştir.

«İmam tarafından kıldırılır» diyenler, cenaze namazını da -cemaatle kı­lındığı için- Cum'a namazına kıyas etmişlerdir. «Veli tarafından kıldırılır» diyenler ise, namazı da, kefenleme ve gömme gibi ölünün diğer haklarına kı­yas etmişlerdir.

Ulemanın çoğu, cenaze namazını kıldırmada imamın veliden öncelikli olduğu görüşündedir [85] Ebû Bekir b. el-Münzir «Hz. Hüseyin, Hz. Hasan'ın namazını kıldırmayı, o zaman Medine valisi bulunan Said b. el-As'a teklif et­miş ve 'Eğer bu, sünnet olmasaydı bunu sana teklif etmezdim1 demiştir [86]. Benim kanaatimce de böyledir» diyor. [87]

 

F- Gaibe Namaz:

 

Ulemanın çoğu «Namaz ancak meydanda olan ölü için kılınabihY» de­mişlerdir. Kinlisi de «Ölü kayıp da olsa namazı küınabilir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, Habeşistan'da Ölen Habeş kralı Necâşî'nin namazını Medine'de kıldığı sabittir» [88] demiştir. Cumhur bu hükmün Necaşî'ye mah­sus olduğu görüşündedir. [89]

 

G- Parçalanmış Cesedler

 

Ölünün cesedi tamam olmazsa ona namaz kılınır mı kılınmaz mı diye ihtilâf etmişlerdir.

Cumhur, «Tamam olmayan cesed, eğer vücudun çoğu ise [90]ona da ölü adı verildiği için- namaz kılınır» demiştir .

"Cesedin yansından az olanın da namazı kılınır» diyenler ise, «Çünkü cesedin tamamına nasıl saygı göstermek gerekiyorsa, bir kısmına da göster­mek gerekir. Hele eğer cesedin bu kısmı can taşıyan bir parçası ise veyahut kaybolan ölü için, namaz kılmak caizdir desek o zaman hiç diyecek yoktur» demişlerdir. [91]

 

3.  Cenaze Namazının Vakti :

 

Cenaze namazının kılınabildiği vakitler hakkında ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Namaz kılınması yasaklanan üç vakitte cenaze namazı da kılına­maz, ki bu üç vakit, Ukbe b. Âmir'in «Rasûlullah (s.a.s) üç vakitte bizi na­maz kılmaktan ve ölülerimizi gömmekten men'eder di...» [92] mealindeki ha­disinin zahirine göre güneşin battığı doğduğu ve semanın ortasına geldiği sı­ralardır» demiştir.

Kimisi «Yalnız güneşin doğduğu ve battığı sıralarda cenaze namazı kı­lınamaz. İkindi namazından sonra güneş sararmadan ve sabah namazından sonra da ortalık aydınlanmadan kıhnabilir» demiştir.

Kimisi de «Namaz kılınması hakkında yasak bulunan her beş vakitte de cenaze namazı kılınamaz» demiştir. Atâ, Nehâî ve başkaları bunu benimser ve imam Ebû Hanife'nin görüşü de bu yoldadır.

îmam Şafii ise «Cenaze namazı her zaman kıhnabilir» demiştir. Çünkü ona göre yasak, nafile namazlar hakkında olup -yukarıda geçtiği üzere- diğer namazlara şamil değildir. [93]

 

4. CenazeNamazının Yeri:

 

Mescid içinde cenaze namazını kılmakta ihtilâf etmişlerdir. Ulemanın çoğu «Caizdir» demişlerse de, kimisi «Mekruhtur» demiştir. îmam Ebû Ha­nife ile îmam Mâlik'in tabilerinden bazıları bunlardandırlar. îmam Mâlik'ten de, mekruh olduğu, «ancak eğer namaz kılanlar mescidin içinde, ölü ise mes­cidin dışında olursa kerahet hafifler» diye söylediği rivayet olunmuştur.

Bu ihtilâfın sebebi, bu mevzuya dair olan Hz,Aişeile Ebû Hürey-re'nin hadisleridir. Zira îmam Mâlik, «Sad b. Ebî Vakkas vefat eniği zaman, Hz. Âişe, ona dua etmek için cenazesinin mescide getirilmesini emretmiş ve halk bunu uygun bulmayınca 'Peygamber (s.a.s)'in Sehl b. Beyda için mes-cidde namaz kıldığını ne çabuk unuttular?' diyerek halkı kınamıştır» diye rivayet etmektedir [94].

Ebû Hüreyre'nin hadisi de «Peygamber (s.a.s),

«Kim mescid içinde herhangi bir cenaze için namaz kılarsa ona hiç se-vab yoktur» buyurdu» [95] mealindedir.

Hz. Âişe'nin hadisi sabittir. Fakat Ebû Hüreyre'nin hadisi sabit değil veyahut sübutunda ittifak yoktur. Fakat halkın Hz. Âişe'nin teklifini uygun bulmayışı, o zaman yaygın olan görüşün mescid içinde cenaze namazının kıhnamadığı yolunda olduğunu göstermektedir. Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in Necâşînin cenaze namazını kılmak üzere musallaya çıkması da [96]bu­nu göstermektedir.

Kimisi de, mescid içinde cenaze namazını kılmanın kerahetine sebep olarak, insan ölüsünün murdar olduğunu göstermektedir ki bu zayıf bir dü­şüncedir. Çünkü murdarın hükmü şeriatça belirtilmiştir. İnsanoğluna da murdar hükmünü vermek ancak şer*î delil ile mümkün olur.

Kimisi, mezarlıkta namaz kılmak yasaklandığı için [97]mezarlıkta cena­ze namazını da kılmayı mekruh saymış ise de, ulemanın çoğu,

 

«Yeryüzü benim için namaz -gâh ve temizleyici kılınmıştır» [98] hadisi âmm olduğu için «Caizdir» demiş­lerdir. [99]

 

5. Cenaze Namazının Şartlan:            

 

Ulemanın hepsi, cenaze namazının şartlarından birinin kıbleye karşı durmak olduğunda nasıl müttefik iseler, ulemanın çoğu, bir diğer şartın da taharet olduğunda müttefiktirler. Ancak teyemmümle kılınabilir mi kılına­maz mı diye ihtilâf etmişlerdir.

Kimisi «Cenaze namazının kaçın İmasın d an korkulduğu zaman teyem­müm edilerek cenaze namazı kılınabilir» demiştir. îmam Ebû Hanife, Süf-yan Sevrî, Evzâî ve bir grup bunu benimser.

îmam Mâlik, îmam Şâfıi ve îmam Ahmed ise «Cenaze namazı teyem­mümle kılınamaz» demişlerdir.

Bu ihtilâfın sebebi, cenaze namazını farz namaza kıyas etmekte ih­tilâf etmeleridir. Cenaze namazını farz namaza, yani cenaze namazının kaçı­rılmasını farz namazı vaktinin çıkmasına benzetenler, cenaze namazının teyemmümle kılınmasını caiz görmüşlerdir. Cenaze namazının farz-ı kifâye veyahut -ihtilâfa göre- sünnetü'l-kifâye olduğuna bakarak bu benzetmeyi doğru bulmayanlar ise «Teyemmümle kılınması caiz değildir» demişlerdir.

Kimisi de şâzz bir görüşte bulunarak «Cenaze namazını tamamen taha-retsiz olarak kılmak caizdir» demiştir ki bu da Şa'bî'nin görüşüdür. Bunlar cenaze namazında rükû' ve secdeler bulunmadığı için bu namazın namazdan ziyade, duaya benzediğini zannetmişlerdir. [100]

 

31. Ölülerin Defni

 

Vücubunda ihtilâf edilmeyen ölüleri defnetmenin aslı,

  "Biz yeryüzünü dirilerin ve

ölülerin toplantı yeri yapmadık mı?" [101] ve

"Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi" [102] âyet-i kerimeleridir.

îmam Mâlik ile İmam Şafii «Kabirleri ces (kireç) ile sıvamak mekruh­tur», îmam Ebû Hanife ise «Caizdir» demişlerdir.

Kimisi «Kabirler üzerinde oturmak da mekruhtur», kimisi de «Nehye-dilen oturmaktan maksat kaza-i hacet için oturmaktır» diyerek caiz olduğu­nu söylemiştir.

Bunların nehyi hakkında varid olan hadislerden biri Câbir b. Abdul­lah'ın «Peygamber (s.a.s) mezarları ces ile sıvamaktan, mezar tasları üze­rinde yazı yazmaktan, mezarlar üzerinde oturmaktan ve bina yapmaktan nehyetti» [103] mealindeki hadisidir. Biri de, Amr b. Hazm'ın «Peygamber (s.a.s) benim bir kabir üzerinde oturduğumu gördü bana

«Kabir üzerinden in. Ne senin kabir sahibini incitmeğe hakkın, ne de onun seni incitmeğe hakkı vardır» dedi» [104]mealindeki hadisidir.

Mezarlar üzerinde oturmayı caiz görenler, Ziyâd b. Sâbit'ten «Peygam­ber (s.a.s) mezarlar üzerinde oturmaktan -ancak malum olan iki tabii ihtiyaç­tan birini gidermek için olduğu zaman- nehyetmiştir» mealinde rivayet olu­nan hadis ile ihticac etmiş ve «Ebû Hüreyre'den «Peygamber (s.a.s):

«Kim bir kabir üzerinde kaza-i hacet yapmak için oturursa bir ateş kö­zü üzerinde oturmuş gibi olur» [105]mealinde rivayet olunan hadisi de bunu te'yid etmektedir» demişlerdir, imam Mâlik, İmam Ebû Hanife ve imam Şafii de bunu benimser. [106]

 

 



[1] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/433.

[2] Müslim, Cenâiz, 11/1, no: 916.

[3]  Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/20, no: 3116.

[4]  Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/20, no: 3116.

[5] Tirmizî, Salât, 127, no: 172; Îbn Mâcc, Cenâiz, 6/18, no: 1486.

[6] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/435.

[7] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/437.

[8] Cumhur gibi, Ebû Hanifc de bu görüştedir.

[9] Buhârî, Cenâiz, 23/8, no: 1253.      

[10] Buhârî, Cenâiz, 23/21, no: 1267.

[11] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/437.

[12] Buhârî, Cenâiz, 23/75,no: 1347.

[13] Ebû Dâvûd, Sünnet, 34/32, no: 4772.

[14] îbn Sa'd, Tabakâu 1/124.

[15] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/437-439.

[16] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/439-440.

[17] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/440.

[18] Hadis, TirmizMc "Cenan, 8/17, no: 993" yer alıyor.

[19]  Ebû Hanife'ye göre, ölüyü yıkama durumunda abdest almak sünnettir.

[20] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/441.

[21] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/441.

[22] Mâlik, Cenaiz,16/l,no: 1.

[23]  Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/32, no: 1341.

[24] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/441-442.

[25] Buhârî, Cenâiz, 22/10, no: 1255; Müslim, Cenâiz, 11/12, no: 939.

[26] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/442.

[27] Buhârî, Cenâiz, 23/8, no: 1253.

[28] Buhârî, Cenâiz, 23/14, no: 1260.

[29] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/443-444.

[30] Buhârî, Cenan, 23/18, no: 1265.

[31] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/36, no: 3157.

[32] Buhârî, Cenaiz!, no: Î276.

[33] Buhari,cenaiz 23/21, no: 1268.

[34] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/445-446.

[35] Mâlik, Cenâiz, 16/3, no: 8.                            

[36] Abdürrezzak, 3/445, no: 6263; İbn Ebî Şeybe, 3/278.

[37]  Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/50, no: 3814.                        

[38]  Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/50, no:3180.                        

[39] Mâlik, Cenâiz,\6/11, no: 33.

[40]  Buhârî, Cenâiz, 23/46, no: 1307; Müslim, Cemiz, 11/24, no: 958; Ebû.Ddvûd, Cemiz 15/47, no: 3172.

[41] Ebû Dâvûd, Cenah, 15/49, no: 3180.

[42] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/447-448.

[43] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/449.

[44] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/449.

[45]  Mâlik, Cenâiz, 16/5, no: 15.                        

[46] Müslim, Cenâiz, 11/23, no: 957.

[47] îbn Abdilberr, Istizkâr, ?.

[48] Tirmizî, Cenâiz, 176, no: 1083.

[49] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/449-450.

[50] Buhârî, Cenâiz, 23/65, no: 1335.

[51] Müslim, Cenâiz, U/26, no: 963; Tirmizî, Cenâiz, 37, no: 1030; Nesâî, 4/73.

[52] Tahâvî, Şer hu Meâni'l-Âsâr, 1/500.

[53] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/450-451.

[54] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/451.

[55] Buhârî, Cenâiz, 23/62, no: 1331-1332; Müslim, Cenâiz, 11/27, no: 964.

[56] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 57, no: 3194.

[57] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/451-452.

[58] Abdürrezzak, ?;Nesâî,4f?\.

[59] Merfu1 bir hadis değildir, bkz. Abdürrezzak, 3/149, no: 5115.

[60] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/452-453.

[61] Buhârî, Ezan, 10/21, no: 636.

[62] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/453-454.

[63] Buhârî, Cenâiz, 23/66, no: 1337; Müslim, Cenâiz, 11/23, no: 956.

[64] Mâlik, Cenâiz, 16/5, no: 15.

[65] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/454-455.

[66] Dârakutnî, 2/56.                              

[67] Ebû Hanife, bu görüştedir. (2)Tevbe,9/84.

[68] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/52, no: 3186.

[69] Müslim, Cenâiz, 11, no: 978.

[70] Buhârî, Tıb> 76/56, no: 5778.

[71] Buhârî, îman, 2/15, no: 22.                                           

[72] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/455-457.

[73] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/31, no: 3138.

[74] İbn Mâce, Cenâiz, 6/28, no: 1513.

[75] îbn Ebî Şeybe, 2/291, no: 12868; Ebû Dâvûd, Merâsîl, 46.

[76] Nesâî, 4/60.

[77] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/457-458.

[78] Tirmizî, Cenâiz, 42, no: 1038,

[79] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/49, no: * 1 «0.

[80] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/53, no: 3187.

[81] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/53, no: 3188.

[82] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/458-459.

[83] Buhâii, Kader, 82/3,6599; Müslim, Kader, 46/6, no: 2558..

[84] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/459.

[85] Ebû Hanife, bu görüştedir.

[86] Beyhâkî, 4/29.

[87] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/460.

[88] Buhârî, Cenâiz, 23/64, no: 1333.

[89] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/460.

[90] Hanefi mezhebine göre, vücudunun yansından çoğu bulunmayanların cenaze namazı kılınmaz.

[91] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/460.

[92] Müslim, Salâtü'l-Müsâfırîn, 6/51, no: 831.

[93] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/461.

[94] Mâlik, Cenâiz, 16/8, no: 22.

[95] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/54, no: 3191.

[96] Buhârî, Cenâiz, 23/64, no: 1334.               

[97] Ebû Dâvûd, Salât, 2/24, no: 492. '3) Buhân7Teyemmüm, 7/1, no: 335.

[98] Buhari, teyemüm, 7/1, no:335

[99] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/461-462.

[100] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/462-463.

[101] Mürselât, 77/25-26.

[102] Mâide,5/31.

[103] Müslim, Cenâiz, 1/32, no: 970; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/76, no: 3225.

[104] Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr, 1/515.

[105] Tahâvî,a.£.«., 1/517.

[106] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/465-466.