61 DİYÂT (Kanlık) KİTABI 2

171. Diyet Gerektiren Öldürmeler, Diyetin Nitelikleri ve Miktarı 2

1. Diyet Gerektiren Öldürmeleri: 2

2.  Diyetin Nitelikleri ve Miktarı: 2

172. Diyet Mükellefleri 3

173. Diyetin Ödenme Zamanı 4

174. Yaralamadan Doğan Diyetler 7

175. Organ Sakatlamadan Doğan Diyetler 9


61 DİYÂT (Kanlık) KİTABI

 

Bu babın dayanağı, «Bir mü'mini yanlışlıkla öldürenin, bir mü'min köleyi azad etmesi ve eğer öldürülenin ailesi onu bagışlamasalar, onlara bir diyet vermesi gerekir»[1]yet-i kerimesidir.

Şer'î diyetler, değişen kanlara, kendilerine diyet lazım gelenlere ve -eğer kasten öldürülen kimsenin sahipleri diye kabul ederlerse- kasten veya­hut yanlışlıkla işlenen öldürmelere göre değişir.

Diyetler hakkındaki konuşmamız, "

1- Hangi öldürmelerle diyet lazım gelir?

2- Diyet olarak ne lazım gelir?

3- Ne kadar lazım gelir?

4- Kimlere la­zım gelir?

5- Ne zaman lazım gelir?" konulan hakkındadır. [2]

 

171. Diyet Gerektiren Öldürmeler, Diyetin Nitelikleri ve Miktarı

 

1. Diyet Gerektiren Öldürmeleri:

 

Ulema, yanlışlıkla işlenen öldürmelerle, çocuk ve deli gibi mükellef ol­mayan kimseler tarafından işlenen öldürmelerle ve hürün köleyi öldürmesi ile diyet lazım geldiğinde müttefiktirler. Ancak, yanlışlıkla işlenen öldürme­lerden bazılarının yanlışlığında ittifak etmişlerse de -yukarıda geçtiği üzere-bazılarında ihtilaf etmişlerdir. [3]

 

2.  Diyetin Nitelikleri ve Miktarı:

 

Ulema müttefiktirler ki hür ve müslüman olan kimsenin diyeti, deve besleyenler için yüz tane devedir. îmam Mâlik'e göre -yanlışlıkla öldürülen kimsenin diyeti, kasten öldürülen kimsenin diyeti ve Şibh-i Amd, yani kasıta benzeyen bir şekilde öldürülen kimsenin diyeti olmak üzere- üç çeşit diyet vardır, imam Mâlik'den gelen en meşhur rivayete göre Şibh-i Amd, Benî Müdliç kabilesinden Katâde adındaki adamın, oğlunu öldürmesidir. İmam Şafiî'ye göre ise, diyetler -hafif ve ağır olmak üzere- iki çeşittir. Hafif diyet, yanlışlıkla Öldürülen kimsenin, ağır diyet de kasten öldürülen kimse ile, Şibh-i Amd denilen kasıta benzeyen şekilde öldürülen kimsenin diyetidir. İmam Ebû Hanife'ye gelince; Ona göre de diyetler -yanlışlıkla öldürülen kimsenin diyeti ile, kasıta benzeyen şekilde öldürülen kimsenin diyeti olmak üzere- keza iki çeşittir. Ona göre kasten öldürülen kimsenin diyeti yoktur. Taraflar ne kadar üzerinde anlaşırlarsa, diyet o kadardır. Bu da, vadeli olarak değil, hepsi peşin olarak, öldürene lazım gelir. îmam Mâlik'in meşhur olan kavlinden de bu anlaşılır. Zira kasten Öldürene, yalnız anlaşma ile diyet la­zım geldiğine göre, buna diyet demenin mânâsı yoktur. Ancak -rivayet olun­duğuna göre- îmam Mâlik «Bu diyet de -yanlışlıkla öldürülen kimsenin di­yeti gibi- vadeli olarak lazım gel [4] demiştir, ki bu diyetin, anlaşma ile lazım gelen maldan ayrıldığı cihet işte budur.

îmam Mâlik'e göre, kasten öldürülen kimsenin diyeti, dört bölük deve olup yirmibeş tane bir yıllık, yirmibeş tane iki yıllık, yirmibeş tane üç yılUk ve yirmibeş tane de dört yıllık gebe develerdir. İbn Şihâb ile Rabia da bu görüştedirler, îmam Mâlik'e göre ağır diyet üç bölük deve olup otuz tane iki yıl­lık, otuz tane üç yıllık ve kırk tane de dört yıllık gebe olan develerdir. îmam Mâlik'e göre ağır diyet ancak, Beni Müdlic kabilesinden olan adamın, oğlu­nu öldürmesi gibi öldürmelerde lazım gelir.

îmam Şafiî'ye göre ise, Şibh-i Arnd olan öldürmelerde de diyet üç bö­lüktür, îmam Şafiî'nin bu görüşü Hz. Ömer ile Zeyd b. Sâbit'ten de rivayet olunmuştur.

Ebû Sevr de «Kasten öldürülen kimsenin diyeti -ölenin velisi öldüreni bağışladığı zaman- yanlışlıkla öldürülen kimsenin diyeti gibi beş bölüktür» demiştir. îmam Mâlik ile îmam Şafiî, «Yanlışlıkla öldürülen kimsenin diyeti beş bölük deve olup yirmi tane henüz sütten kesilmeyen dişi deve yavrusu, yirmi tane bir yıllık dişi deve yavrusu, yirmi tane bir yıllık erkek deve yavru­su, yirmi tane üç yıllık, yirmi tane de dört yıllık dişi devedir» demişlerdir, ki bu görüş, îbn Şihâb ile Rabia'dan da rivayet olunmuştur. îmam Ebû Hanife ile tabileri de bu görüştedir. Ancak Hanefilere göre yirmi tane bir yıllık erkek deve yavrusu yerine yirmi tane henüz sütten kesilmemiş erkek deve yavrusu lazım gelir. Abdullah b. Mes'ud'tan bu her iki görüş de rivayet okutmuştur. Hz. Ali'den ise, yanlışlıkla öldürülen kimsenin diyetim dört bölük deve ya­parak, yirmibeş tane bir yıllık erkek deve yavrusu bölüğünü attığı rivayet olunmuştur, ki Ömer b. Abdülaziz de bu görüştedir. Ebû Ömer b. Abdil-berr'in dediği gibi, bu hususta müsned bir hadis bulunmadığı için -Allah bi­lir- bunların hepsi caizdir.

Buhârî ile Tirmizîmn rivayetlerine göre, Peygamber Efendimiz,

«Yanlışlıkla işlenen öldürmelerin diyeti, yirmi tane henüz sütten kesil­memiş dişi deve yavrusu, yirmi tane henüz sütten kesilmemiş erkek deve yav­rusu, yirmi tane bir yıllık, yirmi tane iki yıllık ve yirmi tane de üç yıllık dişi deve yavrusudur» 0) buyurmuştur. Ancak Ebû Ömer b. Abdilberr bu hadisi, «Hanif b. Mâlik yolu ile Abdullah b. Mes'ud'tan rivayet olunmuştur. Hanif b. Mâlik ise tanınmayan bir kimsedir» diyerek malul addetmiş ve «Ben bu hususta Hz. Ali'nin hadisini daha kuvvetli bulurum. Çünkü Abdullah b. Mes'ud'un hadisine uymayan rivayetler bulunduğu halde, Hz. Ali'nin hadi­sine uymayan bir rivayet yoktur» demiştir. Ebû Dâvûd da Amr b. Şuayb tari­fi)

Amr'ın babasından, babası da dedesinden, Peygamber Efendimiz'in,

«Yanlışlıkla öldürülen kimsenin diyeti, otuz tane bir yıllık, otuz tane iki yıllık, otuz tane üç yıllık dişi, on tane de iki yıllık erkek deve yavrusudur» [5] diye hükmettiğini rivayet etmiştir. Fakat Ebû Selman el-Hattabî «Meşhur fıkıh alimlerinden herhangi birinin bu hadis ile amel ettiğini bilemiyorum. Ulemanın çoğu, yanlışlıkla işlenen Öldürmelerde lazım gelen diyetin -her ne kadar bölüklerinde ihtilaf etmişlerse de- beş bölük olduğunu söylemişlerdir» demiştir. Şa'bî, Nehâî ve Hasan Basrî'den de «Yanlışlıkla işlenen öldürme­lerin diyeti dört bölüktür» dedikleri rivayet olunmuştur. Bunlar -Hz. Ali'den de dediği rivayet olunduğu gibi- «Yanlışlıkla işlenen öldürmelerin diyeti dört bölüktür» demişlerdir. Cumhur ise -yirmi tanesi bir yıllık, yirmi tanesi iki yıllık, yirmi tanesi üç yıllık, yirmi tanesi dört yıllık dişi deve ile yirmibeş tanesi de iki yıllık erkek deve olmak üzere- beş bölük olduğu görüşündedir. Cumhur ancak, iki yıllık erkek develerde ihtilaf etmişlerdir. Zira iki yıllık er^ kek develer, diyet olarak lazım gelen deve çeşitleri arasında geçmemiştir. Ulemanın, deve besleyicilerine diyet olarak lazım gelen develerin miktar ve çeşitleri hakkındaki görüşlerinin meşhur olanları, işte bunlardır.

Altın ve gümüş sahiplerine gelince: Ulema bunlar hakkında da ihtilaf ederek, îmam Mâlik «Altın sahilerine bir dinar ve gümüş sahiplerine oniki bin dirhem lazım gelir» diye söylerken, İrak uleması «Gümüş sahiplerine onbin dirhem lazım gelir» demişlerdir. îmam Şafiî ise, Mısır'dayken «îster altın ister gümüş sahibi olsun, kendisinden -ne tutarsa tutsun- develerin kıymetin­den başka bir şey alınamaz», Irak'tayken de İmam Mâlik gibi demiştir.

îmam Mâlik'in dayanağı, Hz. Ömer'in yüz deve yerine, altını olanlardan bir dinar ve gümüşü olanlardan onikibin dirhem almasıdır. Hanefîlerin daya­nağı da, Hz. Ömer'in bir dinara on dirhem kıymet koyduğuna dair rivayet ile, bir miskal altının, zekatta on dirhem gümüş ile kıy me dendiril di ği hakkında­ki ulemanın icmaıdır. îmam Şafiî ise, «Diyet, esasında yüz devedir. Hz. Ömer altını olanlardan bin dinar, gümüşü olanlardan da onikibin dirhem ol­duğu için almıştır» demiştir. Amr b. Şuayb'ın babasından, babasının da dede­sinden rivayet ettiği, «Diyetler Peygamber Efendimiz zamanında sekizyüz dinar ve sekizbin dirhem idi. Hıristiyan ve yahudilerin diyeti de müslüman-ların diyetinin yansı idi. Hz. Ömer halife oluncaya kadar durum böyle idi. Hz. Ömer halife olunca, bir gün minbere çıktı ve develerin eskisine nazaran pahalılaştığını söyleyerek, 'Bundan böyle gümüşü olanlar onikibin dirhem, altını olanlar bin dinar, sığır olanlar ikiyüz sığır, koyunu olanlar ikibin koyun ve kumaşı olanlar ikiyüz takım elbise vereceklerdir' dedi ve hıristiyn ile yahudilerin diyetine dokunmayıp olduğu gibi bıraka» [6] mealindeki haS dis, îmam Şafiî'nin görüşünü te'vid etmektedir. Kimisi de   «Eğer Hz Ömer'in koyduğu bu kıymetler develerin bedeli olsa, alacağın alacakla de­ğiştirilip satılması kabilinden olur. Zira yanlışlıkla işlenen öldürmelerde la­zım gelen diyetin, te'diyesi üç yılda gereken vadeli bir borç olduğunda icma' vardır» diyerek bu hadisi İmam Mâlik'e delil yapmak istemiştir.

îmam Mâlik, İmam Ebû Hanife ve bir cemaat, deve, altın ve gümüşten başka bir şeyin diyet olamadığında müttefiktirler, imam Muhammed, imam Ebû Yûsuf ve «Fukaha-i Seb'a» diye meşhur olan Medine'nin yedi fıkıh bil­gini ise, «Koyunu olanlara ikibin koyun, sığırı olanlara ikiyüz sığır ve kuma­şı olanlara ikiyüz takım elbise diyet konulur» demişlerdir. Dayanakları da Amr b. Şuayb'ın yukarıda geçen hadisi ile, Ebû Bekir b. Şeybe'nin Atâ'dan ri­vayet ettiği, «Peygamber Efendimiz halka, ellerinde hangi mal bulunuyorsa ondan diyet vermelerini söyleyerek devesi olanların bin deve, koyunu olan­ların iki bin koyun, sığırı olanların ikiyüz sığır ve kumaşı olanların ikiyüz ta­kım elbise vermelerine hükmetti» mealindeki hadistir. Bunlar ayrıca Ömer b. Abdülaziz'in askeri komutanlara, «Peygamber Efendimiz zamanında di­yet yüz deve idi. Eğer diyet sahibi göçebe Araplardan ise, develerden başka bir şey veremez. Göçebe Arap, altın ve gümüşle mükellef tutulamaz. Şayet yüz deve bulamazsa, ona, yüz deve değerinde olan bin koyun lazım gelir»[7]mealinde yazdığı mektuba da dayanmışlardır. Diğer grup da, «Eğer deve, altın ve gümüş yerine bunların kıymetinde koyun ve sığır verilmesi caiz ol­saydı, yiyecek sahibi olanlara da, bunların kıymetinde yiyecek maddelerini ve atlan olanlara da bunların kıymetinde at vermeleri caiz olurdu. Halbuki hiçbir kimse bunu söylememiştir» demişlerdir. [8]

 

 172. Diyet Mükellefleri

 

Ulema, yanlışlıkla adam öldürmekten lazım gelen diyetin,

"Hiçbir kimse, bir başkasının işlediği suçtan dolayı sorumlu olamaz" [9]âyet-i kerimesi ile, Peygamber Efendimiz'in Ebû Remse'ye

«Ne sen oğlunun suçundan sorumlusun, ne oğlun senin suçundan sorumludur» [10] hadisinin umumlarından müstesna olup, bizzat öldürene değil, Öldürenin âkilesine, yani baba tarafın­dan erkek yakınlarına lazım geldiğinde müttefiktirler. Fakat kasten adam öl­dürmenin diyeti -cumhura göre- âkileye değil, bizzat öldürene lazım gelir. Zira rivayete göre îbn Abbas (r.a.), «Âkile, ne kasten adam öldürmekten, ne bir suç ikrarından, ne de kasten adam öldürenin anlaşma ile kabul ettiği di­yetten sorumlu değildir» demiş ve ashâbtan hiçbir kimse ona itiraz etmemiş­tir.

Cumhura göre bir kimsenin yanlışlıkla kendini öldürmesi halinde âkile­sine bir şey lazım gelmez. Fakat Evzaî şâz bir görüşte bulunarak, «Düşmana atmak isterken yanlışlıkla kendini öldüren kimsenin âkilesine diyet lazım gelir» demiştir. Cumhura göre kişinin yanlışlıkla organlarından herhangi bi­rini kesmesi de böyledir. Fakat rivayet olunmaktadır ki; adamın biri yanlış­lıkla bir gözünü çıkarmış da Hz. Ömer «Akilesi, kendisine gözünün diyetini vermekle mükelleftir» diye hükmetmiştir.

Ulema, Şibh-i Amd olan Öldürmenin diyeti ağır mıdır, hafif midir ve ço­cuk ile delinin Öldürdükleri kimsenin diyeti kime, yani âkileye mi, yoksa biz­zat çocuk veyahut deliye mi lazım gelir diye ihtilaf etmişlerdir. îmam Mâlik, îmam Ebû Hanife ve bir cemaat «Âkileye», îmam Şafiî «Bizzat kendilerine lazım gelir» demişlerdir. Bu ihtilaflarının sebebi, çocuk ile deli tarafın­dan işlenen cinayetlerden, en çok hangisine benzer diye tereddüd etmeleridir. En çok, kasten işlenen cinayetlere benzediğini söyleyenler, «Bizzat co cuk veyahut delinin malına lazım gelir» yanlışlıkla işlenen cinayetlere ben zediğini tercih edenler ise «Âkileye lazım gelir» demişlerdir. Bir çocuk ile bir büyüğün ortaklıkla bir başkasını öldürmeleri halindeki ihtilaflarının se bebi de keza budur. Büyüğe kısas, küçüğe ise diyet lazım geldiğini söyleyen­ler de diyetin âkile ile çocuğun malından hangisine lazım geldiğinde ihtilaf etmişlerdir. İmam Şafiî kendi usûlüne uyarak «Çocuğun malına», îmam Mâlik «Âkileye lazım gelir» demişlerdir. Ebû Hanife'ye göre, aralarnıda kı­sas yoktur. [11]

 

173. Diyetin Ödenme Zamanı

 

Ulema müttefiktirler ki yanlışlıkla öldürülen kimsenin diyeti üç senede, kasten öldürülen kimsenin diyeti de -eğer vade ile ödenmesi üzerinde anlaş­mazlarsa- hemen ödenir.

Âkilenin kimler olduğu hususuna gelince: Hicaz ulemasının cumhuru, «Âkile, öldürenin baba tarafından erkek yakınlarıdır» demişlerdir ki, bunla­ra ASABE de denilir. Ancak eğer diyetin tamamını vermeye asabenin gücü yetmezse, İmam Dâvûd'tan başka diğer ulema «Âkilenin veremediği kısmı mevalîye yüklenir» demişlerdir.

Herbir asabeye diyetten ne kadar lazım geldiği hususuna gelince: İmam Mâlik'e göre bu hususta belirtilen bir miktar yoktur. İmam Şafiî ise «Zengine bir, fakire yarım dinar lazım gelir» demiştir. Ona göre bu, yakınlıklarına göre olur, babadan akrabalar, ana tarafından yakınlar... Ebû Hanife ve tâbilerine göre, âkile, divan ehlindense bu divan ehlidir. Hicaz'hlarm dayanağı, insan­ların Hz. Peygamber ve Ebû Bekir zamanında âkile yürürlükteydi, divan yoktu, divan Hz. Ömer zamanında kuruldu[12]. Kûfe'liîer ise, Cübeyr b. Mut'im'in Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu naklettiği hadise dayanır: «İs­lam'da hılf (ittifak) yoktur. İslâm, cahiliyye döneminde yapılan hılfın gücü­nü arttırır»[13] Fukaha, asabesi ve mevlası bulunmayanların cinayeti hakkın­da ihtilaf etmiştir ki, bunlar Saibe'dir. Yanlışlıkla cinayet işleyince âkilesi var mı, yok mu, varsa kimedir diye ihtilaf etmişlerdir. Onların mevalisi ol­madığını söyleyenler, Saibe'nin âkilesi olmadığını söylemiştir. Mevaliyi âkile olmadığını söyleyen Dâvûd ve tabileri de aynı görüştedir. Velâsını azad edenlere verenler", onları âkile görmüştür. Velâsını müslümanlara ve­renler, âkilenin beytülmal olduğunu söylemiştir. Saibe'nin dilediği ile velâ akdi yapacağını söyleyenler âkilenin bu velâ akdi yapılanlar olduğunu söy­lemişlerdir. Bütün bu görüşler seleften nakledilmiştir.

Diyetin miktarı da, öldürülen veyahut yaralanan kimsenin vasfına göre değişir. Zira kadınlık, kölelik ve müslüman olmamak, diyetin miktarım azal­tan-vasıflardır. Ulema, öldürülen kadının diyeti öldürülen erkeğin diyetinin yansı olduğunda müttefiktirler. Fakat yaralanan kadının diyetinde -yara ve organların diyeti bahsinde geleceği üzere- ihtilaf etmişlerdir.

îslâm bayrağı altında yaşayan hıristiyan ve yahudiîerin yanlışlıkla öldü­rülmeleri halinde lazım gelen diyetleri hakkında ise, üç çeşit görüşte bulun­muşlardır. Kimisi «Diyetleri müslümanların diyetinin yansıdır» demiştir ki İmam Mâlik ile Ömer b. Abdülaziz bu görüştedirler. Kimisi «Diyetleri miis-lümanlann diyetinin üçtebiridir» demiştir. İmam Şâfıîile tabiînden bir ce­maat da bu görüştedirler. Bu görüş aynı zamanda Hz. Ömer ile Hz. Osman'dan da rivayet olunmuştur. Kimisi de «Diyetleri müslümanlann diyeti kadardır» demiştir. Bunu da İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve tabiinden bir cemaat ile ashâbtan Abdullah b. Mes'ud söylemişlerdir. Birinci grubun da­yanağı, Amr b. Şuayb'ın, babasından, babasının da dedesinden rivayet ettiği «Peygamber Efendimiz,

'Gayrimüslimin diyeti, müs-lümanın diyetinin yarısıdır' buyurdu» [14] mealindeki hadisidir. Hanefîlerin dayanağı da, "Eğer yanlışlıkla öldürülen kimse, kendileri ile aranızda saldırmazlık sözleşmesi bulunan bir toplumdan ise, sahiplerine ödene­cek bir diyet ile, müslüman bir köleyi azatlamak lazım gelir" [15]âyet-i ke­rimesinin taşıdığı umumdur. Hanefîlerin hadisten dayanağı da, Ma'mer'in ZührTden söylediğini rivayet ettiği, «Yahudi, hıristiyan ve îslâm bayrağı al­tında yaşayan her gayrimüslimin diyeti, müslümamn diyeti kadardır. Pey­gamber Efendimiz ile Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin devirlerinde böyle idi. Ta ki Muaviye geldi. Muaviye, gayri müslimin diyeti­nin yansını sahiplerine verdi. Diğer yansını ise beytülmala ayırdı. Ondan sonra da Ömer b. Abdülaziz, gayrimüslime yan diyetle hükmederek Muavi-ye'nin Beytülmala ayırdığı hisseyi kaldırdı» hadisidir[16]. Zührî demiştir ki: Ömer b. Abdülaziz'e durumu anlatmak ve «Peygamber Efendimiz zamanın­da gayrimüslimin diyeti tamdı» demek isterdim. Bir türlü fırsat bulama­dım.

Yanlışlıkla veyahut -köleyi öldürene kısas lazım gelmez, diyenlere gö­re- kasten öldürülen kölenin diyetine gelince: Kimisi «Köleyi öldüren kim­seye, kölenin -ne kadar tutarsa tutsun, hatta hürün diyetinden fazla bile olsa-kıymeti lazım gelir» demiştir. îmam Mâlik, îmam Şafiî ve İmam Ebû Yûsuf bu görüştedirler. Said b. el-Müseyyeb ile Ömer b. Abdülaziz de bu görüşte­dirler, îmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed ise, «Kölenin kıymeti hiçbir zaman hürün diyetinden fazla olamaz» demişlerdir. Küfe fukahasından bir

cemaat da, «Kıymeti değil, diyeti lazım gelir. Fakat hürün diyetinden az ol­mak şartı ile» demiştir. Hanefîler, «Çünkü kölelik kişide bir eksikliktir. Bu­nun için öldürülen kölenin kıymetinin, hürün diyetinden fazla olmaması la­zım gelir» demişlerdir. «Hür'ün diyetinden az olması şartı ile diyet lazım ge­lir» diyenler de, «Çünkü köle de -hür gibi- şer'î hükümler karşısında mükel­leftir. Ancak onun mükellefiyeti hüre nazaran daha azdır. Bunun için, hür öl­dürüldüğü zaman nasıl diyet lazım geliyorsa, onun da öldürülmesi halinde diyetin lazım gelmesi gerekir. Ancak kölenin mükellefiyeti hürün mükelle­fiyetinden az olduğu için diyetinin de hürün diyetinden az olması lazım ge­lir. Nitekim köle, zina işlediği veyahut başkasına iftira ettiği ya da içki içtiği zaman ona, hüre lazım gelen cezanın yansı lazım gelir ve nitekim onun talâk sayısı da hürün talâk sayısından azdır» demişlerdir. Bu duruma göre, eğer «Yanlışlıkla öldürülen kölenin diyeti hürün diyetinin yansıdır» diyecek olursak, yerinde bir şey söylemiş oluruz. Fakat ne var ki hiçbir kimse bunu söylememiştir.

îmam Mâlik de «Köle mal olduğu için, yanlışlıkla öldürüldüğü zaman bir mal itlaf edilmiş olur. Bunun için, diyeti değil -diğer mallar gibi- kıymeti­nin lazım gelmesi gerekir» demiştir.

Ulema, kölenin yanlışlıkla öldürülmesi halinde lazım gelen kıymet ve­yahut diyetinin kime lazım geldiği hususunda da ihtilaf etmişlerdir. îmam Ebû Hanife «Öldürenin âkilesine lazım gelir» demiştir, ki îmam Şafiî 'den de gelen en meşhur rivayet bu yoldadır. İmam Mâlik ise, «Bizzat öldürene la­zım gelir» demiştir. îmam Mâlik, köleyi eşyaya benzetirken, îmam Ebû Ha­nife ile İmam Şafiî onu hüre kıyas etmişlerdir.

Bu babın meselelerinden biri de, dövülen gebe kadının düşürdüğü ço­cuğun diyeti hakkındaki ihtilaflarıdır. Zira bu çocuk, her ne kadar annesi kasten dövülmüş ise de, kendisi kasten öldürülmemiş tir.

Bu mes'ele ile ilgili olan konuşmamız, "Düşen çocuk için diyet olarak ne lazım gelir? Düşen çocuk nasıl olursa diyet lazım gelir? Diyet kime lazım gelir? Kimler için lazım gelir?" konulan hakkındadır.

Ulema, hür olan kadının çocuğu ile, efendisinden gebe olan cariyenin çocuğu için diyet olarak, bir köle veyahut cariye lazım geldiğinde müttefik­tirler. Zira Ebû Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre, sabittir ki Hüzeyl kabilesinden bir kadının aynı kabileden bir başka kadını iterek yere atması ve yere atılan kadının çocuk düşürmesi üzerine Peygamber Efendimiz, düşen çocuğa diyet olarak bir köle veyahut cariye ile hükmetmiştir [17].

Ulemanın cumhuru, şunda da müttefiktirler ki lazım gelen köle veyahut cariyenin kıymeti, çocuğu düşüren kadının diyetinin yirmide birinden fazla olamaz. Gümüşü olanlar için tam diyetin onbin dirhem olduğunu söyleyen­ler, «Düşük çocuğun diyeti beşyüz dirhemdir», oniki bin dirhem olduğunu

söyleyenler «Altıyüz dirhemdir» demişlerdir. Lazım gelen köle veyahut ca­riyenin belli bir değerle sınırlı olmadığını ve köle yerine kölenin kıymetini vermenin caiz olduğunu söyleyenler de, «Köle veyahut cariyenin kıymeti neye vanrsa varsın, kıymeti lazım gelir» demişlerdir. Tahmin ederim ki imam Dâvûd ile Zahirîler de, «Kıymeti ne olursa olsun, bizzat köle veyahut Cariyeyi vermek gerekir. Kıymeti kâfi gelmez» demişlerdir.

Ulema, cariye ile gayrimüslim olan kadının çocukları hakkında da ihti­laf etmişlerdir. İmam Mâlik ile İmam Şâfıî, «Cariyenin çocuğu ister erkek, ister kız olsun, diyeti annesinin kıymetinin ondabiridir» demişlerdir. Kimisi de erkek ile kız arasında ayırını yaparak, «Eğer düşen çocuk kız ise, annesi­nin kıymetinin ondabiri, erkek ise, kendisi sağ olduğu takdirde kıymeti ne ise, kıymetinin beştebiri lazım gelir» demiştir, ki İmam Ebû Hanife de buna katılır. Cariyenin çocuğunun canlı olarak düşmesi halinde ise, kıymetinin ta­mamının lazım geldiğinde ihtilaf yoktur. İmam Ebû Yûsuf da, «Cariyenin çocuğu ölü olarak düştüğü zaman, annesinin kıymeti ne kadar eksiliyorsa, eksilen miktar lazım gelir» demiştir.

Gayrimüslim olan kadının çocuğuna gelince: İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ebû Hanife, «Annesinin diyeti ne ise, ondabiri lazım gelir» demiş­lerdir. Ancak şu var ki İmam Ebû Hanife, «Gayri müslimin diyeti müslümanm diyeti kadardır», İmam Şafiî «Gayri müslimin diyeti müslümanın diyeti­nin üçtebiridir», İmam Mâlik de «Yarısıdır» demişlerdir.

"Düşen çocuk nasıl olursa diyet lazım gelir?" konusuna gelince:

Ulema, diyetin lazım gelmesi için çocuğun ölü olarak düşmesinin ve an­nesinin de dövülmekten dolayı ölmemesinin şart olduğunda müttefik iseler de, annesi dövülmekten dolayı öldükten sonra ölü olarak düşen çocuğun di­yeti hakkında ihtilaf etmişlerdir. Leys b. Sa'd, Eşheb, Rabia ve Zührî «Bir kö­le veyahut cariye lazım gelir» demişlerse de, İmam Mâlik ile İmam Şâfıî «Bir şey lazım gelmez» demişlerdir.

Ulema, bu bâbtan olmak üzere birkaç meselede daha ihtilaf etmişlerdir. Biri, çocuğun canlı veyahut ölü olarak düştüğünün alametleri hakkındaki ih­tilaflarıdır. İmam Mâlik ile tabileri, «Düşerken ağlaması, canlı olarak düştüğünün alametidir. Düşerken ağlamayan çocuk, ölü olarak düşmüş demektir» demişlerdir. İmam Şâfıî, îmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve fukahanın çoğu ise, «Çocuk düşerken ağlamasa bile, kendisinde -kıpırdanma, aksırma ve ne­fes alma gibi- canlılık alametlerinden biri bulunduğu takdirde, sağ olanların ahkâmına tâbidir» demişlerdir, ki en açık olan görüş de budur.

Düşen çocuğun diyeti gerektirmesi için: şekillenmesinin şart olup ol-madığmdaki ihtilaf da bu bâbtandır. İmam Mâlik «Kadının düşürdüğü ister et parçası, ister kan pıhtısı şeklinde olsun, eğer çocuk olduğu biliniyorsa di­yet gerektirir» demiştir. îmam Şâfıî ise, «Eğer düşen şey henüz şekillenme­miş ise, hiçbir şey lazım gelmez» demiştir. Bana kalırsa en iyisi, henüz canlanmayan düşüğün diyet gerektirmeme sidir.

"Diyet kime lazım gelir?" konusuna gelince:

Ulema bunda da ihtilaf etmiştir. îmam Mâlik, Hasan b. Huyey ve Hasan Basrî'nin içinde bulunduğu bir cemaat, «Cinayeti işleyenin malına düşer», îmam Şâfıî, İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve bir cemaat da, «Âkileye lazım gelir» demişlerdir. «Bu cinayet, yanlışlıkla işlenen bir öldürme olduğu için diyetinin âkileye lazım gelmesi gerekir» diyen bunlar, ayrıca Câbir b. Abdullah'tan «Peygamber Efendimiz, düşen çocuğa diyet olarak, annesine vuran kimsenin bir köle veyahut cariye lazım geldiğini buyurdu ve kadının kocası ile çocuklarından başladı» [18] diye rivayet olunan hadise de dayan­mışlardır. İmam Mâlik ise, bu cinayeti -çocuğun annesine kasten vurulduğu için- kasten adam öldürmeye kıyas etmiştir.

Lazım gelen diyetin kimlere düştüğü konusuna gelince: îmam Mâlik, îmam Şâfıî ve îmam Ebû Hanife, «Bu diyet, miras olarak kalan terikenin hükmünde olup düşen çocuğun varislerine gerekir» demiş­lerdir. Rabia ile Leys b. Sa'd ise, düşen çocuğu annesinin bir organı gibi göre­rek bu diyetin, düşen çocuğun yalnız annesinin hakkı olduğunu söylemişler­dir.

Ulema, bu cinayeti işleyen kimseye diyetten başka, keffaret de lazım gelir mi, gelmez mi diye ihtilaf etmişlerdir. îmam Şâfıî «Lazım gelir», İmam Ebû Hanife «Lazım gelmez» demişlerdir. îmam Mâlik de, keffaret vermeyi istihsan ederek, «Vacip değildir» demiştir.

Çünki îmam Şafiî'ye göre keffaret, nasıl yanlışlıkla adam öldürene la­zım geliyorsa, kasten öldürene de lazım gelir. îmam Ebû Hanife ise, bu cina­yetin kasten işlenmiş olma vasfını yanlışlıkla işlenmiş olma vasfına tercih etmiştir. Çünkü ona göre kasten adam öldürene keffaret lazım gelmez, îmam Mâlik'e gelince:

Kendisi, kasten adam öldürene keffaret lazım gelmediği, yanlışlıkla öl­dürene ise, lazım geldiği görüşünde olduğu ve bu cinayetin hem kasten, hem yanlışlıkla adam öldürmeye benzer tarafları bulunduğu için, «Keffaret ver­mek vacib değil, fakat iyidir» demiştir.

Hayvanın çiğneyerek öldürdüğü kimsenin ölümünden, binicisinin, çe­kicisinin veyahut sürücüsünün zorunlu olup olmadığı hakkındaki ihtilaf da keza bu bâbtandır. Cumhur, Hz. Ömer'in bunları sorumlu tuttuğuna dair riva­yete dayanarak «Sorumludurlar» demiş ise de Zahirîler Peygambev Efendi-miz'in sabit olan,                                                                        

«Hayvanın yaralayıp öldürdüğü kimsenin kanı hederdir. Kuyuya dü­şüp Ölen kimsenin kanı hederdir. Maden ararken toprak altında kalan kimsenin kanı hederdir ve bulunan definenin be§tebiri zekâttır» [19] hadisine dayanarak, «Hayvanın herhangi bir kimseyi öldürmesinden sahibi sorumlu de­ğildir» demişlerdir. Cumhur bu hadisi, başıboş gezen, yani sırtında, önünde veya arkasında binicisi, çekicisi veyahut sürücüsü bulunmayan hayvanları yorumlamıştır. Çünkü cumhura göre, herhangi bir hayvan bir kimseyi çiğne­diği zaman, eğer ona binen veyahut yularından tutup çeken, ya da arkasında onu süren bir kimse bulunuyorsa, her ne kadar yanlışlıkla ise de, o kimseyi bizzat çiğnemiş sayılır.

Cumhur, hayvanın tekmeleyerek öldürdüğü kimsenin diyetinde de ihti-rlaf etmiştir, imam Mâlik, «Eğer sahibinin dürtmesiyle tekme atmamış ise, sahibine bir şey lazım gelmez» demiştir. İmam Şafiî İse, «Hayvanın, el ve 'ayaklan ile yaptığı ziyandan sahibi sorumludur» demiştir, ki İbn Şibrime ile îbn Ebî Leylâ da bu görüştedirler. Ancak îbn Şibrime ile îbn Ebî Leylâ hay­vanın, ayaklan ile ve başka şekilde yaptığı ziyanlar arasında ayrnm yapma­mışlardır, ki İmam Ebû Hanife de bu görüştedir. Ancak îmam Ebû Hanife, hayvanın tekme veyahut kuyruğu ile yaptığı ziyanları istisna etmiştir. Tah­min ederim ki İmanı Mâlik,

«Hayvanın tekmeleyerek Öldürdüğü kimsenin kanı he­derdir» [20] hadisine dayanmıştır. îmam Şafiî ise, bu hadisi sahih bulmadığı için reddetmiştir.

Ulema, kazdığı kuyuya başkasının düşüp öldüğü kimse hakkında da birbirine yakın görüşlerde bulunmuşlardır. îmam Mâlik «Eğer kazdığı kuyu, kazılması mu'tad olan bir yerde ise, kendisine bir şey lazım gelmez. Fakat eğer uygun olmayan bir yerde kazmış ise, sorumludur» demiştir. Leys b. Sa'd da «Kendi mülkünde kazdığı kuyuya başkasının düşmesinden sorumlu de­ğildir. Mülkü olmayan bir yerde kazdığı kuyudan ise sorumludur» demiştir. «Sorumludur» diyenler de bunu yanlışlıkla işlenen öldürmeler kabilinden saymışlardır.

Ulema, bir yerde bağlı bulunan hayvanın öldürdüğü kimsenin diyeti hakkında da ihtilaf etmişlerdir. Kimisi «Eğer sahibi onu uygun bir yerde bağ­lamış ise ona bir şey lazım gelmez. Fakat uygun olmayan bir yerde onu bağ­laması halinde sorumludur» demiştir, ki Irham Şâfıî buna katılır. îmam Ebû Hanife ise, «Onu nerede bağlamış olursa olsun, sorumludur. Zira sahibi ona binerken bir kimseyi çiğneyip öldürmesi halinde onun binişi ona helâl oldu­ğu halde nasıl onu sorumluluktan kurt aramı yorsa, hayvanı uygun bir yerde bağlaması da onu sorumluluktan kurtaramaz» demiştir.

Ulerru, iki atlının birbirleriyle çarpışarak ölmeleri halinde de ihtilaf et­mişlerdir, îmam Mâlik, îmanı Ebû Hanife ve bir cemaat, «Her birinin âkilesi diğerinin varislerine diyet vermek zorundadır» demişlerdir. îmam Şâfıî ile Osman el-Bettî ise, «Her birinin âkilesi diğerine diyetin yansını vermek zo­rundadır. Çünkü her biri, yalnız diğerinin fiili ile değil, hem diğerinin, hem kendisinin fiili ile ölmüştür» demiştir.

Ulema, hekimin yanlış teşhis ve tedavisi neticesinde ölen kimsenin di­yetinin hekime lazım geldiği hususunda müttefiktirler. Zira bu kimse de yan­lışlıkla öldürülen kimse hükmündedir. Ancak îmam Mâlik'ten «Hekime bir şey lazım gelmez» dediği rivayet olunmuştur. Bu da, eğer kişiyi tedavi eden kimse, gerçek hekim ise böyledir. Zira eğer tıp ilminden habersiz olup hekim diye geçiniyorsa, o zaman, öldürdüğü kimsenin diyetinin kendisine lazım geldiğinde ihtilaf yoktur. Çünkü bu durumda kendisi kendi sınırım aşarak kusur işlemiş olur. Bu hususta Amr b. Şuayb babasından, babası dedesinden, dedesi de Peygamber Efendimiz'den bir hadis rivayet etmiştir, ki hadisin metni şöyledir:

«Kim ki daha önce, tıpîa uğraştığı bilinmediği halde iıekim diye geçinir de, herhangi bir kimseyi tedavi ederse, o kimsenin gördüğü zarardan so­rumludur» [21].

Hekimin yanlış teşhis ve tedavisi neticesinde ölen kimsenin diyeti -cumhura göre- âkileye aittir. Kimisi ise «Hekimin malına düşer» demiştir. Kişinin gerçek hekim olmaması halinde lazım gelen diyetin ise hekimin ken­di malına düştüğü hususunda -yukanda geçen Amr b. Şuayb'ın hadisinin za­hirine binaen- ihtilaf yoktur.

Ulema, CenâbHakk'ın bir hürü yanlışlıkla öldürene lazım geldiğni buyurduğu keffaretin vacib olduğunda müttefik iseler de, hürü kasten veya­hut köleyi yanlışlıkla öldüren kimseye de keffaret lazım gelip gelmediğinde ihtilaf etmişlerdir. îmam Mâlik, «Kişi bir hürü kasten öldürdüğü zaman ona keffaret lazım gelmez» demiştir. îmam Şâfıî ise «Yanlışlıkla adam öldürene keffaret lazım geldiğine göre, kasten öldürene evleviyetle lazım gelmesi ge­rekir» demiştir.

Cinayetin kutsal aylarla kutsal toprakta işlenmesi halinde diyetin ağırla-şıp ağırlaşmadığı hususundaki ulemanın ihtilafı da keza bu bâbtandır. îmam Mâlik, îmam Ebû Hanife ve îbn Ebî Leylâ, «Ağırlaşmaz», îmam Şafiî, «Ağırlaşır» demişlerdir. Kasım b. Muhammed ile İbn Şihâb'tan da «Diyetin üçtebiri diyete eklenir» dedikleri rivayet olunmuştur, ki bu söz, Hz. Ömer'den de rivayet olunmuştur. îmam Şafiî'ye göre, yakın akraHsını Öldü­ren kimseye de ağır diyet lazım gelir. îmam Mâlik ile îmam Ebû Hanife'nin dayanağı diyetler hakkındaki naslann zahiridir. Bu naslann bazı kimseler hakkında ve bazı hallerde istisnah bir hüküm taşıdığını iddia edenler ise, bu

davalarını isbat etmelidirler. Kaldı ki kutsal aylarla kutsal toprakta yanlışlık­la adam öldürene lazım gelen keffaretin ağır olmadığında icma' vardır. İmam Şafiî ise «Kutsal aylar ile kutsal toprakta işlenen Öldürmelerde lazım gelen diyetin ağırlaştığı görüşü, Hz. Ömer, Hz. Osman ve İbn Abbas'tan ri­vayet olunmuştur. Ashabtan, kıyasa uymayan bir şey rivayet olunduğ zaman ise, o şeyi Peygamber Efendimiz'den işittiklerine hamletmek gerekir» de­miştir. Kutsal aylar ile kutsal toprakta adam öldürme diyetinin ağırlaştığı gö­rüşünün kıyasa uymayışı ise, yanlışlıkla işlenen bir suçun herhangi bir se­beple ağırlaşmasının, şeriatın usûlünden uzak olması bakımındandır. Diğer grub da «Kutsal aylar ile kutsal toprakta işlenen cinayetin ağır keffareti ge­rektirdiği görüşü, kıyasa uymaktadır. Çünkü şeriatta, kutsal aylarla kutsal toprağa saygı gösterilmesi hakkında emirler mevcuttur. Nitekim avlanmak, her yerde caiz olan bir iş iken, Mekke Haremi'nde işlendiği zaman cezayı gerektiren bir suç olur» diyebilirler. [22]

 

 174. Yaralamadan Doğan Diyetler

 

Diyeti gerektiren şeyler, öldürme cinayeti dışında -yaralama ve organ sakatlama cinayetleri olmak üzere- iki şeydir. Biz burada, yaralamadan ko­nuşmaya başlayacağız.

Bu baba dair konuşmamız "Diyet hangi yaralamalarda lazım gelir? Ne kadar lazım gelir? Kime lazım gelir? Ne zaman lazım gelir? fonler için la­zım gelir?" konuları hakkındadır.

Yaralama; Lugatta da, fıkıhta da on çeşit olup birincisine DÂMÎYE, ikincisine HÂRÎSA, üçüncüsüne BÂDIA, dördüncüsüne MÜTELÂHİME, beşincisine SİMHÂK, altıncısına MÛDIHA, yedincisine HÂŞÎME, sekizincisine MÜNAKKILE, dokuzuncusuna ME'MUME, onuncusuna da CÂİFE denilir.

DAMIYE: Derinin hafifçe sıyrılması, HARİSE: Derinin yırtılması, BÂDIA: Etin yarılması, MÜTELÂHİME: Yaranın ete işlemesi, SİMHÂK: Et ile kemik arasındaki ince zara kadar inmesi, MUDIHA: Etin kemik üze­rinden kalkıp kemiğin görünmesi, HÂŞİME: Kemiğin kırılması, MUHAK-KILE: Kemiğin yerinden uçurulması, ME'MUME: Yaranın beyine işleme­si, CÂİFE de: Yaranın boşluğa kadar inmesi demektir.

Bütün ulema müttefiktirler ki MÛDIHA'dan hafif olan yaralamalarda diyet yoktur, ancak HÜKÜMET vardır. Yani yaranın zararına değer biçilir. Kimisi de «MÛDIHA'dan hafif olan yaralamalarda sadece tedavi masrafı lazım gelir» demiştir. Ancak Hz. Ömer ile Hz. Osman'ın, SİMHÂK'da, MÛDIHA'da lazım gelen diyetin yansı lazım gelir, diye hükmettikleri riva­yet olunmuştur. Zeyd b. Sâbit'den de «DÂMİYE'de bir deve, BÂDIA'da iki deve, MÜTELÂHÎME'de üç deve, SÎMHÂK'da dört deve lazım gelir» dedi­ği rivayet olunmuştur. Fakat cumhur -dediğimiz gibi MÛDIHA'dan hafif olan yaralamalarda diyet lazım gelmediği görüşündedir. Çünkü her yaralamada asıl -eğer şeriatça ona belli bir diyet tayin edilmemiş ise- bilirkişiler ta­rafından değer biçimidir. İmam Mâlik'e göre bir yaraya değer biçilebiîmesi için, yaranın iyileştikten sonra yerinde çirkin bir iz kalması gerekir. îmam Mâlik dışında olan diğer fukaha ise «Yaraya -ister iz bıraksın, ister bırakma­sın- diğer biçilebilir» demişlerdir. İşte MÛDIHA'dan hafif olan yaralamalann hükmü budur.

MÛDIHA'ya gelince: Bütün fukaha müttefiktirler ki, MÛDIHA deni­len yaralama, yanlışlıkla işlendiği zaman ona diyet olarak beş deve lazım ge­lir. Zira Peygamber Efendimiz'in Amr b. Hazm'a gönderdiği mektubunda,

«MÛDIHA'da beş tane deve lazım gelir» di­ye yazdığı, sabittir. Ulema -söylediğimiz üzere- Mûdıha'nm kasten işlendiği zaman kısası, yanlışlıkla işlendiği zaman da diyeti gerektirdiğinde müttefik iseler de, yara vücudun neresinde olursa MÛDIHA olur diye ihtilaf etmişler­dir, îmam Mâlik, «MÛDIHA ancak baş, alın, yanaklar ve yukarı çenede olur. Burun veyahut aşağı çenede olduğu zaman, MÛDIHA değildir. Çünkü aşağı çene boyundan sayılır» demiştir. îmam Şafiî ile îmam Ebû Hanife'ye göre ise, MÛDIHA baş ile yüzün her yerinde olur. Cumhur da MÛDIHA'mn, an­cak bas ile yüzün sınırlan içinde olduğu görüşündedir. Leys b. Sa'd ile bir ce­maat da «MÛDIHA yanlarda da olabilir» demişlerdir. Evzaî de «Mûdıha, baş ile yüzün sınırlan dışında olduğu zaman, baş ile yüzün sınırlan içinde ol­duğu zamanki diyetinin yarısı lazım gelir» demiştir. Hz. Ömer'den de «Mûdıha, baş ile yüzün dışında, hangi organda olursa, o organın diyetinin ondabiri lazım gelir» dediği rivayet olunmuştur. Kimisi de «Mûdıha yüzde olduğu zaman eğer iyileştikten sonra iz bırakırsa, diyetinin yansı diyetine ilave olunur» demiştir. İmam Mâlik bu görüşü Süleyman b. Yesar'dan da nakletmiştir. Kendisi ise, bu hususta değişik görüşlerde bulunmuştur. Bir kez Süleyman b. Yesar gibi, bir kez de «Bİr şey ilave olunmaz» demiştir, ki cumhur da bu görüştedir. Kimisi de îmam Mâlik'ten, «Mûdıha yüzde iz bı­raktığı zaman, ize değer biçilir» dediğini rivayet etmiştir. îmam Mâlik bu sö­zü ile «Eğer yaralanan kimse köle olsaydı, yüzünde kalan iz onun değerini ne kadar eksiltecek idi ise, o kadar lazım gelir» demek istemiştir.

HÂŞÎME'ye gelince: Cumhura göre HÂŞÎME'de, öldürme diyetinin ondabiri lazım gelir. Cumhurun bu görüşünün, Zeydb. Sabit tarafından da söylendiği ve ashâbtan hiçbirinin ona itiraz etmediği, rivayet olunmuştur. Kimisi de şâz bir görüşte bulunarak, HÂŞÎME'de MUNAKKILE diyetinin lazım geldiğini söylemiştir.

MÜNAKKILE'ye gelince: Bu yaralamanın yanlışlıkla işlendiği zaman, öldürme diyetinin ondabiri ile ondabirinin yansı lazım geldiğinde ihtilaf yoktur. Kasten işlendiği zaman ise -kısas almakta Ölüm tehlikesi bulunduğu için- cumhura göre kısası gerektirmez. Bununla beraber Abdullah b. -beyr'in gerek MUNAKKILE ve gerek ME'MÛME'nin kısası gerektirdiğini söylediği rivayet olunmuştur HAŞÎME ise, Ibnu'l-Kasım, imam Mâlik'ten

«Kasten işlendiği zaman kısası gerektirmez» dediğini rivayet etmiştir. MÜ-NAKKILE'nin kısası gerektirdiğini söyleyenler, HÂŞIME'nin, kısası gerek­tirdiğini evleviyetle söylemelidirler.

ME'MÛME'ye gelince: Bu yaralamanın kısası gerektirmediğinde -yu­kanda geçtiği üzere- İbn Zübeyr'den gelen rivayet dışında, ihtilaf yoktur.

CAİFE'ye gelince: Ulema bu yaranın, başın değil, vücudun diğer yerle­rinin yaralanndan olup, öldürme diyetinin üçtebirini gerektirdiğinde ve kişi­nin sıra ile karnında olduğu zaman CÂIFE olduğunda müttefik iseler de, bir başka organda olup da o organın boşluğuna kadar işlediği zaman CÂÎFE olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. İmam Mâlik, Said b. el-Müseyyeb'den «Hangi organda olursa olsun, yara organın boşluğuna kadar indiği zaman, öldürme diyetinin üçtebiri lazım gelir» dediğini rivayet etmiştir. îbn Şihâb ise, Said b. el-Müseyyeb'in bu görüşte olmadığını nakletmiştir. İmam Mâlik de bunu benimsemiştir. Çünkü İmam Mâlik'e göre diyet konusunda kıyas ca­iz değildir. Said b. el-Müseyyeb ise -yukanda geçtiği üzere- Hz. Ömer'in, vücudun diğer organlarındaki MÛDIHA'yı, baş ile yüzün sınırlan içindeki MÛDIHA'ya kıyas ettiği gibi, bunu da sırt ve kanndaki CAÎFE'ye kıyas et­miştir.

Vücudun diğer yerlerindeki yaralamalarda ise -yanlışlıkla işlendikleri zaman- bilirkişiler tarafından değer biçiminden başka bir şey yoktur." [23]

 

175. Organ Sakatlamadan Doğan Diyetler

 

Yanlışlıkla işlenen birtakım yaralamalarla, yanlışlıkla sakatlanan or­ganlar için, diyet denilen belli miktarda bir kan bedelinin lazım geldiğini bil­diren delil, Peygamber Efendimiz'in diyetler hakkında Amr b. Hazm'a,

«Adam öldürmede yüz deve, kökünden kesilen burunda yüz deve, beyi­ne inen yaralamada üçlehir diyet, boşluğa inen yaralamada yine üçteblr di­yet, göz çıkarmada elli, el kesmede elli, ayak kesmede elli, herbir parmak için on, diş kırmada ve MÛDÎHA denilen yaralamada da beş deve lazım ge­lir» [24] diye yazdığı mektuptur, ki bunun hepsi üzerinde icma' edilmiştir. Ancak -ileride de söyleyeceğimiz gibi- diş ve baş parmak hakkında ihtilaf et­mişlerdir. Ulema bu mektupta geçmeyen birtakım organları mektupta geçen organlara kıyas ederek diyetleri hakkında ittifak etmişlerdir. Bunlardan biri dudaklardır. Zira her iki dudağın kesilmesi halinde tam diyet lazım geldiğin­de ittifak vardır. Cumhura göre herbir dudağın kesilmesi yarım diyeti gerek­tirir. Tabiînden bir cemaat ise, alt dudağın kesilmesi halinde üçteiki diyet la­zım geldiğini söylemiştir. Çünkü alt dudağın olmayışı, yiyip içmeyi engel­ler. Kısacası; alt dudağın menfaati ve gördüğü iş, üst dudağın menfaatmdan büyüktür. Ashâbtan Zeyd b. Sabit de buna katılır.

Kısacası: Ulemanın cemaatı ve fetva imamları -kaşlarla erkeğin meme­lerinden başka- insan vücudunda bulunan her çift organ için tam diyet lazım geldiğinde müttefiktirler. Ancak kulaklar için ne zaman diyet lazım gelir di­ye ihtilaf etmişlerdir. İmam Şafiî, İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve Leys b. Sa'd, «îşitme duyusu zedelenmese bile, kulak kepçelerinin dipten kesildiği zaman tam diyet lazım gelir» demişlerdir, tmam Mâlik ise -kendisinden ge­len meşhur rivayete göre- «işitme duyusu zedelenmediği takdirde, kulak kepçelerinin kesilişi ile diyet lazım gelmez. Yalnız kulak kepçeleri kesildiği zaman değer biçilir» demiştir. Hz. Ebû Bekir'den de, kulaklarda onbeş deve ile hükmederek «Kulak kepçelerinin yokluğu işitmeye zarar vermediği gibi saç ve sarıkla örtüldüğü için çirkinliği de görülmez» dediği rivayet olunmuş­tur. Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zeyd b. Sâbit'ten ise/kulak kepçelerinin kesilmesi ile yarım diyet lazım gelir, diye hükmettikleri rivayet olunmuştur.

Kaşlara gelince: imam Mâlik ile İmam Şafiî'ye göre değer biçilir, îmam Ebû Hanife'ye göre ise diyet lazım gelir. Kirpikler de böyledir, imam Mâlik'e göre, kirpiklerin kesilmesi halinde ancak değer biçilir. Hanefi'lerin dayanağı Abdullah b. Mes'ud'dan gelen,

«İnsanda bulunan her çift organ için diyet lazım gelir» mürsel hadisidir. Hanefîler aynca kaşlan, ulemanın diyet lazım geldiğinde icma ettikleri çift organlara kıyas etmişlerdir, imam Mâlik ise «Diyet hususunda kıyas yapmaya cevaz yoktur. Bunun yolu ancak sem'î delildir. Bir organ hakkında sem'î bir delil sabit olmadıkça o organda asıl, değer biçimidir. Kaldı ki kaşlar, diğer organlar gibi menfaati açık ve var­lığı gerekli değil ki, onlara kıyas edilsin» demiştir. Kirpiklere gelince: Kimi­si: «Her biri için dörttebir diyet lazım gelir» demiştir, ki imam Şafiî ile imam Ebû Hanife bu görüştedirler. Zira göz kirpiksiz kalamaz. Diğerlerine göre ise, aşağı kirpikler için üçtebir, yukarı kirpikler için de, üçteiki diyet lazım gelir.

Ulema, birden çok organları sakatlanan kimseye, sakatlanan herbir or­ganı için -bir tam diyeti aşsa bile- bir diyet lazım geldiğinde müttefiktirler. Buna göre eğer bir kimse, hem iki gözü çıkarılmış, hem burnu kesilmiş olur­sa, ona iki âiyet lazım gelir.

Ulema husyeler için de tam diyet lazım geldiğinde müttefiktirler. Bütün ulema «Herbir husye için yanm diyet lazım gelir» demişlerdir. Ancak Said b. el-Müseyyeb'den «Sol husye için üçteiki, sağ husye için, üçtebir diyet lazım gelir. Çünkü çocuk sol husyeden oluşur» dediği rivayet olunmuştur, işte çift organlar hakkındaki ihtilaflar bunlardır.Tek organlara gelince:

Dilin yanlışlıkla kesilmesi halinde tam diyet lazım geldiği, Peygamber Efendimiz'den rivayet olunduğu için [25] ulemanın cumhuru bunda ihtilaf et­memişlerdir. Bu da eğer dilin tamamı veyahut konuşmayı engelleyecek ka­dar kesilmemesi halinde ise, ancak değer biçilir. Dilin kasten kesilmesi ha­linde de, kısas lazım gelip gelmediğinde ihtilaf etmişlerdir. Kimisi «Dil kasten kesilse, kısas gerekmez, ancak diyet lazım gelir» demiştir. Bunu söyle­yen; İmam Mâlik, îmam Şafiî ve imam Ebû Hanife'dir. Fakat imam Şâfıî «Diye1- cinayeti işleyenin malına düşer», îmam Ebü Hanife ile imam Mâlik jSe «Âkileye lazım gelir» demişlerdir. Leys b. Sa'd ile başkaları da «Kısas lazım gelir» demişlerdir.

Burun hakkında da ulema -hadiste geldiği üzere- [26] dipten veya konuş­mayı engelleyecek biçimde kesildiği zaman tam diyet lazım geldiğinde müt­tefiktirler, imam Mâlik'e göre, koku duyusu zedelenmese bile tam diyet lazım gelir.

Cima' edebilen kimsenin zekerinde de tam diyet lazım geldiğinde ule­ma müttefiktirler. Fakat -dilsizin dili ile, titreğin eli hakkında ihtilaf ettikleri gibi- erkeklik gücü bulunmayan kimse ile hadım olan kimsenin zekeri hak­kında ihtilaf etmişlerdir. Kimisi «Diyet lazım gelir» kimisi «Değer biçilir», kimisi de «Üçtebir diyet lazım gelir» demiştir. Cumhura göre değer biçilir, îmam Mâlik'e göre diyeti gerektiren, haşafenin kesilmesidir. Haşafesi kesik olan zekerde ise ancak değer biçilir.

Tek gözlü olan kimsenin gözü hakkında da, ulema iki çeşit görüşte bu­lunmuşlardır. Kimisi «Tam diyet lazım gelir» demiştir, ki imam Mâlik ile Medine ulemasından bir cemaat bu görüştedirler. Leys b. Sa'd ile Ömer b. Abdülaziz de bu görüştedirler. Ashâbtan da İbn Ömer, bu görüştedir. İmam Şâfıî, imam Ebû Hanife ve Süfyan Sevrî ise, «Her iki gözü sağlam olan kim­senin bir gözünün çıkarılması halinde olduğu gibi, yarım diyet lazım gelir» demişlerdir. Bu görüş de tabiînden bir cemaattan rivayet olunmuştur. Birinci grup «Çünkü tek gözlü kimsenin gözü, kendisi için iki göz vazifesini görür» demişlerdir. İkinci grubun dayanağı ise, Amr b. Hazm'ın hadisinde geçen

 «Gözde de yarım diyet lazım gelir» [27] sözü­nün taşıdığı umumdur. Bunlar ayrıca tek gözlü olan kimsenin gözünü, tek eli olan kimsenin eline kıyas etmişlerdir. Çünkü tek eli olan kimsenin elini kese­ne, yarım diyet lazım geldiğinde icma' vardır. Şu halde ihtilafın sebebi, hem hadisin umumu ile kıyas arasında bulunan çelişmedir, hem de iki kıya­sın birbirleriyle çelişmeleridir.

Gözüne vurulması üzerine görme duyusu zayıflayan kimsenin görme­sinden ne kadar eksildiğini anlamak için en güzel yol Hz. Ali'nin başvurduğu rivayet olunan yoldur. Derler ki: Hz. Ali, gözüne vurulan adama, sağlam

olan gözünü bağlamasını emrettikten sonra, bir başkasının eline bir yumurta vererek yavaş yavaş uzaklaşmasını emretmiştir. Adam da yavaş yavaş uzak­laşıp gözü sakat adamın artık yumurtayı görmediği noktada durup orayı işa­retlemiştir. Ondan sonra adamın sakat gözü bağlanarak bir daha aynı şekilde yumurta uzaklaştırılıp yine adamın gözünden kaybolduğu noktada durul­muş ve bu kez orası işaretlenmiş ve bu iki işaret arasındaki mesafe ile, ada­mın bulunduğu yer ile son işaret yeri arasındaki mesafe ölçülmüştür. Ancak adamın doğru söyleyip söylemediğini anlamak için bu deneme birkaç kez ve değişik yerlerde uygulandıktan sonra iki mesafe arasındaki farka değer koy­muştur.

Ulema, vurma sonucu, gözlerine kara su inen ve fakat gözleri olduğu gi­bi duran kimse hakkında da ihtilaf etmişlerdir. İmam Mâlik, îmam Şafiî ve îmam Ebû Hanife «Değer biçilir», Zeyd b. Sâbit'de «Diyetin ondabiri, yani yüz dinar lazım gelir» demişlerdir. İmam Şafiî «Zeyd b. Sabit, bu-sözü ile gözlerin ışığına değer koymuş, 'Cinayetin diyeti yüz dinardır» demek iste­memiştir' demiştir. Hz. Ömer ile İbn Abbas'tan da, ışığı giden gözde, titre­yen elde ve kararan dişte diyetin üçtebiri lazım geldiğine hükmettikleri riva­yet olunmuştur. İmam Mâlik de «Dişin kararması ile bir diyet, karardıktan sonra yerinden çıkarılması ile bir diyet lazım gelir» demiştir.

Ulema, tek gözlü olan bir kimsenin, gözleri sağlam olan bir diğer kimse­nin gözünü kasten çıkarması halinde de ihtilaf etmişlerdir. Cumhur, «İsterse kısas alabilir. Şayet bağışlarsa, ona diyet düşer», Ancak kimisi «Tam», kimi­si «Yarım diyet düşer» demiştir, ki îmam Şafiî ile İbnu'l-Kasım bu görüşte­dirler. İmam Mâlik ise, her ikisini de söylemiştir. «Tam diyet düşer» diyenler de, İmam Mâlik'in tâbilerinden Muğire ile İbn Dinar'dır. Küfe fukahası ise, «Ancak kısas alabilir. Şayet kısastan vazgeçerse, muayyen bir diyet kendisi­ne düşmez. Neyin üzerinde anlaşırlarsa o lazım gelir» demişlerdir. Kısastan vazgeçildiği zaman tam diyetin lazım geldiğini söyleyenler, «Çünkü onu kı­sas etmediği için onun tek gözünü ona bırakmıştır. Tek gözlü olan kimsenin gözünün diyeti de -ulemanın çoğuna göre- tamdır» demişlerdir. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Abdullah b. Ömer'in görüşü de bu yoldadır. Çünkü tek gözlü olan kimsenin gözü, iki gözün vazifesini gördüğü için kısastan vazgeçilince, ilk gözün diyetinin lazım gelmesi gerekir. Bunlar, herbir göz için yarım diyet lazım geldiği temeline dayanmışlardır. İmam Ebû Hanife'nin dayanağı da, kasten işlenen cinayetler için muayyen miktarda bir diyetin vazedil meyi sidir. Bu mes'ele, yukarıda da (yaralama kısası babında) geçti.

Ulemanın cumhuru ve İmam Mâlik, İmam Ebû Hanife, îmam Şafiî, Süf-yan Sevrî ve başkalarından oluşan fetva imamları, parmaklar arasında ayı­rım yapmaksızın, herbir parmak için on deve, üç mafsallı olan parmakların başlan için de diyetin ondabirinin üçtebiri ve iki mafsallı olan baş parmağın başı için ise, beş deve lazım geldiği görüşündedirler. Bu husustaki dayanaklan da, Amr b. Hazm'ın hadisinde geçen, Peygamber Efendimiz'in,

«Herbir parmak için on tane deve lazım gelir» sözüdür. Amr b. Şuayb da babası yolu ile dedesinden, Peygamber Efendimiz'in parmaklarda onda-bir diyetin ondabiri ile hükmettiğini rivayet etmiştir. Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbas da bu görüştedirler. Ondabir diyetin ondabiri de, gümüş paradan verildiği zaman herbirinin görüşüne göre değişir. Zira tam diyetin onikibin dirhem olduğu görüşünde olanlara göre, onikibin dirhe­min ondabiridir, onbin dirhem olduğu görüşünde olanlara göre de, onbin dir­hemin ondabiridir. Ashâb ve ilk fukahadan ise, parmaklar arasında ayırım yaptıkları rivayet olunmuştur. Zira Hz. Ömer'den baş parmak ile işaret par­mağı hakkında yarım diyet ile, orta parmak hakkında on deve ile, orta parmağın yanındaki parmak hakkında dokuz deve ile küçük parmak hakkında da altı deve ile hükmettiği rivayet olunmuştur. Mücâhid'ten de «Baş parmakta onbeş, işaret parmağı ile orta parmakta onar, orta parmağın yanındaki par­makta sekiz ve küçük parmakta yedi deve lazım gelir» dediği rivayet olun­muştur.

Kalça kemiği ile kaburga kemikleri için de -cumhura göre- değer biçilir. İlk fukahadan kimisi ise «Diyet lazım gelir» demiştir. îmam Mâlik de Hz, Ömer'den, arka dişler için bir deve, kaburga kemiği için bir deve ve kalça kemiği için de bir deve ile hükmettiğini rivayet etmiştir. Said b. Cübeyr de «Kalça kemiği için iki deve», Katâde «Dört deve lazım gelir» demişlerdir. Cumhur, «Çünkü hakkında, Peygamber Efendimiz'den herhangi bir diyetle hükmettiği işitilmemiş olan cinayetlerde asıl, değer biçimidir» demiştir.

Cumhura göre, ağızda bulunan herbir diş için diyet olarak beş deve la­zım gelir, ki îbn Abbas da bu görüştedir. İmam Mâlik ise, Hz. Ömer'den arka dişler için birer deve ile hükmettiğini rivayet etmiştir. Çünkü arka dişler Ön dişler gibi görünmezler. Ağzın ön tarafında olan herbir diş için ise, beş deve lazım geldiğinde ihtilaf yoktur. Said b. el-Müseyyeb de «Arka dişlerin her biri için iki deve lazım gelir» demiştir. îmam Mâlik'in rivayetine göre, Mer-van b. Hakem bu hususta Abdullah b. Abbas'a «Sen arka dişlerle ön dişleri bir mi görüyorsun?» diye itiraz etmiş, İbn Abbas da «Elimizde hiçbir delil bulunmasa bile, yalnız dişlerin parmaklara kısas edilmesi, dişler arasında fark bulunmadığını gerektirir» diye cevap vermiştir. Cumhurun dayanağı, Amr b. Hazm'ın sabit olan hadisindeki, Peygamber Efendimiz'in,

«Dişte beş deve lazım gelir» sözüdür. Zira DIŞ kelimesi nasıl ön dişlere deniliyorsa, arka dişlere de denilir. Cumhur, ayrıca dişleri parmaklara kıyas etmiştir. Çünkü parmaklar her ne kadar yarar bakı­rcımdan birbirinden farklı iseler de, hepsinin diyeti aynıdır. Cumhurun görüsüne katılmayanlar ise, «Organlar yarar bakımından farklı oldukları içindir ki şeriat, herbir organ için ayrı bir diyet koymuştur. Şu halde, yarar bakımın dan birbirinden farklı olan aynı organın fertleri arasında da fark bulunmalı­dır» demişlerdir. Kaldı ki, Ashâb ile ilk fukahadan bunu söyleyenler, bu ayı­rımı Peygamber Efendimiz'den de işitmiş olabilirler.

Yanlışlıkla işlenmesi halinde diyet gerektiren büıün cinayetler, kasten işlendikleri zamanda ise, kısası gerektirirler. Cinayet, organ kesmek ise kı­sas da organ kesmektir. Cinayet, organı yerinden sökmek ise, kısas da organı yerinden sökmektir. Cinayet -kol ve bacak kırmak gibi- kemik kırmak oldu­ğu zaman ise, kısası var mı, yok mu diye ihtilaf etmişlerdir. İmam Mâlik ile tabileri, «Uyluk ve bel kemikleri dışında bütün kemik kırmalarda kısas var­dır» demişlerdir. İmam Şâfıî ile Leys b. Sa'd ise «Hiçbir kemik kırmada kısas yoktur» demişlerdir, ki İmam Ebû Hanife de buna katılır. Ancak İmam Ebû Hanife diş kemiklerini istisna etmiştir. İbn Abbas ile Hz. Ömer'den de «Ke­mikte kısas yoktur» dedikleri rivayet olunmuştur. Ebû Ömer b. Abdilber «Enes b. Mâlik'in hadisi ile sabittir ki, Peygamber Efendimiz diş kırmada kı­sas ile hükmetmiştir[28]. Bir başka hadis ile de, Peygamber Efendimiz'in ke­mik kırmada kısas bulunmadığını buyurduğu rivayet olunmuştur [29]. Fakat bu hadis kuvvetli değildir» demiştir. İmam Mâlik'ten de «Ebû Bekir b. Mu-hammed b. Amr b. Hazm, uyluk kemiğini kırmada kısas almıştır» dediği ri­vayet olunmuştur.

Ulema, öldürülen kadın diyetinin öldürülen erkek diyetinin yansı oldu­ğunda müttefik iseler de, yaralama ile organ sakatlamada erkek ile kadının diyetleri arasında fark olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. Cumhur, «Diyetler, tam diyetin üçtebiri miktarına vanncaya kadar, erkek ile kadın arasında fark yoktur. Fakat üçtebiri miktarına vannca, kadının diyeti erkeğin diyeti­nin yansına düşer. Mesela: Kadının bir parmağı kesildiği zaman on, iki par­mağı kesildiği zaman yirmi, üç parmağı kesildiği zaman otuz deve lazım ge­lirken dört parmağı kesildiği zaman, diyeti yirmi deveye düşer» demiştir, ki İmam Mâlik ile tabileri ve Leys b. Sa'd bu görüştedirler. İmam Mâlik bu gö­rüşü Said b. el-Müseyyeb ile Urve b. Zübeyr'den de rivayet etmiştir. Zeyd b. Sabit ile Ömer b. Abdülaziz de bu görüştedirler. Bir cemaat da «Yaralamada MÛDIHA'ya kadar erkek ile kadm arasında fark yoktur. Fakat Mûdıha ile daha ağır olan yaralamalarda, kadının diyeti erkeğin diyetinin yansıdır» de­miştir, ki Abdullah b. Mes'ud'dan gelen iki rivayetten en meşhuru budur. Bu görüş aynı zamanda Hz. Osman'dan da rivayet olunmuştur. Kadı Şüreyh ile bir cemaat da bu görüştedirler. Kimisi de «Kadının diyeti, mutlaka erkeğin diyetinin yansıdır. Yaralamanın ağırı ile hafifi arasında fark yoktur» demiş­tir. Bu da Hz. Ali'nin görüşüdür. Bu görüş İbn Abbas'tan da rivayet olunmuştur. Fakat en meşhuru İbn Abbas'tan rivayet olunduğunu yukanda söylediği­miz görüştür. İmam Ebû Hanife, İmam Şâfıî ve Süfyan Sevrî de bu görüşte­dirler. Bunlar «Çünkü şeriatta aksini gösteren bir delil sabit olmadıkça, ka­dm diyetinin erkek diyetinin yansı olduğu, asıldır. Zira diyetler konusunda kıyas yapmak caiz değildir. Kaldı ki yaralamanın ağın ile hafifi arasında ayı­rım yapmak, kıyasa da aykındır» demişlerdir. Birinci grubun ise, birtakım Mürsel hadislerle, Said b. el-Müseyyeb'ten rivayet olunan olaydan başka bir dayanaklan yoktur. Rivayet olunmaktadır ki «Rabia b. Abdurralvnan, Said

b. el-Müseyyeb'e:

- 'Kadının dört tane parmağı kesildiği zaman ona ne kadar diyet lazım gelir?' diye sormuş, Said b. el-Müseyyeb;

- 'Yirmi deve' diye cevap verince, Rabia:

- 'Hayret, kadının mağduriyeti artınca diyeti azalıyor mu? Üç parmağı kesildiği zaman ona otuz deve lazım gelirken, kesilen parmaklan dört olun­ca diyeti yirmi deveye nasıl düşer?' demiştir. Bunun üzerine Said b. El

Müseyyeb ona;

- 'Sen Iraklı mısın?' diye ta'rizde bulunmuş ve Rabia;

- 'Hayır, ben Iraklı değilim. Ben, ya herşeyin sebebini araştıran bir ali­mim, ya da öğrenmek isteyen bir cahilim' deyince, Said b. el-Müseyyeb;

- 'Peygamber Efendimiz böyle hükmetmiştir, yeğen' diye cevap vermiş­tir [30].

İşte hür olan kimseleri yaralama veyahut organlanm sakatlama diyetle­rinin durumu budur.

Köle ile cariyeleri yaralama veyahut organlanm sakatlamaya gelince: Ulema bu cinayetlerin hükmü hakkında iki çeşit görüşte bulunmuşlardır. Ki­misi «Köle ile cariye yanlışlıkla yaralandıklan veyahut organlan sakatlandı­ğı zaman, değerlerinden ne kadar eksiliyorsa, cinayeti işleyene o kadar diyet lazım gelir» demiştir. Kimisi de «Hürde o cinayetin diyeti tam diyetin yüzde kaçı ise, kölenin kıymetinden yüzde o kadar lazım gelir» demiştir. Buna göre eğer köle, MÛDIHA denilen şekilde yaralanırsa, kıymetinin yüzde onu, eğer bir gözü çıkanlırsa yüzde ellisi lazım gelir. İmam Ebû Hanife ile İmam Şâfıî bu görüştedirler. Hz. Ömer ile Hz. Ali'nin görüşü de budur. İmam Mâlik ise «MÛDÎHA, MÜNAKKEJE ve ME'MÛME denilen yaralama şekillerinden başka, bütün yaralamalarda kölenin değeri ne kadar eksiliyorsa, o kadar di­yet lazım gelir. Fakat bu üç çeşit yaralamalarda, hürün diyeti tam diyetin yüz­de kaçı ise, kölenin kıymetinden yüzde o kadan lazım gelir» demiştir.

Birinci grup, köle ile cariyeyi eşyaya kıyas etmiştir. İkinci grup, köle ile cariyenin müslüman ve mükellef olduklannı nazara alarak onlan hüre kıyas etmiştir.

Ulema, köle ile cariyenin diyetleri tam diyetin üçtebiri miktannı aşınca,

âkileye ait olduğunda müttefiktirler. Fakat tam diyetin Oçtebiri miktarından az olduğu zaman ihtilaf etmişlerdir. İmam Mâlik, Medine'ni n FUKAHA-î SHB'A demlen meşhur yedi fıkıh bilgini ve bir cemaat «Âkile ancak tam di­yetin üçtebiri ile tiçtebirinden fazla olanını yüklenir» demişlerdir. îroamEbû Haıûfe de «Âkile, tam bir diyetin ondabiri ile ondabirinden fazla olanını yük­lenil» demiştir. Süfyan Sevrî ile İbn Şibriroe de «MÛDIHA denilen yarala­ma ile ondan ağır olan yaralamaların diyeti âkileye aittir» demişlerdir, İmam Şafiî ile Osman el-Betu ile «Âkile, yanlışlıkla işlenen cinayetin gerektirdiği diyetin -ister az, ister çok olsun- hepsini yüklenir, demişlerdir. İmam Şafiî, "Çünkü yanlışlıkla işlenen cinayet diyetlerinin âkileye ait olması asıldır. Bu asim herhangi bir istisnası olduğunu iddia edenler, delil göstermelidirler» demiştir. Diğerlerinin ise, hiçbir dayanakları yoktur. Ancak görüşleri meş­hurdur ve görüşleri ile amel olunageîmistir.

Bu bah':s de -Allah'a şükürler olsun- burada sona ermektedir. [31]

 



[1] Nisa, 4/92.

[2] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 4/247.

[3] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 4/249.

[4] Tirmizî, Diyât, 14/1, no: 1386; Ebû Dâvûd, Diyât, 33/18, no: 4545; Hadis, Buhârî'de yoktur.                     

 

[5] Ebû Dâvûd, Diyât, 33/18, no: 4541.

[6] Ebû Dttvûd, Diyât 33/18, no: 2542.

[7] îbn Ebî Şeybe, 9/128, no: 6780.

[8] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 4/249-252.

[9] Fâtır, 35/18.

[10] Ebû Dâvûd, Diyât, 33/2, no: 4485.

[11] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 4/253-254.

[12] İbn Ebî Şeybc, 12/312, no: 2175.

[13] Müslim, Fedâilü'sSahâbe, 44/50,253.

[14] Ebû Dâvûd Diyât, 33/23 no: 4583.

[15] Nisa, 4/92.

[16] Abdürrezzak, 10/95, no: 1849.

[17] Buharı, Diyât, Sİ/25, no: 6904.

 

[18] îbn Ebî Şeybe, 9/254, no: 7339.

[19] Buhârî,Döw, 87/28, no: 6912.                                       

[20] Ebû Dâvûd, Diyât, 33/29, no: 4592.

[21] Ebû Dâvûd, Diyât, 33/25, no: 4586.

[22] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 4/255-262.

[23] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 4/263-265.

[24] Mâlik, Ukûl, 43/1, no: 1.

[25] Beyhâkî,8/89.

[26] Beyhâkî, 8/89.

[27] Ncsaî, 8/57-60.

 

[28] Buhârî, Diyât, 8/19, no: 6894.

[29] İbn Mâce, Diyât, 21/9, no: 2636; Beyhâkî, 8/65.

[30] Beyhâkî, 8/96.

 

[31] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 4/267-274.