11 HAC KİTABI
48. Haccın Hükmü ve Hacc Mükellefi
1.Hacc'ın
Hükmü ve Farz Oluş Şartları
A- Hacc'ın Sıhhat Şartları
B- Hacc'ın Farz Oluş Şartları
C- Hacc'ın Ömriîiği ve Fevriliği
D-Kadının
Haca
49. Hacc'ın Rükünleri ve Hacc Esnasında Yapılması ve Sakınılması Gerekli Haller
1.İhramın Şartları
A- Mekân
Mikatîari
B- Zaman
Mîkâti
2.Aslında
Mubah Olup îhram Halinde Sakınılması Gereken Şeyler
A-
Dikişli Elbise Giymek
B-
Güzel Koku Sürünmek
C- Cinsî
Birleşme
D- Yıkanma
E- Avlanma
F-
İhramlının Nikâhı
3.Haccın Çeşitleri
A- Temettü
Haccı
a) Niteliği
b) Temettü' Hacemin Umreye
Dönüştürülmesi
c) Umre'nin Temettü'Haccına
Dönüşmesi
B- Kıran Haccı
4.İhram
A- Gusül
ve Abdest
B- Telbiye
1. Hükmü ve Sözleri
2. Başlangıcı
3. Bitişi
5. Tavaf
A-Şekli
B- Şartları
C- Zamanı
D-
Abdestli Olmak
C-
Çeşitleri ve Sayısı
6.Safa ile Merve
Arasında Sa'y
A- Hükmü
B- Şekli
C- Şartları
D- Sırası
7.Arafat Dağına Çıkmak
8.Arafat'ta Vakfe
A- Hükmü
B- Şekli
C- Şartları
9.Müzdelife'de
Yapılacak İşler
A- Hükmü
B-
Niteliği ve Vakti
10.Cemreleri Taşlamak
A-Hükmü, Niteliği ve Sırası
B-
Taşların Sayısı
C-Vakti
50. Hac'daki Aksaklık ve
Aykırılıklar
l.Uhsâr
A-Hastalığın Engellemesi
2.İhram'da Av
Öldürmenin Cezası
3. İhram'da
İken Kir ve Bitleri Gidermenin Fidyesi ve Zamanı Gelmeden Başını Traş Etme
A- Fidye
Mükellefi
B-
Fidye'nin Niteliği
C- Fidye Ödemeyi Gerektiren Haller
D-
Fidye'nin Ödenme Zamanı
E- Başı
Traş Etmek
4.Temettü Haccı'nın
Kefareti
5. Hacc'ın
Cinsî Birleşmeyle Bozulması
A- Niteliği:
B-
Unutarak Birleşme
C- Kadının Keffaret Mükellefliği
6.Arafat'ta Vakfeyi Kaçırmanın Haccı Bozması
7. Hükmü
Belirtilmeyen Keffaretler
A- Hac Fiillerinin Hüküm
Yönünden Çeşitleri
B-
Mikafı İhramsız Geçmek
C- Başını Yıkamak ve Hamama Gitmek
D- İhramlıya Yasak Olan
Elbiseleri Giymek
E- Tavaf Konusundaki
Eksiklik ve Yanlışlıklar
F- Sa'y Konusundaki Yanlışlıklar
G- Arafat'ta Vakfe
Konusundaki Yanlışlıklar
8.Hedy Kurbanı
A- Hükmü
B-Cinsi
C- Yaşı
D-
Gönderilme Şekli
E-
Gönderilme Yeri
F- Kesim
Zamanı
G- Kesim
Şekli
H- Kurban Etinden Yararlanma
11 HAC KİTABI
Bu bahis de üç bölümden ibarettir. Birinci bölüm, hac ibadetine birer mukaddime
olup bu ibâdeti yerine getirebilmek için bilinmesi gerekli olan şeyleri, ikinci
bölüm, hac ibadeti için birer rükün sayılan ve bu ibâdet esnasında yapılması ve
sakınılması gerekli olan şeyleri, üçüncü bölüm ise, bu ibâdetin birer
tamamlayıcısı olan hac ef alinin hükümlerini mevzu yapmaktadır. Zira her
ibadette bu üç cins de mevcuttur. 1
48. Haccın Hükmü ve Hacc Mükellefi
Bu bölüm, -haccın vücubu ile şartlan ve haccın kimlere ve ne zaman va-cib olduğu
olmak üzere- iki mevzudan ibarettir. 2
1. Hacc'ın Hükmü ve Farz Oluş
Şartları:
Cenâb-ıHak,
"Hacc yoluna gücü yeten kimselerin beyt'i ziyaret etmeleri insanlar üzerinde
Allah'ın bir hakkıdır" 3 buyurduğu için haccın vücubunda ihtilâf yoktur. 4
A- Hacc'ın Sıhhat Şartları:
Haccın şartlarına gelince, bunlar -sıhhat ve vücub şartlan olmak üzere-iki
kısımdır.
Müslüman olmanın, haccın sıhhat şartlarından biri olduğunda ihtilâf yoktur. Zira
müslüman olmayan bir kimsenin yaptığı hac sahih değildir. Yani bir adam eğer
müslüman olmadan önce hac yapar ve daha sonra müslüman olurda hac şartlanna
sahip olursa, bir daha hacca gitmesi gerekir.
Fakat çocuğun haccı sahih midir, değil midir diye ihtilâf etmişlerdir. îmam
Mâlik ile îmam Şafii: «Sahihtir» îmam Ebû Hanife ise: «Sahih değildir»
demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi.bumevzudahadisinusulileçelişmesidir. Çünkü çocuğun haccmı
sahih görenler, Buhârî ile Müslim'in îbn Abbas'tan getirdikleri hadise
dayanmışlardır. Zira bu hadiste «Bir kadın Peygamber
(s.a.s)'e bir çocuğu kaldırıp gösterdi ve 'Buna hac var mı?' diye sordu.
Peygamber (s. a. s)'de:
«Evet, ayrıca senin için de sevap vardır» buyurdu» 5 denilmektedir.
Çocuğun haccı sahih değildir diyenler ise, «Kaide, mükellef olmayan bir kimseden
hiçbir ibâdetin sahih olmamasıdır» diye kıyas yapmışla; dır.
Bunun gibi, îmam Mâlik'in tabileri de süt emen çocuğun haccı sahih midir, değil
midir diye kendi aralarında ihtilâf etmişlerdir. Bana kalırsa, namazı sahih
sayılan yaştaki çocuğun haccında ihtilaf edilmemeli idi, o da -Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in buyurduğu üzere 6 yedi yaşına giren çocuktur. 7
B- Hacc'ın Farz Oluş Şartları:
Hacc'ın vücub şartlanna. gelince: Bunlar da biri -müslüman olmayanlar da
islâm'ın hükümlerini yerine getirmekle mükelleftirler diyenlerin görüşüne göre-
müslüman olmaktır. Biri de -âyet-i kerimede geçtiği üzere- hac yoluna güç
yetirmektir. Bu hac yoluna güç yetirmenin mahiyetinde her ne kadar ihtilâf
edilmişse de, haccın vücub şartlarından biri olduğunda ihtilâf yoktur. Zira
Cenâb-ı Hak,
"Hac yoluna gücü yeten kimselerin" diye buyurarak bu şartı koşmuştur. Hac yoluna
güç yetirmek, özet olarak iki şekilde düşünülebilir. Ya bizzat gitmek, ya kendi
yerine başkasını göndermek gücüne sahib olmak. Bizzat gitme gücünün bedeni güç,
mali güç ve yol emniyeti demek olduğunda ihtilâf yoksa da, bedenî ve mali
güçlerin neler olduğu hakkında ihtilâf etmişlerdir.
İmam Şâfıi, îmam Ebû Hanife ve imam Ahmed «Kişinin bedenî ve malî gücü, bineceği
vasıta ile gidip gelinceye kadar yol masrafının bulunması demektir» demişlerdir.
Bu görüş, Ibn Abbas ile Hz. Ömer'in de görüşüdür, imam Mâlik ise: «Eğer kişi
yaya gidebiliyorsa onun hakkında bineceğin bulunması söz konusu değildir,
binecek vasıta bulamazsa da hacca gitmelidir», demiştir, imam Mâlik'e göre yolda
çalışıp yol masrafını -dilencilikle de olsa-çıkarabilen kimse için yol
masrafının da bulunması şart değildir.
Bu ihtilâfın sebebi, hadiste belirtilen hac yoluna güç yetirmenin tarifi ile güç
yetirme lafzındaki umum arasında bulunan çelişmedir. Zira -rivayet olunduğuna
göre- Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e, «Hac yoluna güçyetirmek nedir?» diye
sorulmuş, Efendimiz (s.a.s) de, «Yol azığı ile bineceğinin bulunmasıdır» 8
demiştir.
imam Ebû Hanife ile imam Şâfıi, hadisin bu tarifini yaya gidebilen ve yolda
çalışmakla yol masrafını çıkarabilen kimselere de şamil görmüşlerdir. İmam Mâlik
ise, 'Bu tarif, yaya gidemeyen ve yolda çalışıp yol masrafını çıkaramayan
kimseye mahsustur' demiştir.
Yerine başkasını gönderme gücüne sahip olan kimseye haccın vücubu-na gelince:
îmam Mâlik ile îmam Ebû Hanife'ye göre, kişi bizzat gidemiyor-sa -yerine
başkasını gönderebilse bile- kendisine hac vacib olmaz. îmam Şafii'ye göre ise
vacib olur. Şu halde Şâfıi mezhebine göre, bizzat hacca gidemeyen bir kimse eğer
yerine başkasını gönderebiliyorsa göndermesi lâzımdır. Şayet -kardeşi veya bir
başka yakını gibi- bir kimse eğer kendi parası ile gidip onun yerine haccetse,
onun üzerinden vücub sakıt olur. işte «Ma'dub» mes'elesi diye söyledikleri
budur. Ma'dub hayvan üstünde duramayan kimse demektir, imam Şafii'ye göre,
kendisine hac lâzım geldiği halde hacca gitmeden ölen kimsenin varislerinin
-eğer kendisinden tereke (miras) kalmış ise- o terekeden onun yerine birini
göndermeleri lâzımdır.
Bu ihtilâfın se bebikıyasın hadis ile çelişmesidir. Zira eğer hacda diğer
ibadetlere kıyas edilirse, hiçbir ibadette niyabet nasıl caiz değilse, hacda da
caiz olmaması lâzım gelir. Nitekim bir kimse bir başkası yerine ne namaz
kılabilir, ne de zekât verebilir. Buhârî ile Müslim'in îbn Abbas'tan
getirdikleri meşhur hadisten ise, bunun caiz olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu
hadiste, «HAS'AM kabilesinden bir kadın Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'e, 'Ya Rasûlallah,
Allah'ın kulları üzerinde hac hususundaki farizası babama, çok yaşlı bir ihtiyar
olduğunda yetişti. Deve üzerinde duramayacak bir durumdadır. Onunyerine ben hac
edebilir miyim?' diye sordu. Rasûl~i Ekrem 'Evet, edebilirsin', diye cevap
verdi. Bu da Haccetul-Veda sır asında-idi» 9 denilmektedir. Bu, sağ olan kimse
hakkındadır.
Haccetmeden Ölen kimse hakkındaki hadis ise, Buhârî'nin kaydettiği bir hadistir
ki bu hadiste de «Cüheyne kabilesinden bir kadın Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'e gelip,
'Ya Rasûlallah, annem sağlığında hacca gitmeği nezretmişti. Fakat nezrini yerine
getirmeden öldü. Onun yerine ben haccedebilir miyim?' diye sordu. Rasûl-i Ekrem
(s.a.s),
«Yerine haccet. Eğer annenin bir borcu olsaydı onu ödemeyecek miydin? O halde
Allah'ın borcu daha önemlidir, buyurdu» 10 denilmektedir. Başkası yerine
tatavvu1 olarak hac etmenin cevazında ise ihtilâf yoktur.
İhtilâf ancak, başkası yerine yapılan haccın farz yerine geçip geçmediği
hu-susundadır.
Bu mevzuda bir başka ihtilâf daha vardır ki p da, ister sağ olan, ister ölen bir
kimse yerine hacceden kimsenin daha Önce hacca gitmiş olmasının şart olup
olmadığı hususundadir.
Kimisi «Şart değildir. Fakat eğer daha önce hacca girmişse daha iyidir»
demiştir.
İmam Mâlik de, ölen kimse yerine hacceden hakkında bu görüştedir. Zira ona göre,
sağ olan kimse yerine hac yapılamaz.
Kimisi de «Başkası yerine haccedebilmek için daha önce hacca gitmiş olmak
şarttır» demiştir. İmam Şâfıi ile diğerleri de bu görüştedir. Bunlara göre, eğer
bu adam daha önce hac yapmamışsa, başkası yerine yaptığı hac kendisine sayılmış
olur. Bunların delili de, İbn Abbas'ın «Rasâl-i Ekrem (s.a.s), bir adamın
«Şibrime yerine LEBBEYKE» diye söylediğini işitti ve adama: 'Şibrime kimdir?'
diye sordu. Adam da ya: «Benim kardeşimdir» ya da: «Bir yakınımdır» dedi.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s):
«Kendin haccetmiş misin?» diye sordu ve adam: 'Hayır', deyince:
«Şu halde önce kendin için sonra Şibrime yerine haccet» dedi» 11 mealindeki
hadisidir.
Diğer grup da «Bu hadis, İbn Abbas'tan mevkuf olarak da, yani «İbn Abbas'ın
kendisi bu adamdan «Şibrime yerine Lebbeyke» diye söylediğini işitmiş ve ona
'Önce kendi yerine, sonra Şibrime yerine haccet' demiştir» şeklinde de rivayet
olunduğu için bu hadis ma'luldur» demişlerdir.
Bu mevzudan olmak üzere, bir kişinin ücret karşılığı olarak hac yapmasının caiz
olup olmadığında da ihtirf etmişlerdir.
İmam Ebû Hanife «Hac bir ibadet olduğu için ücret karşılığında yapılamaz»
demiştir. îmam Mâlik ile İmam Şafii ise cevazını benimsemişlerdir. Bunlar mesned
olarak, «Mushaflann yazımı, camilerin onanm ve yapımı gibi birer ibadet olan
hizmetler ücret karşılığında yapılabilir» demektedirler.
İmam Mâlik'e^göre ise; ücret karşılığında hac yapmak iki çeşittir. Biri,
Mâlikîlerin BELAG diye ad verdikleri şekildir ki, bunda, hacca gidip gelinceye
kadar ne masraf giderse, hepsi, yerine hac yapılan kimseye aittir. Hac yapana
verilen para eğer yeterli gelmezse üzeri tamamlanır ve eğer artarsa, artan
miktar geri verilir. Biri de, normal olan icare şeklidir ki bunda, ücret miktarı
bellidir ve üzerinde anlaşılan ücret ister az, ister çok olsun, ne artan geri
verilir, ne de -eğer eksik kalırsa- bir daha istenir.
Cumhur, köleye -azadlanmadığı müddetçe- hac lâzım gelmediği görüşündedir. Fakat
zahirîler, «Köleye de hac lâzım gelir» demişlerdir.
îşte hac farizasının kimlere vacib olduğu ve kimler hac ederse, sahih olduğu
hakkındaki mes'eleler bunlardır. 12
C- Hacc'ın Ömriîiği ve Fevriliği:
'Hac ne zaman vacib olur?' mevzuuna gelince: Bu mevzudaki ihtilâfın şekli de
şöyledir: Haccın vücubu fevrî midir, yani hac vacib olur olmaz aynı yılda hacca
gitmek vacib midir, yoksa kişinin keyfi ne zaman isterse o zaman hacca gidebilir
mi?
İmam Mâlik ile tabileri arasında bu her iki görüşü benimseyenler de vardır. İmam
Mâlik'in Müteahhirîn olan tabilerinin sözlerinden, hac vücubu-nun fevrî olmadığı
görüşünde oldukları anlaşılmaktadır. Bağdatlı olan tabileri ise, fevrî olduğunu
söylemişlerdir. İmam Ebû Hanife ise her ikisini de söylemiştir. Fakat tabileri
onun, fevrî olduğuna dair sözünü tercih etmişlerdir. İmam Şafii de fevrî
olmadığını söylemiştir.
Fevrî olmadığını söyleyenler, «Peygamber (s.a.s) Efendimiz hacca gitmezden
yıllarca önce hac farz kılınmıştı. Eğer haccın vücubu fevrî olsaydı, Peygamber
(s.a.s) Efendimiz bunca yıl te'hir etmeyip aynı yılda hacca gidecekti. Şayet
mazeret dolayısıyla te'hir ettiğini kabul etsek de, mazeretten dolayı te'hir
ettiğini söylemesi lâzım gelirdi» demişlerdir. Diğerleri de «Hac da, namaz ve
oruç gibi vakitli bir ibâdettir. Namaz vakti çıkıncaya kadar namazı
geciktirmenin günah olduğu gibi, vakitli olan her ibadette asıl,
geciktirilmesinin günah olmasıdır» demişlerdir. Diğer gruba göre ise, namaz ile
hac arasında fark vardır. Zira namazın vakti tekerrür ettikçe vücubu da tekerrür
eder. Fakat hac vaktinin tekerrürü ile haccın vücubu tekerrür etmez.
Kısacası; haccın kişiye vacib olduğu ilk senenin hac vaktini, namaz vaktinin
evveline benzetenler, 'Kişi, -nasıl vaktin evvelinde namaz kılmak zorunda
değilse- ilk senenin hac vakr;nde de hac yapmak zorunda değildir' demişlerdir.
İlk yılın hac vaktini namaz vaktinin sonuna benzetenler ise, «Kişi namazını
vaktin sonunda da kılmadığı taktirde nasıl namazı kazaya kalıyorsa, ilk yılın
hac vaktinde hac etmeyenin haccı da kazaya kalmış olur» demişlerdir.
Bunlar ayrıca «Kendisine hac lâzım gelen kimse, ertesi yılın hac vakti gelmeden
ölebilir» şeklinde de delil getirmişlerdir. Bunlar -zannedersem-«Namaz vaktinin
başında kılmmasa da kazaya kalmış olmaz. Fakat hac, vaktinde yapılmazsa hacca
elverişli olmayan bir vakte girmiş olur. Bu balamdan da, haccın vacib olduğu ilk
yılın hac vakti ile namaz vaktinin başı arasında
benzerlik yoktur. Bunun için, hacci da namaza kıyas ederek, 'Namaza dair olan
mutlak emir nasıl fevrî değilse, hacca dair olan mutlak emir de fevrî değildir
denilemez' şeklinde de delil getirmişlerdir.
Şu halde bu ihtilâf -zannedildiği gibi- şeriatte bir emir mutlak olduğu zaman o
emir fevrî (acil) midir, yoksa müterahi (serbest) midir? Yani şeriatte «Şu işi
yapın» şeklinde bir emir bulunduğu zaman, o emir yapılması emredilen şeyi hemen
yapmanın vücubunu gerektirir mi, yoksa «yapın da ne zaman olursa olsun» demek
midir diye edilen ihtilâfa girmemektedir. 13
D- Kadının Haca:
Bu babın ihtilâf edilen konularından biri de, kendisi ile birlikte hac
yolculuğuna çıkacak bir mahremi bulunmayan kadına haccm vacib olup olmadığı
mes'elesidir. îmam Mâlik ile îmam Şafii, «Bu kadın için vücub şart değildir,
kadın, emniyetli birkaç kadın arkadaş bulursa hac yolculuğuna çıkabilir»
demişlerdir. îmam Ebû Hanife, îmam Ahmed ve bir kitle ise; «Kadınla birlikte hac
yolculuğuna çıkacak bir mahremi bulunmazsa kadına hac vacib olmaz» demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi, haccm ve hac yolculuğuna çıkmanın vücubuna dair olan emir
ile, kadının beraberinde bir mahremi bulunmaksızın üç günlük bir yolculuğa
çıkmasına dair olan yasak arasında bulunan çelişkidir. Zira Ebû Said el-Hudrî,
Ebû Hüreyre, îbn Abbas ve îbn Ömer'in hadisleri ile sabittir ki Peygamber
(s.a.s) Efendimiz,
«Allah'a ve kıyamet gününe inanan bir kadının -beraberinde bir mahremi
bulunmaksızın- yolculuğa çıkması helâl değildir» 14 buyurmuştur.
Hacc'ın vücubuna dair olan emrin umumunu bu hadise üstün kılanlar, «Kadın,
beraberinde mahremi bulunmasa da hac yolculuğuna çıkabilir» demişlerdir. Haccın
vücubuna dair emrin umumunu bu hadis ile tahsis edenler ya da bu hadisi hac
yoluna güç yetirmenin bir tarifi mahiyetinde görenler ise, «Kadın -beraberinde
mahremi bulunmaksızın- hac yolculuğuna çıkamaz» demişlerdir.
îşte hac denilen bu ibadetin vücubunu ve ne ile, kimlere ve ne zaman vacib
olduğunu anlatmış olduk. Şimdi de söz sırası Umre denilen ibadete gelmistir.
Kimisi «Hac gibi, Umre de vacibtir» demiştir. İmam Şafii, îmam Al med, Ebû Sevr,
Ebû Ubeyd, Süfyan Sevrî ve Eyzâî de bu görüştedirler. B görüş aynı zamanda
ashabtan îbn Abbas ile îbn Ömer'in ve tabiilerden bir 15 maatin de görüşüdür.
îmam Mâlik ile bir cemaat de «Umre sünnettir», îmam Ebû Hanife is «Tatavvu
(nafile)'dur» demiştir ki Ebû Sevr ile îmam Dâvûd da bu görüşte dirler.Umrenin
vücubunu benimsemiş olanlar,
AHahiçin hac ve umreyi tamamlayınız"1 âyet-i kerimesi ve bu yolda rivayet olunan
birtakım hadislerle ihticac etmiş lerdir.
Bu hadislerden biri, îbn Ömer'in «Güzel yüzlü beyaz elbiseli bir Arabi
Rasûlullah (s.a.s)'ın yanına girip, 'islâm nedir?' diye sordu. RasûlullaJ
(s.a.s),
«Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ı) Peygamberi
olduğuna şehadet getirmen, namaz kılman, Ramazan'da oru\ tutman, hac ve umre
etmen ve cenabetten gusûl yapmandır» diye cevap ver di» 16mealindeki hadisidir.
Abdürrezzak da «Ma'mer, Katâde'den naklen bize dedi ki: "Hac yolum gücü yeten
kimselerin beyti ziyaret etmeleri insanlar üzerinde Allah'a bir hakkıdır" 17
mealindeki âyet-i kerime indiği zaman, Rasûl-i Ekren
«Allah'ın hakkı ikidir. Biri, bir kere hac etmek, biri de bir kere umn
yapmaktır. Kim ki ikisini yaparsa farzı yerine getirmiş olur. Artık önce hah
gisini yaparsan senin için zararı yoktur» buyurdu» 18 demiştir.
Zeyd b. Sâbit'ten, Rasûlullah'ın (s.a.s) şöyle buyurduğu rivayet edilir «Hacc ve
umre iki farzdır. Hangisiyle başlarsan başla, sana zararı olmaz» 19.
îbn Abbas'tan da «Umre vacibtir» diye rivayet olunmuştur ki bazılar buna, merfu'
hadis demişlerdir 20.
Umre vacib değildir diyen diğer grubun delilleri de, İbn Ömer'in
«İslâm dini be§ temel üzerine kurulmuştur..» hadisi gibi, islâm'ın farzlarını
sayarken yalnız haccı söyleyip umreden bahsetmeyen meşhur hadislerdir ki
bunlardan biri de, İslâm'ın farzlarını soran adamın meşhur hadisidir. Zira bu
hadisin bazı rivayetlerinde
«Ve beyti hac etmendir» ziyadesi vardır. Bunlar, "Allah için hac ve umreyi
tamamlayınız" âyet-i kelimesindeki emir umrenin vücubunu gerektirmez. Zira bir
ibâdete başlanırsa o ibâdet sünnet de olsa onu tamamlamak vacib olur demiş
olabilirler. Umrenin sünnet olduğunu söyleyenler, bunlardan başka birkaç hadisi
daha delil olarak getirmişlerdir. Bu hadislerden biri Haccac b. Ertat'ın
Muhammed b. el-Münkedir'den, Mu-hamed'in de Cabir b. Abdullah'tan rivayet ettiği
hadistir. Zira bu hadiste, «Birisi Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'e, 'Umre vacib midir?'
diye sordu. Rasûl-i Ekrem (s.a.s),
«Hayır, umre vacib değildir. Fakat umre yaparsan senin için daha iyi olur» diye
cevap verdi» 21 denilmektedir.
Ebû Ömer, «Yalnız Haccac b. Ertat tarafından rivayet olunan hadisler hüccet
olamaz» demiştir.
Umre tatavvu'dur diyenler de, Ebû Salih el Hanefi'nin «Rasûl-i Ekrem (s.a.s):
«Hac vacibür, umre ise tatavvu'dur»
b-yurdu» 22diye rivayet ettiği hadis ile ihticac etmiş olsalar gerektir. Fakat
bu hadis münkatı'dır.
îşte umre hakkında ulemayı ihtilâfa düşüren sebep, hadisler arasındaki bu
çelişme ile hac ve umrenin tamamlanmasını emreden âyet-i kerimenin umrenin
vücubunu ifade edip etmediği hakkındaki farklı kanaatle dir. 23
49.
Hacc'ın Rükünleri ve Hacc Esnasında Yapılması ve Sakınılması Gerekli Haller
Bu ibadet -yukarıda da söylediğimiz gibi- hac ve umre olmak üzere iki şeydir.
Hac da İFRAT, TEMETTÜ' ve KIRAN olmak üzere üç kısımdır. Bunların hepsi, muayyen
yerlerde ve muayyen zamanlarda yapılan ve bir kısmı farz olup bir kısmı farz
olmayan birtakım fiilleri ve bu fiiller için şart olan birtakım terkleri ihtiva
etmekte ve bunlarda bir eksiklik bırakıldığı veya onları yapmaya bir engel
çıktığı zaman da birtakım hükümler lâzım gelmektedir.
İşte bu bölüm, o fiil ve terklerden, üçüncü bölüm de o hükümlerden
bahsetmektedir. Şu halde, biz önce fiillerden başlayalım. Bu fiillerden bir
kısmı, bu her dört kısım arasında, yani ifrad, temettü1 ve kıran hacları ile
umre arasında müşterektir. Bir kısmı da her birine mahsustur. Bunun için biz,
önce müşterek olan, sonra her birine hâs olan fiilleri ele alacağız. Gerek
haccın ve gerek umrenin ilk fiili, ihrama girmektir. 24
1.İhramın Şartları:
ihrama girmenin birinci şartı, yerinde ve zamanında ihrama girmektir. İhrama
girildiği yerlere de 'hac mûtatları' denilir. Şu halde bizde bundan başlayalım:
25
A- Mekân Mikatîari:
Ulemanın hepsi, Medine tarafından gelenlerin Mikat'ı (ihrama girme yeri)
Zülhüleyfe, Şam tarafından gelenlerin mikat'ı Cühfe, Necid ve Yemen tarafından
gelenlerin mikat'ı da Yelemlem denilen semtler olduğunda müttefiktirler. Çünkü
bu mikat'ların İbn Ömer ve başkalarının hadisleri ile Peygamber (s.a.s)
Efendimiz tarafından bildirildiği sabittir. Fakat Irak tarafından gelenlerin
Mikat'ı hakkında ihtilâf etmişlerdir.
Fukahanın cumhuru 'Irak tarafından gelenlerin mikat'ı, Zat-ü Irk denilen yerdir'
demiştir. îmanı Şafii ile Süfyan Sevrî ise «Eğer Akîk denilen semtten ihrama
başlansa daha iyi olur» demişlerdir. Irak tarafından gelenlere mikat tayin
edenin kim olduğu hakkında da ihtilâf etmişlerdir. Bir grup: «Hz. Ömer» , bir
grup da «Peygamber (s.a.s) Efendimiz tayin etmiştir» demiştir. Cabir, İbn Abbas
ve Hz. Âişe «Irak tarafından gelenlere mikat olarak Akîk ve Zat-ı Irk'ı,
Peygamber (s.a.s) tayin etmiştir» 26 demişlerdir.
Ulemanın cumhuru «Yanlışlıkla da olsa, ihram niyeti ile bu yerleri geçtikten
sonra ihrama giren kimseye kurban lâzım gelir» demiştir. Bunlardan kimisi «Eğer
tekrar makata dönüp orada ihrama girse kendisinden kurban sakıt olur» demiştir
ki, îmam Şafii bu görüştedir. Kimisi «Dönse de kurban sakıt olmaz» demiştir.
Bunu da diyen İmam Mâlik'tir.
Kimisi «Dönse de dönmese de ona kurban lâzım gelmez» demiştir. Kimisi de «Eğer
dönmese haccı fesada gider. Bunun için mutlaka dönüp mi-kat'ta ihrama girmesi
lâzımdır» demiştir ki, bunlar ahkâm bahsinde gelecektir. Ulemanın cumhuru, «Evi
bu inikatlarla Mekke arasında olanlar için mikat, kendi evleridir» demişlerse
de, evleri ile mikattan hangisinin kendileri için daha sevaplı olduğunda ihtilâf
etmişlerdir. Kimisi: «Evleri daha efdal-dir, mikat kendileri için ruhsattır»
demiştir ki İmam Şafii, İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve bir cemaat bu
görüştedirler.-İmam Mâlik, îshak ve İmam Ahmed ise «Mikatlardan ihrama girmeleri
daha efdaldir» demişlerdir. Bunların mesnedi, yukarıda bahsi geçen hadislerle
Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in mikatlardan ihrama girmesi ve mikatlardan ihrama
girmeyi emretme-sidir.
Diğer grup da «İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Mes'ud ve başkaları gibi as-habtan
birçok kimseler inikatlar ötesinden ihram bağlamışlardır. Tabiidir ki onlar
adabı bizden daha iyi bilirlercfc» demişlerdir. Zahirîlerin usûlü, mikatlardan
başka yerden ihrama girmenin caiz olmamasını gerektirmektedir. Meğer bunun aksi
üzerinde icma' edilmiş ola.
Kendi mikatım bırakıp da başka mikattan, meselâ Medine tarafından geldiği halde
Zülhüleyfe'den değil de Cühfe'den ihram bağlayan kimse hakkında ihtilâf
etmişlerdir. Kimisi «Ona kurban lâzım gelir» demiştir ki İmam Mâlik ile
tabilerinden bir kısmı bu görüştedirler. İmam Ebû Hanife ise, «Ona bir şey lâzım
gelmez» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, bunun terki kurban kesmeyi gerektiren nüsük-lerden
(fiillerden) olup olmadığında ihtilâf etmeleridir.
Hac veya umre niyeti ile gelip de bu mikadan geçtikten sonra ihram bağlayan
kimseye kurban lâzım geldiğinde ihtilâf yoktur. Fakat hac veya umre niyeti ile
gelmeyen kimsenin mikatta ihram bağlamak mecburiyetinde olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir.
Kimisi «Yolculuğa hac veya umre için olsun olmasın, kişi -eğer odunculukla
uğraşanlar gibi çok gidip gelmiyorsa- mikat'a geldi mi, ihram bağlaması lâzım
gelir» demiştir ki, İmam Mâlik bu görüştedir. Kimisi de «Ancak hac veya umre
yapmak için gelip de ihram bağlamayana kurban lâzım gelir» demiştir.
Bu ihtilâf ve tafsilat Mekke'nin içinde oturmayanlar hakkındadır. Mekke'de
oturanlar ise, hac veya umre yapmak istedikleri zaman, mutlaka Mekke hareminin
sınırları dışına çıkıp oradan ihram bağlamaları lâzımdır. Mekke halkının ne
zaman ihram bağlamaları gerektiği hususunda ise, kimisi «Zülhicce ayının
hilâlini gördükleri zaman ihram bağlarlar», kimisi de «Halk, Mina'ya çıktığı
zaman ihram bağlarlar» demiştir.
İşte haccın çeşitleri ile umre için şart olan yer mikatlan bunlardır. 27
B- Zaman Mîkâti:
Yer mikatı nasıl muayyen yerler ise, zaman mikan da haccın her üç çeşidi için
muayyen bir zamandır ki bu zaman da ulemanın ittifakı ile Şevval ve Zülkade
aylan ile Zülhicce ayının başından dokuz gündür. îmam Mâlik; «Bu üç ayın tamamı
haccın zaman mikatıdır» demiştir. İmam Şafii de: «Şevval ve Zülkade aylan ile
Zülhicce'nin ilk on günüdür» demiştir. îmam Ebû Hanife ise «Sadece on gündür»
demiştir. îmam Mâlik'in delili
"Hac zamanı malum olan birkaç aydır" 28 âyet-i kerimesidir. Zira eğer hac zamanı
Şevval ve Zülkade ayları ile Zülhicce ayından sadece dokuz veya on gün olursa o
zaman hac zamanı birkaç ay olmaz, iki aydan fazla olur.
Diğerlerinin delili de, üç ay daha bitmeden hac menasikinin bitmesidir. Bu
ihtilâfın faydası şudur: Eğer Zülhicce ayının tamamı hac zamanı olursa
Tavafü'l-îfada denilen son tavaf ayın sonuna bırakılabilir, eğer olmazsa
bırakılmaz, Hac zamanı Şevval ayının girmesi ile başladığı için, ondan önce
ih-ramlanan kimsenin, ihramı sahih olur mu, olmaz mı diye ihtilâf etmişlerdir,
îmam Mâlik «Sahihtir, fakat mekruhtur» demiştir. Diğerleri de «Sahih değildir»
demişlerdir.
îmam Şafii ise «Umre ihramına dönüşür» demiştir. Hac zamanım namaz vaktine kıyas
eüenler, «Namaz nasıl vaktinden önce kılmamı yorsa, hac zamanından önce ihrama
girilemez» demişlerdir.
"Hac ve umreyi tamamlayınız" mealindeki âyet-i kerimenin umumuna dayananlar ise,
«Ne zaman ihrama girilirse girilsin ihram mün'akıt olur. Zira Cenâb-ı Hak
tamamlanmasını emretmiştir» demişlerdir. Herhalde bunlar, haccı da bu hususta
umreye ve haccın zaman mikatmı umrenin zaman mikatma kıyas etmişlerdir.
imam Şafii'nin görüşü de şu kaideye dayanmaktadır: «Bir kimse eğer bir ibâdeti
benzeri olan bir başka ibadetin vaktinde yaparsa, o ibâdet o vakte mahsus olan
ibadete dönüşür. Meselâ bir kimse nezretmiş olduğu orucu Ramazan ayında tutarsa,
tuttuğu oruç nezir niyeti ile tutulduğu halde Ramazan orucuna dönüşmüş olur».
Fakat İmam Mûlik'in mezhebinde bu kaidenin sıhhatinde ihtilâf edilmiştir.
Umrenin zaman mikatına gelince: Ulema, senenin bütün aylarında umre yapmanın
cevazında müttefiktirler. Zira cahiliye devrinde hac zamanında umre yapılamazdı.
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,dur.
«Umre artık kıyamete kadar hacca girmiştir» 29 sözünün mânâsı bu-imam Ebû Hanife
ise «Arefe, Kurban bayramı ve Teşrik günlerinde umre yapmak mekruhtur» demiştir.
Ulema bir sene içinde umreyi tekrarlamanın hükmünde ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik, «Her yıl umre yapmak müstehabtır. Fakat bir yıl içinde umreyi
tekrarlamak mekruhtur» demiştir, imam Şafii ile imam Ebû Hanife ise «Mekruh
değildir» demişlerdir.
İhramın zaman ve yer inikatlarının şartlan hakkında söylemek istediklerimiz işte
bunlardır. Bundan sonra sırayı ihramın kendisine getirmeliyiz. Fakat önce, ihram
için şart olan terkleri, yani aslında mubah olup fakat ihramda iken sakınılması
gereken şeyleri, sonra ihramda olan kimseye, -ihramdan çıkıncaya kadar- mahsus
olan fiilleri anlatmalıyız ki, haccın bütün fiil ve terkleri bunlardır. Ondan
sonra bu fiil ve terklerden bir eksiklik bırakıldığı zaman lâzım gelen hükümleri
anlatacağız. 30
2. Aslında
Mubah Olup îhram Halinde Sakınılması Gereken Şeyler
Bu babın aslı, İmam Mâlik'in Nafi'den, Nafi'in de Abdullah b. Ömer'den rivayet
ettiği sabit olan hadistir ki bu hadisin metni şöyledir:
«Bir adam Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e: ihramda olan kimse elbise
lerden ne giyebilir? diye sordu. Efendimiz (s.a.s):
«Ne gömlek, ne sarık, ne don, ne serpuş, ne de ayakkabı giymeyiniz. Ancak birisi
terlik bulamazsa ayakkabı giyebilir. Fakat asık kemikleri dışarıda kalacak
şekilde kessin. Zaferan ya da Vers denilen boyanın değdiği herhangi bir şeyi de
giymeyiniz» buyurdu» 31diye rivayet ettiği hadistir. 32
A- Dikişli Elbise Giymek:
Ulema da bu hadiste varid olan bazı hükümler üzerinde ittifak, bazılarında da
ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife «İhramda olan kimse don
giyemez. Şayet giyse kendisine fidye lâzım gelir» demişlerdir, imam Şâfti,
Süfyan Sevrî, imam Ahmed, Ebû Sevr ve İmam Dâvûd ise «Ruba bulamadığı zaman don
giyse, kendisine bir şey lâzım gelmez» demişlerdir.
imam Mâlik, yukarıda geçen îbn Ömer'in hadisinin zahirine dayanarak, «Eğer
kişiye, ruba bulamadığı zaman don giyme ruhsatı bulunsaydı Peygamber (s.a.s)
Efendimiz, -terlik bulamayan kimseyi nasıl istisna etmişse-bunu da istisna
edecekti» demiştir. Diğer grubun mesnedi de Amr b. Dinar'ın Câbir ve Ibn
Abbas'tan, «Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'den,33 mealinde rivayet ettiği hadistir.
Ulemanın cumhuru, terlik bulamayan kimsenin aşık kemikleri dışarda kalacak
şekilde kesilen ayakkabıyı giyebildiği görüşündedir, imam Ahmed, Ibn Abbas'ın
hadisindeki itlak'a (mutlak oluşa) bakarak, «Eğer terlik bulamazsa, boğazı
kesilmeyen ayakkabıyı da giyebilir» demiştir. Zira bu hadiste böyle bir şart
yoktur. Atâ ise «Ayakkabıları, aşık kemikleri görünecek şekilde kesmek, onları
bozup heder etmektir. Malı heder etmek ise, Allah'ın sevmediği bir şeydir»
demiştir.
Ayakkabılarını, aşık kemikleri görünecek şekilde kestiği halde giyen kimse
hakkında da ihtilâf etmişlerdir, imam Mâlik: «Ona fidye lâzım gelip> demiştir ki
Ebû Sevr de bu görüştedir.
îmam Ebû Hanife ise «Fidye lâzım gelmez» demiştir. İmam Şafii'den ise, her iki
kavil de rivayet olunmuştur. Bunu ahkâm bahsinde de söyleyeceğiz.
Ulema, ihramda olan kimsenin, vers veya zaferan ile boyanmış bir elbiseyi
giyemiyeceği görüşünde müttefiktirler. Fakat usfür denilen boya ile boyanmış
elbisede ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik «Sakıncası yoktur. Zira bu boya kokulu
değildir» demiştir.
İmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî ise, «Bu da kokulu bir boyadır. Onun için fidye
lâzım gelir» demişlerdir. İmam Ebû Hanife'nin delili, İmam Mâlik'in, Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in bunu giymeyi yasak ettiğine dair Hz. Ali'den getirdiği
hadistir 34.
Ulema, ihram hükmünün kadınlar için yüze mahsus olup kadınların baş ve saçlarını
ihram halinde örtebildiklerinde ve yüzlerini erkeklerin nazarından korumak için
baş örtülerini yüzleri üzerine hafif bir şekilde sarkıtabil-diklerinde
müttefiktirler. Zira -rivayet olunduğuna göre- Hz. Âişe, «Biz ihramda Peygamber
(s.a.s) Efendimizle birlikte bulunuyorduk. Bizim yanımızdan herhangi bir kafile
geçtiği zaman baş örtümüzü yüzümüz üzerine sarktırıyor ve kafile geçtikten sonra
kaldırıyorduk» 35 demiştir.
İhram halinde kadınların yüzlerini örtmeleri hakkında, İmam Mâlik'in Patıma
binti Münzir'den: «Biz Ebû. Bekir kızı Esma ile birlikte ihramda iken yüzümüzü
örterdik» mealinde getirdiği hadisten başka bir dayanak yoktur.
Erkeğin ihramda iken başını örtmesinin caiz olmadığında müttefik olan ulema,
yüzünü örtmesinin caiz olup olmadığında ise ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik, İbn
Ömer'den «Çene başından yukarısı yüzden sayıldığı için ihramda örtülemez» diye
rivayet etmiş ve kendisi de bunu benimsemiştir.
İmam Mâlik1 ten «Eğer ihramda olan kişi yüzünü örtüp de derhal açmazsa kendisine
fidye lâzım gelir» diye söylediği de rivayet olunmuştur.
İmam Şafii, Süfyan Sevrî, İmam Ahmed, İmam Dâvûd ve Ebû Sevr ise «ihramda olan
kişi, aşağıdan yukarıya doğru kaşlarına kadar yüzünü örtebilir» demişlerdir. Bu
görüş, ashabtan Hz. Osman, Zeyd b. Sabit, Câbir, îbn Abbas ve Sa'd b. Ebî
Vakkas'tan da rivayet olunmuştur. Kadının eldiven gi-yebilmesinde de ihtilâf
etmişlerdir. İmam Mâlik: «İhramda eldiven giyen kadına fidye lâzım gelir»
demiştir. Fakat Süfyan Sevrî kadının eldiven giymesini caiz görmüştür. Hz.
Âişe'nin de bunu caiz gördüğü rivayet olunmaktadır.
İmam Mâlik, Ebû Davud'un «Peygamber (s.a.s) kadınları peçe ve eldiven giymekten
ne hy etmiş t ir» 36mealinde getirdiği hadise dayanmıştır. Bazı raviler bu
hadisi îbn Ömer'den merfu olarak rivayet etmektedirler. Hadis ulemasından
bazıları bu hadisin merfu olduğunu doğrulamışlardır. Ulemanın libas (giyim)
hakkındaki ihtilâf ve ittifaklarına dair olan meşhur mes'eleler bunlardır. Bütün
bu ihtilâflar, meskût geçenlerden bazılarını mantuk'a kıyas etmekte ve mantuk
olanlardan bazısının tefsirinde, bazısının da sıhhatinde ihtilâf etmelerinden
ileri gelmiştir. 37
B- Güzel Koku Sürünmek:
İhramda iken sakınılması gereken şeylerden biri de güzel koku sürünmektir. Zira
bütün ulema, ister hac, ister umre için olsun ihrama giren kimsenin güzel koku
sürünmesinin caiz olmadığında icma1 etmişlerdir. Ancak, ihrama girmezden önce
koku sürünen kimsenin hükmünde -koku devam ettiği için- ihtilâf edip kimisi bunu
mekruh, kimisi caiz görmüştür. Mekruh görenlerden biri İmam Mâlik'tir. İmam
Mâlik mekruh olduğunu Hz. Ömer'den de rivayet etmiştir. Ashabtan Hz. Osman ile
îbn Ömer ve Tabiilerden bir kitle de bu görüştedirler. İmam Ebû Hanife, îmam
Şafii, Süfyan Sevrî, îmam Ahmed ve îmam Dâvûd da caiz görenlerdendirler. îmam
Mâlik'in hadis bakımından delili, sıhhatli hadis kitaplarında yer alan'Yala b.
Ümeyye'nin «Birisi Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'in yanına gelip: 'Ya Rasûlallah, güzel
koku sürünmüş olarak umre için ihrama giren kimse hakkında ne buyurursunuz?'
diye sordu. Nebi (s.a.s) bir müddet sustuktan sonra kendisine vahiy indi ve
vahiy hali kendisinden sıyrıldıktan sonra: 'Hani umreyi soran kimse nerede?'
buyurdu. Bunun üzerine adam aranıp getirildi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s):
«Bedenine bulaşan kokuyu üç kere yıka, cübbeyi de çıkar, (bu ihramı giy) sonra
hac fiillerini umren de de yap» buyurdu» mealindeki hadisidir 38. Bu hadis
uzundur. Yalnız fıkhî kısmını aldım.
İkinci grubun delili ise, îmam Mâlik'in rivayet ettiği Hz. Aişe'nin «Rasûlullah
(s.a.s) ihrama girmek istediğinde, ihrama girmeden ve ihramdan çıkmak
istediğinde de Kabe'yi tavaf etmede n7> as ma koku sürüyordum» 39 mealindeki
hadisidir.
Birinci grup kendi görüşlerine, Hz. Aişe'den rivayet olunan bir başka hadisi
delil göstermişlerdir. Bu hadiste, Hz. Âişe'nin, İbn,Ömer'in ihrama girmek
isteyen kimsenin koku sürünmesini doğru bulmadığını öğrenince 'Allah, Ebû
Abdurrahman'daia razı olsun. Ben kendi elimle Rasûlullah (s.a.s)'a koku sürdüm
de zevcelerini dolaştı ve ertesi gün ihrama girdi' dediği bildirilmektedir 40.
Derler ki: Rasûlullah (s.a.s), zevcelerini dolaştığına göre gusletmiştir.
Gusleden kimse üzerinde ise, kalsa kalsa kokunun eseri kalır, aynı kalmaz.
Bunlar ayrıca şunu da demişlerdir: «Av öldürmek ve elbise giymek gibi ihram
halinde işlenmesi caiz olmayan bir işi işlemek nasıl caiz değilse, eğer ihramdan
önce o iş işlenirse işlenen o işi devam ettirmek de icma' ile caiz değildir.
Meselâ ihrama girmeden önce av öldüren kimsenin, avını ihram halinde beraberinde
bulundurulması veya ihramdan önce elbise giyen kimsenin, elbiseyi ihram halinde
çıkarmayıp üzerinde taşıması caiz değildir. Şu halde güzel kokunun da böyle
olması gerekmektedir».
Buna göre bu ihtilâfın sebebi, hadislerin bu hususta birbirleriyle
çe-lişmesidir. 41
C- Cinsî Birleşme:
İhramda iken sakınılması gereken şeylerin üçüncüsü kadınlara yaklaşmaktır. Çünkü
bütün islâm müctehidleri, 'Hacca giden kimsenin ihrama girdiği ândan itibaren
cima' etmesi haramdır' demişlerdir. Zira Cenâb-ı Hak
Hac'da ne cima1, ne cimaa yol açan diğer çirkinlikler ne de çekişip didişmeler
yoktur" 42 buyurmuştur. 43
D- Yıkanma:
Hacc'ın dördüncü yasağı, kir ve kılları gidermek ve bitleri Öldürmektir. Ulema
'Ancak, eğer kişi ihtilâm olursa başını yıkayabilir* demişlerdir. Normal olarak
baş yıkamanın hükmünde ise ihtilâf etmişlerdir. Cumhur, 'Kişinin başını
yıkamasında bir sakınca yoktur' demiş ise de. tmam Mâlik 'Cenabet guslünden
başka diğer yıkanmalar mekruhtur' demiştir.
İmam Mâlik'in mesnedi, «Abdullah b. Ömer ihramda, cenabetten başka bir şey için
başını yıkamazdı» diye rivayet olunan eserdir. Cumhurun mesnedi ise, İmam
Mâlik'in Abdullah b. Cübeyr'den rivayet ettiği bir hadistir. Bu hadise göre
Abdullah b. Cübeyr, «İbn Abbas ile Misver b. Mahreme, Ebva1 da ihtilâf ettiler.
İbn Abbas, 'İhramdaki adam başını yıkayabilir1, dedi. Nfts-ver 'Yıkayamaz',
dedi. Bunun üzerine İbn Abbas beni Ebû Eyyûb el-Ensârî'ye gönderdi. Ebû Eyyûb'un
yanına vardığımda onu, bir libasa örtünmüş olarak başını yıkar gördüm ve ona
selâm verdim. Ebû Eyyûb 'Kimdir o gelen?', dedi. Ben, 'Abdullah b. Cübeyr'im'.
Abdullah b. Abbas beni, 'Rasûlullah (s.a.s) başını nasıl yıkardı?' diye sormak
için sana gönderdi dedim. Bunun üzerine elini libası üstüne koyup başı bana
görününceye kadar baha doğru eğildi ve birisine, 'Başıma su dök' dedi. Adam da
döktü. O da her iki elini başının üstünde ileri geri götürüp getirdi ve sonra,
'Rasûlullah (s.a.s)'ın başını böylece yıkadığını gördüm' dedi 44.
Hz. Ömer de ihramda iken başım yıkardı ve, 'Su saçların darmadağınık-îığını
arttırmaktan başka bir şey yapmaz derdi' demiştir.
İmam Mâlik, Muvatta'da rivayet ettiği bu hadisi, cenabet guslüne hamletmiş ve
«İhramda olan kimsenin, bitleri öidüremediğinde, kıllarım çekemediğinde ve
kirlerini gideremediğinde icma' edilmiştir. Halbuki başını yıkayan kimse -şübhe
yoktur ki- ya bunların hepsini ya da bazısını yapar» demiştir.
Ulema «İhramda olan kimse başını hıtmi ile yıkayamaz» demişlerse de, yaptığı
taktirde ona fidye lâzım gelir mi gelmez mi, diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife «Lâzım gelir», Ebû Sevr ile diğerleri ise «Lâzım
gelmez» demişlerdir.
İhramda olan kimsenin hamama gitmesinde de ihtilâf etmişlerdir: İmam Mâlik bunu
da mekruh görüp «gidene fidye gerekir» demiştir.
İmam Ebû Hanife, İmam Şafii ve Ebû Sevr ise, «Hamama gitmekte sakınca yoktur»
demişlerdir. îbn Abbas'm ihramda iken hamama gittiği, iki tarikten rivayet
olunmuştur. Fakat en kuvvetli görüş, hamama gitmenin mekruh olmasıdır. Zira
ihramda olan kimse, kirlerini gidermekten nehyedilmiştir. 45
E- Avlanma:
Hacc'ın beşinci yasağı ihramda avlanmaktır. Bunun hakkında da icma1 vardır. Zira
Cenâb-ı Hak,
'İhramda iken av öldürmeyiniz" 46ye
"İhramda bulunduğunuz müddetçe kara avı size harariı'kılmmıştır" 47 buyurmuştur.
Ulema, ihramda olan kimsenin karada avlanmasının ve tuttuğu avın etini yemesinin
haram olduğunda müttefiktirler. Fakat başkası tarafından avlanan avın etini
yemesinde ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Mutlaka caizdir» demiştir. îmam Ebû Hanife bu görüştedir. Bu görüş aynı
zamanda Hz. Ömer'le Hz. Zübeyr b. Avvam'ın da görüşüdür.
Kimisi «Mutlaka haramdır» demiştir, ki bu da İbn Abbas, Hz. Ali ve tbn Ömer'in
görüşüdür.
Kimisi de «Eğer kendisi veyahut kendisi gibi ihramda olan diğer bir kimse için
avlanmamışsa caizdir. Eğer ihramda olan bir kimse için avlanmış-sa caiz
değildir» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, hadislerin bu hususta birbirleriyle çelişmeleridir. Çelişen
bu hadislerden biri îmam Mâlik'in kaydettiği Ebû Katâde'nin hadisidir ki bu
hadiste, Ebû Katâde'nin bir hac yolculuğunda Peygamber (s.a.s) Efendimizle
beraber bulunduğu ve Mekke'ye yaklaştıkları sırada bir ara kendisi birkaç kişi
ile birlikte kafileden geri kaldığı ve o sırada kendilerine bir yabani eşek
rastgeldiğinden Ebû Katâde'nin atı üstünde dikilip onu öldürmek için
arkadaşlanndan önce, değneğini, sonra mızrağını kendisine vermelerini istemişse
de, kendisinden başka hepsi ihramda olduğu için kimse ona mızrağını vermeğe
yanaşmadığı ve bunun için kendisinin uzanıp bir mızrak aldığı ve eşeği kovalayıp
öldürdüğü ve arkadaşlanndan kimisinin bu eşeğin etini yiyip kimisinin yemediği
ve Peygamber (s.a.s) Efendimize yetişip durumu kendisine anlattıklarında
Efendimiz (s.a.s)'in,
«O bir ziyafettir, Allah size yedirmiştir» 48 buyurduğu anlatılmaktadır.
Talha b. Ubeydullah'ın hadisi de bu mânâdadır. Nesâî'nin kaydettiği bu hadiste
Abdurrahman Teymi: «Biz Talha b. Ubeydullah ile beraber ihramda idik. Birisi ona
bir ceylan hediye getirdi. O sırada Talha uykuda idi. Kimimiz yemeğe başladık.
Talha uyanınca o da bizimle beraber yedi ve 'Biz ihramda av etini Rasûlullah ile
de birlikte yedik dedi' demiştir 49.
İkinci hadis de, yine İmam Mâlik'in kaydettiği îbn Abbas'ın hadisidir, ki bu
hadiste de; «Peygamber (s.a.s) Efendimiz Ebva veyahut bir başka derede iken
kendisine bir yabani eşek hediye edildi ve fakat Efendimiz (s.a.s) bu hediyeyi
sahibine geri verip,
«Bunu sana, ihramda olduğumuz için geri verdik» buyurdu» 50denilmektedir.
Bu i h t i 1 â fi n bir diğer sebebi daha vardır ki o da, avın etini yemek
yasağı mutlak mıdır, yoksa avın bir ihramlı tarafından Öldürülmüş olması şart
mıdır diye ihtilâf etmeleridir.
Ebû Katâde'nin hadisini tercih edenler, «Mutlaka caizdir» demişlerdir, îbn
Abbas'ın hadisini tercih edenler «Mutlaka haramdır» demişlerdir. Bu iki hadisi
te'lif edenler ise, 'Yasak şartlıdır' demiş ve bu görüşlerini, Câbir'den rivayet
olunan «Rasûlullah (s.a.s),
«Siz ihramda iken kara avı, -tarafınızdan veyahut başkası tarafından, fakat
sizin için avlanmamak şartı ile- size helâldir» 51 hadisi ile takviye
etmişlerdir.
Ulema, zaruret halinde olan kimse murdar olan hayvan veyahut domuz etini nasıl
yiyebiliyorsa, ihram halinde avlanan avı da yiyebilir mi diye ihtilâf
etmişlerdir. İmam Ebû Yusuf ise «Yer, fakat kendisine fidye lâzım gelir»
demiştir.
Birinci görüş, suçların önlenmesi bakımından daha uygun ise de, îmam Ebû Yusuf
un görüşü kıyasa daha muvafıktır. Zira murdar olan hayvanın eti ile domuz eti
lizatihî (doğrudan) haramdırlar. Av eti ise bir sebep için haram kılınmıştır.
Lizatihî haram olan şey ise daha ağırdır.
İşte, ihramda iken işlenmesinin haram olduğu'ittifakla söylenenler bu beş
şeydir. 52
F- îhramhmn Nikâhı:
İhramda evlenmenin, yani nikâh akdini yapmanın haram olup olmadığında ise
ihtilâf edilmiştir.
îmam Mâlik, îmam Şafii, Leys b. Sa'd ve Evzâî, «îhramda olan kimse ne kendisi
evlenebilir, ne de başkasını evlendirebilir. Şayet böyle bir şey yaparsa nikâh
fasittir» demişlerdir ki Hz. Ömer, Hz. Ali, îbn Ömer ve Zeyd b.
Sabit de bu görüştedirler.
îmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî ise, «İhramda olan kimsenin ne evlenmesinde, ne
de evlendirmesinde bir sakınca yoktur» demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi, bu hususta hadislerin çelişmesidir. Hadislerden biri îmam
Mâlik'in rivayet ettiği Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«İhramda olan kimse evlenemez ve evlendiremez» buyurduğuna dair Hz. Osman'ın
hadisidir 53. Bu hadis ile çelişen diğer hadis ise îbn Abbas'ın «Rasûlullah
(s.a.s) ihramda iken Hz. Meytn-ûne ile evlendi» mealindeki hadisidir 54. Bu
hadis, sahih hadis kitaplarında yer almıştır. Fakat Ebû Rafı1 Ebû Rafı'nin
azadhsı ve Zeyd b. Esam gibi birçok kimse Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in ihramda
değilken Hz. Meymûne üe evlendiğini Hz. Meymûne'den rivayet etmişlerdir 55.
Bununla beraber, bu rivayetleri -birini kerahete, diğerini cevaza hamletmek
sureti ile- telif etmek mümkündür, ihramda olan kimseye haram olan şeylere dair
mes'elele-rin meşhurları bunlardır. İhramda olan kimsenin ne zaman ihramdan
çıkabildiği ise haccın fiilleri bahsinde gelecektir. Zira umre ihramında olan
kimse, Kâ'be'yi tavaf, Safa ile Merve arasında sa'y ve başını traş ettikten
sonra ihramdan çıkabilir. Fakat hac ihramında olan kimsenin ne zaman ihramdan
çıkabildiği hakkında ise ihtilâf vardır, İhramda olan kimsenin sakınması gereken
şeyler hakkındaki bahsimiz burada sona ermektedir. Bundan sonra ihramda olan
kimsenin yapması gereken şeylerin bahsine geçiyoruz. 56
3. Haccın Çeşitleri:
İhramapren kimse, ya yalnız hac niyeti ile, ya yalnız umre niyeti ile, ya da her
ikisinin niyeti ile ihrama girmiş olur ki, bundan, ifrad haccı, temettü* haccı
ve kıran haccı denilen bu ibadetin üç çeşidi hasıl olur. Şu halde biz önce bu üç
çeşit ihramlanmanın tarifini yapmalıyız ki, bunlar arasında gerek müşterek olan
ve gerek -eğer varsa- her birine has olan fiilleri anlatmış olabilelim.
îfrad haccı, temettü' ve kıran hacları olmayan bir hac çeşidi olduğuna ve
bunlarda bulunan evsafın onda bulunmadığına göre, biz yalnız temettü' ve kıran
haclarını anlatırsak ifrad haccı da anlatılmış olur. 57
A- Temettü' Haccı:
Niteliği:
Ulema,
"Hac ihramına girinceye kadar umreden faydalanabilen kimseye
kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir" 58âyet-i kerimesi ile kastedilen
temettü' haccının, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayan bir kimsenin hac
aylarında umre niyeti ile ihrama girip tavaf, sa'y ve baş Irasından ibaret olan
umre menasikini bitirdikten sonra Mekke'de ihramdan çıkması ve evine dönmeden ve
aynı yıl içinde ve daha hac aylan bitmemişken hac ihramına girmesi demek
olduğunda müttefiktirler. AÎıcak Hasan Basrî'den: «Bu adam umreden sonra hac
yapmadan evine dönse de, yine temettü' haccını yapmış gibiu temettü' hükmüne
tabi olup kendisine kurban lâzım gelir. Zira bu adam hac aylan içinde umre
yapmıştır» dediği rivayet olunmuştur. Tavus da «Hac aylanna girmeden umre yapıp
ve fakat hac aylan girinceye kadar Mekke'de oturup aynı yılın hac aylan içinde
hac yapan kimsenin haccı da temettü' haccıdır» demiştir.
Ulema, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kimsenin bu şekildeki haccının
temettü' haccı olduğunda müttefiktirler. Fakat ailesi Mescid-i Haram civannda
oturan kimseden de temettü' haccı vaki olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Vaki olur», kimisi «Vaki olmaz» demiş ve fakat, «Vaki olur» diyenler de
«Kendisine kurban kesmek lâzım gelmez.
Zira Cenâb-ı Hak,
"Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayan kimseler içindir"
59buyurmuştur» demişlerdir.
Aynca ailesi Mescid-i Haram civannda öturanlann kimler olduğunda da ihtilâf
etmişlerdir.
İmam Mâlik «Mescid-i Haram civannda oturanlar, Mekke, Zituva ve o havalide
oturanlardır» demiştir. İmam Ebû Hanife «Hac mikatlan üe Mekke arasında
oturanlar da Mescid-i Haram civannda oturanlardan sayılırlar» demiştir.
İmam Şafii «Mekke ile arasındaki mesafe iki gece olan yerlerde oturanlar
Mescid-i Haram civannda oturanlardan sayılırlar» demiştir ki iki gecelik mesafe,
Mekke'den en uzak olan mikat'm mesafesidir.
Zahirîler de «Mescid-i Haram civannda oturanlar Harem'in sınırlan içinde
oturanlardır» demişlerdir.
Süfyan Sevrî de «Mescid-i Haram'da oturanlar Mekke içinde oturanlardır»
demiştir. İmam Ebû Hanife «Mescid-i Haram civannda oturanlar deyimine girenler
temettü' haccını yapamazlar», îmam Mâlik de «Temettü' haccı onlar için
mekruhtur» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, bunların hepsinin Mescid-i Haram civanda oturanlar deyimi
içine -az çok- girmeleridir. Bunun içindir ki Mekke içinde oturanların bu
deyimin şümulüne girdiklerinde şüphe ve ihtilâf yoktur. Nasıl ki mikatlann
ötesinde oturanlann da bu deyimin içine girmediklerinde ihtilâf yoktur.
îşte temettü' haccı diye meşhur olan haccın bir çeşidi budur. Temettu"un mânâsı,
kişinin umre ihramından çıkışı ile hac ihramına girişi arasındaki zaman içinde,
ihram halinde işlenmesi haram olan şeyleri yapabilmek fırsatını bulması ve hac
için bir daha tâ mikata kadar gidip oradan hac ihramını bağlamak
mükellefiyetinden muaf tutulmasıdır. 60
2, Temettü' Hacemin Umreye
Dönüştürülmesi:
Bundan başka iki çeşit temettü1 daha vardır ki, ulema onlarda ihtilâf
etmişlerdir. Biri, hac ihramını bozup umre ihramına çevirmek, yani daha hac ef
ali tamamlanmamışken hac niyetini umre niyetine dönüştürmektir ki ulemanın
cumhuru, ta ilk zamandan beri bunu mekruh sayageîmişlerdir.
îbn Abbas ise, bunun cevazını benimsemiştir, îmam Ahmed ile îmanı Dâvûd da aynı
görüştedirler. Bununla beraber hepsi, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bir hac
yılında ashabına haclarını umreye çevirmelerini emrettiğinde müttefiktirler.
Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Eğer sonradan hatırıma geleni Önceden düşünseydim beraberimde kurban getirmez
ve haccımı umre yapardım» demiş ve ashabı içinde kurbanlıkları
bulunmayanlara;haclarını umreye çevirmelerini emretmiştir 61. imam Dâvûd ile
tabileri olan Zahirîler bu hadise dayanmışlardır. Cumhur ise, Rabia b.
Abdurrahman'ın Haris b. Hilâl b. Hâris'den, Hâris'in de babasından rivayet
ettiği hadisi ile ihticac ederek bu hükmün ashaba mahsus olduğu görüşünde
bulunmuşlardır. Zira Hilâl b. Haris: «Rasûlullah (s.a.s)'a: 'Ya Rasûlallah,
Haccı umreye çevirmek bize mahsus mudur, yoksa bizden sonrakiler de
yapabilecekler mi?' diye sordum. Rasûlullah (s.a.s)
'Bize mahsustur' dedi» demiştir 62. Fakat bu hadisin sıhhati zahirilerce amel
ile çelişebilecek kadar kuvvetli değildir.
Hz. Ömer'den de «Rasûlullah (s.a.s) zamanında iki mut'a vardı. Ben ikisini de
yasaklıyorum. Biri nikâh mut'ası, biri de hac mut'asıdır» dediği rivayet
olunmuştur (Said b. Mansur, Sünen). Hz. Osman'dan da, «Hac mut'ası bizim içindi,
sizin için değildir» diye rivayet olunmuştur. Ebû Zer (r.a.) de,
«Bizden sonra hiç kimse için haccım bozup umreye çevirmek caiz değildir»
demiştir. Bütün bunlarla beraber ayrıca,
"Allah için hac ve umreyi tamamlayın" 63 âyet-i kerimesinin zahiri de bunları
te'yid etmektedir: Fakat zahirîler, «Allah'ın kitabından veyahut Rasûlullah
(s.a.s)'m sabit olmuş sünnetinden, bir hükmün ashaba mahsus olduğunu gösteren
bir delil bulunmadıkça asıl, ashaba uymaktır» demişlerdir. Şu halde ihtilâfın
sebebi, ashabın bu fiili ashaba mahsus mudur, yoksa âmm (genel) bir hüküm müdür
diye ihtilâf etmeleridir.
Ulemanın, cevazında ihtilâf ettikleri ikinci çeşit temettü' da, Ibn Zübeyr
(r.a.)'in, 'Ayet-i kerimedeki temettu'dan murad budur' dediği düşman veya
hastalık gibi bir mani yüzünden hac a'malini tamamlamaya imkân bulamayan
kimsenin temettu'udur. Zira eğer kişi haç niyeti ile ihrama girip de herhangi
bir yerde -bir düşmanla karşılaşması ya da hastalanması gibi- bir şey yüzünden
-hac aylan bitinceye kadar- hac menasikini bitirmeğe imkân bulamazsa Kabe'yi
tavaf ve Safa ile Merve arasında sa'y edip ihramdan çıkar ve yerinde temettü1
edip ertesi sene hac ettikten sonra kurban keser ki bu kavle göre meşhur olan
temettü' da iema' yoktur demek olur. Tavus da şâzz bir görüşte bulunup, «Mekkeli
olan bir kimse eğer Mekke'den başka bir yerde ihrama girerse ona kurban lâzım
gelir» demiştir. 64
3. Umre'nin Temettü'Haccına
Dönüşmesi:
Ulema, henüz hac aylan girmemişken umre ihramına girip de umrenin menasikini,
hac aylan girdikten sonra tamamlayan ve aynı yılda hac eden kimsenin haccı,
temettü' mudur, değil midir diye ihtilâf etmişlerdir.
imam Mâlik «Eğer hac aylan girdikten sonra umre ihramından çıkarsa hacc-ı
temettu'dur» demiştir ki, îmam Ebû Hanife, imam Şafii ve Süfyan Sevrî'nin
sözleri de buna yakındır. Ancak Süfyan Sevrî: «Eğer umre tavafının bütün şavtlan
(her yedi dolaşımı) da Şevval ayı içinde yapılırsa temettu'dur, yoksa temettü'
değildir» demiştir, imam Şâfıi de bu görüştedir. -
imam Ebû Hanife ise «Üçü Ramazan'da, dördü Şevval'de yapıldığı zaman
temettu'dur, dördü Ramazan'da üçü Şevval'de yapıldığı zaman temettü' değildir»
demiştir.
Ebû Sevr de «Hac aylan girmeden, umre ihramına giren kimse ister hac aylan
girdikten sonra tavaf yapsın, ister önce yapsın mutemetti1 değildir» demistir.
Bu ihtilâfın sebebi, Temettü' yalnız hac aylarında umre ihramına girmekle mi
yoksa onunla beraber tavaf da yapmakla mı hasıl olur diye ihtilâf etmeleridir.
Ebû Sevr «Kişi ancak, hac aylarında umre ihramına gLmekle mutemetti' olur»
demiştir.
İmam Şafii ise: «Umrenin en büyük rüknü tavaf olduğu için, eğer hac aylan içinde
tavaf yapılmazsa temettü' hasıl olmaz» demiştir.
Şu halde cumhura göre umrenin bir kısmım hac aylan içinde yapmak, umrenin
hepsini hac aylan içinde yapmak hükmündedir.
imam Mâlik'e göre temettu'un şartlan altıdır;
1- Umre ile haccın bir ay içinde yapılması,
2- Aynı yıl içinde yapılması,
3- Umreden bir kısmının hac aylan içinde yapılması,
4- Umrenin hacdan önce yapılması,
5- Umre tamamlandıktan ve umre ihramından çıkıldıktan sonra hac ihramına
girilmesi,
6- Umre ve haccı yapan kimsenin Mekkeli olmaması.
îşte temettü' denilen haccın keyfiyeti hakkında meşhurplan ihtilâf ve ittifak
mes'eleleri bunlardır65
B- Kıran Haca:
Kıran haccı, kişinin ya hem umre, hem hac niyeti ile ihrama girmesi, ya da hac
aylan içinde umre niyeti ile ihrama girdikten sonra ve fakat daha umrenin
ihramından çıkmamışken hacca da niyet getirmesidir.
İmam Mâlik'in tabileri, Umre ihramında olan kimse hac niyetini de ne zaman
getirebilir diye ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Bir şavt da olsa henüz tavafa
başlanmamışken hac niyetini getirebilir», kimisi «Tavafı bitirip henüz tavafın
sünnetini kılmamışken getirebilir. Ancak tavaf bittikten sonra ve daha sünnet
kılınmamışken hac niyetini getirmek mekruhtur. Lakin getirdiği taktirde bir şey
lâzım gelmez», kimisi de «Umrenin bütün menasiki daha bitmemişken, meselâ tavaf
ile sa'ydan birisi kalmışken getirebilir» demiştir. Ancak eğer kişi, baş
traşmdan başka, umrenin bütün menasikini bitirmiş olursa artık hac niyetini
getiremez diye ittifak etmişlerdir.
Temettü' haccını yapan kimseye kurban lâzım gelmesi için Mescid-i Haram civannda
oturanlardan olmaması nasıl şart ise, cumhura göre kıran haccını yapan kimse
için de şarttır. Yalnız îmanı Mâlik'in tabilerinden Ibn Mâcişûn, «Kıran haccını
yapan kimseye -Mescid-i Haram civarında oturanlardan da olsa- kurban lâzım
gelir» demiştir.
Ifrad haccı ise bu vasıflan taşımayan, yani umre ile hiç ilgisi bulunmayan ve
yalnız hac niyeti ile ihrama girildiği hac demektir. Ulema, bu hac çeşitleri
arasında hangisinin, yani ifrad mı, temettü' mu, yoksa kıran haccının mı daha
üstün olduğunda ihtilâf etmişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi de, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in hangisini yaptığında
ihtilâf etmeleridir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in ^bunlardan hangisini
yaptığına dair rivayetler değişiktir. îmam Mâlik, Hz. Âişe'nin «Haccetü'1-Vedâ'
yılında Rasûl-i Ekrem (s.a.s) ile birlikte çıktık. Kimimiz yalnız umreyi niyet
ederek, kimimiz de hem haccı, hem umreyi niyet ederek ihrama girdik. Rasûl-i
Ekrem (s.a.s) ise yalnız hac niyetini getirerek ihrama girdi» 66dediğine dair
olan rivayete dayanmıştır. îmam Mâlik bu hadisi Hz, Aişe'den birçok tariklerden
getirmiştir.
Ebû Ömer b. Abdilberr «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in yalnız hacca niyet ederek
ihrama girdiği, Câbir b. Abdullah'tan mütevatir ve birçok sıhhatli yollarla
rivayet olunmuştur ve aynı zamanda bu görüş, Ebû Bekir, Ömer, Osman, Aişe ve
Câbir'in de görüşüdür» demiştir.
Peygamber (s.a.s) Efendimizin Haccetü'l-Veda'da temettü' yaptığını söyleyenler
de, Leys'in Akil'den, Âkiî'in îbn Şihab'tan, îbn Şihâb'ın da îbn .Ömer'den
«Rasûl-i Ekrem (s.a.s) Haccetü'1-Veda' da önce umre yapıp sonra hac ihramına
girdi ve kurban kesti. Kurbanını da Zülhüleyfe'den beraberinde getirdi» 67
şeklindeki rivayete dayanmışlardır ki Abdullah b. Ömer, îbn Ab-bas ve îbn Zübeyr
de bu görüştedirler.
Hz. Âişe'nin ise, bununla ifradtan hangisini benimsediği hakkında iki rivayet
vardır. Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in kıran yaptığını, yani umre ile haccı
birlikte yaptığını söyleyenlerin dayandıkları hadisler ise çoktur.
Biri îbn Abbas'ın Hz. Ömer'den rivayet ettiği «Rasûlullah (s.a.s)
Vadi''I-Akik'de iken,
«Bana bu gece Rabbim tarafından bir gelen oldu ve 'Bu mübarek vadide namaz kıl
ve Umre için de hacca niyet ettim, de' dedi» diye buyurduğunu işittim» hadisidir
ki bu hadisi Buhârî almıştır 68
Biri de, Buhârî'nin rivayet ettiği Mervan b. Hakem'in «Hz. Osman ile Hz. Ali'yi
hac esnasında gördüm. Hz. Osman temettü' haccından ve hac ile umreyi birlikte
yapmayı yasaklıyordu. Hz. Ali bunu görünce umre ile hacca birlikte niyet ederek
ve «Lebbeyke» diyerek ihramlandı. Sonra 'Ben Rasûlullah (s.a.s)'ın sünnetini
kimsenin Sözü için terk edemem' dedi» 69meâlindeki hadisidir. Biri de yine
Buhârî'nin rivayet ettiği Enes (r.a.)'in «Rasûlullah (s.a.s)'dan
«Umre ile hacca niyet ettim diyerek telbiye ettiğini işittim»70 mealindeki
hadisidir.
Birimde, îmam Mâlik'in îbn Şihâb'tan, îbn Şihâb'ın Urve'den, Urve'nin de Hz.
Âişe'den rivayet ettiği «Haccetü'1-Vedâ» yılında Rasûl-i Ekrem (s.a.s) ile
birlikte çıktık ve umreye niyet ederek ihramlandık. Sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.s)
dedi ki,
«Kurbanlığı beraberinde bulunanlar umre ile birlikte hacca da niyet etsinler,
sonra her ikisinin de menasikini bitirmeden ihramdan çıkmasın-lar» 71 mealindeki
hadisidir. Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, beraberinde kurbanlığı bulunanlara
hac ile umreyi birlikte yapmalarım emrettiği halde kendisinin bunu yapmamış
olması akıldan uzak bir ihtimaldir. Zira -malumdur ki- kendisinin de kurbanlığı
vardı demişlerdir.
Biri de, yine imam Mâlik'in Nâfi'den, Nâfi'nin îbn Ömer'den ve îbn Ömer'in Hz.
Hafsa'dan rivayet ettiği Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Ben kurbanlığımı nişanladım ve basımın saçlarını topladım. Artık kurbanımı
kesene kadar ihramdan çıkmam» buyurduğuna dair hadistir 72.
îmam Ahmed «Peygamber (s.a.s) Efendimiz bunu söylerken hac ile umrenin ikisini
beraber yaptığında şüphem yoktur. Bununla beraber ben te-mettu'u daha efdal
görüyorum» demiştir. îmam Ahmed temettu'u efdal görmekte, Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in yukarıda metni geçen, «Eğer sonradan hatırıma geleni düşünmüş
olsaydım kurbanlığımı beraberimde getirmez ve haccı umre yapardım» hadisi ile
ihticac etmiştir.
Ifrad'ın, temettü' ve kıran'dan efdal olduğu görüşünde olanlar, «Temettü' ile
kıran birer ruhsattır. Bunun içindir ki bunlarda kurban lâzım gelin> diyerek
kendi görüşlerine naklî yönden de delil getirmişlerdir.
Bu ibâdetin vücubunu, vücub şartlarım, kime, ne zaman, hangi vakitte ve hangi
yerlerden sonra vacib olduğunu, sonra, bu ibâdete başlayan kimsenin nelerden
sakınması gerektiğini ve daha sonra bu ibadetin kaç çeşitten ibaret bulunduğunu
söyledikten sonra, bu ibadetin ilk fiili olan ihram bahsine geçiyoruz. 73
4. îhram:
A- Gusül ve Abdest:
Ulemanın cumhuru: «İster hac, ister umre için olsun ihramlanmaya niyet eden
kimseye gusletmek sünnettir ve gusül, ihramın fiillerinden biridir» demişlerdir.
Hatta lbnü'n-Nevvar «İmam Mâlik'e göre bu gusül Cum'a guslünden daha önemlidir»
demiştir. Zahirîler ise bu guslün vacib olduğu görüşündedirler. İmam Ebû Hanife
ile Süfyan Sevrî de «Abdest almak, bu guslün yerine geçer» demişlerdir.
Zahirîlerin delili, îmam Mâlik'in mürsel olarak rivayet ettiği Esma binti
Ümeys'in hadisidir ki, bu hadise göre Esma, Beyda denilen semtte doğum yapıp
Muhammed b. Ebû Bekr'i dünyaya getirmiş ve Hz. Ebû Bekir bunu Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'e söyleyince Efendimiz (s.a.s):
«Ona söyle: Gusletsin, sonra ihrama girsin» 74 buyurmuştur. Zira zahirîlerce
emirler vücuba yorulur.
Cumhur ise «Herhangi bir -emirden vücub murad olduğunu gösteren bir delil
bulunmadıkça- asıl o şeyin vacib olmayışıdır» demişlerdir. Abdullah b. Ömer,
gerek ihramlanırken, gerek Mekke'ye girerken ve gerek Ara-fe'nin vukufu için
-Arefe gecesi- guslederdi. İmam Mâlik'e göre bu her üç gusül de ihramda olan
kimsenin ef alindendir. 75
B- Telbiye:
Ulema, niyetsiz olarak ihrama girmenin caiz olmadığı görüşünde müttefik iseler
de, Telbiye etmeksizin, yani LEBBEYKE.. zikrini okumaksızın niyet getirmenin
caiz olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. 76
1. Hükmü ve Sözleri:
İmam Ebû Hanife «Namaza başlarken iftitah tekbiresini almak nasıl gerekiyorsa,
Hacca başlarken de telbiye etmek gerekir» demiştir. Ancak şu var ki İmam Ebû
Hanife'ye göre telbiye yerine aynı mânâyı ifâde eden başka sözler de kâfi gelir.
Tıpkı Ona göre Allah'ı tazim etmek mânâsını veren bir başka lâfzın da tekbir
yerine geçmesi gibi.
Ulema ayrıca, Peygamber (s.a.s) Efendimizin telbiyesinin,
«Lebbeykellahümme lebbeyk, Lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk inne'l-hamde
ve'n-ni'mete İek ve'l-mülke lâ şerike lek» 77 lafzı olduğunda müttefiktirler.
Efendimizin telbiye ederken bunu söylediğini imam Mâlik, Nafi'den, Nâfi, îbn
Ömer'den, îbn Ömer de Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den rivayet etmiş
bulunmaktadır ki sened bakımından en kuvvetli rivayet budur. Cumhur, bu lafzın
müstehab olduğunda müttefiktir. Fakat bu lafzı değiştirmenin veyahut başka
lafızları ona katmanın caiz olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik'in rivayetine göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Cebrail (a.s.) bana gelip ashabıma ve benimle beraber bulunanlara, telbiye edip
ihrama girerlerken seslerini yükseltmelerini söylememi emretti» 78 buyurduğu
için cumhur, yüksek sesle telbiye etmenin sünnet olduğu görüşündedir.
Zahirîler ise «Yüksek sesle telbiye etmek vacibtir» demişlerdir. Ebu Ömer'in
nakline göre ulemanın hepsi «Kadınlar telbiye ederlerken seslerini ancak
kendileri işitecek kadar alçak sesle telbiye etmeleri lâzımdır» demişlerdir.
imam Mâlik «ihramda olan kimse, Mescid-i Haram ve Mina camileri dışında,
cemaatle namaz kılınan hiçbir camide sesini yükseltemez. Sesinin, yanındaki adam
tarafından işitilmesi kâfidir. Fakat Mescid-î Haram ile Mina camilerinde sesini
yükseltir» demiştir.
Cumhur, «Hacı kafilelerinin birbirlerine rast geldikleri veya yüksek bir yere
çıktıkları zaman seslerini yükseltmeleri müstehabtır» demiştir. Ebû Hazm
«Rasûlullah (s.a.s)'ın ashabı, Revha denilen yere varıncaya kadar bağırarak
telbiye etmekten sesleri düşerdi» 79 demiştir.
îmam Mâlik telbiyeyi ihramın rükünlerinden saymamış ve «Terki halinde kurban
lâzım gelmez» demiştir.
Diğerleri ise telbiyeyi vacib görmüş ve buna; «Peygamber (s.a,s) Efendimiz'in
bir fiili, bir vacibi beyan etmek için olduğu zaman. Nitekim, «Hac fiillerinizi
benden öğrenin» buyurmuştur 80 -o fiilin vacib olmadığını gösteren bir delil
bulunmadıkça- onu vücuba hamletmek gerekir» diye istidlal etmişlerdir.
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in telbiye lafızlarının aynını vacib görenler de
bununla ihticac etmişlerdir. Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in lafızlarının aynını
vacib görmeyenler ise, rivayet olunan Câbir'in hadisi ile, îbn Ömer, Hz. Ömer,
Enes b. Mâlik ve başka ashabın telbiyelerine bir şeyler ilâve ettiklerine dair
rivayetlere dayanmışlardır. Zira Câbir bu hadiste: «Rasûlullah (s.a.s)
ihramlanarak -îbn Ömer'in hadisinde geçtiği şekilde- telbiye etmeğe başladı ve:
«Halk buna LEBBEYKE ZE'L-MEÂRİCÎ ve benzeri sözleri ilâve ederler. Halbuki
Peygamber işitir, hiçbir şey söylemezdi» 81 demiştir. 82
2. Başlangıcı:
Ulema: «İhramda olan kimsenin, önce namaz kılması, sonra telbiyeye başlaması
müstehabtır» demişlerdir. İmam Mâlik bu namazın bir nafile namazı olmasını
müstehab görüyordu. Zira imam Mâlik mürsel olarak Hişam b. Urve'den, Urve de
babasından «Rasûlullah (s.a.s) Zülhüleyfe mescidinde iki rek'at namaz kılar ve
devesi yola doğrulunca telbiyeye başlardı» diye rivayet etmektedir 83.
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in Zülhüleyfe denilen semtin neresinde ihrama girip
telbiyeye başladığı hakkında rivayetler değişiktir.
Kimisi «Zülhüleyfe mescidinde namaz kıldıktan sonra» kimisi «Beyda' denilen yere
yaklaşınca», kimisi «Devesi yola doğrulunca telbiyeye başladı» demiştir. Îbn
Abbas'a bu ihtilâfın sebebi sorulmuş, îbn Abbas: «Bu ravilerden her biri
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in telbiyeye ilk başladığını değil, kendisinin ilk
olarak gördüğü veya işittiğini nakletmiştir. Zira insanlar birbirlerini geçerek
yola devam ediyorlardı» demiştir 84. Buna göre rivayetler arasında çelişme
yoktur ve ilk başlama namazdan sonradır.
islâm fukahası «Mekkeliler hac fiillerinin birbirinden ayrılmaması için Mina'ya
çıkıncaya kadar telbiyeye başlamazlar» demişlerdir. Mesnedleri de, imam Mâlik'in
Îbn Cüreyc'ten «Abdullah b. Ömer'e 'Hiç kimsenin yapmadiği dört § ey i senin
yaptığını görüyorum. Biri, Mekke'de Zülhicce hilali görüldüğü zaman herkes
ihramlanıp telbiyeye baslar. Fakat sen öyle yapmıyorsun dedim. îbn Ömer 'Evet,
ben öyle yapmıyorum. Çünkü Rasûlullah (s.a.s)'ın devesi yola doğrulmadıkça
telbiye ettiğini görmedim' dedi» mealinde rivayet ettiği hadistir 85. Fakat îmam
Mâlik, Hz. Ömer'in Mekke halkına Zülhicce hilalini görür görmez ihramlanıp
telbiyeye başlamalarını emrettiğini de rivayet etmektedir. Mekke halkının
Mekke'nin içinden başka bir ' yerde hac ihramına giremediklerinde ihtilâf
yoktur. Mekke halkının hac ihramına, Mekke içinde girmek ve umre ihramı için
Harem'in dışına çıkmak zorunda olduklarında da ihtilâf yoktur. Çünkü umre
menasikinin hepsi Mekke içinde ifa edildiği için eğer ihram bağlarlarken de
Haremin dışına çıkmaz-larsa bütün amelleri haremin dahiline münhasır kalır.
Fakat haccın menasiki böyle değildir. Zira haccın menasikinden biri Arafat'a
çıkmaktır. Arafat ise Harem haricinde bir yerdir.
Kısacası; umre ihramına girmek için Mekkeli'nin Harem dışına çıkmak zorunda
olduğunda bütün ulema müttefiktirler. Fakat çıkmadığı taktirde kendisine lâzım
gelen ceza hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Umresi yerindedir. Fakat kendisine kurban lâzım gelir» demiştir ki, İmam
Ebû Hanife ile İbn Kasım bu görüştedirler. Kimisi de «Umresi yerinde değildir»
demiştir. Bu da Süfyan Sevrî ile Eşheb'in görüşüdür. 86
3. Bitişi:
îhramda olan kimse telbiyeyi ne zaman keser mes'elesine gelince Ulema bu
mes'elede de ihtilâf etmişlerdir:
İmam Mâlik «Hz. Ali, arefe günü güneş zail olunca telbiyeyi keserdi» diye
rivayet etmiş ve «Beldemizin uleması hep bu görüşte buluna gelmişlerdir»
demiştir. İbn Şİhâb da «Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'den her biri hep arefe
günü güneş zail olunca telbiyeyi keserlerdi» demiştir. Ebû Ömer b. Ab-dilberr
ise, «Bu hususta Hz. Osman ile Hz. Aişe'den gelen rivayetler değişiktir»
demiştir.
İslâm fukahası olan îmam Ebû Hanife, İmam Şafii, Süfyan Sevrî, İmam Ahmed,
Ishâk, Ebû Sevr, İmam Dâvûd, îbn Ebî Leylâ, Ebû Ubeyd, Taberî, Hasan b. Hüyey ve
hadis uleması ise «îhramda olan kimse, Cemratü'l-Aka-be denilen birinci
taşlamayı yapmadan önce telbiyeyi kesemez. Zira sabittir ki Peygamber (s.a.s)
Efendimiz Cemratü'l-Akabe'yi yapıncaya kadar hep telbiye edip dururdu» 87
demişlerdir. Ancak bunlar, cemreyi yapan kimsenin telbiyeyi ne zaman kesebildiği
hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi: «Bütün taşlan attıktan sonra keser. Zira îbn Abbas'tan «Rasûlullah
(s.a.s) îbn Abbas onun terkisinde bulunduğu lıalde bir taraftan tasları atar,
bir taraftan da telbiye ederdi ve en son taşı attıktan sonra telbiyeyi kesti»
88diye rivayet olunmaktadır.
Kimisi de «İlk tası attıktan sonra keser» demiştir. Bu da İbn Mes'ud'tan rivayet
olunmuştur. Telbiye'nin ne zaman kesildiği halandaki bu iki kaviden başka
kavillerde varsa da meşhurları bu iki kavildir.
Umre telbiyesinin kesilme zamanında da ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Harem haricinden hareme girmesi ile keser» demiştir ki İmam Ebû
Hanife de bu görüştedir. İmam Şafii ise: «Tavafa başlayıncaya kadar telbiyeye
devam eder» demiştir. îmam Mâlik bu görüşünde îbn Ömer ile Urve'ye uymuştur.
îmam Şâfıi de «Telbiye tavaf emrine icabet demek olduğuna göre, tavafa
başlanıncaya kadar kesilmemesi lâzım gelir» demiştir.
Şu halde bu ihtilâfın sebebi, kıyas ile ashabtan bazılarının ameli arasında
bulunan çelişmedir.
Ulemanın cumhuru -yukarıda söylediğimiz üzere- umre ihramında olan bir kimsenin
hacca da niyet getirebildiğinde müttefiktirler. Fakat hac ihramında'olan
kimsenin umreye de niyet getirebilmesi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Ebû Sevr
«Nasıl bir namaz, bir diğer namazın üzerine gelemiyorsa, ne hac umrenin, ne de
umre haccın üzerine gelir» demiştir.
îşte haccın birinci fiili olan ihramlanma ve ona dair mes'eleler bunlardır.
Şimdi de haccın ikinci fiili olan ve Mekke'ye girildiği zaman yapılan tavafın
bahsine geçiyoruz. 89
5. Tavaf:
A- Şekli:
Ulemanın cumhuru «İster vacib, ister sünnet tavaf olsun her tavafa,
Ha-ceru'İ-Esved'in hizasından başlanır ve eğer kişi imkân bulursa
Haceru'1-Es-ved'i öper veyahut elini ona sürer de elini öper, sonra Kabe'yi
soluna alıp yedi defa Kabe'nin etrafında dolaşır ve bu dolaşımın ilk üç
defasında remel yapar, yani kısa adımlarla ve fakat hızlı olarak yürür, son dört
defasında da mu'tad bir yürüyüşle yürür» demişlerdir. Ancak şu var ki, tavafın
bu şekli, Tavâfü'l-kudûm denilen, Mekke'ye girildiği zaman yapılan tavafa ve
aynı zamanda hac veya umre ihramında olan kimsenin tavafına mahsustur. Sonra,
ilk üç dolaşımda hızlı yürümek erkeklere mahsustur. Kadınlar normal bir şekilde
yürürler. Tavaf esnasında ayrıca Kabe'nin Yemen tarafındaki köşesine el sürmek
de sünnettir. Bütün bunlar Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bunları yapmış olması
ile sabittir.
Ulema, Tavâfü'l-Kudûm'un ilk üç dolaşımında hızlı yürümenin hükmünde ihtilâf
edip kimisi, «Sünnettir» demiştir. îmam Şafii, îmam Ebû Ha-nife, İshak, İmam
Ahmed ve Ebû Sevr bu görüştedirler Kimisi de «Fazilettir» demiştir. îmam
Mâlik'ten bu hususta gelen rivayetler ise çeşitlidir.
Bu iki görüş arasındaki fark şudur: Sünnettir diyenlere göre bunu yapmayana
kurban lâzım gelir, fazilettir diyenlere göre ise lâzım gelmez. Sünnet
olmadığını söyleyenler, İbn Tufeyl'in «îbn Abbas'a 'Senin kavmin Rasûlul-lah
(s.a.s) Kabe'yi tavaf ederken remel yaptığını ve bunun sünnet olduğunu ileri
sürüyorlar. Ne diyorsun?' diye sordum. İbn Abbas 'Hem doğru, hem yalan
söylüyorlar' dedi. 'Neyi doğru, neyi yalan söylüyorlar?' dedim. 'Doğru
söylüyorlar'. Çünkü Rasûlullah (s.a.s), Kabe'yi tavaf ederken remel yaptı. Yalan
söylüyorlar, çünkü remel yapmak sünnet değildir. Mes'ele şudur: Hu-deybiye
sırasında Kureyş müşrikleri: Muhammed (s.a.s) ile arkadaşlan cılız ve güçsüz
kimselerdir dediler ve yüksek bir yere çekilip onları seyre başladılar.
Peygamber (s.a.s) bunu duyunca ashabına,
«Koşunuz ve güçlü olduğunuzu onlara gösteriniz» buyurdu ve Haceru'l-Esved'in
vaz'edildiği Kâ'be'nin Yemenci-hetindeki köşesinden, müşrikler tarafından
görününceye kadar koşarak ve müşriklerin gözünden kaybolunca da yürüyerek tavaf
etmeğe başladı dedi» 90 mealindeki hadisi ile ihticac etmişlerdir.
Cumhurun delili ise, Câbir (r.a.)'in «Rasûlullah (s.a.s) Haccetü'l-Vedâ'da ilk
üç dolaşımı koşarak ve son dört dolaşımı da mu'tad bir şekilde yürüyerek yaptı»
91 mealindeki hadisidir ki bu hadis hem tmam Mâlik, hem başkaları tarafından
sıhhatli senetlerle rivayet olunmuştur. Cumhur, «İbn Abbas'ın hadisi hakkında
rivayetler çeşitli olduğu için bu hadis hüccet olamaz. Zira bu hadisin bir başka
rivayetinde «Peygamber (s.a.s) Haceru'1-Esved'ten Haceru'l-Esved'e kadar koştu»
denilmektedir. Bu ise birinci rivayete uymamaktadır» demiştir. Zahirîlerin
usûlüne göre tavafın ilk üç şavtında remel yapmanın vacib olması lâzım gelir.
Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz
«Hac menasikinizi benden alınız» 92 buyurmuştur. Zannedersem zahirilerin hepsi
veyahut bir kısmı bu görüştedirler.
Ulema «Mekkeli olmayıp da Mekke içinde ihrama girenlere- ki bunların hacci
temettu'dur- remel sünnet değildir. Çünkü bunlar Mekke'ye girdikleri zaman
yaptıkları Tavâfü'l-Kudûm'de bunu yapmışlardır» demişlerdir.
Fakat Mekkeliler hac ederlerken onlara da remel etmenin sünnet olup olmadığında
ihtilâf etmişlerdir. îmam Şafii «Arafe'ye gitmezden önce yapılan her tavafta
remel yapılır» demiştir. İmanı Mâlik de bunu müstehab görmüştür, îmam Mâlik'in
rivayetine göre İbn Ömer ise, bunu Mekkelilere ne sünnet, ne de müstehab
görmemiştir.
Bu ihtilâfın s e b e b i, tavaf esnasında remel yapmanın bir sebebi var mıydı,
yok muydu ve bu, hariçten Mekke'ye gelenlere mahsus muydu, değil miydi diye
ihtilâf etmeleridir. Zira bunu yapan Peygamber (s.a.s) Efendimiz Mekkeli olmayıp
dışarıdan Mekke'ye gelmişti.
Ulema «Kabe'nin Yemen cihetindeki iki köşesini, erkekler için istilâm etmek,
yani el sürmek tavafın sünnetlerindendir» demişlerdir. Fakat diğer köşelere de
el sürmenin sünnet olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Cumhur, «Yalnız Yemen tarafındaki iki köşeye el sürülür. Zira îbn Ömer'den
rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz yalnız bu iki köşeyi istilâm
etmiştir» 93 demiştir.
Bütün köşelerin istilâmını sünnet görenler ise, Câbir'in «Biz Kabe'yi tavaf
ederken bütün köşelerini istilâm etmeyi gerekli görürdük» 94 mealindeki hadisi
ile ihticac etmişlerdir. Seleften bazıları da, Kabe'nin iki köşesini istilâm
etmeyi tek olan dolaşımlara mahsus görürdü.
Ulema «Eğer kişi Haceru'l-Esved'i Öpebiliyorsa onu, ona yetişemiyorsa elini ona
sürüp elini öpmesi sünnettir» demişlerdir. Zira İmam Mâlik'in rivayetine göre
Hz. Ömer, Kâ'be'yi tavaf ederken Haceru'l-Esved'in yanma vardığında, «Sen bir
taştan başka bir şey değilsin. Eğer Rasûlullah (s.a.s)'ın seni öptüğünü
görmeseydim seni öpmezdim» 95 demiş ve öpmüştür.
«Tavafın sünnetlerinden biri de tavaf bittikten sonra iki rek'at namaz
kılmaktır» demişlerdir. Ulemanın cumhuru, «Eğer kişi birden çok tavaflar yaparsa
her bir tavafın yedi dolaşımı tamam olunca iki rek'at namaz kılar, sonra ikinci
tavafa başlar» demişlerdir.
Kimisi de «Her tavafın bitiminde iki rek'at namaz kılmak gerekmez. Tavafları üst
üste yapıp sonunda kaç tavaf yapılmışsa her bir tavaf için ikişer rek'at namaz
kılmak caizdir. Nitekim rivayete göre Hz. Âişe üç tavaf üst üste yapar ve
sonunda altı rek'at namaz kılardı» demiştir.
Cumhurun delili, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in Kâ'be etrafında yedi defa
dolaştıktan sonra makamın arkasında iki rek'at namaz kıldığına 96 ve sonra
«Menasikinizi benden alınız» buyurduğuna dair olan hadistir. Birden fazla tavafı
üstüste yapmanın cevazını söyleyenler de
«Maksud olan her bir yedi dolaşım için iki rek'at namaz kılmaktır. Ne tavaf
için, ne de tavaftan sonra kılınan iki rek'at namaz için muayyen bir vakit
yoktur. Şu halde birden fazla olan tavafların namazlarını bir arada kılmak
caizdir» şeklinde kıyas yapmışlardır. 97
B- Şartları:
Tavafın şartlarından biri, tavaf için tayin edilen yerin sınırlan içinde tavaf
yapmaktır. Cumhur -Hicir denilen Kâ'be bitişiğindeki duvar Kâ'be'den sayıldığı
için- Kâ'be'yi tavaf eden kimsenin bu duvarın dışından geçmesi lâzım geldiğini
ve haccin bir rüknü olan Tavâfii'l-ifada'nın sıhhati için bu duvarın dışından
geçmenin şart olduğunu söylemiştir. îmam Ebû Hanife ile tabileri ise bu duvarın
dışından geçmeyi sünnet görmüşlerdir.
Cumhurun hücceti, imam Mâlik'in Hz. Aişe'den, Peygamber (s.a.s)'in kendisine,
«Eğer senin kavmin, küfürden yeni çıkmış olmasaydı Kâ'be'yi yıkar ve İbrahim
(a.s.)'in bina kıldığı ilk temelleri üzerinde inşa ederdim. Zira masraf ve
keresteleri kifayet etmediği için Hicirden yedi zira' kadar terkedip dışarıda
bıraktılar» 98, buyurduğuna dair rivayet ettiği hadistir. Bu, tbn Ab-bas'ın da
görüşüdür. Ibn Abbas
"Beyt-i Atîk'i tavaf etsinler" 99 âyet-i kerimesi ile ihticac eder ve «Peygamber
(s.a.s) hicrin dışında tavaf ediyordu» derdi 100 İmam Ebû Hanife'nin hücceti de
bu âyetin zahirîdir. 101
2. Zamanı:
Tavafın ne zaman caiz olduğuna gelince: Ulema onun hakkında üç çeşit görüşte
bulunmuşlardır. Biri, tavafın sabah ve ikindi namazlarından sonra
caiz olduğu ve fakat günün doğuş ve batışı sıralarında caiz olmadığıdır. Bunu
Hz. Ömer, Ebû Said el-Hudri, îmam Mâlik'in tabileri ve ulemadan bir cemaat
benimser. Biri de, sabah ve ikindi namazlarından sonra mekruh olduğu ve günün
doğuş ve batışı sıralarında da caiz olmadığıdır ki bu da Said b. Cü-beyr,
Mücahid ve ulemadan bir diğer cemaatin görüşüdür. Üçüncü görüş ise bütün
vakitlerde caiz olduğudur ki, îmam Şafii ve bir başka cemaat de bu
görüştedirler.
Bu her üç grubun da delillerinin kökü, bu vakitlerde namaz kılmanın caiz olup
olmadığıyla ilgilidir. Güneşin doğuş ve batışı sıralarında namaz kılmanın caiz
olmadığında her ne kadar bütün hadisler müttefik iseler de, tavafın namaza kıyas
edilmesinde ihtilâf vardır. Şâfıilerin gösterdikleri delillerden biri, Cübeyr b.
Mut'am'ın «Peygamber (s.a.s)'in,
«Ey Abdülmenafoğulları ya da ey Abdülmuttaliboğulları! Eğer bu işten bir yetkiye
sahip olursanız herhangi bir kimseye -ister gece, ister gündüz olsun- istediği
saatte bu beyti tavaf etmekten men'etmeyiniz» 102 mealindeki hadisi ile ihticac
etmişlerdir. Bu hadisi îmam Şafii ile başkaları, Cübeyr b. Mut'am'e isnad eden
îbn Uyeyne'den rivayet etmişlerdir. 103
3. Abdestli Olmak:
Ulema, tavaf esnasında abdestli olmanın tavafın adabından olduğunda müttefik
olmakla beraber, abdestsiz olarak tavaf yapmanın caiz olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir.
îmam Mâlik ile İmam Şâfıi -îster bilerek, ister yanlışlıkla olsun- abdestsiz
olarak yapılan tavaf yeterli değildir» demişlerdir. îmam Ebû Hanife ise
«Yeterlidir, fakat kurban lâzım gelir ve bir daha tavaf yapmak müstehabnr»
demiştir. Ebû Sevr de «Eğer bilerek abdestsiz tavaf yapmışsa kâfi gelmez,
yanlışlıkla yapmışsa kâfi gelir» demiştir. İmam Şâfıi -namazda olduğu gibi-aynca
elbisenin de temiz olmasını şart görmüştür.
Abdestli olmayı şart görenlerin mesnedi, Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in aybaşı
halinde olan Esma binti Ümeys'e
«Beyti tavaf etmekten başka hac yapmak isteyenin yaptığı her şeyi yap*
104 diye buyurmasıdır. Bu, sahih bir hadistir. Ayrıca Peygamber (s.a.s)
Efen-dimiz'den rivayet olunan,
«Beyti tavaf etmek de bir namazdır. Ancak şu var ki Allah tavafta konuşmayı
helâl kılmıştır. Bari hayırdan başka bir şey konuşulmasın» 105 hadisi ile de
ihticac etmişlerdir.
Abdestsiz olarak tavaf yapmayı caiz görenler ise, «Safa ile Merve arasında sa'y
etmek de tavaf gibi olduğu halde, ulema onun için abdestli olmanın şart
olmadığında müttefiktirler. Sonra, bir ibâdette abdestli aybaşı halinden temiz
olmanın şart olması, o ibadette abdestli olmanın da şart olmasını gerektirmez.
Nitekim oruç için aybaşı halinden temiz olmak şart iken abdestli olmak şart
değildir» demişlerdir. 106
C- Çeşitleri ve Sayısı:
Ulema '-Tavâfü'l-Kudûm, Tavâfü'l-îfâda ve TavâfÜ'1-Vedâ' olmak üzere^ üç çeşit
tavaf vardır' demişlerdir. Tavâfü'l-Kudüm, Mekke'ye yeni girildiği zaman yapılan
tavaftır. Tavâfü'l-îfâda, Bayram günü Cemratü'l-Akabe denilen büyük cemrenin
taşları atıldıktan sonra yapılan tavaftır. Tavâfü'l-Vedâ da kişinin Mekke'den
aynlacağı sırada yaptığı tavaftır. Bu tavaflar içinde -icma ile- vacib olup
yapılmadığı taktirde hac yerine gelmeyen ve,
"Sonra hacılar kirlerini temizlesinler, nezirlerini yerine getirsinler ve atik
olan beyti tavaf etsinler" 107 âyet-i kerimesinde kast buyurulan ve kurban
kesmekle telafi edilemeyen tavaf Tavâfü'llfada'dır.
Ulema '-Tavâfü'l-Veda, Tavâfü'l-Ifada vacib olduktan sonra, Tavâfü'l-Kudûm ise,
Tavâfü'l-îfâda daha vacib olmamışken, yani bayram gününden önce yapıldığı için-,
eğer Tavâfü'l-Veda geçer demişlerdir. Ancak İmam Mâlik'in tabilerinden bir
kısmı: «Tavâfü'l-Veda geçer demişlerdir. Ancak imam Mâlik'in tabilerinden bir
kısmı, «Tavâfü'l-Kudûm da Tavâfü'l-îfâda yerine geçen> demişlerdir. Herhalde
bunlara göre yalnız bir tane tavaf vacibtir.
Ebû Ömer b. Abdilberr, «Eğer haccın kaçırılmasından korkulmazsa, Tavâfü'l-Kudûm
ile Tavâfü'l-Veda'ı da yapmak haccın adabındandır. Ancak eğer vakit dar olup
bunları yapmaya imkân bulunmazsa, Tavâfü'l-îfâda bunların yerine geçer» diye
hikâye etmektedir.
Ulemadan bir cemaat, «Böyle bir durumda -Tavâfü'l-Kudûm'da olduğu gibi-
Tavâfü'l-îfâda'mn da ilk üç savunda remel yapmak müstehabtır» demişlerdir.
Ulema, Mekke'de oturan kimseye yalnız Tavâfü'l-îfâda'mn vacib olduğunda
müttefiktirler. Yine umre yapan kimseye de yalnız Tavâfü'l-Kudûm ve mutemetti
olana, yani Önce umre, sonra hac yapana da -Hz. Âişe'nin meşhur olan hadisinde
geldiği üzere- biri umreden çıkmak için, biri de bayram günü hac için olmak
üzere iki tavaf vacib olduğunda da müttefiktirler, îfrad haccını yapan kimseye
ise -yukarıda da söylediğimiz gibi- yalnız bayram günü bir tavaf vacibtir* Kıran
haccmı yapan kimse hakkında ise ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik, îmam Şafii, îmam Ahmed ve Ebû Sevr, «Kıran haccını yapana bir tavaf
ve bir sa'y kâfi gelir» demişlerdir ki, bu Abdullah b. Ömer'in de görüşüdür.
Mesnedleri de yukarıda geçen Hz. Âişe'nin hadisidir. Süfyan Sevrî, Evzâî, îmam
Ebû Hanife ve îbn Ebî Leylâ ise «İki tavaf ve iki sa'y va-cibtir. Zira Kıran
haccı hem umre, hem hacdır. Bu iki ibadet ayrı ayrı yapıldıkları zaman her
birine birer tavaf ve sa'y vacib olduğuna göre, birlikte yapıldıkları zaman da
keza birer tavaf ve sa'y vacib olması lâzım gelir» demişlerdir. Bu görüş de Hz.
Ali ile îbn Mes'ud'tan rivayet olunmuştur.
îşte tavafın vücubu, keyfiyeti, şartlan, çeşitleri ve zamanı hakkındaki
mes'eleler bunlardır. Bundan sonra sıra haccın üçüncü fiili olan Safa ile Merve
arasında sa'y'a gelmektedir108
6. Safa ile Merve Arasında Sa'y:
A- Hükmü:
îmam Mâlik ile îmam Şafii: «Sa'y vacibtir. Kişi şayet sa'y'ı yetiştire-mezse
ertesi sene bir daha hacca gitmesi lâzım gelir» demişlerdir. îmam Ahmed ve îshak
da bu görüştedirler. Küfe uleması ise, «Sünnettir ve yetiştirilemediği taktirde
sadece kurban lâzım gelir» demişlerdir. Kimisi de «Tatav-vu'dur ve yapmayana
hiçbir şey lâzım gelmez» demiştir.
Sa'ym Vücubunu söyleyenlerin mesnedi, îmam Şafii'nin Abdullah b. Müemmü'den
rivayet ettiği «Rasûlullah (s.a.s) sa'y yapar ve,
«Sa'y yapınız. Zira Cenâb-ı Allah sa'y'ı size farz kılmıştır» buyurdu» 109
hadisidir. Bunlar aynca, «hac hususunda Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in herhangi
bir fiilini istisna eden bir hadis, bir icma' ya da -kıyas yapanlara göre- bir
kıyas bulunmazsa, onun hac hususundaki bütün fiilleri vücuba yorulur»
demişlerdir. Sa'y'ın vücubunu benimsemeyenlerin mesnedi ise,
"Safa ile Merve Allah'ın şiar ve alametlerinden (iki tepe) dir. Kim ki beyti
ziyaret veya umre ederse, bu iki tepe arasında sa'y etmesinde günah yoktur"
âyet-i kelimesidir.
Bunlar, «Ayetin mânâsı
"Sa'y etmemesinde günah yoktur" demektir ki bu aynı zamanda îbn Mes'ud'un
kıraatidir. Nitekim, âyet-i kerimesinin de mânâsı
"Allah sapıtmamanız için size açıklar" şeklindedir»
demişlerdir. Bunlar îbn Müemmil'in hadisini de zayıf bulmuşlardır.
Hz. Âişe ise «Ayet zahir olan mânâsındadır. Zira cahiliye devrinde Safa ile
Merve'nin arası müşriklerin kurban kesme yeri idi. Bunun için ensar, müşriklerin
adeti üzere orada sa'y etmekten çekmiyorlardı. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu»
demiştir.
Kimisi de «Ashab -putlara bir saygı olur diye- orada sa'y etmezlerdi ve bunu
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e sormuşlardır. Bunun üzerine bu âyet, «bunda bir
sakınca yoktur» diye nazil olmuştur» demiştir.
Şu halde cumhurun sa'y'ı haccın amellerinden saymasının sebebi, Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in her tavaf ettikçe arkasında hemen sa'y da ettiğinin tevatür
yolu ile sabit olmasıdır. 110
B- Şekli:
Ulemanın cumhuruna göre sa'y'ın keyfiyeti şöyledir: Kişi önce Safa tepesine
çıkar ve orada okunması usul olan duayı okuduktan sonra inmeye başlayıp
Mesiru'1-Vadi denilen -eski zamanlarda sel suyunun biriktiği- yere varıncaya
kadar normal olarak ve oradan sonra da remel yaparak yürür ve vadinin öbür
tarafına vardıktan sonra Merve'ye varıncaya kadar yine normal olarak yürür ve
Kabe'yi görebilene kadar Merve'ye yükselir ve Safa tepesinde okuduklarım orada
da okuduktan sonra tekrar dönmeye başlayıp Safa tepesine varıncaya kadar aynı
minval üzere yürür ve bu ameliyeyi yedi defa tekrarlamakla sa'y'ı tamamlamış
olur. Ancak her defasında Safa tepesinden başlamak şarttır. Şayet Merve
tepesinden başlarsa Merve'den başladığı.defa sayılmaz. Zira Peygamber (s.a.s)
Efendimiz,
"Safa ile Merve Allah'ın şiar ve alametlerindendirler" âyet-i kerimesini
kastederek
"Allah ne ile başlamış ise biz de ondan başlarız" 111 buyurmuştur.
Ata, «Eğer kişi bilmeyerek Merve'den başlarsa sayılır» demiştir.
Ulema sa'y'ın muayyen bir zamanı bulunmadığında müttefiktirler. Zira sa'y dua
yeridir. Dua ise her zaman yapılabilen bir şeydir. Câbir'in hadisi ile sabittir
ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz, gerek Safa ve gerek Merve tepesine çıkıp durduğu
zaman üç defa tekbir almış ve her defa
«Allah'tan başka ma'budyoktur. Bir olduğu halde..Onun ortağı yok, Mülk onun,
hamd onundur. O, her şeye kadirdir» 112 demiştir. 113
C- Şartları:
Ulema, aybaşı halinden temiz olmanın -tavafın sıhhati için şart olduğu gibi-
sa'y'ın sıhhati için de şart olduğunda müttefiktirler. Çünkü Hz. Aişe'den
rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz kendisine,
«Hac yapmak isteyenin yaptığı her şeyi yap. Ancak beyti tavaf edemez ve Safa ile
Merve arasında sa'y yapamazsın» 114 buyurmuştur. Bu hadisi rivayet edenler
arasında «Safa ile Merve arasında sa'y yapamazsın» ziyadesini imam Mâlik'ten
rivayet eden, yalnız Yahya'dır. Sa'y için abdestli olma-
nın şart olmadığında ihtilaf yoktur. Yalnız Hasan Basrî -sa'y'ı da tavafa kıyas
ettiğinden- 'Sa'y'ın sıhhati için abdestli olmak şarttır' demiştir. 115
D- Sırası:
Ulemanın cumhuru, sa'y'ın tavaftan sonra yapılması gerektiğinde ve tavaftan önce
sa'y'ı yapan kimsenin -Mekke'den ayrılmış olsa bile- bir daha sa'y yapmak için
dönmek zorunda olduğunda müttefiktirler. Hatta eğer umre veya hac yapan kimse
bilmeyerek tavaftan önce sa'y yapmış ve ihramdan çıktıktan sonra kadınlara
yaklaşmış olursa bir daha umre yapması ya da ertesi sene bir daha hacca gitmesi
veya aynı zamanda kurban kesmesi lâzım gelir.
Süfyan Sevrî ise, «Ona bir şey lâzım gelmez» demiştir. İmam Ebû Hani-fe de «Eğer
Mekke'den aynlmışsa bir daha dönmek zorunda değildir. Fakat kendisine kurban
lâzım gelir» demiştir. îşte sa'y'ın hükmü, keyfiyeti meşhur olan şartlan ve
tertibi hakkındaki mes'eleler bunlardır. 116
7. ArafatDağına Çıkmak:
Hacc'ın bundan sonraki fiili Zülhicce ayının sekizinci günü Mina'ya çıkıp arefe
gecesini orada geçirmektir. Ulema, o gün hac emirinin Mina'da halka öğle,
ikindi, akşam ve yatsı namazlarım -kasredilmiş olarak- kıldırması gerektiğinde
müttefiktirler. Ancak bu fiil, vakti dar olan kimseye, haccin sıhhati için şart
değildir. Sonra Arefe günü gelince, hac emiri halk ile beraber Arafat dağına
gider ve orada vukuf ederler. 117
8. Arafat'ta Vakfe:
Bu bahis, Arafat'ta vukufun hükmü, keyfiyeti ve şartlan olmak üzere üç mevzudan
ibarettir. 118
A- Hükmü:
Ulema, Arafat dağı vukufunun haccin rükünlerinden biri olduğunda ve bunu
yetiştiremeyen kimsenin ertesi sene bir daha hacca gitmek zorunda bulunduğunda
müttefiktirler. Ulemanın çoğu, 'Bu kimseye aynca Kurban da
lâzım gelir' demişlerdir. Çünkü Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Hac, Arafat'ta vakfe yapmaktır» 119 buyurmuştur. 120
B- Sekli:
Arafat vukufunun keyfiyeti hakkında da ulema şöyle demişlerdir: «Hac emiri
hacılar kafilesi ile birlikte arefe günü güneş zevale varmadan önce Arafat
dağının sınırlan içine girmiş olacak ve güneş zail olunca halka hutbe okuyacak,
ondan sonra öğle ile ikindi namazlanm bir arada ve öğle namazı vaktinin
evvelinde kıldıracak ve güneş batıncaya kadar orada kalacaklardır».
Bu keyfiyet üzerinde ittifak etmelerinin sebebi, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in
böyle yapmış olduğunda icma1 etmeleridir. Ulema arasında, hac işlerini yürütme
yetkisinin sultana veyahut onun görevli kıldığı kimseye ait olduğu, bu kimse
ister iyi, ister kötü, ister bid'at sahibi olsun, arkasında namaz kılmak
gerektiği ve bu kimsenin halk ile beraber Arafat dağı camiine gidip öğle ile
ikindi namazlarını bir arada kıldırmasının sünnet olduğunda ihtilâf yoktur.
Ancak müezzinin öğle ezanının ne zaman okuması gerektiği hususunda ihtilâf
etmişlerdir.
îmam Mâlik «imam hutbeye başlayıp hutbenin başından bir miktar okuduktan sonra
müezzin ezan okur» demiştir.
İmam Şafii «İmam ikinci hutbeye başlayınca müezzin ezan okur» demiştir.
İmam Ebû Hanife ise, «İmam minbere çıktıktan sonra müezzine ezan okumasını
emreder ve -Cum'a namazında olduğu gibi- ezan bittikten sonra kalkıp hutbe okur
ve minberden inince müezzin kamet getirir» demiştir. Ebû Sevr de, Cum'a namazına
kıyas yaparak bunu benimsemiştir.
İbn Nâfi' de İmam Mâlik'ten «Arafat'ta ezan, imam hutbe için minber üzerinde
oturunca okunur» dediğini rivayet etmiştir.
Câbir (r.a.)'in hadisinde «Güneş zail olunca RasûluUah (s.a.s), Kusva adındaki
devesinin getirilmesini emretti ve ona binip hareket etti ve Batnü'l-Vadi'ye
gelince insanlara hutbe verdi. Sonra Bilâl ezan okudu ve öğle namazı kılındıktan
sonra Bilâl bir daha kamet getirdi. Bu sefer RasûluUah (s.a.s) ikindi namazını
kıldırıp ondan sonra Arafat'a doğru hareket etti» denilmektedir.
Ulema, bir arada kılınan bu iki namazın her biri için ayn ayn hem ezan, hem
kamet gerekir mi, yoksa bir ezan ile yetinilip de her biri için ayn ayn yalnız
kamet mi getirilir diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Her biri için hem ezan, hem kamet gerekir» demiştir.
îmam Şafii, Ebû Hanife, Süfyan Sevrî, Ebû Sevr ve ulemadan bir cemaat ise «Bir
sefer ezan okunur, fakat iki kere kamet getirilir» demişlerdir. İmam Mâlik'ten,
bunlar gibi dediği de rivayet olunmuştur.
İmam Ahmed'den de 'Yalnız kamet tekrarlanır' diye rivayet olunmaktadır.
îmam Şafii'nin dayanağı, yukarıda bahsi geçen Câbir'in uzun hadisidir. Zira bu
hadiste, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bu iki namazı bir ezan ve iki kamet ile
bir arada kıldırdığı bildirilmektedir.
İmam Mâlik'in görüşü İbn Mes'ud'dan da rivayet olunmuştur. Bu görüşün dayanağı
da, aslında her bir farz namaz için hem ezan, hem kametin gerektiği
düşüncesidir.
Ulema, Arefe günü öğle namazından önce okunan bu hutbenin, Cum'a hutbesi gibi
vacib olmayıp, okunmadığı taktirde namazın sıhhatine bir halel gelmediği
görüşünde müttefiktirler. Ayrıca bu namazın fatiha ile zamm-ı sûrelerinin sessiz
okunması ve misafir olan imamın bu namazı kasretmesi (kısa kılma) gerektiğinde
de ihtilâf yoktur. Ancak eğer imam Mekkeli veyahut bu üç yerin sakinlerinden
olursa Zülhicce'nin sekizinci günü Mina'da, Arefe günü Arafat'ta ve Bayram
gecesi Müzdelife'de kıldırdığı namazı kas-reder mi, etmez mi diye ihtilâf
etmişlerdir.
îmam Mâlik, Evzâî ve ulemadan bir cemaat, «İmam ister misafir, ister yerli olsun
bu üç yerde namazın kasrı sünnettir» demişlerdir.
Süfyan Sevrî, İmam Ebû Hanife, İmam Şafii, Ebû Sevr ve îmam Dâvûd ise, «Bu üç
yerin yerlileri namazlarını kasredemezler» demişlerdir.
îmam Mâlik delil olarak «Peygamber (s.a.s) Efendimizle birlikte namaz
kılanlardan hiçbirinin, Peygamber (s.a.s) Efendimiz selâm verdikten sonra kalkıp
namazını tamamladığı rivayet olunmamıştır» demiştir. İkinci grubun delili de
nerede olursa olsun -eğer o yerin müstesna olduğunu bildiren bir delil
bulunmazsa- asıl, yolcu olmayan kimsenin namazını kasr edemeyişidir.
Ulema, hac mevsiminde Arafat ve Mina'da Cum'a namazının vacib olup olmadığı
hususunda da ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Eğer imam Arafat'ın sakinlerinden olmazsa, ne Mekke halkı için, ne
de başka yerlerden gelenler için Arafat ve Mina'da Cum'a namazı vacib olmaz»
demiştir.
îmam Şafii de, İmam Mâlik'in bu görüşüne katılmış ancak o, bu iki yerde
Cum'a'nın vacib olması için Arafat sakinlerinin kırk kişiyi bulmasını şart
koşmuştur.
îmam Ebû Hanife ise «Eğer hac emiri ne Arafat'ta, ne de Mina'da namazı
kasredemeyen kimselerden ise, Cum'a rast geldiği taktirde hacılara Cum'a
namazını kıldırır» demiştir.
İmam Ahmed de «Eğer Cum'a namazı Mekke valisi tarafından kildırılırsa vacib
olur, yoksa vacib olmaz» demiştir ki Ebû Sevr de bu görüştedir121
N . Şarttan:
Arafat'ta vukufun sıhhati için Arafe günü öğleden sonra orada bulunmanın şart
olduğunda ihtilâf yoktur. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in Arafat'ta öğle ve
ikindi namazını bir arada kıldıktan sonra dağın kayalıkları arasından yükselip
güneş batmcaya kadar beraberinde bulunanlarla birlikte orada dua ve niyaza devam
ettiğinde ve güneş battıktan ve buna kanaat getirdikten sonra inip Müzdelife'ye
doğru hareket ettiğinde bütün hadis uleması müttefik olup, bunun, Arafat Vukufu
adabından olduğunda ihtilâf etmemişlerdir.
Ulema, «Eğer bir kimse öğleden evvel Arafat'a gidip de henüz güneş zevale
gelmemişken oradan ayrılsa vukuf etmiş sayılmaz ve eğer zevalden sonra veyahut
geceleyin daha fecir sökmemişken dönüp vakfe yapmazsa haccı kaçırmış olur»
demişlerdir.
Abdullah b. Muammer ed-Dîlî'den rivayet olunduğuna göre Abdullah «Peygamber
(s.a.s)'den,
«Hac demek Arafat demektir.' Kim ki daha fecir sökmeden Araf ata yeti-. şirse
hacca yetişmiş olur» buyurduğunu işittim» 122 demiştir. Bu hadisi as-tıabtan
yalnız bu zat rivayet etmiştir. Fakat sıhhatinde ihtilâf yoktur.
Ulema, öğleden sonra Arafat'a gidip de güneş batmadan oradan ayrılan kimsenin
hükmü hakkında da ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «îmam'dan önce isteyen Arafat'tan ayrılabilir. Fakat geceden bir
miktar Arafat'ta durması şarttır. Aksi taktirde ertesi sene bir daha hacca
gitmesi lâzım gelir» demiştir. Kısacası; îmam Mâlik'e göre vukufun sıhhati için
Arafat'ta geceleyin kalmak şarttır.
Cumhura göre ise öğleden sonra Arafat'ta bulunan kimsenin -güneş batmadan
ayrılsa bile- haccı tamamdır. Ancak kendisine kurban lâzım gelmediğinde ihtilâf
etmişlerdir.
Cumhurun mesnedi, sıhhati üzerinde icma' edilen Urve b. Müderres'in
«Müzdelife'de Rastdullah (s.a.s)'ın yanına geldim ve kendisine, 'Benim haccım
oluyor mu?' diye sordum. Rasûhdlah (s.a.s), ,
bizimle beraber bu namazı kılar ve bizim durduğumuz bu yerde, -fakat daha evvel
Arafat'ta gece ya da gündüzleyin durmuş olmak şartı ile-biz buradan hareket
edinceye kadar durursa haccı tamamlanmış ve haccın gereğini yerine getirmiş
olur» 123 buyurduğu hadisidir. Bu hadiste geçen gündüz kelimesinden murad
zevalden sonrası olduğunda ulema müttefiktirler.
. Arafat'ta geceden bir miktar kalmanın şart olduğunu söyleyenler ise, Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in güneş batmadan Arafat'tan ayrılmayışı ile ihticac
etmişlerdir. Fakat cumhur «Urve b. Müderres'in hadisi, Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in -daha efdal olduğu için- güneş batmadan Arafat'tan ayrılmadığını,
kişi isterse güneş batmadan da ay alabildiğini ifade etmektedir» diyebilir.
Birçok tariklerle rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Arafat'ın her semti mevkıftır (neresinde durulsa caizdir). Ancak ÜRENE
çukurunda durmayın. Müzdelife'nin de Mahşer çukurundan başka her semti
mevkıftır. Mina'nın da her semti mevkıftır. Mekke'nin bütün vadileri de hem
menhirdir, hem mebittir (bu vadilerde hem kurban kesilebilir, hem hangisinde
gece kalınsa Mina'nın sınırları içinde kalınmış olur)» 124 buyurmuştur.
Ulema, bu hadiste geçen Arafat'ın Ürene adındaki semtinde vukuf yapan kimse
hakkında ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Haccı tamamdır, ancak kendisine kurban lâzım gelir» demiştir ki, İmam
Mâlik bu görüştedir.
İmam ^âfıi ise, hadiste geçen nehye dayanarak «Haccı fasittir» demiştir.
«Fasit değildir» diyenler de, «Asıl, Arafat'ın her semtinde vukuf yapmanın caiz
olmasıdır. Meğer bir semtinin müstesna olduğunu gösteren bir delil buluna. Hadis
ise, hüccet olabilecek ve asıldan vazgeçmeyi gerektirecek bir şekilde vurud
etmemiştir» demişlerdir.
Hacc'ın fiillerinden biri olan Arafat vukufunun adabı işte bunlardır.
Hacc'm bundan sonraki fiili ise, güneş battıktan sonra Arafat'tan Müzdeli-fe'ye
inmektir. 125
9. Müzdelife'de Yapılacak İşler:
Bu bahis de Müzdelife'ye gitmenin hükmü, keyfiyeti ve zamanı hakkındadır. 126
A- Hükmü:
Müzdelife'ye gitmenin haccın fiillerinden biri olduğuna delil,
"Arafat'tan indiğinizde Meş'arî'I-Haram yanında AHahfı zikredi niz ve onu size
gösterdiği şekilde zikrediniz. Şüphesiz önceleri siz sapıklardan idiniz"
127âyet-i kelimesidir. 128
B» Niteliği ve Vakti:
Ulema, «Bayram gecesi Müzdelife'de kalıp orada imam ile birlikte akşam ve yatsı
namazını bir arada kılan ve Arafat vukufundan sonra burada da sabah namazından
hava aydınîanmcaya kadar vukuf yapan kimsenin haccı tamamdır. Zira sabittir ki
Peygamber (s.a.s) Efendimiz öyle yapmıştır» demişlerdir.
Ancak, sabah namazından sonra Müzdelife'de vukuf yapmak ve geceyi orada geçirmek
farz mıdır, sünnet midir diye ihtilâf etmişlerdir.
Evzaî ile tabiinden bir cemaat, «Hacc'ın farzlanndandır ve yetiştireme-yene hem
kurban, hem ertesi sene bir daha hacca gitmek lâzım gelir» demişlerdir.
İslâm fukahası ise «Farz değildir, yetiştiremeyene sadece kurban lâzım gelir»
demişlerdir.
İmam Şafii de «Eğer gecenin yansından sonra Müzdelife'den ayrılıp sabah namazını
Müzdelife'de kılmazsa ona kurban lâzım gelir» demiştir.
Cumhurun delili, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, aile efradından zayıf ve
takatsiz olanları kendisinden evvel yolcu ettiğinin ve bunların kendisi ile
beraber sabah namazını Müzdelife'de kılmadıklarının sabit olmasıdır 129.
Birinci grubun delili de, Peygamber (s.a.s) Efendimizin yukarıda geçen Urve b.
el-Müderres'in hadisindeki: «Kim bizimle beraber bu namazı yani sabah namazım
kılarsa ve daha önce Arafat'ta gece veya gündüzleyin durmuş ise Haccı tamamdır
ve haccın gereğini yapmıştır» sözü ile mealini yukarıda verdiğimiz,
âyet-i kerimesidir.
Diğer grubun delillerinden biri de şudur: Urye b. el-Müderres'in hadisinde geçen
şeylerin hepsinin vacib olmadığı üzerinde icma1 edilmiştir. Nitekim ulemanın
çoğu «Kim geceleyin Müzdelife'de durup da fecirden önce ay-nlirsa yada uykuda
kalıp sabah namazını kaçınrsa veyahut sabaha kadar orada kaldığı halde hiç zikir
etmezse haca tamamdır» demişlerdir.- Bu delil ayrıca, âyet-i kerimenin zahiri
ile ihticac etmenin de zayıf bir istidlal olduğunu göstermektedir. Müzdelife'ye
ayrıca cemi' adı da verilmektedir.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, Arafat'tan dönüldüğünde geceyi burada geçirip
akşam ile yatsı namazlarını yatsı namazı vaktinin başında ve bir arada kılmak ve
gecenin son karanlığında ayrılmak haccın adabındandır. 130
10. Cemreleri Taşlamak:
A- Hükmü, Niteliği ve Sırası:
Hacc'ın bundan sonraki fiili cemreleri taşlamaktır. Zira bütün İslâm uleması
müttefiktirler ki, Peygamber (s.a.s) Efendimiz Arafat'tan döndükten sonra geceyi
Müzdelife'de geçirmiş ve sabah namazını kıldıktan sonra ve güneş daha doğmadan
buradan Mina'ya hareket etmiş ve aynı gün, yani bayram günü güneş doğduktan
sonra Cemratü'l-Akabe denilen büyük cemreyi taşlamış tır.
Bütün müctehidler, bayram günü güneşin doğuşundan zevaline kadar olan zaman
içinde birinci cemreyi taşlayan kimsenin taşlamayı vaktinde yapmış olduğu ve
Peygamber (s.a.s).Efendimiz'in bayram günü birinci cemreden başka bir cemreyi
taşlamadığı hususlarında müttefiktirler.
Fakat fecirden önce Cemratü'l-Akabe'yi taşlayan kimsenin hükmünde ihtilâf
etmişlerdir.
İmam Mâlik «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den, herhangi bir kimseye
Cemratü'l-Akabe'yi fecirden önce taşlamak-için izin verdiğini işitmemişizdir ve
caiz de değildir. Şayet birisi fecirden önce yaparsa bir daha yapması lâzım
gelir» demiştir. İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve İmam Ahmed de bu
görüştedirler.
İmam Şâfıi ise «Her ne kadar güneş doğduktan sonra yapmak müstehab ise de,
fecirden önce yapmakta da bir sakınca yoktur» demiştir.Caiz değildir diyenler
hüccet olarak,
«Menasifcinizi benden alınız» diyen Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in fecirden öne
ebunu yapmadığı gibi -rivayet olunduğuna göre- aile efradından zayıf ve takatsiz
olanları Müzdelife'den Mina'ya yolcu ederken onlara
«Güneş doğmadan cemreyi taşlamayınız» buyurmuştur» 131 demişlerdir.
Caizdir diyenlerin delili ise, Ebû Dâvûd ile başka hadis kitaplarının
kaydettikleri Ümmü Seleme ile Esma'nın hadisleridir. Zira Ümmü Sele-me'nin
hadisinde Hz. Aişe: «Peygamber (s.a.s) Bayram günü Ümmü Sele-me'yi cemreyi
taşlamaya gönderdi. Ümmü Seleme de fecirden Önce cemreyi taşlayıp clöndü ve o
gün Peygamber (s.a.s) Ümmü Seleme'de kalıyordu» 132 demektedir.
Diğer hadiste de, Esma'nın cemreyi geceleyin taşladığı ve «Rasûlullah (s.a.s)
zamanında da biz böyle yapıyorduk» 133 diye söylediği bildirilmektedir, Ulema,
birinci cemreyi günün doğuşu ile zevali arasında taşlamanın müstehab olduğunda
ve fakat bunu zevalden sonra yapan kimseye bir şey lâzım gelmediğinde
müttefiktirler. Ancak İmam Mâlik, «Zevalden sonra yapana kan akıtmak
müstehabtır» demiştir.
Güneş battıktan sonra veyahut ertesi gün yapan kimse hakkında ise ihtilâf
etmişlerdir. İmam Mâlik «Ona kurban lâzım gelir» demiştir. İmam Ebû Hanife «Eğer
gece yaparsa bir sadaka vermesi ve eğer erkesi güne bırakırsa bir kurban kesmesi
gerekir» demiştir. İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve İmam Şafii de «İster gece
yapsın, ister ertesi güne bıraksın, bir şey lâzım gelmez» demişlerdir. Delilleri
de Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in deve çobanlarına geceleyin yapmak iznini
vermesidir (**),
Rivayet olunduğuna göre İbn Abbas da «Birisi Rasûlullah (s.a.s)'a, 'Akşam
olduktan sonra cemreyi taşladım. Bir zararı var mı?' diye sordu.
Rasûlullah(s.a.s),
'Zararı yoktur' diye cevap verdi» 134 demiştir.
îmam Mâlik de «îttifak ile sünnet olan, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in cemreyi
taşladığı vakit içinde taşlamaktır. Bunu yapmayan bir kimse haccın
sünnetlerinden birine muhalefet etmiş olur. Hacc'ın sünnetlerine muhalefet ise
-İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna 135 ve cumhur tarafından da benimsendiğine
göre- kurban kesmeyi gerektirir» demiştir. îmam Mâlik'e göre Peygamber (s.a.s)
Efendimiz tarafından deve çobanlarına verilen ruhsat, bayramın birinci günü için
verilmemiş, bayramın üçüncü ve dördüncü günlerinin taşlarını üçüncü günde atıp
gitsinler diye verilmişti. Onlardan, bunu yaptıktan sonra Mina'dan ayrılanların
haca bitmiş olurdu, ayrılmayanlar ise ertesi gün diğer hacılarla birlikte son
günün cemresini bir daha taşlamaları lâzım gelirdi.
Ulemanın cumhuruna göre ise, deve çobanlarına verilen ruhsat -îmam Mâlik'in
iddia ettiği üzere- muayyen iki günün cemrelerini birlikte taşlaya-bilmeleri
için değildi. Ancak îmam Mâlik'e göre, daha vacib olmamış olan cemrenin
taşlanması caiz değildir. Meselâ üçüncü günde kişi, eğer Önceki günün cemresini
taşlamamışsa, onu da üçüncü günün cemresi ile birlikte taşlayabilir. Fakat
dördüncü günün cemresini üçüncü günde taşlayamaz. Çünkü -ona göre- daha vücub
kesbetmeyen bir şey ifa edilemez. Diğer ulema ise, bunu kazaya benzeterek geçmiş
günle gelecek gün arasında fark görmemişlerdir.
Sıhhatli hadislerle sabit olmuştur ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz bayram günü
büyük cemreyi taşladıktan sonra önce kurbanını kesmiş sonra başını traş etmiş,
sonra Tavafü'1-îfâda'yı yapmıştır 136, Peygamber (s.a.s) Efendimiz, böyle
yaptığı için ulema da bunun, haccın adabı olduğunda müttefiktirler.
Fakat bu sıraya göre yapmayan kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik, «Cemreyi taşlamadan önce, başını traş eden kimseye kurban lâzım
gelir» demiştir. îmam Şafii, îmam Ahmed, îmam Dâvûd ve Ebû Sevr ise, «Ona bir
şey lâzım gelmez» demişlerdir. Delilleri de îmam Mâlik'in îbn Ömer'den
«Rasulullah (s.a.s) Mina'da halkın sorularını dinliyordu. Biri geldi ve 'Ya
Rasâlallah! Ben bilmeyerek kurbanımı kesmeden başımı traş ettim' dedi. Peygamber
(s.a.s),
«Kurbanını kes, bir şey olmaz» dedi. Bir başkası da gelip: 'Ya Rasâlallah, ben
bilmeyerek cemre'yi taşlamadan, kurbanımı kestim' dedi. Rasulullah (s.a.s) ona
da,
«Git taşları at, bir şey olmaz» dedi. Kısacası; o gün Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'e sırasına göre yapılmayan şeyler hakkında kim ne sordu ise Efendimiz
(s.a.s) kendisine,
«Git yap, bir şey olmaz» dedi» mealinde rivayet ettiği hadistir ki bu hadis
îbn137 Abbas'tan da rivayet olunmuştur. İmam Mâlik de: «Peygamber (s.a.s)
Efendimiz, zamanı gelmeden başını traş etmek zorunda kalan adama fidye vermesi
ile hükmettiği halde, keyfi olarak bunu yapana nasıl fidye lâzım gelmez? Kaldı
ki hadiste: Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bu adama da: Git yap, bir şey lâzım
gelmez diye söylediği geçmektedir» şeklinde delil gtirnıiştir.
îmam Mâlik'e göre, kurbanını kesmeden başını traş eden ve cemre'yi taşlamadan
kesene bir şey lâzım gelmez. îmam Ebû Hanife ise, «Kurbanını kesmeden veyahut
cemreyi taşlamadan başını traş edene kurban lâzım gelir. Hatta eğer bu adam
Kıran haccını yapıyorsa kendisine iki tane kurban lâzım gelir» demiştir.
îmam Züfer ise «Üç tane kurban lâzım gelir. Biri Kıran için, iki tanesi de
kurbanını kesmeden ve cemreyi taşlamadan başını traş ettiği için lâzımgelir»
demiştir.
Ulema, cemreyi taşlamadan kurbanını kesene ise bir şey lâzım gelmediğinde
müttefiktirler. Çünkü buna bir şey lâzım gelmediğine dair nass vardır. Ancak îbn
Abbas'tan 'Kim bir nüsükü zamanında ve sırasında göre yapmazsa bir kan akıtsın
ve cemreyi taşlamadan ve başını traş etmeden Tavâfü'1-îfâ-da'yı yapan kimse de,
bunları yaptıktan sonra bir daha tavaf yapsın' dediği rivayet olunmuştur.
îmam Şâfıi ile tabileri, «Bir daha tavaf yapması gerekmez» demişlerdir. Evzâî de
«Eğer cemreyi taşlamadan Tavâfü'l-îfâda'yı yapar ve ondan sonra kadınlara
yaklaşırsa kendisine kurban lâzım gelir» demiştir. 138
B- Taşların Sayısı:
Fıkıh uleması, cemrelerin hepsine atılan taşların sayısının yetmiş tane
olduğunda müttefiktirler. Bunlardan yedi tanesi bayram günü cemratü'l-akabe'ye
atılır ve bu taşlar cemrenin hangi tarafından atılırsa caizdir. Fakat
Batnü'1-Vadi denilen derenin ortasındaki düzlükten atılırsa daha evlâdır.
Zira rivayet olunduğuna göre İbn Mes'ud bu düzlüğe gelmiş ve, «-Kendisinden
başka bir ilâh bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, Bakara sûresi
kendisine nazil olan Peygamber'in buradan attığını gördüm» demiştir 139.
Ulema, «Taşlar atılırken eğer bir tanesi cemrenin içine düşmezse onun yerine bir
tane daha atmak lâzımdır ve diğer cemrelerin her birine yedi taş atmak sureti
ile teşrik günlerinin her bir gününde yirmi bir tane taş atmak gereklidir»
demişlerdir.
Ancak «Kişi bayramın üçüncü günü, isterse dördüncü günün taşlarını da atıp
Mina'dan ayrılabilir» demişlerdir. Zira Cenâb~i Hak
"Kim acele edip Mina'daki ibadeti iki günde bitirirse ona günah yoktur' 140
buyurmuştur. Ulema atılan taşların nohut büyüklüğünde olduklarında
müttefiktirler. Zira Câbir, îbn Abbas ve diğer ashabtan rivayet olunduğuna göre
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in attığı taşlar nohut büyüklüğünde idiı 141
C-Vakti:
Bütün ulemaya göre teşrik günlerinde cemreleri taşlamanın sünneti, her gün önce
birinci, sonra ikjnci, sonra üçüncü cemreyi taşlamak ve birinci ile ikinci
cemreleri taşladıktan sonra her birinin yanında durup uzunca dua etmek, üçüncü
cemreyi taşladıkları sonra ise hemen oradan ayrılmaktır. Zira Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in hep böyle yaptığı rivayet olunmuştur 142.
Ulemaya göre cemreleri taşlarken tekbir getirmek de iyidir. Ulema, Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in hep böyle yaptığı rivayet olunmuştu. Ulemaya göre cemreleri
taşlarken tekbir getirmek de iyidir.
Ulema, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in teşrik günlerinde cemreleri hep öğleden
sonra taşlamış olduğunda müttefiktirler. Bununla beraber bu cemreleri Öğleden
önce taşlayan kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir.,
Cumhur «Öğleden sonra bir daha yapması gerekir» demiştir. Ebû Cafer Muhammed b.
Ali'den ise, «Gün doğduktan sonra akşama kadar cemreler taşlanabilir dediği
rivayet olunmuştur.
Ulema, «Eğer kişi, herhangi bir cemreyi gün batıncaya kadar taşlamazsa artrk
taşlayamaz» demişlerse de bu adama gelen keffaret hakkında ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Bu nüsükü yapmayana -ister hepsini, ister bir kısmını, ister bir
tanesini yapmamış olsun- kurban lâzım gelir» demiştir.
imam Ebû Hanife «Eğer hepsini yapmazsa ona kurban lâzım gelir ve eğer bir
kısmını yapmazsa, atmadığı taşlar kaç tane ise her biri için bir yoksula yarım
sa1 buğday vermesi gerekir. Ancak ne zaman ki bu buğdaylar bir kurban kıymetini
bulursa, o zaman kurban kesmesi lâzım gelir. Bu da diğer cemreler içindir.
Cemraîü'l-Akabe'yi terkedene ise kurban lâzım gelir» demiştir.
îmam Şafii ise «Atmadığı her bir çakıl için çeyrek sa' buğday lâzım gelir»
demiştir.
Süfyan Sevrî cif İmam Şafii gibi söylemiş, ancak o «Eğer atılmayan çakıllar
dördü bulursa kurban lâzım gelir» demiştir.
Tabiinden bir cemaat da «Eğer atılmayan, yalnız bir çakıl ise bir şey lâzım
gelmez» demişlerdir. Mesnedleri de Sa'd.b. Ebî Vakkas'ın «Rasıüııl-lah (s.a.s)
hacca gittiğinde kendisi ile beraber bulunuyorduk, Kimimiz yedi taş, kimimiz
altı taş attık diyordu ve birbirimizi ayıplamıyorduk» 143 mealindeki hadisidir.
Zahirîler'de «Cemreleri taşlamaktan dolayı bir şey lâzım gelmez» demişlerdir.
Cumhura göre Cemratü'l-Akabe, hacem erkânından değildir. İmam Mâlik'in
tabilerinden Abdülmelik ise, «Cemraiü'l-Akabe rükündür» demiştir.
Hacca başlayan kimsenin, hacdan çıkıncaya kadar yapması lâzım gelen fiillerin
hepsi işte bunlardır. Mac'dan çıkmak da -büyük tahallül ve küçük ta-hallül olmak
üzere- iki tanedir.
Büyük tahallül (ihramdan çıkma) Tavâfü'l-İfâda'yı yapmakla, küçük tahallül de
Cemratü'l-Akabe'yi taşlamakla olur. Bu tahallüller hakkındaki ihtilâfları
sonradan anlatacağız. 144
50. Hac'daki Aksaklık ve Aykırılıklar
Bu bölümde, haçcın ifası sırasında vuku' bulan herhangi bir aksaklık yüzünden
lazım gelen hükümlerden bahsedeceğiz. Bu hükümlerin çoğu:
1- İhrama girdikten sonra düşman tarafından hacdan alıkonan veyahut hastalandığı
için haccını tamamlayamayan kimsenin, -ki buna mühsar derler-,
2- Hacc'ın sıhhati için şart olan bir fiilin vaktini kaçıran kimsenin,
3- Hacc'ı fesada götüren bir fiili işlemekle haccını bozan kimsenin
hükümleridir.
Bunlar içinde yalnız mühsar'ın, ihramda av öldürenin, zamanı gelmeden başını
traş edenin ve daha ihramdan çıkmamışken vücudunu kirden temizleyenin hükümleri
hakkında nass bulunmaktadır. Bunun için biz de önce bunlardan bahsedeceğiz.
Temettü' veyahut kıran haccını yapan kimseye lazım gelen kurban da bu hükümler
içindedir. Zira -bazılarına göre- temettü1 ve kıran birer ruhsat oldukları için,
temettü1 veya kıran haccını yapan kimseye kurban lazım gelir. Bu itibarla bu da
hükümlere dahildir. 145
l.Uhsâr:
Mühsartn hükmünü bildiren nass:
"Ihramlandıktan sonra herhangi bir sebeble hacdan veya umreden kalırsam/, Kâ'be
için kurban nevinden kolayınıza gelen bir şey, hediye ve tasadduk etmek gerekir.
Bu hediye yerine (Kâ'be'ye) erişinceye kadar başlarınızı traş edip ihramdan
çıkmayım/. Sîzden her kim, hastalanır veya (yara, bit gibi bir sebeble) başından
rahatsızlanıp (da traş olmak zorunda kalır)sa, bunun fidyesi, oruç tutmak, yahut
sadaka vermek, yahut kurban kesmektir ve emniyete kavuştuğunuz zaman da, hacca
başlayıncaya kadar umreden faydalanabilen kimseye, kolayına gelen bir kurban
kesmek gerekir" 146 âyet-i kerimesidir. Ulema bu âyet-i kerimenin tefsirinde bir
hayli ihtilâf etmişlerdir ve bu ihtilâflar mühsar'ın hükmünde ihtilâf etmelerine
sebep olmuştur.
A- Düşmanın Engellemesi:
Kimisi «Burada mtihsar'dan murat düşman tarafından hacdan alıkonan kimsedir»,
kimisi de «Hastalık yüzünden haccından kalan kimsedir» demiştir. «Düşman
tarafından alıkonan kimsedir» diyenler, bundan sonra gelen «Sizden her kim
hastalanır veya başından rahatsızlanırsa...» fıkrası ile ihti-cac ederek, «Eğer
mühsar'dan murad hastalık sebebi ile haccından kalan kimse olsa bu fıkranın bir
faidesi kalmaz» demişlerdir. Bunlar ayrıca, «Emniyete kavuştuğunuz zaman da,
hacca başlayıncaya kadar...» fıkrası ile de ih-ticac etmişlerdir ki bu daha
zahir bir hüccettir.
Âyet-i kerime hastalık yüzünden haccından kalan kimseler hakkında inmiştir
diyenler ise, «Mühsar ihsar mastarından gelmedir. İhsar ise herhangi bir
kimsenin işinden kalmasına sebep olmak demek olduğu için düşman tarafından
herhangi bir işinden alıkonan kimse hakkında: «Düşman onu ihsar etti» denilemez,
«Düşman onu hasretti» denilir. Çünkü düşman bu işe sebebiyet veren değildir,
bizzat işi yapandır. Hastalık ise, sebep olduğu için «hastalık onu ihsar etti»
denilir» diye iddia etmiş ve: «Bütün hastalıkların kişiyi işinden alıkoymadığı,
ancak bazılarının alıkoyduğu için, âyette hastalıktan bir daha bahsetmeğe lüzum
görülmüştür» demişlerdir. Bunlar: «Emniyete kavuştuğunuz zaman» sözünden de
«hastalıktan emniyete kavuştuğunuz zaman mânâsı kasd buyurulmuştur» demişlerdir.
Birinci grup da bunun tersini, yani «fiil bir işi bizzat yapmak, if al ise işe
başkasına yaptırmaktır. Nitekim kati bizzat öldürmektir, iktal ise başkasına
öldürtmektir. Şu halde düşman hakkında hasr'dan ziyade, ihsar ve hastalık
hakkında ihsar'dan ziyade, hasr kelimesini kullanmak daha yaraşır. Zira hastalık
kişiyi hacdan bizzat alıkoyar, düşman ise onu o duruma getirir» demişlerdir.
Bunlar, «Emniyet kelimesi de daima düşman korkusunun ortadan kalkması mânâsında
kullanılıyor. Şayet bu kelime hastalık hakkında da kullanılırsa, istiare yolu
ile, yani hastalığı düşmana benzetmek sureti ile kullanılır. Halbuki hakikat
dururken -hakiki mânânın murad olmadığını gösteren bir karine bulunmadıkça-
mecaza gidilemez. Kaldı ki âyette, Mühsar'ın hük-
münden sonra hastanın hükmünü bildirmekten, mühsar ile hastanın aynı kimseler
olmadığı anlaşılmaktadır» demişlerdir ki bu, İmam Şafii'nin görüşüdür. Diğer
görüş de İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife'dir,
Kimisi de «Buradaki mühsar, hangi sebeple olursa olsun -ister düşman tarafından
alıkonmak, ister hastalanmak, ister günleri yanlış hesaplamak, ister başka bir
sebeple olsun- haccından kalan kimselerdir» demiştir.
Ulemanın cumhuru, mühsar'ın -biri, ihramlandıktan sonra düşman tarafından hacdan
alıkonan, biri de hastalandığı için haccından kalan kimseler olmak üzere- iki
kısım olduğu görüşündedir.
Cumhur «Düşman tarafından alıkonan kimse, alıkonduğu yerde hac veya umresinden
hemen çıkabilir» demiştir.
Süfyan Sevrî ile Hasan b. Salih ise «Kurban bayramına kadar çıkamaz»
demişlerdir.
Alıkonduğu yerde çıkabilir diyenler de, "Kendisine kurban lâzım gelir mi, gelmez
mi? Şayet lâzım geliyorsa nerede kesmesi gerekir ve alıkonduğu hac veya umreyi
kaza etmesi gerekir mi, gerekmez mi?" diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Ona kurban lâzım gelmez. Şayet beraberinde getirmiş olduğu kurbanı
varsa nerede ihramdan çıkarsa orada keser» demiştir.
İmam Şafii ile İmam Ebû Hanife ise, «Ona kurban lâzım gelir» demişlerdir. Fakat
İmam Şafii «Nerede ihramdan çıkarsa orada keser», İmam Ebû Hanife ise «Harem'de
kesmesi gerekir» demiştir. Eşheb de İmam Şafii'nin görüşüne katılır.
Kazaya gelince İmam Mâlik vücubunu benimsemez. Bir cemaat da «Kaza etmesi
vacibtir» demiştir. İmam Ebû Hanife ise «Eğer bu adam hac niyeti ile ihrama
girmişse, ona bir hac, bir umrenin, eğer hem hac, hem umre niyeti ile ihrama
girmişse, ona bir hac, iki umrenin ve eğer umre niyeti ile ihrama girmiş ise,
ona yalnız umrenin kazası lâzım gelir» 147 demiştir. İmam Ebû Hanife ile İmam
Muhammed b. Hasan'a göre bu adam ihramdan çıkarken başını traş etmek zorunda
değildir. İmam Ebû Yusuf ise başını traş etmesini muhtar görmüştür.
Kazanın vücubunu benimsemeyen İmam Mâlik'in mesnedi, Peygamber (s.a.s)
Efendimizle ashabının ne kendileri, ne de kurbanları Kâ'be'ye yetişmeden
Hudeybiye'de umre ihramından çıkıp kurbanlarını kestikleri ve başlannı traş
ettikleri ve sonra da bu umreyi kaza ettiği ve ne de ashabından herhangi birine
kaza etmesini emrettiği rivayet olunmamıştır.
Kazanın vücubunu benimseyenler ise, «Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in ertesi sene
yaptığı umre bu umrenin kazası idi. Bunun içindir ki tarihte bu umreye
Umratü'1-Kadâ adı verilmektedir. Sonra, hastalık ve benzeri sebeplerle
tamamlanamayan hac ve umrelerin kazası icma' ile lâzım geldiğine
göre bunun da kazasının vacib olması gerekmektedir» demişlerdir.
Şu halde bu ihtilâfın iki sebebi varchr. Biri, Peygamber (s.a.s) Efendimizin
Hudeybiye'de bozduğu umresini kaza edip etmediğinde, biri de, kaza kıyas ile
sabit olur mu, olmaz mı diye ihtilâf etmeleridir. Zira ulemanın cumhuru «Kazanın
vücubu edanın vücubunu bildiren emirle sabit olamaz. Kazanın vücubu için ayn bir
emir lazımdır» demişlerdir.
Düşman tarafından hac veya umresinden aîıkonan kimseye kurban lâzım geldiği
görüşüne gelince: Bu görüş, âyet-i kerimede geçen mühsar'ın, ya düşman
tarafından alıkonan, ya da herhangi bir sebeple hac veya umresinden kalan kimse
demek olduğu görüşüne dayanmaktadır. Zira âyette bu kimseye kurban lâzım geldiği
nassen bildirilmiştir. Bu görüş sahipleri aynca, «Peygamber (s.a.s) Efendimizle
ashabı Hudeybiye'de ihsar edildikleri zaman kurban kesmişlerdir» diye ihticac
etmişlerdir. Diğer grup ise buna, «Peygamber (s.a.s) Efendimizle ashabının
Hudeybiye'de kestikleri kurbanlar beraberlerinde getirdikleri kurbanlardı. Şayet
ihsar edilmeseydiler yine bu kurbanları keseceklerdi» diye cevap vermişlerdir.
Bunların da delili herhangi bir şey için kurban lâzım geldiğini bildiren bir
delil bulunmadıkça, asıl, kurbanın vacib olmamasıdır.
Kurban lâzım geldiğini söyleyenlerin, kurbanı kesmek gerektiği hakkındaki
ihtilâflarının sebebi, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in Hudey-biye senesinde
kurbanını kestiği yer hakkında ihtilâf etmeleridir.
Ibn tshak «Peygamber (s.a.s) Efendimiz kurbanını Harem'de kesmiştir» diğerleri
de «Harem'in dışında kesmiştir» demişlerdir.
Harem'in dışında kesmiştir diyenler,
"Küfür ve inkâra sapan ve sizi Mescid-i Haram'i ziyaretten ve kurbanlarınızı
olduğu gibi bağlı bırakıp yerine ulaşmaktan alıkoyanlar onlardır" 148 âyet-i
kerimesi ile ihticac etmişlerdir, İmam Ebû Hanife'nin hacdan alıkonan kimseye
hem hac, hem umre kazasının lâzım geldiği görüşünün mesnedi ise, bu adamın umre
menasikini ifa etmek sırasında iken ihramdan çıkıp ne umre, ne de hac
yapmadığıdır. 149
B- Hastalığın Engellemesi:
Hastalık yüzünden hacdan kalan kimsenin hükmüne gelince: imam Şâfıi ile Hicaz
uleması, «Bu adam Kâ'be'yi tavaf ve Safa ile Merve arasında sa'y etmeden,
kısacası, umre menasikini tamamlamadan ihramdan çıkamaz.
Çünkü bu adamın hastalığı uzun sürdüğü ve bu yüzden hac yapamadığı için haccı
umreye dönüşmüştür» demişlerdir.
Bu görüş tbn Ömer, Hz. Aişe ve tbn Abbas'ın da görüşüdür. Irak uleması ise, bu
görüşe katılmayıp, «Düşman tarafından hacdan alıkonan kimse gibi, bu da
kurbanını Harem'e gönderir ve kurbanının oraya yetişip kesildiğini hesapladıktan
sonra ihramdan çıkar» demişlerdir. Bu da Ibn Mes'ud'un görüşüdür. Bunlar, hem
Haccâc b. Amr el-Ensârî'nin «Rasûlullah (s.a.s)'m
«Kim ki (ayağı) kırılır veyahut sakatlanırsa iyileştikten sonra haccını kaza
etmek üzere ihramdan çıkar» diye buyurduğunu işittim». 150 hadisi ile, hem de,
düşman tarafından hacdan alıkonan kimsenin Kâ'be'yi tavaf etmek zorunda olmadığı
hakkındaki icma1 ile ihticac etmişlerdir.
Cumhur, düşman tarafından hacdan alıkonan kimse gibi hastalık yüzünden hacdan
kalan kimseye de kurban lazım geldiği görüşündedir. Ebû Sevr ise, «Âyet-i
kerime, düşman tarafından hacdan alıkonan kimseler hakkındadır» diyerek
«hastalık yüzünden haccından kalan kimseye kurban lâzım gelmez» demiştir. Fakat
bu adama kaza lazım geldiği hususunda ulema müttefiktirler.
îmam Mâlik'e göre, günleri yanlış hesaplamak gibi bir başka mazeretle haccından
kalan kimse, hastalık mazereti ile haccından kalan kimsenin hükmündedir, imam
Ebû Hanife ise, «Hastalıktan başka bir mazeretle haccından kalan kimse, umre'nin
menasikini tamamlar ve ona kurban lâzım gelmez, sadece haccını kaza etmesi
gerekir» demiştir.
imam Mâlik'e göre, hastalık mazereti ile haccdan kalan Mekkeliler de -MekkeLi
olmayanlar gibi- Umre menasikini tamamlarlar ve kendilerine hem kurban ve hem
haccın kazası lâzım gelir. Zührî ise: «Mekkeliler, sedye ile de olsa, Arafat'a
gidip vukuf etmeleri lâzımdır, umre menasikini tamamlamakla yetinemezler»
demiştir.
imam Mâlik'in mezhebine göre, hastalık yüzünden haccından kalan kimse, eğer
ertesi sene haccını kaza edinceye kadar ihramdan çıkmazsa ona kurban lâzım
gelmez. Fakat eğer umre menasikini tamamlayıp ihramdan çıkarsa -kaza haccımn
kurbanını kesmeden başını traş ettiği için- ona kurban lâzım gelir. Fakat
«Emniyete kavuştuğunuz zaman da, hacca başlayıncaya kadar umreden faydalanabilen
kimseye, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir» cümlesindeki hitap
mühsarlaradır diyenler, «Bu adama iki kurban lâzım gelir» demelidirler. Biri,
kaza haccımn kurbanını kesmeden başını traş ettiği için biri de umreden sonra
haccın ihramına girdiği için. Hatta eğer bu adam hac aylarında ihramdan çıkarsa,
biri de temettü1 haccı için olmak üzere ona üç kurban lâzım gelir demeleri
gerekmektedir. Fakat îmam Mâlik, bu cümlede lâzım geldiği bildirilen kurbanın,
«îhramlandıktan sonra herhangi bir sebeple hacdan veya umreden kalırsanız, Kâ'be
için kurban nevinden kolayınıza gelen bir şeyi hediye ve tasadduk etmek gerekir»
cümlesindeki kurbanın tekrarı olduğunu söylediği için, «Bu adama bir kurban
lâzım gelir» demiştir. Halbuki bu, uzak bir tefsirdir. En zahir olan tefsir,
âyeti «Eğer emniyette de olsanız, fakat umreden hacca geçerseniz yine kolayınıza
gelen bir kurban size lâzım gelir» şeklinde tefsir etmektir ki, o zaman âyetin
bu kısmı hakiki temettü1 haccını yapan kimsenin hükmünü bildirmiş olur. Âyet-i
kerimenin sonunda gelen,
"Bu hüküm de ailesi Mescid-i Haram'ın civarında oturmayan kimseler içindir"
cümlesi de bunu göstermektedir. Zira mühsar, Mescid-i Ha-ram'da otursa da
oturmasa da hükmü değişmez.
Hakkında nass bulunan mühsar'ın hükmünü anlattıktan sonra sırayı ihramda av
öldürenin hükmüne getirmiş bulunuyoruz. 151
2. İhram'da Av Öldürmenin Cezası:
"Ey iman etmiş olanlar, ihramda iken av öldürmeyiniz. Sizden kim bile bile onu
öldürürse ona ceza olarak deve, sığır ve davar nevinden, öldürdüğünün dengi
olduğuna içinizden İki âdil kimsenin hükmedeceği, Ka'be'ye ulaşacak bir kurban,
yahut düşkünleri doyurmak ya da bu doyurma kadar oruç tutmak lâzım gelir ki,
yaptığının ağırlığını tatmış olsun" 152 âyet-i kerimesinin muhkem, yani hükmünün
mensuh olmadığında ulema müttefiktirler. Fakat bu âyetten çıkan hükümlerle, bu
âyetin mefhumuna kıyas edilebilen ve edilemeyen hükümlerde ihtilâf etmişlerdir.
Bu hükümler şunlardır:
1- Öldürülen avın kıymeti mi, yoksa avın dengi olduğuna hükmedilen
ehîî hayvanın kendisi mi lâzım gelir?
Cumhur, «Dengi olduğuna hükmedilen ehlî hayvanın kendisi lâzım gelir». İmam Ebû
Hanife.ise, «Kişi isterse avladığı hayvanın dengi olduğuna hükmedilen ehlî
hayvanı kurban eder, isterse bu ehlî hayvanın kıymeti ne ise onu verir»
demiştir.
2- Ashab-ı Kiram zamanında -kim bir deve kuşunu Öldürürse ona bir deve lâzım
gelir, kim bir ceylan öldürürse ona bir davar lâzım gelir, kim bir geyik
öldürürse ona bir sığır lâzım gelir dedikleri gibi- bazı hayvanların
birbirlerine denk olduğuna dair verilen hükümlerle yetinilebilir mi, yoksa her
olayın vukuunda hükmü yenilemek mi, yani iki âdil kimse tarafından yeniden
hükmetmek mi lâzımdır?
îmam Mâlik «Hükmün yenilenmesi lâzımdır» demiştir ki îmam Ebû Hanife de bunu
benimser. îmam Şafii ise «Ashabın hükmü ile yetinilebilir» demiştir.
3- Bu âyette sıralanan cezalar müretteb midir, yani âyette zikredildikle-ri
sıraya göre mi lâzım gelirler, yoksa muhayyer midir, yani iki adil kimse bu
cezalardan hangisini isterlerse onu seçebilirler mi?
îmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife «Muhayyerdir», îmam Züfer ise «Mürettebtir»
demişlerdir.
4- Bu cezalardan, yoksulları doyurma cezası tercih edildiği zaiw bu a öldürülen
av hayvanının kıymetine göre *n ehlî hayvanın kıymetine göre mi lâzım gelir?
Mâlik, «Öldürülen hayvanın» îmam Sai"" ı ehlî metine göre lâzım gelir»
demîrî'-»rdan oruç tutma ce?" uvuç yemek yerine mi b. iki avn^ utmak lâzım
gelir?îmam. ,y yerr^k vermenin vücubunu be-nimsediği içi oan oruç tutmak lâzım
gelir» demiştir ki,
îmam Şafii ile Hicaz uleması da bu görüştedirler. Irak uleması ise, bir yoksula
bir gün için iki avuç yemek vermenin vücubunu benimsemiş oldukları için, «İki
avçu yemek yerine bir gün oruç tutmak lâzım gelir» demişlerdir.
6- Yanlışlıkla av öldüren kimseye de ceza lâzım gelir mi?
Cumhur, «Bile bile av Öldüren kimseye nasıl ceza lâzım geliyorsa, yanlışlıkla
öldüren kimseye de lâzım gelir» demiştir. Zahirîler ise, yanlışlıkla av öldüren
kimseye ceza lâzım gelmediğini benimser.
7- Birden çok kişiler tarafından bir av öldürüldüğü zaman, hepsi bir kef-farette
ortak mıdırlar, yoksa her birine ayrı ayrı keffaret mi lâzım gelir?
îmam Mâlik, «Birden çok kişiler bir avı öldürürlerse her birine bir keffaret
lâzım gelir» demiştir ki. Süfyan Sevrî ve bir cemaat de buna katılır. İmam Şâfıi
de «Hepsi bir keffarette ortaktırlar» demiştir. îmam Ebû Hanife
ise ihramda olan birden çok kişilerin av öldürmeleri ise, ihramda olmayan birden
çok kişilerin harem dahilinde av Öldürmeleri abasında ayırım yaparak, «ihramda
olanların her birine ayn ayn keffaretler, ihramda olmayanların ise, hepsine bir
keffaret lâzım gelir» demiştir.
8- Hakemlik yapan iki kişiden biri, av öldürenin kendisi olursa caiz midir?
İmam Mâlik «Caiz değildir» İmam Şafii «Caizdir» demiştir, İmam Ebû Hanife'nin
tabilerinden bir kısmı ise «Caiz değildir» bir kısmı «caizdir» demişlerdir.
9- Yoksullara yemek yedirme cezası tercih edildiği zaman, nerenin yoksullarına
verilmesi gerekir?
İmam Mâlik «Eğer avın öldürüldüğü yerde yemek bulunuyorsa oranın, orada
bulunmuyorsa oraya en yakın bulunan yerin yoksullarına vermek lâzımdır»
demiştir. İmam Ebû Hanife «Kişi muhayyerdir, nerede isterse orada verebilir»
demiştir. İmam Şafii ise «Mekke'nin yoksullarından başka kimseye veremez»
demiştir.
10- Kişi ihramda olmasa bile
, Mekke Harem'inin sınırlan içinde av öldürmesi cezayı gerektirir mi?
"Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken bizim, Mekke'yi güven içinde ve
kutsal bir yer kıldığımızı görmüyorlar mı?" 153 âyet-i kerimesi ile
«Allah'tı Teâlâ Mekke-i Mükerreme'yi, gökleri ve yeri yarattığı günden beri
muhterem kılmıştır» 154 hadis-i şerifine dayanarak Cumhur, «Ona da ceza lâzım
gelir» demiştir. Zahirîler ise, «Mekke Harem'inin sınırlan içinde avlanmak
günahtır, fakat avlanan kimseye -eğer ihramda olmazsa- ceza lâzım gelmez»
demişlerdir.
11- İhramda olan kimse, ihramda iken avl adığı avın etini yerse ona bir keffaret
mi, yoksa iki keffaret mi lâzım gelir?
Cumhur, «Bir keffaret lâzım gelir» demiştir. Atâ'nın içinde bulunduğu bir
cemaatten ise, «İki keffaret lâzım gelir» diye söyledikleri rivayet olunmuştur.
İşte âyet-i kerime ile ilgili olarak ihtilâf ettikleri mes'elelerin meşhurlan
bunlardır. Şimdi de bu ihtilâfların sebeplerine birer birer işaret edelim:
Öldürülen avın kıymeti ile benzeri hayvandan hangisinin lâzım geldiği hakkındaki
ihtilâfın sebebi, âyet-i kerimede geçen MTSL kelimesinin Arap dilinde kâh bir
şeyin kıymette dengi, kâh şekilde benzeri mânâsında kullanılmasıdır. Fakat
ikinci mânâ olduğunu söyleyenlerin delili daha kuvvetlidir. Çünkü bu kelimenin
Arap dilinde bu mânâya delâleti daha zahir ve daha meşhurdur. Bununla beraber
birinci mânâda olduğuna inananları da haklı gösteren birtakım karineler vardır
ki o karineler şunlardır:
1- Yoksullara yemek vermek ve oruç tutmak keffare ti erinde birinci mânâdadır.
Zira yemek ile onıç avın dengidirler, benzeri değillerdir.
2- Her avın benzeri yoktur. Birçok av vardır ki ehlî hayvanlar arasında
benzerine rastlanamaz.
3- Benzeri bulunan avlar da, benzerleri ile aralarında hakiki benzerlik yoktur.
Zira benzerliğin hakikisi cinsleri bir olan iki şey arasında olur. Bunların
cinsleri ise birbirinden ayrıdır.
4- Eğer BENZER mânâsında olursa iki hakemin, "Bu bunun BENZERİDİR, şu şunun
benzeridir" demelerine ne lüzum vardır? Zira ashab zamanında bu iş hallolmuş ve
hangi av hangi hayvana benziyorsa ashab tarafından tesbit edilmiştir. Fakat
kıymetler zamanla değiştiği için kıymet takdirinde her zaman hakemlere ihtiyaç
vardır. Bunun içindir ki âyette, iki hakim tarafından hükmedilmesi
emroîunmuşrur. Şu halde sanki «Kim bile bile bir avı öldürürse ona, ya ehlî
hayvanlardan, öldürdüğü avın kıymette dengi olan bir hayvan ya o kıymetin dengi
olan yemek, ya da yemek yerine oruç lâzım gelir» denilmiştir.
Ashab-ı kiram zamanında bazı hayvanların birbirlerine benzediğine, dair verilen
hükümlerle yetinebilir mi, yetinilemez mi meselesindeki i h t i 1 â fin s e b e
b i de, bu hüküm taabbüdi bir emir midir, yoksa bir hikmete dayanır mı diye
ihtilâf etmeleridir.
Taabbüdîdir diyenler, «Her olayın vukuunda hükmü tazelemek gerekir» demişlerdir.
Bir hikmete dayanır diyenler ise, «Ashab hangi av hakkında, 'Falanca hayvan onun
benzeridir' demişlerse, o ava, o hayvandan daha çok benzeyen bir hayvan
bulunamaz. Meselâ Deve kuşuna, ehlî hayvanlar arasında deveden daha çok benzeyen
bir hayvan yoktur. Şu halde ashabın hükmünü yenilemekte bir mânâ yoktur»
demişlerdir.
Ayette sıralanan cezalar müretteb (sıralı) mi, muhayyer (seçimli) mi diye edilen
ihtilâfın sebebi de şudur: Bu cezalan -katil ve zihar keffaretleri gibi-
müretteb olduğunda ittifak edilen keffaretlere kıyas edenler, «Bu cezalar
mürettebtir» demişlerdir. Muhayyerdir, diyenler ise, âyetteki EV harfine
bakmışlardır. Çünkü bu harf YAHUT demektir. YAHUT ise muhayyerlik ifâde
etmektedir.
Bir gün onıç bir avuç yemek yerine mi, yoksa iki avuç yemek yerine mi tutmak
lâzım gelir diye edilen ihtilâfın s e b e b i de -yukarıda da işaret edildiği
üzere- İmam Mâlik'in, bir yoksula bir gün için bir avuç yemek vermenin, îmam
Şâfîi ile Hicaz ulemasının da, iki avuç yemek vermenin vücubunu
benimsemeleridir.
Yanlışlıkla av öldürene de ceza lâzım gelip gelmediği hususundaki i h t i lâfın
sebebi de şudur: «Lâzım gelmez» diyenler «Hem âyette "bile bile" kaydı vardır,
hem de yanlışlıkla işlenen suçlar cezayı gerektirmezler. Keffa-ret de bir nevi
cezadır demişlerdir.
Lâzım gelir diyenler için ise bunu, başkasına ait mallan itlaf etmeğe kıyas
etmekten başka bir delil bulamam. Zira cumhura göre, başkasına ait olan bir malı
itlaf eden kimse -ister bile bile, ister yanlışlıkla itlaf etmiş olsun- o malın
bedelini ödemek zorundadır. Fakat âyette, "Sizden kim bile bile onu öldürürse"
diye şart koşulmuşken bu kıyas nasıl yapılabilir? Bu itiraza kimisi, âyetin
sonunda "Ki yaptığının ağırlığım tatmış olsun" denildiği için bu şart
getirilmiştir. Yoksa, gerçekte şart değildir şeklinde cevap vermiş ise de, bu
cevab bir şey değildir. Zira suçun ağırlığını tatmak suçun ceremesini çekmektir.
Bu ceremeyi çeken kimse -ister bile bile, ister yanlışlıkla işlemiş olsun- suçun
ağırlığını tatmış olur. Halbuki unutarak veyahut yanlışlıkla suç işleyen
kimsenin mes'ul olmadığında ihtilâf yoktur. Bu delil de, en çok, «Keffaretler
kıyas ile sabit olamaz» diyenlere lâzım gelir. Zira «Yanlışlıkla av öldürene
keffaret lâzım gelir» diyenlerin kıyastan başka bir mesnetleri yoktur.
Birden çok kişilerin bir avı Öldürdükleri zaman, hepsine bir keffaret mi, yoksa
her birine bir keffaret mi lâzım gelir diye edilen ihtilâfın s e bebi de,
keffareti gerektiren sebep mutlak tecavüz müdür, yoksa avı Öldürmek midir, diye
ihtilâf etmeleridir.
Mutlak tecavüzdür diyenler, «Bu vasıf hepsinde mevcut olduğu için her birine bir
keffaret lâzım gelir» demişlerdir.
Avı öldürmektir diyenler ise, «Hepsi birlikte avı öldürdükleri için hepsine
birlikte bir keffaret lâzım gelir» demişlerdir.
Bu mes'ele de kısas ve sirkat mes'eleleri gibidir. Zira birkaç kişi birlikte, el
kesmeyi gerektiren miktarda bir malı çaldıkları ya da bir kimseyi öldürdükleri
veyahut bir kimsenin bir uzvunu kestikleri zaman, ulema, aynı görüş ayrılığından
dolayı bu meselelerde de ihtilâf etmişlerdir. Allah izin verirse, bu
mes'elelerin her biri yeri ve sırası geldiğinde anlatılacaktır. .
İmam Ebû Hanife'nin, ihramda olan kimselerin avlanmaları ile, ihramda
olmayanların Harem'de avlanmaları arasında ayırım yapması ise, ihramda işlenen
suçu _daha ağır görmesinden dolayıdır. Bu ayırımı yapmayıp her iki surette de
her bir kişiye bir keffaret lâzım gelir diyenler ise, bu suçu işlemeyi önlemek
gayesi ile bu ayırımı yapmamışlardır. Zira eğer kişi başkaları ile birlikte av
öldürürse, ortaklarının çokluğu oranında cezasının hafifleyeceğini umarsa bu
yola baş vurabilir. Kaldı ki eğer ceza suçun keffaretidir diyecek olursak,
ortaklıkla işlenen suç ortaklar arasında nasıl bölünemiyorsa, keffaretidir
diyecek olursak, ortaklıkla işlenen suç ortaklar arasında nasıl bö-lünemiyorsa,
keffaretinin de bölünmemesi ve dolayısı ile her bir ortağa ayrı bir keffaret
lâzım gelmesi akla gelir.
Hakemlerden biri, av öldürenin kendisi olursa caiz midir mes'elesinde-ki
ihtilâfın sebebi de, âyetin zahiri ile şeriatın genel prensibi arasında bulunan
çelişmedir. Zira âyetin zahirine bakılırsa, bu mes'elede hakemlik edecek
kimselerde adalet vasfından başka bir şey aranmamıştır. Halbuki şeriatın genel
prensibine göre, hiçbir kimse ne kendi lehinde, ne de aleyhinde hüküm verme
yetkisine sahip değildir.
Kişi yemek keffaretini ihtiyar ettiği zaman bunu nerenin yoksullarına vermesinin
gerektiği hususundaki ihtilâfın sebebi de, âyet-i kerimede buna dair bir
açıklamanın bulunmayışıdır. Bunun için kimisi, bunu da zekâta kıyas ederek,
«Zekât nasıl vacib olduğu yerin yoksullarına veriliyorsa, bu da avın öldürüldüğü
yerde oturan yoksulların hakkıdır» demişlerdir.
Bu keffaretin vücubundan maksat Mekke yoksullarına yardım sağlamaktır diyenler
de, «Mekke yoksullarına vermek lâzımdır» demişlerdir. Ayetteki ıtlaka bakanlar
ise, «Kişi, bu keffareti istediği yerde verebilir» demişlerdir.
İhramda olmayan kimsenin Harem dahilinde avlanmasının keffaret gerektirip
gerektirmediği hususundaki ihtilâfın sebebi, gerektirir diyen cumhurun dayandığı
âyet ve hadiste buna dair bir açıklamanın bulunmayışıdır. Cumhur, Harem'de
avlanan kimseyi ihramda avlanan kimseye kıyas etmiştir. Zahirîler ise ^kıyası
şeriatın asıllarından saymadıkları için,- «Her ne kadar bu âyet ile hadisten
Harem dahilinde avlanmanın haram olduğu anlaşı-lıyorsa da, cezayı da
gerektirdiği anlaşılmamaktadır» demişlerdir. Fakat İmam Ebû Hanife de «Bu adama
keffaret lâzım gelmez» demeli idi. Çünkü o da keffaretlerde kıyas yapmayı uygun
görmemektedir.
İhramda iken öldürdüğü avın etini yiyen kimseye bir keffaret mi, iki keffaret mi
lâzım geldiği hususundaki ihtilâfın sebebi de, "Öldürülen avın etini yemek, onu
öldürmekten ayrı bir tecavüz müdür, yoksa onu öldürmenin devamı mıdır? Şayet
ondan ayn bir tecavüz ise, onun kadar ağır mıdır, değil midir?" diye ihtilâf
etmeleridir. Zira ihramli kimse tarafından avlanan avın etini yemek ittifakla
haramdır.
İhramda av öldürmenin cezası ile ilgili olan bahis, -ceza olarak ne lâzım
geldiği, kime lâzım geldiği, ne için lâzım geldiği ve nerede lâzım geldiği olmak
üzere- dört kısım olup bunların çoğunu söylediğimize göre bunlardan iki şey
kaldı. Biri, bazı avlarda benzerlerinin lâzım gelip gelmediğinde ihtilâflarıdır.
Bu babın asıllarından biri Hz. Ömer'in bazı hayvanlar hakkında hükmetmesidir.
Zira rivayet olunduğuna göre Hz. Ömer sırtlanı öldürene bir koç ile, ceylanı
öldürene bir anez ile tavşanı öldürene bir oğlak ile ve yerbuü öldürene bir
cüfre ile hükmetmiştir. Yerbu (Arap tavşanı) koyun gibi geviş getiren ve
işkembesi bulunan dört ayaklı ve kuyruklu küçük bir hayvandır. Anez de- ulemaya
göre- yaşıtları doğuran keçi demektir. Cüfre ile anak da keçi cinsinden olup
cüfre artık otlanmakla yetinen ve süte muhtaç olmayan, anak da -kimine göre-
cüfreden büyük -kimine göre- cüfreden küçük olan oğlak demektir.
imam Mâlik, Hz. Ömer'den gelen bu rivayete uymayarak, «Tavşan ile Yarbu, kurbana
yaramayan yaştaki hayvan ile kıymetlendirilemezler» demiştir. Bu yaş, koyunda en
az bir, deve ve sığırda da en az ikîdir. îmam Mâlik'in delili, âyet-i kerimede
geçen
"Kâ'be'ye ulaşacak bir kurban" 155 kavl-i celilidir. Zira ulema arasında, eğer
bir kimse: Ben bir kurban keseceğim derse, koyundan bir yaşından ve diğer
hayvanlardan iki yaşından küçüğünü kesmesinin caiz olmadığında ihtilâf yoktur.
îmam Mâlik'e göre av hayvanının büyüğünde ne lâzım geliyorsa küçüğünde de aynısı
lâzım gelir.
îmam Şâfıi ise, «Av hayvanı yavrularının fidyesi ehlî hayvanların yavrularıdır,
büyüklerinin fidyesi de büyük hayvanlardır» demiştir. Bu söz; Hz. Ömer, Hz.
Osman, Hz. Ali ve îbn Mes'ud'tan da rivayet olunmuştur. îmam Şâfıi, «Gerçek
misliyet ancak budur» demiştir. Şu halde ona göre büyük deve kuşunun fidyesi
büyük devedir, küçük deve kuşunun fidyesi de anasından ayrılmış deve yavrusudur.
îmam Ebû Hanife ise, burada.da kendi kaidesine uyarak: «Hepsinde kıymet lâzım
gelir» demiştir.
Ulema Mekke'nin güvercinleri hakkında da ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik,
«Mekke'nin bir güvercinini öldürene bir koyun veya keçi lâzım gelir, Harem
dışında güvercinleri öldüren kimseye ise öldürdüğü güvercinler kıymetlendirilir»
demiştir. İbn Kasım, Mekke dışındaki Harem güvercinleri hakkında bir kere,
«Mekke güvercinleri gibi bir koyun veya keçi lâzım gelir», bir kere de «Harem
harici güvercinleri gibi fıat takdir, edilir» demiştir.
îmam Dâvûd ise «Güvercinden başka, benzeri bulunmayan hiçbir hayvanın fidyesi
yoktur. Yalnız güvercinin fidyesi koyun veya keçidir» demiştir. İmam Dâvûd
herhalde, Hz. Ömer bunu söylerken ashabtan hiçbirinin ona itiraz etmediğini
icma1 sanmış olacak ki böyle söylemiştir. Zira Hz. Ömer'in de böyle söylediği ve
ashabtan birinin ona itiraz etmediği rivayet olunmaktadır. Atâ'dan da «Bütün
kuşlarda bir koyun veya keçi lâzım gelir» dediği rivayet olunmuştur.
Ulema bu babtan olmak üzere, deve kuşunun yumurtası hakkında da ihtilâf
etmişlerdir. İmam Mâlik, «Deve kuşunun bir yumurtası için bir deve de-
gerinin seksende biri lâzım geldiği görüşündeyim» demiştir. îmam Ebû Hanife ise,
burda da kendi kaidesine uyarak «Bir deve kuşu yumurtasının değeri ne.ise o
lâzım gelir» demiştir. îmam Şâfıi de bu mes'elede îmam Ebû Hani-fe'ye uymuştur.
Ebû Sevr de buna katılır.
Fakat îmam Ebû Hanife «Eğer kınlan deve kuşunun yumurtasında civciv bulunursa
deve kuşunun fidyesi lâzım gelir» demiştir. Ebû Sevr ise, deve kuşu fidyesinin
lâzım gelmesi için civcivin canlı olarak yumurtadan çıkmasını şart koşmuştur.
Hz. Ali'den; deve kuşu yumurtasının fidyesi hakında: «Aygın develerin içine
salarsın ve develerin gebe kaldığım anlayınca birine: 'Bu, benim deve kuşu
yuvasından aldığım yumurtanın fidyesidir' dersin. Sen böyle yaptıktan sonra
şayet HAML zayi olursa tazmin etmezsin» diye hükmettiği rivayet olunmuştur. Atâ,
«Develeri olan kimse için Hz. Ali'nin hükmettiği gibidir. Fakat develeri olmayan
kimse için, bir deve kuşu yumurtasının fidyesi iki dirhem gümüştür» demiştir.
Ebû Ömer, 'İbn Abbas vasıtası ile Ka'b b. Ücre'den zayıf bir senetle Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in,
«Deve kuşunun yumurtasını ihramda olan bir kimse aldığı zaman fiatı lâzım gelir»
156 diye buyurduğu rivayet olunmaktadır. İbn Mes'ud'dan da, kıymetinin lâzım
geldiği rivayet olunmuştur. Fakat bunun da senedi zayıftır» demiştir.
Ulemanın çoğu çekirgenin kara avı sayıldığında müttefiktirler. Fakat öldürülmesi
halinde lâzım gelen fidye hakkında ihtilâf etmişlerdir. Hz. Ömer, «Bir kabze
(bir el dolusu) yemek lâzım gelir»» demiştir. İmam Mâlik'de buna katılır, imam
Ebû Hanife de,
«Bir hurma bir çekirgeden iyidir» demiştir,
îmam Şâfıi ise, «Çekirgenin kıymeti lâzım gelir» demiştir. Ebû Sevr de buna
katılır. Ancak Ebû Sevr, «Çekirgenin kıymeti bir avuç yemek veyahut bir hurma
gibi küçük sadakalardır» demiştir. îbn Abbas'tan da, İmam Ebû Ha-nife'nin dediği
gibi- bir çekirgenin fidyesi, bir hurmadır diye söylediği rivayet olunmuştur.
Rabia'da «Bir çekirge için bir sa' yemek lâzım gelir» demiştir. Fakat bu şâzz
bir görüştür. îbn Ömer'den de, «Bir kuzu veya oğlak lâzım gelir» dediği rivayet
olunmuştur ki bu da şâzz'dır.
'Ulemanın, hangi hayvan av sayılır, hangisi sayılmaz ve hangisi kara avıdır,
hangisi deniz avıdır?' meselesindeki ihtilâflarına gelince: Bütün ulema ihramda
olan kimse için, -haklarında na'ss bulunan FEVASİK-I HAMS (karga, çaylak, akrep,
fare ve yırtıcı köpek) denilen beş hayvan dışında- her çeşit kara avının haram
olduğunda müttefiktirler. Fakat bazı hayvanlar hakkında, 'Kara avı mıdır, yoksa
deniz avı mıdır?' diye ihtilâf etmişlerdir. B u i h tilâfın sebebi,
"Her türlü deniz avı ve yiyeceği sizin ve yolcu kafilelerinin faydalanması için
helâl kılındı ve kara avı -siz ihramda bulundukça- size haram kılındı" 157
âyet-i kelimesidir. Biz de bunlardan ittifak ve ihtilâf ettikleri meşhur
mes'eleleri anlatacağız:
Gerek tbn Ömer'in ve gerek başka ashabın hadisleri ile, Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in,
«Yeryüzünde gezen hayvanlardan -karga, çaylak, akrep, fare ve yırtıcı köpek
olmak üzere- beş çeşit hayvan vardır ki, ihramhya onları öldürmekte bir günah
yoktur» 158 buyurduğu sabit olduğundan, ulema bu beş çeşit hayvanı öldürene bir
şey lâzım gelmediğinde müttefiktirler. Ulemanın cumhuru bu hadisin belirttiği
hayvanlarda her ne kadar birtakım vasıflan şart koşmuş-larsa da -av
sayıltnadıklan için- bunları öldürmekte bir sakınca görmemişlerdir. Ancak
hadiste zikredilen bu beş hayvandan murat, sadece bu beş hayvan mıdır, yoksa
bunlar gibi zararlı olan her hayvan mıdır diye ihtilâf etmişlerdir.
imam Mâlik «Hadisteki 'Yırtıcı köpek' deyimi yırtıcı olan her hayvana işarettir.
Şu halde yalnız köpek değil, her yırtıcı hayvanı öldürmek ihramîıya caizdir.
Ancak eğer yırtıcılık yapmıyor veyahut -daha yavru olduğu için- yapamıyorsa onu
öldürmek caiz değildir» demiştir. Ulema, zehirli olan bütün yılan çeşitlerini de
öldürmenin caiz olduğunda müttefiktirler. Zira bu da, *ibû Said el-Hudrî'nin
«Peygamber (s.as)'in
«Efa ve Esved denilen dişi ve siy ah yılan çeldiöldürülür» 159 hadisi ile
rivayet olunmuştur. İmam Mâlik «Kertenke-e'nin öldürülmesini uygun buluyorum»
demiştir. Halbuki kertenkelenin öldürülmesi hakkındaki hadisler mütevatirdir160.
Fakat bu hadisler, Harem dahilinde öldürülmesi hakkında olmayıp mutlaktır. Bunun
içindir ki îmam Mâlik, haremde kertenkeleyi öldürmekte duraksamıştır. îmam Ebû
Hanife de «Yırtıcı hayvanlardan, ehlî köpek 161 ile kurttan başkası öldürülemez»
de-
Kimisi de şâzz bir görüşte bulunup, «Kargalardan, beneklisinden başkası
öldürülemez» demiştir. İmam Şafii de «Eti yenmeyen her hayvan, hadisteki beş
hayvanın hükmündedir. Zira ihramîıya ancak, ihramda olmayanlara helâl olan
hayvanlar haram kılınmış ve Peygamber (s.a.s) Efendimiz avlanmayı yasakladığı
için eti yenen hayvanları öldürmenin caiz olmadığında icma' edilmiştir»
demiştir.
İmam Ebû Hanife ise, köpek isminden yalnız köpeği anlamış ve fakat «Kurt gibi
köpek vasfını taşıyan her yabani hayvan köpek hükmündedir» demiştir. Ulema eşek
ansında da ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «O da akrep hükmündedir» demiş, kimisi
onu akrep kadar zararlı görmediği için ona akrep hükmünü vermemiştir. Kısacası,
hadiste geçen beş hayvan, aynı zararı taşıyan diğer hayvanlara da şamildirler.
Bunun için bu hadisi, kendisinden umum murad olan hâss'lar kabilinden görenler,
bu hayvanların her birine benzeyen diğer hayvanları da bu hayvanların hükmünde
görmüş, hadisten umum murad olmadığını söyleyenler ise, hükmü yalnız bu beş
hayvana vermişlerdir. Bir kitle de, şâzz bir görüşte bulunup, «Karganın
beneklisinden başkası öldürülemez. Zira Hz. Âişe (r.a.)'den, «Bu beş hayvandan
biri benekli kargadır» diye rivayet olunmuştur demek suretiyle karga kelimesinin
umumunu tahsis etmiştir. Nehâî de şâzz bir görüşte bulunup «İhramda fareden
başkası öldürülemez» demiştir.
Ulemanın hangi hayvanın kara, hangisinin deniz avı olduğundaki ihtilâflarına
gelince: Bütün ulema, balığın deniz avı olduğunda müttefiktirler. Fakat denizin
diğer hayvanlardan bazıları kesilmeğe muhtaç olmadığı için bunlar deniz avı
mıdır, kara avı mıdır? diye ihtilâf etmişlerdir. Bununla beraber denizin bütün
hayvanlarına helâl diyenler her çeşit deniz avının helâl olduğu hususunda
ihtilâf etmemişlerdir. Ancak hem suda, hem karada yaşayan hayvanlar hakında:
Kara avımı, yoksa deniz avı mı? diye ihtilâf etmişlerdir. Ulemadan çoğunun
sözünden, hayvan kara ve denizden en çok hangisinde kalıyorsa -İd hangisinde
doğuyorsa en çok orada kalır- onun hayvanlarından sayıldığı anlaşılmaktadır.
Cumhur, deniz kuşlarını kara avı hükmünde görmektedir. Yalnız Atâ'dan deniz
kuşları hakkında «En çok nerede kalıyorsa oranın hükmüne tabidir» diye söylediği
rivayet olunmuştur.
Ulema, Haremin bitkileri hakkında da 'Cezayı gerektirir mi, gerektirmez mi?'
diye ihtilâf etmişlerdir. Harem'in bitkilerini kesmek yasaklandığı için İmam
Mâlik, «Kesmek günahtır, fakat cezayı gerektirmez» demiştir.
İmam Şâfıi ise «Büyük bir ağacı kesene bir sığır, ondan aşağısını kesene de bir
koyun veya keçi lâzım gelir» demiştir.
İmam Ebû Hanife de «İnsan eli ile yetiştirilen bitkilerde bir şey lâzım gelmez,
tabii bitkilerde ise kıymet lâzım gelir» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, bitkiyi hayvanlara kıyas etmekte ihtilâf etmeleridir. Çünkü
Peygamber (s.a.s) Efendimizin,
«Harem'in avına dokunulamaz ve ağaçları kesilemez» 162 hadisinde ikisi de
yasaklanmıştır. Bu mevzuun meşhur olan mes'eleleri işte bunlardır. 163
3. İhram'da İken Kir ve Bitleri
Gidermenin Fidyesi ve Zamanı Gelmeden Başını Traş Etme:
Kur'an-ı Kerim ve hadiste, ihramda iken kir ve bitleri gidermenin fidyeyi
gerektirdiği bildirildiği için bu fidyenin vücubunda ihtilâf edilmemiştir.
Kur'an delili,
"İçinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan varsa fidye olarak ya oruç
tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir" 164 âyet-i kelimesidir.
Hadis ise Ka'b b. Ücre'nin Peygamber (s.a.s) Efendimizle birlikte ihramda
bulunurken başının bitlenmesinden rahatsız olduğu için Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in kendisine başını traş etmesini ve fidye olarak ya üç gün oruç
tutmasını ya -her birine iki avuç yemek vermek üzere-altı yoksula sadaka
vermesini ya da bir koyun veya keçiyi kurban etmesini emrettiğine dair sabit
olan hadisidir 165. Bu âyet-i kerime ile ilgili olan bahsimiz, fidyenin kime
vacib olduğu, kime olmadığı, vacib olduğu zaman da ne vacib olduğu, hangi
şeylerden ve kimlere verilmesi vacib olduğu, ne zaman ve nerede vacib olduğu
mevzuları ile ilgilidir. 166
A- Fidye Mükellefi:
Fidyenin kimlere vacib olduğu mevzuunda ulema,-hakkında nass bulunduğu için-
zaruret karşısında başını traş eden kimseye fidye lâzım geldiğinde
müttefiktirler.
Fakat zaruret bulunmadan başını traş eden kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Mansus olan fidye buna da lâzım gelir» demiştir.imam Şâfıi ile İmam
Ebû Hanife ise «Zorunluluk duymadan başım traş edene yalnız kurban lâzım gelir»
demişlerdir.
Ulema ayrıca, fidye lâzım gelmesi için bile bile yapmak şart mıdır, yoksa bile
bile yapanla unutarak yapanın hükmü bir midir diye ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «İkisinin hükmü birdir» demiştir. îmam Ebû Hanife, Süf-yan Sevrî,
Leys b. Sa'd ve iki kavlinden birinde îmam Şafii de buna katılır Zahirîler ise,
«Unutarak yapana bir şey lâzım gelmez» demişlerdir.
Zarureti şart görenlerin delili nass'dır. Şart görmeyenler ise, «Başını traş
etmek zorunda kalana fidye lâzım geliyorsa, bunu keyfî olarak yapana evleviyetle
lâzım gelmesi gerekir» demişlerdir. Bile bile yapanla unutarak yapan arasında
hüküm ayırımı yapanlar da, «Birçok yerlerde şeriatın bunları bir tutmadığına ve
"Yanlışlıkla yaptığınız işlerde sizin için günah yoktur. Ancak bile bile
yaptığınız İşlerde size günah vardır" 167 âyet-i kerimesi ile,
«Ümmetim üzerinden yanlışlıkla ve unutarak suç islemenin sorumluluğu kalkmıştır»
hadis-i şerifinin umumlarına dayanmışlardır. Bile bile yapanla unutarak unutarak
yapan arasında hüküm ayırımı yapmayanlar ise, bunu da şeriatın bu iki kimse
arasında ayırım yapmadığı bazı ibadetlere kıyas etmişlerdir.
B- Fidye'nin Niteliği:
Başını traş eden kimseye lâzım gelen fidyenin cinsine gelince: Ulema «Bu fidye,
-oruç, sadaka ve kurban olmak üzere- üç şey olup kişi bunlardan hangisini
isterse yapabilir» demişlerdir. Zira Cenâb-ı Hak yukarıda geçen âyeti kerimede,
«Ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir» buyurmuştur.
Cumhur «Sadaka en az altı yoksula verilir, kurban da en az bir koyun veya
keçidir» demiştir. Hasan Basrî ise, îkrime ve Nâfı'den «Sadaka en az on yoksula
verilir. Oruç da on gün tutulur» diye söylediklerini rivayet etmiştir.
Cumhurun delili, yukarıda geçen Ka'b b. Ücre'nin hadisidir.
Orucun on gün olduğunu söyleyenler ise, bu orucu temettü' haccı orucuna kıyas
etmişlerdir. Bunlar ayrıca -Cenâb-ı Hak avlanmanın fidyesi hakkında,
"Ya da bu yemek kadar oruç tutmaktır" 168
buyurduğu için- sadaka ile oruç miktarlarının bir olması gerektiğine
inanmışlardır.
Her bir yoksula ne kadar verilmesi gerektiğine gelince: Keffaretler hakkında
varid olan hadisler çeşitli olduğu için, ulema bunda ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik, İmam Şafii, İmam Ebû Hanife ve bunların tabileri: «Her birine
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in avucu ile iki avuç verilir» demişlerdir.
Süfyan Sevrî'den ise:«Buğdaydan yarımşar sa1, hurma, kuru üzüm ve arpadan ise
birer sa' verilir» dediği rivayet olunmuştur. İmam Ebû Hani-fe'den de bunu
söylediği rivayet olunmuştur. Bu, İmam Ebû Hanife'ye göre keffaretlerde asıldır.
169
C- Fidye Ödemeyi Gerektiren Haller:
Fidyenin neden dolayı vacib olduğu konusuna gelince: Ulema, hastalıktan veya
bitlenmekten dolayı başını traş etmek zorunda kalan kimseye lâzım geldiğinde
müttefiktirler.
İbn Abbas, «Hastalık, başta çıbanların çıkmasıdır»; Atâ da, «Baş ağnsı-dır»
demiştir.
Cumhur, «Dikili elbise giymek, traş olmak ve tırnak kesmek gibi ihram-lıya caiz
olmayan şeylerden hangisi yapılırsa fidye lâzım gelir» demiştir. Bu fidye de
-ihtilâfa göre- ya kurban, ya da sadakadır ve bunu ister keyfî olarak yapsın,
ister yapmak zorunda kalsın her iki halde de lâzım gelir demişlerdir. Güzel koku
kullanmak da böyledir.
Kimisi «Tırnak kesmekten bir şey lâzım gelmez» kimisi «kurban lâzım gelir»
demiştir. Tırnakların bir kısmını kesmekte de ihtilâf etmişlerdir.
İmam Şafii ile Ebû Sevr «Bir tırnağın kesilmesinde bir sadaka, üd tırnağın
kesilmesinde iki sadaka, üç tırnağın kesilmesinde ise kurban lâzım gelir»
demişlerdir.
İmam Ebû Hanife ise, bu hususta muhtelif kavillerde bulunmuş, birinde
«Tırnakların hepsi kesilmedikçe bir şey lâzım gelmez» demiştir.
Ebû Muhammed b. Hazm ise, «İhramîı, bıyık ve tırnaklarını kesebilir ve bunları
kesmekten dolayı ona bir şey lâzım gelmez» demiştir. Bu şâzz bir görüştür. Ona
göre yalnız baş traşı fidye gerektirir. Zira onun hakkında nass vardır.
Ulema baş traşının fidyeyi gerektirdiğinde müttefiktirler. Fakat vücudun diğer
tüylerini traş etmekte ihtilâf etmişlerdir. Cumhur, «Ondan da fidye lâzım gelir»
İmam Dâvûd ise «Lâzım gelmez» demiştir. Başından veyahut vücudunun bir başka
yerinden bir veya iki kıl çeken kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir.
imam Mâlik, «Eğer kılları çekerken bit vesaire Öldürmemişse bir iki tane kıl
çekmekten dolayı bir şey lâzım gelmez» demiştir.
Hasan Basrî «Bir kıl için bir avuç, iki kıl için iki avuç yemek ve üç kıl için
kurban lâzım gelir» demiştir. İmam Şafii ile Ebû Sevr de buna katılır.
İmam Mâlik'in tabilerinden Abdülmelik ise, «Çekilen kıllar az olursa sadaka, çok
olursa kurban lâzım gelir» demiştir.
Bu ihtilâfın s e b e b i, ihramlı için kılları gidermenin niçin caiz olmadığında
ihtilâf etmeleridir. Bunun taabbüdî bir emir olduğunu söyleyenler, «Giderilen
kıllar az da olsa fidye lâzım gelir» demişlerdir.
îhramh için -ihramda bulunduğu müddetçe- temizlenmek caiz değildir diyenler ise,
«Bir iki kılı çekmekle herhangi bir temizleme hasıl olmadığı için fidye lâzım
gelmez» demişlerdir.
Fidyenin nerede verilmesi gerektiğine gelince:
İmam Mâlik, «Kişi bunda serbesttir, isterse Mekke'de, isterse başka yerde,
isterse memleketine döndükten sonra verebilir» demiştir.
İmam Mâlik'e göre fidye ister kurban, ister sadaka, ister oruç olsun durum
aynıdır. Mücâhid de buna katılır. Fakat İmara Mâlik'e göre bu kurban nüsük1
(haccın bir işlemidir) tür, hediy (Mekke'de hediye olarak kesilmiş) değildir.
Çünkü eğer hediy olursa onu ya Mekke'de, ya da Mina'da kesmek lâzım gelir.
İmam Ebû Hanife ile İmam Şafii ise, «Kurban ile sadaka, Mekke'den başka bir
yerde verilemezler. Fakat oruç her yerde tutulabilir» demişlerdir.
İbn Abbas da «Kurban Mekke'de kesilir, fakat sadaka ile oruç başka yerlerde de
olurlar» demiştir. Bu söz İmam Ebû Hanife'den de rivayet olunmuştur. Fakat İmam
Şafii'den, yukardaki sözünden, yani kurbanla sadakanın Harem yoksullarına
verilmesi gerektiğinden başka bir görüş rivayet olunmamıştır.
Bu ihtilâfın sebebi, âyet-i kerimede geçen nüsük'ü hedy'e kıyas etmekte ihtilâf
etmeleridir.
Nüsük'ü hedye kıyas edenler, «Hedy nasıl Harem'de kesilmesi ve Ha-rem'in
yoksullarına dağıtılması gerekiyorsa, nüsük de böyledir. Çünkü ikisinden de
maksat, Allah'ın evine komşu olanların menfaat görmesidir» demişlerdir.
Diğerleri ise, «Cenâb-ı Hak hedy'e hedy, nüsük'e de nüsük demiştir. Bu ise
ikisinin hükümde bir olmadığını göstermektedir» demişlerdir. 170
D- Fidye'nin Ödenme Zamanı:
Fidyenin ne zaman verilmesi gerektiğine gelince
Cumhur her ne kadar, «Fidye, fidyeyi gerektiren sebep husule gelmeden, meselâ
kişi başını traş etmeden önce verilemez» demiş ise de, yemin keffaretine kıyasen
bunda da ihtilâf edilmiş olması gerekmektedir. 171
E- Başı Traş Etmek:
Ulema, haccın menasiki bittikten sonra yapılan baş traşı haccın menasi-kinden
midir, yoksa onunla ihramdan mı çıkılır diye ihtilâf etmişlerdir.
Cumhur, «Haccın menasikindendir ve traş olmak, saçı kestirmekten ef-daldir»
demiştir. Zira îbn Ömer'in hadisi ile sabittir ki «Peygamber (s.a.s) Efendimiz,
«Ya Rabbi, başlarını traş edenlere rahmet eyle» diye dua etmiş, ashab-ı kiram
da: 'Ya Rasûlallah, Cenâb-ı Hak saçlarını kestirenlere de rahmet eylesin',
demişler. Efendimiz (s.a.s) yine 'Ya Rabbi, başlarını traş edenlere rahmet
eyle', demiş, ashab-ı kiram tekrar 'Ya Rasâ-lallah, Allah saçlarını kestirenlere
de rahmet etsin', demişler. Efendimiz (s.a.s) bu defa172
«Saçlarım kestirenlere de rahmet eyle, diye dua etmiştir»
Ulema «Kadınlar için baş traşı yoktur, onlar saçlarını kestirirler» demişlerdir.
îmam Mâlik, «Traş olmak, haccın da, umrenin de menasikindendir ve saç
kestirmekten efdaldir ve her ihrama giren kimse için -hatta yetiştirememek,
yahut düşman tarafından alıkonmak ya da hastalık gibi bir mazeret yüzünden
hacdan kalmak gibi herhangi bir sebeple haccını tamamlayamazsa bile- vacibtir»
demiştir ki, bütün fukaha da buna katılır. Ancak imam Ebû Hanife, «Düşman
tarafından alıkonan kimse için ne baş traşı, ne de saç kes^ tirmek vacib
değildir» demiştir.
Kısacası; baş traşını, ya da saç kestirmeyi vacib görenler, terki halinde kurban
lâzım geldiğini benimsemiş, vacib görmeyenler; «Terk edilirse bir şey lâzım
gelmez» demişlerdir. 173
4. Temettü'Haccı'nın Kefareti:
Daha önce mealini verdiğimiz
Ayet-i kerimede 174 tanzim edilen temettü1 haccı keffaretinin vücubunda ulema
ittifak etmişlerdir. Ancak, temettü' haccımn ne olduğu hakkında ihtilâf
etmişlerdir, ki bu ihtilâfı yukarıda anlattık. Temettü' haccı keffaretinin bahsi
de -baş traşı keffaretinin bahsi gibi- bu keffaretin kime vacib olduğu, bu
keffarette ne vacib olduğu ve ne zaman vacib olduğu ve kimlere nerede verilmesi
gerektiği mevzularıyla ilgilidir.
Ulema bu keffarette vacib olan şeyin cinsinde ihtilâf etmişlerdir. Cumhur,
175 âyet-i kerimesinde geçen hedy'den maksat bir küçük baş hayvandır» demiştir.
îmam Mâlik buna «Çünkü avlanma cezasına dair, 176 kavl-i celilinde bir küçük baş
hayvana hedy denilmiştir. Zira icma' ile malumdurki avlanma cezasında bazan bir
küçük baş hayvan vacib olur» diye ihticac etmiştir.
îbn Ömer ise «Hedy ismi deve ve sığırdan başka hayvanlarda kullanılmaz ve kavl-i
celilinden murad da, "Ne ki bulabilirseniz" demektir» demiştir.
Ulema bu keffaretin müretteb (sıralı) olduğunda müttefik olup, «Kişi hedy'i
bulabildiği müddetçe oruç keffaretine geçemez» demişlerdir.
Ancak bu keffaretin hedy'den oruca geçiş süresinde ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Kişinin oruca başlaması ile hedy'in vücub süresi bitmiş olur, bundan
sonra hedy'i bulsa bile onu vermek zorunda değildir» demiştir, îmam Ebû Hanife
ise «Orucun ilk Uç günü daha bitmemişken eğer hedy'i bulursa, ona yine hedy
vacibtir. Fakat orucun son yedi günü esnasında hedy'i bulmanın bir tesiri
yoktur» demiştir. Bu mes'ele de, teyemmümle namaz kı-
larken namaz içinde suyu bulan kimse mes'elesine benzer.
Bu ihtilâfın sebebi, herhangi bir ibadetin başlangıcında şart olan bir şeyin o
ibadetin devamında da şart olup olmadığında ihtilâf etmeleridir. İmam Ebû
Hanife'nin, orucun ilk üç günü ile son yedi günü arasında ayınm yapmasının
sebebi de, ona göre orucun ilk üç.gününün hedy'e bedel iken son yedi gününün
hedy'e bedel olmayışıdır.
Ulema «Kişi orucun ilk üç gününü Zülhicce de tutarsa zamanında tutmuş olur»
demişlerdir. Zira Cenâb-ı Hak,
"Bunun keffareti hac günlerinde üç gün oruç tutmaktır" 177 buyurmuştur ve
Zülhicce ayının ilk on gününün hac günleri olduğunda da ihtilâf yoktur.
Fakat umre ihramından çıkıp da daha hac ihramına girmemişken bu orucu tutan
veyahut geciktirip Mina günlerinde tutan kimsenin orucunda ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik, «Hac ihramına girmeden oruç>tutmak caiz değildir. Fakat Mina
günlerinde tutmak caizdir» demiştir.
İmam Ebû Hanife ise, «Hac ihramına girmeden tutmak caizdir. Fakat Mina
günlerinde caiz değildir. Hatta eğer bayramdan önce bu orucu tutmazsa zimmetine
hedy geçmiş olur» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi, 'Mezkûr günler hac günleri midir, değil midir? Keffaret
daha vacib olmamışken keffareti ödemek caiz midir, değil midir?* diye ihtilâf
etmeleridir.
İmam Mâlik «Keffaret vacib olmazdan önce ödenen keffaret kâfi gelmez», İmam Ebû
Hanife «Kâfi gelir» demiştir.
Ulema, bu orucun son yedi gününü yolda tutmanın caiz olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir. İmam Şâfıi «Caiz değildir» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi de
"Yedi gün de, döndüğünüz zaman tutmaktır" âyet-i kerimesinin taşıdığı mânâ
ihtimalleridir. Zira hac yolculuğunu bitirip memleketine varan kimseye nasıl,
hacdan dönmüş deniliyorsa, daha yolda olan kimseye de hacdan dönmüştür denilir.
Sem'i delil ile sabit olan ve üzerinde ittifak edilen keffaret işte budur.
Hacca başladıktan sonra, ya haccın rükünlerinden birini kaçırmak ya
hac.günlerini yanlış saymak, ya bilmediği veya unuttuğu için bir eksiklik
bırakmak, ya da haccı bozan bir şeyi yapmak sureti ile haccını tamamlayamayan
kimseye -eğer başladığı hac farz ise- kaza lâzım geldiğinde ihtilâf yoktur.
Ancak bu adama hedy de lâzım gelip gelmediğinde ve tatavvu' haccı da eğer
tamamlanamazsa onun da kazası lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmislerdir.
Cumhur; hem hedy, hem kaza lâzım geldiği görüşündedir. Zira hac'da husule gelen
eksiklik hedy'in lâzım geldiğini iş'ar etmektedir.
Bir kitle de şâzz bir görüşte bulunup, «Hedy mutlaka lâzım gelmez. Kaza da ancak
tamamlanamayan haccın farz olması halinde lâzım gelir» demiştir.
Cumhur
AHah için hac ve umreyi tamamlayınız" 178 âyet-i kerimesine dayanarak, «Hac
ibâdeti diğer ibâdetler gibi olmayıp fesada da gitse, onu yanda bırakmak caiz
değildir» demiştir.
Bir cemaat de, haccı da diğer ibadetlere kıyas ederek fesada giden haccı âyetin
hükmünden istisna etmiş ve «Fasid olan haccı tamamlamak gerekmez» demiştir. 179
5. Hacc'ın Cinsî Birleşmeyle
Bozulması:
Ulema, her ne kadar haccın menasikinden hangisinin rükün olduğu ve hangisinin
rükün olmadığı hakkında ihtilâf etmişlerse de, Hacc'ın rükünlerinden birini
eksik bırakmakla ve Arafat vukufundan önce de cima' etmekle umrenin fesada
gittiğinde müttefiktirler. Zira Cenâb-ı Hak,
"Hacca girişen kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, sö-ğüşmek, döğüşmek
yoktur" 180 buyurmuştur.
Fakat Arafat vakfesinden sora ve Cemratü'l-Akabe'yi taşlamaktan Önce ve
Cemratü'l-Akabe'yi taşladıktan sonra ve rükün olan Tavâfü'l-lfâda'yı yapmadan
önce cima' etmekle hac fesada gider mi, gitmez mi diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Cemratü'l-Akabe'yi taşlamadan cima1 eden kimsenin haccı bozulur ve
kendisine hem fidye, hem kaza lâzım gelir» demiştir.
İmam Ebû Hanife, imam Şafii ve Ebû Sevr ise, «Haccı tamamdır. Ancak bir deve
kurban etmesi gerekir» demişlerdir. Bu söz, İmam Mâlik'ten de rivayet
olunmuştur.
İmam Mâlik «Cemratü'l-Akabe'yi taşladıktan sonra -Tavâfü'l-lfâda daha yapılmamış
bile olsa- cima1 etmekle hac fesada gitmez» demiştir. Cumhur da buna katılır.
Bir cemaat de, «Tavafü'l-îfada'dan önce cima1 etmek haccı fesada götürür»
demiştir ki bu da îbn Ömer'in görüşüdür.
Bu ihtilâfın sebebi şudur: Selâm vermekle nasıl namazdan çıkılıyorsa, haccın da,
namazın selâmına benzeyen Tavâfü'l-îfâda'sını yapmakla hac'dan çıkılır ve buna
'büyük tahallüT denilir.
Bundan başka bir de Cemratü'l-Akabe'yi taşlamakla da hacdan çıkılır. Buna da
'küçük tahallüT denilir. Ulema da, hacda olan kimseye cima'ın helâl olması için
bu her iki tahallülü de yapmak şart mıdır, yoksa birisi kâfi geliyor mu diye
ihtilâf etmişlerdir.
Ulema, «Küçük tahallül ile; -kadın, güzel koku ve avlanmaktan başka-her şey
helâl olur» demişlerdir. Fakat bu üç şeyde ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik, kendisinden gelen meşhur rivayete göre, «Kadın ve güzel kokudan
başka her şey helâl olur» bir diğer rivayete göre de, «Kadın, güzel koku ve
avlanmaktan başka herşey helâl olur» demiştir. Çünkü
"İhramdan çıktığınız zaman avlanınız" 181âyet-i kerimesinin zahirinden, ihramdan
çıkmanın büyük tahallül olduğu anlaşılmaktadır.
Ulema «Umre ihramında olan kimse baş traşı veya saç kestirmesini yapmasa da
Kâ'be'yi tavaf etmek ve Safa ile Merve arasında sa'y yapmakla umreden çıkar»
demişlerdir. Zira bunu bildiren hadisler sabittir. Ancak tbn Abbas'tan, «Yalnız
tavaf ile de umreden çıkılır» diye şazz bir görüş rivayet olunmuştur, imam Ebû
Hanife ise, «Umrede olan kimse, başını da traş etmeden umreden çıkamaz. Şayet
başını traş etmeden cima* ederse umresi bozulur» demiştir. 182
A- Niteliği:
Ulema, hem haccı bozan cima'nın keyfiyetinde, hem de -öpmek gibi- cima'ın
mukaddimeleri ile haccın bozulup bozulmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Cumhur, «Hac ancak, iki tenasül uzvunun birbirine rast gelmesi ile bozulur»
demiştir. Fakat kimisi guslün vacib olmasında iki tenasül uzvunun birbirine rast
gelmesinden başka, meninin çıkmasını da şart koştuğu için burada da bu şarn
koşması muhtemeldir. Ulema, meniyi insan fercinin dışına akıtmakla da hac
bozulur mu, bozulmaz mı diye ihtilâf etmişlerdir.
imam Ebû Hanife, «Meniyi önce akıtmaktan başka bir şey haccı bozmaz» demiştir,
imam Şafii de «Zina haddi ne ile lâzım geliyorsa, hac da onunla bozulur»
demiştir. İmam Şafii fercin (normal birleşme yeri) dışında cima' yapan kimsenin
hedy vermesini müstehab görmüştür. Ulema, hac esnasmda bir kereden fazla cima'
yapan kimseye lâzım gelen hedy'in sayısında ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik «Bu adama yalnız bir hedy lâzım gelir», İmam Ebû Hanife «Eğer
tekerrür eden cima'larm hepsi bir mecliste olmuş ise bir hedy, değişik
meclislerde olmuş ise her bir cima1 için bir hedy lâzım gelir» demiştir. İmam
Muhammed b. Hasan ise «Tekerrür eden cima'lar ister bir mecliste, ister değişik
meclislerde olsun, eğer birinci cima1 için hedy vermemiş ise hepsi için bir hedy
lâzım gelir» demiştir. îmam Şafii'den ise, bu her üç görüş de rivayet
olunmuştur. Fakat en meşhurları îmam Mâlik'in görüşüdür. 183
B- Unutarak Birleşme
Ulema unutarak cima' eden kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik'e
göre bilerek cima' etmekle" unutarak cima' etmek arasında fark yoktur 184 İmam
Şafii ise kavl-i cedîd'inde: «Unutarak cima' edene keffaret lâzım gelmez»
demiştir. 185
C- Kadının Keffaret Mükellefliği:
Kendisi ile cima1 edilen kadına da keffaret lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf
etmişlerdir.
îmam Mâlik «Eğer kadın mutavaat ederse (direnmezse) ona da keffaret lâzım gelir,
mutavaat etmezse kocasına iki hedy lâzım gelir» demiştir. İmam Şâfîi ise
-Ramazan'da cima' eden kimse hakkında söylediği gibi-, «Kadın ister mutavaat
etsin, ister etmesin, yalnız kocaya bir hedy lâzım gelir» demiştir.
Cumhur «haclarını cima' ile bozan koca ile kan, ertesi sene haclarını kaza
ederlerken bir arada hac yapamazlar»
demiştir. Kimisi de, bir arada hac yapmalarında bir sakınca görmemiştir. Birinci
görüş, ashab ve tabiinin bazılarından da rivayet olunmuştur.
îmam Şâfîi ile îmam Mâlik, bu koca ile karının nerede birbirinden ayrılmaları
gerektiğinde ihtilâf etmişlerdir.
imam Şafii «Önceki sene hangi yerde cima' etmişlerse orada birbirinden
ayrılırlar». İmam Mâlik ise «Eğer Mikat'a varmadan ihrama girmemiş-lerse ihrama
girer girmez birbirinden ayrılırlar» demiştir.
Birlikte hac yapamazlar diyenler, hem onları cezalandırmak ve hem de bir daha
tekerrür etmesini önlemek gayesi ile bunu söylemişlerdir. Birlikte hac
yapmalarında sakınca görmeyenler ise, bu babta «sem'i bir delil bulunmadan
herhangi bir hüküm sabit olamaz» kaidesine uymuşlardır.
Ulema, cima' ile vacib olan hedy'in cinsinde de ihtilâf etmişlerdir, imam Mâlik
ile îmam Ebû Hanife «Bir koyun veya keçi lâzım gelir» demişlerdir, îmam Şafii
ise «Deveden aşağısı kâfi gelmez. Şayet deve bulunmazsa, deve para ile, para da
yemeklik ile kıymetlendirilir ve eğer buna gücü yetmezse her bir avuç yemeklik
yerine bir gün oruç tutar. Hedy ile yemek, Mekke ile Mina'dan başka bir yerde
verilemez. Fakat oruç istendiği yerde tutulabilir» demiştir.
İmam Mâlik «Cima1, baş traşı ve hacdan alıkonma gibi ihramda hasıl olan her
aksaklık için hedy lâzım geldiği zaman, eğer liedy'e gücü yetmezse, -hac
esnasında üç gün ve memleketine döndükten sonra da yedi gün olmak üzere- on gün
oruç tutar» demiştir.
Buna göre, imam Mâlik burada lâzım gelen kurbanı temettü' haccı kurbanına kıyas
etmiştir, imam Şafii de, fidyede vacib olan kurbana kıyas etmiştir, imam Mâlik'e
göre yemek, yalnız avlanmak ve baş traşı keffaretlerinde verilebilir, imam Şafii
ise «Oruç ile yemek bir yerde kurbana bedel olmamakta, iki yerde de olmaktadır.
Çünkü yemek hususunda, meskûtu mantuka kıyas etmek daha evlâdır» demiştir.
Cima1 ile haccı bozmanın hükümleri işte bunlardır. 186
6. Arafat'ta Vakfeyi
Kaçırmanın Haccı Bozması:
Arafat vukufunu kaçırmakla haccını bozan kimseye gelince: Ulema «Bu adam,
Kâ'be'yi tavaf etmeden ve Safa ile Merve arasında sa'y yapmadan ihramdan
çıkamaz. Zira bu adam umre menasikini tamamlamak zorundadır. Ayrıca ertesi sene
haccını da kaza etmek zorundadır» demişlerdir. Fakat ona hedy lâzım gelip
gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir.
imam Mâlik, imam Şafii, imam Ahmed, Süfyan Sevrî ve Ebû Sevr, «Kendisine hedy
lâzım gelir» demişlerdir. Bunların mesnedi de, hastalık yüzünden haccından kalan
kimseye hedy lâzım gelmesidir.
îmam Ebû Hanife «Bu adam umre yapıp ihramdan çıkar ve ertesi sene haccını kaza
etmesi gerekir. Fakat kendisine hedy lâzım gelmez» demiştir. Küfe uleması, «Hedy
kazaya bedel olduğu için, kaza lâzım geldiği zaman artık hedy lâzım gelmez»
demişlerdir.
İmam Mâlik, imam Şafii ve imam Ebû Hanife, Kıran Haccı'nı yapan kimse eğer
haccını kaçmrsa yine Kıran Haccını mı kaza etmek zorundadır, yoksa haccını ifrad
olarak da kaza edebilir mi diye ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik ile îmam Şafii, «Yine Kıran haccı olarak kaza eder. Çünkü edâ ne ise
kaza da edanın aynıdır» demişlerdir.
imam Ebû Hanife ise, «Kıran yapmak zorunda değildir. Zira kaçırılan, yalnız
hacdır. Umreyi önceki sene tamamlamıştır» demiştir.
Ulemanın cumhuru, haccı kaçıran kimsenin ertesi sene hac zamanı gelinceye kadar
ihramda kalmasını uygun bulmamaktadırlar.
îmam Mâlik de ihramda kalmamasını muhtar görmekle beraber kendisinden hedy'in
sakıt olması için umre ile tahallül etmeyip ihramda kalmasını caiz görmüştür.
Bu ihtilâf da henüz hac ayları gelmemişken hac ihramına girilip giri-lemediği
hususundaki ihtilâflarına dayanmaktadır. Hac aylan gelmeden ihrama girmeyi caiz
görmeyenler, bu adamın ihramda kalmasını caiz görmemişlerdir. Caiz görenler ise
ihramlı olarak kalmasını caiz görmüşlerdir.
(Kadı -İbn Rüşd- diyor ki), gerek hacda lâzım geldiği nass'en bildirilen ve
gerek fukaha tarafından bunlara ilhak edilen keffaretleri ve kaçırılan hac-cm
tahallül ve kaza keyfiyetlerini anlatmış olduk. Şimdi de, şeriatte meskût
geçtiği için lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf edilen keffaretleri anlatmaya
geçiyoruz. 187
7. Hükmü Belirtilmeyen Keffar
etler;
A- Hac Fiillerinin Hüküm
Yönünden Çeşitleri:
Cumhur, haccın -Sünnet-i Müekkede ve nafile olmak üzere- iki çeşit nüsükleri
bulunduğunda müttefiktirler.
Sünnet olan nüsükler terki halinde kurban lâzım gelen nüsüklerdir. Çünkü bunlar
terk edildiği zaman hac eksik kalmış olur. Bunun aslı Temettü1 ve Kıran
haclarıdır. İbn Abbas'tan, «Kim bir sünneti yetiştiremezse kendisine kurban
lâzım gelir» dediği rivayet olunmuştur.
Nafile olan nüsükler hakkında ise hiçbir rivayet yoktur. Ancak sünnet olup
olmadıklarında ihtilâf ettikleri için terk edildikleri zaman kurban lâzım gelir
mi, gelmez mi diye ihtilâf etmişlerdir.
Farz olan nüsüklerin ise Kurban ile telafi olunamadığında ihtilâf yoktur. Eğer
bir şey hakkında kurban ile telafi olunur mu, olunmaz mı diye ihtilâf
etmişlerse, o şeyin farziyet ve sünniyetinde ihtilâf ettikleri içindir.
Zahirîlere göre -hakkında nasa varid olan şeyler dışında- herhangi bir şey için
kurban lâzım gelmez. Çünkü Zahirîler şer'î ahkâmında -hele ibadetlerde- kıyas
yapmazlar.
Ulema, ihramda iken sakınılması gereken şeylerden birini yapan kimseye baş traşı
fidyesi lâzım geldiğinde ve nafile olan şeylerden birini terk eden kimseye de
bir şey lâzım gelmediğinde müttefiktirler. Bununla beraber bazı şeyler hakkında,
«Sünnet midir, yoksa nafile midir?» diye ihtilâf ettikleri için bu şeylerden
birinin terki halinde kurban lâzım gelip gelmediğinde ih-
tilâf etmişlerdir. Biz de bu ihtilâflardan meşhur olanları baştan sonuna kadar
birer birer anlatmaya çalışacağız. 188
B- Mikafı İhramsız Geçmek:
îhtilâf ettikleri mes'elelerin birincisi, ihramsız olarak mikat't geçen kimseye
kurban lâzım gelir mi, gelmez mi mes'elesidir. Kimisi «Lâzım gelmez», kimisi de
«Bu adam bir daha mikat'a dönse bile kendisine kurban lâzım gelir» demiştir.
İmam Mâlik ile İbnü'l-Mübârek bunu benimsemişler ve bu görüş Süfyan Sevrî'den de
rivayet olunmuştur.
Kimisi de «Eğer mikat'a dönse lâzım gelmez, dönmese lâzım gelir» demiştir. Bu da
İmam Şafii, İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Süfyan Sevrî'nin meşhur olan
görüşüdür.
İmam Ebû Hanife ise «Eğer telbiye ederek dönse lâzım gelmez, telbîye etmeden
dönse lâzım gelir» demiştir.
Kimisi de «Mikatı ihramsız olarak geçmemek farz olduğu için kurban ile telafi
olunamaz» demiştir. 189
C- Başını Yıkamak ve Hamama Gitmek:
Başını hıtmî ile yıkayan kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik ile
îmam Ebû Hanife «Bu adam fidye vermek zorundadır» demişlerdir.
Süfyan Sevrî ile başkaları ise, «Bu adama bir şey lâzım gelmez» demişlerdir.
İmam Mâlik «hamama giden kimseye de fidye lâzım gelir» demiş ise de, ulemanın
çoğu hamama gitmeyi mubah görmüşlerdir. îbn Abbas'ın ih-ramlı iken hamama
gittiği sıhhatli bir senetle sabit olmuştur. 190
D- İhramlıya Yasak Olan
Elbiseleri Giymek:
Cumhur, ihramda giyilmesi yasaklanan herhangi bir libası giyen ihramlıya fidye
lâzım geldiğinde müttefiktirler. Fakat ruba bulamayan bir ihramlı-nın don
giydiği zaman kendisine fidye lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir.
İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife «Kendisine fidye lâzım gelir» demişlerdir. Süfyan
Sevrî, îmam Ahmed, Ebû Sevr ve İmam Dâvûd ise, «Eğer ruba bulamazsa ona bir şey
lâzım gelmez» demişlerdir.
«Lâzım gelir» diyenlerin mesnedi mutlak neniydin Lâzım geldiğini benimsemiş
olanların mesnedi de, Amr b. Dinar'ın Câbir ile Ibn Abbas'tan rivayet ettiği
«Peygamber (s.a.s)'in,
«Ruba bulamayan kimse için don, terlik bulamayan kimse için de mest giymek
caizdir buyurduğunu işittim» 191 mealindeki hadisleridir. Ulema, terlik bulduğu
halde boğazı kesilmiş mestleri giyen kimse hakkında da ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik «Bu adama fidye lâzım gelir», îmam Ebû Hanife «Lâzım gelmez»
demiştir. İmam Şafii'den ise her iki görüş de rivayet olunmuştur.
Kadının eldiven giymesi, fidyeyi gerektirip gerektirmediğinde de ihtilâf
etmişlerdir ki, bu hükümlerin çoğunu ihram bahsinde söyledik.
Telbiyeyi terk eden kimseye de fidye lâzım gelir mi gelmez mi diye ihtilâf
etmişlerdir. Biz bunu da yukarıda söyledik. 192
E- Tavaf Konusundaki
Eksiklik ve Yanlışlıklar:
Ulema, ters olarak tavaf yapan, yani Kabe'yi sağ yanına alan veyahut tavafın bir
şavtını unutup Kâ'be etrafında sehven altı kere dolaşan kimsenin -eğer daha
Mekke'den çıkmamışsa- bir daha tavaf etmesi gerektiğinde müttefiktirler. Fakat
Mekke'den ayrılıp memleketine dönen kimse hakkında ihtilâf etmişlerdir. îçinde
îmam Ebû Hanife'nin bulunduğu bir cemaat, «Kurban kesmek bu eksikliğin yerini
tutar» demişlerdir. Bir cemaat da, «Bunun yerine kurban geçmez, bir daha tavaf
yapması ve eksik bıraktığını tamamlaması gerekir» demişlerdir.
Tavafın ilk üç şavtında remel yapmayana da kurban lâzım gelip gelmediğinde
ihtilâf etmişlerdir. îbn Abbas, îmam Şafii, imam Ebû Hanife, îmam Ahmed ve Ebû
Sevr lâzım geldiğini benimser. îmam Mâlik ile tabilerinin sözleri ise bu hususta
çeşitlidir. Bu ihtilâfların hepsi -yukarıda da söylediğimiz üzere- bunların
sünnet olup olmadığı hakkındaki ihtilâflarına dayanmaktadır.
Tavaf esnasında Hacerü'l-Esved'i veyahut ona yetişemediği zaman -hiç değilse-
elini ona sürüp kendi elini öpmeyen kimseye de -Temettü1 Haccını yapan kimseye
kıyasen- kurban lâzım gelir.
Tavafın iki rek'at sünnetini unutup kılmayan kimseye de kurban lâzım gelip
gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik «Lâzım gelir» demiştir. Süfyan
SevrHse, «Eğer daha HarenVden aynlmamışsa hatırladığı yerde hemen kılar»
demiştir. îmam Şafii ile İmam Ebû Hanife de «İstediği yerde kılar» demişlerdir.
Tavâfü'l-Veda'nın farz olmadığını söyleyenler, bu tavafı terk eden ve yapmak
için dönmek imkânına sahip olduğu halde dönmeyen kimseye kurban lâzım gelip
gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik, «Lâzım gelmez. Ancak eğer daha
yakın bir yerde ise dönüp tavaf yapar» demiştir.
İmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî, «Eğer dönüp tavaf yapmazsa kendisine kurban
lâzım gelir» demişlerdir. Bunlar «Bu adam eğer daha mikatlara varmamışsa döner
varmışsa dönmez» demişlerdir. Tavâfü'l-Veda'yı Sünnet-i Müekke'de görmeyenler,
«Eğer bu tavaf sünnet olsaydı Mekkeliler'den ve aybaşı haline giren kadından
sakıt olmazdı» demişlerdir.
İmam Ebû Hanife'ye göre Hatim'i tavafa idhal etmeyen kimse eğer daha Mekke'den
çıkmamışsa bir daha tavaf yapması ve eğer çıkmış ise kurban kesmesi lâzım gelir.
Ulema, yaya .olarak tavaf yapmanın tavafın sıhhat şartı olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir. İmam Mâlik «Ayakta namaz kılmak nasıl namazın sıhhati için şartsa,
yaya olarak tavaf etmek de tavafın sıhhati için şarttır. Şayet yürüyemiyorsa
tavafı, oturarak namaz kılanın namazı gibi olur. Eğer yürüyebildiği halde
binerek tavaf yapmış ve daha Mekke'den çıkmamışsa bir daha tavaf yapması
gerekir. Aksi halde ona kurban lâzım gelir» demiştir.
îmam Şafii ise «Binerek tavaf yapmak caizdir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz
hasta olmadığı halde binerek tavaf yapmıştır. Ancak şu var ki, bu halk onu
görsün diyedir» 193 demiştir. 194
F- Sa'y Konusundaki Yanlışlıklar:
Safa ile Merve arasında sa'y yapmadan memleketine dönen kimseye -bunu vacib
görenlere göre- kurban lâzım gelir, tatavvu' görenlere göre ise bir şey lâzım
gelmez. Tavaftan önce sa'y yapıp da bir daha sa'y yapmayan kimseye kurban lâzım
gelip gelmediği hakkındaki ihtilâfı ise yukarıda anlattık. 195
G- Arafat'ta Vakfe
Konusundaki Yanlışlıklar:
Güneş batmadan Arafat'tan aynlan kimseye de kurban lâzım gelip gelmediğinde
ihtilâf etmişlerdir. İmam Ş âfıi ile İmam Ahmed, «Eğer daha fecir sökmeden bir
daha Arafat'a dönerse ona kurban lâzım gelmez ve eğer dönmezse lâzım gelir»
demişlerdir. İmam Ebû Hanife ile Süfyan Sevrî ise, «Dönse de dönmese de ona
kurban lâzımgelir» demişlerdir. Bu ihtilâfı da yukarıda söyledik.
Arafat'ın «Ürene» denilen semtinde vakfe yapan kimse hakkında da ihtilâf
etmişlerdir. İmam Şafii'ye göre bu adamın haccı fasittir. İmam Mâlik'e göre ise,
ona kurban lâzım gelir.
Bu ihtilâfın sebebi, mezkûr semtte vukuf yapmanın yasaklanmasından kasıt hürmet
nehyi midir, yoksa kerahet nehyi midir diye ihtilâf etmeleridir.
Bu ihtilâfların yeri burası olduğu halde biz, yukarıda haccın efalini birer
birer anlatırken münasebet geldiği için çoğunu orada anlattık.
(Kadı -İbn Rüşd- diyor ki), bu ibadetin vücubu, vücub şartlan, kime ve ne zaman
vacib olduğu gibi Önce, bu ibadetin mukaddimeleri sayılanları, sonra bu ibadetin
zamanı, yeri, bu ibadet esnasında sakınılması gereken şeyleri ve her birinin
kendine has olan zamanında ve yerinde yapılması gereken bu ibadetin fiillerini
ve bundan sonra da bu ibâdette husule gelen aksaklık ve eksikliklerle ilgili
hükümleri ve bunlardan keffaretlerle tamir olunabilen ve olunamayanları veya
iadesi lâzım geldiği zaman iadeyi gerektiren sebeplerin sırasına göre buna dair
hükümleri -ki buna mühsar'ın da hükmü dahildir-anlatmış bulunuyoruz.
Şimdi de bu ibâdetin fiillerinden biri olan hedy bahsine geçiyoruz. Zira hedy,
hac ibadetinin başlıbaşına bir cüz'ü olduğu için onu ayrı bir bahiste anlatmak
gerekmektedir. 196
8. Hedy Kurbanı:
Bu bahis; -Hedy'in vücubu, cinsi, yaşı, nasıl, nereden ve nereye sevk olunduğu
ve kesildikten sonra etinin kimlere verildiği olmak üzere- birkaç mevzuyu ihtiva
etmektedir. 197
A- Hükmü:
Ulema, hedy denilen ve bu ibadette sevk olunan kurbanın -vacib ve tatavvu' olmak
üzere- iki kısım olduğunda müttefiktirler. Vacib olan kurban da, ya adandığı
için vacibtir, ya bu ibâdetin bazı çeşitlerinde esasen vacibtir, ya da keffaret
olduğu için-vacibtir. Bu ibadetin bazı çeşitlerinde vacib olan hedy, -ittifak
ile- Temettü' haccınm ve- ihtilâf ile -Kıran haccının kurbanlarıdır. Keffaret
olduğu için vacib olan hedy ise; -hac kazaya kaldığı zamanhedy
lâzım gelir diyenlerin görüşüne göre- kaza kurbanı, avlanma, baş traşı ve
temizlenme fidyeleri ile ulema tarafından bunlara kıyas edilen kurbanlardır. 198
B-Cinsi:
Hedy'in cinsine gelince: Ulema, deve, sığır, koyun ve keçinin erkek ve dişisi
olmak üzere Cenab-ı Hak tarafından nass buyurulan bu sekiz cins hayvandan
başkasını hedy etmenin caiz olmadığında ve bunlardan önce devenin, sonra
sığırın, sonra koyunun, sonra keçinin efdal olduğunda müttefiktirler. 199
C- Yaşı:
Hedy'in yaşı hakkında da ulema, Kurban ve hedy'lerde bu hayvanlardan ön
dişlerini atanların caiz olduğunda müttefik olup keçinin iki yaşından aşağı
olanında ihtilâf etmişlerdir. Zira Peygamber (s.a.s) Efendimiz oğlağı hedy eden
Ebû Bürde'ye,
«Senin için kâfi gelir:
Fakat senden sonra hiç kimseye kâfi gelmez» 200buyurmuştur.
Ulema koyunun bir yaşından aşağı olanında da ihtilâf edip, çoğu cevazını
benimsemiştir. Ibn Ömer «Ön dişlerini atmayan hiçbir hayvan ne kurban, ne de
hedy olamaz» demiştir.
Hayvanın değeri ne kadar yüksek olursa sevabının da o kadar çok olduğunda
ihtilâf yoktur. Ibn Zübeyr, oğullarına «Herhangi biriniz, hürmet ettiği bir
kimseye hediye etmekten utanç duyduğu bir hayvanı sakın Allah'a hediye etmesin.
Zira Allah hürmet edilenlerin en yücesi ve kendilerine seçme hediyeler
verilenlerin en lâyıkıchr» derdi. Peygamber (s.a.s) Efendimiz de, kendisine,
«En pahalısı ve sahipleri nezdinde en üstün değerli olanıdır» 201buyurmuştur.
Hedy'in sayısı hakkında belli bir miktar yoktur. Kişi istediği kadar hayvan hedy
edebilir. Peygamber (s.a.s) Efendimiz yüz tane deve hedy etmiştir202
203.
D- Gönderilme Şekli:
Hedy'in şevki de, boynuna kılade denilen ipler takılıp hedy olduğunu belirtmek
için onu nişanlamaktır. Zira Peygamber (s.as) Efendimiz Hudey-biye senesi,
yolculuğa çıkmış ve Zülhüleyfe'ye vardığı zaman hedy'lerini kı-ladeleyip
nişanladıktan sonra ihrama girmiştir .204
Hedy deve veyahut sığır olduğu zaman boynuna bir veyahut iki tane nal ve eğer
nal bulunmazsa ona benzer bir şey takıldığında ihtilâf yoktur. Fakat koyun ve
keçinin nişanlanmasında ihtilâf etmişlerdir.
îmam Mâlik ile îmam Ebû Hanife «Koyun ve keçi nişanlanmazlar» demişlerdir, îmam
Şafii, îmam Ahmed ve Ebû Sevr ise «Onlar da nişanlanırlar. Zira A'meş'in
İbrahim'den, İbrahim'in Esved'ten, Esved'in de Hz. Aişe'den rivayetine göre
Peygamber (s.a.s) Efendimiz Kâ'be'ye bir defa koyun hedy etmiş ve onu
nişanlamıştır205.
Hedy nişanlanırken yüzünü kıbleye vermek müstehabtır demişlerdir.
imam Mâlik «Hayvanın sol yanım nişanlamak müstehabtır. Zira Nâfi' «İbn Ömer
Medine'den hedy'lerini sevkettiği zaman onları Zülhüleyfe'de kı-ladeleyip
nişanlardı, önce kılade takar, sonra nişanlardı ve ikisini aynı yerde ve
hayvanın yüzü kıbleye dönük olarak yapardı, hayvanlara ikişer tane nal takar ve
sol yanlarından onları nişanlardı. Sonra hayvanları beraberinde Arafat'a götürüp
vakfe yaptıktan sonra bayram günü sabahı onları Mina'da ve daha başını traş
etmeden ya da saçını kestirmeden keserdi. Onları ayakta dizerek ve yüzlerini
kıbleye vererek kendi eli ile keserdi ve etlerinden hem kendisi yer, hem de
dağıtırdı» diye rivayet etmektedir» demiştir.
İmam Şafii, îmam Ahmed ve Ebû Sevr ise, «Sağ yanın nişanlanması müstehabtır.
Zira Ibn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz, öğle
namazını Zülhüleyfe'de kıldıktan sonra bir devenin getirilmesini isteyip
hörgücünün sağ yanını nişanlamış ve kanını sildikten sonra ona iki tane nal
takmış, sonra devesine binerek yola devam etmiştir ve Bey-da'ya gelince de
ihrama girmiştir» 206 demişlerdir. 207
E-Gönderilme Yeri:
Hedy'in nereden sevkedildiğine gelince: İmam Mâlik «Hedy'in sünneti Harem
haricinden sevkedilmesidir» demiştir. Bunun içindir ki îmam Mâlik «Hedy'i
Mekke'de satın alan kimse eğer onu beraberinde Arafat'a götürmez-se bedelini
vermek kendisine lâzım gelir. Harem'in haricinden getirilen hedy'in ise Arafat'a
götürülmesi müstehabtır» demiştir ki bu İbn Ömer'in de görüşüdür ve Leys b. Sa'd
da buna katılır. İmam Şafii, Süfyan Sevrî ve Ebû Sevr de, «Hedy'i Arafat'a
götürmek sünnettir, götürmeyen için bir günah yoktur» demişlerdir. îmam Ebû
Hanife ise «Hedy'i Arafat'a götürmek sünnet de değildir» demiştir.
imam Mâlik'in delili, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in hedy'ini Harem haricinden
getirmiş olmasıdır. Zira -yukarıda, birkaç yerde geçtiği üzere-Peygamber (s.a.s)
Efendimiz «Menasikinizi benden alınız» buyurmuştur, îmam Şafii «Hedy'i
kıladelemek nasıl sünnet ise, hedy'in hedy olduğunu halka duyurmak da sünnettir»
demiştir, imam Ebû Hanife ise, «Sünnet değildir. Peygamber (s.a.s)AEfendimiz
harem haricinde oturduğu için böyle yapmıştır» demiştir. Hz. Aişe'den, kişinin
bunda muhayyer (seçimli) olduğunu söylediği rivayet olunmuştur.
Hedy'in sevkolunduğu yerise Beyt-i Atiktir (Kabe'dir). Zira Cenab-ı Hak,
"Sonra bunlar, Beyt-i Atik'te son bulurlar" 208ve,
"Kâ'be'ye ulaşacak bîr hedy" âyet-i kerimelerinde hedy'in Kâ'be'ye
ulaştırılmasını şart koşmuştur. Ancak ulema, «Kâ'be içinde ve Mescid-i Haram'da
hayvan kesmek caiz değildir ve Kâ'be'ye ulaşmasından maksat, Mekke yoksullarının
istifadesi için onu Mekke'de kesmektir» demişlerdir.
İmam Mâlik,
âyet-i kelimesindeki «Kâ'be'den maksat Mekke'dir» demiş ve Harem'de hedy'ini
kesen kimsenin Mekke haricinde kesmesini caiz görmemiştir.
imam Şafii ile îmam Ebû Hanife ise, «Mekke'de kesmek şart olmayıp Harem'in
sınırlan içinde kesilse kâfidir» demişlerdir.
Taberî de «Avlanma fidyesi ile Kıran haccı hedy'lerinden başka, kişi hedy'ini
istediği yerde kesebilir. Fakat bu iki hedy'i Harem'de kesmek şarttır» demiştir.
Kısacası, mühsara lâzım gelen kurbandan başka bütün hac kurbanlarının Mina'da ve
umre kurbanlarının da Mekke'de kesilmesi vücubunda icma' edilmiştir. îmam
Mâlik'e göre hac kurbanının Mekke'de ve Umre kurbanının Mina'da kesilmesi
caizdir. îmam Mâlik, Harem dahilinde kesilen kurbanların Mekke'de kesilmesi
gerektiğine dair görüşünde Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Mekke'ye çıkan bütün vadi ve
yollar kurban kesme yeridir» 209 hadisine dayanmıştır, imam Mâlik bu
kurbanlardan yalnız Temettü1 haccı kurbanını istisna ederek, «Temettü' haccı
kurbanının Mekke dışında kesilmesi caizdir» demiştir. 210
F- Kesim Zamanı:
Hedy'in kesilme zamanına gelince: imam Mâlik «Temettü' haccı kurbanı ile nafile
kurbanlar bayram gününden evvel kesilirlerse kâfi gelmez» demiştir, imam Ebû
Hanife nafile kurbanların bayramdan önce kesilmesini caiz görmüştür, imam Şafii
«Her ikisinin de bayramdan önce kesilmesi caizdir» demiştir.
Cumhur «Eğer hedy yerine oruç tutulursa istendiği yerde tutulabilir» demiştir.
Çünkü oruç tutmakta ne Harem, ne de Mekke halkının menfaati yoktur. Fakat hedy
yerine verilen sadakada ihtilâf etmişlerdir. Ulemanın cumhuru «Mekke ve Harem
yoksullarına verilmesi gerekir. Çünkü Harem avı cezasına bedeldir» demişlerdir,
imam Mâlik ise «Sadaka da oruç gibidir. Mekke haricinde de verilmesi caizdir»
demiştir. 211
G- Kesim Şekli:
Hedy'in kesilmesi keyfiyetine gelince: Cumhur «Hedy'i keserken besmele çekmek
müstehabtır» demiştir. Kimisi,.besmele ile birlikte tekbir almanın da müstehab
olduğunu söylemiştir.
Hedy sahibinin hedy'ini kendi eli ile kesmesi müstehabtır. Fakat başkasına da
kestirirse caizdir. Peygamber (s.a.s) Efendimiz de hedy'lerini kâh kendisi
kesmiş, kâh başkasına kestirmiştir.
Hedy'in sünnetlerinden biri de -hedy deve olduğu zaman- ayakta kesilmesidir.
Zira Cenâb-ı Hak,
"Ayakta oldukları halde üzerlerine
Allah'ın adını anarak onları kesin" 212buyurmuştur. Develerin kesim keyfiyeti
Zebihalar (kurbanlıklar) bahsinde gelecektir. 213
H- Kurban Etinden Yararlanma:
Hedy sahibinin hedy'inden istifade edebilmesi mevzuunda birkaç meşhur mes'ele
vardır:
Çünkü bu iki hedy'de keffaretlik vasfı zahirdir.
(Kadı -îbn Rüşd- diyor ki): İşte hedy'in hükmünü, cinsini, yaşını, sevk
keyfiyetini ve -nerede, ne zaman ve ne şekilde kesilmesinin gerektiği gibi-diğer
sıhhat şartlannı ve hedy'den istifâde edilip edilemediğini bütün ayrıntıları ile
anlatmış olduk ki, bizim maksadımız da bu idi.
Başarı veren Cenâb-ı Allah'tır. Bununla hac bahsi burada son buldu. Bizi buna
muvaffak kılan Cenâb-ı Allah'a hamd ve senalar olsun.
Bu bahsi, beşyüzseksendört senesi Cumâde'1-Ulâ ayının dokuzuncu gününe rastlayan
çarşamba günü bitirdim ve yaklaşık olarak yirmi yıl önce yazıp bitirmiş olduğum
Bidâyetül-Müctehid adlı kitaba ekledim.
Hamd, alemlerin rabbı olan Allah'a mahsustur.
Kadı -İbn Rüşd- (Allah rahmet eylesin), bu kitabın telifine başlarken kitaba
önce hacc bahsini koymak istememiş ve -dediği gibi- sonradan yazıp eklemiştir.
214
=====================================================================
1 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/151.
2 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/153.
3 Âİ-itmrân,3/98.
4 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/153.
5 Hadis Buhârî'de yoktur; Müslim, Hacc, 15/72, no: 1336,
6 Ebû Dâvûd, Salât, 2/26, no: 495.
7 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/153-154.
8 Dârakutnî, 2/216, no: 6,7; Hâkim, 1/442
9 Buhârî,//acc, 25/1, no: 1513; Müslim, Hacc, 15/71, no: 1334.
10 Buhârî, Eymân, 83/30, no: 6699.
11 EbûDâvûd,Afe/MΫ*t5/26,no: 1811.
12 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/154-157.
13 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/157-158.
14 Buhârî, Taksîrü's-Salât, 18/4, no: 1086rl087.
15 Bakara, 2/197.
16 Dârakutnî, 2/282-283, no: 207; Beyhâkî, 4/349.
17 Âlu İmrân, 3/98.
18 Abdürrezzak'ın tefsirinde yoktur.
19 Dârakutnî, 2/284, no: 217.
20 Dârakutnî, 2/285, no: 220.
21 Tirmizî, Hacc, 7/88, no: 931.
22 Şâfıi, Müsned, 1/281, no: 737; Beyhâkî, 4/348.
23 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/158.
24 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/158-160.
25 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/161.
26 Müslim, Hacc, 15/2, no: 1183.
27 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/161.
28 Bakara, 2/198.
29 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/23, no: 1241.
30 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/161-163.
31 Mâlik, Hacct 20/3, no: 8.
32 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/163164.
33 Buhârî, Cezaü's-Sayd, 28/15, no: 1841.
34 Mâlik,Sa/(î/,3/6,no:28.
35 Ebû Dâvûd, Mcnâsik, 5/34, no: 1833.
36 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/32, no; 1825.
37 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/164-165.
38 Bıtfıârî, Fedûili'l-Kur'an, 66/1, no: 4985; Ebû Dâvûd, Mcnfısik, 5/31* no:
1819.
39 Mâlik, Ilacc, 20/7, no: 17.
40 Müslim, Hacc, 15/7, no: 1192.
41 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/165-167.
42 Bakara, 2/198.
43 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/1167-168
44 Mâlik, Hacc, 20/2.
45 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/168.
46 Mâide, 5/96.
47 Mâidc, 5/97.
48 Mâlik, Ilacc, 20/24, no: 76.
49 Nesâî, 5/182.
50 Mâlik, Ilacc, 20/25, no: 83.
51 Ebû Dâvûd, MenâsiK 5/41, no: 1851.
52 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/168-169.
53 Mâlik, Hacc, 20/22, no: 70.
54 Buhârî, Cezau's-Sayd, 28/12, no: 1837; Müslim, Nikah, 16/5, no: 1410.
55 Ebû DâvÛd, Menâsik, 5/39, no: 1843; Tirmizî, Hacc, 7, no: 845*-
56 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/169-171.
57 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/171-172
58 Bakara, 2/196.
59 Bakara, 2/197.
60 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/172.
61 BühM, Hacc, 25/81, no: 1651.
62 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/25, no: 1808.
63 Bakara, 2/197.
64 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/172-174.
65 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/174-175.
66 Mâlik, Hacc, 20/11, no: 36.
67 Buhârî, Hacc, 25/104, no: 1691; Müslim, Hacc, 15/24,1227.
68 Buhârî, Hacc, 25/16, no: 1534.
69 Buhârî, Hacc, 25/34, no: 1563.
70 Buhârî, Megâzi, 64/61, no: 4353-4354.
71 Mâlik, Hacc, 20/74, no: 223.
72 Buhârî, Hacc, 25/126, no: 1725.
73 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/175-176.
74 Mâlik, Hacc, 20/1, no: 1.
75 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/176-178.
76 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/179.
77 Mâlik, Hacc, 20/9, no: 28; Buhârî, Hacc, 25/26, no: 1549.
78 Mâlik, Hacc, 20/10, no: 34.
79 Said b. Mansur, Sünen.
80 Müslim, Hacc, 15/51, no: 1297.
81 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/27, no: 1813.
82 İbn Rüşd K179.
83 MûUkı//flcc,20/9,no:29.
84 Ebû Dûvûd, Menâsik, 5/21, no: 1770.
85 Mâlik, Hacc, 20/9, no: 31.
86 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/179
87 Buhârî, Hacc, 25/22, no: 1543.
88 İbn Huzcymc, Sahih, 4/282, no: 2887.
89 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/179-181.
90 MUslim, Hacc, 15/39, no: 1264; Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/51, no: 1885.
91 Mâlik, Hacc, 20/34, no: 107.
92 MUslim, Hacc, 15/51, no: 1297.
93 Mâlik, Hacc, 20/9, no: 31.
94 Tahâvî, Şerhu Meâni't-Âsâr, 2/183.
95 Mûlik, Hacc, 20/36, no: 115.
96 Buhârî, Hacc, 25/63, no: 1616.
97 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/181-182.
98 Mâlik, llacc, 20/33, no: 104.
99 Hacc, 22/29.
100 Hâkim, i/460.
101 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/182-183.
102 Şâfıi, Müsned, 1/57, no: 170,172.
103 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/183-186.
104 Mâlik, Hacc, 20/1, no: 1.
105 Tirmizî, Hacc, 7/112, no: 960; Dârimî, 2/44.
106 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/186.
107 Hacc, 22/29.
108 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/186-187.
109 Şâfıi, Müsned, 1/351-352, no: 907.
110 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/187-188.
111 Müslim, Hacct 15/19, no: 1218.
112 Mâlik, Hacc, 20/41, no: 127.
113 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/188-189.
114 Mâlik, (Şeybânî rivayeti), s. 156, no: 465.
115 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/189-190.
116 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/190-191.
117 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/191-192.
118 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/192.
119 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/69, no: 1949.
120 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/192.
121 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/192.
122 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/%9, no: 1949.
123 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/69, no: 1950.
124 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/65, no: 1937.
125 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/192-193.
126 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/193-195.
127 Bakara, 2/198.
128 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/195-197.
129 Buhûrî, llacc, 25/98, no: 1678.
130 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/197.
131 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/66, no: 1940.
132 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/66, no: 1942.
133 Ebû DAvÛd, Menâsik, 5/66, no: 1943. (4)îbnEbîŞeybe,4/30.
134 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/79, no: 1983.
135 Mâlik, flaccy 20/79, no: 240.
136 Müslim, İkice, 15/19, no: 1218.
137 Malik, Ilacc, 20/81, no: 242.
138 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/197.
139 Buhâfî, Uacc, 25/138," no: 1750,
140 Bakara, 2/203.
141 Nesâî, 5/268; İbnü'l-Cftrûd, M&nttkâ, s. 170, no: 473.
142 Buhörî, Ilacc, 25/141, no: 1752.
143 Nosûî, 5/275.
144 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/197-198.
145 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/198-201.
146 Bakara, 2/197.
147 Buhârî, Sulh, 53/7, no: 2701.
148 Fcth,4/25.
149 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/201-202
150 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/44, no: 1862.
151 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/202-203
152 Mâide, 5/95.
153 Ankebût, 29/67.
154 Buhârî, Cezâü's-Sayd, 28/10, no: 1838.
155 Mâide, 5/95.
156 Abdürrezzak, 4/423, no: 8302.
157 Mâide, 5/96.
158 Buhârî,BcdV/-//att,59/16,no: 3315.
159 Ahmed, 3/80.
160 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/205.
160 Bakara, 2/196.
160 Mâlik, Hacc, 20/78, no: 237.
160 Ahmed, 6/83; Nesâî, 5/189.
161 Ihramlı kişiye saldırdığı takdirde Öldürülebilir, ceza da gerekmezmistir.
162 Buhârî, CezâU's-Sayd, 28/10, no: 1834.
163 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/205.-206.
164 Bakara, 2/196.
165 Mâlik, Hacc, 20/78, no: 237.
166 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/206-208.
167 Ahzâb,33/5.
168 Mâide, 5/95.
169 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/208-210.
170 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/210-220.
171 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/220.
172 Buhârî, Hacct 25/127, no: 1727.
173 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/220-221.
174 Bakara, 2/196.
175 Bakara, 2/196.
176 Mâide, 5/95.
177 Bakara, 2/196.
178 Bakara, 2/196. .
179 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/221-222.
180 Bakara, 2/197.
181 Mâide, 5fl.
182 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/222-223.
183 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/228-229.
184 Ebû Hanife de bu görüştedir.
185 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/229.
186 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/229-230.
187 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/230-231.
188 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/231-232.
189 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/232.
190 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/232.
191 Buhârî, Sayd, 28/16, no: 1843.
192 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/232-233.
193 Müslim, Hacc, 15/42, no: 1273.
194 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/233-234.
195 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/234.
196 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/234-235.
197 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/235.
198 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/235.
199 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/236.
200 Buhâıî, fdeyn, 13/5, no: 955.
201 Buhârî,/üfc, 49/2, no: 2518.
202 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/236.
203 Buhârî, Hacc, 25/122, no: 1718.
204 Buhârî, Hacc, 25/108.
205 Buhârî, Hacc, 25/110, no: 1701.
206 Müslim, Hacc, 15/32, no: 1752.
207 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/236-237.
208 Hacc, 22/33.
209 Ebû Dâvûd, Menâsik, 5/65, no: 1937.
210 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/237-239.
211 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/239.
212 Hacc, 22/36. .
213 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/239.
214 İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/239-242.