11 HAC KİTABI

48. Haccın Hükmü ve Hacc Mükellefi
    1.Hacc'ın Hükmü ve Farz Oluş Şartları
        A- Hacc'ın Sıhhat Şartları
        B- Hacc'ın Farz Oluş Şartları
        C- Hacc'ın Ömriîiği ve Fevriliği
        D-Kadının Haca
49. Hacc'ın Rükünleri ve Hacc Esnasında Yapılması ve Sakınılması Gerekli Haller
    1.İhramın Şartları
        A- Mekân Mikatîari
        B- Zaman Mîkâti
    2.Aslında Mubah Olup îhram Halinde Sakınılması Gereken Şeyler
        A- Dikişli Elbise Giymek
        B- Güzel Koku Sürünmek
        C- Cinsî Birleşme
        D- Yıkanma
        E- Avlanma
        F- İhramlının Nikâhı
    3.Haccın Çeşitleri
        A- Temettü Haccı
            a) Niteliği
            b) Temettü' Hacemin Umreye Dönüştürülmesi
            c) Umre'nin Temettü'Haccına Dönüşmesi
        B- Kıran Haccı
    4.İhram
        A- Gusül ve Abdest
        B- Telbiye
            1. Hükmü ve Sözleri
            2. Başlangıcı
            3. Bitişi
    5. Tavaf
        A-Şekli
        B- Şartları
        C- Zamanı
        D- Abdestli Olmak
        C- Çeşitleri ve Sayısı
    6.Safa ile Merve Arasında Sa'y
        A- Hükmü
        B- Şekli
        C- Şartları
        D- Sırası
    7.Arafat Dağına Çıkmak
    8.Arafat'ta Vakfe
        A- Hükmü
        B- Şekli
        C- Şartları
    9.Müzdelife'de Yapılacak İşler
        A- Hükmü
        B- Niteliği ve Vakti
    10.Cemreleri Taşlamak
        A-Hükmü, Niteliği ve Sırası
        B- Taşların Sayısı
        C-Vakti
50. Hac'daki Aksaklık ve Aykırılıklar
    l.Uhsâr
        A-Hastalığın Engellemesi
    2.İhram'da Av Öldürmenin Cezası
    3. İhram'da İken Kir ve Bitleri Gidermenin Fidyesi ve Zamanı Gelmeden Başını Traş Etme
        A- Fidye Mükellefi
        B- Fidye'nin Niteliği
        C- Fidye Ödemeyi Gerektiren Haller
        D- Fidye'nin Ödenme Zamanı
        E- Başı Traş Etmek
    4.Temettü Haccı'nın Kefareti
    5. Hacc'ın Cinsî Birleşmeyle Bozulması
        A- Niteliği:
        B- Unutarak Birleşme
        C- Kadının Keffaret Mükellefliği
    6.Arafat'ta Vakfeyi Kaçırmanın Haccı Bozması
    7. Hükmü Belirtilmeyen Keffaretler
        A- Hac Fiillerinin Hüküm Yönünden Çeşitleri
        B- Mikafı İhramsız Geçmek
        C- Başını Yıkamak ve Hamama Gitmek
        D- İhramlıya Yasak Olan Elbiseleri Giymek
        E- Tavaf Konusundaki Eksiklik ve Yanlışlıklar
        F- Sa'y Konusundaki Yanlışlıklar
        G- Arafat'ta Vakfe Konusundaki Yanlışlıklar
    8.Hedy Kurbanı
        A- Hükmü
        B-Cinsi
        C- Yaşı
        D- Gönderilme Şekli
        E- Gönderilme Yeri
        F- Kesim Zamanı
        G- Kesim Şekli
        H- Kurban Etinden Yararlanma
 

 


11 HAC KİTABI

Bu bahis de üç bölümden ibarettir. Birinci bölüm, hac ibadetine birer mukaddime olup bu ibâdeti yerine getirebilmek için bilinmesi gerekli olan şeyleri, ikinci bölüm, hac ibadeti için birer rükün sayılan ve bu ibâdet esnasında yapılması ve sakınılması gerekli olan şeyleri, üçüncü bölüm ise, bu ibâdetin birer tamamlayıcısı olan hac ef alinin hükümlerini mevzu yapmaktadır. Zira her ibadette bu üç cins de mevcuttur. 1

48. Haccın Hükmü ve Hacc Mükellefi

Bu bölüm, -haccın vücubu ile şartlan ve haccın kimlere ve ne zaman va-cib olduğu olmak üzere- iki mevzudan ibarettir. 2

1. Hacc'ın Hükmü ve Farz Oluş Şartları:

Cenâb-ıHak,
"Hacc yoluna gücü yeten kimselerin beyt'i ziyaret etmeleri insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır" 3 buyurduğu için haccın vücubunda ihtilâf yoktur. 4

A- Hacc'ın Sıhhat Şartları:

Haccın şartlarına gelince, bunlar -sıhhat ve vücub şartlan olmak üzere-iki kısımdır.
Müslüman olmanın, haccın sıhhat şartlarından biri olduğunda ihtilâf yoktur. Zira müslüman olmayan bir kimsenin yaptığı hac sahih değildir. Yani bir adam eğer müslüman olmadan önce hac yapar ve daha sonra müslüman olurda hac şartlanna sahip olursa, bir daha hacca gitmesi gerekir.
Fakat çocuğun haccı sahih midir, değil midir diye ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik ile îmam Şafii: «Sahihtir» îmam Ebû Hanife ise: «Sahih değildir» demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi.bumevzudahadisinusulileçelişmesidir. Çünkü çocuğun haccmı sahih görenler, Buhârî ile Müslim'in îbn Abbas'tan getirdikleri hadise dayanmışlardır. Zira bu hadiste «Bir kadın Peygamber
(s.a.s)'e bir çocuğu kaldırıp gösterdi ve 'Buna hac var mı?' diye sordu. Peygamber (s. a. s)'de:
«Evet, ayrıca senin için de sevap vardır» buyurdu» 5 denilmektedir.
Çocuğun haccı sahih değildir diyenler ise, «Kaide, mükellef olmayan bir kimseden hiçbir ibâdetin sahih olmamasıdır» diye kıyas yapmışla; dır.
Bunun gibi, îmam Mâlik'in tabileri de süt emen çocuğun haccı sahih midir, değil midir diye kendi aralarında ihtilâf etmişlerdir. Bana kalırsa, namazı sahih sayılan yaştaki çocuğun haccında ihtilaf edilmemeli idi, o da -Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in buyurduğu üzere 6 yedi yaşına giren çocuktur. 7

B- Hacc'ın Farz Oluş Şartları:

Hacc'ın vücub şartlanna. gelince: Bunlar da biri -müslüman olmayanlar da islâm'ın hükümlerini yerine getirmekle mükelleftirler diyenlerin görüşüne göre- müslüman olmaktır. Biri de -âyet-i kerimede geçtiği üzere- hac yoluna güç yetirmektir. Bu hac yoluna güç yetirmenin mahiyetinde her ne kadar ihtilâf edilmişse de, haccın vücub şartlarından biri olduğunda ihtilâf yoktur. Zira Cenâb-ı Hak,
"Hac yoluna gücü yeten kimselerin" diye buyurarak bu şartı koşmuştur. Hac yoluna güç yetirmek, özet olarak iki şekilde düşünülebilir. Ya bizzat gitmek, ya kendi yerine başkasını göndermek gücüne sahib olmak. Bizzat gitme gücünün bedeni güç, mali güç ve yol emniyeti demek olduğunda ihtilâf yoksa da, bedenî ve mali güçlerin neler olduğu hakkında ihtilâf etmişlerdir.
İmam Şâfıi, îmam Ebû Hanife ve imam Ahmed «Kişinin bedenî ve malî gücü, bineceği vasıta ile gidip gelinceye kadar yol masrafının bulunması demektir» demişlerdir. Bu görüş, Ibn Abbas ile Hz. Ömer'in de görüşüdür, imam Mâlik ise: «Eğer kişi yaya gidebiliyorsa onun hakkında bineceğin bulunması söz konusu değildir, binecek vasıta bulamazsa da hacca gitmelidir», demiştir, imam Mâlik'e göre yolda çalışıp yol masrafını -dilencilikle de olsa-çıkarabilen kimse için yol masrafının da bulunması şart değildir.
Bu ihtilâfın sebebi, hadiste belirtilen hac yoluna güç yetirmenin tarifi ile güç yetirme lafzındaki umum arasında bulunan çelişmedir. Zira -rivayet olunduğuna göre- Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e, «Hac yoluna güçyetirmek nedir?» diye sorulmuş, Efendimiz (s.a.s) de, «Yol azığı ile bineceğinin bulunmasıdır» 8 demiştir.
imam Ebû Hanife ile imam Şâfıi, hadisin bu tarifini yaya gidebilen ve yolda çalışmakla yol masrafını çıkarabilen kimselere de şamil görmüşlerdir. İmam Mâlik ise, 'Bu tarif, yaya gidemeyen ve yolda çalışıp yol masrafını çıkaramayan kimseye mahsustur' demiştir.
Yerine başkasını gönderme gücüne sahip olan kimseye haccın vücubu-na gelince: îmam Mâlik ile îmam Ebû Hanife'ye göre, kişi bizzat gidemiyor-sa -yerine başkasını gönderebilse bile- kendisine hac vacib olmaz. îmam Şafii'ye göre ise vacib olur. Şu halde Şâfıi mezhebine göre, bizzat hacca gidemeyen bir kimse eğer yerine başkasını gönderebiliyorsa göndermesi lâzımdır. Şayet -kardeşi veya bir başka yakını gibi- bir kimse eğer kendi parası ile gidip onun yerine haccetse, onun üzerinden vücub sakıt olur. işte «Ma'dub» mes'elesi diye söyledikleri budur. Ma'dub hayvan üstünde duramayan kimse demektir, imam Şafii'ye göre, kendisine hac lâzım geldiği halde hacca gitmeden ölen kimsenin varislerinin -eğer kendisinden tereke (miras) kalmış ise- o terekeden onun yerine birini göndermeleri lâzımdır.
Bu ihtilâfın se bebikıyasın hadis ile çelişmesidir. Zira eğer hacda diğer ibadetlere kıyas edilirse, hiçbir ibadette niyabet nasıl caiz değilse, hacda da caiz olmaması lâzım gelir. Nitekim bir kimse bir başkası yerine ne namaz kılabilir, ne de zekât verebilir. Buhârî ile Müslim'in îbn Abbas'tan getirdikleri meşhur hadisten ise, bunun caiz olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu hadiste, «HAS'AM kabilesinden bir kadın Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'e, 'Ya Rasûlallah, Allah'ın kulları üzerinde hac hususundaki farizası babama, çok yaşlı bir ihtiyar olduğunda yetişti. Deve üzerinde duramayacak bir durumdadır. Onunyerine ben hac edebilir miyim?' diye sordu. Rasûl~i Ekrem 'Evet, edebilirsin', diye cevap verdi. Bu da Haccetul-Veda sır asında-idi» 9 denilmektedir. Bu, sağ olan kimse hakkındadır.
Haccetmeden Ölen kimse hakkındaki hadis ise, Buhârî'nin kaydettiği bir hadistir ki bu hadiste de «Cüheyne kabilesinden bir kadın Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'e gelip, 'Ya Rasûlallah, annem sağlığında hacca gitmeği nezretmişti. Fakat nezrini yerine getirmeden öldü. Onun yerine ben haccedebilir miyim?' diye sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.s),
«Yerine haccet. Eğer annenin bir borcu olsaydı onu ödemeyecek miydin? O halde Allah'ın borcu daha önemlidir, buyurdu» 10 denilmektedir. Başkası yerine tatavvu1 olarak hac etmenin cevazında ise ihtilâf yoktur.
İhtilâf ancak, başkası yerine yapılan haccın farz yerine geçip geçmediği hu-susundadır.
Bu mevzuda bir başka ihtilâf daha vardır ki p da, ister sağ olan, ister ölen bir kimse yerine hacceden kimsenin daha Önce hacca gitmiş olmasının şart olup olmadığı hususundadir.
Kimisi «Şart değildir. Fakat eğer daha önce hacca girmişse daha iyidir» demiştir.
İmam Mâlik de, ölen kimse yerine hacceden hakkında bu görüştedir. Zira ona göre, sağ olan kimse yerine hac yapılamaz.
Kimisi de «Başkası yerine haccedebilmek için daha önce hacca gitmiş olmak şarttır» demiştir. İmam Şâfıi ile diğerleri de bu görüştedir. Bunlara göre, eğer bu adam daha önce hac yapmamışsa, başkası yerine yaptığı hac kendisine sayılmış olur. Bunların delili de, İbn Abbas'ın «Rasâl-i Ekrem (s.a.s), bir adamın
«Şibrime yerine LEBBEYKE» diye söylediğini işitti ve adama: 'Şibrime kimdir?' diye sordu. Adam da ya: «Benim kardeşimdir» ya da: «Bir yakınımdır» dedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s):
«Kendin haccetmiş misin?» diye sordu ve adam: 'Hayır', deyince:
«Şu halde önce kendin için sonra Şibrime yerine haccet» dedi» 11 mealindeki hadisidir.
Diğer grup da «Bu hadis, İbn Abbas'tan mevkuf olarak da, yani «İbn Abbas'ın kendisi bu adamdan «Şibrime yerine Lebbeyke» diye söylediğini işitmiş ve ona 'Önce kendi yerine, sonra Şibrime yerine haccet' demiştir» şeklinde de rivayet olunduğu için bu hadis ma'luldur» demişlerdir.
Bu mevzudan olmak üzere, bir kişinin ücret karşılığı olarak hac yapmasının caiz olup olmadığında da ihtirf etmişlerdir.
İmam Ebû Hanife «Hac bir ibadet olduğu için ücret karşılığında yapılamaz» demiştir. îmam Mâlik ile İmam Şafii ise cevazını benimsemişlerdir. Bunlar mesned olarak, «Mushaflann yazımı, camilerin onanm ve yapımı gibi birer ibadet olan hizmetler ücret karşılığında yapılabilir» demektedirler.
İmam Mâlik'e^göre ise; ücret karşılığında hac yapmak iki çeşittir. Biri, Mâlikîlerin BELAG diye ad verdikleri şekildir ki, bunda, hacca gidip gelinceye kadar ne masraf giderse, hepsi, yerine hac yapılan kimseye aittir. Hac yapana verilen para eğer yeterli gelmezse üzeri tamamlanır ve eğer artarsa, artan miktar geri verilir. Biri de, normal olan icare şeklidir ki bunda, ücret miktarı bellidir ve üzerinde anlaşılan ücret ister az, ister çok olsun, ne artan geri verilir, ne de -eğer eksik kalırsa- bir daha istenir.
Cumhur, köleye -azadlanmadığı müddetçe- hac lâzım gelmediği görüşündedir. Fakat zahirîler, «Köleye de hac lâzım gelir» demişlerdir.
îşte hac farizasının kimlere vacib olduğu ve kimler hac ederse, sahih olduğu hakkındaki mes'eleler bunlardır. 12

C- Hacc'ın Ömriîiği ve Fevriliği:

'Hac ne zaman vacib olur?' mevzuuna gelince: Bu mevzudaki ihtilâfın şekli de şöyledir: Haccın vücubu fevrî midir, yani hac vacib olur olmaz aynı yılda hacca gitmek vacib midir, yoksa kişinin keyfi ne zaman isterse o zaman hacca gidebilir mi?
İmam Mâlik ile tabileri arasında bu her iki görüşü benimseyenler de vardır. İmam Mâlik'in Müteahhirîn olan tabilerinin sözlerinden, hac vücubu-nun fevrî olmadığı görüşünde oldukları anlaşılmaktadır. Bağdatlı olan tabileri ise, fevrî olduğunu söylemişlerdir. İmam Ebû Hanife ise her ikisini de söylemiştir. Fakat tabileri onun, fevrî olduğuna dair sözünü tercih etmişlerdir. İmam Şafii de fevrî olmadığını söylemiştir.
Fevrî olmadığını söyleyenler, «Peygamber (s.a.s) Efendimiz hacca gitmezden yıllarca önce hac farz kılınmıştı. Eğer haccın vücubu fevrî olsaydı, Peygamber (s.a.s) Efendimiz bunca yıl te'hir etmeyip aynı yılda hacca gidecekti. Şayet mazeret dolayısıyla te'hir ettiğini kabul etsek de, mazeretten dolayı te'hir ettiğini söylemesi lâzım gelirdi» demişlerdir. Diğerleri de «Hac da, namaz ve oruç gibi vakitli bir ibâdettir. Namaz vakti çıkıncaya kadar namazı geciktirmenin günah olduğu gibi, vakitli olan her ibadette asıl, geciktirilmesinin günah olmasıdır» demişlerdir. Diğer gruba göre ise, namaz ile hac arasında fark vardır. Zira namazın vakti tekerrür ettikçe vücubu da tekerrür eder. Fakat hac vaktinin tekerrürü ile haccın vücubu tekerrür etmez.
Kısacası; haccın kişiye vacib olduğu ilk senenin hac vaktini, namaz vaktinin evveline benzetenler, 'Kişi, -nasıl vaktin evvelinde namaz kılmak zorunda değilse- ilk senenin hac vakr;nde de hac yapmak zorunda değildir' demişlerdir. İlk yılın hac vaktini namaz vaktinin sonuna benzetenler ise, «Kişi namazını vaktin sonunda da kılmadığı taktirde nasıl namazı kazaya kalıyorsa, ilk yılın hac vaktinde hac etmeyenin haccı da kazaya kalmış olur» demişlerdir.
Bunlar ayrıca «Kendisine hac lâzım gelen kimse, ertesi yılın hac vakti gelmeden ölebilir» şeklinde de delil getirmişlerdir. Bunlar -zannedersem-«Namaz vaktinin başında kılmmasa da kazaya kalmış olmaz. Fakat hac, vaktinde yapılmazsa hacca elverişli olmayan bir vakte girmiş olur. Bu balamdan da, haccın vacib olduğu ilk yılın hac vakti ile namaz vaktinin başı arasında
benzerlik yoktur. Bunun için, hacci da namaza kıyas ederek, 'Namaza dair olan mutlak emir nasıl fevrî değilse, hacca dair olan mutlak emir de fevrî değildir denilemez' şeklinde de delil getirmişlerdir.
Şu halde bu ihtilâf -zannedildiği gibi- şeriatte bir emir mutlak olduğu zaman o emir fevrî (acil) midir, yoksa müterahi (serbest) midir? Yani şeriatte «Şu işi yapın» şeklinde bir emir bulunduğu zaman, o emir yapılması emredilen şeyi hemen yapmanın vücubunu gerektirir mi, yoksa «yapın da ne zaman olursa olsun» demek midir diye edilen ihtilâfa girmemektedir. 13

D- Kadının Haca:

Bu babın ihtilâf edilen konularından biri de, kendisi ile birlikte hac yolculuğuna çıkacak bir mahremi bulunmayan kadına haccm vacib olup olmadığı mes'elesidir. îmam Mâlik ile îmam Şafii, «Bu kadın için vücub şart değildir, kadın, emniyetli birkaç kadın arkadaş bulursa hac yolculuğuna çıkabilir» demişlerdir. îmam Ebû Hanife, îmam Ahmed ve bir kitle ise; «Kadınla birlikte hac yolculuğuna çıkacak bir mahremi bulunmazsa kadına hac vacib olmaz» demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi, haccm ve hac yolculuğuna çıkmanın vücubuna dair olan emir ile, kadının beraberinde bir mahremi bulunmaksızın üç günlük bir yolculuğa çıkmasına dair olan yasak arasında bulunan çelişkidir. Zira Ebû Said el-Hudrî, Ebû Hüreyre, îbn Abbas ve îbn Ömer'in hadisleri ile sabittir ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Allah'a ve kıyamet gününe inanan bir kadının -beraberinde bir mahremi bulunmaksızın- yolculuğa çıkması helâl değildir» 14 buyurmuştur.
Hacc'ın vücubuna dair olan emrin umumunu bu hadise üstün kılanlar, «Kadın, beraberinde mahremi bulunmasa da hac yolculuğuna çıkabilir» demişlerdir. Haccın vücubuna dair emrin umumunu bu hadis ile tahsis edenler ya da bu hadisi hac yoluna güç yetirmenin bir tarifi mahiyetinde görenler ise, «Kadın -beraberinde mahremi bulunmaksızın- hac yolculuğuna çıkamaz» demişlerdir.
îşte hac denilen bu ibadetin vücubunu ve ne ile, kimlere ve ne zaman vacib olduğunu anlatmış olduk. Şimdi de söz sırası Umre denilen ibadete gelmistir. Kimisi «Hac gibi, Umre de vacibtir» demiştir. İmam Şafii, îmam Al med, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, Süfyan Sevrî ve Eyzâî de bu görüştedirler. B görüş aynı zamanda ashabtan îbn Abbas ile îbn Ömer'in ve tabiilerden bir 15 maatin de görüşüdür.
îmam Mâlik ile bir cemaat de «Umre sünnettir», îmam Ebû Hanife is «Tatavvu (nafile)'dur» demiştir ki Ebû Sevr ile îmam Dâvûd da bu görüşte dirler.Umrenin vücubunu benimsemiş olanlar,
AHahiçin hac ve umreyi tamamlayınız"1 âyet-i kerimesi ve bu yolda rivayet olunan birtakım hadislerle ihticac etmiş lerdir.
Bu hadislerden biri, îbn Ömer'in «Güzel yüzlü beyaz elbiseli bir Arabi Rasûlullah (s.a.s)'ın yanına girip, 'islâm nedir?' diye sordu. RasûlullaJ (s.a.s),
«Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ı) Peygamberi olduğuna şehadet getirmen, namaz kılman, Ramazan'da oru\ tutman, hac ve umre etmen ve cenabetten gusûl yapmandır» diye cevap ver di» 16mealindeki hadisidir.
Abdürrezzak da «Ma'mer, Katâde'den naklen bize dedi ki: "Hac yolum gücü yeten kimselerin beyti ziyaret etmeleri insanlar üzerinde Allah'a bir hakkıdır" 17 mealindeki âyet-i kerime indiği zaman, Rasûl-i Ekren
«Allah'ın hakkı ikidir. Biri, bir kere hac etmek, biri de bir kere umn yapmaktır. Kim ki ikisini yaparsa farzı yerine getirmiş olur. Artık önce hah gisini yaparsan senin için zararı yoktur» buyurdu» 18 demiştir.
Zeyd b. Sâbit'ten, Rasûlullah'ın (s.a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir «Hacc ve umre iki farzdır. Hangisiyle başlarsan başla, sana zararı olmaz» 19.
îbn Abbas'tan da «Umre vacibtir» diye rivayet olunmuştur ki bazılar buna, merfu' hadis demişlerdir 20.
Umre vacib değildir diyen diğer grubun delilleri de, İbn Ömer'in
«İslâm dini be§ temel üzerine kurulmuştur..» hadisi gibi, islâm'ın farzlarını sayarken yalnız haccı söyleyip umreden bahsetmeyen meşhur hadislerdir ki bunlardan biri de, İslâm'ın farzlarını soran adamın meşhur hadisidir. Zira bu hadisin bazı rivayetlerinde
«Ve beyti hac etmendir» ziyadesi vardır. Bunlar, "Allah için hac ve umreyi tamamlayınız" âyet-i kelimesindeki emir umrenin vücubunu gerektirmez. Zira bir ibâdete başlanırsa o ibâdet sünnet de olsa onu tamamlamak vacib olur demiş olabilirler. Umrenin sünnet olduğunu söyleyenler, bunlardan başka birkaç hadisi daha delil olarak getirmişlerdir. Bu hadislerden biri Haccac b. Ertat'ın Muhammed b. el-Münkedir'den, Mu-hamed'in de Cabir b. Abdullah'tan rivayet ettiği hadistir. Zira bu hadiste, «Birisi Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'e, 'Umre vacib midir?' diye sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.s),
«Hayır, umre vacib değildir. Fakat umre yaparsan senin için daha iyi olur» diye cevap verdi» 21 denilmektedir.
Ebû Ömer, «Yalnız Haccac b. Ertat tarafından rivayet olunan hadisler hüccet olamaz» demiştir.
Umre tatavvu'dur diyenler de, Ebû Salih el Hanefi'nin «Rasûl-i Ekrem (s.a.s):
«Hac vacibür, umre ise tatavvu'dur»
b-yurdu» 22diye rivayet ettiği hadis ile ihticac etmiş olsalar gerektir. Fakat bu hadis münkatı'dır.
îşte umre hakkında ulemayı ihtilâfa düşüren sebep, hadisler arasındaki bu çelişme ile hac ve umrenin tamamlanmasını emreden âyet-i kerimenin umrenin vücubunu ifade edip etmediği hakkındaki farklı kanaatle dir. 23

49. Hacc'ın Rükünleri ve Hacc Esnasında Yapılması ve Sakınılması Gerekli Haller

Bu ibadet -yukarıda da söylediğimiz gibi- hac ve umre olmak üzere iki şeydir. Hac da İFRAT, TEMETTÜ' ve KIRAN olmak üzere üç kısımdır. Bunların hepsi, muayyen yerlerde ve muayyen zamanlarda yapılan ve bir kısmı farz olup bir kısmı farz olmayan birtakım fiilleri ve bu fiiller için şart olan birtakım terkleri ihtiva etmekte ve bunlarda bir eksiklik bırakıldığı veya onları yapmaya bir engel çıktığı zaman da birtakım hükümler lâzım gelmektedir.
İşte bu bölüm, o fiil ve terklerden, üçüncü bölüm de o hükümlerden bahsetmektedir. Şu halde, biz önce fiillerden başlayalım. Bu fiillerden bir kısmı, bu her dört kısım arasında, yani ifrad, temettü1 ve kıran hacları ile umre arasında müşterektir. Bir kısmı da her birine mahsustur. Bunun için biz, önce müşterek olan, sonra her birine hâs olan fiilleri ele alacağız. Gerek haccın ve gerek umrenin ilk fiili, ihrama girmektir. 24


1.İhramın Şartları:

ihrama girmenin birinci şartı, yerinde ve zamanında ihrama girmektir. İhrama girildiği yerlere de 'hac mûtatları' denilir. Şu halde bizde bundan başlayalım: 25

A- Mekân Mikatîari:

Ulemanın hepsi, Medine tarafından gelenlerin Mikat'ı (ihrama girme yeri) Zülhüleyfe, Şam tarafından gelenlerin mikat'ı Cühfe, Necid ve Yemen tarafından gelenlerin mikat'ı da Yelemlem denilen semtler olduğunda müttefiktirler. Çünkü bu mikat'ların İbn Ömer ve başkalarının hadisleri ile Peygamber (s.a.s) Efendimiz tarafından bildirildiği sabittir. Fakat Irak tarafından gelenlerin Mikat'ı hakkında ihtilâf etmişlerdir.
Fukahanın cumhuru 'Irak tarafından gelenlerin mikat'ı, Zat-ü Irk denilen yerdir' demiştir. îmanı Şafii ile Süfyan Sevrî ise «Eğer Akîk denilen semtten ihrama başlansa daha iyi olur» demişlerdir. Irak tarafından gelenlere mikat tayin edenin kim olduğu hakkında da ihtilâf etmişlerdir. Bir grup: «Hz. Ömer» , bir grup da «Peygamber (s.a.s) Efendimiz tayin etmiştir» demiştir. Cabir, İbn Abbas ve Hz. Âişe «Irak tarafından gelenlere mikat olarak Akîk ve Zat-ı Irk'ı, Peygamber (s.a.s) tayin etmiştir» 26 demişlerdir.
Ulemanın cumhuru «Yanlışlıkla da olsa, ihram niyeti ile bu yerleri geçtikten sonra ihrama giren kimseye kurban lâzım gelir» demiştir. Bunlardan kimisi «Eğer tekrar makata dönüp orada ihrama girse kendisinden kurban sakıt olur» demiştir ki, îmam Şafii bu görüştedir. Kimisi «Dönse de kurban sakıt olmaz» demiştir. Bunu da diyen İmam Mâlik'tir.
Kimisi «Dönse de dönmese de ona kurban lâzım gelmez» demiştir. Kimisi de «Eğer dönmese haccı fesada gider. Bunun için mutlaka dönüp mi-kat'ta ihrama girmesi lâzımdır» demiştir ki, bunlar ahkâm bahsinde gelecektir. Ulemanın cumhuru, «Evi bu inikatlarla Mekke arasında olanlar için mikat, kendi evleridir» demişlerse de, evleri ile mikattan hangisinin kendileri için daha sevaplı olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Kimisi: «Evleri daha efdal-dir, mikat kendileri için ruhsattır» demiştir ki İmam Şafii, İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve bir cemaat bu görüştedirler.-İmam Mâlik, îshak ve İmam Ahmed ise «Mikatlardan ihrama girmeleri daha efdaldir» demişlerdir. Bunların mesnedi, yukarıda bahsi geçen hadislerle Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in mikatlardan ihrama girmesi ve mikatlardan ihrama girmeyi emretme-sidir.
Diğer grup da «İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Mes'ud ve başkaları gibi as-habtan birçok kimseler inikatlar ötesinden ihram bağlamışlardır. Tabiidir ki onlar adabı bizden daha iyi bilirlercfc» demişlerdir. Zahirîlerin usûlü, mikatlardan başka yerden ihrama girmenin caiz olmamasını gerektirmektedir. Meğer bunun aksi üzerinde icma' edilmiş ola.
Kendi mikatım bırakıp da başka mikattan, meselâ Medine tarafından geldiği halde Zülhüleyfe'den değil de Cühfe'den ihram bağlayan kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Ona kurban lâzım gelir» demiştir ki İmam Mâlik ile tabilerinden bir kısmı bu görüştedirler. İmam Ebû Hanife ise, «Ona bir şey lâzım gelmez» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, bunun terki kurban kesmeyi gerektiren nüsük-lerden (fiillerden) olup olmadığında ihtilâf etmeleridir.
Hac veya umre niyeti ile gelip de bu mikadan geçtikten sonra ihram bağlayan kimseye kurban lâzım geldiğinde ihtilâf yoktur. Fakat hac veya umre niyeti ile gelmeyen kimsenin mikatta ihram bağlamak mecburiyetinde olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Yolculuğa hac veya umre için olsun olmasın, kişi -eğer odunculukla uğraşanlar gibi çok gidip gelmiyorsa- mikat'a geldi mi, ihram bağlaması lâzım gelir» demiştir ki, İmam Mâlik bu görüştedir. Kimisi de «Ancak hac veya umre yapmak için gelip de ihram bağlamayana kurban lâzım gelir» demiştir.
Bu ihtilâf ve tafsilat Mekke'nin içinde oturmayanlar hakkındadır. Mekke'de oturanlar ise, hac veya umre yapmak istedikleri zaman, mutlaka Mekke hareminin sınırları dışına çıkıp oradan ihram bağlamaları lâzımdır. Mekke halkının ne zaman ihram bağlamaları gerektiği hususunda ise, kimisi «Zülhicce ayının hilâlini gördükleri zaman ihram bağlarlar», kimisi de «Halk, Mina'ya çıktığı zaman ihram bağlarlar» demiştir.
İşte haccın çeşitleri ile umre için şart olan yer mikatlan bunlardır. 27

B- Zaman Mîkâti:

Yer mikatı nasıl muayyen yerler ise, zaman mikan da haccın her üç çeşidi için muayyen bir zamandır ki bu zaman da ulemanın ittifakı ile Şevval ve Zülkade aylan ile Zülhicce ayının başından dokuz gündür. îmam Mâlik; «Bu üç ayın tamamı haccın zaman mikatıdır» demiştir. İmam Şafii de: «Şevval ve Zülkade aylan ile Zülhicce'nin ilk on günüdür» demiştir. îmam Ebû Hanife ise «Sadece on gündür» demiştir. îmam Mâlik'in delili
"Hac zamanı malum olan birkaç aydır" 28 âyet-i kerimesidir. Zira eğer hac zamanı Şevval ve Zülkade ayları ile Zülhicce ayından sadece dokuz veya on gün olursa o zaman hac zamanı birkaç ay olmaz, iki aydan fazla olur.
Diğerlerinin delili de, üç ay daha bitmeden hac menasikinin bitmesidir. Bu ihtilâfın faydası şudur: Eğer Zülhicce ayının tamamı hac zamanı olursa Tavafü'l-îfada denilen son tavaf ayın sonuna bırakılabilir, eğer olmazsa bırakılmaz, Hac zamanı Şevval ayının girmesi ile başladığı için, ondan önce ih-ramlanan kimsenin, ihramı sahih olur mu, olmaz mı diye ihtilâf etmişlerdir, îmam Mâlik «Sahihtir, fakat mekruhtur» demiştir. Diğerleri de «Sahih değildir» demişlerdir.
îmam Şafii ise «Umre ihramına dönüşür» demiştir. Hac zamanım namaz vaktine kıyas eüenler, «Namaz nasıl vaktinden önce kılmamı yorsa, hac zamanından önce ihrama girilemez» demişlerdir.
"Hac ve umreyi tamamlayınız" mealindeki âyet-i kerimenin umumuna dayananlar ise, «Ne zaman ihrama girilirse girilsin ihram mün'akıt olur. Zira Cenâb-ı Hak tamamlanmasını emretmiştir» demişlerdir. Herhalde bunlar, haccı da bu hususta umreye ve haccın zaman mikatmı umrenin zaman mikatma kıyas etmişlerdir.
imam Şafii'nin görüşü de şu kaideye dayanmaktadır: «Bir kimse eğer bir ibâdeti benzeri olan bir başka ibadetin vaktinde yaparsa, o ibâdet o vakte mahsus olan ibadete dönüşür. Meselâ bir kimse nezretmiş olduğu orucu Ramazan ayında tutarsa, tuttuğu oruç nezir niyeti ile tutulduğu halde Ramazan orucuna dönüşmüş olur». Fakat İmam Mûlik'in mezhebinde bu kaidenin sıhhatinde ihtilâf edilmiştir.
Umrenin zaman mikatına gelince: Ulema, senenin bütün aylarında umre yapmanın cevazında müttefiktirler. Zira cahiliye devrinde hac zamanında umre yapılamazdı. Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,dur.
«Umre artık kıyamete kadar hacca girmiştir» 29 sözünün mânâsı bu-imam Ebû Hanife ise «Arefe, Kurban bayramı ve Teşrik günlerinde umre yapmak mekruhtur» demiştir. Ulema bir sene içinde umreyi tekrarlamanın hükmünde ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik, «Her yıl umre yapmak müstehabtır. Fakat bir yıl içinde umreyi tekrarlamak mekruhtur» demiştir, imam Şafii ile imam Ebû Hanife ise «Mekruh değildir» demişlerdir.
İhramın zaman ve yer inikatlarının şartlan hakkında söylemek istediklerimiz işte bunlardır. Bundan sonra sırayı ihramın kendisine getirmeliyiz. Fakat önce, ihram için şart olan terkleri, yani aslında mubah olup fakat ihramda iken sakınılması gereken şeyleri, sonra ihramda olan kimseye, -ihramdan çıkıncaya kadar- mahsus olan fiilleri anlatmalıyız ki, haccın bütün fiil ve terkleri bunlardır. Ondan sonra bu fiil ve terklerden bir eksiklik bırakıldığı zaman lâzım gelen hükümleri anlatacağız. 30

2. Aslında Mubah Olup îhram Halinde Sakınılması Gereken Şeyler

Bu babın aslı, İmam Mâlik'in Nafi'den, Nafi'in de Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiği sabit olan hadistir ki bu hadisin metni şöyledir:
«Bir adam Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e: ihramda olan kimse elbise
lerden ne giyebilir? diye sordu. Efendimiz (s.a.s):
«Ne gömlek, ne sarık, ne don, ne serpuş, ne de ayakkabı giymeyiniz. Ancak birisi terlik bulamazsa ayakkabı giyebilir. Fakat asık kemikleri dışarıda kalacak şekilde kessin. Zaferan ya da Vers denilen boyanın değdiği herhangi bir şeyi de giymeyiniz» buyurdu» 31diye rivayet ettiği hadistir. 32

A- Dikişli Elbise Giymek:

Ulema da bu hadiste varid olan bazı hükümler üzerinde ittifak, bazılarında da ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife «İhramda olan kimse don giyemez. Şayet giyse kendisine fidye lâzım gelir» demişlerdir, imam Şâfti, Süfyan Sevrî, imam Ahmed, Ebû Sevr ve İmam Dâvûd ise «Ruba bulamadığı zaman don giyse, kendisine bir şey lâzım gelmez» demişlerdir.
imam Mâlik, yukarıda geçen îbn Ömer'in hadisinin zahirine dayanarak, «Eğer kişiye, ruba bulamadığı zaman don giyme ruhsatı bulunsaydı Peygamber (s.a.s) Efendimiz, -terlik bulamayan kimseyi nasıl istisna etmişse-bunu da istisna edecekti» demiştir. Diğer grubun mesnedi de Amr b. Dinar'ın Câbir ve Ibn Abbas'tan, «Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'den,33 mealinde rivayet ettiği hadistir.
Ulemanın cumhuru, terlik bulamayan kimsenin aşık kemikleri dışarda kalacak şekilde kesilen ayakkabıyı giyebildiği görüşündedir, imam Ahmed, Ibn Abbas'ın hadisindeki itlak'a (mutlak oluşa) bakarak, «Eğer terlik bulamazsa, boğazı kesilmeyen ayakkabıyı da giyebilir» demiştir. Zira bu hadiste böyle bir şart yoktur. Atâ ise «Ayakkabıları, aşık kemikleri görünecek şekilde kesmek, onları bozup heder etmektir. Malı heder etmek ise, Allah'ın sevmediği bir şeydir» demiştir.
Ayakkabılarını, aşık kemikleri görünecek şekilde kestiği halde giyen kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir, imam Mâlik: «Ona fidye lâzım gelip> demiştir ki Ebû Sevr de bu görüştedir.
îmam Ebû Hanife ise «Fidye lâzım gelmez» demiştir. İmam Şafii'den ise, her iki kavil de rivayet olunmuştur. Bunu ahkâm bahsinde de söyleyeceğiz.
Ulema, ihramda olan kimsenin, vers veya zaferan ile boyanmış bir elbiseyi giyemiyeceği görüşünde müttefiktirler. Fakat usfür denilen boya ile boyanmış elbisede ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik «Sakıncası yoktur. Zira bu boya kokulu değildir» demiştir.
İmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî ise, «Bu da kokulu bir boyadır. Onun için fidye lâzım gelir» demişlerdir. İmam Ebû Hanife'nin delili, İmam Mâlik'in, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bunu giymeyi yasak ettiğine dair Hz. Ali'den getirdiği hadistir 34.
Ulema, ihram hükmünün kadınlar için yüze mahsus olup kadınların baş ve saçlarını ihram halinde örtebildiklerinde ve yüzlerini erkeklerin nazarından korumak için baş örtülerini yüzleri üzerine hafif bir şekilde sarkıtabil-diklerinde müttefiktirler. Zira -rivayet olunduğuna göre- Hz. Âişe, «Biz ihramda Peygamber (s.a.s) Efendimizle birlikte bulunuyorduk. Bizim yanımızdan herhangi bir kafile geçtiği zaman baş örtümüzü yüzümüz üzerine sarktırıyor ve kafile geçtikten sonra kaldırıyorduk» 35 demiştir.
İhram halinde kadınların yüzlerini örtmeleri hakkında, İmam Mâlik'in Patıma binti Münzir'den: «Biz Ebû. Bekir kızı Esma ile birlikte ihramda iken yüzümüzü örterdik» mealinde getirdiği hadisten başka bir dayanak yoktur.
Erkeğin ihramda iken başını örtmesinin caiz olmadığında müttefik olan ulema, yüzünü örtmesinin caiz olup olmadığında ise ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik, İbn Ömer'den «Çene başından yukarısı yüzden sayıldığı için ihramda örtülemez» diye rivayet etmiş ve kendisi de bunu benimsemiştir.
İmam Mâlik1 ten «Eğer ihramda olan kişi yüzünü örtüp de derhal açmazsa kendisine fidye lâzım gelir» diye söylediği de rivayet olunmuştur.
İmam Şafii, Süfyan Sevrî, İmam Ahmed, İmam Dâvûd ve Ebû Sevr ise «ihramda olan kişi, aşağıdan yukarıya doğru kaşlarına kadar yüzünü örtebilir» demişlerdir. Bu görüş, ashabtan Hz. Osman, Zeyd b. Sabit, Câbir, îbn Abbas ve Sa'd b. Ebî Vakkas'tan da rivayet olunmuştur. Kadının eldiven gi-yebilmesinde de ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik: «İhramda eldiven giyen kadına fidye lâzım gelir» demiştir. Fakat Süfyan Sevrî kadının eldiven giymesini caiz görmüştür. Hz. Âişe'nin de bunu caiz gördüğü rivayet olunmaktadır.
İmam Mâlik, Ebû Davud'un «Peygamber (s.a.s) kadınları peçe ve eldiven giymekten ne hy etmiş t ir» 36mealinde getirdiği hadise dayanmıştır. Bazı raviler bu hadisi îbn Ömer'den merfu olarak rivayet etmektedirler. Hadis ulemasından bazıları bu hadisin merfu olduğunu doğrulamışlardır. Ulemanın libas (giyim) hakkındaki ihtilâf ve ittifaklarına dair olan meşhur mes'eleler bunlardır. Bütün bu ihtilâflar, meskût geçenlerden bazılarını mantuk'a kıyas etmekte ve mantuk olanlardan bazısının tefsirinde, bazısının da sıhhatinde ihtilâf etmelerinden ileri gelmiştir. 37

B- Güzel Koku Sürünmek:

İhramda iken sakınılması gereken şeylerden biri de güzel koku sürünmektir. Zira bütün ulema, ister hac, ister umre için olsun ihrama giren kimsenin güzel koku sürünmesinin caiz olmadığında icma1 etmişlerdir. Ancak, ihrama girmezden önce koku sürünen kimsenin hükmünde -koku devam ettiği için- ihtilâf edip kimisi bunu mekruh, kimisi caiz görmüştür. Mekruh görenlerden biri İmam Mâlik'tir. İmam Mâlik mekruh olduğunu Hz. Ömer'den de rivayet etmiştir. Ashabtan Hz. Osman ile îbn Ömer ve Tabiilerden bir kitle de bu görüştedirler. İmam Ebû Hanife, îmam Şafii, Süfyan Sevrî, îmam Ahmed ve îmam Dâvûd da caiz görenlerdendirler. îmam Mâlik'in hadis bakımından delili, sıhhatli hadis kitaplarında yer alan'Yala b. Ümeyye'nin «Birisi Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'in yanına gelip: 'Ya Rasûlallah, güzel koku sürünmüş olarak umre için ihrama giren kimse hakkında ne buyurursunuz?' diye sordu. Nebi (s.a.s) bir müddet sustuktan sonra kendisine vahiy indi ve vahiy hali kendisinden sıyrıldıktan sonra: 'Hani umreyi soran kimse nerede?' buyurdu. Bunun üzerine adam aranıp getirildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s):
«Bedenine bulaşan kokuyu üç kere yıka, cübbeyi de çıkar, (bu ihramı giy) sonra hac fiillerini umren de de yap» buyurdu» mealindeki hadisidir 38. Bu hadis uzundur. Yalnız fıkhî kısmını aldım.
İkinci grubun delili ise, îmam Mâlik'in rivayet ettiği Hz. Aişe'nin «Rasûlullah (s.a.s) ihrama girmek istediğinde, ihrama girmeden ve ihramdan çıkmak istediğinde de Kabe'yi tavaf etmede n7> as ma koku sürüyordum» 39 mealindeki hadisidir.
Birinci grup kendi görüşlerine, Hz. Aişe'den rivayet olunan bir başka hadisi delil göstermişlerdir. Bu hadiste, Hz. Âişe'nin, İbn,Ömer'in ihrama girmek isteyen kimsenin koku sürünmesini doğru bulmadığını öğrenince 'Allah, Ebû Abdurrahman'daia razı olsun. Ben kendi elimle Rasûlullah (s.a.s)'a koku sürdüm de zevcelerini dolaştı ve ertesi gün ihrama girdi' dediği bildirilmektedir 40.
Derler ki: Rasûlullah (s.a.s), zevcelerini dolaştığına göre gusletmiştir. Gusleden kimse üzerinde ise, kalsa kalsa kokunun eseri kalır, aynı kalmaz. Bunlar ayrıca şunu da demişlerdir: «Av öldürmek ve elbise giymek gibi ihram halinde işlenmesi caiz olmayan bir işi işlemek nasıl caiz değilse, eğer ihramdan önce o iş işlenirse işlenen o işi devam ettirmek de icma' ile caiz değildir. Meselâ ihrama girmeden önce av öldüren kimsenin, avını ihram halinde beraberinde bulundurulması veya ihramdan önce elbise giyen kimsenin, elbiseyi ihram halinde çıkarmayıp üzerinde taşıması caiz değildir. Şu halde güzel kokunun da böyle olması gerekmektedir».
Buna göre bu ihtilâfın sebebi, hadislerin bu hususta birbirleriyle çe-lişmesidir. 41

C- Cinsî Birleşme:

İhramda iken sakınılması gereken şeylerin üçüncüsü kadınlara yaklaşmaktır. Çünkü bütün islâm müctehidleri, 'Hacca giden kimsenin ihrama girdiği ândan itibaren cima' etmesi haramdır' demişlerdir. Zira Cenâb-ı Hak
Hac'da ne cima1, ne cimaa yol açan diğer çirkinlikler ne de çekişip didişmeler yoktur" 42 buyurmuştur. 43

D- Yıkanma:

Hacc'ın dördüncü yasağı, kir ve kılları gidermek ve bitleri Öldürmektir. Ulema 'Ancak, eğer kişi ihtilâm olursa başını yıkayabilir* demişlerdir. Normal olarak baş yıkamanın hükmünde ise ihtilâf etmişlerdir. Cumhur, 'Kişinin başını yıkamasında bir sakınca yoktur' demiş ise de. tmam Mâlik 'Cenabet guslünden başka diğer yıkanmalar mekruhtur' demiştir.
İmam Mâlik'in mesnedi, «Abdullah b. Ömer ihramda, cenabetten başka bir şey için başını yıkamazdı» diye rivayet olunan eserdir. Cumhurun mesnedi ise, İmam Mâlik'in Abdullah b. Cübeyr'den rivayet ettiği bir hadistir. Bu hadise göre Abdullah b. Cübeyr, «İbn Abbas ile Misver b. Mahreme, Ebva1 da ihtilâf ettiler. İbn Abbas, 'İhramdaki adam başını yıkayabilir1, dedi. Nfts-ver 'Yıkayamaz', dedi. Bunun üzerine İbn Abbas beni Ebû Eyyûb el-Ensârî'ye gönderdi. Ebû Eyyûb'un yanına vardığımda onu, bir libasa örtünmüş olarak başını yıkar gördüm ve ona selâm verdim. Ebû Eyyûb 'Kimdir o gelen?', dedi. Ben, 'Abdullah b. Cübeyr'im'. Abdullah b. Abbas beni, 'Rasûlullah (s.a.s) başını nasıl yıkardı?' diye sormak için sana gönderdi dedim. Bunun üzerine elini libası üstüne koyup başı bana görününceye kadar baha doğru eğildi ve birisine, 'Başıma su dök' dedi. Adam da döktü. O da her iki elini başının üstünde ileri geri götürüp getirdi ve sonra, 'Rasûlullah (s.a.s)'ın başını böylece yıkadığını gördüm' dedi 44.
Hz. Ömer de ihramda iken başım yıkardı ve, 'Su saçların darmadağınık-îığını arttırmaktan başka bir şey yapmaz derdi' demiştir.
İmam Mâlik, Muvatta'da rivayet ettiği bu hadisi, cenabet guslüne hamletmiş ve «İhramda olan kimsenin, bitleri öidüremediğinde, kıllarım çekemediğinde ve kirlerini gideremediğinde icma' edilmiştir. Halbuki başını yıkayan kimse -şübhe yoktur ki- ya bunların hepsini ya da bazısını yapar» demiştir.
Ulema «İhramda olan kimse başını hıtmi ile yıkayamaz» demişlerse de, yaptığı taktirde ona fidye lâzım gelir mi gelmez mi, diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife «Lâzım gelir», Ebû Sevr ile diğerleri ise «Lâzım gelmez» demişlerdir.
İhramda olan kimsenin hamama gitmesinde de ihtilâf etmişlerdir: İmam Mâlik bunu da mekruh görüp «gidene fidye gerekir» demiştir.
İmam Ebû Hanife, İmam Şafii ve Ebû Sevr ise, «Hamama gitmekte sakınca yoktur» demişlerdir. îbn Abbas'm ihramda iken hamama gittiği, iki tarikten rivayet olunmuştur. Fakat en kuvvetli görüş, hamama gitmenin mekruh olmasıdır. Zira ihramda olan kimse, kirlerini gidermekten nehyedilmiştir. 45


E- Avlanma:

Hacc'ın beşinci yasağı ihramda avlanmaktır. Bunun hakkında da icma1 vardır. Zira Cenâb-ı Hak,
'İhramda iken av öldürmeyiniz" 46ye
"İhramda bulunduğunuz müddetçe kara avı size harariı'kılmmıştır" 47 buyurmuştur.
Ulema, ihramda olan kimsenin karada avlanmasının ve tuttuğu avın etini yemesinin haram olduğunda müttefiktirler. Fakat başkası tarafından avlanan avın etini yemesinde ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Mutlaka caizdir» demiştir. îmam Ebû Hanife bu görüştedir. Bu görüş aynı zamanda Hz. Ömer'le Hz. Zübeyr b. Avvam'ın da görüşüdür.
Kimisi «Mutlaka haramdır» demiştir, ki bu da İbn Abbas, Hz. Ali ve tbn Ömer'in görüşüdür.
Kimisi de «Eğer kendisi veyahut kendisi gibi ihramda olan diğer bir kimse için avlanmamışsa caizdir. Eğer ihramda olan bir kimse için avlanmış-sa caiz değildir» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, hadislerin bu hususta birbirleriyle çelişmeleridir. Çelişen bu hadislerden biri îmam Mâlik'in kaydettiği Ebû Katâde'nin hadisidir ki bu hadiste, Ebû Katâde'nin bir hac yolculuğunda Peygamber (s.a.s) Efendimizle beraber bulunduğu ve Mekke'ye yaklaştıkları sırada bir ara kendisi birkaç kişi ile birlikte kafileden geri kaldığı ve o sırada kendilerine bir yabani eşek rastgeldiğinden Ebû Katâde'nin atı üstünde dikilip onu öldürmek için arkadaşlanndan önce, değneğini, sonra mızrağını kendisine vermelerini istemişse de, kendisinden başka hepsi ihramda olduğu için kimse ona mızrağını vermeğe yanaşmadığı ve bunun için kendisinin uzanıp bir mızrak aldığı ve eşeği kovalayıp öldürdüğü ve arkadaşlanndan kimisinin bu eşeğin etini yiyip kimisinin yemediği ve Peygamber (s.a.s) Efendimize yetişip durumu kendisine anlattıklarında Efendimiz (s.a.s)'in,
«O bir ziyafettir, Allah size yedirmiştir» 48 buyurduğu anlatılmaktadır.
Talha b. Ubeydullah'ın hadisi de bu mânâdadır. Nesâî'nin kaydettiği bu hadiste Abdurrahman Teymi: «Biz Talha b. Ubeydullah ile beraber ihramda idik. Birisi ona bir ceylan hediye getirdi. O sırada Talha uykuda idi. Kimimiz yemeğe başladık. Talha uyanınca o da bizimle beraber yedi ve 'Biz ihramda av etini Rasûlullah ile de birlikte yedik dedi' demiştir 49.
İkinci hadis de, yine İmam Mâlik'in kaydettiği îbn Abbas'ın hadisidir, ki bu hadiste de; «Peygamber (s.a.s) Efendimiz Ebva veyahut bir başka derede iken kendisine bir yabani eşek hediye edildi ve fakat Efendimiz (s.a.s) bu hediyeyi sahibine geri verip,
«Bunu sana, ihramda olduğumuz için geri verdik» buyurdu» 50denilmektedir.
Bu i h t i 1 â fi n bir diğer sebebi daha vardır ki o da, avın etini yemek yasağı mutlak mıdır, yoksa avın bir ihramlı tarafından Öldürülmüş olması şart mıdır diye ihtilâf etmeleridir.
Ebû Katâde'nin hadisini tercih edenler, «Mutlaka caizdir» demişlerdir, îbn Abbas'ın hadisini tercih edenler «Mutlaka haramdır» demişlerdir. Bu iki hadisi te'lif edenler ise, 'Yasak şartlıdır' demiş ve bu görüşlerini, Câbir'den rivayet olunan «Rasûlullah (s.a.s),
«Siz ihramda iken kara avı, -tarafınızdan veyahut başkası tarafından, fakat sizin için avlanmamak şartı ile- size helâldir» 51 hadisi ile takviye etmişlerdir.
Ulema, zaruret halinde olan kimse murdar olan hayvan veyahut domuz etini nasıl yiyebiliyorsa, ihram halinde avlanan avı da yiyebilir mi diye ihtilâf etmişlerdir. İmam Ebû Yusuf ise «Yer, fakat kendisine fidye lâzım gelir» demiştir.
Birinci görüş, suçların önlenmesi bakımından daha uygun ise de, îmam Ebû Yusuf un görüşü kıyasa daha muvafıktır. Zira murdar olan hayvanın eti ile domuz eti lizatihî (doğrudan) haramdırlar. Av eti ise bir sebep için haram kılınmıştır. Lizatihî haram olan şey ise daha ağırdır.
İşte, ihramda iken işlenmesinin haram olduğu'ittifakla söylenenler bu beş şeydir. 52

F- îhramhmn Nikâhı:

İhramda evlenmenin, yani nikâh akdini yapmanın haram olup olmadığında ise ihtilâf edilmiştir.
îmam Mâlik, îmam Şafii, Leys b. Sa'd ve Evzâî, «îhramda olan kimse ne kendisi evlenebilir, ne de başkasını evlendirebilir. Şayet böyle bir şey yaparsa nikâh fasittir» demişlerdir ki Hz. Ömer, Hz. Ali, îbn Ömer ve Zeyd b.
Sabit de bu görüştedirler.
îmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî ise, «İhramda olan kimsenin ne evlenmesinde, ne de evlendirmesinde bir sakınca yoktur» demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi, bu hususta hadislerin çelişmesidir. Hadislerden biri îmam Mâlik'in rivayet ettiği Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«İhramda olan kimse evlenemez ve evlendiremez» buyurduğuna dair Hz. Osman'ın hadisidir 53. Bu hadis ile çelişen diğer hadis ise îbn Abbas'ın «Rasûlullah (s.a.s) ihramda iken Hz. Meytn-ûne ile evlendi» mealindeki hadisidir 54. Bu hadis, sahih hadis kitaplarında yer almıştır. Fakat Ebû Rafı1 Ebû Rafı'nin azadhsı ve Zeyd b. Esam gibi birçok kimse Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in ihramda değilken Hz. Meymûne üe evlendiğini Hz. Meymûne'den rivayet etmişlerdir 55. Bununla beraber, bu rivayetleri -birini kerahete, diğerini cevaza hamletmek sureti ile- telif etmek mümkündür, ihramda olan kimseye haram olan şeylere dair mes'elele-rin meşhurları bunlardır. İhramda olan kimsenin ne zaman ihramdan çıkabildiği ise haccın fiilleri bahsinde gelecektir. Zira umre ihramında olan kimse, Kâ'be'yi tavaf, Safa ile Merve arasında sa'y ve başını traş ettikten sonra ihramdan çıkabilir. Fakat hac ihramında olan kimsenin ne zaman ihramdan çıkabildiği hakkında ise ihtilâf vardır, İhramda olan kimsenin sakınması gereken şeyler hakkındaki bahsimiz burada sona ermektedir. Bundan sonra ihramda olan kimsenin yapması gereken şeylerin bahsine geçiyoruz. 56

3. Haccın Çeşitleri:

İhramapren kimse, ya yalnız hac niyeti ile, ya yalnız umre niyeti ile, ya da her ikisinin niyeti ile ihrama girmiş olur ki, bundan, ifrad haccı, temettü* haccı ve kıran haccı denilen bu ibadetin üç çeşidi hasıl olur. Şu halde biz önce bu üç çeşit ihramlanmanın tarifini yapmalıyız ki, bunlar arasında gerek müşterek olan ve gerek -eğer varsa- her birine has olan fiilleri anlatmış olabilelim.
îfrad haccı, temettü' ve kıran hacları olmayan bir hac çeşidi olduğuna ve bunlarda bulunan evsafın onda bulunmadığına göre, biz yalnız temettü' ve kıran haclarını anlatırsak ifrad haccı da anlatılmış olur. 57

A- Temettü' Haccı:

Niteliği:

Ulema,
"Hac ihramına girinceye kadar umreden faydalanabilen kimseye
kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir" 58âyet-i kerimesi ile kastedilen temettü' haccının, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayan bir kimsenin hac aylarında umre niyeti ile ihrama girip tavaf, sa'y ve baş Irasından ibaret olan umre menasikini bitirdikten sonra Mekke'de ihramdan çıkması ve evine dönmeden ve aynı yıl içinde ve daha hac aylan bitmemişken hac ihramına girmesi demek olduğunda müttefiktirler. AÎıcak Hasan Basrî'den: «Bu adam umreden sonra hac yapmadan evine dönse de, yine temettü' haccını yapmış gibiu temettü' hükmüne tabi olup kendisine kurban lâzım gelir. Zira bu adam hac aylan içinde umre yapmıştır» dediği rivayet olunmuştur. Tavus da «Hac aylanna girmeden umre yapıp ve fakat hac aylan girinceye kadar Mekke'de oturup aynı yılın hac aylan içinde hac yapan kimsenin haccı da temettü' haccıdır» demiştir.
Ulema, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimsenin bu şekildeki haccının temettü' haccı olduğunda müttefiktirler. Fakat ailesi Mescid-i Haram civannda oturan kimseden de temettü' haccı vaki olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Vaki olur», kimisi «Vaki olmaz» demiş ve fakat, «Vaki olur» diyenler de «Kendisine kurban kesmek lâzım gelmez.
Zira Cenâb-ı Hak,
"Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayan kimseler içindir"
59buyurmuştur» demişlerdir.
Aynca ailesi Mescid-i Haram civannda öturanlann kimler olduğunda da ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Mescid-i Haram civannda oturanlar, Mekke, Zituva ve o havalide oturanlardır» demiştir. İmam Ebû Hanife «Hac mikatlan üe Mekke arasında oturanlar da Mescid-i Haram civannda oturanlardan sayılırlar» demiştir.
İmam Şafii «Mekke ile arasındaki mesafe iki gece olan yerlerde oturanlar Mescid-i Haram civannda oturanlardan sayılırlar» demiştir ki iki gecelik mesafe, Mekke'den en uzak olan mikat'm mesafesidir.
Zahirîler de «Mescid-i Haram civannda oturanlar Harem'in sınırlan içinde oturanlardır» demişlerdir.
Süfyan Sevrî de «Mescid-i Haram'da oturanlar Mekke içinde oturanlardır» demiştir. İmam Ebû Hanife «Mescid-i Haram civannda oturanlar deyimine girenler temettü' haccını yapamazlar», îmam Mâlik de «Temettü' haccı onlar için mekruhtur» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, bunların hepsinin Mescid-i Haram civanda oturanlar deyimi içine -az çok- girmeleridir. Bunun içindir ki Mekke içinde oturanların bu deyimin şümulüne girdiklerinde şüphe ve ihtilâf yoktur. Nasıl ki mikatlann ötesinde oturanlann da bu deyimin içine girmediklerinde ihtilâf yoktur.
îşte temettü' haccı diye meşhur olan haccın bir çeşidi budur. Temettu"un mânâsı, kişinin umre ihramından çıkışı ile hac ihramına girişi arasındaki zaman içinde, ihram halinde işlenmesi haram olan şeyleri yapabilmek fırsatını bulması ve hac için bir daha tâ mikata kadar gidip oradan hac ihramını bağlamak mükellefiyetinden muaf tutulmasıdır. 60

2, Temettü' Hacemin Umreye Dönüştürülmesi:

Bundan başka iki çeşit temettü1 daha vardır ki, ulema onlarda ihtilâf etmişlerdir. Biri, hac ihramını bozup umre ihramına çevirmek, yani daha hac ef ali tamamlanmamışken hac niyetini umre niyetine dönüştürmektir ki ulemanın cumhuru, ta ilk zamandan beri bunu mekruh sayageîmişlerdir.
îbn Abbas ise, bunun cevazını benimsemiştir, îmam Ahmed ile îmanı Dâvûd da aynı görüştedirler. Bununla beraber hepsi, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bir hac yılında ashabına haclarını umreye çevirmelerini emrettiğinde müttefiktirler. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Eğer sonradan hatırıma geleni Önceden düşünseydim beraberimde kurban getirmez ve haccımı umre yapardım» demiş ve ashabı içinde kurbanlıkları bulunmayanlara;haclarını umreye çevirmelerini emretmiştir 61. imam Dâvûd ile tabileri olan Zahirîler bu hadise dayanmışlardır. Cumhur ise, Rabia b. Abdurrahman'ın Haris b. Hilâl b. Hâris'den, Hâris'in de babasından rivayet ettiği hadisi ile ihticac ederek bu hükmün ashaba mahsus olduğu görüşünde bulunmuşlardır. Zira Hilâl b. Haris: «Rasûlullah (s.a.s)'a: 'Ya Rasûlallah, Haccı umreye çevirmek bize mahsus mudur, yoksa bizden sonrakiler de yapabilecekler mi?' diye sordum. Rasûlullah (s.a.s)
'Bize mahsustur' dedi» demiştir 62. Fakat bu hadisin sıhhati zahirilerce amel ile çelişebilecek kadar kuvvetli değildir.
Hz. Ömer'den de «Rasûlullah (s.a.s) zamanında iki mut'a vardı. Ben ikisini de yasaklıyorum. Biri nikâh mut'ası, biri de hac mut'asıdır» dediği rivayet olunmuştur (Said b. Mansur, Sünen). Hz. Osman'dan da, «Hac mut'ası bizim içindi, sizin için değildir» diye rivayet olunmuştur. Ebû Zer (r.a.) de,
«Bizden sonra hiç kimse için haccım bozup umreye çevirmek caiz değildir» demiştir. Bütün bunlarla beraber ayrıca,
"Allah için hac ve umreyi tamamlayın" 63 âyet-i kerimesinin zahiri de bunları te'yid etmektedir: Fakat zahirîler, «Allah'ın kitabından veyahut Rasûlullah (s.a.s)'m sabit olmuş sünnetinden, bir hükmün ashaba mahsus olduğunu gösteren bir delil bulunmadıkça asıl, ashaba uymaktır» demişlerdir. Şu halde ihtilâfın sebebi, ashabın bu fiili ashaba mahsus mudur, yoksa âmm (genel) bir hüküm müdür diye ihtilâf etmeleridir.
Ulemanın, cevazında ihtilâf ettikleri ikinci çeşit temettü' da, Ibn Zübeyr (r.a.)'in, 'Ayet-i kerimedeki temettu'dan murad budur' dediği düşman veya hastalık gibi bir mani yüzünden hac a'malini tamamlamaya imkân bulamayan kimsenin temettu'udur. Zira eğer kişi haç niyeti ile ihrama girip de herhangi bir yerde -bir düşmanla karşılaşması ya da hastalanması gibi- bir şey yüzünden -hac aylan bitinceye kadar- hac menasikini bitirmeğe imkân bulamazsa Kabe'yi tavaf ve Safa ile Merve arasında sa'y edip ihramdan çıkar ve yerinde temettü1 edip ertesi sene hac ettikten sonra kurban keser ki bu kavle göre meşhur olan temettü' da iema' yoktur demek olur. Tavus da şâzz bir görüşte bulunup, «Mekkeli olan bir kimse eğer Mekke'den başka bir yerde ihrama girerse ona kurban lâzım gelir» demiştir. 64

3. Umre'nin Temettü'Haccına Dönüşmesi:

Ulema, henüz hac aylan girmemişken umre ihramına girip de umrenin menasikini, hac aylan girdikten sonra tamamlayan ve aynı yılda hac eden kimsenin haccı, temettü' mudur, değil midir diye ihtilâf etmişlerdir.
imam Mâlik «Eğer hac aylan girdikten sonra umre ihramından çıkarsa hacc-ı temettu'dur» demiştir ki, îmam Ebû Hanife, imam Şafii ve Süfyan Sevrî'nin sözleri de buna yakındır. Ancak Süfyan Sevrî: «Eğer umre tavafının bütün şavtlan (her yedi dolaşımı) da Şevval ayı içinde yapılırsa temettu'dur, yoksa temettü' değildir» demiştir, imam Şâfıi de bu görüştedir. -
imam Ebû Hanife ise «Üçü Ramazan'da, dördü Şevval'de yapıldığı zaman temettu'dur, dördü Ramazan'da üçü Şevval'de yapıldığı zaman temettü' değildir» demiştir.
Ebû Sevr de «Hac aylan girmeden, umre ihramına giren kimse ister hac aylan girdikten sonra tavaf yapsın, ister önce yapsın mutemetti1 değildir» demistir.
Bu ihtilâfın sebebi, Temettü' yalnız hac aylarında umre ihramına girmekle mi yoksa onunla beraber tavaf da yapmakla mı hasıl olur diye ihtilâf etmeleridir.
Ebû Sevr «Kişi ancak, hac aylarında umre ihramına gLmekle mutemetti' olur» demiştir.
İmam Şafii ise: «Umrenin en büyük rüknü tavaf olduğu için, eğer hac aylan içinde tavaf yapılmazsa temettü' hasıl olmaz» demiştir.
Şu halde cumhura göre umrenin bir kısmım hac aylan içinde yapmak, umrenin hepsini hac aylan içinde yapmak hükmündedir.
imam Mâlik'e göre temettu'un şartlan altıdır;
1- Umre ile haccın bir ay içinde yapılması,
2- Aynı yıl içinde yapılması,
3- Umreden bir kısmının hac aylan içinde yapılması,
4- Umrenin hacdan önce yapılması,
5- Umre tamamlandıktan ve umre ihramından çıkıldıktan sonra hac ihramına girilmesi,
6- Umre ve haccı yapan kimsenin Mekkeli olmaması.
îşte temettü' denilen haccın keyfiyeti hakkında meşhurplan ihtilâf ve ittifak mes'eleleri bunlardır65

B- Kıran Haca:

Kıran haccı, kişinin ya hem umre, hem hac niyeti ile ihrama girmesi, ya da hac aylan içinde umre niyeti ile ihrama girdikten sonra ve fakat daha umrenin ihramından çıkmamışken hacca da niyet getirmesidir.
İmam Mâlik'in tabileri, Umre ihramında olan kimse hac niyetini de ne zaman getirebilir diye ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Bir şavt da olsa henüz tavafa başlanmamışken hac niyetini getirebilir», kimisi «Tavafı bitirip henüz tavafın sünnetini kılmamışken getirebilir. Ancak tavaf bittikten sonra ve daha sünnet kılınmamışken hac niyetini getirmek mekruhtur. Lakin getirdiği taktirde bir şey lâzım gelmez», kimisi de «Umrenin bütün menasiki daha bitmemişken, meselâ tavaf ile sa'ydan birisi kalmışken getirebilir» demiştir. Ancak eğer kişi, baş traşmdan başka, umrenin bütün menasikini bitirmiş olursa artık hac niyetini getiremez diye ittifak etmişlerdir.
Temettü' haccını yapan kimseye kurban lâzım gelmesi için Mescid-i Haram civannda oturanlardan olmaması nasıl şart ise, cumhura göre kıran haccını yapan kimse için de şarttır. Yalnız îmanı Mâlik'in tabilerinden Ibn Mâcişûn, «Kıran haccını yapan kimseye -Mescid-i Haram civarında oturanlardan da olsa- kurban lâzım gelir» demiştir.
Ifrad haccı ise bu vasıflan taşımayan, yani umre ile hiç ilgisi bulunmayan ve yalnız hac niyeti ile ihrama girildiği hac demektir. Ulema, bu hac çeşitleri arasında hangisinin, yani ifrad mı, temettü' mu, yoksa kıran haccının mı daha üstün olduğunda ihtilâf etmişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi de, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in hangisini yaptığında ihtilâf etmeleridir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in ^bunlardan hangisini yaptığına dair rivayetler değişiktir. îmam Mâlik, Hz. Âişe'nin «Haccetü'1-Vedâ' yılında Rasûl-i Ekrem (s.a.s) ile birlikte çıktık. Kimimiz yalnız umreyi niyet ederek, kimimiz de hem haccı, hem umreyi niyet ederek ihrama girdik. Rasûl-i Ekrem (s.a.s) ise yalnız hac niyetini getirerek ihrama girdi» 66dediğine dair olan rivayete dayanmıştır. îmam Mâlik bu hadisi Hz, Aişe'den birçok tariklerden getirmiştir.
Ebû Ömer b. Abdilberr «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in yalnız hacca niyet ederek ihrama girdiği, Câbir b. Abdullah'tan mütevatir ve birçok sıhhatli yollarla rivayet olunmuştur ve aynı zamanda bu görüş, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Aişe ve Câbir'in de görüşüdür» demiştir.
Peygamber (s.a.s) Efendimizin Haccetü'l-Veda'da temettü' yaptığını söyleyenler de, Leys'in Akil'den, Âkiî'in îbn Şihab'tan, îbn Şihâb'ın da îbn .Ömer'den «Rasûl-i Ekrem (s.a.s) Haccetü'1-Veda' da önce umre yapıp sonra hac ihramına girdi ve kurban kesti. Kurbanını da Zülhüleyfe'den beraberinde getirdi» 67 şeklindeki rivayete dayanmışlardır ki Abdullah b. Ömer, îbn Ab-bas ve îbn Zübeyr de bu görüştedirler.
Hz. Âişe'nin ise, bununla ifradtan hangisini benimsediği hakkında iki rivayet vardır. Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in kıran yaptığını, yani umre ile haccı birlikte yaptığını söyleyenlerin dayandıkları hadisler ise çoktur.
Biri îbn Abbas'ın Hz. Ömer'den rivayet ettiği «Rasûlullah (s.a.s) Vadi''I-Akik'de iken,
«Bana bu gece Rabbim tarafından bir gelen oldu ve 'Bu mübarek vadide namaz kıl ve Umre için de hacca niyet ettim, de' dedi» diye buyurduğunu işittim» hadisidir ki bu hadisi Buhârî almıştır 68
Biri de, Buhârî'nin rivayet ettiği Mervan b. Hakem'in «Hz. Osman ile Hz. Ali'yi hac esnasında gördüm. Hz. Osman temettü' haccından ve hac ile umreyi birlikte yapmayı yasaklıyordu. Hz. Ali bunu görünce umre ile hacca birlikte niyet ederek ve «Lebbeyke» diyerek ihramlandı. Sonra 'Ben Rasûlullah (s.a.s)'ın sünnetini kimsenin Sözü için terk edemem' dedi» 69meâlindeki hadisidir. Biri de yine Buhârî'nin rivayet ettiği Enes (r.a.)'in «Rasûlullah (s.a.s)'dan
«Umre ile hacca niyet ettim diyerek telbiye ettiğini işittim»70 mealindeki hadisidir.
Birimde, îmam Mâlik'in îbn Şihâb'tan, îbn Şihâb'ın Urve'den, Urve'nin de Hz. Âişe'den rivayet ettiği «Haccetü'1-Vedâ» yılında Rasûl-i Ekrem (s.a.s) ile birlikte çıktık ve umreye niyet ederek ihramlandık. Sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.s) dedi ki,
«Kurbanlığı beraberinde bulunanlar umre ile birlikte hacca da niyet etsinler, sonra her ikisinin de menasikini bitirmeden ihramdan çıkmasın-lar» 71 mealindeki hadisidir. Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, beraberinde kurbanlığı bulunanlara hac ile umreyi birlikte yapmalarım emrettiği halde kendisinin bunu yapmamış olması akıldan uzak bir ihtimaldir. Zira -malumdur ki- kendisinin de kurbanlığı vardı demişlerdir.
Biri de, yine imam Mâlik'in Nâfi'den, Nâfi'nin îbn Ömer'den ve îbn Ömer'in Hz. Hafsa'dan rivayet ettiği Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Ben kurbanlığımı nişanladım ve basımın saçlarını topladım. Artık kurbanımı kesene kadar ihramdan çıkmam» buyurduğuna dair hadistir 72.
îmam Ahmed «Peygamber (s.a.s) Efendimiz bunu söylerken hac ile umrenin ikisini beraber yaptığında şüphem yoktur. Bununla beraber ben te-mettu'u daha efdal görüyorum» demiştir. îmam Ahmed temettu'u efdal görmekte, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in yukarıda metni geçen, «Eğer sonradan hatırıma geleni düşünmüş olsaydım kurbanlığımı beraberimde getirmez ve haccı umre yapardım» hadisi ile ihticac etmiştir.
Ifrad'ın, temettü' ve kıran'dan efdal olduğu görüşünde olanlar, «Temettü' ile kıran birer ruhsattır. Bunun içindir ki bunlarda kurban lâzım gelin> diyerek kendi görüşlerine naklî yönden de delil getirmişlerdir.
Bu ibâdetin vücubunu, vücub şartlarım, kime, ne zaman, hangi vakitte ve hangi yerlerden sonra vacib olduğunu, sonra, bu ibâdete başlayan kimsenin nelerden sakınması gerektiğini ve daha sonra bu ibadetin kaç çeşitten ibaret bulunduğunu söyledikten sonra, bu ibadetin ilk fiili olan ihram bahsine geçiyoruz. 73

4. îhram:

A- Gusül ve Abdest:

Ulemanın cumhuru: «İster hac, ister umre için olsun ihramlanmaya niyet eden kimseye gusletmek sünnettir ve gusül, ihramın fiillerinden biridir» demişlerdir. Hatta lbnü'n-Nevvar «İmam Mâlik'e göre bu gusül Cum'a guslünden daha önemlidir» demiştir. Zahirîler ise bu guslün vacib olduğu görüşündedirler. İmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî de «Abdest almak, bu guslün yerine geçer» demişlerdir.
Zahirîlerin delili, îmam Mâlik'in mürsel olarak rivayet ettiği Esma binti Ümeys'in hadisidir ki, bu hadise göre Esma, Beyda denilen semtte doğum yapıp Muhammed b. Ebû Bekr'i dünyaya getirmiş ve Hz. Ebû Bekir bunu Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e söyleyince Efendimiz (s.a.s):
«Ona söyle: Gusletsin, sonra ihrama girsin» 74 buyurmuştur. Zira zahirîlerce emirler vücuba yorulur.
Cumhur ise «Herhangi bir -emirden vücub murad olduğunu gösteren bir delil bulunmadıkça- asıl o şeyin vacib olmayışıdır» demişlerdir. Abdullah b. Ömer, gerek ihramlanırken, gerek Mekke'ye girerken ve gerek Ara-fe'nin vukufu için -Arefe gecesi- guslederdi. İmam Mâlik'e göre bu her üç gusül de ihramda olan kimsenin ef alindendir. 75

B- Telbiye:

Ulema, niyetsiz olarak ihrama girmenin caiz olmadığı görüşünde müttefik iseler de, Telbiye etmeksizin, yani LEBBEYKE.. zikrini okumaksızın niyet getirmenin caiz olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. 76


1. Hükmü ve Sözleri:

İmam Ebû Hanife «Namaza başlarken iftitah tekbiresini almak nasıl gerekiyorsa, Hacca başlarken de telbiye etmek gerekir» demiştir. Ancak şu var ki İmam Ebû Hanife'ye göre telbiye yerine aynı mânâyı ifâde eden başka sözler de kâfi gelir. Tıpkı Ona göre Allah'ı tazim etmek mânâsını veren bir başka lâfzın da tekbir yerine geçmesi gibi.
Ulema ayrıca, Peygamber (s.a.s) Efendimizin telbiyesinin,
«Lebbeykellahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk inne'l-hamde ve'n-ni'mete İek ve'l-mülke lâ şerike lek» 77 lafzı olduğunda müttefiktirler. Efendimizin telbiye ederken bunu söylediğini imam Mâlik, Nafi'den, Nâfi, îbn Ömer'den, îbn Ömer de Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den rivayet etmiş bulunmaktadır ki sened bakımından en kuvvetli rivayet budur. Cumhur, bu lafzın müstehab olduğunda müttefiktir. Fakat bu lafzı değiştirmenin veyahut başka lafızları ona katmanın caiz olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik'in rivayetine göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Cebrail (a.s.) bana gelip ashabıma ve benimle beraber bulunanlara, telbiye edip ihrama girerlerken seslerini yükseltmelerini söylememi emretti» 78 buyurduğu için cumhur, yüksek sesle telbiye etmenin sünnet olduğu görüşündedir.
Zahirîler ise «Yüksek sesle telbiye etmek vacibtir» demişlerdir. Ebu Ömer'in nakline göre ulemanın hepsi «Kadınlar telbiye ederlerken seslerini ancak kendileri işitecek kadar alçak sesle telbiye etmeleri lâzımdır» demişlerdir.
imam Mâlik «ihramda olan kimse, Mescid-i Haram ve Mina camileri dışında, cemaatle namaz kılınan hiçbir camide sesini yükseltemez. Sesinin, yanındaki adam tarafından işitilmesi kâfidir. Fakat Mescid-î Haram ile Mina camilerinde sesini yükseltir» demiştir.
Cumhur, «Hacı kafilelerinin birbirlerine rast geldikleri veya yüksek bir yere çıktıkları zaman seslerini yükseltmeleri müstehabtır» demiştir. Ebû Hazm «Rasûlullah (s.a.s)'ın ashabı, Revha denilen yere varıncaya kadar bağırarak telbiye etmekten sesleri düşerdi» 79 demiştir.
îmam Mâlik telbiyeyi ihramın rükünlerinden saymamış ve «Terki halinde kurban lâzım gelmez» demiştir.
Diğerleri ise telbiyeyi vacib görmüş ve buna; «Peygamber (s.a,s) Efendimiz'in bir fiili, bir vacibi beyan etmek için olduğu zaman. Nitekim, «Hac fiillerinizi benden öğrenin» buyurmuştur 80 -o fiilin vacib olmadığını gösteren bir delil bulunmadıkça- onu vücuba hamletmek gerekir» diye istidlal etmişlerdir.
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in telbiye lafızlarının aynını vacib görenler de bununla ihticac etmişlerdir. Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in lafızlarının aynını vacib görmeyenler ise, rivayet olunan Câbir'in hadisi ile, îbn Ömer, Hz. Ömer, Enes b. Mâlik ve başka ashabın telbiyelerine bir şeyler ilâve ettiklerine dair rivayetlere dayanmışlardır. Zira Câbir bu hadiste: «Rasûlullah (s.a.s) ihramlanarak -îbn Ömer'in hadisinde geçtiği şekilde- telbiye etmeğe başladı ve:
«Halk buna LEBBEYKE ZE'L-MEÂRİCÎ ve benzeri sözleri ilâve ederler. Halbuki Peygamber işitir, hiçbir şey söylemezdi» 81 demiştir. 82

2. Başlangıcı:

Ulema: «İhramda olan kimsenin, önce namaz kılması, sonra telbiyeye başlaması müstehabtır» demişlerdir. İmam Mâlik bu namazın bir nafile namazı olmasını müstehab görüyordu. Zira imam Mâlik mürsel olarak Hişam b. Urve'den, Urve de babasından «Rasûlullah (s.a.s) Zülhüleyfe mescidinde iki rek'at namaz kılar ve devesi yola doğrulunca telbiyeye başlardı» diye rivayet etmektedir 83.
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in Zülhüleyfe denilen semtin neresinde ihrama girip telbiyeye başladığı hakkında rivayetler değişiktir.
Kimisi «Zülhüleyfe mescidinde namaz kıldıktan sonra» kimisi «Beyda' denilen yere yaklaşınca», kimisi «Devesi yola doğrulunca telbiyeye başladı» demiştir. Îbn Abbas'a bu ihtilâfın sebebi sorulmuş, îbn Abbas: «Bu ravilerden her biri Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in telbiyeye ilk başladığını değil, kendisinin ilk olarak gördüğü veya işittiğini nakletmiştir. Zira insanlar birbirlerini geçerek yola devam ediyorlardı» demiştir 84. Buna göre rivayetler arasında çelişme yoktur ve ilk başlama namazdan sonradır.
islâm fukahası «Mekkeliler hac fiillerinin birbirinden ayrılmaması için Mina'ya çıkıncaya kadar telbiyeye başlamazlar» demişlerdir. Mesnedleri de, imam Mâlik'in Îbn Cüreyc'ten «Abdullah b. Ömer'e 'Hiç kimsenin yapmadiği dört § ey i senin yaptığını görüyorum. Biri, Mekke'de Zülhicce hilali görüldüğü zaman herkes ihramlanıp telbiyeye baslar. Fakat sen öyle yapmıyorsun dedim. îbn Ömer 'Evet, ben öyle yapmıyorum. Çünkü Rasûlullah (s.a.s)'ın devesi yola doğrulmadıkça telbiye ettiğini görmedim' dedi» mealinde rivayet ettiği hadistir 85. Fakat îmam Mâlik, Hz. Ömer'in Mekke halkına Zülhicce hilalini görür görmez ihramlanıp telbiyeye başlamalarını emrettiğini de rivayet etmektedir. Mekke halkının Mekke'nin içinden başka bir ' yerde hac ihramına giremediklerinde ihtilâf yoktur. Mekke halkının hac ihramına, Mekke içinde girmek ve umre ihramı için Harem'in dışına çıkmak zorunda olduklarında da ihtilâf yoktur. Çünkü umre menasikinin hepsi Mekke içinde ifa edildiği için eğer ihram bağlarlarken de Haremin dışına çıkmaz-larsa bütün amelleri haremin dahiline münhasır kalır. Fakat haccın menasiki böyle değildir. Zira haccın menasikinden biri Arafat'a çıkmaktır. Arafat ise Harem haricinde bir yerdir.
Kısacası; umre ihramına girmek için Mekkeli'nin Harem dışına çıkmak zorunda olduğunda bütün ulema müttefiktirler. Fakat çıkmadığı taktirde kendisine lâzım gelen ceza hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Umresi yerindedir. Fakat kendisine kurban lâzım gelir» demiştir ki, İmam Ebû Hanife ile İbn Kasım bu görüştedirler. Kimisi de «Umresi yerinde değildir» demiştir. Bu da Süfyan Sevrî ile Eşheb'in görüşüdür. 86

3. Bitişi:

îhramda olan kimse telbiyeyi ne zaman keser mes'elesine gelince Ulema bu mes'elede de ihtilâf etmişlerdir:
İmam Mâlik «Hz. Ali, arefe günü güneş zail olunca telbiyeyi keserdi» diye rivayet etmiş ve «Beldemizin uleması hep bu görüşte buluna gelmişlerdir» demiştir. İbn Şİhâb da «Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'den her biri hep arefe günü güneş zail olunca telbiyeyi keserlerdi» demiştir. Ebû Ömer b. Ab-dilberr ise, «Bu hususta Hz. Osman ile Hz. Aişe'den gelen rivayetler değişiktir» demiştir.
İslâm fukahası olan îmam Ebû Hanife, İmam Şafii, Süfyan Sevrî, İmam Ahmed, Ishâk, Ebû Sevr, İmam Dâvûd, îbn Ebî Leylâ, Ebû Ubeyd, Taberî, Hasan b. Hüyey ve hadis uleması ise «îhramda olan kimse, Cemratü'l-Aka-be denilen birinci taşlamayı yapmadan önce telbiyeyi kesemez. Zira sabittir ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz Cemratü'l-Akabe'yi yapıncaya kadar hep telbiye edip dururdu» 87 demişlerdir. Ancak bunlar, cemreyi yapan kimsenin telbiyeyi ne zaman kesebildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi: «Bütün taşlan attıktan sonra keser. Zira îbn Abbas'tan «Rasûlullah (s.a.s) îbn Abbas onun terkisinde bulunduğu lıalde bir taraftan tasları atar, bir taraftan da telbiye ederdi ve en son taşı attıktan sonra telbiyeyi kesti» 88diye rivayet olunmaktadır.
Kimisi de «İlk tası attıktan sonra keser» demiştir. Bu da İbn Mes'ud'tan rivayet olunmuştur. Telbiye'nin ne zaman kesildiği halandaki bu iki kaviden başka kavillerde varsa da meşhurları bu iki kavildir.
Umre telbiyesinin kesilme zamanında da ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Harem haricinden hareme girmesi ile keser» demiştir ki İmam Ebû Hanife de bu görüştedir. İmam Şafii ise: «Tavafa başlayıncaya kadar telbiyeye devam eder» demiştir. îmam Mâlik bu görüşünde îbn Ömer ile Urve'ye uymuştur.
îmam Şâfıi de «Telbiye tavaf emrine icabet demek olduğuna göre, tavafa başlanıncaya kadar kesilmemesi lâzım gelir» demiştir.
Şu halde bu ihtilâfın sebebi, kıyas ile ashabtan bazılarının ameli arasında bulunan çelişmedir.
Ulemanın cumhuru -yukarıda söylediğimiz üzere- umre ihramında olan bir kimsenin hacca da niyet getirebildiğinde müttefiktirler. Fakat hac ihramında'olan kimsenin umreye de niyet getirebilmesi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Ebû Sevr «Nasıl bir namaz, bir diğer namazın üzerine gelemiyorsa, ne hac umrenin, ne de umre haccın üzerine gelir» demiştir.
îşte haccın birinci fiili olan ihramlanma ve ona dair mes'eleler bunlardır. Şimdi de haccın ikinci fiili olan ve Mekke'ye girildiği zaman yapılan tavafın bahsine geçiyoruz. 89

5. Tavaf:

A- Şekli:

Ulemanın cumhuru «İster vacib, ister sünnet tavaf olsun her tavafa, Ha-ceru'İ-Esved'in hizasından başlanır ve eğer kişi imkân bulursa Haceru'1-Es-ved'i öper veyahut elini ona sürer de elini öper, sonra Kabe'yi soluna alıp yedi defa Kabe'nin etrafında dolaşır ve bu dolaşımın ilk üç defasında remel yapar, yani kısa adımlarla ve fakat hızlı olarak yürür, son dört defasında da mu'tad bir yürüyüşle yürür» demişlerdir. Ancak şu var ki, tavafın bu şekli, Tavâfü'l-kudûm denilen, Mekke'ye girildiği zaman yapılan tavafa ve aynı zamanda hac veya umre ihramında olan kimsenin tavafına mahsustur. Sonra, ilk üç dolaşımda hızlı yürümek erkeklere mahsustur. Kadınlar normal bir şekilde yürürler. Tavaf esnasında ayrıca Kabe'nin Yemen tarafındaki köşesine el sürmek de sünnettir. Bütün bunlar Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bunları yapmış olması ile sabittir.
Ulema, Tavâfü'l-Kudûm'un ilk üç dolaşımında hızlı yürümenin hükmünde ihtilâf edip kimisi, «Sünnettir» demiştir. îmam Şafii, îmam Ebû Ha-nife, İshak, İmam Ahmed ve Ebû Sevr bu görüştedirler Kimisi de «Fazilettir» demiştir. îmam Mâlik'ten bu hususta gelen rivayetler ise çeşitlidir.
Bu iki görüş arasındaki fark şudur: Sünnettir diyenlere göre bunu yapmayana kurban lâzım gelir, fazilettir diyenlere göre ise lâzım gelmez. Sünnet olmadığını söyleyenler, İbn Tufeyl'in «îbn Abbas'a 'Senin kavmin Rasûlul-lah (s.a.s) Kabe'yi tavaf ederken remel yaptığını ve bunun sünnet olduğunu ileri sürüyorlar. Ne diyorsun?' diye sordum. İbn Abbas 'Hem doğru, hem yalan söylüyorlar' dedi. 'Neyi doğru, neyi yalan söylüyorlar?' dedim. 'Doğru söylüyorlar'. Çünkü Rasûlullah (s.a.s), Kabe'yi tavaf ederken remel yaptı. Yalan söylüyorlar, çünkü remel yapmak sünnet değildir. Mes'ele şudur: Hu-deybiye sırasında Kureyş müşrikleri: Muhammed (s.a.s) ile arkadaşlan cılız ve güçsüz kimselerdir dediler ve yüksek bir yere çekilip onları seyre başladılar. Peygamber (s.a.s) bunu duyunca ashabına,
«Koşunuz ve güçlü olduğunuzu onlara gösteriniz» buyurdu ve Haceru'l-Esved'in vaz'edildiği Kâ'be'nin Yemenci-hetindeki köşesinden, müşrikler tarafından görününceye kadar koşarak ve müşriklerin gözünden kaybolunca da yürüyerek tavaf etmeğe başladı dedi» 90 mealindeki hadisi ile ihticac etmişlerdir.
Cumhurun delili ise, Câbir (r.a.)'in «Rasûlullah (s.a.s) Haccetü'l-Vedâ'da ilk üç dolaşımı koşarak ve son dört dolaşımı da mu'tad bir şekilde yürüyerek yaptı» 91 mealindeki hadisidir ki bu hadis hem tmam Mâlik, hem başkaları tarafından sıhhatli senetlerle rivayet olunmuştur. Cumhur, «İbn Abbas'ın hadisi hakkında rivayetler çeşitli olduğu için bu hadis hüccet olamaz. Zira bu hadisin bir başka rivayetinde «Peygamber (s.a.s) Haceru'1-Esved'ten Haceru'l-Esved'e kadar koştu» denilmektedir. Bu ise birinci rivayete uymamaktadır» demiştir. Zahirîlerin usûlüne göre tavafın ilk üç şavtında remel yapmanın vacib olması lâzım gelir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz
«Hac menasikinizi benden alınız» 92 buyurmuştur. Zannedersem zahirilerin hepsi veyahut bir kısmı bu görüştedirler.
Ulema «Mekkeli olmayıp da Mekke içinde ihrama girenlere- ki bunların hacci temettu'dur- remel sünnet değildir. Çünkü bunlar Mekke'ye girdikleri zaman yaptıkları Tavâfü'l-Kudûm'de bunu yapmışlardır» demişlerdir.
Fakat Mekkeliler hac ederlerken onlara da remel etmenin sünnet olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. îmam Şafii «Arafe'ye gitmezden önce yapılan her tavafta remel yapılır» demiştir. İmanı Mâlik de bunu müstehab görmüştür, îmam Mâlik'in rivayetine göre İbn Ömer ise, bunu Mekkelilere ne sünnet, ne de müstehab görmemiştir.
Bu ihtilâfın s e b e b i, tavaf esnasında remel yapmanın bir sebebi var mıydı, yok muydu ve bu, hariçten Mekke'ye gelenlere mahsus muydu, değil miydi diye ihtilâf etmeleridir. Zira bunu yapan Peygamber (s.a.s) Efendimiz Mekkeli olmayıp dışarıdan Mekke'ye gelmişti.
Ulema «Kabe'nin Yemen cihetindeki iki köşesini, erkekler için istilâm etmek, yani el sürmek tavafın sünnetlerindendir» demişlerdir. Fakat diğer köşelere de el sürmenin sünnet olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Cumhur, «Yalnız Yemen tarafındaki iki köşeye el sürülür. Zira îbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz yalnız bu iki köşeyi istilâm etmiştir» 93 demiştir.
Bütün köşelerin istilâmını sünnet görenler ise, Câbir'in «Biz Kabe'yi tavaf ederken bütün köşelerini istilâm etmeyi gerekli görürdük» 94 mealindeki hadisi ile ihticac etmişlerdir. Seleften bazıları da, Kabe'nin iki köşesini istilâm etmeyi tek olan dolaşımlara mahsus görürdü.
Ulema «Eğer kişi Haceru'l-Esved'i Öpebiliyorsa onu, ona yetişemiyorsa elini ona sürüp elini öpmesi sünnettir» demişlerdir. Zira İmam Mâlik'in rivayetine göre Hz. Ömer, Kâ'be'yi tavaf ederken Haceru'l-Esved'in yanma vardığında, «Sen bir taştan başka bir şey değilsin. Eğer Rasûlullah (s.a.s)'ın seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim» 95 demiş ve öpmüştür.
«Tavafın sünnetlerinden biri de tavaf bittikten sonra iki rek'at namaz kılmaktır» demişlerdir. Ulemanın cumhuru, «Eğer kişi birden çok tavaflar yaparsa her bir tavafın yedi dolaşımı tamam olunca iki rek'at namaz kılar, sonra ikinci tavafa başlar» demişlerdir.
Kimisi de «Her tavafın bitiminde iki rek'at namaz kılmak gerekmez. Tavafları üst üste yapıp sonunda kaç tavaf yapılmışsa her bir tavaf için ikişer rek'at namaz kılmak caizdir. Nitekim rivayete göre Hz. Âişe üç tavaf üst üste yapar ve sonunda altı rek'at namaz kılardı» demiştir.
Cumhurun delili, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in Kâ'be etrafında yedi defa dolaştıktan sonra makamın arkasında iki rek'at namaz kıldığına 96 ve sonra
«Menasikinizi benden alınız» buyurduğuna dair olan hadistir. Birden fazla tavafı üstüste yapmanın cevazını söyleyenler de
«Maksud olan her bir yedi dolaşım için iki rek'at namaz kılmaktır. Ne tavaf için, ne de tavaftan sonra kılınan iki rek'at namaz için muayyen bir vakit yoktur. Şu halde birden fazla olan tavafların namazlarını bir arada kılmak caizdir» şeklinde kıyas yapmışlardır. 97

B- Şartları:

Tavafın şartlarından biri, tavaf için tayin edilen yerin sınırlan içinde tavaf yapmaktır. Cumhur -Hicir denilen Kâ'be bitişiğindeki duvar Kâ'be'den sayıldığı için- Kâ'be'yi tavaf eden kimsenin bu duvarın dışından geçmesi lâzım geldiğini ve haccin bir rüknü olan Tavâfii'l-ifada'nın sıhhati için bu duvarın dışından geçmenin şart olduğunu söylemiştir. îmam Ebû Hanife ile tabileri ise bu duvarın dışından geçmeyi sünnet görmüşlerdir.
Cumhurun hücceti, imam Mâlik'in Hz. Aişe'den, Peygamber (s.a.s)'in kendisine,
«Eğer senin kavmin, küfürden yeni çıkmış olmasaydı Kâ'be'yi yıkar ve İbrahim (a.s.)'in bina kıldığı ilk temelleri üzerinde inşa ederdim. Zira masraf ve keresteleri kifayet etmediği için Hicirden yedi zira' kadar terkedip dışarıda bıraktılar» 98, buyurduğuna dair rivayet ettiği hadistir. Bu, tbn Ab-bas'ın da görüşüdür. Ibn Abbas
"Beyt-i Atîk'i tavaf etsinler" 99 âyet-i kerimesi ile ihticac eder ve «Peygamber (s.a.s) hicrin dışında tavaf ediyordu» derdi 100 İmam Ebû Hanife'nin hücceti de bu âyetin zahirîdir. 101

2. Zamanı:

Tavafın ne zaman caiz olduğuna gelince: Ulema onun hakkında üç çeşit görüşte bulunmuşlardır. Biri, tavafın sabah ve ikindi namazlarından sonra
caiz olduğu ve fakat günün doğuş ve batışı sıralarında caiz olmadığıdır. Bunu Hz. Ömer, Ebû Said el-Hudri, îmam Mâlik'in tabileri ve ulemadan bir cemaat benimser. Biri de, sabah ve ikindi namazlarından sonra mekruh olduğu ve günün doğuş ve batışı sıralarında da caiz olmadığıdır ki bu da Said b. Cü-beyr, Mücahid ve ulemadan bir diğer cemaatin görüşüdür. Üçüncü görüş ise bütün vakitlerde caiz olduğudur ki, îmam Şafii ve bir başka cemaat de bu görüştedirler.
Bu her üç grubun da delillerinin kökü, bu vakitlerde namaz kılmanın caiz olup olmadığıyla ilgilidir. Güneşin doğuş ve batışı sıralarında namaz kılmanın caiz olmadığında her ne kadar bütün hadisler müttefik iseler de, tavafın namaza kıyas edilmesinde ihtilâf vardır. Şâfıilerin gösterdikleri delillerden biri, Cübeyr b. Mut'am'ın «Peygamber (s.a.s)'in,
«Ey Abdülmenafoğulları ya da ey Abdülmuttaliboğulları! Eğer bu işten bir yetkiye sahip olursanız herhangi bir kimseye -ister gece, ister gündüz olsun- istediği saatte bu beyti tavaf etmekten men'etmeyiniz» 102 mealindeki hadisi ile ihticac etmişlerdir. Bu hadisi îmam Şafii ile başkaları, Cübeyr b. Mut'am'e isnad eden îbn Uyeyne'den rivayet etmişlerdir. 103

3. Abdestli Olmak:

Ulema, tavaf esnasında abdestli olmanın tavafın adabından olduğunda müttefik olmakla beraber, abdestsiz olarak tavaf yapmanın caiz olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik ile İmam Şâfıi -îster bilerek, ister yanlışlıkla olsun- abdestsiz olarak yapılan tavaf yeterli değildir» demişlerdir. îmam Ebû Hanife ise «Yeterlidir, fakat kurban lâzım gelir ve bir daha tavaf yapmak müstehabnr» demiştir. Ebû Sevr de «Eğer bilerek abdestsiz tavaf yapmışsa kâfi gelmez, yanlışlıkla yapmışsa kâfi gelir» demiştir. İmam Şâfıi -namazda olduğu gibi-aynca elbisenin de temiz olmasını şart görmüştür.
Abdestli olmayı şart görenlerin mesnedi, Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in aybaşı halinde olan Esma binti Ümeys'e
«Beyti tavaf etmekten başka hac yapmak isteyenin yaptığı her şeyi yap*
104 diye buyurmasıdır. Bu, sahih bir hadistir. Ayrıca Peygamber (s.a.s) Efen-dimiz'den rivayet olunan,
«Beyti tavaf etmek de bir namazdır. Ancak şu var ki Allah tavafta konuşmayı helâl kılmıştır. Bari hayırdan başka bir şey konuşulmasın» 105 hadisi ile de ihticac etmişlerdir.
Abdestsiz olarak tavaf yapmayı caiz görenler ise, «Safa ile Merve arasında sa'y etmek de tavaf gibi olduğu halde, ulema onun için abdestli olmanın şart olmadığında müttefiktirler. Sonra, bir ibâdette abdestli aybaşı halinden temiz olmanın şart olması, o ibadette abdestli olmanın da şart olmasını gerektirmez. Nitekim oruç için aybaşı halinden temiz olmak şart iken abdestli olmak şart değildir» demişlerdir. 106

C- Çeşitleri ve Sayısı:

Ulema '-Tavâfü'l-Kudûm, Tavâfü'l-îfâda ve TavâfÜ'1-Vedâ' olmak üzere^ üç çeşit tavaf vardır' demişlerdir. Tavâfü'l-Kudüm, Mekke'ye yeni girildiği zaman yapılan tavaftır. Tavâfü'l-îfâda, Bayram günü Cemratü'l-Akabe denilen büyük cemrenin taşları atıldıktan sonra yapılan tavaftır. Tavâfü'l-Vedâ da kişinin Mekke'den aynlacağı sırada yaptığı tavaftır. Bu tavaflar içinde -icma ile- vacib olup yapılmadığı taktirde hac yerine gelmeyen ve,
"Sonra hacılar kirlerini temizlesinler, nezirlerini yerine getirsinler ve atik olan beyti tavaf etsinler" 107 âyet-i kerimesinde kast buyurulan ve kurban kesmekle telafi edilemeyen tavaf Tavâfü'llfada'dır.
Ulema '-Tavâfü'l-Veda, Tavâfü'l-Ifada vacib olduktan sonra, Tavâfü'l-Kudûm ise, Tavâfü'l-îfâda daha vacib olmamışken, yani bayram gününden önce yapıldığı için-, eğer Tavâfü'l-Veda geçer demişlerdir. Ancak İmam Mâlik'in tabilerinden bir kısmı: «Tavâfü'l-Veda geçer demişlerdir. Ancak imam Mâlik'in tabilerinden bir kısmı, «Tavâfü'l-Kudûm da Tavâfü'l-îfâda yerine geçen> demişlerdir. Herhalde bunlara göre yalnız bir tane tavaf vacibtir.
Ebû Ömer b. Abdilberr, «Eğer haccın kaçırılmasından korkulmazsa, Tavâfü'l-Kudûm ile Tavâfü'l-Veda'ı da yapmak haccın adabındandır. Ancak eğer vakit dar olup bunları yapmaya imkân bulunmazsa, Tavâfü'l-îfâda bunların yerine geçer» diye hikâye etmektedir.
Ulemadan bir cemaat, «Böyle bir durumda -Tavâfü'l-Kudûm'da olduğu gibi- Tavâfü'l-îfâda'mn da ilk üç savunda remel yapmak müstehabtır» demişlerdir. Ulema, Mekke'de oturan kimseye yalnız Tavâfü'l-îfâda'mn vacib olduğunda müttefiktirler. Yine umre yapan kimseye de yalnız Tavâfü'l-Kudûm ve mutemetti olana, yani Önce umre, sonra hac yapana da -Hz. Âişe'nin meşhur olan hadisinde geldiği üzere- biri umreden çıkmak için, biri de bayram günü hac için olmak üzere iki tavaf vacib olduğunda da müttefiktirler, îfrad haccını yapan kimseye ise -yukarıda da söylediğimiz gibi- yalnız bayram günü bir tavaf vacibtir* Kıran haccmı yapan kimse hakkında ise ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik, îmam Şafii, îmam Ahmed ve Ebû Sevr, «Kıran haccını yapana bir tavaf ve bir sa'y kâfi gelir» demişlerdir ki, bu Abdullah b. Ömer'in de görüşüdür. Mesnedleri de yukarıda geçen Hz. Âişe'nin hadisidir. Süfyan Sevrî, Evzâî, îmam Ebû Hanife ve îbn Ebî Leylâ ise «İki tavaf ve iki sa'y va-cibtir. Zira Kıran haccı hem umre, hem hacdır. Bu iki ibadet ayrı ayrı yapıldıkları zaman her birine birer tavaf ve sa'y vacib olduğuna göre, birlikte yapıldıkları zaman da keza birer tavaf ve sa'y vacib olması lâzım gelir» demişlerdir. Bu görüş de Hz. Ali ile îbn Mes'ud'tan rivayet olunmuştur.
îşte tavafın vücubu, keyfiyeti, şartlan, çeşitleri ve zamanı hakkındaki mes'eleler bunlardır. Bundan sonra sıra haccın üçüncü fiili olan Safa ile Merve arasında sa'y'a gelmektedir108

6. Safa ile Merve Arasında Sa'y:

A- Hükmü:

îmam Mâlik ile îmam Şafii: «Sa'y vacibtir. Kişi şayet sa'y'ı yetiştire-mezse ertesi sene bir daha hacca gitmesi lâzım gelir» demişlerdir. îmam Ahmed ve îshak da bu görüştedirler. Küfe uleması ise, «Sünnettir ve yetiştirilemediği taktirde sadece kurban lâzım gelir» demişlerdir. Kimisi de «Tatav-vu'dur ve yapmayana hiçbir şey lâzım gelmez» demiştir.
Sa'ym Vücubunu söyleyenlerin mesnedi, îmam Şafii'nin Abdullah b. Müemmü'den rivayet ettiği «Rasûlullah (s.a.s) sa'y yapar ve,
«Sa'y yapınız. Zira Cenâb-ı Allah sa'y'ı size farz kılmıştır» buyurdu» 109 hadisidir. Bunlar aynca, «hac hususunda Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in herhangi bir fiilini istisna eden bir hadis, bir icma' ya da -kıyas yapanlara göre- bir kıyas bulunmazsa, onun hac hususundaki bütün fiilleri vücuba yorulur» demişlerdir. Sa'y'ın vücubunu benimsemeyenlerin mesnedi ise,
"Safa ile Merve Allah'ın şiar ve alametlerinden (iki tepe) dir. Kim ki beyti ziyaret veya umre ederse, bu iki tepe arasında sa'y etmesinde günah yoktur" âyet-i kelimesidir.
Bunlar, «Ayetin mânâsı
"Sa'y etmemesinde günah yoktur" demektir ki bu aynı zamanda îbn Mes'ud'un kıraatidir. Nitekim, âyet-i kerimesinin de mânâsı
"Allah sapıtmamanız için size açıklar" şeklindedir»
demişlerdir. Bunlar îbn Müemmil'in hadisini de zayıf bulmuşlardır.
Hz. Âişe ise «Ayet zahir olan mânâsındadır. Zira cahiliye devrinde Safa ile Merve'nin arası müşriklerin kurban kesme yeri idi. Bunun için ensar, müşriklerin adeti üzere orada sa'y etmekten çekmiyorlardı. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu» demiştir.
Kimisi de «Ashab -putlara bir saygı olur diye- orada sa'y etmezlerdi ve bunu Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e sormuşlardır. Bunun üzerine bu âyet, «bunda bir sakınca yoktur» diye nazil olmuştur» demiştir.
Şu halde cumhurun sa'y'ı haccın amellerinden saymasının sebebi, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in her tavaf ettikçe arkasında hemen sa'y da ettiğinin tevatür yolu ile sabit olmasıdır. 110

B- Şekli:

Ulemanın cumhuruna göre sa'y'ın keyfiyeti şöyledir: Kişi önce Safa tepesine çıkar ve orada okunması usul olan duayı okuduktan sonra inmeye başlayıp Mesiru'1-Vadi denilen -eski zamanlarda sel suyunun biriktiği- yere varıncaya kadar normal olarak ve oradan sonra da remel yaparak yürür ve vadinin öbür tarafına vardıktan sonra Merve'ye varıncaya kadar yine normal olarak yürür ve Kabe'yi görebilene kadar Merve'ye yükselir ve Safa tepesinde okuduklarım orada da okuduktan sonra tekrar dönmeye başlayıp Safa tepesine varıncaya kadar aynı minval üzere yürür ve bu ameliyeyi yedi defa tekrarlamakla sa'y'ı tamamlamış olur. Ancak her defasında Safa tepesinden başlamak şarttır. Şayet Merve tepesinden başlarsa Merve'den başladığı.defa sayılmaz. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
"Safa ile Merve Allah'ın şiar ve alametlerindendirler" âyet-i kerimesini kastederek
"Allah ne ile başlamış ise biz de ondan başlarız" 111 buyurmuştur.
Ata, «Eğer kişi bilmeyerek Merve'den başlarsa sayılır» demiştir.
Ulema sa'y'ın muayyen bir zamanı bulunmadığında müttefiktirler. Zira sa'y dua yeridir. Dua ise her zaman yapılabilen bir şeydir. Câbir'in hadisi ile sabittir ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz, gerek Safa ve gerek Merve tepesine çıkıp durduğu zaman üç defa tekbir almış ve her defa
«Allah'tan başka ma'budyoktur. Bir olduğu halde..Onun ortağı yok, Mülk onun, hamd onundur. O, her şeye kadirdir» 112 demiştir. 113

C- Şartları:

Ulema, aybaşı halinden temiz olmanın -tavafın sıhhati için şart olduğu gibi- sa'y'ın sıhhati için de şart olduğunda müttefiktirler. Çünkü Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz kendisine,
«Hac yapmak isteyenin yaptığı her şeyi yap. Ancak beyti tavaf edemez ve Safa ile Merve arasında sa'y yapamazsın» 114 buyurmuştur. Bu hadisi rivayet edenler arasında «Safa ile Merve arasında sa'y yapamazsın» ziyadesini imam Mâlik'ten rivayet eden, yalnız Yahya'dır. Sa'y için abdestli olma-
nın şart olmadığında ihtilaf yoktur. Yalnız Hasan Basrî -sa'y'ı da tavafa kıyas ettiğinden- 'Sa'y'ın sıhhati için abdestli olmak şarttır' demiştir. 115

D- Sırası:

Ulemanın cumhuru, sa'y'ın tavaftan sonra yapılması gerektiğinde ve tavaftan önce sa'y'ı yapan kimsenin -Mekke'den ayrılmış olsa bile- bir daha sa'y yapmak için dönmek zorunda olduğunda müttefiktirler. Hatta eğer umre veya hac yapan kimse bilmeyerek tavaftan önce sa'y yapmış ve ihramdan çıktıktan sonra kadınlara yaklaşmış olursa bir daha umre yapması ya da ertesi sene bir daha hacca gitmesi veya aynı zamanda kurban kesmesi lâzım gelir.
Süfyan Sevrî ise, «Ona bir şey lâzım gelmez» demiştir. İmam Ebû Hani-fe de «Eğer Mekke'den aynlmışsa bir daha dönmek zorunda değildir. Fakat kendisine kurban lâzım gelir» demiştir. îşte sa'y'ın hükmü, keyfiyeti meşhur olan şartlan ve tertibi hakkındaki mes'eleler bunlardır. 116

7. ArafatDağına Çıkmak:

Hacc'ın bundan sonraki fiili Zülhicce ayının sekizinci günü Mina'ya çıkıp arefe gecesini orada geçirmektir. Ulema, o gün hac emirinin Mina'da halka öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarım -kasredilmiş olarak- kıldırması gerektiğinde müttefiktirler. Ancak bu fiil, vakti dar olan kimseye, haccin sıhhati için şart değildir. Sonra Arefe günü gelince, hac emiri halk ile beraber Arafat dağına gider ve orada vukuf ederler. 117

8. Arafat'ta Vakfe:

Bu bahis, Arafat'ta vukufun hükmü, keyfiyeti ve şartlan olmak üzere üç mevzudan ibarettir. 118

A- Hükmü:

Ulema, Arafat dağı vukufunun haccin rükünlerinden biri olduğunda ve bunu yetiştiremeyen kimsenin ertesi sene bir daha hacca gitmek zorunda bulunduğunda müttefiktirler. Ulemanın çoğu, 'Bu kimseye aynca Kurban da
lâzım gelir' demişlerdir. Çünkü Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Hac, Arafat'ta vakfe yapmaktır» 119 buyurmuştur. 120

B- Sekli:

Arafat vukufunun keyfiyeti hakkında da ulema şöyle demişlerdir: «Hac emiri hacılar kafilesi ile birlikte arefe günü güneş zevale varmadan önce Arafat dağının sınırlan içine girmiş olacak ve güneş zail olunca halka hutbe okuyacak, ondan sonra öğle ile ikindi namazlanm bir arada ve öğle namazı vaktinin evvelinde kıldıracak ve güneş batıncaya kadar orada kalacaklardır».
Bu keyfiyet üzerinde ittifak etmelerinin sebebi, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in böyle yapmış olduğunda icma1 etmeleridir. Ulema arasında, hac işlerini yürütme yetkisinin sultana veyahut onun görevli kıldığı kimseye ait olduğu, bu kimse ister iyi, ister kötü, ister bid'at sahibi olsun, arkasında namaz kılmak gerektiği ve bu kimsenin halk ile beraber Arafat dağı camiine gidip öğle ile ikindi namazlarını bir arada kıldırmasının sünnet olduğunda ihtilâf yoktur.
Ancak müezzinin öğle ezanının ne zaman okuması gerektiği hususunda ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «imam hutbeye başlayıp hutbenin başından bir miktar okuduktan sonra müezzin ezan okur» demiştir.
İmam Şafii «İmam ikinci hutbeye başlayınca müezzin ezan okur» demiştir.
İmam Ebû Hanife ise, «İmam minbere çıktıktan sonra müezzine ezan okumasını emreder ve -Cum'a namazında olduğu gibi- ezan bittikten sonra kalkıp hutbe okur ve minberden inince müezzin kamet getirir» demiştir. Ebû Sevr de, Cum'a namazına kıyas yaparak bunu benimsemiştir.
İbn Nâfi' de İmam Mâlik'ten «Arafat'ta ezan, imam hutbe için minber üzerinde oturunca okunur» dediğini rivayet etmiştir.
Câbir (r.a.)'in hadisinde «Güneş zail olunca RasûluUah (s.a.s), Kusva adındaki devesinin getirilmesini emretti ve ona binip hareket etti ve Batnü'l-Vadi'ye gelince insanlara hutbe verdi. Sonra Bilâl ezan okudu ve öğle namazı kılındıktan sonra Bilâl bir daha kamet getirdi. Bu sefer RasûluUah (s.a.s) ikindi namazını kıldırıp ondan sonra Arafat'a doğru hareket etti» denilmektedir.
Ulema, bir arada kılınan bu iki namazın her biri için ayn ayn hem ezan, hem kamet gerekir mi, yoksa bir ezan ile yetinilip de her biri için ayn ayn yalnız kamet mi getirilir diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Her biri için hem ezan, hem kamet gerekir» demiştir.
îmam Şafii, Ebû Hanife, Süfyan Sevrî, Ebû Sevr ve ulemadan bir cemaat ise «Bir sefer ezan okunur, fakat iki kere kamet getirilir» demişlerdir. İmam Mâlik'ten, bunlar gibi dediği de rivayet olunmuştur.
İmam Ahmed'den de 'Yalnız kamet tekrarlanır' diye rivayet olunmaktadır.
îmam Şafii'nin dayanağı, yukarıda bahsi geçen Câbir'in uzun hadisidir. Zira bu hadiste, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bu iki namazı bir ezan ve iki kamet ile bir arada kıldırdığı bildirilmektedir.
İmam Mâlik'in görüşü İbn Mes'ud'dan da rivayet olunmuştur. Bu görüşün dayanağı da, aslında her bir farz namaz için hem ezan, hem kametin gerektiği düşüncesidir.
Ulema, Arefe günü öğle namazından önce okunan bu hutbenin, Cum'a hutbesi gibi vacib olmayıp, okunmadığı taktirde namazın sıhhatine bir halel gelmediği görüşünde müttefiktirler. Ayrıca bu namazın fatiha ile zamm-ı sûrelerinin sessiz okunması ve misafir olan imamın bu namazı kasretmesi (kısa kılma) gerektiğinde de ihtilâf yoktur. Ancak eğer imam Mekkeli veyahut bu üç yerin sakinlerinden olursa Zülhicce'nin sekizinci günü Mina'da, Arefe günü Arafat'ta ve Bayram gecesi Müzdelife'de kıldırdığı namazı kas-reder mi, etmez mi diye ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik, Evzâî ve ulemadan bir cemaat, «İmam ister misafir, ister yerli olsun bu üç yerde namazın kasrı sünnettir» demişlerdir.
Süfyan Sevrî, İmam Ebû Hanife, İmam Şafii, Ebû Sevr ve îmam Dâvûd ise, «Bu üç yerin yerlileri namazlarını kasredemezler» demişlerdir.
îmam Mâlik delil olarak «Peygamber (s.a.s) Efendimizle birlikte namaz kılanlardan hiçbirinin, Peygamber (s.a.s) Efendimiz selâm verdikten sonra kalkıp namazını tamamladığı rivayet olunmamıştır» demiştir. İkinci grubun delili de nerede olursa olsun -eğer o yerin müstesna olduğunu bildiren bir delil bulunmazsa- asıl, yolcu olmayan kimsenin namazını kasr edemeyişidir.
Ulema, hac mevsiminde Arafat ve Mina'da Cum'a namazının vacib olup olmadığı hususunda da ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Eğer imam Arafat'ın sakinlerinden olmazsa, ne Mekke halkı için, ne de başka yerlerden gelenler için Arafat ve Mina'da Cum'a namazı vacib olmaz» demiştir.
îmam Şafii de, İmam Mâlik'in bu görüşüne katılmış ancak o, bu iki yerde Cum'a'nın vacib olması için Arafat sakinlerinin kırk kişiyi bulmasını şart koşmuştur.
îmam Ebû Hanife ise «Eğer hac emiri ne Arafat'ta, ne de Mina'da namazı kasredemeyen kimselerden ise, Cum'a rast geldiği taktirde hacılara Cum'a namazını kıldırır» demiştir.
İmam Ahmed de «Eğer Cum'a namazı Mekke valisi tarafından kildırılırsa vacib olur, yoksa vacib olmaz» demiştir ki Ebû Sevr de bu görüştedir121

N . Şarttan:

Arafat'ta vukufun sıhhati için Arafe günü öğleden sonra orada bulunmanın şart olduğunda ihtilâf yoktur. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in Arafat'ta öğle ve ikindi namazını bir arada kıldıktan sonra dağın kayalıkları arasından yükselip güneş batmcaya kadar beraberinde bulunanlarla birlikte orada dua ve niyaza devam ettiğinde ve güneş battıktan ve buna kanaat getirdikten sonra inip Müzdelife'ye doğru hareket ettiğinde bütün hadis uleması müttefik olup, bunun, Arafat Vukufu adabından olduğunda ihtilâf etmemişlerdir.
Ulema, «Eğer bir kimse öğleden evvel Arafat'a gidip de henüz güneş zevale gelmemişken oradan ayrılsa vukuf etmiş sayılmaz ve eğer zevalden sonra veyahut geceleyin daha fecir sökmemişken dönüp vakfe yapmazsa haccı kaçırmış olur» demişlerdir.
Abdullah b. Muammer ed-Dîlî'den rivayet olunduğuna göre Abdullah «Peygamber (s.a.s)'den,
«Hac demek Arafat demektir.' Kim ki daha fecir sökmeden Araf ata yeti-. şirse hacca yetişmiş olur» buyurduğunu işittim» 122 demiştir. Bu hadisi as-tıabtan yalnız bu zat rivayet etmiştir. Fakat sıhhatinde ihtilâf yoktur.
Ulema, öğleden sonra Arafat'a gidip de güneş batmadan oradan ayrılan kimsenin hükmü hakkında da ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «îmam'dan önce isteyen Arafat'tan ayrılabilir. Fakat geceden bir miktar Arafat'ta durması şarttır. Aksi taktirde ertesi sene bir daha hacca gitmesi lâzım gelir» demiştir. Kısacası; îmam Mâlik'e göre vukufun sıhhati için Arafat'ta geceleyin kalmak şarttır.
Cumhura göre ise öğleden sonra Arafat'ta bulunan kimsenin -güneş batmadan ayrılsa bile- haccı tamamdır. Ancak kendisine kurban lâzım gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir.
Cumhurun mesnedi, sıhhati üzerinde icma' edilen Urve b. Müderres'in «Müzdelife'de Rastdullah (s.a.s)'ın yanına geldim ve kendisine, 'Benim haccım oluyor mu?' diye sordum. Rasûhdlah (s.a.s), ,
bizimle beraber bu namazı kılar ve bizim durduğumuz bu yerde, -fakat daha evvel Arafat'ta gece ya da gündüzleyin durmuş olmak şartı ile-biz buradan hareket edinceye kadar durursa haccı tamamlanmış ve haccın gereğini yerine getirmiş olur» 123 buyurduğu hadisidir. Bu hadiste geçen gündüz kelimesinden murad zevalden sonrası olduğunda ulema müttefiktirler.
. Arafat'ta geceden bir miktar kalmanın şart olduğunu söyleyenler ise, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in güneş batmadan Arafat'tan ayrılmayışı ile ihticac etmişlerdir. Fakat cumhur «Urve b. Müderres'in hadisi, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in -daha efdal olduğu için- güneş batmadan Arafat'tan ayrılmadığını, kişi isterse güneş batmadan da ay alabildiğini ifade etmektedir» diyebilir.
Birçok tariklerle rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Arafat'ın her semti mevkıftır (neresinde durulsa caizdir). Ancak ÜRENE çukurunda durmayın. Müzdelife'nin de Mahşer çukurundan başka her semti mevkıftır. Mina'nın da her semti mevkıftır. Mekke'nin bütün vadileri de hem menhirdir, hem mebittir (bu vadilerde hem kurban kesilebilir, hem hangisinde gece kalınsa Mina'nın sınırları içinde kalınmış olur)» 124 buyurmuştur.
Ulema, bu hadiste geçen Arafat'ın Ürene adındaki semtinde vukuf yapan kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Haccı tamamdır, ancak kendisine kurban lâzım gelir» demiştir ki, İmam Mâlik bu görüştedir.
İmam ^âfıi ise, hadiste geçen nehye dayanarak «Haccı fasittir» demiştir.
«Fasit değildir» diyenler de, «Asıl, Arafat'ın her semtinde vukuf yapmanın caiz olmasıdır. Meğer bir semtinin müstesna olduğunu gösteren bir delil buluna. Hadis ise, hüccet olabilecek ve asıldan vazgeçmeyi gerektirecek bir şekilde vurud etmemiştir» demişlerdir.
Hacc'ın fiillerinden biri olan Arafat vukufunun adabı işte bunlardır.
Hacc'm bundan sonraki fiili ise, güneş battıktan sonra Arafat'tan Müzdeli-fe'ye inmektir. 125

9. Müzdelife'de Yapılacak İşler:

Bu bahis de Müzdelife'ye gitmenin hükmü, keyfiyeti ve zamanı hakkındadır. 126

A- Hükmü:

Müzdelife'ye gitmenin haccın fiillerinden biri olduğuna delil,
"Arafat'tan indiğinizde Meş'arî'I-Haram yanında AHahfı zikredi niz ve onu size gösterdiği şekilde zikrediniz. Şüphesiz önceleri siz sapıklardan idiniz" 127âyet-i kelimesidir. 128

Niteliği ve Vakti:

Ulema, «Bayram gecesi Müzdelife'de kalıp orada imam ile birlikte akşam ve yatsı namazını bir arada kılan ve Arafat vukufundan sonra burada da sabah namazından hava aydınîanmcaya kadar vukuf yapan kimsenin haccı tamamdır. Zira sabittir ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz öyle yapmıştır» demişlerdir.
Ancak, sabah namazından sonra Müzdelife'de vukuf yapmak ve geceyi orada geçirmek farz mıdır, sünnet midir diye ihtilâf etmişlerdir.
Evzaî ile tabiinden bir cemaat, «Hacc'ın farzlanndandır ve yetiştireme-yene hem kurban, hem ertesi sene bir daha hacca gitmek lâzım gelir» demişlerdir.
İslâm fukahası ise «Farz değildir, yetiştiremeyene sadece kurban lâzım gelir» demişlerdir.
İmam Şafii de «Eğer gecenin yansından sonra Müzdelife'den ayrılıp sabah namazını Müzdelife'de kılmazsa ona kurban lâzım gelir» demiştir.
Cumhurun delili, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, aile efradından zayıf ve takatsiz olanları kendisinden evvel yolcu ettiğinin ve bunların kendisi ile
beraber sabah namazını Müzdelife'de kılmadıklarının sabit olmasıdır 129.
Birinci grubun delili de, Peygamber (s.a.s) Efendimizin yukarıda geçen Urve b. el-Müderres'in hadisindeki: «Kim bizimle beraber bu namazı yani sabah namazım kılarsa ve daha önce Arafat'ta gece veya gündüzleyin durmuş ise Haccı tamamdır ve haccın gereğini yapmıştır» sözü ile mealini yukarıda verdiğimiz,
âyet-i kerimesidir.
Diğer grubun delillerinden biri de şudur: Urye b. el-Müderres'in hadisinde geçen şeylerin hepsinin vacib olmadığı üzerinde icma1 edilmiştir. Nitekim ulemanın çoğu «Kim geceleyin Müzdelife'de durup da fecirden önce ay-nlirsa yada uykuda kalıp sabah namazını kaçınrsa veyahut sabaha kadar orada kaldığı halde hiç zikir etmezse haca tamamdır» demişlerdir.- Bu delil ayrıca, âyet-i kerimenin zahiri ile ihticac etmenin de zayıf bir istidlal olduğunu göstermektedir. Müzdelife'ye ayrıca cemi' adı da verilmektedir.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, Arafat'tan dönüldüğünde geceyi burada geçirip akşam ile yatsı namazlarını yatsı namazı vaktinin başında ve bir arada kılmak ve gecenin son karanlığında ayrılmak haccın adabındandır. 130

10. Cemreleri Taşlamak:

A- Hükmü, Niteliği ve Sırası:

Hacc'ın bundan sonraki fiili cemreleri taşlamaktır. Zira bütün İslâm uleması müttefiktirler ki, Peygamber (s.a.s) Efendimiz Arafat'tan döndükten sonra geceyi Müzdelife'de geçirmiş ve sabah namazını kıldıktan sonra ve güneş daha doğmadan buradan Mina'ya hareket etmiş ve aynı gün, yani bayram günü güneş doğduktan sonra Cemratü'l-Akabe denilen büyük cemreyi taşlamış tır.
Bütün müctehidler, bayram günü güneşin doğuşundan zevaline kadar olan zaman içinde birinci cemreyi taşlayan kimsenin taşlamayı vaktinde yapmış olduğu ve Peygamber (s.a.s).Efendimiz'in bayram günü birinci cemreden başka bir cemreyi taşlamadığı hususlarında müttefiktirler.
Fakat fecirden önce Cemratü'l-Akabe'yi taşlayan kimsenin hükmünde ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den, herhangi bir kimseye Cemratü'l-Akabe'yi fecirden önce taşlamak-için izin verdiğini işitmemişizdir ve caiz de değildir. Şayet birisi fecirden önce yaparsa bir daha yapması lâzım gelir» demiştir. İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve İmam Ahmed de bu görüştedirler.
İmam Şâfıi ise «Her ne kadar güneş doğduktan sonra yapmak müstehab ise de, fecirden önce yapmakta da bir sakınca yoktur» demiştir.Caiz değildir diyenler hüccet olarak,
«Menasifcinizi benden alınız» diyen Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in fecirden öne ebunu yapmadığı gibi -rivayet olunduğuna göre- aile efradından zayıf ve takatsiz olanları Müzdelife'den Mina'ya yolcu ederken onlara
«Güneş doğmadan cemreyi taşlamayınız» buyurmuştur» 131 demişlerdir.
Caizdir diyenlerin delili ise, Ebû Dâvûd ile başka hadis kitaplarının kaydettikleri Ümmü Seleme ile Esma'nın hadisleridir. Zira Ümmü Sele-me'nin hadisinde Hz. Aişe: «Peygamber (s.a.s) Bayram günü Ümmü Sele-me'yi cemreyi taşlamaya gönderdi. Ümmü Seleme de fecirden Önce cemreyi taşlayıp clöndü ve o gün Peygamber (s.a.s) Ümmü Seleme'de kalıyordu» 132 demektedir.
Diğer hadiste de, Esma'nın cemreyi geceleyin taşladığı ve «Rasûlullah (s.a.s) zamanında da biz böyle yapıyorduk» 133 diye söylediği bildirilmektedir, Ulema, birinci cemreyi günün doğuşu ile zevali arasında taşlamanın müstehab olduğunda ve fakat bunu zevalden sonra yapan kimseye bir şey lâzım gelmediğinde müttefiktirler. Ancak İmam Mâlik, «Zevalden sonra yapana kan akıtmak müstehabtır» demiştir.
Güneş battıktan sonra veyahut ertesi gün yapan kimse hakkında ise ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik «Ona kurban lâzım gelir» demiştir. İmam Ebû Hanife «Eğer gece yaparsa bir sadaka vermesi ve eğer erkesi güne bırakırsa bir kurban kesmesi gerekir» demiştir. İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve İmam Şafii de «İster gece yapsın, ister ertesi güne bıraksın, bir şey lâzım gelmez» demişlerdir. Delilleri de Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in deve çobanlarına geceleyin yapmak iznini vermesidir (**),
Rivayet olunduğuna göre İbn Abbas da «Birisi Rasûlullah (s.a.s)'a, 'Akşam olduktan sonra cemreyi taşladım. Bir zararı var mı?' diye sordu.
Rasûlullah(s.a.s),
'Zararı yoktur' diye cevap verdi» 134 demiştir.
îmam Mâlik de «îttifak ile sünnet olan, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in cemreyi taşladığı vakit içinde taşlamaktır. Bunu yapmayan bir kimse haccın sünnetlerinden birine muhalefet etmiş olur. Hacc'ın sünnetlerine muhalefet ise -İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna 135 ve cumhur tarafından da benimsendiğine göre- kurban kesmeyi gerektirir» demiştir. îmam Mâlik'e göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz tarafından deve çobanlarına verilen ruhsat, bayramın birinci günü için verilmemiş, bayramın üçüncü ve dördüncü günlerinin taşlarını üçüncü günde atıp gitsinler diye verilmişti. Onlardan, bunu yaptıktan sonra Mina'dan ayrılanların haca bitmiş olurdu, ayrılmayanlar ise ertesi gün diğer hacılarla birlikte son günün cemresini bir daha taşlamaları lâzım gelirdi.
Ulemanın cumhuruna göre ise, deve çobanlarına verilen ruhsat -îmam Mâlik'in iddia ettiği üzere- muayyen iki günün cemrelerini birlikte taşlaya-bilmeleri için değildi. Ancak îmam Mâlik'e göre, daha vacib olmamış olan cemrenin taşlanması caiz değildir. Meselâ üçüncü günde kişi, eğer Önceki günün cemresini taşlamamışsa, onu da üçüncü günün cemresi ile birlikte taşlayabilir. Fakat dördüncü günün cemresini üçüncü günde taşlayamaz. Çünkü -ona göre- daha vücub kesbetmeyen bir şey ifa edilemez. Diğer ulema ise, bunu kazaya benzeterek geçmiş günle gelecek gün arasında fark görmemişlerdir.
Sıhhatli hadislerle sabit olmuştur ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz bayram günü büyük cemreyi taşladıktan sonra önce kurbanını kesmiş sonra başını traş etmiş, sonra Tavafü'1-îfâda'yı yapmıştır 136, Peygamber (s.a.s) Efendimiz, böyle yaptığı için ulema da bunun, haccın adabı olduğunda müttefiktirler.
Fakat bu sıraya göre yapmayan kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik, «Cemreyi taşlamadan önce, başını traş eden kimseye kurban lâzım gelir» demiştir. îmam Şafii, îmam Ahmed, îmam Dâvûd ve Ebû Sevr ise, «Ona bir şey lâzım gelmez» demişlerdir. Delilleri de îmam Mâlik'in îbn Ömer'den «Rasulullah (s.a.s) Mina'da halkın sorularını dinliyordu. Biri geldi ve 'Ya Rasâlallah! Ben bilmeyerek kurbanımı kesmeden başımı traş ettim' dedi. Peygamber (s.a.s),
«Kurbanını kes, bir şey olmaz» dedi. Bir başkası da gelip: 'Ya Rasâlallah, ben bilmeyerek cemre'yi taşlamadan, kurbanımı kestim' dedi. Rasulullah (s.a.s) ona da,
«Git taşları at, bir şey olmaz» dedi. Kısacası; o gün Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e sırasına göre yapılmayan şeyler hakkında kim ne sordu ise Efendimiz (s.a.s) kendisine,
«Git yap, bir şey olmaz» dedi» mealinde rivayet ettiği hadistir ki bu hadis îbn137 Abbas'tan da rivayet olunmuştur. İmam Mâlik de: «Peygamber (s.a.s) Efendimiz, zamanı gelmeden başını traş etmek zorunda kalan adama fidye vermesi ile hükmettiği halde, keyfi olarak bunu yapana nasıl fidye lâzım gelmez? Kaldı ki hadiste: Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bu adama da: Git yap, bir şey lâzım gelmez diye söylediği geçmektedir» şeklinde delil gtirnıiştir.
îmam Mâlik'e göre, kurbanını kesmeden başını traş eden ve cemre'yi taşlamadan kesene bir şey lâzım gelmez. îmam Ebû Hanife ise, «Kurbanını kesmeden veyahut cemreyi taşlamadan başını traş edene kurban lâzım gelir. Hatta eğer bu adam Kıran haccını yapıyorsa kendisine iki tane kurban lâzım gelir» demiştir.
îmam Züfer ise «Üç tane kurban lâzım gelir. Biri Kıran için, iki tanesi de kurbanını kesmeden ve cemreyi taşlamadan başını traş ettiği için lâzımgelir» demiştir.
Ulema, cemreyi taşlamadan kurbanını kesene ise bir şey lâzım gelmediğinde müttefiktirler. Çünkü buna bir şey lâzım gelmediğine dair nass vardır. Ancak îbn Abbas'tan 'Kim bir nüsükü zamanında ve sırasında göre yapmazsa bir kan akıtsın ve cemreyi taşlamadan ve başını traş etmeden Tavâfü'1-îfâ-da'yı yapan kimse de, bunları yaptıktan sonra bir daha tavaf yapsın' dediği rivayet olunmuştur.
îmam Şâfıi ile tabileri, «Bir daha tavaf yapması gerekmez» demişlerdir. Evzâî de «Eğer cemreyi taşlamadan Tavâfü'l-îfâda'yı yapar ve ondan sonra kadınlara yaklaşırsa kendisine kurban lâzım gelir» demiştir. 138

B- Taşların Sayısı:

Fıkıh uleması, cemrelerin hepsine atılan taşların sayısının yetmiş tane olduğunda müttefiktirler. Bunlardan yedi tanesi bayram günü cemratü'l-akabe'ye atılır ve bu taşlar cemrenin hangi tarafından atılırsa caizdir. Fakat Batnü'1-Vadi denilen derenin ortasındaki düzlükten atılırsa daha evlâdır.
Zira rivayet olunduğuna göre İbn Mes'ud bu düzlüğe gelmiş ve, «-Kendisinden başka bir ilâh bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, Bakara sûresi
kendisine nazil olan Peygamber'in buradan attığını gördüm» demiştir 139.
Ulema, «Taşlar atılırken eğer bir tanesi cemrenin içine düşmezse onun yerine bir tane daha atmak lâzımdır ve diğer cemrelerin her birine yedi taş atmak sureti ile teşrik günlerinin her bir gününde yirmi bir tane taş atmak gereklidir» demişlerdir.
Ancak «Kişi bayramın üçüncü günü, isterse dördüncü günün taşlarını da atıp Mina'dan ayrılabilir» demişlerdir. Zira Cenâb~i Hak
"Kim acele edip Mina'daki ibadeti iki günde bitirirse ona günah yoktur' 140 buyurmuştur. Ulema atılan taşların nohut büyüklüğünde olduklarında müttefiktirler. Zira Câbir, îbn Abbas ve diğer ashabtan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in attığı taşlar nohut büyüklüğünde idiı 141

C-Vakti:

Bütün ulemaya göre teşrik günlerinde cemreleri taşlamanın sünneti, her gün önce birinci, sonra ikjnci, sonra üçüncü cemreyi taşlamak ve birinci ile ikinci cemreleri taşladıktan sonra her birinin yanında durup uzunca dua etmek, üçüncü cemreyi taşladıkları sonra ise hemen oradan ayrılmaktır. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in hep böyle yaptığı rivayet olunmuştur 142.
Ulemaya göre cemreleri taşlarken tekbir getirmek de iyidir. Ulema, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in hep böyle yaptığı rivayet olunmuştu. Ulemaya göre cemreleri taşlarken tekbir getirmek de iyidir.
Ulema, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in teşrik günlerinde cemreleri hep öğleden sonra taşlamış olduğunda müttefiktirler. Bununla beraber bu cemreleri Öğleden önce taşlayan kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir.,
Cumhur «Öğleden sonra bir daha yapması gerekir» demiştir. Ebû Cafer Muhammed b. Ali'den ise, «Gün doğduktan sonra akşama kadar cemreler taşlanabilir dediği rivayet olunmuştur.
Ulema, «Eğer kişi, herhangi bir cemreyi gün batıncaya kadar taşlamazsa artrk taşlayamaz» demişlerse de bu adama gelen keffaret hakkında ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Bu nüsükü yapmayana -ister hepsini, ister bir kısmını, ister bir tanesini yapmamış olsun- kurban lâzım gelir» demiştir.
imam Ebû Hanife «Eğer hepsini yapmazsa ona kurban lâzım gelir ve eğer bir kısmını yapmazsa, atmadığı taşlar kaç tane ise her biri için bir yoksula yarım sa1 buğday vermesi gerekir. Ancak ne zaman ki bu buğdaylar bir kurban kıymetini bulursa, o zaman kurban kesmesi lâzım gelir. Bu da diğer cemreler içindir. Cemraîü'l-Akabe'yi terkedene ise kurban lâzım gelir» demiştir.
îmam Şafii ise «Atmadığı her bir çakıl için çeyrek sa' buğday lâzım gelir» demiştir.
Süfyan Sevrî cif İmam Şafii gibi söylemiş, ancak o «Eğer atılmayan çakıllar dördü bulursa kurban lâzım gelir» demiştir.
Tabiinden bir cemaat da «Eğer atılmayan, yalnız bir çakıl ise bir şey lâzım gelmez» demişlerdir. Mesnedleri de Sa'd.b. Ebî Vakkas'ın «Rasıüııl-lah (s.a.s) hacca gittiğinde kendisi ile beraber bulunuyorduk, Kimimiz yedi taş, kimimiz altı taş attık diyordu ve birbirimizi ayıplamıyorduk» 143 mealindeki hadisidir.
Zahirîler'de «Cemreleri taşlamaktan dolayı bir şey lâzım gelmez» demişlerdir.
Cumhura göre Cemratü'l-Akabe, hacem erkânından değildir. İmam Mâlik'in tabilerinden Abdülmelik ise, «Cemraiü'l-Akabe rükündür» demiştir.
Hacca başlayan kimsenin, hacdan çıkıncaya kadar yapması lâzım gelen fiillerin hepsi işte bunlardır. Mac'dan çıkmak da -büyük tahallül ve küçük ta-hallül olmak üzere- iki tanedir.
Büyük tahallül (ihramdan çıkma) Tavâfü'l-İfâda'yı yapmakla, küçük tahallül de Cemratü'l-Akabe'yi taşlamakla olur. Bu tahallüller hakkındaki ihtilâfları sonradan anlatacağız. 144

50. Hac'daki Aksaklık ve Aykırılıklar

Bu bölümde, haçcın ifası sırasında vuku' bulan herhangi bir aksaklık yüzünden lazım gelen hükümlerden bahsedeceğiz. Bu hükümlerin çoğu:
1- İhrama girdikten sonra düşman tarafından hacdan alıkonan veyahut hastalandığı için haccını tamamlayamayan kimsenin, -ki buna mühsar derler-,
2- Hacc'ın sıhhati için şart olan bir fiilin vaktini kaçıran kimsenin,
3- Hacc'ı fesada götüren bir fiili işlemekle haccını bozan kimsenin hükümleridir.
Bunlar içinde yalnız mühsar'ın, ihramda av öldürenin, zamanı gelmeden başını traş edenin ve daha ihramdan çıkmamışken vücudunu kirden temizleyenin hükümleri hakkında nass bulunmaktadır. Bunun için biz de önce bunlardan bahsedeceğiz. Temettü' veyahut kıran haccını yapan kimseye lazım gelen kurban da bu hükümler içindedir. Zira -bazılarına göre- temettü1 ve kıran birer ruhsat oldukları için, temettü1 veya kıran haccını yapan kimseye kurban lazım gelir. Bu itibarla bu da hükümlere dahildir. 145

l.Uhsâr:

Mühsartn hükmünü bildiren nass:
"Ihramlandıktan sonra herhangi bir sebeble hacdan veya umreden kalırsam/, Kâ'be için kurban nevinden kolayınıza gelen bir şey, hediye ve tasadduk etmek gerekir. Bu hediye yerine (Kâ'be'ye) erişinceye kadar başlarınızı traş edip ihramdan çıkmayım/. Sîzden her kim, hastalanır veya (yara, bit gibi bir sebeble) başından rahatsızlanıp (da traş olmak zorunda kalır)sa, bunun fidyesi, oruç tutmak, yahut sadaka vermek, yahut kurban kesmektir ve emniyete kavuştuğunuz zaman da, hacca başlayıncaya kadar umreden faydalanabilen kimseye, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir" 146 âyet-i kerimesidir. Ulema bu âyet-i kerimenin tefsirinde bir hayli ihtilâf etmişlerdir ve bu ihtilâflar mühsar'ın hükmünde ihtilâf etmelerine sebep olmuştur.
A- Düşmanın Engellemesi:
Kimisi «Burada mtihsar'dan murat düşman tarafından hacdan alıkonan kimsedir», kimisi de «Hastalık yüzünden haccından kalan kimsedir» demiştir. «Düşman tarafından alıkonan kimsedir» diyenler, bundan sonra gelen «Sizden her kim hastalanır veya başından rahatsızlanırsa...» fıkrası ile ihti-cac ederek, «Eğer mühsar'dan murad hastalık sebebi ile haccından kalan kimse olsa bu fıkranın bir faidesi kalmaz» demişlerdir. Bunlar ayrıca, «Emniyete kavuştuğunuz zaman da, hacca başlayıncaya kadar...» fıkrası ile de ih-ticac etmişlerdir ki bu daha zahir bir hüccettir.
Âyet-i kerime hastalık yüzünden haccından kalan kimseler hakkında inmiştir diyenler ise, «Mühsar ihsar mastarından gelmedir. İhsar ise herhangi bir kimsenin işinden kalmasına sebep olmak demek olduğu için düşman tarafından herhangi bir işinden alıkonan kimse hakkında: «Düşman onu ihsar etti» denilemez, «Düşman onu hasretti» denilir. Çünkü düşman bu işe sebebiyet veren değildir, bizzat işi yapandır. Hastalık ise, sebep olduğu için «hastalık onu ihsar etti» denilir» diye iddia etmiş ve: «Bütün hastalıkların kişiyi işinden alıkoymadığı, ancak bazılarının alıkoyduğu için, âyette hastalıktan bir daha bahsetmeğe lüzum görülmüştür» demişlerdir. Bunlar: «Emniyete kavuştuğunuz zaman» sözünden de «hastalıktan emniyete kavuştuğunuz zaman mânâsı kasd buyurulmuştur» demişlerdir. Birinci grup da bunun tersini, yani «fiil bir işi bizzat yapmak, if al ise işe başkasına yaptırmaktır. Nitekim kati bizzat öldürmektir, iktal ise başkasına öldürtmektir. Şu halde düşman hakkında hasr'dan ziyade, ihsar ve hastalık hakkında ihsar'dan ziyade, hasr kelimesini kullanmak daha yaraşır. Zira hastalık kişiyi hacdan bizzat alıkoyar, düşman ise onu o duruma getirir» demişlerdir.
Bunlar, «Emniyet kelimesi de daima düşman korkusunun ortadan kalkması mânâsında kullanılıyor. Şayet bu kelime hastalık hakkında da kullanılırsa, istiare yolu ile, yani hastalığı düşmana benzetmek sureti ile kullanılır. Halbuki hakikat dururken -hakiki mânânın murad olmadığını gösteren bir karine bulunmadıkça- mecaza gidilemez. Kaldı ki âyette, Mühsar'ın hük-
münden sonra hastanın hükmünü bildirmekten, mühsar ile hastanın aynı kimseler olmadığı anlaşılmaktadır» demişlerdir ki bu, İmam Şafii'nin görüşüdür. Diğer görüş de İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife'dir,
Kimisi de «Buradaki mühsar, hangi sebeple olursa olsun -ister düşman tarafından alıkonmak, ister hastalanmak, ister günleri yanlış hesaplamak, ister başka bir sebeple olsun- haccından kalan kimselerdir» demiştir.
Ulemanın cumhuru, mühsar'ın -biri, ihramlandıktan sonra düşman tarafından hacdan alıkonan, biri de hastalandığı için haccından kalan kimseler olmak üzere- iki kısım olduğu görüşündedir.
Cumhur «Düşman tarafından alıkonan kimse, alıkonduğu yerde hac veya umresinden hemen çıkabilir» demiştir.
Süfyan Sevrî ile Hasan b. Salih ise «Kurban bayramına kadar çıkamaz» demişlerdir.
Alıkonduğu yerde çıkabilir diyenler de, "Kendisine kurban lâzım gelir mi, gelmez mi? Şayet lâzım geliyorsa nerede kesmesi gerekir ve alıkonduğu hac veya umreyi kaza etmesi gerekir mi, gerekmez mi?" diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Ona kurban lâzım gelmez. Şayet beraberinde getirmiş olduğu kurbanı varsa nerede ihramdan çıkarsa orada keser» demiştir.
İmam Şafii ile İmam Ebû Hanife ise, «Ona kurban lâzım gelir» demişlerdir. Fakat İmam Şafii «Nerede ihramdan çıkarsa orada keser», İmam Ebû Hanife ise «Harem'de kesmesi gerekir» demiştir. Eşheb de İmam Şafii'nin görüşüne katılır.
Kazaya gelince İmam Mâlik vücubunu benimsemez. Bir cemaat da «Kaza etmesi vacibtir» demiştir. İmam Ebû Hanife ise «Eğer bu adam hac niyeti ile ihrama girmişse, ona bir hac, bir umrenin, eğer hem hac, hem umre niyeti ile ihrama girmişse, ona bir hac, iki umrenin ve eğer umre niyeti ile ihrama girmiş ise, ona yalnız umrenin kazası lâzım gelir» 147 demiştir. İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed b. Hasan'a göre bu adam ihramdan çıkarken başını traş etmek zorunda değildir. İmam Ebû Yusuf ise başını traş etmesini muhtar görmüştür.
Kazanın vücubunu benimsemeyen İmam Mâlik'in mesnedi, Peygamber (s.a.s) Efendimizle ashabının ne kendileri, ne de kurbanları Kâ'be'ye yetişmeden Hudeybiye'de umre ihramından çıkıp kurbanlarını kestikleri ve başlannı traş ettikleri ve sonra da bu umreyi kaza ettiği ve ne de ashabından herhangi birine kaza etmesini emrettiği rivayet olunmamıştır.
Kazanın vücubunu benimseyenler ise, «Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in ertesi sene yaptığı umre bu umrenin kazası idi. Bunun içindir ki tarihte bu umreye Umratü'1-Kadâ adı verilmektedir. Sonra, hastalık ve benzeri sebeplerle tamamlanamayan hac ve umrelerin kazası icma' ile lâzım geldiğine
göre bunun da kazasının vacib olması gerekmektedir» demişlerdir.
Şu halde bu ihtilâfın iki sebebi varchr. Biri, Peygamber (s.a.s) Efendimizin Hudeybiye'de bozduğu umresini kaza edip etmediğinde, biri de, kaza kıyas ile sabit olur mu, olmaz mı diye ihtilâf etmeleridir. Zira ulemanın cumhuru «Kazanın vücubu edanın vücubunu bildiren emirle sabit olamaz. Kazanın vücubu için ayn bir emir lazımdır» demişlerdir.
Düşman tarafından hac veya umresinden aîıkonan kimseye kurban lâzım geldiği görüşüne gelince: Bu görüş, âyet-i kerimede geçen mühsar'ın, ya düşman tarafından alıkonan, ya da herhangi bir sebeple hac veya umresinden kalan kimse demek olduğu görüşüne dayanmaktadır. Zira âyette bu kimseye kurban lâzım geldiği nassen bildirilmiştir. Bu görüş sahipleri aynca, «Peygamber (s.a.s) Efendimizle ashabı Hudeybiye'de ihsar edildikleri zaman kurban kesmişlerdir» diye ihticac etmişlerdir. Diğer grup ise buna, «Peygamber (s.a.s) Efendimizle ashabının Hudeybiye'de kestikleri kurbanlar beraberlerinde getirdikleri kurbanlardı. Şayet ihsar edilmeseydiler yine bu kurbanları keseceklerdi» diye cevap vermişlerdir. Bunların da delili herhangi bir şey için kurban lâzım geldiğini bildiren bir delil bulunmadıkça, asıl, kurbanın vacib olmamasıdır.
Kurban lâzım geldiğini söyleyenlerin, kurbanı kesmek gerektiği hakkındaki ihtilâflarının sebebi, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in Hudey-biye senesinde kurbanını kestiği yer hakkında ihtilâf etmeleridir.
Ibn tshak «Peygamber (s.a.s) Efendimiz kurbanını Harem'de kesmiştir» diğerleri de «Harem'in dışında kesmiştir» demişlerdir.
Harem'in dışında kesmiştir diyenler,
"Küfür ve inkâra sapan ve sizi Mescid-i Haram'i ziyaretten ve kurbanlarınızı olduğu gibi bağlı bırakıp yerine ulaşmaktan alıkoyanlar onlardır" 148 âyet-i kerimesi ile ihticac etmişlerdir, İmam Ebû Hanife'nin hacdan alıkonan kimseye hem hac, hem umre kazasının lâzım geldiği görüşünün mesnedi ise, bu adamın umre menasikini ifa etmek sırasında iken ihramdan çıkıp ne umre, ne de hac yapmadığıdır. 149

B- Hastalığın Engellemesi:

Hastalık yüzünden hacdan kalan kimsenin hükmüne gelince: imam Şâfıi ile Hicaz uleması, «Bu adam Kâ'be'yi tavaf ve Safa ile Merve arasında sa'y etmeden, kısacası, umre menasikini tamamlamadan ihramdan çıkamaz.
Çünkü bu adamın hastalığı uzun sürdüğü ve bu yüzden hac yapamadığı için haccı umreye dönüşmüştür» demişlerdir.
Bu görüş tbn Ömer, Hz. Aişe ve tbn Abbas'ın da görüşüdür. Irak uleması ise, bu görüşe katılmayıp, «Düşman tarafından hacdan alıkonan kimse gibi, bu da kurbanını Harem'e gönderir ve kurbanının oraya yetişip kesildiğini hesapladıktan sonra ihramdan çıkar» demişlerdir. Bu da Ibn Mes'ud'un görüşüdür. Bunlar, hem Haccâc b. Amr el-Ensârî'nin «Rasûlullah (s.a.s)'m
«Kim ki (ayağı) kırılır veyahut sakatlanırsa iyileştikten sonra haccını kaza etmek üzere ihramdan çıkar» diye buyurduğunu işittim». 150 hadisi ile, hem de, düşman tarafından hacdan alıkonan kimsenin Kâ'be'yi tavaf etmek zorunda olmadığı hakkındaki icma1 ile ihticac etmişlerdir.
Cumhur, düşman tarafından hacdan alıkonan kimse gibi hastalık yüzünden hacdan kalan kimseye de kurban lazım geldiği görüşündedir. Ebû Sevr ise, «Âyet-i kerime, düşman tarafından hacdan alıkonan kimseler hakkındadır» diyerek «hastalık yüzünden haccından kalan kimseye kurban lâzım gelmez» demiştir. Fakat bu adama kaza lazım geldiği hususunda ulema müttefiktirler.
îmam Mâlik'e göre, günleri yanlış hesaplamak gibi bir başka mazeretle haccından kalan kimse, hastalık mazereti ile haccından kalan kimsenin hükmündedir, imam Ebû Hanife ise, «Hastalıktan başka bir mazeretle haccından kalan kimse, umre'nin menasikini tamamlar ve ona kurban lâzım gelmez, sadece haccını kaza etmesi gerekir» demiştir.
imam Mâlik'e göre, hastalık mazereti ile haccdan kalan Mekkeliler de -MekkeLi olmayanlar gibi- Umre menasikini tamamlarlar ve kendilerine hem kurban ve hem haccın kazası lâzım gelir. Zührî ise: «Mekkeliler, sedye ile de olsa, Arafat'a gidip vukuf etmeleri lâzımdır, umre menasikini tamamlamakla yetinemezler» demiştir.
imam Mâlik'in mezhebine göre, hastalık yüzünden haccından kalan kimse, eğer ertesi sene haccını kaza edinceye kadar ihramdan çıkmazsa ona kurban lâzım gelmez. Fakat eğer umre menasikini tamamlayıp ihramdan çıkarsa -kaza haccımn kurbanını kesmeden başını traş ettiği için- ona kurban lâzım gelir. Fakat «Emniyete kavuştuğunuz zaman da, hacca başlayıncaya kadar umreden faydalanabilen kimseye, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir» cümlesindeki hitap mühsarlaradır diyenler, «Bu adama iki kurban lâzım gelir» demelidirler. Biri, kaza haccımn kurbanını kesmeden başını traş ettiği için biri de umreden sonra haccın ihramına girdiği için. Hatta eğer bu adam hac aylarında ihramdan çıkarsa, biri de temettü1 haccı için olmak üzere ona üç kurban lâzım gelir demeleri gerekmektedir. Fakat îmam Mâlik, bu cümlede lâzım geldiği bildirilen kurbanın, «îhramlandıktan sonra herhangi bir sebeple hacdan veya umreden kalırsanız, Kâ'be için kurban nevinden kolayınıza gelen bir şeyi hediye ve tasadduk etmek gerekir» cümlesindeki kurbanın tekrarı olduğunu söylediği için, «Bu adama bir kurban lâzım gelir» demiştir. Halbuki bu, uzak bir tefsirdir. En zahir olan tefsir, âyeti «Eğer emniyette de olsanız, fakat umreden hacca geçerseniz yine kolayınıza gelen bir kurban size lâzım gelir» şeklinde tefsir etmektir ki, o zaman âyetin bu kısmı hakiki temettü1 haccını yapan kimsenin hükmünü bildirmiş olur. Âyet-i kerimenin sonunda gelen,
"Bu hüküm de ailesi Mescid-i Haram'ın civarında oturmayan kimseler içindir" cümlesi de bunu göstermektedir. Zira mühsar, Mescid-i Ha-ram'da otursa da oturmasa da hükmü değişmez.
Hakkında nass bulunan mühsar'ın hükmünü anlattıktan sonra sırayı ihramda av öldürenin hükmüne getirmiş bulunuyoruz. 151

2. İhram'da Av Öldürmenin Cezası:

"Ey iman etmiş olanlar, ihramda iken av öldürmeyiniz. Sizden kim bile bile onu öldürürse ona ceza olarak deve, sığır ve davar nevinden, öldürdüğünün dengi olduğuna içinizden İki âdil kimsenin hükmedeceği, Ka'be'ye ulaşacak bir kurban, yahut düşkünleri doyurmak ya da bu doyurma kadar oruç tutmak lâzım gelir ki, yaptığının ağırlığını tatmış olsun" 152 âyet-i kerimesinin muhkem, yani hükmünün mensuh olmadığında ulema müttefiktirler. Fakat bu âyetten çıkan hükümlerle, bu âyetin mefhumuna kıyas edilebilen ve edilemeyen hükümlerde ihtilâf etmişlerdir. Bu hükümler şunlardır:
1- Öldürülen avın kıymeti mi, yoksa avın dengi olduğuna hükmedilen
ehîî hayvanın kendisi mi lâzım gelir?
Cumhur, «Dengi olduğuna hükmedilen ehlî hayvanın kendisi lâzım gelir». İmam Ebû Hanife.ise, «Kişi isterse avladığı hayvanın dengi olduğuna hükmedilen ehlî hayvanı kurban eder, isterse bu ehlî hayvanın kıymeti ne ise onu verir» demiştir.
2- Ashab-ı Kiram zamanında -kim bir deve kuşunu Öldürürse ona bir deve lâzım gelir, kim bir ceylan öldürürse ona bir davar lâzım gelir, kim bir geyik öldürürse ona bir sığır lâzım gelir dedikleri gibi- bazı hayvanların birbirlerine denk olduğuna dair verilen hükümlerle yetinilebilir mi, yoksa her olayın vukuunda hükmü yenilemek mi, yani iki âdil kimse tarafından yeniden hükmetmek mi lâzımdır?
îmam Mâlik «Hükmün yenilenmesi lâzımdır» demiştir ki îmam Ebû Hanife de bunu benimser. îmam Şafii ise «Ashabın hükmü ile yetinilebilir» demiştir.
3- Bu âyette sıralanan cezalar müretteb midir, yani âyette zikredildikle-ri sıraya göre mi lâzım gelirler, yoksa muhayyer midir, yani iki adil kimse bu cezalardan hangisini isterlerse onu seçebilirler mi?
îmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife «Muhayyerdir», îmam Züfer ise «Mürettebtir» demişlerdir.
4- Bu cezalardan, yoksulları doyurma cezası tercih edildiği zaiw bu a öldürülen av hayvanının kıymetine göre *n ehlî hayvanın kıymetine göre mi lâzım gelir?
Mâlik, «Öldürülen hayvanın» îmam Sai"" ı ehlî metine göre lâzım gelir» demîrî'-»rdan oruç tutma ce?" uvuç yemek yerine mi b. iki avn^ utmak lâzım gelir?îmam. ,y yerr^k vermenin vücubunu be-nimsediği içi oan oruç tutmak lâzım gelir» demiştir ki,
îmam Şafii ile Hicaz uleması da bu görüştedirler. Irak uleması ise, bir yoksula bir gün için iki avuç yemek vermenin vücubunu benimsemiş oldukları için, «İki avçu yemek yerine bir gün oruç tutmak lâzım gelir» demişlerdir.
6- Yanlışlıkla av öldüren kimseye de ceza lâzım gelir mi?
Cumhur, «Bile bile av Öldüren kimseye nasıl ceza lâzım geliyorsa, yanlışlıkla öldüren kimseye de lâzım gelir» demiştir. Zahirîler ise, yanlışlıkla av öldüren kimseye ceza lâzım gelmediğini benimser.
7- Birden çok kişiler tarafından bir av öldürüldüğü zaman, hepsi bir kef-farette ortak mıdırlar, yoksa her birine ayrı ayrı keffaret mi lâzım gelir?
îmam Mâlik, «Birden çok kişiler bir avı öldürürlerse her birine bir keffaret lâzım gelir» demiştir ki. Süfyan Sevrî ve bir cemaat de buna katılır. İmam Şâfıi de «Hepsi bir keffarette ortaktırlar» demiştir. îmam Ebû Hanife
ise ihramda olan birden çok kişilerin av öldürmeleri ise, ihramda olmayan birden çok kişilerin harem dahilinde av Öldürmeleri abasında ayırım yaparak, «ihramda olanların her birine ayn ayn keffaretler, ihramda olmayanların ise, hepsine bir keffaret lâzım gelir» demiştir.
8- Hakemlik yapan iki kişiden biri, av öldürenin kendisi olursa caiz midir?
İmam Mâlik «Caiz değildir» İmam Şafii «Caizdir» demiştir, İmam Ebû Hanife'nin tabilerinden bir kısmı ise «Caiz değildir» bir kısmı «caizdir» demişlerdir.
9- Yoksullara yemek yedirme cezası tercih edildiği zaman, nerenin yoksullarına verilmesi gerekir?
İmam Mâlik «Eğer avın öldürüldüğü yerde yemek bulunuyorsa oranın, orada bulunmuyorsa oraya en yakın bulunan yerin yoksullarına vermek lâzımdır» demiştir. İmam Ebû Hanife «Kişi muhayyerdir, nerede isterse orada verebilir» demiştir. İmam Şafii ise «Mekke'nin yoksullarından başka kimseye veremez» demiştir.
10- Kişi ihramda olmasa bile
, Mekke Harem'inin sınırlan içinde av öldürmesi cezayı gerektirir mi?
"Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken bizim, Mekke'yi güven içinde ve kutsal bir yer kıldığımızı görmüyorlar mı?" 153 âyet-i kerimesi ile
«Allah'tı Teâlâ Mekke-i Mükerreme'yi, gökleri ve yeri yarattığı günden beri muhterem kılmıştır» 154 hadis-i şerifine dayanarak Cumhur, «Ona da ceza lâzım gelir» demiştir. Zahirîler ise, «Mekke Harem'inin sınırlan içinde avlanmak günahtır, fakat avlanan kimseye -eğer ihramda olmazsa- ceza lâzım gelmez» demişlerdir.
11- İhramda olan kimse, ihramda iken avl adığı avın etini yerse ona bir keffaret mi, yoksa iki keffaret mi lâzım gelir?
Cumhur, «Bir keffaret lâzım gelir» demiştir. Atâ'nın içinde bulunduğu bir cemaatten ise, «İki keffaret lâzım gelir» diye söyledikleri rivayet olunmuştur.
İşte âyet-i kerime ile ilgili olarak ihtilâf ettikleri mes'elelerin meşhurlan bunlardır. Şimdi de bu ihtilâfların sebeplerine birer birer işaret edelim:
Öldürülen avın kıymeti ile benzeri hayvandan hangisinin lâzım geldiği hakkındaki ihtilâfın sebebi, âyet-i kerimede geçen MTSL kelimesinin Arap dilinde kâh bir şeyin kıymette dengi, kâh şekilde benzeri mânâsında kullanılmasıdır. Fakat ikinci mânâ olduğunu söyleyenlerin delili daha kuvvetlidir. Çünkü bu kelimenin Arap dilinde bu mânâya delâleti daha zahir ve daha meşhurdur. Bununla beraber birinci mânâda olduğuna inananları da haklı gösteren birtakım karineler vardır ki o karineler şunlardır:
1- Yoksullara yemek vermek ve oruç tutmak keffare ti erinde birinci mânâdadır. Zira yemek ile onıç avın dengidirler, benzeri değillerdir.
2- Her avın benzeri yoktur. Birçok av vardır ki ehlî hayvanlar arasında benzerine rastlanamaz.
3- Benzeri bulunan avlar da, benzerleri ile aralarında hakiki benzerlik yoktur. Zira benzerliğin hakikisi cinsleri bir olan iki şey arasında olur. Bunların cinsleri ise birbirinden ayrıdır.
4- Eğer BENZER mânâsında olursa iki hakemin, "Bu bunun BENZERİDİR, şu şunun benzeridir" demelerine ne lüzum vardır? Zira ashab zamanında bu iş hallolmuş ve hangi av hangi hayvana benziyorsa ashab tarafından tesbit edilmiştir. Fakat kıymetler zamanla değiştiği için kıymet takdirinde her zaman hakemlere ihtiyaç vardır. Bunun içindir ki âyette, iki hakim tarafından hükmedilmesi emroîunmuşrur. Şu halde sanki «Kim bile bile bir avı öldürürse ona, ya ehlî hayvanlardan, öldürdüğü avın kıymette dengi olan bir hayvan ya o kıymetin dengi olan yemek, ya da yemek yerine oruç lâzım gelir» denilmiştir.
Ashab-ı kiram zamanında bazı hayvanların birbirlerine benzediğine, dair verilen hükümlerle yetinebilir mi, yetinilemez mi meselesindeki i h t i 1 â fin s e b e b i de, bu hüküm taabbüdi bir emir midir, yoksa bir hikmete dayanır mı diye ihtilâf etmeleridir.
Taabbüdîdir diyenler, «Her olayın vukuunda hükmü tazelemek gerekir» demişlerdir. Bir hikmete dayanır diyenler ise, «Ashab hangi av hakkında, 'Falanca hayvan onun benzeridir' demişlerse, o ava, o hayvandan daha çok benzeyen bir hayvan bulunamaz. Meselâ Deve kuşuna, ehlî hayvanlar arasında deveden daha çok benzeyen bir hayvan yoktur. Şu halde ashabın hükmünü yenilemekte bir mânâ yoktur» demişlerdir.
Ayette sıralanan cezalar müretteb (sıralı) mi, muhayyer (seçimli) mi diye edilen ihtilâfın sebebi de şudur: Bu cezalan -katil ve zihar keffaretleri gibi- müretteb olduğunda ittifak edilen keffaretlere kıyas edenler, «Bu cezalar mürettebtir» demişlerdir. Muhayyerdir, diyenler ise, âyetteki EV harfine bakmışlardır. Çünkü bu harf YAHUT demektir. YAHUT ise muhayyerlik ifâde etmektedir.
Bir gün onıç bir avuç yemek yerine mi, yoksa iki avuç yemek yerine mi tutmak lâzım gelir diye edilen ihtilâfın s e b e b i de -yukarıda da işaret edildiği üzere- İmam Mâlik'in, bir yoksula bir gün için bir avuç yemek vermenin, îmam Şâfîi ile Hicaz ulemasının da, iki avuç yemek vermenin vücubunu benimsemeleridir.
Yanlışlıkla av öldürene de ceza lâzım gelip gelmediği hususundaki i h t i lâfın sebebi de şudur: «Lâzım gelmez» diyenler «Hem âyette "bile bile" kaydı vardır, hem de yanlışlıkla işlenen suçlar cezayı gerektirmezler. Keffa-ret de bir nevi cezadır demişlerdir.
Lâzım gelir diyenler için ise bunu, başkasına ait mallan itlaf etmeğe kıyas etmekten başka bir delil bulamam. Zira cumhura göre, başkasına ait olan bir malı itlaf eden kimse -ister bile bile, ister yanlışlıkla itlaf etmiş olsun- o malın bedelini ödemek zorundadır. Fakat âyette, "Sizden kim bile bile onu öldürürse" diye şart koşulmuşken bu kıyas nasıl yapılabilir? Bu itiraza kimisi, âyetin sonunda "Ki yaptığının ağırlığım tatmış olsun" denildiği için bu şart getirilmiştir. Yoksa, gerçekte şart değildir şeklinde cevap vermiş ise de, bu cevab bir şey değildir. Zira suçun ağırlığını tatmak suçun ceremesini çekmektir. Bu ceremeyi çeken kimse -ister bile bile, ister yanlışlıkla işlemiş olsun- suçun ağırlığını tatmış olur. Halbuki unutarak veyahut yanlışlıkla suç işleyen kimsenin mes'ul olmadığında ihtilâf yoktur. Bu delil de, en çok, «Keffaretler kıyas ile sabit olamaz» diyenlere lâzım gelir. Zira «Yanlışlıkla av öldürene keffaret lâzım gelir» diyenlerin kıyastan başka bir mesnetleri yoktur.
Birden çok kişilerin bir avı Öldürdükleri zaman, hepsine bir keffaret mi, yoksa her birine bir keffaret mi lâzım gelir diye edilen ihtilâfın s e bebi de, keffareti gerektiren sebep mutlak tecavüz müdür, yoksa avı Öldürmek midir, diye ihtilâf etmeleridir.
Mutlak tecavüzdür diyenler, «Bu vasıf hepsinde mevcut olduğu için her birine bir keffaret lâzım gelir» demişlerdir.
Avı öldürmektir diyenler ise, «Hepsi birlikte avı öldürdükleri için hepsine birlikte bir keffaret lâzım gelir» demişlerdir.
Bu mes'ele de kısas ve sirkat mes'eleleri gibidir. Zira birkaç kişi birlikte, el kesmeyi gerektiren miktarda bir malı çaldıkları ya da bir kimseyi öldürdükleri veyahut bir kimsenin bir uzvunu kestikleri zaman, ulema, aynı görüş ayrılığından dolayı bu meselelerde de ihtilâf etmişlerdir. Allah izin verirse, bu mes'elelerin her biri yeri ve sırası geldiğinde anlatılacaktır. .
İmam Ebû Hanife'nin, ihramda olan kimselerin avlanmaları ile, ihramda olmayanların Harem'de avlanmaları arasında ayırım yapması ise, ihramda işlenen suçu _daha ağır görmesinden dolayıdır. Bu ayırımı yapmayıp her iki surette de her bir kişiye bir keffaret lâzım gelir diyenler ise, bu suçu işlemeyi önlemek gayesi ile bu ayırımı yapmamışlardır. Zira eğer kişi başkaları ile birlikte av öldürürse, ortaklarının çokluğu oranında cezasının hafifleyeceğini umarsa bu yola baş vurabilir. Kaldı ki eğer ceza suçun keffaretidir diyecek olursak, ortaklıkla işlenen suç ortaklar arasında nasıl bölünemiyorsa, keffaretidir diyecek olursak, ortaklıkla işlenen suç ortaklar arasında nasıl bö-lünemiyorsa, keffaretinin de bölünmemesi ve dolayısı ile her bir ortağa ayrı bir keffaret lâzım gelmesi akla gelir.
Hakemlerden biri, av öldürenin kendisi olursa caiz midir mes'elesinde-ki ihtilâfın sebebi de, âyetin zahiri ile şeriatın genel prensibi arasında bulunan çelişmedir. Zira âyetin zahirine bakılırsa, bu mes'elede hakemlik edecek kimselerde adalet vasfından başka bir şey aranmamıştır. Halbuki şeriatın genel prensibine göre, hiçbir kimse ne kendi lehinde, ne de aleyhinde hüküm verme yetkisine sahip değildir.
Kişi yemek keffaretini ihtiyar ettiği zaman bunu nerenin yoksullarına vermesinin gerektiği hususundaki ihtilâfın sebebi de, âyet-i kerimede buna dair bir açıklamanın bulunmayışıdır. Bunun için kimisi, bunu da zekâta kıyas ederek, «Zekât nasıl vacib olduğu yerin yoksullarına veriliyorsa, bu da avın öldürüldüğü yerde oturan yoksulların hakkıdır» demişlerdir.
Bu keffaretin vücubundan maksat Mekke yoksullarına yardım sağlamaktır diyenler de, «Mekke yoksullarına vermek lâzımdır» demişlerdir. Ayetteki ıtlaka bakanlar ise, «Kişi, bu keffareti istediği yerde verebilir» demişlerdir.
İhramda olmayan kimsenin Harem dahilinde avlanmasının keffaret gerektirip gerektirmediği hususundaki ihtilâfın sebebi, gerektirir diyen cumhurun dayandığı âyet ve hadiste buna dair bir açıklamanın bulunmayışıdır. Cumhur, Harem'de avlanan kimseyi ihramda avlanan kimseye kıyas etmiştir. Zahirîler ise ^kıyası şeriatın asıllarından saymadıkları için,- «Her ne kadar bu âyet ile hadisten Harem dahilinde avlanmanın haram olduğu anlaşı-lıyorsa da, cezayı da gerektirdiği anlaşılmamaktadır» demişlerdir. Fakat İmam Ebû Hanife de «Bu adama keffaret lâzım gelmez» demeli idi. Çünkü o da keffaretlerde kıyas yapmayı uygun görmemektedir.
İhramda iken öldürdüğü avın etini yiyen kimseye bir keffaret mi, iki keffaret mi lâzım geldiği hususundaki ihtilâfın sebebi de, "Öldürülen avın etini yemek, onu öldürmekten ayrı bir tecavüz müdür, yoksa onu öldürmenin devamı mıdır? Şayet ondan ayn bir tecavüz ise, onun kadar ağır mıdır, değil midir?" diye ihtilâf etmeleridir. Zira ihramli kimse tarafından avlanan avın etini yemek ittifakla haramdır.
İhramda av öldürmenin cezası ile ilgili olan bahis, -ceza olarak ne lâzım geldiği, kime lâzım geldiği, ne için lâzım geldiği ve nerede lâzım geldiği olmak üzere- dört kısım olup bunların çoğunu söylediğimize göre bunlardan iki şey kaldı. Biri, bazı avlarda benzerlerinin lâzım gelip gelmediğinde ihtilâflarıdır. Bu babın asıllarından biri Hz. Ömer'in bazı hayvanlar hakkında hükmetmesidir. Zira rivayet olunduğuna göre Hz. Ömer sırtlanı öldürene bir koç ile, ceylanı öldürene bir anez ile tavşanı öldürene bir oğlak ile ve yerbuü öldürene bir cüfre ile hükmetmiştir. Yerbu (Arap tavşanı) koyun gibi geviş getiren ve işkembesi bulunan dört ayaklı ve kuyruklu küçük bir hayvandır. Anez de- ulemaya göre- yaşıtları doğuran keçi demektir. Cüfre ile anak da keçi cinsinden olup cüfre artık otlanmakla yetinen ve süte muhtaç olmayan, anak da -kimine göre- cüfreden büyük -kimine göre- cüfreden küçük olan oğlak demektir.
imam Mâlik, Hz. Ömer'den gelen bu rivayete uymayarak, «Tavşan ile Yarbu, kurbana yaramayan yaştaki hayvan ile kıymetlendirilemezler» demiştir. Bu yaş, koyunda en az bir, deve ve sığırda da en az ikîdir. îmam Mâlik'in delili, âyet-i kerimede geçen
"Kâ'be'ye ulaşacak bir kurban" 155 kavl-i celilidir. Zira ulema arasında, eğer bir kimse: Ben bir kurban keseceğim derse, koyundan bir yaşından ve diğer hayvanlardan iki yaşından küçüğünü kesmesinin caiz olmadığında ihtilâf yoktur. îmam Mâlik'e göre av hayvanının büyüğünde ne lâzım geliyorsa küçüğünde de aynısı lâzım gelir.
îmam Şâfıi ise, «Av hayvanı yavrularının fidyesi ehlî hayvanların yavrularıdır, büyüklerinin fidyesi de büyük hayvanlardır» demiştir. Bu söz; Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve îbn Mes'ud'tan da rivayet olunmuştur. îmam Şâfıi, «Gerçek misliyet ancak budur» demiştir. Şu halde ona göre büyük deve kuşunun fidyesi büyük devedir, küçük deve kuşunun fidyesi de anasından ayrılmış deve yavrusudur. îmam Ebû Hanife ise, burada.da kendi kaidesine uyarak: «Hepsinde kıymet lâzım gelir» demiştir.
Ulema Mekke'nin güvercinleri hakkında da ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik, «Mekke'nin bir güvercinini öldürene bir koyun veya keçi lâzım gelir, Harem dışında güvercinleri öldüren kimseye ise öldürdüğü güvercinler kıymetlendirilir» demiştir. İbn Kasım, Mekke dışındaki Harem güvercinleri hakkında bir kere, «Mekke güvercinleri gibi bir koyun veya keçi lâzım gelir», bir kere de «Harem harici güvercinleri gibi fıat takdir, edilir» demiştir.
îmam Dâvûd ise «Güvercinden başka, benzeri bulunmayan hiçbir hayvanın fidyesi yoktur. Yalnız güvercinin fidyesi koyun veya keçidir» demiştir. İmam Dâvûd herhalde, Hz. Ömer bunu söylerken ashabtan hiçbirinin ona itiraz etmediğini icma1 sanmış olacak ki böyle söylemiştir. Zira Hz. Ömer'in de böyle söylediği ve ashabtan birinin ona itiraz etmediği rivayet olunmaktadır. Atâ'dan da «Bütün kuşlarda bir koyun veya keçi lâzım gelir» dediği rivayet olunmuştur.
Ulema bu babtan olmak üzere, deve kuşunun yumurtası hakkında da ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik, «Deve kuşunun bir yumurtası için bir deve de-
gerinin seksende biri lâzım geldiği görüşündeyim» demiştir. îmam Ebû Hanife ise, burda da kendi kaidesine uyarak «Bir deve kuşu yumurtasının değeri ne.ise o lâzım gelir» demiştir. îmam Şâfıi de bu mes'elede îmam Ebû Hani-fe'ye uymuştur. Ebû Sevr de buna katılır.
Fakat îmam Ebû Hanife «Eğer kınlan deve kuşunun yumurtasında civciv bulunursa deve kuşunun fidyesi lâzım gelir» demiştir. Ebû Sevr ise, deve kuşu fidyesinin lâzım gelmesi için civcivin canlı olarak yumurtadan çıkmasını şart koşmuştur. Hz. Ali'den; deve kuşu yumurtasının fidyesi hakında: «Aygın develerin içine salarsın ve develerin gebe kaldığım anlayınca birine: 'Bu, benim deve kuşu yuvasından aldığım yumurtanın fidyesidir' dersin. Sen böyle yaptıktan sonra şayet HAML zayi olursa tazmin etmezsin» diye hükmettiği rivayet olunmuştur. Atâ, «Develeri olan kimse için Hz. Ali'nin hükmettiği gibidir. Fakat develeri olmayan kimse için, bir deve kuşu yumurtasının fidyesi iki dirhem gümüştür» demiştir. Ebû Ömer, 'İbn Abbas vasıtası ile Ka'b b. Ücre'den zayıf bir senetle Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Deve kuşunun yumurtasını ihramda olan bir kimse aldığı zaman fiatı lâzım gelir» 156 diye buyurduğu rivayet olunmaktadır. İbn Mes'ud'dan da, kıymetinin lâzım geldiği rivayet olunmuştur. Fakat bunun da senedi zayıftır» demiştir.
Ulemanın çoğu çekirgenin kara avı sayıldığında müttefiktirler. Fakat öldürülmesi halinde lâzım gelen fidye hakkında ihtilâf etmişlerdir. Hz. Ömer, «Bir kabze (bir el dolusu) yemek lâzım gelir»» demiştir. İmam Mâlik'de buna katılır, imam Ebû Hanife de,
«Bir hurma bir çekirgeden iyidir» demiştir,
îmam Şâfıi ise, «Çekirgenin kıymeti lâzım gelir» demiştir. Ebû Sevr de buna katılır. Ancak Ebû Sevr, «Çekirgenin kıymeti bir avuç yemek veyahut bir hurma gibi küçük sadakalardır» demiştir. îbn Abbas'tan da, İmam Ebû Ha-nife'nin dediği gibi- bir çekirgenin fidyesi, bir hurmadır diye söylediği rivayet olunmuştur.
Rabia'da «Bir çekirge için bir sa' yemek lâzım gelir» demiştir. Fakat bu şâzz bir görüştür. îbn Ömer'den de, «Bir kuzu veya oğlak lâzım gelir» dediği rivayet olunmuştur ki bu da şâzz'dır.
'Ulemanın, hangi hayvan av sayılır, hangisi sayılmaz ve hangisi kara avıdır, hangisi deniz avıdır?' meselesindeki ihtilâflarına gelince: Bütün ulema ihramda olan kimse için, -haklarında na'ss bulunan FEVASİK-I HAMS (karga, çaylak, akrep, fare ve yırtıcı köpek) denilen beş hayvan dışında- her çeşit kara avının haram olduğunda müttefiktirler. Fakat bazı hayvanlar hakkında, 'Kara avı mıdır, yoksa deniz avı mıdır?' diye ihtilâf etmişlerdir. B u i h tilâfın sebebi,
"Her türlü deniz avı ve yiyeceği sizin ve yolcu kafilelerinin faydalanması için helâl kılındı ve kara avı -siz ihramda bulundukça- size haram kılındı" 157 âyet-i kelimesidir. Biz de bunlardan ittifak ve ihtilâf ettikleri meşhur mes'eleleri anlatacağız:
Gerek tbn Ömer'in ve gerek başka ashabın hadisleri ile, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Yeryüzünde gezen hayvanlardan -karga, çaylak, akrep, fare ve yırtıcı köpek olmak üzere- beş çeşit hayvan vardır ki, ihramhya onları öldürmekte bir günah yoktur» 158 buyurduğu sabit olduğundan, ulema bu beş çeşit hayvanı öldürene bir şey lâzım gelmediğinde müttefiktirler. Ulemanın cumhuru bu hadisin belirttiği hayvanlarda her ne kadar birtakım vasıflan şart koşmuş-larsa da -av sayıltnadıklan için- bunları öldürmekte bir sakınca görmemişlerdir. Ancak hadiste zikredilen bu beş hayvandan murat, sadece bu beş hayvan mıdır, yoksa bunlar gibi zararlı olan her hayvan mıdır diye ihtilâf etmişlerdir.
imam Mâlik «Hadisteki 'Yırtıcı köpek' deyimi yırtıcı olan her hayvana işarettir. Şu halde yalnız köpek değil, her yırtıcı hayvanı öldürmek ihramîıya caizdir. Ancak eğer yırtıcılık yapmıyor veyahut -daha yavru olduğu için- yapamıyorsa onu öldürmek caiz değildir» demiştir. Ulema, zehirli olan bütün yılan çeşitlerini de öldürmenin caiz olduğunda müttefiktirler. Zira bu da, *ibû Said el-Hudrî'nin «Peygamber (s.as)'in
«Efa ve Esved denilen dişi ve siy ah yılan çeldiöldürülür» 159 hadisi ile rivayet olunmuştur. İmam Mâlik «Kertenke-e'nin öldürülmesini uygun buluyorum» demiştir. Halbuki kertenkelenin öldürülmesi hakkındaki hadisler mütevatirdir160. Fakat bu hadisler, Harem dahilinde öldürülmesi hakkında olmayıp mutlaktır. Bunun içindir ki îmam Mâlik, haremde kertenkeleyi öldürmekte duraksamıştır. îmam Ebû Hanife de «Yırtıcı hayvanlardan, ehlî köpek 161 ile kurttan başkası öldürülemez» de-
Kimisi de şâzz bir görüşte bulunup, «Kargalardan, beneklisinden başkası öldürülemez» demiştir. İmam Şafii de «Eti yenmeyen her hayvan, hadisteki beş hayvanın hükmündedir. Zira ihramîıya ancak, ihramda olmayanlara helâl olan hayvanlar haram kılınmış ve Peygamber (s.a.s) Efendimiz avlanmayı yasakladığı için eti yenen hayvanları öldürmenin caiz olmadığında icma' edilmiştir» demiştir.
İmam Ebû Hanife ise, köpek isminden yalnız köpeği anlamış ve fakat «Kurt gibi köpek vasfını taşıyan her yabani hayvan köpek hükmündedir» demiştir. Ulema eşek ansında da ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «O da akrep hükmündedir» demiş, kimisi onu akrep kadar zararlı görmediği için ona akrep hükmünü vermemiştir. Kısacası, hadiste geçen beş hayvan, aynı zararı taşıyan diğer hayvanlara da şamildirler. Bunun için bu hadisi, kendisinden umum murad olan hâss'lar kabilinden görenler, bu hayvanların her birine benzeyen diğer hayvanları da bu hayvanların hükmünde görmüş, hadisten umum murad olmadığını söyleyenler ise, hükmü yalnız bu beş hayvana vermişlerdir. Bir kitle de, şâzz bir görüşte bulunup, «Karganın beneklisinden başkası öldürülemez. Zira Hz. Âişe (r.a.)'den, «Bu beş hayvandan biri benekli kargadır» diye rivayet olunmuştur demek suretiyle karga kelimesinin umumunu tahsis etmiştir. Nehâî de şâzz bir görüşte bulunup «İhramda fareden başkası öldürülemez» demiştir.
Ulemanın hangi hayvanın kara, hangisinin deniz avı olduğundaki ihtilâflarına gelince: Bütün ulema, balığın deniz avı olduğunda müttefiktirler. Fakat denizin diğer hayvanlardan bazıları kesilmeğe muhtaç olmadığı için bunlar deniz avı mıdır, kara avı mıdır? diye ihtilâf etmişlerdir. Bununla beraber denizin bütün hayvanlarına helâl diyenler her çeşit deniz avının helâl olduğu hususunda ihtilâf etmemişlerdir. Ancak hem suda, hem karada yaşayan hayvanlar hakında: Kara avımı, yoksa deniz avı mı? diye ihtilâf etmişlerdir. Ulemadan çoğunun sözünden, hayvan kara ve denizden en çok hangisinde kalıyorsa -İd hangisinde doğuyorsa en çok orada kalır- onun hayvanlarından sayıldığı anlaşılmaktadır. Cumhur, deniz kuşlarını kara avı hükmünde görmektedir. Yalnız Atâ'dan deniz kuşları hakkında «En çok nerede kalıyorsa oranın hükmüne tabidir» diye söylediği rivayet olunmuştur.
Ulema, Haremin bitkileri hakkında da 'Cezayı gerektirir mi, gerektirmez mi?' diye ihtilâf etmişlerdir. Harem'in bitkilerini kesmek yasaklandığı için İmam Mâlik, «Kesmek günahtır, fakat cezayı gerektirmez» demiştir.
İmam Şâfıi ise «Büyük bir ağacı kesene bir sığır, ondan aşağısını kesene de bir koyun veya keçi lâzım gelir» demiştir.
İmam Ebû Hanife de «İnsan eli ile yetiştirilen bitkilerde bir şey lâzım gelmez, tabii bitkilerde ise kıymet lâzım gelir» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, bitkiyi hayvanlara kıyas etmekte ihtilâf etmeleridir. Çünkü Peygamber (s.a.s) Efendimizin,
«Harem'in avına dokunulamaz ve ağaçları kesilemez» 162 hadisinde ikisi de yasaklanmıştır. Bu mevzuun meşhur olan mes'eleleri işte bunlardır. 163

3. İhram'da İken Kir ve Bitleri Gidermenin Fidyesi ve Zamanı Gelmeden Başını Traş Etme:

Kur'an-ı Kerim ve hadiste, ihramda iken kir ve bitleri gidermenin fidyeyi gerektirdiği bildirildiği için bu fidyenin vücubunda ihtilâf edilmemiştir. Kur'an delili,
"İçinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan varsa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir" 164 âyet-i kelimesidir. Hadis ise Ka'b b. Ücre'nin Peygamber (s.a.s) Efendimizle birlikte ihramda bulunurken başının bitlenmesinden rahatsız olduğu için Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in kendisine başını traş etmesini ve fidye olarak ya üç gün oruç tutmasını ya -her birine iki avuç yemek vermek üzere-altı yoksula sadaka vermesini ya da bir koyun veya keçiyi kurban etmesini emrettiğine dair sabit olan hadisidir 165. Bu âyet-i kerime ile ilgili olan bahsimiz, fidyenin kime vacib olduğu, kime olmadığı, vacib olduğu zaman da ne vacib olduğu, hangi şeylerden ve kimlere verilmesi vacib olduğu, ne zaman ve nerede vacib olduğu mevzuları ile ilgilidir. 166


A- Fidye Mükellefi:

Fidyenin kimlere vacib olduğu mevzuunda ulema,-hakkında nass bulunduğu için- zaruret karşısında başını traş eden kimseye fidye lâzım geldiğinde müttefiktirler.
Fakat zaruret bulunmadan başını traş eden kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Mansus olan fidye buna da lâzım gelir» demiştir.imam Şâfıi ile İmam Ebû Hanife ise «Zorunluluk duymadan başım traş edene yalnız kurban lâzım gelir» demişlerdir.
Ulema ayrıca, fidye lâzım gelmesi için bile bile yapmak şart mıdır, yoksa bile bile yapanla unutarak yapanın hükmü bir midir diye ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «İkisinin hükmü birdir» demiştir. îmam Ebû Hanife, Süf-yan Sevrî, Leys b. Sa'd ve iki kavlinden birinde îmam Şafii de buna katılır Zahirîler ise, «Unutarak yapana bir şey lâzım gelmez» demişlerdir.
Zarureti şart görenlerin delili nass'dır. Şart görmeyenler ise, «Başını traş etmek zorunda kalana fidye lâzım geliyorsa, bunu keyfî olarak yapana evleviyetle lâzım gelmesi gerekir» demişlerdir. Bile bile yapanla unutarak yapan arasında hüküm ayırımı yapanlar da, «Birçok yerlerde şeriatın bunları bir tutmadığına ve
"Yanlışlıkla yaptığınız işlerde sizin için günah yoktur. Ancak bile bile yaptığınız İşlerde size günah vardır" 167 âyet-i kerimesi ile,
«Ümmetim üzerinden yanlışlıkla ve unutarak suç islemenin sorumluluğu kalkmıştır» hadis-i şerifinin umumlarına dayanmışlardır. Bile bile yapanla unutarak unutarak yapan arasında hüküm ayırımı yapmayanlar ise, bunu da şeriatın bu iki kimse arasında ayırım yapmadığı bazı ibadetlere kıyas etmişlerdir.

B- Fidye'nin Niteliği:

Başını traş eden kimseye lâzım gelen fidyenin cinsine gelince: Ulema «Bu fidye, -oruç, sadaka ve kurban olmak üzere- üç şey olup kişi bunlardan hangisini isterse yapabilir» demişlerdir. Zira Cenâb-ı Hak yukarıda geçen âyeti kerimede, «Ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir» buyurmuştur.
Cumhur «Sadaka en az altı yoksula verilir, kurban da en az bir koyun veya keçidir» demiştir. Hasan Basrî ise, îkrime ve Nâfı'den «Sadaka en az on yoksula verilir. Oruç da on gün tutulur» diye söylediklerini rivayet etmiştir.
Cumhurun delili, yukarıda geçen Ka'b b. Ücre'nin hadisidir.
Orucun on gün olduğunu söyleyenler ise, bu orucu temettü' haccı orucuna kıyas etmişlerdir. Bunlar ayrıca -Cenâb-ı Hak avlanmanın fidyesi hakkında,
"Ya da bu yemek kadar oruç tutmaktır" 168
buyurduğu için- sadaka ile oruç miktarlarının bir olması gerektiğine inanmışlardır.
Her bir yoksula ne kadar verilmesi gerektiğine gelince: Keffaretler hakkında varid olan hadisler çeşitli olduğu için, ulema bunda ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik, İmam Şafii, İmam Ebû Hanife ve bunların tabileri: «Her birine Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in avucu ile iki avuç verilir» demişlerdir.
Süfyan Sevrî'den ise:«Buğdaydan yarımşar sa1, hurma, kuru üzüm ve arpadan ise birer sa' verilir» dediği rivayet olunmuştur. İmam Ebû Hani-fe'den de bunu söylediği rivayet olunmuştur. Bu, İmam Ebû Hanife'ye göre keffaretlerde asıldır. 169

C- Fidye Ödemeyi Gerektiren Haller:

Fidyenin neden dolayı vacib olduğu konusuna gelince: Ulema, hastalıktan veya bitlenmekten dolayı başını traş etmek zorunda kalan kimseye lâzım geldiğinde müttefiktirler.
İbn Abbas, «Hastalık, başta çıbanların çıkmasıdır»; Atâ da, «Baş ağnsı-dır» demiştir.
Cumhur, «Dikili elbise giymek, traş olmak ve tırnak kesmek gibi ihram-lıya caiz olmayan şeylerden hangisi yapılırsa fidye lâzım gelir» demiştir. Bu fidye de -ihtilâfa göre- ya kurban, ya da sadakadır ve bunu ister keyfî olarak yapsın, ister yapmak zorunda kalsın her iki halde de lâzım gelir demişlerdir. Güzel koku kullanmak da böyledir.
Kimisi «Tırnak kesmekten bir şey lâzım gelmez» kimisi «kurban lâzım gelir» demiştir. Tırnakların bir kısmını kesmekte de ihtilâf etmişlerdir.
İmam Şafii ile Ebû Sevr «Bir tırnağın kesilmesinde bir sadaka, üd tırnağın kesilmesinde iki sadaka, üç tırnağın kesilmesinde ise kurban lâzım gelir» demişlerdir.
İmam Ebû Hanife ise, bu hususta muhtelif kavillerde bulunmuş, birinde «Tırnakların hepsi kesilmedikçe bir şey lâzım gelmez» demiştir.
Ebû Muhammed b. Hazm ise, «İhramîı, bıyık ve tırnaklarını kesebilir ve bunları kesmekten dolayı ona bir şey lâzım gelmez» demiştir. Bu şâzz bir görüştür. Ona göre yalnız baş traşı fidye gerektirir. Zira onun hakkında nass vardır.
Ulema baş traşının fidyeyi gerektirdiğinde müttefiktirler. Fakat vücudun diğer tüylerini traş etmekte ihtilâf etmişlerdir. Cumhur, «Ondan da fidye lâzım gelir» İmam Dâvûd ise «Lâzım gelmez» demiştir. Başından veyahut vücudunun bir başka yerinden bir veya iki kıl çeken kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir.
imam Mâlik, «Eğer kılları çekerken bit vesaire Öldürmemişse bir iki tane kıl çekmekten dolayı bir şey lâzım gelmez» demiştir.
Hasan Basrî «Bir kıl için bir avuç, iki kıl için iki avuç yemek ve üç kıl için kurban lâzım gelir» demiştir. İmam Şafii ile Ebû Sevr de buna katılır.
İmam Mâlik'in tabilerinden Abdülmelik ise, «Çekilen kıllar az olursa sadaka, çok olursa kurban lâzım gelir» demiştir.
Bu ihtilâfın s e b e b i, ihramlı için kılları gidermenin niçin caiz olmadığında ihtilâf etmeleridir. Bunun taabbüdî bir emir olduğunu söyleyenler, «Giderilen kıllar az da olsa fidye lâzım gelir» demişlerdir.
îhramh için -ihramda bulunduğu müddetçe- temizlenmek caiz değildir diyenler ise, «Bir iki kılı çekmekle herhangi bir temizleme hasıl olmadığı için fidye lâzım gelmez» demişlerdir.
Fidyenin nerede verilmesi gerektiğine gelince:
İmam Mâlik, «Kişi bunda serbesttir, isterse Mekke'de, isterse başka yerde, isterse memleketine döndükten sonra verebilir» demiştir.
İmam Mâlik'e göre fidye ister kurban, ister sadaka, ister oruç olsun durum aynıdır. Mücâhid de buna katılır. Fakat İmara Mâlik'e göre bu kurban nüsük1 (haccın bir işlemidir) tür, hediy (Mekke'de hediye olarak kesilmiş) değildir. Çünkü eğer hediy olursa onu ya Mekke'de, ya da Mina'da kesmek lâzım gelir.
İmam Ebû Hanife ile İmam Şafii ise, «Kurban ile sadaka, Mekke'den başka bir yerde verilemezler. Fakat oruç her yerde tutulabilir» demişlerdir.
İbn Abbas da «Kurban Mekke'de kesilir, fakat sadaka ile oruç başka yerlerde de olurlar» demiştir. Bu söz İmam Ebû Hanife'den de rivayet olunmuştur. Fakat İmam Şafii'den, yukardaki sözünden, yani kurbanla sadakanın Harem yoksullarına verilmesi gerektiğinden başka bir görüş rivayet olunmamıştır.
Bu ihtilâfın sebebi, âyet-i kerimede geçen nüsük'ü hedy'e kıyas etmekte ihtilâf etmeleridir.
Nüsük'ü hedye kıyas edenler, «Hedy nasıl Harem'de kesilmesi ve Ha-rem'in yoksullarına dağıtılması gerekiyorsa, nüsük de böyledir. Çünkü ikisinden de maksat, Allah'ın evine komşu olanların menfaat görmesidir» demişlerdir.
Diğerleri ise, «Cenâb-ı Hak hedy'e hedy, nüsük'e de nüsük demiştir. Bu ise ikisinin hükümde bir olmadığını göstermektedir» demişlerdir. 170

D- Fidye'nin Ödenme Zamanı:

Fidyenin ne zaman verilmesi gerektiğine gelince
Cumhur her ne kadar, «Fidye, fidyeyi gerektiren sebep husule gelmeden, meselâ kişi başını traş etmeden önce verilemez» demiş ise de, yemin keffaretine kıyasen bunda da ihtilâf edilmiş olması gerekmektedir. 171

E- Başı Traş Etmek:

Ulema, haccın menasiki bittikten sonra yapılan baş traşı haccın menasi-kinden midir, yoksa onunla ihramdan mı çıkılır diye ihtilâf etmişlerdir.
Cumhur, «Haccın menasikindendir ve traş olmak, saçı kestirmekten ef-daldir» demiştir. Zira îbn Ömer'in hadisi ile sabittir ki «Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Ya Rabbi, başlarını traş edenlere rahmet eyle» diye dua etmiş, ashab-ı kiram da: 'Ya Rasûlallah, Cenâb-ı Hak saçlarını kestirenlere de rahmet eylesin', demişler. Efendimiz (s.a.s) yine 'Ya Rabbi, başlarını traş edenlere rahmet eyle', demiş, ashab-ı kiram tekrar 'Ya Rasâ-lallah, Allah saçlarını kestirenlere de rahmet etsin', demişler. Efendimiz (s.a.s) bu defa172
«Saçlarım kestirenlere de rahmet eyle, diye dua etmiştir»
Ulema «Kadınlar için baş traşı yoktur, onlar saçlarını kestirirler» demişlerdir.
îmam Mâlik, «Traş olmak, haccın da, umrenin de menasikindendir ve saç kestirmekten efdaldir ve her ihrama giren kimse için -hatta yetiştirememek, yahut düşman tarafından alıkonmak ya da hastalık gibi bir mazeret yüzünden hacdan kalmak gibi herhangi bir sebeple haccını tamamlayamazsa bile- vacibtir» demiştir ki, bütün fukaha da buna katılır. Ancak imam Ebû Hanife, «Düşman tarafından alıkonan kimse için ne baş traşı, ne de saç kes^ tirmek vacib değildir» demiştir.
Kısacası; baş traşını, ya da saç kestirmeyi vacib görenler, terki halinde kurban lâzım geldiğini benimsemiş, vacib görmeyenler; «Terk edilirse bir şey lâzım gelmez» demişlerdir. 173

4. Temettü'Haccı'nın Kefareti:

Daha önce mealini verdiğimiz
Ayet-i kerimede 174 tanzim edilen temettü1 haccı keffaretinin vücubunda ulema ittifak etmişlerdir. Ancak, temettü' haccımn ne olduğu hakkında ihtilâf etmişlerdir, ki bu ihtilâfı yukarıda anlattık. Temettü' haccı keffaretinin bahsi de -baş traşı keffaretinin bahsi gibi- bu keffaretin kime vacib olduğu, bu keffarette ne vacib olduğu ve ne zaman vacib olduğu ve kimlere nerede verilmesi gerektiği mevzularıyla ilgilidir.
Ulema bu keffarette vacib olan şeyin cinsinde ihtilâf etmişlerdir. Cumhur,
175 âyet-i kerimesinde geçen hedy'den maksat bir küçük baş hayvandır» demiştir.
îmam Mâlik buna «Çünkü avlanma cezasına dair, 176 kavl-i celilinde bir küçük baş hayvana hedy denilmiştir. Zira icma' ile malumdurki avlanma cezasında bazan bir küçük baş hayvan vacib olur» diye ihticac etmiştir.
îbn Ömer ise «Hedy ismi deve ve sığırdan başka hayvanlarda kullanılmaz ve kavl-i celilinden murad da, "Ne ki bulabilirseniz" demektir» demiştir.
Ulema bu keffaretin müretteb (sıralı) olduğunda müttefik olup, «Kişi hedy'i bulabildiği müddetçe oruç keffaretine geçemez» demişlerdir.
Ancak bu keffaretin hedy'den oruca geçiş süresinde ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Kişinin oruca başlaması ile hedy'in vücub süresi bitmiş olur, bundan sonra hedy'i bulsa bile onu vermek zorunda değildir» demiştir, îmam Ebû Hanife ise «Orucun ilk Uç günü daha bitmemişken eğer hedy'i bulursa, ona yine hedy vacibtir. Fakat orucun son yedi günü esnasında hedy'i bulmanın bir tesiri yoktur» demiştir. Bu mes'ele de, teyemmümle namaz kı-
larken namaz içinde suyu bulan kimse mes'elesine benzer.
Bu ihtilâfın sebebi, herhangi bir ibadetin başlangıcında şart olan bir şeyin o ibadetin devamında da şart olup olmadığında ihtilâf etmeleridir. İmam Ebû Hanife'nin, orucun ilk üç günü ile son yedi günü arasında ayınm yapmasının sebebi de, ona göre orucun ilk üç.gününün hedy'e bedel iken son yedi gününün hedy'e bedel olmayışıdır.
Ulema «Kişi orucun ilk üç gününü Zülhicce de tutarsa zamanında tutmuş olur» demişlerdir. Zira Cenâb-ı Hak,
"Bunun keffareti hac günlerinde üç gün oruç tutmaktır" 177 buyurmuştur ve Zülhicce ayının ilk on gününün hac günleri olduğunda da ihtilâf yoktur.
Fakat umre ihramından çıkıp da daha hac ihramına girmemişken bu orucu tutan veyahut geciktirip Mina günlerinde tutan kimsenin orucunda ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik, «Hac ihramına girmeden oruç>tutmak caiz değildir. Fakat Mina günlerinde tutmak caizdir» demiştir.
İmam Ebû Hanife ise, «Hac ihramına girmeden tutmak caizdir. Fakat Mina günlerinde caiz değildir. Hatta eğer bayramdan önce bu orucu tutmazsa zimmetine hedy geçmiş olur» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, 'Mezkûr günler hac günleri midir, değil midir? Keffaret daha vacib olmamışken keffareti ödemek caiz midir, değil midir?* diye ihtilâf etmeleridir.
İmam Mâlik «Keffaret vacib olmazdan önce ödenen keffaret kâfi gelmez», İmam Ebû Hanife «Kâfi gelir» demiştir.
Ulema, bu orucun son yedi gününü yolda tutmanın caiz olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. İmam Şâfıi «Caiz değildir» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi de
"Yedi gün de, döndüğünüz zaman tutmaktır" âyet-i kerimesinin taşıdığı mânâ ihtimalleridir. Zira hac yolculuğunu bitirip memleketine varan kimseye nasıl, hacdan dönmüş deniliyorsa, daha yolda olan kimseye de hacdan dönmüştür denilir. Sem'i delil ile sabit olan ve üzerinde ittifak edilen keffaret işte budur.
Hacca başladıktan sonra, ya haccın rükünlerinden birini kaçırmak ya hac.günlerini yanlış saymak, ya bilmediği veya unuttuğu için bir eksiklik bırakmak, ya da haccı bozan bir şeyi yapmak sureti ile haccını tamamlayamayan kimseye -eğer başladığı hac farz ise- kaza lâzım geldiğinde ihtilâf yoktur. Ancak bu adama hedy de lâzım gelip gelmediğinde ve tatavvu' haccı da eğer tamamlanamazsa onun da kazası lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmislerdir.
Cumhur; hem hedy, hem kaza lâzım geldiği görüşündedir. Zira hac'da husule gelen eksiklik hedy'in lâzım geldiğini iş'ar etmektedir.
Bir kitle de şâzz bir görüşte bulunup, «Hedy mutlaka lâzım gelmez. Kaza da ancak tamamlanamayan haccın farz olması halinde lâzım gelir» demiştir.
Cumhur
AHah için hac ve umreyi tamamlayınız" 178 âyet-i kerimesine dayanarak, «Hac ibâdeti diğer ibâdetler gibi olmayıp fesada da gitse, onu yanda bırakmak caiz değildir» demiştir.
Bir cemaat de, haccı da diğer ibadetlere kıyas ederek fesada giden haccı âyetin hükmünden istisna etmiş ve «Fasid olan haccı tamamlamak gerekmez» demiştir. 179

5. Hacc'ın Cinsî Birleşmeyle Bozulması:

Ulema, her ne kadar haccın menasikinden hangisinin rükün olduğu ve hangisinin rükün olmadığı hakkında ihtilâf etmişlerse de, Hacc'ın rükünlerinden birini eksik bırakmakla ve Arafat vukufundan önce de cima' etmekle umrenin fesada gittiğinde müttefiktirler. Zira Cenâb-ı Hak,
"Hacca girişen kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, sö-ğüşmek, döğüşmek yoktur" 180 buyurmuştur.
Fakat Arafat vakfesinden sora ve Cemratü'l-Akabe'yi taşlamaktan Önce ve Cemratü'l-Akabe'yi taşladıktan sonra ve rükün olan Tavâfü'l-lfâda'yı yapmadan önce cima' etmekle hac fesada gider mi, gitmez mi diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Cemratü'l-Akabe'yi taşlamadan cima1 eden kimsenin haccı bozulur ve kendisine hem fidye, hem kaza lâzım gelir» demiştir.
İmam Ebû Hanife, imam Şafii ve Ebû Sevr ise, «Haccı tamamdır. Ancak bir deve kurban etmesi gerekir» demişlerdir. Bu söz, İmam Mâlik'ten de rivayet olunmuştur.
İmam Mâlik «Cemratü'l-Akabe'yi taşladıktan sonra -Tavâfü'l-lfâda daha yapılmamış bile olsa- cima1 etmekle hac fesada gitmez» demiştir. Cumhur da buna katılır.
Bir cemaat de, «Tavafü'l-îfada'dan önce cima1 etmek haccı fesada götürür» demiştir ki bu da îbn Ömer'in görüşüdür.
Bu ihtilâfın sebebi şudur: Selâm vermekle nasıl namazdan çıkılıyorsa, haccın da, namazın selâmına benzeyen Tavâfü'l-îfâda'sını yapmakla hac'dan çıkılır ve buna 'büyük tahallüT denilir.
Bundan başka bir de Cemratü'l-Akabe'yi taşlamakla da hacdan çıkılır. Buna da 'küçük tahallüT denilir. Ulema da, hacda olan kimseye cima'ın helâl olması için bu her iki tahallülü de yapmak şart mıdır, yoksa birisi kâfi geliyor mu diye ihtilâf etmişlerdir.
Ulema, «Küçük tahallül ile; -kadın, güzel koku ve avlanmaktan başka-her şey helâl olur» demişlerdir. Fakat bu üç şeyde ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik, kendisinden gelen meşhur rivayete göre, «Kadın ve güzel kokudan başka her şey helâl olur» bir diğer rivayete göre de, «Kadın, güzel koku ve avlanmaktan başka herşey helâl olur» demiştir. Çünkü
"İhramdan çıktığınız zaman avlanınız" 181âyet-i kerimesinin zahirinden, ihramdan çıkmanın büyük tahallül olduğu anlaşılmaktadır.
Ulema «Umre ihramında olan kimse baş traşı veya saç kestirmesini yapmasa da Kâ'be'yi tavaf etmek ve Safa ile Merve arasında sa'y yapmakla umreden çıkar» demişlerdir. Zira bunu bildiren hadisler sabittir. Ancak tbn Abbas'tan, «Yalnız tavaf ile de umreden çıkılır» diye şazz bir görüş rivayet olunmuştur, imam Ebû Hanife ise, «Umrede olan kimse, başını da traş etmeden umreden çıkamaz. Şayet başını traş etmeden cima* ederse umresi bozulur» demiştir. 182

A- Niteliği:

Ulema, hem haccı bozan cima'nın keyfiyetinde, hem de -öpmek gibi- cima'ın mukaddimeleri ile haccın bozulup bozulmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Cumhur, «Hac ancak, iki tenasül uzvunun birbirine rast gelmesi ile bozulur» demiştir. Fakat kimisi guslün vacib olmasında iki tenasül uzvunun birbirine rast gelmesinden başka, meninin çıkmasını da şart koştuğu için burada da bu şarn koşması muhtemeldir. Ulema, meniyi insan fercinin dışına akıtmakla da hac bozulur mu, bozulmaz mı diye ihtilâf etmişlerdir.
imam Ebû Hanife, «Meniyi önce akıtmaktan başka bir şey haccı bozmaz» demiştir, imam Şafii de «Zina haddi ne ile lâzım geliyorsa, hac da onunla bozulur» demiştir. İmam Şafii fercin (normal birleşme yeri) dışında cima' yapan kimsenin hedy vermesini müstehab görmüştür. Ulema, hac esnasmda bir kereden fazla cima' yapan kimseye lâzım gelen hedy'in sayısında ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Bu adama yalnız bir hedy lâzım gelir», İmam Ebû Hanife «Eğer tekerrür eden cima'larm hepsi bir mecliste olmuş ise bir hedy, değişik meclislerde olmuş ise her bir cima1 için bir hedy lâzım gelir» demiştir. İmam Muhammed b. Hasan ise «Tekerrür eden cima'lar ister bir mecliste, ister değişik meclislerde olsun, eğer birinci cima1 için hedy vermemiş ise hepsi için bir hedy lâzım gelir» demiştir. îmam Şafii'den ise, bu her üç görüş de rivayet olunmuştur. Fakat en meşhurları îmam Mâlik'in görüşüdür. 183

B- Unutarak Birleşme

Ulema unutarak cima' eden kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik'e göre bilerek cima' etmekle" unutarak cima' etmek arasında fark yoktur 184 İmam Şafii ise kavl-i cedîd'inde: «Unutarak cima' edene keffaret lâzım gelmez» demiştir. 185

C- Kadının Keffaret Mükellefliği:

Kendisi ile cima1 edilen kadına da keffaret lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Eğer kadın mutavaat ederse (direnmezse) ona da keffaret lâzım gelir, mutavaat etmezse kocasına iki hedy lâzım gelir» demiştir. İmam Şâfîi ise -Ramazan'da cima' eden kimse hakkında söylediği gibi-, «Kadın ister mutavaat etsin, ister etmesin, yalnız kocaya bir hedy lâzım gelir» demiştir.
Cumhur «haclarını cima' ile bozan koca ile kan, ertesi sene haclarını kaza ederlerken bir arada hac yapamazlar»
demiştir. Kimisi de, bir arada hac yapmalarında bir sakınca görmemiştir. Birinci görüş, ashab ve tabiinin bazılarından da rivayet olunmuştur.
îmam Şâfîi ile îmam Mâlik, bu koca ile karının nerede birbirinden ayrılmaları gerektiğinde ihtilâf etmişlerdir.
imam Şafii «Önceki sene hangi yerde cima' etmişlerse orada birbirinden ayrılırlar». İmam Mâlik ise «Eğer Mikat'a varmadan ihrama girmemiş-lerse ihrama girer girmez birbirinden ayrılırlar» demiştir.
Birlikte hac yapamazlar diyenler, hem onları cezalandırmak ve hem de bir daha tekerrür etmesini önlemek gayesi ile bunu söylemişlerdir. Birlikte hac yapmalarında sakınca görmeyenler ise, bu babta «sem'i bir delil bulunmadan herhangi bir hüküm sabit olamaz» kaidesine uymuşlardır.
Ulema, cima' ile vacib olan hedy'in cinsinde de ihtilâf etmişlerdir, imam Mâlik ile îmam Ebû Hanife «Bir koyun veya keçi lâzım gelir» demişlerdir, îmam Şafii ise «Deveden aşağısı kâfi gelmez. Şayet deve bulunmazsa, deve para ile, para da yemeklik ile kıymetlendirilir ve eğer buna gücü yetmezse her bir avuç yemeklik yerine bir gün oruç tutar. Hedy ile yemek, Mekke ile Mina'dan başka bir yerde verilemez. Fakat oruç istendiği yerde tutulabilir» demiştir.
İmam Mâlik «Cima1, baş traşı ve hacdan alıkonma gibi ihramda hasıl olan her aksaklık için hedy lâzım geldiği zaman, eğer liedy'e gücü yetmezse, -hac esnasında üç gün ve memleketine döndükten sonra da yedi gün olmak üzere- on gün oruç tutar» demiştir.
Buna göre, imam Mâlik burada lâzım gelen kurbanı temettü' haccı kurbanına kıyas etmiştir, imam Şafii de, fidyede vacib olan kurbana kıyas etmiştir, imam Mâlik'e göre yemek, yalnız avlanmak ve baş traşı keffaretlerinde verilebilir, imam Şafii ise «Oruç ile yemek bir yerde kurbana bedel olmamakta, iki yerde de olmaktadır. Çünkü yemek hususunda, meskûtu mantuka kıyas etmek daha evlâdır» demiştir.
Cima1 ile haccı bozmanın hükümleri işte bunlardır. 186

6. Arafat'ta Vakfeyi Kaçırmanın Haccı Bozması:

Arafat vukufunu kaçırmakla haccını bozan kimseye gelince: Ulema «Bu adam, Kâ'be'yi tavaf etmeden ve Safa ile Merve arasında sa'y yapmadan ihramdan çıkamaz. Zira bu adam umre menasikini tamamlamak zorundadır. Ayrıca ertesi sene haccını da kaza etmek zorundadır» demişlerdir. Fakat ona hedy lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir.
imam Mâlik, imam Şafii, imam Ahmed, Süfyan Sevrî ve Ebû Sevr, «Kendisine hedy lâzım gelir» demişlerdir. Bunların mesnedi de, hastalık yüzünden haccından kalan kimseye hedy lâzım gelmesidir.
îmam Ebû Hanife «Bu adam umre yapıp ihramdan çıkar ve ertesi sene haccını kaza etmesi gerekir. Fakat kendisine hedy lâzım gelmez» demiştir. Küfe uleması, «Hedy kazaya bedel olduğu için, kaza lâzım geldiği zaman artık hedy lâzım gelmez» demişlerdir.
İmam Mâlik, imam Şafii ve imam Ebû Hanife, Kıran Haccı'nı yapan kimse eğer haccını kaçmrsa yine Kıran Haccını mı kaza etmek zorundadır, yoksa haccını ifrad olarak da kaza edebilir mi diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik ile îmam Şafii, «Yine Kıran haccı olarak kaza eder. Çünkü edâ ne ise kaza da edanın aynıdır» demişlerdir.
imam Ebû Hanife ise, «Kıran yapmak zorunda değildir. Zira kaçırılan, yalnız hacdır. Umreyi önceki sene tamamlamıştır» demiştir.
Ulemanın cumhuru, haccı kaçıran kimsenin ertesi sene hac zamanı gelinceye kadar ihramda kalmasını uygun bulmamaktadırlar.
îmam Mâlik de ihramda kalmamasını muhtar görmekle beraber kendisinden hedy'in sakıt olması için umre ile tahallül etmeyip ihramda kalmasını caiz görmüştür.
Bu ihtilâf da henüz hac ayları gelmemişken hac ihramına girilip giri-lemediği hususundaki ihtilâflarına dayanmaktadır. Hac aylan gelmeden ihrama girmeyi caiz görmeyenler, bu adamın ihramda kalmasını caiz görmemişlerdir. Caiz görenler ise ihramlı olarak kalmasını caiz görmüşlerdir.
(Kadı -İbn Rüşd- diyor ki), gerek hacda lâzım geldiği nass'en bildirilen ve gerek fukaha tarafından bunlara ilhak edilen keffaretleri ve kaçırılan hac-cm tahallül ve kaza keyfiyetlerini anlatmış olduk. Şimdi de, şeriatte meskût geçtiği için lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf edilen keffaretleri anlatmaya geçiyoruz. 187

7. Hükmü Belirtilmeyen Keffar etler;

A- Hac Fiillerinin Hüküm Yönünden Çeşitleri:

Cumhur, haccın -Sünnet-i Müekkede ve nafile olmak üzere- iki çeşit nüsükleri bulunduğunda müttefiktirler.
Sünnet olan nüsükler terki halinde kurban lâzım gelen nüsüklerdir. Çünkü bunlar terk edildiği zaman hac eksik kalmış olur. Bunun aslı Temettü1 ve Kıran haclarıdır. İbn Abbas'tan, «Kim bir sünneti yetiştiremezse kendisine kurban lâzım gelir» dediği rivayet olunmuştur.
Nafile olan nüsükler hakkında ise hiçbir rivayet yoktur. Ancak sünnet olup olmadıklarında ihtilâf ettikleri için terk edildikleri zaman kurban lâzım gelir mi, gelmez mi diye ihtilâf etmişlerdir.
Farz olan nüsüklerin ise Kurban ile telafi olunamadığında ihtilâf yoktur. Eğer bir şey hakkında kurban ile telafi olunur mu, olunmaz mı diye ihtilâf etmişlerse, o şeyin farziyet ve sünniyetinde ihtilâf ettikleri içindir.
Zahirîlere göre -hakkında nasa varid olan şeyler dışında- herhangi bir şey için kurban lâzım gelmez. Çünkü Zahirîler şer'î ahkâmında -hele ibadetlerde- kıyas yapmazlar.
Ulema, ihramda iken sakınılması gereken şeylerden birini yapan kimseye baş traşı fidyesi lâzım geldiğinde ve nafile olan şeylerden birini terk eden kimseye de bir şey lâzım gelmediğinde müttefiktirler. Bununla beraber bazı şeyler hakkında, «Sünnet midir, yoksa nafile midir?» diye ihtilâf ettikleri için bu şeylerden birinin terki halinde kurban lâzım gelip gelmediğinde ih-
tilâf etmişlerdir. Biz de bu ihtilâflardan meşhur olanları baştan sonuna kadar birer birer anlatmaya çalışacağız. 188

B- Mikafı İhramsız Geçmek:

îhtilâf ettikleri mes'elelerin birincisi, ihramsız olarak mikat't geçen kimseye kurban lâzım gelir mi, gelmez mi mes'elesidir. Kimisi «Lâzım gelmez», kimisi de «Bu adam bir daha mikat'a dönse bile kendisine kurban lâzım gelir» demiştir. İmam Mâlik ile İbnü'l-Mübârek bunu benimsemişler ve bu görüş Süfyan Sevrî'den de rivayet olunmuştur.
Kimisi de «Eğer mikat'a dönse lâzım gelmez, dönmese lâzım gelir» demiştir. Bu da İmam Şafii, İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Süfyan Sevrî'nin meşhur olan görüşüdür.
İmam Ebû Hanife ise «Eğer telbiye ederek dönse lâzım gelmez, telbîye etmeden dönse lâzım gelir» demiştir.
Kimisi de «Mikatı ihramsız olarak geçmemek farz olduğu için kurban ile telafi olunamaz» demiştir. 189


C- Başını Yıkamak ve Hamama Gitmek:

Başını hıtmî ile yıkayan kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik ile îmam Ebû Hanife «Bu adam fidye vermek zorundadır» demişlerdir.
Süfyan Sevrî ile başkaları ise, «Bu adama bir şey lâzım gelmez» demişlerdir.
İmam Mâlik «hamama giden kimseye de fidye lâzım gelir» demiş ise de, ulemanın çoğu hamama gitmeyi mubah görmüşlerdir. îbn Abbas'ın ih-ramlı iken hamama gittiği sıhhatli bir senetle sabit olmuştur. 190

D- İhramlıya Yasak Olan Elbiseleri Giymek:

Cumhur, ihramda giyilmesi yasaklanan herhangi bir libası giyen ihramlıya fidye lâzım geldiğinde müttefiktirler. Fakat ruba bulamayan bir ihramlı-nın don giydiği zaman kendisine fidye lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife «Kendisine fidye lâzım gelir» demişlerdir. Süfyan Sevrî, îmam Ahmed, Ebû Sevr ve İmam Dâvûd ise, «Eğer ruba bulamazsa ona bir şey lâzım gelmez» demişlerdir.
«Lâzım gelir» diyenlerin mesnedi mutlak neniydin Lâzım geldiğini benimsemiş olanların mesnedi de, Amr b. Dinar'ın Câbir ile Ibn Abbas'tan rivayet ettiği «Peygamber (s.a.s)'in,
«Ruba bulamayan kimse için don, terlik bulamayan kimse için de mest giymek caizdir buyurduğunu işittim» 191 mealindeki hadisleridir. Ulema, terlik bulduğu halde boğazı kesilmiş mestleri giyen kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Bu adama fidye lâzım gelir», îmam Ebû Hanife «Lâzım gelmez» demiştir. İmam Şafii'den ise her iki görüş de rivayet olunmuştur.
Kadının eldiven giymesi, fidyeyi gerektirip gerektirmediğinde de ihtilâf etmişlerdir ki, bu hükümlerin çoğunu ihram bahsinde söyledik.
Telbiyeyi terk eden kimseye de fidye lâzım gelir mi gelmez mi diye ihtilâf etmişlerdir. Biz bunu da yukarıda söyledik. 192

E- Tavaf Konusundaki Eksiklik ve Yanlışlıklar:

Ulema, ters olarak tavaf yapan, yani Kabe'yi sağ yanına alan veyahut tavafın bir şavtını unutup Kâ'be etrafında sehven altı kere dolaşan kimsenin -eğer daha Mekke'den çıkmamışsa- bir daha tavaf etmesi gerektiğinde müttefiktirler. Fakat Mekke'den ayrılıp memleketine dönen kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir. îçinde îmam Ebû Hanife'nin bulunduğu bir cemaat, «Kurban kesmek bu eksikliğin yerini tutar» demişlerdir. Bir cemaat da, «Bunun yerine kurban geçmez, bir daha tavaf yapması ve eksik bıraktığını tamamlaması gerekir» demişlerdir.
Tavafın ilk üç şavtında remel yapmayana da kurban lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. îbn Abbas, îmam Şafii, imam Ebû Hanife, îmam Ahmed ve Ebû Sevr lâzım geldiğini benimser. îmam Mâlik ile tabilerinin sözleri ise bu hususta çeşitlidir. Bu ihtilâfların hepsi -yukarıda da söylediğimiz üzere- bunların sünnet olup olmadığı hakkındaki ihtilâflarına dayanmaktadır.
Tavaf esnasında Hacerü'l-Esved'i veyahut ona yetişemediği zaman -hiç değilse- elini ona sürüp kendi elini öpmeyen kimseye de -Temettü1 Haccını yapan kimseye kıyasen- kurban lâzım gelir.
Tavafın iki rek'at sünnetini unutup kılmayan kimseye de kurban lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik «Lâzım gelir» demiştir. Süfyan SevrHse, «Eğer daha HarenVden aynlmamışsa hatırladığı yerde hemen kılar» demiştir. îmam Şafii ile İmam Ebû Hanife de «İstediği yerde kılar» demişlerdir.
Tavâfü'l-Veda'nın farz olmadığını söyleyenler, bu tavafı terk eden ve yapmak için dönmek imkânına sahip olduğu halde dönmeyen kimseye kurban lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik, «Lâzım gelmez. Ancak eğer daha yakın bir yerde ise dönüp tavaf yapar» demiştir.
İmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî, «Eğer dönüp tavaf yapmazsa kendisine kurban lâzım gelir» demişlerdir. Bunlar «Bu adam eğer daha mikatlara varmamışsa döner varmışsa dönmez» demişlerdir. Tavâfü'l-Veda'yı Sünnet-i Müekke'de görmeyenler, «Eğer bu tavaf sünnet olsaydı Mekkeliler'den ve aybaşı haline giren kadından sakıt olmazdı» demişlerdir.
İmam Ebû Hanife'ye göre Hatim'i tavafa idhal etmeyen kimse eğer daha Mekke'den çıkmamışsa bir daha tavaf yapması ve eğer çıkmış ise kurban kesmesi lâzım gelir.
Ulema, yaya .olarak tavaf yapmanın tavafın sıhhat şartı olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik «Ayakta namaz kılmak nasıl namazın sıhhati için şartsa, yaya olarak tavaf etmek de tavafın sıhhati için şarttır. Şayet yürüyemiyorsa tavafı, oturarak namaz kılanın namazı gibi olur. Eğer yürüyebildiği halde binerek tavaf yapmış ve daha Mekke'den çıkmamışsa bir daha tavaf yapması gerekir. Aksi halde ona kurban lâzım gelir» demiştir.
îmam Şafii ise «Binerek tavaf yapmak caizdir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz hasta olmadığı halde binerek tavaf yapmıştır. Ancak şu var ki, bu halk onu görsün diyedir» 193 demiştir. 194

F- Sa'y Konusundaki Yanlışlıklar:

Safa ile Merve arasında sa'y yapmadan memleketine dönen kimseye -bunu vacib görenlere göre- kurban lâzım gelir, tatavvu' görenlere göre ise bir şey lâzım gelmez. Tavaftan önce sa'y yapıp da bir daha sa'y yapmayan kimseye kurban lâzım gelip gelmediği hakkındaki ihtilâfı ise yukarıda anlattık. 195

G- Arafat'ta Vakfe Konusundaki Yanlışlıklar:

Güneş batmadan Arafat'tan aynlan kimseye de kurban lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Ş âfıi ile İmam Ahmed, «Eğer daha fecir sökmeden bir daha Arafat'a dönerse ona kurban lâzım gelmez ve eğer dönmezse lâzım gelir» demişlerdir. İmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî ise, «Dönse de dönmese de ona kurban lâzımgelir» demişlerdir. Bu ihtilâfı da yukarıda söyledik.
Arafat'ın «Ürene» denilen semtinde vakfe yapan kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafii'ye göre bu adamın haccı fasittir. İmam Mâlik'e göre ise, ona kurban lâzım gelir.
Bu ihtilâfın sebebi, mezkûr semtte vukuf yapmanın yasaklanmasından kasıt hürmet nehyi midir, yoksa kerahet nehyi midir diye ihtilâf etmeleridir.
Bu ihtilâfların yeri burası olduğu halde biz, yukarıda haccın efalini birer birer anlatırken münasebet geldiği için çoğunu orada anlattık.
(Kadı -İbn Rüşd- diyor ki), bu ibadetin vücubu, vücub şartlan, kime ve ne zaman vacib olduğu gibi Önce, bu ibadetin mukaddimeleri sayılanları, sonra bu ibadetin zamanı, yeri, bu ibadet esnasında sakınılması gereken şeyleri ve her birinin kendine has olan zamanında ve yerinde yapılması gereken bu ibadetin fiillerini ve bundan sonra da bu ibâdette husule gelen aksaklık ve eksikliklerle ilgili hükümleri ve bunlardan keffaretlerle tamir olunabilen ve olunamayanları veya iadesi lâzım geldiği zaman iadeyi gerektiren sebeplerin sırasına göre buna dair hükümleri -ki buna mühsar'ın da hükmü dahildir-anlatmış bulunuyoruz.
Şimdi de bu ibâdetin fiillerinden biri olan hedy bahsine geçiyoruz. Zira hedy, hac ibadetinin başlıbaşına bir cüz'ü olduğu için onu ayrı bir bahiste anlatmak gerekmektedir. 196

8. Hedy Kurbanı:

Bu bahis; -Hedy'in vücubu, cinsi, yaşı, nasıl, nereden ve nereye sevk olunduğu ve kesildikten sonra etinin kimlere verildiği olmak üzere- birkaç mevzuyu ihtiva etmektedir. 197

A- Hükmü:

Ulema, hedy denilen ve bu ibadette sevk olunan kurbanın -vacib ve tatavvu' olmak üzere- iki kısım olduğunda müttefiktirler. Vacib olan kurban da, ya adandığı için vacibtir, ya bu ibâdetin bazı çeşitlerinde esasen vacibtir, ya da keffaret olduğu için-vacibtir. Bu ibadetin bazı çeşitlerinde vacib olan hedy, -ittifak ile- Temettü' haccınm ve- ihtilâf ile -Kıran haccının kurbanlarıdır. Keffaret olduğu için vacib olan hedy ise; -hac kazaya kaldığı zamanhedy
lâzım gelir diyenlerin görüşüne göre- kaza kurbanı, avlanma, baş traşı ve temizlenme fidyeleri ile ulema tarafından bunlara kıyas edilen kurbanlardır. 198


B-Cinsi:

Hedy'in cinsine gelince: Ulema, deve, sığır, koyun ve keçinin erkek ve dişisi olmak üzere Cenab-ı Hak tarafından nass buyurulan bu sekiz cins hayvandan başkasını hedy etmenin caiz olmadığında ve bunlardan önce devenin, sonra sığırın, sonra koyunun, sonra keçinin efdal olduğunda müttefiktirler. 199

C- Yaşı:

Hedy'in yaşı hakkında da ulema, Kurban ve hedy'lerde bu hayvanlardan ön dişlerini atanların caiz olduğunda müttefik olup keçinin iki yaşından aşağı olanında ihtilâf etmişlerdir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz oğlağı hedy eden Ebû Bürde'ye,
«Senin için kâfi gelir:
Fakat senden sonra hiç kimseye kâfi gelmez» 200buyurmuştur.
Ulema koyunun bir yaşından aşağı olanında da ihtilâf edip, çoğu cevazını benimsemiştir. Ibn Ömer «Ön dişlerini atmayan hiçbir hayvan ne kurban, ne de hedy olamaz» demiştir.
Hayvanın değeri ne kadar yüksek olursa sevabının da o kadar çok olduğunda ihtilâf yoktur. Ibn Zübeyr, oğullarına «Herhangi biriniz, hürmet ettiği bir kimseye hediye etmekten utanç duyduğu bir hayvanı sakın Allah'a hediye etmesin. Zira Allah hürmet edilenlerin en yücesi ve kendilerine seçme hediyeler verilenlerin en lâyıkıchr» derdi. Peygamber (s.a.s) Efendimiz de, kendisine,
«En pahalısı ve sahipleri nezdinde en üstün değerli olanıdır» 201buyurmuştur. Hedy'in sayısı hakkında belli bir miktar yoktur. Kişi istediği kadar hayvan hedy edebilir. Peygamber (s.a.s) Efendimiz yüz tane deve hedy etmiştir202
203.

D- Gönderilme Şekli:

Hedy'in şevki de, boynuna kılade denilen ipler takılıp hedy olduğunu belirtmek için onu nişanlamaktır. Zira Peygamber (s.as) Efendimiz Hudey-biye senesi, yolculuğa çıkmış ve Zülhüleyfe'ye vardığı zaman hedy'lerini kı-ladeleyip nişanladıktan sonra ihrama girmiştir .204
Hedy deve veyahut sığır olduğu zaman boynuna bir veyahut iki tane nal ve eğer nal bulunmazsa ona benzer bir şey takıldığında ihtilâf yoktur. Fakat koyun ve keçinin nişanlanmasında ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik ile îmam Ebû Hanife «Koyun ve keçi nişanlanmazlar» demişlerdir, îmam Şafii, îmam Ahmed ve Ebû Sevr ise «Onlar da nişanlanırlar. Zira A'meş'in İbrahim'den, İbrahim'in Esved'ten, Esved'in de Hz. Aişe'den rivayetine göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz Kâ'be'ye bir defa koyun hedy etmiş ve onu nişanlamıştır205.
Hedy nişanlanırken yüzünü kıbleye vermek müstehabtır demişlerdir.
imam Mâlik «Hayvanın sol yanım nişanlamak müstehabtır. Zira Nâfi' «İbn Ömer Medine'den hedy'lerini sevkettiği zaman onları Zülhüleyfe'de kı-ladeleyip nişanlardı, önce kılade takar, sonra nişanlardı ve ikisini aynı yerde ve hayvanın yüzü kıbleye dönük olarak yapardı, hayvanlara ikişer tane nal takar ve sol yanlarından onları nişanlardı. Sonra hayvanları beraberinde Arafat'a götürüp vakfe yaptıktan sonra bayram günü sabahı onları Mina'da ve daha başını traş etmeden ya da saçını kestirmeden keserdi. Onları ayakta dizerek ve yüzlerini kıbleye vererek kendi eli ile keserdi ve etlerinden hem kendisi yer, hem de dağıtırdı» diye rivayet etmektedir» demiştir.
İmam Şafii, îmam Ahmed ve Ebû Sevr ise, «Sağ yanın nişanlanması müstehabtır. Zira Ibn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz, öğle namazını Zülhüleyfe'de kıldıktan sonra bir devenin getirilmesini isteyip hörgücünün sağ yanını nişanlamış ve kanını sildikten sonra ona iki tane nal takmış, sonra devesine binerek yola devam etmiştir ve Bey-da'ya gelince de ihrama girmiştir» 206 demişlerdir. 207


E-Gönderilme Yeri:

Hedy'in nereden sevkedildiğine gelince: İmam Mâlik «Hedy'in sünneti Harem haricinden sevkedilmesidir» demiştir. Bunun içindir ki îmam Mâlik «Hedy'i Mekke'de satın alan kimse eğer onu beraberinde Arafat'a götürmez-se bedelini vermek kendisine lâzım gelir. Harem'in haricinden getirilen hedy'in ise Arafat'a götürülmesi müstehabtır» demiştir ki bu İbn Ömer'in de görüşüdür ve Leys b. Sa'd da buna katılır. İmam Şafii, Süfyan Sevrî ve Ebû Sevr de, «Hedy'i Arafat'a götürmek sünnettir, götürmeyen için bir günah yoktur» demişlerdir. îmam Ebû Hanife ise «Hedy'i Arafat'a götürmek sünnet de değildir» demiştir.
imam Mâlik'in delili, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in hedy'ini Harem haricinden getirmiş olmasıdır. Zira -yukarıda, birkaç yerde geçtiği üzere-Peygamber (s.a.s) Efendimiz «Menasikinizi benden alınız» buyurmuştur, îmam Şafii «Hedy'i kıladelemek nasıl sünnet ise, hedy'in hedy olduğunu halka duyurmak da sünnettir» demiştir, imam Ebû Hanife ise, «Sünnet değildir. Peygamber (s.a.s)AEfendimiz harem haricinde oturduğu için böyle yapmıştır» demiştir. Hz. Aişe'den, kişinin bunda muhayyer (seçimli) olduğunu söylediği rivayet olunmuştur.
Hedy'in sevkolunduğu yerise Beyt-i Atiktir (Kabe'dir). Zira Cenab-ı Hak,
"Sonra bunlar, Beyt-i Atik'te son bulurlar" 208ve,
"Kâ'be'ye ulaşacak bîr hedy" âyet-i kerimelerinde hedy'in Kâ'be'ye ulaştırılmasını şart koşmuştur. Ancak ulema, «Kâ'be içinde ve Mescid-i Haram'da hayvan kesmek caiz değildir ve Kâ'be'ye ulaşmasından maksat, Mekke yoksullarının istifadesi için onu Mekke'de kesmektir» demişlerdir.
İmam Mâlik,
âyet-i kelimesindeki «Kâ'be'den maksat Mekke'dir» demiş ve Harem'de hedy'ini kesen kimsenin Mekke haricinde kesmesini caiz görmemiştir.
imam Şafii ile îmam Ebû Hanife ise, «Mekke'de kesmek şart olmayıp Harem'in sınırlan içinde kesilse kâfidir» demişlerdir.
Taberî de «Avlanma fidyesi ile Kıran haccı hedy'lerinden başka, kişi hedy'ini istediği yerde kesebilir. Fakat bu iki hedy'i Harem'de kesmek şarttır» demiştir.
Kısacası, mühsara lâzım gelen kurbandan başka bütün hac kurbanlarının Mina'da ve umre kurbanlarının da Mekke'de kesilmesi vücubunda icma' edilmiştir. îmam Mâlik'e göre hac kurbanının Mekke'de ve Umre kurbanının Mina'da kesilmesi caizdir. îmam Mâlik, Harem dahilinde kesilen kurbanların Mekke'de kesilmesi gerektiğine dair görüşünde Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Mekke'ye çıkan bütün vadi ve
yollar kurban kesme yeridir» 209 hadisine dayanmıştır, imam Mâlik bu kurbanlardan yalnız Temettü1 haccı kurbanını istisna ederek, «Temettü' haccı kurbanının Mekke dışında kesilmesi caizdir» demiştir. 210

F- Kesim Zamanı:

Hedy'in kesilme zamanına gelince: imam Mâlik «Temettü' haccı kurbanı ile nafile kurbanlar bayram gününden evvel kesilirlerse kâfi gelmez» demiştir, imam Ebû Hanife nafile kurbanların bayramdan önce kesilmesini caiz görmüştür, imam Şafii «Her ikisinin de bayramdan önce kesilmesi caizdir» demiştir.
Cumhur «Eğer hedy yerine oruç tutulursa istendiği yerde tutulabilir» demiştir. Çünkü oruç tutmakta ne Harem, ne de Mekke halkının menfaati yoktur. Fakat hedy yerine verilen sadakada ihtilâf etmişlerdir. Ulemanın cumhuru «Mekke ve Harem yoksullarına verilmesi gerekir. Çünkü Harem avı cezasına bedeldir» demişlerdir, imam Mâlik ise «Sadaka da oruç gibidir. Mekke haricinde de verilmesi caizdir» demiştir. 211

G- Kesim Şekli:

Hedy'in kesilmesi keyfiyetine gelince: Cumhur «Hedy'i keserken besmele çekmek müstehabtır» demiştir. Kimisi,.besmele ile birlikte tekbir almanın da müstehab olduğunu söylemiştir.
Hedy sahibinin hedy'ini kendi eli ile kesmesi müstehabtır. Fakat başkasına da kestirirse caizdir. Peygamber (s.a.s) Efendimiz de hedy'lerini kâh kendisi kesmiş, kâh başkasına kestirmiştir.
Hedy'in sünnetlerinden biri de -hedy deve olduğu zaman- ayakta kesilmesidir. Zira Cenâb-ı Hak,
"Ayakta oldukları halde üzerlerine
Allah'ın adını anarak onları kesin" 212buyurmuştur. Develerin kesim keyfiyeti Zebihalar (kurbanlıklar) bahsinde gelecektir. 213


H- Kurban Etinden Yararlanma:

Hedy sahibinin hedy'inden istifade edebilmesi mevzuunda birkaç meşhur mes'ele vardır:
Çünkü bu iki hedy'de keffaretlik vasfı zahirdir.
(Kadı -îbn Rüşd- diyor ki): İşte hedy'in hükmünü, cinsini, yaşını, sevk keyfiyetini ve -nerede, ne zaman ve ne şekilde kesilmesinin gerektiği gibi-diğer sıhhat şartlannı ve hedy'den istifâde edilip edilemediğini bütün ayrıntıları ile anlatmış olduk ki, bizim maksadımız da bu idi.
Başarı veren Cenâb-ı Allah'tır. Bununla hac bahsi burada son buldu. Bizi buna muvaffak kılan Cenâb-ı Allah'a hamd ve senalar olsun.
Bu bahsi, beşyüzseksendört senesi Cumâde'1-Ulâ ayının dokuzuncu gününe rastlayan çarşamba günü bitirdim ve yaklaşık olarak yirmi yıl önce yazıp bitirmiş olduğum Bidâyetül-Müctehid adlı kitaba ekledim.
Hamd, alemlerin rabbı olan Allah'a mahsustur.
Kadı -İbn Rüşd- (Allah rahmet eylesin), bu kitabın telifine başlarken kitaba önce hacc bahsini koymak istememiş ve -dediği gibi- sonradan yazıp eklemiştir. 214

 


=====================================================================


1 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/151.
2 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/153.
3 Âİ-itmrân,3/98.
4 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/153.
5 Hadis Buhârî'de yoktur; Müslim, Hacc, 15/72, no: 1336,
6 Ebû Dâvûd, Salât, 2/26, no: 495.
7 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/153-154.
8 Dârakutnî, 2/216, no: 6,7; Hâkim, 1/442
9 Buhârî,//acc, 25/1, no: 1513; Müslim, Hacc, 15/71, no: 1334.
10 Buhârî, Eymân, 83/30, no: 6699.
11 EbûDâvûd,Afe/MΫ*t5/26,no: 1811.

12 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/154-157.
13 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/157-158.
14 Buhârî, Taksîrü's-Salât, 18/4, no: 1086rl087.
15 Bakara, 2/197.
16 Dârakutnî, 2/282-283, no: 207; Beyhâkî, 4/349.
17 Âlu İmrân, 3/98.
18 Abdürrezzak'ın tefsirinde yoktur.
19 Dârakutnî, 2/284, no: 217.
20 Dârakutnî, 2/285, no: 220.
21 Tirmizî, Hacc, 7/88, no: 931.
22 Şâfıi, Müsned, 1/281, no: 737; Beyhâkî, 4/348.
23 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/158.
24 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/158-160.
25 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/161.
26 Müslim, Hacc, 15/2, no: 1183.
27 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/161.
28 Bakara, 2/198.
29 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/23, no: 1241.
30 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/161-163.
31 Mâlik, Hacct 20/3, no: 8.
32 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/163164.
33 Buhârî, Cezaü's-Sayd, 28/15, no: 1841.
34 Mâlik,Sa/(î/,3/6,no:28.
35 Ebû Dâvûd, Mcnâsik, 5/34, no: 1833.
36 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/32, no; 1825.
37 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/164-165.
38 Bıtfıârî, Fedûili'l-Kur'an, 66/1, no: 4985; Ebû Dâvûd, Mcnfısik, 5/31* no: 1819.
39 Mâlik, Ilacc, 20/7, no: 17.
40 Müslim, Hacc, 15/7, no: 1192.
41 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/165-167.
42 Bakara, 2/198.
43 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/1167-168
44 Mâlik, Hacc, 20/2.
45 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/168.
46 Mâide, 5/96.
47 Mâidc, 5/97.
48 Mâlik, Ilacc, 20/24, no: 76.
49 Nesâî, 5/182.
50 Mâlik, Ilacc, 20/25, no: 83.
51 Ebû Dâvûd, MenâsiK 5/41, no: 1851.
52 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/168-169.
53 Mâlik, Hacc, 20/22, no: 70.
54 Buhârî, Cezau's-Sayd, 28/12, no: 1837; Müslim, Nikah, 16/5, no: 1410.
55 Ebû DâvÛd, Menâsik, 5/39, no: 1843; Tirmizî, Hacc, 7, no: 845*-
56 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/169-171.
57 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/171-172
58 Bakara, 2/196.
59 Bakara, 2/197.
60 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/172.
61 BühM, Hacc, 25/81, no: 1651.
62 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/25, no: 1808.
63 Bakara, 2/197.
64 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/172-174.
65 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/174-175.
66 Mâlik, Hacc, 20/11, no: 36.
67 Buhârî, Hacc, 25/104, no: 1691; Müslim, Hacc, 15/24,1227.
68 Buhârî, Hacc, 25/16, no: 1534.
69 Buhârî, Hacc, 25/34, no: 1563.
70 Buhârî, Megâzi, 64/61, no: 4353-4354.
71 Mâlik, Hacc, 20/74, no: 223.
72 Buhârî, Hacc, 25/126, no: 1725.
73 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/175-176.
74 Mâlik, Hacc, 20/1, no: 1.
75 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/176-178.
76 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/179.
77 Mâlik, Hacc, 20/9, no: 28; Buhârî, Hacc, 25/26, no: 1549.
78 Mâlik, Hacc, 20/10, no: 34.
79 Said b. Mansur, Sünen.
80 Müslim, Hacc, 15/51, no: 1297.
81 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/27, no: 1813.
82 İbn Rüşd K179.
83 MûUkı//flcc,20/9,no:29.
84 Ebû Dûvûd, Menâsik, 5/21, no: 1770.
85 Mâlik, Hacc, 20/9, no: 31.
86 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/179
87 Buhârî, Hacc, 25/22, no: 1543.
88 İbn Huzcymc, Sahih, 4/282, no: 2887.
89 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/179-181.
90 MUslim, Hacc, 15/39, no: 1264; Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/51, no: 1885.
91 Mâlik, Hacc, 20/34, no: 107.
92 MUslim, Hacc, 15/51, no: 1297.
93 Mâlik, Hacc, 20/9, no: 31.
94 Tahâvî, Şerhu Meâni't-Âsâr, 2/183.
95 Mûlik, Hacc, 20/36, no: 115.
96 Buhârî, Hacc, 25/63, no: 1616.
97 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/181-182.
98 Mâlik, llacc, 20/33, no: 104.
99 Hacc, 22/29.
100 Hâkim, i/460.
101 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/182-183.
102 Şâfıi, Müsned, 1/57, no: 170,172.
103 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/183-186.
104 Mâlik, Hacc, 20/1, no: 1.
105 Tirmizî, Hacc, 7/112, no: 960; Dârimî, 2/44.
106 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/186.
107 Hacc, 22/29.
108 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/186-187.
109 Şâfıi, Müsned, 1/351-352, no: 907.
110 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/187-188.
111 Müslim, Hacct 15/19, no: 1218.
112 Mâlik, Hacc, 20/41, no: 127.
113 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/188-189.
114 Mâlik, (Şeybânî rivayeti), s. 156, no: 465.
115 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/189-190.
116 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/190-191.
117 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/191-192.
118 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/192.
119 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/69, no: 1949.
120 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/192.
121 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/192.
122 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/%9, no: 1949.
123 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/69, no: 1950.
124 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/65, no: 1937.
125 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/192-193.
126 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/193-195.
127 Bakara, 2/198.
128 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/195-197.
129 Buhûrî, llacc, 25/98, no: 1678.
130 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/197.
131 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/66, no: 1940.
132 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/66, no: 1942.
133 Ebû DAvÛd, Menâsik, 5/66, no: 1943. (4)îbnEbîŞeybe,4/30.
134 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/79, no: 1983.
135 Mâlik, flaccy 20/79, no: 240.
136 Müslim, İkice, 15/19, no: 1218.
137 Malik, Ilacc, 20/81, no: 242.
138 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/197.
139 Buhâfî, Uacc, 25/138," no: 1750,
140 Bakara, 2/203.
141 Nesâî, 5/268; İbnü'l-Cftrûd, M&nttkâ, s. 170, no: 473.
142 Buhörî, Ilacc, 25/141, no: 1752.
143 Nosûî, 5/275.

144 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/197-198.
145 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/198-201.
146 Bakara, 2/197.
147 Buhârî, Sulh, 53/7, no: 2701.

148 Fcth,4/25.
149 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/201-202
150 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/44, no: 1862.

151 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/202-203
152 Mâide, 5/95.
153 Ankebût, 29/67.
154 Buhârî, Cezâü's-Sayd, 28/10, no: 1838.

155 Mâide, 5/95.

156 Abdürrezzak, 4/423, no: 8302.
157 Mâide, 5/96.
158 Buhârî,BcdV/-//att,59/16,no: 3315.
159 Ahmed, 3/80.
160 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/205.
160 Bakara, 2/196.
160 Mâlik, Hacc, 20/78, no: 237.
160 Ahmed, 6/83; Nesâî, 5/189.
161 Ihramlı kişiye saldırdığı takdirde Öldürülebilir, ceza da gerekmezmistir.
162 Buhârî, CezâU's-Sayd, 28/10, no: 1834.
163 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/205.-206.
164 Bakara, 2/196.
165 Mâlik, Hacc, 20/78, no: 237.
166 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/206-208.
167 Ahzâb,33/5.
168 Mâide, 5/95.
169 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/208-210.
170 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/210-220.
171 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/220.
172 Buhârî, Hacct 25/127, no: 1727.
173 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/220-221.
174 Bakara, 2/196.
175 Bakara, 2/196.
176 Mâide, 5/95.
177 Bakara, 2/196.
178 Bakara, 2/196. .
179 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/221-222.
180 Bakara, 2/197.
181 Mâide, 5fl.
182 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/222-223.
183 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/228-229.
184 Ebû Hanife de bu görüştedir.
185 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/229.
186 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/229-230.
187 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/230-231.
188 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/231-232.
189 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/232.
190 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/232.
191 Buhârî, Sayd, 28/16, no: 1843.
192 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/232-233.
193 Müslim, Hacc, 15/42, no: 1273.
194 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/233-234.
195 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/234.
196 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/234-235.
197 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/235.
198 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/235.
199 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/236.
200 Buhâıî, fdeyn, 13/5, no: 955.
201 Buhârî,/üfc, 49/2, no: 2518.
202 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/236.
203 Buhârî, Hacc, 25/122, no: 1718.
204 Buhârî, Hacc, 25/108.
205 Buhârî, Hacc, 25/110, no: 1701.
206 Müslim, Hacc, 15/32, no: 1752.
207 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/236-237.
208 Hacc, 22/33.
209 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/65, no: 1937.
210 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/237-239.
211 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/239.
212 Hacc, 22/36. .
213 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/239.
214 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/239-242.