26. Ölüm Sırasında ve Sonrasında Yapılacak îşler
A- Erkek ve Kadının Birbirini Yıkaması:
B- Karı-Koca'nın Birbirini Yıkaması:
C- Ölüyü Yıkadıktan Sonra Gusül:
E-5. Erkek ve Kadın Cenaze Namazlarında Sıra:
2.Cenaze Namazı Kılananlar ve Kılacaklar:
A- Ehl-iBid'at ve İntihar Edenler:
Ölülerin,
sağ kalanlar üzerindeki haklarından ibaret olan bu bahsimiz -ölünün can
çekişirken kendisine yapılması müstehab olan hizmetlerle öldükten sonra onu
yıkamak, kefenlemek, omuzlarda taşıyıp beraberinde mezarlığa kadar gitmek,
üzerinde namaz kılmak ve onu defnetmek olmak üzere- altı bab'tır. [1]
Peygamber (s.a.s)
Efendimiz,
«Ölülerinize, kelimesini
hatırlatınız» [2] ve
«Kim ki son sözü
olursa cennete girer» [3]
buyurduğu için ulema «Hastaya -Öleceği sirada- kelimesini hatırlatmak
müstehabtır» diye ittifak etmişlerse de, yüzünü, kıbleye döndürmenin müstehab
olduğunda ihtilâf edip kimisi «Müstehabtır» [4],
kimisi «Değildir» demiştir.
İmam Mâlik'ten:
«Hastanın öleceği sırada yüzünü kıbleye döndürme geleneği sonradan çıkma bir
bid'attır» dediği rivayet olunmuştur. Rivayete göre Said b. el-Müseyyeb de
bunun sünnet olmadığını söv lemistir. Ashab ve Tabiinden ise, bu hususta
herhangi bir şey nakledilmemiştİr.
Hasta öldükten sonra
gözlerinin kapatılması ve bekletilmeden gömülmesi ise müstehabtır. Zira bu
hususta hadisler varid olmuştur [5] Ancak
suda boğularak ölen kimseyi gömmekte acele etmemek müstehabtır. Zira suda
boğulanın nefes alamadığı için ölüp Ölmediği, hemen belli olamaz.
(Kadı
-îbn Rüşd- diyor ki): Suda boğularak ölen kimse böyle olunca, ta-biblerce damar
tıkanıklığı ve benzeri diye tanınan birçok hastalıktan ölenler evleviyetle
bekletilmelidir. Hatta bazı tabibler «Kalb sektesinden ölenler üç gün
bekletilmelidir» demişlerdir. Ebû Hanife, bu görüştedir. [6]
Bu
bab, Ölüyü yıkamanın hükmü nedir, hangi ölü yıkanır, ölüyü kim yıkayabilir ve
ölü nasıl yıkanır? dîye dört fasıldır. [7]
Ölüyü yıkamak, kimisi
«Farz-ı kifâyedir» [8], kimisi «Sünnet-i
kifaye-dir» demiştir. Mâlikî mezhebinde yer alan bu iki değişik görüşün sebebi,
bunun kavlî hadislerle değil de, fiilî hadislerle nakledilmiş olmasıdır. Zira
fiil söz değildir ki ondan vücub veyahut sünniyet anlaşılmış olsun.
Abdülvehhab,
ölüyü yıkamanın vacib olduğuna, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in vefat eden
kızını yıkayan kadınlara, ve hacc ihramında ölen adam hakkında da [9] «Onu
yıkayın» [10] emirleri ile ihticac
etmiştir. Bu emirlerin, yıkamanın gerektiğini değil de, keyfiyetini bildirmek
için olduğunu söyleyenler, vacib olmadığını, «hem gerektiğini, hem keyfiyetini
bildirmek içindir» diyenler ise vacib olduğunu söylemişlerdir. [11]
Ulema «Kâfirlerle olan
savaşta öldürülmemiş olan müslüman ölüyü yıkamak vacibtir» demişlerdir. Fakat
şehid düşen müslümanm yıkanıp yıkan-
madiği ve namazı
kılınıp kılınmadığı, ayrıca gayri müslim olan ölünün de yıkanıp yıkanmadığı
hususlarında ihtilâf etmişlerdir. Cumhur, «Kâfirlerle savaşırken şehid düşen
kimse, ne yıkanır, ne de namazı kılınır. Zira -rivayet olunduğuna göre-
Peygamber (s.a.s) Efendimiz, Uhud savaşı şehidlerinin yıkanmadan ve elbiseleri
ile birlikte gömülmelerini emir buyurmuş ve namazlarını kılmamıştır» [12]
demiştir.
Hasan Basrî ile Said
b. el-Müseyyeb ise «Her müslüman ölü yıkanır. Zira her ölen cenabet (hükmünde)
olur» demişlerdir. Herhalde bunlar, Uhud savaşı şehidlerinin yıkanmalarında
zorluk bulunduğu için yıkanmadık!annı zannetmişlerdir. Fıkıh ulemasından
Ubeydullah b. Hasan el-Anberî de bu görüşe katılır. Ebû Ömer'e «Îbnü'l-Münzir
şehidlerin yıkandığını hikâye eder. Ne dersin?» diye sorulmuş, Ebû Ömer
«İbnü'l-Münzir'in dediği doğrudur. Hz. Ömer (r.a.) şehid olduğu halde hem
yıkanmış, hem kefenlenmiş ve hem de namazı kılınmıştır» demiştir.
Savaş şehidlerinin yıkanmadığında
ittifak edenler,-hırsız ve yol kesiciler gibi- kâfir olmayanlar tarafından
öldürülenlerde ihtilâf etmişlerdir. Evzâî, îmam Ahmed ve bir grup:
«Yıkanmazlar», îmanı Mâlik ile îmam Şafii «Yıkanırlar» demişlerdir.,
Bu ihtilâfın sebebi,
yıkanmamanın sebebi mutlak şehidlik midir, yoksa kâfirlerin eli ile öldürülmüş
olmak mıdır diye ihtilâf etmeleridir. «Mutlak şehidliktir» diyenler, «Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in şehid dediği kimselerin hiçbiri yıkanmaz» [13]
demişlerdir.
Kâfirlerin eli ile
öldürülmektir diyenler ise, «Yalnız savaş şehidleri yıkanmaz» demişlerdir.
Gayr-i müslimlerin
yıkanıp yıkanmaması hususundaki ihtilâfa gelince:
imam Mâlik «Müslüman
kişi müslüman olmayan babasını yıkayamaz, hatta eğer ziyamdan korkmazsa onu
gömmez bile» demiştir.
îmam Şafii «Müslümamn,
müslüman olmayan yakınlarını yıkayıp gömmesinde sakınca yoktur» demiştir.
Ebû Sevr ve îmam Ebû
Hanife ile tabileri de buna kaildirler. Ebû Bekir b. el-Münzir, «Müslüman
olmayan ölüyü yıkayıp yıkamamakta uyulması gereken bir sünnet yoktur» der.
Ancak Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, amcası Ebû Tâlib öldüğü zaman,
yıkanmasını emir buyurduğu rivayet olunmaktadır [14]
Bu ihtilâfın sebebi,
Ölüyü yıkamak bir taabbüd müdür, yoksa temizliği ön gören bir emir midir diye
ihtilâf etmeleridir. Taabbüddür diyenler «Müslüman olmayan Ölüyü yıkamak caiz
değildir» demişlerdir. İkincisini
söyleyenler
ise caiz olduğunu söylemişlerdir. [15]
Ulema, «Erkek ölüyü,
kadınlar, kadın ölüyü de, erkekler yıkayamaz» demişlerdir. Ancak eğer kadını
yıkayacak kadın veya erkeği yıkayacak erkek bulunmazsa ne yapmalıdır diye
ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Elbisesi
içinde yıkanır» kimisi «Yıkanmaz, teyemmüm ettirilir» demiştir ki İmam Şâfıi,
Ebû Hanife ve ulemanın cumhuru bunu benimser. Kimisi de «Ne yıkanır, ne de
teyemmüm ettirilir, yalnız defnedilir» demiştir. Ley s b. Sa'd da bunu
benimser.
Bu ihtilâfın sebebi,
emir ile nehiyden birini diğerine üstün kılmakta ihtilâf etmeleridir. Zira bir
yandan Ölünün yıkanması emredilmişken, diğer yandan erkeklerle kadınların
birbirlerinin vücutlarına bakmaları yasaklanmıştır,
Nehyi emre üstün kılan
ve abdest ile gusül yerine teyemmüm ruhsatını sağ olanlara mahsus görüp
teyemmüm ruhsatında ölüyü sağ olanlara kıyas etmeyenler, «Erkek ile kadınlar ne
birbirlerini yıkayabilir, ne de teyemmüm ettirebilirler» demişlerdir.
Emri nehye üstün
kılanlar, «Birbirlerini yıkayabilirler» demişlerdir.
Teyemmümü
benimseyenler ise, «Teyemmümde emir ile nehiy arasında çelişme yoktur. Zira
erkek ile kadın birbirlerinin teyemmüm uzuvlarına bakabilirler» demişlerdir.
Bunun içindir ki îmam Mâlik, «Erkek kadına teyemmüm ettirirken onun yüzünü ve
yalnız ellerini teyemmüm ettirir, kadın erkeğe teyemmüm ettirirken onun yüzünü
ve dirseklere kadar ellerini teyemmüm ettirir» demiştir. Çünkü ona göre
erkeğin mahrem yeri yalnız göbeği ile diz kapaklarının arasıdır. Şu halde
yıkama yerine teyemmüm ettirmeği caiz görenlere göre, bunu caiz kılan zaruret
yukarıda geçen emir ile nehyin birbirleri ile çelişmesidir. O halde bunlar bu
zarureti, sağ olan kimseye teyemmüm etmeği caiz kılan zarurete kıyas etmiş
olmalıdırlar. Halbuki bu uzak bir kıyastır. Bununla beraber cumhur bu kıyası
yapmıştır. İmam Mâlik ise, bu mes'elede değişik sözler söylemiştir.
Bir kere: «Aralarında
mahremiyet olsun olmasın erkek ile kadın birbirlerine teyemmüm ettirirler»
demiştir. Bir kere, aralarında mahremiyet olanlarla olmayanları, bir kere de,
aralarında mahremiyet olan erkek ile kadını birbirinden hükümde
ayırmıştır.
îmam Mâlik'in bu
değişik sözlerinden üç görüş meydana geliyor ki en
meşhurları,
erkek ile kadından her birinin diğerini elbisesi içinde yıkayabil-diğidir.
ikincisi, -cumhurun birbirine yabancı olan erkek ile kadın hakkında dediği
gibi- birbirlerini yıkamayip teyemmüm ettirmesidir. Üçüncüsü, kadının erkeği
yıkaması, erkeğin ise kadına teyemmüm ettirmesidir. Men'in (Yasak) sebebi, yek
diğerine yabancı olan erkek ile kadın nasıl birbirlerinin yıkanması gereken
yerlerine bakamıyorlarsa, yekdiğerine yabancı olmayan erkek ile kadının da
vücutlarının aynı yerlerine bakamamalarıdır. Ibahe'nin (izin) sebebi ise
zarurettir. Zira zaruret halinde birbirlerine yabancı olmayanlar daha da mazur
sayılırlar. Erkek ile kadın arasında fark yapmanın sebebi de, erkeğin kadına
bakmasının, kadının erkeğe bakmasından daha ağır olmasıdır. Zira kadının
erkeklerden örtünmesi emrolunmuşsa da, erkeğin kadınlardan Örtünmesi
emrolunmamıştır. [16]
Bu babta ulema,
kadının kendi kocasını yıkayabildiğinde müttefik iseler de, kocanın kendi
karısını yıkayabildiğinde ihtilâf etmişlerdir. Cumhur, cevazım benimser. îmam
Ebû Hanife ise, «Yıkayamaz» demiştir.
Bunun da sebebi, ölümü
boşanmaya kıyas etmekte ihtilâf etmeleridir.
İmam Ebû Hanife,
«Evlilik bağı boşanma ile nasıl kopuyorsa, ölüm ile de ortadan kalkar. Nitekim
iki kız kardeşten biri boşandığı zaman diğerinin nikâhı nasıl caiz oluyorsa,
birinin ölümü halinde de diğerinin nikâhı caiz olur» demiştir ki bu, uzak bir
kıyastır. Zira iki kız kardeşi bir nikâh altında bulundurmanın caiz olmamasının
sebebi, birinin ölümü ile ortadan kalkar. Bunun içindir ki diğerinin nikâhı
caiz olur. Ancak eğer «iki kız kardeşi bir nikâh altında bulundurmanın
yasaklığı herhangi bir sebebe dayanmayan ta-abbüdî bir emirdir» denilse, o
zaman imam Ebû Hanife'nin bu görüşüne yer verilmiş olabilir.
Ulema, kesin (bain)
olarak boşanan kadının kocasını yıkayamadığında müttefiktirler. Fakat ric'i
(dönülebilir) talak ile boşanan kadında ihtilâf etmişlerdir, îmam Mâlik'ten
«Kocasını yıkayabilir» dediği rivayet olunmuştur, imam Ebû Hanife ile tabileri
de bunu benimser. îbnü'I-Kasım ise «Boşanma ric'i de olsa yıkayamaz» demiştir.
Bu görüş, imam Mâlik'in kıyasına daha uygundur. Zira ona göre kişi, ric'i talak
ile boşadığı karısına bakamaz. imam Şâfîi de bu görüştedir.
Bu
ihtilâfın s e b e b i de, kişi ric'i talak ile boşadığı kadına iddeti daha
bitmemişken bakabilir mi, bakamaz mı diye ihtilâf etmeleridir. [17]
Ulema ölü yıkamakla
gusül lâzım gelir mi, gelmez mi diye ihtilâf etmişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi,
Ebû Hüreyre ile Ishak'ın hadisleri arasındaki çelişmedir. Zira Ebû Davud'un
rivayetine göre Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in: «Kim bir ölüyü yıkarsa
gusletsin ve kim bir ölüyü taşırsa abdest alsın» [18]
buyurduğu Ebû Hüreyre'den rivayet olunmuştur [19]
Diğer hadise göre ise,
Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma babasını yıkadıktan sonra dışarı çıkıp orada bulunan
Muhacirin ve Ensar'a "Bugün hava çok soğuktur ve aynı zamanda oruçluyum.
Bilmem gusletmem gerekir mi?" diye sormuş onlar da "Hayır", diye
cevap vermişlerdir. Ulema "Esma'nın bu hadisi sahihtir", demişlerdir.
Fakat Ebû Hürey-re'nin hadisi -Ebû Ömer'in söylediğine göre- ulemanın çoğu
tarafından sahih görülmemiştir. Bununla beraber bu her iki hadis sahih de
olsalar aralarında gerçekte çelişme yoktur. Zira bu hükmü inkâr edenler o hükme
dair sünneti işitmedikleri için inkâr etmiş olabilirler.
Esma'nın
«Bilmem gusletmem gerekir mi?» şeklindeki sorusu da -Allah bilir- bu
mes'elenin ta o zamanda bile ihtilâf edilen bir mes'ele olduğunu
göstermektedir. İşte bütün bunlardan dolayı imam Şâfıi -âdeti üzere- ihtiyat
ederek «Ölüyü yıkayana gusül lâzım gelmez. Meğer Ebû Hüreyre'nin hadisi sübut
bula» demiştir. [20]
Bu
fasılda dört mesele vardır. [21]
Ölü yıkanırken
çamaşırı çıkarılır mı, yoksa içinde mi yıkanır diye ihtilâf etmişlerdir, imam
Mâlik: «Ölü yıkanırken çamaşırı çıkarılır ve fakat mahrem yerleri örtülür»
demiştir ki imam Ebû Hanife de bu görüştedir.
imam Şafii ise
«Çamaşırı içinde yıkanır» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi,
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in gömleği çıkanlmadan yıkanması [22] ona
hâs bir hüküm müdür, yoksa sünnet olduğu için mi gömleğinde yıkanmıştır diye
ihtilâf etmeleridir. Peygamber (s.a.s) Efen-dimiz'e hâs bir hüküm olduğunu ve
kişi sağ iken bakılması haram olan yerlerine, öldükten sonra da bakmanın haram
olduğunu söyleyenler, «Ölünün ça-maşın çıkarılır, ancak sağ iken bakılması haram
olan yerleri örtülür» demişlerdir. İcma' veyahut ilâhî emre dayanan bir sünnet
olduğunu söyleyenler ise, «Ölünün çamaşırı içinde yıkanması, daha efdaldir.
Zira hadiste, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'i yıkayanlara gaipten,
«Gömleği çıkarmayın» diye bir ses gelmiş ve o
anda gözlerine uyku girmiş diye rivayet olunmaktadır»[23]
demişlerdir. [24]
İmam Ebû Hanife «Ölü
yıkanırken ona ayrıca abdest aldırılmaz». İmam Şafii «aldırılır», İmam Mâlik
ise «Aldmlırsa iyi olur» demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi
kıyasın hadis ile çelişmesidir. Çünkü kıyas, ölüye abdest aldırılmamasım
gerektirmektedir. Zira abdest, ibâdeti eda etmek için farz kılınan bir şeydir.
İbâdet mükellefiyeti ise ölüden sakıt olmuştur. Hatta eğer Ölüyü yıkamak
hadislerde varid olmasaydı ölüyü yıkamak da vacib olmazdı.
Sıhhati sabit olan
Ümmü Atiyye hadisinin zahirinden ise, ölüyü yıkamada abdest aldırmanın şart
olduğu'anlaşılmaktadır. Çünkü bu hadiste, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
kerimesini yıkayan kadınlara:
«Sağ yanlarından ve
abdest uzuvlarından başlayın» diye emir buyurduğu anlatılmaktadır. Bu, her ne
kadar bir ziyade olup hadisin diğer rivayetlerinde yoksa da, Buhârî ile Müslim'de
yer aldığı için sabittir [25]
Bunun için, diğer rivayetler bu rivayetle çelişecek kuvvette değillerdir. Zira
mutlak mukayyede hamledilir. Çünkü mu-kayyedte, mutlaka nazaran fazla bir bilgi
vardır.
Bu
ihtilâfın s e b e p 1 e r i n d e n biri de bu olsa gerektir. Çünkü birçok
rivayetlerde abdestten bahsedilmeden sadece yıkamanın emredildiği bildirilmektedir.
Abdesti benimsemeyenler-kıyas, buradaki mukayyedle çeliştiği için- mutlak olan
rivayetleri tercih etmişlerdir. İmam Şafii ise, burada da kendi prensibine
uyarak mutîakı mukayyed'e hamletmiştir. [26]
Ulema, ölüyü kaç defa
yıkamak gerekir diye ihtilâf etmişlerdir.
İbn Şîrîn, «Ölüyü
yıkamada belli bir sayı şart olmamakla beraber yıkama sayısının tek olması
şarttır» demiştir.
İmam Ebû Hanife «Uç
defa yıkanır, üçden ne fazla, ne de eksik olamaz» demiştir.İmam Şâfıi «Üçten
aşağı olamaz. Fakat üçten yukan olan tek sayılar olur» demiştir.
İmam Ahmed ise «Tek
sayılar yediyi aşmamalıdır» demiştir. Kimisi de tek sayıyı şart görmeyip, sadece
müstehabtır demiştir ki İmam Mâlik bunlardandır.
Bu ihtilâfın sebebi,
kıyasın bu hususta rivayet olunan hadislerle çelişmesidir. Zira Ümmü Atiyye
hadisinin zahiri sayının şart olmasını göstermektedir. Çünkü bu hadiste,
«Onu üç ya da beş defa
veyahut -isterseniz- daha fazla yıkayınız»[27]
buyurulmuştur. Bu hadisin bazı rivayetlerinde «Veyahut yedi defa» [28]ziyadesi
vardır. Taharette ölüyü sağ olanlara kıyas etmek ise, .wğ olanların taharetinde
nasıl sayı şart değil ise ölünün taharetinde de herhangi bir sayının şart olmamasını
iktiza etmektedir. Hadisi kıyasa tercih edenler sayıyı şart görmemişlerdir.
Hadis ile kıyası
te'lif edenler ise, sayıyı istihbaba hamletmişlerdir. Sayı hakkındaki ihtilâfın
sebebi ise, Ümmü Atiyye hadisine dair rivayetlerin değişikliğidir.İmam Şâfıi
«Bu hadiste belirtilen tek sayıların en azı üç olduğu için, ölü üç defadan
aşağı yıkanmaz, fakat üçten fazla olursa caizdir. Çünkü hadiste Veyahut
isterseniz daha fazla yıkayınız' buyurulmuştur» demiştir.
İmam Ahmed ise, bu
hadisin bazı rivayetlerinde bulunan «Veyahut yedi defa yıkayınız» ziyadesini
tutmuştur.
İmam Ebû Hanife de,
«üçten fazla veya eksik olamaz» sözünde îbn Sîrîn'in tatbikatına uymuştur. Zira
rivayet olunduğuna göre îbn Şîrîn ölüleri iki defa gülhitmi, üçüncü defa da
kâfurla karışık su ile yıkar ve «Ümmü Atiy-ye'den böylece öğrendim» derdi.
Aynca İmam Ebû Hanife'ye göre gerçek tek sayı ancak üç sayısıdır. İmam Mâlik,
birinci defada duru su ile, ikinci defa hitmi ve su ile, üçüncü defa da kâfur
ve su ile yıkamayı müstehab görmüştür. Ulema, ölü yıkandıktan sonra karnından
bir pislik çıkarsa bir daha yıkanması lâzım gelir mi diye ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Lâzım gelmez», kimisi de «Lâzım gelir» demiştir. Bunlar da, kaç
defaya kadar lâzım gelir diye ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Yalnız bir
defa lâzım gelir» demiştir ki îmam Şafii bunu benimser. Kimisi «Üç defaya
kadar», kimisi de «Yedi defaya kadar lâzım gelir» demiştir.
Yedi defadan sonra
artık lâzım gelmediğinde müttefiktirler. Ulema, Ölünün tırnaklarını kesmek ve
kıllarından almakta da ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi
«Ölünün tırnaklan kesilir ve kıllarından alınır» kimisi de «Kesilmez ve
alınmaz» demiştir. Bunun hakkında herhangi bir hadis rivayeti bulunmadığı
halde bu ihtilâfın sebebi, bu mes'elede ta ashab devrinde ihtilâf edilmiş
olmasıdır. Tahmin ederim ki bu ihtilâf, ölüyü bu hususta sağ olanlara kıyas
etmekte ihtilâf etmelerinden ileri gelmiş olacaktır. Bu kıyası yapanlar, ölünün
tırnaklarını kesmeği ve haram kıllarını almayı vacib görmüşlerdir. Zira sağ
olanlar için bunun sünnet olduğunda müttefiktirler. Ulema yıkanmadan önce
ölünün karnını sıkmakta da ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Sıkıln*», kimisi
«Sıkılmaz» demiştir. «Sıkılır» diyenler, bunda bir nevi temizlenme
görmektedirler ki, bu abdest almadan önce sağ olanlardan nasıl matlup ise
Ölülerden de matluptur. «Sıkılmaz» diyenler ise, «Bu, hakkında nass bulunmayan
teklif bâb'ındadir. Böylesi tekliflerde ise ölü sağ olanlara kıyas edilemez»
demişlerdir. [29]
Ölüyü kefenlemenin
hükmü, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, Sahuliye denilen üç parça beyaz bez
içinde kefenlendiği ve bunların içinde gömlek üe sarık bulunmadığı yolundaki
hadis [30]
rivayetlerine dayanmaktadır. Ebû Dâvûd da, Leylâ binti Kaif es-Sekafiye'den,
«Peygamber (s.a.s)'in kerimesi Ümmü Gülsüm'ü yıkayanlar arasında idim.
Peygamber (s.a,s) ilk önce bize ruba'yı verdi, sonra gömleği, sonra baş
örtüsünü, sonra boy örtüsünü verdi. Ve bunlara da bir başka bez parçası
sarıldı. Peygamber (s.a.s) kapının arkasında oturmuştu ve hazırladığı kefen
parçalarını bize birer birer veriyordu» diye rivayet etmektedir [31]
Ulemadan kimisi, bu iki hadisin zahirini tutarak, «Erkeğin kefeni üç, kadının
da beş parçadır» demişlerdir ki îmam Şafii, îmam Ahmed ve bir kitle
bunlardandırlar.
îmam Ebû Hanife de
«Kadın en az üç kefene sarılmalıdır. Fakat sünnet beş parçadır. Erkek de en az
iki parçaya sarılmalıdır. Fakat sünnet üç parçadır» demiştir.
İmam Mâlik ise «Ne
erkek ve ne de kadının kefeninde muayyen bir sayı yoktur. İkisi için de birer
parça kâfidir. Ancak parça sayısının birden fazla olduğu zaman tek olması
müstehabtır» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi,
yukarıda geçen iki hadisin mefhumunda ihtilâf etmeleridir. Bu hadislerden
tahyir ve ibahe'yi anlayanlar, kefen hakkında muayyen bir sayıyı benimsememiş,
ancak -her iki hadiste de zikredilen kefen sayısının tek olduğu için- kefen
parçalan sayısının tek olmasını müstehab görmüş ve bunda erkek ile kadın
arasında ayırım yapmamışlardır. Hadisleri emir mânâsında görenler ise sayıyı
ya vacib ya da müstehab görmüşlerdir ki, bunların hepsi de mümkündür. Zira bu
hususta şeriatın kesin bir emri yoktur. Nitekim Uhud savaşında şehid düşen
Mus'ab b. Ümeyr alaca yünden mamul bir kaftana sarılmıştır ki bu kaftan başını
bururken ayaklan, ayaklannı kapatırken başı açılmış ve bunun üzerine Peygamber
(s.a.s) Efendimiz:
«Onunla başını örtünüz
ve ayakları üstüne de izhir (denilen kokulu ot) den koyunuz» [32]buyurmuştur.
Ulema «Hac ihramında
ölen kimse dışında kalan bütün ölüler kefenle-nirken başlan örtülür ve
kendilerine güzel koku sürülür» demişlerdir.
ihramda ölen kimse
hakkında ise ihtilâf etmişlerdir, imam Ebû Hanife, ihramda ölen kimseyi de
diğer ölülerden ayırmamıştır. Fakat imam Şâfıi «Hac ihramında ölen kimsenin
başını örtmek ve ona güzel koku sürmek caiz değildir» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi,
bu husus hakkında varid olan hadisteki husus ile, umûmî ölüler hakkındaki
hadislerin umumu arasında bulunan çatışmadır. Zira İbn Abbas'tan rivayet
olunduğuna göre adamın biri ihramda iken devesinden düşmüş ve boynu kınlıp
ölmüştür. Peygamber (s.a.s) Efendimiz de:
«Onu
iki kefene sarınız, su ve hitmi ile yıkayınız, basını örtmeyiniz ve ona güzel
koku yaklaştırmayınız. Zira kıyamet günü LEBBEYK LEBBEYK diyerek
dirüîilecektir» [33] buyurmuştur. Uhud savaşı
şehidleri hakkında yürütülen muameleyi bütün şehidlere teşmil edenler gibi bu
hadisin hükmünü de ihramda ölen herkese teşmil edenler, «İhramda ölenin başı
örtülmez ve ona güzel koku sürülmez» demişlerdir. Bu hadisi diğer hadislerden
bir istisna mahiyetinde görmeyip hadisleri te'lif yoluna gidenler ise, «Bu
hadisin hükmü, sadece bu hadisin, hakkında varid olduğu kimseye mahsus olup başkasını
kapsayıcı değildir» demişlerdir. [34]
Cenazeyi teşyi ederken
(kabre götürürken) beraberinde yürümenin keyfiyetinde ihtilâf etmişlerdir.
Medine uleması «Sünnet
olan, cenazenin önünde yürümektir» Ebû Hanife ile tabileri olan Küfe uleması
da «Arkasından yürümektir» demişlerdir.
Bu ihtilâfın s e b e b
i, her bir grubun kendi selefinden rivayet ettiği hadislerin, diğer grubun
rivayet edip dayandığı hadislere uymamasıdır. imam Mâlik mürsel olarak
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den ve Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer'den, ölünün
önünde yürümeyi rivayet etmektedir [35] ki
imam Şafii de bunu benimser.
Küfe uleması ise;
Abdurrahman b. Ebzî'den «Hz. Ali (r.a.) ile bir cenaze teşyiinde beraber
bulunuyordum- Hz. Ali (r.a.) elimden tutmuştu ve ölünün arkasında yürüyorduk.
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer de ölünün önünde yürüyorlardı. Bunu kendisine
sordum- Ölünün arkasında yürüyenin, önünde yürüyenden üstünlüğü farz namazın
nafile namazdan üstünlüğü kadardır. Ebû Bekir ile Ömer de bunu biliyorlar.
Fakat ikisi de kolaylaştırıcı kimseler olup halka böyle de olur diye göstermek
için önde yürüyorlar dedi» [36]
mealinde getirdikleri rivayete dayanmaktadırlar.
Hz. Ali'den «Ölüyü
önüne al ve gözünü ondan ayırma. Zira o büyük bir öğüt, uyan ve ibrettir»
dediği de rivayet olunmuştur. Küfe uleması aynca İbn Mes'ud'un «Peygamber
(s.a.s) 'e, cenaze ile beraber yürümenin keyfiyetini sorduk. «Cenazenin
arkasından gidilir, cenaze kimsenin arkasından gitmez, cenaze ile beraber
bulunanlardan hiç kimse cenazeyi geçemez» dedi» [37]
mealindeki hadisi ile, Muğire b. Şu'be'nin «Peygamber (s.a.s),
«Binenler, 'cenazenin
Önünde, yaya yürüyenler de; cenazenin arkasında, önünde, sağında ve solunda ve
ona yakın olarak yürürler' diye buyurdu» mealindeki hadisine de dayanmışlardır [38]
Ebû Hüreyre'nin,
«Cenazenin arkasından yürüyünüz» hadisi de
mânâ bakımından bu hadislere yakındır. Küfe ulemasının dayandıkları hadisler
işte bunlardır ki hepsine de sahihdir derler. Diğerleri ise bu hadisleri zayıf
ve kuvvetsiz bulmuşlardır.
Ulemanın çoğu, îmam
Mâlik'in Hz. Ali'den «Peygamber (s.a.s) cenaze merasiminde ilkin ayakta duruyor
idiyse de, sonradan bu âdeti bırakıp otu-rarakyapardı» [39]
mealinde getirdiği hadise dayanarak cenazenin önünden ayağa kalkmanın mensuh
olduğunu söylerler. Kimisi de, Amir b. Rabia'mn «Peygamber (s.a.s):
'Cenazeleri gördüğünüz
zaman ayağa kalkın ve cenaze sizi geçinceye veyahut yere bırakûıncaya kadar
ayakta durun' buyurdu»[40]
şeklindeki hadislere dayanarak cenazenin Önünden kalkmayı vacib görmüşlerdir.
Mensuh olduğunu söyleyenler, bu neshin kabir üzerinde ve ölü gömülürken ayakta
durmaya da şamil olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi lafzın zahirine
bakarak şamil olduğunu, kimisi de Hz. Ali'nin fiiline bakarak şamil olmadığını
söylemiştir. Zira neshi rivayet eden Hz. Ali -rivayet olunduğuna göre-
lbnü'l-Mükennef in kabri üzerinde ayakta durmuş ve kendisine «Ya Emira'l-Mü'minîn,
niçin oturmuyorsun[41]»
diye sorulunca da «Kardeşimizin kabri üzerinde ayakta durmamız ona küçük bir
hizmeti-mizdir» demiştir. [42]
Cenaze namazının farz
olduğunu öğrendikten sonra bu bab, cenaze namazı ne şekilde, kime ve kimler
tarafından, ne zaman, nerede kılınır ve şartlan nelerdir diye beş fasla
ayrılmaktadır. [43]
Cenaze namazının şekli
hakkında beş mes'ele vardır. [44]
Cenaze namazında
alınması gereken tekbirlerin sayısı hakkında ta as-hab-ı kiram devrinde üç ile
yedi tekbir arasında ihtilâf edilmişse desonraki İslâm müctehidleri bu
tekbirlerin sayısının dört olduğu üzerinde ittifak edip, bunlardan yalnız İbn
Ebî Leylâ ile Câbir b. Zeyd beş tekbir olduğunu söylemişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi,
bu mevzudaki hadis medlullerinin çeşitli olmasıdır. Zira Ebû Hüreyre'den
rivayet olunduğuna göre Habeş Kralı Necâşî öldüğü gün, Peygamber (s.a.s)
Efendimiz onun ölüm haberini vererek ashabı ile birlikte musallaya çıkmış ve
ashaba saf bağlamalarını buyurarak dört kere tekbir almıştı). Bu hadisin
sıhhatinde ittifak edildiği için ulemanın cumhuru «cenaze namazının tekbirleri
dörttür» demiştir.
«Peygamber (s.a.s) bir
yoksul kadının mezarı üzerinde namaz kılıp dört kere tekbir aldı» [45]
mealinde rivayet olunan hadis de aynı medlulü taşımaktadır.
Müslim ise, Abdurrahman
b. Ebî Leylâ'dan «Zeyd b. Erkanı cenazelere namaz kılarken dört kere tekbir
alırdı Bu defa da beş kere tekbir aldı, Ona sorduk. Rasûlullah (s.a.s) beş kere
tekbir alırdı dedi» [46] diye
rivayet etmektedir.
Ebû Hayseme de
babasından «Peygamber (s.a.s) Necaşî ölünceye kadar ölülere dört, beş, altı,
yedi ve sekizer kere tekbir alırdı. Necaşî ölünce, arkasında ashabın saf
bağlamalarını emrederek dört kere tekbir aldı ve vefat edinceye kadar artık
bunun üzerinde durdu» [47] diye
rivayet etmektedir. Bu hadis de cumhurun görüşü için açık bir hüccettir.
Ulema, birinci
tekbirde el kaldırmanın sünnet olduğunda ittifak etmişlerse de diğer
tekbirlerde ihtilâf edip kimisi «Kaldırılır», kimisi «Kaldırılmaz» demiştir.
Tirmizî, Ebû
Hüreyre'den «Peygamber (s.a.s) bir cenaze namazında tekbir aldı ve birinci
tekbirde ellerini kaldırıp sağ elini sol eli üzerine koydu» [48] diye
rivayet etmektedir. Bu hadisin zahirine bakan ve esasen yalnız birinci tekbirde
el kaldırmanın sünnet olduğu görüşünde olanlar, «Yalnız birinci tekbirde el
kaldırılır» demişlerdir.
Bütün tekbirlerde el
kaldırılır diyenler ise, «Tekbirlerin hepsi de ayakta ve dimdik durulurken
alındığı için aynı vasıftadırlar» diyerek diğer tekbirleri de birinci tekbire
kıyas etmişlerdir. [49]
Ulema, cenaze
namazının okuyuşunda da ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik ile îmam Ebû Hanife:
«Bu namazda herhangi bir şey okunmaz, sadece dua edilir» demişlerdir.
imam Mâlik ayrıca
"Ölü namazında fatihayı okumak bizim çevremizde hiçbir vech ile ma'mülün
bih (uygulanagelen durum) değildir. Bu namazda ancak birinci tekbirden sonra
Allah'a hamd ve sena edilir, sonra tekbir alınıp Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e
salâvat getirilir, sonra tekbir alınıp ölüye dua edilir, sonra tekbir alınıp
selâm verilir» demiştir.
imam Şafii ise
"Birinci tekbirden sonra fatiha okunur, diğer tekbirlerden sonra ise İmam
Mâlik'in dediği gibi yapılır» demiştir ki İmam Ahmed ile İmam Dâvûd da bunu
benimser.
Bu ihtilâfın sebebi,
hem Medine'de cari olan amelin rivayete uymaması ve hem de cenaze namazının
«Namaz» tabirine girip girmediğinde ihtilâf etmeleridir. Zira Buhârî, Talha b.
Ubeydullah b. Avf dan «Bir ölü için Ibn Abbas'ın arkasında namaz kıldım. İbn
Abbas fatihayı okuyup sonra da 'herkes fatihayı okumanın sünnet olduğunu
bilmelidir' dedi»[50] diye
rivayet etmektedir. Halbuki îmam Mâlik Medine'de cenaze namazında fatiha okunmadığını
nakletmektedir.
Buhârî'nin bu
rivayetini amele tercih eden ve cenaze namazının «namaz» tabirine girdiği
görüşünde olanlar «Peygamber (s.a.s) Efendimiz Tati-hasız hiçbir namaz yoktur1
buyurduğu için cenaze namazında da fatiha okunur» demişlerdir. îmam Mâlik'in
görüşü için, Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in cenaze namazında ölüye dua
ettiğini nakleden ve fakat fatihayı okuyup okumadığını açıklamayan hadislerin [51]
zahiri ile de ihticac edilebilir. Şu halde bu hadisler hem îbn Abbas'ın hadisi
ile çelişmekte, hem de «Hiçbir namaz fatihasız olamaz» hadisini tahsis
etmektedirler.
Tahâvî de İbn
Şihab'tan, ashabtan bir zatın, ashabın büyüklerinden ve ulemasından olan Ebû
Ümâme b. Sehl b. Hanife «Sünnet, cenaze namazında fatiha okumaktır» diye
söylediğini nakletmektedir. îbn Şihab diyor ki: Ebû Ümâme'nin bana söylediğini
Muhammed b. Süveyd el-Fihrî'ye söyledim. Muhammed "Ben de Dahnak b.
Kays'tan, Habib b. Mesleme'nin cenaze namazı hakkında Ebû Ümâme'nin dediği
gibi dediğini işittim" [52]
dedi. [53]
Cenaze namazında bir
kere mi, yoksa iki kere mi selam verilir diye ihtilâf etmişlerdir. Cumhur,
cenaze namazı selâmının bir kere olduğu görüşündedir. İmam Ebû Hanife ile ulemadan
bir kitle ise «İki kere selâm verilir» demişlerdir, îmam Şafii'nin tabilerinden
Müzenî de îmam Şafii'nin iki kavlinden biri olan bunu ihtiyar etmiştir.
Bu ihtilâfın sebebi,
farznamazı selamının sayısında ve bu namazı farz namaza kıyas etmekte ihtilâf
etmeleridir. Farz namazı selamının bir kere olduğu görüşünde olan ve bu namazı
da farz namaza kıyas edenler, «Bu namazda bir kere selâm verilir» demişlerdir.
Farz namazı selamının
iki kere olduğunu söyleyenler ise, «Bu namazda iki kere selam verilir ve farz
namazın sünnet olan selamı burda da sünnettir, farz olanı burada da farzdır»
demişlerdir. îmam Mâlik'in mezhebinde ayrıca bu namaz sesli midir, sessiz midir
diye ihtilâf vardır. [54]
îmam, ölünün neresi
hizasında durmalıdır diye ihtilâf etmişlerdir. Ulemadan bir cemaat, «Ölü ister
erkek, ister kadın olsun İmam tam onun ortası hizasında durur» demişlerdir. Bir
başka cemaat da, «Eğer ölü kadın ise ortası, erkek ise başı karşısında durur» demişlerdir.
Ulemadan kimisi de «Ölü er-
kek olsun, kadın olsun
göğsü karşısında durur» demiştir. İmam Ebû Hanife ile İbnül-Kasım bunu
benimser. İmam Mâlik ile İmam Şafii bu hususta bir had koymamışlardır. Kimisi
de «İstediği yerde durur» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi;
bu mevzudaki rivayetlerin çeşitli olmasıdır. Zira Buhârî ile Müslim, Semura b.
Cündüb'ten «Ensar'dan Ümmü Ka'b isminde bir kadın doğum yapmaktan vefat
etmişti. Onun cenaze namazında Peygamber (s.a.s)'in arkasında idim. Peygamber
(s.a.s) cenazenin ortası hizasına doğru durmuştu» [55] diye
rivayet etmektedirler.
Ebû Dâvûd da Hemmam b.
Galib'ten «Bir adamın cenazesinde Enes b. Mâlik ile birlikte namaz kıldım. Enes
onun tam başı hizasında durdu. Sonra bir kadının cenazesini getirip *Ey Eba
Hamza, bunun da namazını kıldır' dediler. Enes bu sefer cenazenin ortası
hizasında durdu. Bunun üzerine orada hazır bulunan Ala' b. Ziyad kendisine
'Peygamber (s.a.s)'in cenazeler üzerinde böylece namaz kıldığını gördün değil
mi? Dört kere tekbir alır ve kadının cenaze namazında senin durduğun yerde
durur, erkeğin cenaze namazında da yine senin durduğun yerde dururdu değil mi?1
diye sordu. Enes de 'Evet' dedi» diye rivayet etmektedir [56].
Ulema da bu
rivayetlerin mefhumunda ihtilâf etmişlerdir. Kimisi: «Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in ölünün değişik yerleri karşısında durması, bu hususta bir had
bulunmadığına ve ölünün neresinde durursa dursun caiz olduğuna delâlet eder»
demiştir.
Kimisi de «Bilakis
belli bir yerde durmanın gerektiğini göstermektedir» demiştir ki bunlar da iki
gruba ayrkilmaktadırlar. Bir grup,-sıhhatinde ittifak edildiği için -Semura b.
Cündüb'ün hadisini tercih ederek «Erkek ile kadın bu hükümde birdir. Zira
-ikisi arasında şer'î bir fark bulunmadıkça-ikisinin hükümde eşit olması
gerekmektedir» demiştir.
Bir grup da, İbn
Galib'in hadisini sahih bulmuş ve Semura'nın hadisine nazaran bunda bir ziyade
bulunduğu ve iki hadis arasında herhangi bir çelişme bulunmadığı için bu
ziyadeyi tutmak gerektiğini söylemiştir. İmam Ebû Hanife ile İbnü'l-Kasım'ın
görüşü için ise -îbn Mes'ud'dan gelen bir rivayet dışında- herhangi bir sem'î
mesnet bilemiyorum. [57]
Erkek ile kadın
cenazelerinin birlikte hazırlanmaları halinde konulacakları yer bakımından
ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Erkeğin
cenazesi imamın önüne ve kadının cenazesi de kıble tarafında ondan öteye»,
kimisi «Bunun tersi olarak kadının cenazesi imamın
önüne, erkeğin ise
ondan öteye konulur» demiştir. «Erkek ile kadınların na-mazlan ayn ayn kılınır»
diye bir üçüncü kavil daha vardır.
Bu ihtilâfın sebebi,
şeriatte usul olduğu için bu hususu belirten bir nass'm bulunduğu zannedildiği
halde bu hususta herhangi bir nass'm bulunmadığıdır. Bunun içindir ki ulemanın
çoğu «Böyle yerlerde şeriatın bir hükmü yoktur. Çünkü eğer olsaydı bildirilmiş
olurdu» demişlerdir. Şu halde ulemanın çoğu neye dayanarak erkek ölünün kadın
ölüden mukaddem olduğu görüşünde bulunmuştur? Çünkü İmam Mâlik Muvatta'da «Hz.
Osman, Abdullah b. Ömer ve Ebû Hüreyre Medine'de erkek ve kadının cenaze namazlarını
birlikte kılar ve erkekleri imamın Önüne, kadınları da kıble tarafına
koyarlardı» diye rivayet etmektedir.
Abdürrezzak'a İbn
Cüreyc'den, İbn Cüreyc, Nâfi'den, Nâfi de İbn Ömer'den: Said b. el-Asî'nin aynı
şekilde kıldırdığı bir cenaze namazında kendisi, İbn Abbas, Ebû Hüreyre, Ebû
Said ve Ebû Katâde'nin bulunduğunu ve bunu onlara sorup veya sordurup 'Sünnet
böyledir' diye cevap aldığını nakletmektedir[58]
«Sünnet böyledir»
demek ise ulemaya göre müsned hadisi kabilinden-dir. Erkeklerin önde olduğu
görüşünde olanlar -Peygamber (s.a.s) Efendi miz:
«Kadınları arkaya
bırakın, nasıl ki Allah da onları arkaya bırakmıştır» [59]buyurduğu
için- erkeğin imamın önünde durmasını, imamın arkasında durmasına kıyas etmiş
olabilirler. Kadın ölünün imamın önüne konulması görüşünde olanlar da, belki
imama en yakın olan değil de, en önde olan kim ise mukaddem odur diye
zannetmiştir.
«Erkek ile kadının
cenaze namazlan ayn ayn kılınır» diyenler ise, ihtiyat olarak bunu
söylemişlerdir. Zira erkek ile kadının cenaze namazlannın birlikte
kılınabildiğini bildiren bir rivayet bulunmadığı için, caiz olması da, olmaması
da muhtemeldir, ihtimaller karşısında ise -imkan bulunduğu taktirde- tevakkuf
etmek gerekir. [60]
Cenaze namazı
tekbirlerinden bir kısmını kaçıran kimse:
1- Hemen
tekbir alıp namaza girebilir mi, yoksa imamın tekbir almasını mı bekler?
2- Kaçırdığı
tekbirleri kaza eder mi?
3- Şayet
kaza ediyorsa tekbirler arasındaki zikirleri de okur mu? diye ihtilâf
etmişlerdir.
Eşheb, îmam Mâlik'ten
«Hemen tekbir alıp namaza girer» diye rivayet etmektedir ki bu, imam Şafii'nin
de iki kavlinden biridir.
imam Ebû Hanife ise
«İmamın tekbir almasını bekleyip, imam ile birlikte tekbir alır» demiştir.
îbnü'I-Kasım'ın îmam
Mâlik'ten rivayeti de bu yoldadır. Farz namaza rek'atm ortasında yetişen kimse
nasıl hemen tekbir abp namaza giriyorsa, kıyas, burada da hemen tekbir alıp
namaza girmesini gerektirmektedir. îmam Mâlik, îmam Ebû Hanife ve imam Şâfıi,
bu adamın kaçırdığı tekbirleri kaza etmesi gerektiğinde müttefiktirler.
Ancak imam Ebû Hanife
«Kaza ettiği tekbirler arasındaki zikirleri de okur» demiş, îmam Mâlik ile imam
Şafii ise: «Zikirleri okumadan ardı ardına tekbir alır» demişlerdir.
Kaçırılan tekbirlerin
kaza edildiğinde ittifak etmelerinin sebebi Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in
«Yetiştirdiğinizi
kılın ve kaçırdığınızı tamamlayın» [61]hadisindeki
umumdur. Bu umumun hem tekbir, hem zikre şamil olduğunu söyleyenler,
«Tekbirlerle birlikte zikirler de kaza edilir» demişlerdir. Zikrin muayyen
lafızları bulunmadığım ileri sürerek hadisteki umumun zikre şamil olmadığını
söyleyenler ise, «Sadece tekbirleri kaza eder. Zira tekbirlerin muayyen sözleri
vardır» demişlerdir. Şu halde zikirleri hadisin umumundan çıkarmak, kıyas yolu
ile âmmı tahsis kabilinden-dir. Buna göre îmam Ebû Hanife hadisi umumda
bırakmış, bunlar ise bu umumu tahsis etmişlerdir. [62]
Cenaze namazına
yetişemeyen kimse ölü gömüldükten sonra kabri üzerine namaz kılabilir mi,
kılamaz mı diye ihtilâf etmişlerdir:
îmam Mâlik «Kabir
üzerinde cenaze namazı kılınamaz» demiştir.
îmam Ebû Hanife de
«Ölünün velisinden başkası kılamaz. Ancak eğer ölünün namazı başkası tarafından
kılınmış ise velisi kabri üzerine kılabilir» demiştir.
îmam Şafii, imam
Ahmed, imam Dâvûd ve bir, kitle ise «Cenaze namazına yetişemeyen adam -kim
olursa olsun- kabir üzerine kılabilir» demişlerdir.
Kabir üzerine cenaze
namazını kılmanın cevazını söyleyenler, ölünün yeni gömülmüş olduğunu şart
koşmakta müttefik olup ancak, bu gömülmenin yenilik süresi hakkında ihtilâf
etmiş, en çok «bir aya kadar kılınabilir» demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi,
amelin bu hususta gelen rivayetlerle çelişmesi-dir. Çünkü Îbnü'l-Kasım «İmam
Mâlik'e 'Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den gelen habere göre Efendimiz (s.a.s)
bir kadının mezarı üzerine namaz kılmıştır1 dedim.
îmam Mâlik 'Evet,
böyle bir hadis vardır. Fakat amel bu hadise uymamaktadır' dedi» demiştir.
Halbuki Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in kabir üzerine cenaze namazını kıldığı, hadis ulemasının
ittifakı ile sabittir.
Nitekim îmam Ahmed b.
Hanbel, «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in kabir üzerine cenaze namazını kıldığı,
hepsinin de senedi iyi olan altı yoldan rivayet olunmuştur» demiştir. Hadis
ulemasından bazıları üç yol daha ilâve etmişlerdir ki onlarla birlikte dokuz yol
olur. Buhâri ile Müslim, Ebû Hürey-re'den getirmişler[63].
îmam Mâlik, mürsel olarak
Ebû Umâme b. Sehl'den [64]
getirmiştir. îbn Vehb, İmam Mâlik'ten, îmam Şafii gibi dediğini de rivayet
etmiştir.
îmam Ebû Hanife ise
-zannederim- bu mes'elede de kendi adeti üzere hareket etmiştir. Çünkü îmam Ebû
Hanife, halk arasında yaygın olaylar hakkındaki haber-i ahad'ı -halk arasında
yayılmadığı ve gereğince amel edilmediği zaman- reddederdi. Zira halk arasında
yayılması gereken bir haberin yayılmaması, o haberin kuvvetini gevşetip
doğruluğu hakkındaki zannı şüpheye çeviren veyahut uydurma veya mensuh olduğu
zannını doğuran bir karinedir.
(Kadı -îbn Rüşd- diyor
ki): Yukarıda amel ile istidlal etmekten ve Hane-fiîlerin «umumî belvâ» diye
isim verdikleri bu kabil istidlalden bahsedip ikisinin aynı şey olduğunu
söyledik. [65]
Ulemanın çoğu «Kişi
-ister büyük günah işleyenlerden, ister ehl-i bid'at denilen sapık inançlı
kimselerden olsun- Lâ ilahe illallah dedikten sonra ona namaz kılınır»
demişlerdir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
herkese namaz kılınız»
[66]
buyurmuştur. Ancak imam Mâlik, üstünlük ve kemal sahibi kimseler için ehl-i
bid'ate namaz kılmayı mekruh görmüş ve imamın ceza olarak öldürdüğü kimselere
namaz kılmasını uygun bulmamıştır.
İntihar eden kimse
hakkında da ihtilâf edilmiştir. Kimisi «Ona namaz kılınmaz», kimisi «Kılmak
caizdir» demiştir [67].
Ulemadan kimisi «Büyük günah işleyenlerle sapık inançlı ve devlete karşı
gelenlere de namaz kılmak caiz değildir» demişlerdir.
Bid'at ehli ve sapık
İnançlı kimseler hakkındaki ihtilâfın sebe bi, bunların kâfir sayılıp
sayılmadıklannda ihtilâf etmeleridir. Dînî nasslan uzak te'villerde
bulundukları için «Kâfirdir» diyenler, «Namazları kılınmaz» demişlerdir.
«Küfür, Peygamber (s.a.s)'e inanmamaktır, onun sözlerini te'vil etmek
değildir» diyerek bunları kâfir saymayanlar «Onlara namaz kılmak caizdir»
demişlerdir.
Münafıklar şehadet
kelimesini telaffuz ettikleri halde onlara namaz kılmanın caiz olmadığında
ulemanın ittifak etmesinin sebebi ise, "Onlardan (Münafıklardan) ölen
herhangi birine hiçbir zaman namaz kılma ve kabri üzerinde durma. Çünkü onlar
Allah'a ve Allah'ın Rasûlü'ne inanmamış ve kâfir olarak ölmüşlerdir" (2)
âyet-i kerimesidiı
Büyük günah işleyenler
hakkındaki ihtilâfın sebebi ise, onları büyük günah işledikleri için kâfir
saymaktan başka bir şey değildir. Halbuki bu, ehl-i sünnetin inancına
aykırıdır. Bunun için, «Bunlara namaz kılmak caiz değildir» demek doğru olmaz.
İmam Mâlik bid'at
ehline bir kınama ve ceza olsun diye onlar için namaz kılmayı mekruh saymıştır.
Ebû Davud'un
rivayetine göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz ceza olarak öldürdüğü Mâiz adındaki
şahıs için namaz kılmadığı ve fakat kılmaktan da men etmediğinden [68]îmanı
Mâlik, imamın ceza olarak öldürdüğü kimse için bizzat namaz kılmasını uygun
bulmamıştır.
Kendini öldüren kimse
hakkındaki ihtilâflarının sebebi de Cabir b. Semura'mn «Adamın biri intihar
etmişti.Peygamber (s.a.s) ona namaz kılmadı» [69]
mealindeki hadisidir. Bu hadisin sıhhatine inananlar, «Kendini
öldüren kimse için
namaz kılınmaz» demişlerdir.
Hadisi sahih
bulmayanlar ise, «Bu adam -hakkında hadis varid olduğu için- her ne kadar
cehennemlik ise de müslümanların ahkâmına tâbi'dir. Zira cehennemde ebediyyen kalmayacaktır[70].
Çünkü ehl-i imandandır. Nitekim Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Kalbinde bir habbe
ağırlığında iman bulunan kimseleri ateşten çıkarın» [71]buyuracağını
Cenâb-ı Hak'tan hikâye eylemiştir demişlerdir.
[72]
Savaş esnasında şehid
düşen kimse için de namaz kılmakta ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik ile İmam
Şafii: «Şehid olan kimse ne yıkanır, ne de üzerinde namaz kılınır» demişlerdir,
İmam Ebû Hanife ise «Yıkanmaz, fakat üzerinde namaz kılınır» demiştir.
Bu ihtilâflarının
sebebi, bu husustaki rivayetlerin çeşitli olmasıdır. Zira Ebû Davud'un
Câbir'den getirdiği rivayete göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz Uhud savaşı
şehidlerini yıkattırmadan, onlara namaz kılmadan ve elbiselerini çıkartmadan
defnedilmelerini emretmiştir [73].
İbn Abbas'tan gelen
rivayete göre ise, onlan yıkattırmamış ve onlara teyemmüm de ettirmemiş fakat
namaz kılmıştır [74]. İbn Abbas'tan gelen bu
rivayetin medlulü, mürsel olarak Ebû Mâlik öıfârî'den de gelmiştir ([75]Arabi'nin
biri gırtlağından bir ok isabeti alarak şehid düştüğünde, Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in üzerinde namaz kıldığı ve namazında ona:
«Allah'ım bu senin
tulündür, senin yolunda cihad etmek üzere çıkmış ve öldürülmüş bir şehiddir.
Ben de ona şahidim» [76]
mealinde dua buyurduğu da rivayet olunmuştur.
işte ulemadan bu iki
grubunher biri kendi mesnetleri olan rivayetleri tercih etmişlerdir. Şâfıiler
«İbn Abbas'ın hadisi maluldür. Zira hadisin ravi-lerinden biri îbn Zenad'tır ki
bu adam, ömrünün sonunda bunamıştır. Ayrıca
bu hadise hadis
ulemasından Şu'be de ta'netmiştir» diyorlar. Mürsel hadisler ise Şâfülerce
zaten hüccet değildir. [77]
Ulema, düşük bebekler
için de ne zaman namaz kılınır diye ihtilâf etmişlerdir.
tmam Mâlik «Doğarken
kendisinden ses çıkmayan, yani anasından canlı olarak doğmayan çocuk için namaz
kılınmaz» demiştir. îmam Şafii de bunu benimser.
tmam Ebû Hanife ise
«Annesinin rahminde canlanan çocuk için -canlı olarak doğmasa bile- namaz
kılınır, ki bunlar da -umumiyetle- dört aylık ceninlerdir» demiştir. îbn Ebî
Leylâ da bu görü.ştedir.
Bu ihtilâfın sebebi,
mutlak ile mukayyedin birbirleri ile çelişmeleridir. Zira Tirmizî'nin Câbir b.
Abdullah'tan getirdiği rivayete göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Çocuk annesinden
doğarken yüksek sesle ağlamadıkça ne namaz kılınır, ne varis ölür, ne de
kendisinden miras alınır» [78]
buyurmuştur.
Muğire b. Şu'be'den
gelen rivayete göre ise, Peygamber (s.a.s) Efendiimiz,tur.
«Çocuk için namaz
kılınır» [79] buyurmuş-
İkinci hadis
-görüldüğü gibi- mutlak'tır, birinci hadis ise mukayyeddir Câbır b. Abdullah'ın
hadisini tercih edenler, «Öteki hadis mücmeldir Bu ise müfesser (açıklamalı)
olduğundan onu da buna hamletmek lâzımdır» demişlerdir. Buna göre, Muğire'nin
hadisi de «Çocuk doğarken yüksek sesle -ağlarsa ona namaz kılınır» mânâsında
olur. Muğire'nin hadisini tercih edenler ise, «Malumdur ki cenaze namazında
muteber olan şart, ölünün müslüman ojması ve can taşımasıdır. Çocukta ise,
ancak hareket görüldüğü zaman bilinir ki kendisinde can vardır ve müslümanların
ahkâmına tabidir. Her canlı olan muşluman da, öldüğü zaman namazı kılınır»
diyerek umumu -kıyasa uyduğu için- hususa tercih etmişlerdir.
Kimisi de cumhurdan
ayrılarak, «Can taşısın taşımasın çocuk için na-
maz kılınmaz. Zira Ebû
Davud'un rivayetine göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz, oğlu ibrahim sekiz aylık
bir çocuk olduğu halde ona namaz kılmamış-ür» [80]
demiştir.
Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in, oğlu İbrahim'in -yetmiş gecelik bir çocuk olduğu halde- üzerinde
namaz kıldığına dair bir başka rivayet daha vardır [81].
Esir edilen çocuklar
için de namaz kılmakta ihtilâf etmişlerdir.
Basra ulemasının
rivayetine göre îmam Mâlik, «Müslümanlarla aralarında saldırmazlık akdi
bulunmayan kâfirlerin çocukları -ister ana ve babaları ile birlikte, ister tek
başına esir edilmiş olsunlar- müslümanlığı anlayacak çağa gelmedikçe onlara
namaz kılınmaz ve ana babalarının hükmüne tabidirler. Meğer babalan müslüman
olursa o zaman babalarının hükmüne tabi olup analarının hükmüne tabi
değillerdir» demiştir.
îmam Şafii de îmam
Mâlik'in bu görüşüne katılmış, ancak o "Ana ve babasından hangisi
müslüman olursa, çocuk ona tabidir, yalnız babasına tabi değildir",
demiştir.
îmam Ebû Hanife de
«Esir edilen çocuklar, kendilerini esir edenlerin hükmüne tabidirler» demiştir.
Evzâî ise «Onlara
namaz kılınabilmesi için müslümanlar tarafından esir edilmeleri kâfi gelmez. Ne
zaman ki satılıp da müslümanlar tarafından satın alınırlarsa, o zaman namazlan
kılınır. Bütün îslâm ülkelerinde amel hep böyledir ve buna göre fetva verilir»
demiştir.
Ulema, esir edilmeyen
ve herhangi bir müslümamn mülkiyetine geçmeyen ve ana babalarından biri
müslüman olmayan çocukların, ana ve babalarının hükmüne tabi olduklarında
müttefiktirler.
Bu ihtilâfın s e b e b
i, müşriklerin çocukları cennetlik mi, yoksa cehennemlik mi diye ihtilâf etmeleridir.
Zira bir hadiste, bu
çocukların babalarının hükmüne tabi oldukları rivayet olunmuştur. Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in,
«Her doğan çocuk,
fıtrat üzere doğar» [83]
hadisi ise, mü'minlerin hükmüne tabi olmalarını göstermektedir. [84]
Cenaze namazı kimler
tarafından kılınır mes'elesine gelince: Kimisi «Ölünün velisi», kimisi «îmam
tarafından kıldırılır» demiştir.
«İmam tarafından
kıldırılır» diyenler, cenaze namazını da -cemaatle kılındığı için- Cum'a
namazına kıyas etmişlerdir. «Veli tarafından kıldırılır» diyenler ise, namazı
da, kefenleme ve gömme gibi ölünün diğer haklarına kıyas etmişlerdir.
Ulemanın çoğu, cenaze
namazını kıldırmada imamın veliden öncelikli olduğu görüşündedir [85] Ebû
Bekir b. el-Münzir «Hz. Hüseyin, Hz. Hasan'ın namazını kıldırmayı, o zaman
Medine valisi bulunan Said b. el-As'a teklif etmiş ve 'Eğer bu, sünnet
olmasaydı bunu sana teklif etmezdim1 demiştir [86].
Benim kanaatimce de böyledir» diyor. [87]
Ulemanın çoğu «Namaz
ancak meydanda olan ölü için kılınabihY» demişlerdir. Kinlisi de «Ölü kayıp da
olsa namazı küınabilir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, Habeşistan'da Ölen
Habeş kralı Necâşî'nin namazını Medine'de kıldığı sabittir» [88]
demiştir. Cumhur bu hükmün Necaşî'ye mahsus olduğu görüşündedir. [89]
Ölünün cesedi tamam
olmazsa ona namaz kılınır mı kılınmaz mı diye ihtilâf etmişlerdir.
Cumhur, «Tamam olmayan
cesed, eğer vücudun çoğu ise [90]ona
da ölü adı verildiği için- namaz kılınır» demiştir .
"Cesedin yansından
az olanın da namazı kılınır» diyenler ise, «Çünkü cesedin tamamına nasıl saygı
göstermek gerekiyorsa, bir kısmına da göstermek gerekir. Hele eğer cesedin bu
kısmı can taşıyan bir parçası ise veyahut kaybolan ölü için, namaz kılmak
caizdir desek o zaman hiç diyecek yoktur» demişlerdir. [91]
Cenaze namazının
kılınabildiği vakitler hakkında ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Namaz kılınması
yasaklanan üç vakitte cenaze namazı da kılınamaz, ki bu üç vakit, Ukbe b.
Âmir'in «Rasûlullah (s.a.s) üç vakitte bizi namaz kılmaktan ve ölülerimizi
gömmekten men'eder di...» [92]
mealindeki hadisinin zahirine göre güneşin battığı doğduğu ve semanın ortasına
geldiği sıralardır» demiştir.
Kimisi «Yalnız güneşin
doğduğu ve battığı sıralarda cenaze namazı kılınamaz. İkindi namazından sonra
güneş sararmadan ve sabah namazından sonra da ortalık aydınlanmadan kıhnabilir»
demiştir.
Kimisi de «Namaz
kılınması hakkında yasak bulunan her beş vakitte de cenaze namazı kılınamaz»
demiştir. Atâ, Nehâî ve başkaları bunu benimser ve imam Ebû Hanife'nin görüşü
de bu yoldadır.
îmam Şafii ise «Cenaze
namazı her zaman kıhnabilir» demiştir. Çünkü ona göre yasak, nafile namazlar
hakkında olup -yukarıda geçtiği üzere- diğer namazlara şamil değildir. [93]
Mescid içinde cenaze
namazını kılmakta ihtilâf etmişlerdir. Ulemanın çoğu «Caizdir» demişlerse de,
kimisi «Mekruhtur» demiştir. îmam Ebû Hanife ile îmam Mâlik'in tabilerinden
bazıları bunlardandırlar. îmam Mâlik'ten de, mekruh olduğu, «ancak eğer namaz
kılanlar mescidin içinde, ölü ise mescidin dışında olursa kerahet hafifler»
diye söylediği rivayet olunmuştur.
Bu ihtilâfın sebebi,
bu mevzuya dair olan Hz,Aişeile Ebû Hürey-re'nin hadisleridir. Zira îmam Mâlik,
«Sad b. Ebî Vakkas vefat eniği zaman, Hz. Âişe, ona dua etmek için cenazesinin
mescide getirilmesini emretmiş ve halk bunu uygun bulmayınca 'Peygamber
(s.a.s)'in Sehl b. Beyda için mes-cidde namaz kıldığını ne çabuk unuttular?'
diyerek halkı kınamıştır» diye rivayet etmektedir [94].
Ebû Hüreyre'nin hadisi
de «Peygamber (s.a.s),
«Kim mescid içinde
herhangi bir cenaze için namaz kılarsa ona hiç se-vab yoktur» buyurdu» [95]
mealindedir.
Hz. Âişe'nin hadisi
sabittir. Fakat Ebû Hüreyre'nin hadisi sabit değil veyahut sübutunda ittifak
yoktur. Fakat halkın Hz. Âişe'nin teklifini uygun bulmayışı, o zaman yaygın
olan görüşün mescid içinde cenaze namazının kıhnamadığı yolunda olduğunu
göstermektedir. Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in Necâşînin cenaze namazını
kılmak üzere musallaya çıkması da [96]bunu
göstermektedir.
Kimisi de, mescid
içinde cenaze namazını kılmanın kerahetine sebep olarak, insan ölüsünün murdar
olduğunu göstermektedir ki bu zayıf bir düşüncedir. Çünkü murdarın hükmü
şeriatça belirtilmiştir. İnsanoğluna da murdar hükmünü vermek ancak şer*î delil
ile mümkün olur.
Kimisi, mezarlıkta
namaz kılmak yasaklandığı için [97]mezarlıkta
cenaze namazını da kılmayı mekruh saymış ise de, ulemanın çoğu,
«Yeryüzü benim için
namaz -gâh ve temizleyici kılınmıştır» [98]
hadisi âmm olduğu için «Caizdir» demişlerdir.
[99]
Ulemanın hepsi, cenaze
namazının şartlarından birinin kıbleye karşı durmak olduğunda nasıl müttefik
iseler, ulemanın çoğu, bir diğer şartın da taharet olduğunda müttefiktirler.
Ancak teyemmümle kılınabilir mi kılınamaz mı diye ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Cenaze
namazının kaçın İmasın d an korkulduğu zaman teyemmüm edilerek cenaze namazı
kılınabilir» demiştir. îmam Ebû Hanife, Süf-yan Sevrî, Evzâî ve bir grup bunu
benimser.
îmam Mâlik, îmam Şâfıi
ve îmam Ahmed ise «Cenaze namazı teyemmümle kılınamaz» demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi,
cenaze namazını farz namaza kıyas etmekte ihtilâf etmeleridir. Cenaze namazını
farz namaza, yani cenaze namazının kaçırılmasını farz namazı vaktinin
çıkmasına benzetenler, cenaze namazının teyemmümle kılınmasını caiz
görmüşlerdir. Cenaze namazının farz-ı kifâye veyahut -ihtilâfa göre-
sünnetü'l-kifâye olduğuna bakarak bu benzetmeyi doğru bulmayanlar ise
«Teyemmümle kılınması caiz değildir» demişlerdir.
Kimisi de şâzz bir
görüşte bulunarak «Cenaze namazını tamamen taha-retsiz olarak kılmak caizdir»
demiştir ki bu da Şa'bî'nin görüşüdür. Bunlar cenaze namazında rükû' ve
secdeler bulunmadığı için bu namazın namazdan ziyade, duaya benzediğini
zannetmişlerdir. [100]
Vücubunda ihtilâf
edilmeyen ölüleri defnetmenin aslı,
"Biz yeryüzünü dirilerin ve
ölülerin toplantı yeri
yapmadık mı?" [101] ve
"Allah,
kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir
karga gönderdi" [102]
âyet-i kerimeleridir.
îmam Mâlik ile İmam
Şafii «Kabirleri ces (kireç) ile sıvamak mekruhtur», îmam Ebû Hanife ise
«Caizdir» demişlerdir.
Kimisi «Kabirler
üzerinde oturmak da mekruhtur», kimisi de «Nehye-dilen oturmaktan maksat kaza-i
hacet için oturmaktır» diyerek caiz olduğunu söylemiştir.
Bunların nehyi
hakkında varid olan hadislerden biri Câbir b. Abdullah'ın «Peygamber (s.a.s)
mezarları ces ile sıvamaktan, mezar tasları üzerinde yazı yazmaktan, mezarlar
üzerinde oturmaktan ve bina yapmaktan nehyetti» [103]
mealindeki hadisidir. Biri de, Amr b. Hazm'ın «Peygamber (s.a.s) benim bir
kabir üzerinde oturduğumu gördü bana
«Kabir üzerinden in.
Ne senin kabir sahibini incitmeğe hakkın, ne de onun seni incitmeğe hakkı
vardır» dedi» [104]mealindeki
hadisidir.
Mezarlar üzerinde
oturmayı caiz görenler, Ziyâd b. Sâbit'ten «Peygamber (s.a.s) mezarlar
üzerinde oturmaktan -ancak malum olan iki tabii ihtiyaçtan birini gidermek
için olduğu zaman- nehyetmiştir» mealinde rivayet olunan hadis ile ihticac
etmiş ve «Ebû Hüreyre'den «Peygamber (s.a.s):
«Kim bir kabir
üzerinde kaza-i hacet yapmak için oturursa bir ateş közü üzerinde oturmuş gibi
olur» [105]mealinde rivayet olunan
hadisi de bunu te'yid etmektedir» demişlerdir, imam Mâlik, İmam Ebû Hanife ve
imam Şafii de bunu benimser. [106]
[1] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/433.
[2] Müslim, Cenâiz, 11/1, no: 916.
[3] Ebû Dâvûd,
Cenâiz, 15/20, no: 3116.
[4] Ebû Dâvûd,
Cenâiz, 15/20, no: 3116.
[5] Tirmizî, Salât, 127, no: 172; Îbn Mâcc, Cenâiz, 6/18,
no: 1486.
[6] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/435.
[7] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/437.
[8] Cumhur gibi, Ebû Hanifc de bu görüştedir.
[9] Buhârî, Cenâiz, 23/8, no: 1253.
[10] Buhârî, Cenâiz, 23/21, no: 1267.
[11] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/437.
[12] Buhârî, Cenâiz, 23/75,no: 1347.
[13] Ebû Dâvûd, Sünnet, 34/32, no: 4772.
[14] îbn Sa'd, Tabakâu 1/124.
[15] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/437-439.
[16] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/439-440.
[17] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/440.
[18] Hadis, TirmizMc "Cenan, 8/17, no: 993" yer
alıyor.
[19] Ebû Hanife'ye
göre, ölüyü yıkama durumunda abdest almak sünnettir.
[20] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/441.
[21] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/441.
[22] Mâlik, Cenaiz,16/l,no: 1.
[23] Ebû Dâvûd,
Cenâiz, 15/32, no: 1341.
[24] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/441-442.
[25] Buhârî, Cenâiz, 22/10, no: 1255; Müslim, Cenâiz,
11/12, no: 939.
[26] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/442.
[27] Buhârî, Cenâiz, 23/8, no: 1253.
[28] Buhârî, Cenâiz, 23/14, no: 1260.
[29] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/443-444.
[30] Buhârî, Cenan, 23/18, no: 1265.
[31] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/36, no: 3157.
[32] Buhârî, Cenaiz!, no: Î276.
[33] Buhari,cenaiz 23/21, no: 1268.
[34] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/445-446.
[35] Mâlik, Cenâiz, 16/3, no: 8.
[36] Abdürrezzak, 3/445, no: 6263; İbn Ebî Şeybe, 3/278.
[37] Ebû Dâvûd,
Cenâiz, 15/50, no: 3814.
[38] Ebû Dâvûd,
Cenâiz, 15/50, no:3180.
[39] Mâlik, Cenâiz,\6/11, no: 33.
[40] Buhârî, Cenâiz,
23/46, no: 1307; Müslim, Cemiz, 11/24, no: 958; Ebû.Ddvûd, Cemiz 15/47, no:
3172.
[41] Ebû Dâvûd, Cenah, 15/49, no: 3180.
[42] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/447-448.
[43] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed
b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/449.
[44] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/449.
[45] Mâlik, Cenâiz,
16/5, no: 15.
[46] Müslim, Cenâiz, 11/23, no: 957.
[47] îbn Abdilberr, Istizkâr, ?.
[48] Tirmizî, Cenâiz, 176, no: 1083.
[49] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/449-450.
[50] Buhârî, Cenâiz, 23/65, no: 1335.
[51] Müslim, Cenâiz, U/26, no: 963; Tirmizî, Cenâiz, 37,
no: 1030; Nesâî, 4/73.
[52] Tahâvî, Şer hu Meâni'l-Âsâr, 1/500.
[53] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/450-451.
[54] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/451.
[55] Buhârî, Cenâiz, 23/62, no: 1331-1332; Müslim, Cenâiz,
11/27, no: 964.
[56] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 57, no: 3194.
[57] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/451-452.
[58] Abdürrezzak, ?;Nesâî,4f?\.
[59] Merfu1 bir hadis değildir, bkz. Abdürrezzak, 3/149,
no: 5115.
[60] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/452-453.
[61] Buhârî, Ezan, 10/21, no: 636.
[62] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/453-454.
[63] Buhârî, Cenâiz, 23/66, no: 1337; Müslim, Cenâiz,
11/23, no: 956.
[64] Mâlik, Cenâiz, 16/5, no: 15.
[65] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/454-455.
[66] Dârakutnî, 2/56.
[67] Ebû Hanife, bu görüştedir. (2)Tevbe,9/84.
[68] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/52, no: 3186.
[69] Müslim, Cenâiz, 11, no: 978.
[70] Buhârî, Tıb> 76/56, no: 5778.
[71] Buhârî, îman, 2/15, no: 22.
[72] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/455-457.
[73] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/31, no: 3138.
[74] İbn Mâce, Cenâiz, 6/28, no: 1513.
[75] îbn Ebî Şeybe, 2/291, no: 12868; Ebû Dâvûd, Merâsîl,
46.
[76] Nesâî, 4/60.
[77] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/457-458.
[78] Tirmizî, Cenâiz, 42, no: 1038,
[79] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/49, no: * 1 «0.
[80] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/53, no: 3187.
[81] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/53, no: 3188.
[82] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed
b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/458-459.
[83] Buhâii, Kader, 82/3,6599; Müslim, Kader, 46/6, no:
2558..
[84] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/459.
[85] Ebû Hanife, bu görüştedir.
[86] Beyhâkî, 4/29.
[87] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/460.
[88] Buhârî, Cenâiz, 23/64, no: 1333.
[89] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/460.
[90] Hanefi mezhebine göre, vücudunun yansından çoğu
bulunmayanların cenaze namazı kılınmaz.
[91] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/460.
[92] Müslim, Salâtü'l-Müsâfırîn, 6/51, no: 831.
[93] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/461.
[94] Mâlik, Cenâiz, 16/8, no: 22.
[95] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15/54, no: 3191.
[96] Buhârî, Cenâiz, 23/64, no: 1334.
[97] Ebû Dâvûd, Salât, 2/24, no: 492. '3) Buhân7Teyemmüm,
7/1, no: 335.
[98] Buhari, teyemüm, 7/1, no:335
[99] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/461-462.
[100] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/462-463.
[101] Mürselât, 77/25-26.
[102] Mâide,5/31.
[103] Müslim, Cenâiz, 1/32, no: 970; Ebû Dâvûd, Cenâiz,
15/76, no: 3225.
[104] Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr, 1/515.
[105] Tahâvî,a.£.«., 1/517.
[106] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 1/465-466.