32- İCÂRE (Kiralama ve Ücret) KİTABI
109. Kiranın ve
Kiraya Karşılık Olan Menfaatin Cins ve Niteliği
C- Kur'an Öğretimi İçin Ücret Alma:
F- Para ve Benzerlerinin Kiralanması:
2.Kira Bedelinin Cins ve Niteliği:
A- Değirmenci Ölçeği (Kafîzu't-Tahhân)(ah
C- Evin, Ev Karşılığında Kiralanması;
A- Kira ve Menfaatin Belirliliği:
B- OrtakMalın Kiralanması ve Karın Tokluğuna Çalıştırma:
2. Ortaya Çıkan Manilerin Hükümleri:
1. Kiralama Akdinin Bozulması:
1. Kiralanan Şeyde Kusur Bulunması veya Yararlanma İmkânı
Kalmaması:
2. Kiralayan ile Kiracının Ölümü:
1. Kiracının İhmâli Yüzünden Doğan Sorumluluk:
3. Kira Akdinde Tarafların Anlaşmazlıkları:
2. Taşıt Kiralamalarından Anlaşmazlıklar:
Bu bahse dair
araştırmamız da, tıpkı SATIŞLAR bahsine dair olan araştırmamız gibidir. Yani
bu bahis de önce iki bölüme ayrılmaktadır. Birinci bölüm, kiralamanın çeşitleri
ile sıhhat ve fesat şartlan, ikinci bölüm de, kiralamaların ahkâmı hakkındadır.
Bütün bunlar da tabiidir ki kiralamanın cevazını gösteren delilleri
anlattıktan sonra olacaktır. O halde önce kiralamanın cevazı hakkındaki
ihtilafı zikrettikten sonra bu iki bölümdeki meşhur mes'e-leleri ele almaya geçeceğiz.
Çünkü bizim maksadımız, yalnız ana kaideler mesabesinde olan, yani îslâm fukahasının, hakkında
ihtilaf ettikleri meşhur mes'eleleri anlatmaktır.
Kiralama, islâmiyet'in başlangıcından beri bütün İslâm hukukçularının
cevazını benimsemiş oldukları bir akittir. Yalnız Esamm
ile İbn Uleyye'den caiz
olmadıklarını söyledikleri nakledilmiştir. Cumhurun delili, Kur'an-ı
Kerim'den «Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana
nikahlamak istiyorum...» [1] ve
«Eğer çocuklarınızı emzirirlerse ücretlerini verin» [2]
ayetleridir. Sıhhati sabit hadislerden de Buhârî'nin Hz. Âi-şe'den
getirdiği «Rasûlullah (s.a.s.) ile Ebû Bekir, BenîDîl kabilesinden
yol kılavuzluğunda maharetli bir kişiyi kiraladılar. Bu adam hâlâ küffâr-ı Ku-reyş'in
dini üzerine idi. Ona develerini testim ettiler ve üç gece sonra devele-riyle birlikte Sevr
dağında buluşmak üzere onunla sözleştiler»[3]
mealindeki hadis ile Câbir'in «Peygamber Efendimizi
bir deve sattığına ve Medine'ye kadar devenin sırtını kendine şart koştuğuna» [4] dair
hadisidir. Zira bir şeyden şart karşılığı yararlanmak caiz olursa, ücret
karşılığı yararlanmanın da caiz olması lazım gelir.
Kiralamanın caiz
olmadığını söyleyenler de, «Çünkü satışlarda satın alınan şeyin teslim alınması
ile bedelinin verilmesi vacib olur. Kiralamada ise
menfaat, akit anında mevcut olmadığı için bir şeyi kiralamak, mevcut olmayan bir
şeyi satın almak ve dolayısıyla gararlı bir satış
olun> diye şüphe-lenmişlerdir.
Biz
de diyoruz ki: Kiralanan şeyin menfaati her ne kadar akit anında mevcut değilse
de, çoğunlukla görülüp elde edilen menfaatlardır.
Şeriat da, bu menfaatlardan çoğunlukla görülüp elde
edilenleri veyahut elde edilmesi mümkün olanları nazara almıştır. [5]
Bu bölüme dair olan
bahsimiz, kiranın ve kiraya karşılık olan menfaatin cins ve keyfiyeti
hakkındadır.
Kiranın
satılması caiz olan şeylerden olması şarttır, ki satılması caiz olan ve olmayan
şeyler satışlar bahsinde geçti. Kiraya karşılık olan menfaatin da, şeriatın
yasak ettiği şeylerden olmaması gerekir. Bunların her ikisi hakkında da
ulemanın ittifak ve ihtilaf ettikleri birtakım meseleler vardır. [6]
Kiralanmasının
batıl olduğunda ittifak ettikleri menfaatlardan biri,
liza-tihi haram olan
şeylerin menfaatlandır. Ölülere ağlamak veya şarkı
söylemek için kiralanan kadınların ücreti gibi şer'an
verilmesi haram olan menfaatlar da böyledir. Namaz ve
benzeri herkese yapılması farz olan şeyler de keza kira ile yaptınlamaz. Bütün bu kiralamaların batıl olduğunda ulema
müttefiktirler. Ev, hayvan ve hizmetçi gibi şeyleri ise, mubah olan maksatlar
için kiralamanın caiz olduğunda müttefiktirler. Bunlar gibi, elbise ve
sergilerin de mubah maksatlar için kiralanmasının caiz olduğunda keza
müttefiktirler. Fakat tarla, su, dişiye çektirmek için döllük erkek hayvanın
kiralanması, müezzinlik ve Kur'an-ı Kerim'in
öğretimi için ücret alınmasının cevazında ihtilaf etmişlerdir. [7]
Tarlaları kiraya
vermenin cevazı hakkındaki ihtilâf çok büyüktür.
Kimisi tarlaların
kiraya verilmesini kesinlikle caiz görmemiştir. Fakat bunların sayısı azdır ve
Tavus ile Ebû Bekir b. Abdurrahman
bunlardandırlar. Cumhur ise cevazını benimser.
Fakat ne ile kiraya
vermek caizdir, neyle caiz değildir diye ihtilaf etmişlerdir.
Kimisi «Paradan başka
bir şeyle kiraya vermek caiz değildir» demiştir ki bu, Rebia
ile Said b. el-Müseyyeb'in görüşüdür. Kimisi «Yiyecek
maddeleri ve aynı tarladan -ister yiyecek maddesi, ister başka şey olsun-
çıkan üründen başka, her şeyle kiraya vermek caizdir» demiştir. îmam Mâlik ile
ta-biîerinin çoğu bu görüştedirler. Kimisi «Tarlaları
yalnız, yiyecek maddesi olmayan şeylerle kiraya vermek caizdir» kimisi de
«Tarladan çıkan yiyecek maddesi dışında, her şeyle kiraya vermek caizdir»
demiştir. Bu da Salim b. Abdullah ile diğer mütekaddimlerin
görüşüdür. îmam Şafiî de buna katılır, imam Mâlik'in Muvatta'daki
sözünün zahirinden de, bu anlaşılmaktadır. Kimisi de hiçbir şeyi istisna
etmeyerek, «Her şeyle ve tarladan çıkan her ürünle kiraya vermek caizdir»
demiştir. îmam Ahmed, Süfyan
Sevrî, Leys b. Sa'd, îmam Ebû Hanife'nin iki arkadaşı îmam Ebû
Yûsuf ile îmam Muhammed, îbn Ebî
Leylâ, Evzâî ve bir cemaat da bu görüştedirler.
Tarlaları hiçbir şeyle
kiraya vermenin caiz olmadığını söyleyenlerin delili, îmam Mâlik'in muttasıl
bir sened ile Râfi b. Hadic'ten rivayet ettiği, «Peygamber Efendimiz tarlaları
kiraya vermeyi yasak etti» [8]
mealindeki hadistir. Bunlar bu hadisin umumuna dayanarak, ravinin
hadisi rivayet ederken tahsis edişine iltifat etmemişlerdir. îmam Mâlik'in
rivayetine göre, hadisi Rafi'den dinliyen
Hanzale, «Râfi' b. Hadic'e 'Tarlaları para ile de kiraya vermek caiz değil
midir?' diye sordum. Bana 'O zaman bir sakıncası yoktur' diye cevap verdi»
demiştir. Bu hadisi Râfı'den aynca
rivayet eden îbn Ömer de hadisin umumunu tutmuştur.
Zira daha önce tarlalarını kiraya verirken, Râfı'den
bu hadisi işittikten sonra tarlalarını kiraya vermekten vazgeçmiştir. Bu da,
«Hadisin umumu, ravinin sözü ile hâss
olamaz» diyenlerin görüşüne dayanmaktadır. Râfi' b. Hadic babasından da, Peygamber Efendimiz'in
tarlaları kiraya vermeyi yasak ettiğini rivayet etmiştir. Ebû
Ömer b. Abdilberr, «Tarlaları kiraya vermeni-n caiz
olmadığını söyleyenler, Damre'nin İbn
Şev-zeb'den, îbn Şevzeb'in Mutarrif ten, Mutarrifin Atâ'dan, Atâ'nın da Câbir
(r.a.)'den rivayet ettiği 'Peygamber Efendimiz bize verdiği bir hutbesinde,
'Kimin bir tarlası
varsa, o tarlasını ya kendisi eksin, ya ektirsin, kiraya vermesin' buyurdu1 [9]hadisi
ile de ihticac etmişlerdir» demiştir. Tarlaların
kiraya verilmesini caiz görmeyenlerin delil olarak gösterdikleri hadisler,
aşağı yukarı bunlardır. Bunlar, görüşlerini mantıkî yönden de, savunmuşlardır;
«Çünkü tarlaları kiralamakta garar vardır. Zira
tarlada ekilen şeyin -yangın, kuraklık, dolu ve sel gibi- afetlere uğrayıp yok
olması mümkündür. O zaman kişi tarladan hiçbir menfaat görmediği halde kirasını
vermiş olur».
(Kadı -îbn Rüşd- diyor ki): Tarlalan kiraya vermenin yasak edilmesinin sebebi, umumî
menfaat düşüncesidir. Zira ister tarla, ister su olsun, ikisi de, herkes
onlardan faydalansın diye mebzul bir şekilde yaratılmışlardır demek de
mümkündür.
Tarlalan paradan başka bir şeyle kiraya vermenin caiz
olmadığını söyleyenler de, Tank b. Abdurrahman'ın
Said b. el-Müseyyeb tarikiyle RâfT.b.
Hadic'ten rivayet ettiği «Peygamber Efendimiz,
'Ancak üç kişi ekin
ekebilirler. Biri, tarlası bulunan kimsedir. Bu adam kendi tarlasını eker.
Biri, kendisine bir tarla bağış olarak verilen kimsedir. Bu adam da kendisine
verileni eker. Biri de, altın ve gümüş ile tarla kiralı-yan kimsedir' [10]
hadisine dayanmışlardır. Bunlar derler ki: Bu hadisin hükmü üzerinden geçmek caiz değildir. Zira diğer hadislerin hepsi mutlak
iken, bu hadis mukayyedtir. Mutlakı
ise mukayyede hamletmek vacibtir.
Tarlalan yiyecek maddelerinden başka, her şeyle kiraya
vermenin caiz olduğu görüşünde olanlann delili de, Ya'la b. Hakem'in Süleyman b. Yesar
tarikiyle Râfi' b. Hadic'ten
Peygamber Efendimiz'in buyurduğunu rivayet ettiği,
«Kimin bir tarlası
varsa, onu ya kendisi eksin, ya
kardeşine ektirsin. Onu üçtebir, dörttebir
veyahut miktarı belli bir yiyecek maddesiyle kiraya vermesin» [11]hadisidir.
Bunlar «Peygamber Efendimiz'in yasak ettiği MUHÂKALE'nin mânâsı budur» demiş ve Said b. el-Müseyyeb'in hadisini [12]
merfu1 olarak rivayet etmişlerdir, ki bu hadiste [13]
Münâkale Tarlayı buğday ile kiraya vermektir' diye açıklanmıştır. Bunlar aynca, «Çünkü tarlayı yiyecek maddeleriyle kiraya vermek,
yiyecek maddesini yiyecek maddesiyle veresiye satmak kabilinden olur»
demişlerdir.
Tarlalan ne yiyecek maddeleri ile, ne de tarladan çıkan
herhangi bir ürünle kiraya vermenin caiz olmadığı görüşünde olanlann,
yiyecek maddeleri ile kiraya vermenin caiz olmadığına dair delilleri, yiyecek
maddeleri ile kiraya vermenin caiz olmadığını söyleyenlerin delilidir. Tarladan
çıkan herhangi bir ürünle kiraya vermenin caiz olmadığına dair delilleri de,
Peygamber Efendimiz'in rivayet olunan MUHÂBERE'yi yasak edişidir. Derler ki:
Muhabere, tarlayı
tarladan çıkan ürünle kiraya vermekttâ"-Ö'u da -yukarıda söylediğimiz üzere- imam Mâlik ile
tabilerinin görüşüdür.
Tarlaları istisnasız
olarak her şeyle kiraya vermenin caiz olduğunu söyleyenler de, «Çünkü tarlayı
herhangi bir şeyle kiraya vermek -diğer menfaat-lar
gibi- bilinen bir menfaati, bilinen bir şeyle kiraya vermektir. Şu halde, diğer
menfaatlann herhangi bir şeyle kiraya verilmesi nasıl
caiz ise, tarlaları da herhangi bir şeyle kiraya vermenin caiz olması lazım
gelir» demişlerdir. Herhalde bunlar, Râfl1 b. Hadic'ten
rivayet olunan hadisleri zayıf görmüşlerdir.
Zira Salim b. Abdullah
ile başkalarından rivayet olunduğuna göre bunlar, Râfî'nin
hadisini rivayet ederlerken, «Râfi'nin kendisi
kiralardı» demişlerdir. Ayrıca bunlar, «Rafî'den
gelen rivayetlerden biri -Buhârî'nin zabtına göre-
'Biz, Medineiiler arasında en çok arazi sahibi
olanlardan idik. Herkes tarlasını (Şu parça bana, şu kıt'a da sana olsun) diye
kiraya verirdi. Çok defa burası mahsul verirdi de öbür taraf bitirmezdi (ve
hakkı zayi olurdu). Bunun için Peygamber Efendimiz, tarla sahiplerine bu çeşit
kiralamayı yasak etti» [14]şeklinde
varit olduğu için, diğer rivayetleri de buna hamletmek gerekir» demişlerdir.
Tarlaları, tarladan
çıkan mahsulün bir kısmı ile kiraya vermenin caiz olmadığını söyleyenlere
gelince: Bunlar da hem aklî, hem naklî delillere dayanmışlardır. Nakli
delilleri, Peygamber Efendimiz'in MUHABERE'yi
yasak ettiğine dair yukarıda geçen hadis ile, Zahîr b. Nâfı
tarikiyle Râfi' b. Ha-dic'den
rivayet olunan «Amcam Züheyr b. Râfi',
'Biz Rasûlullah (s.a.s.) bize kolay gelen bir işi
yasak etti' dedi. Ben de Rasûlullah (s.a.s.)'in
söylediği söz muhakkak bir gerçektir' dedim. Amcam, 'Rasûlullah
(s.a.s.) bir kere beni yanına çağırdı. Konuşma arasında bana,
'Tarlalarınızı ne şekilde işletiyorsunuz?' diye
sordu.
Ona, 'Tarladan gelen
mahsulün dörttebiri ile, hurmadan, arpadan vesk denilen ölçekler mukabilinde kiraya veririz' dedim.
Bana,
'Ey müminler! Sakın
öyle yapmayınız. Tarlalarınızı ya kendiniz ekiniz, ya başkasına ektiriniz, ya da boş
bırakınız' buyurdu» [15]mealindeki
hadistir. Bu hadisin sıhhatinde de iki muhaddis, îmam
Buhârî ile Müslim ittifak etmişlerdir.
Tarlaları, tarladan
çıkan mahsulün bir kısmı ile kiraya vermenin caiz olduğunu söyleyenler de,
Abdullah b. Ömer'den geldiği sabit olan, «Peygamber Efendimiz, Hayber arazisinden çıkan meyvadan
ve ekinden her mahsu
lün yansı Hayber ahalisine ait
olmak üzere ekip biçmesini onlara verdi» [16]
mealindeki hadise dayanmışlardır. Bunlar derler ki: Bu hadis Râfi'nin bütün hadislerinden daha kuvvetlidir. Zira Râfi'nin hadisleri metin ve ifade şekli bakımından
birbirlerini tutmuyor. Râfi'nin hadisleri şayet sahih
de olsalar, bu hadisleri -Buhârî ile Müslim'in tbrı Abbas'tar. getirdikleri
«Peygamber Efendimiz tarlaları kiraya vermeyi yasak etmedi. Fakat,
'Herhangi birinizin,
toprağım mümin kardeşine kirasız ekime vermesi, kendisi için kira olarak belli
bir şeyi almaktan daha hayırlıdır' buyurdu»
[17]mealindeki
hadisin delaletiyle- hürmete değil, kerahete hamledeceğiz. Bunlar aynca şunu da derler: Peygamber Efendimiz tarafından
Yemen'e gönderilen Muaz b. Cebel, Yemen'e vanğı zaman Yemen halkı tarlalannı
tarladan çıkan mahsulün bir kısmı ile kiraya verdikleri halde Muaz (r.a.), onlan bundan
menetmemiştir [18],
Kimisi bunda bir
sakınca görmemiş [20],
kimisi mekruh veyahut haram görmüştür.
Haram görenler, Osman
b. Ebu'l-As'tan Peygamber Efendimiz'in
kendisine,
«Okuyacağı ezana
karşılık ücret almayan bir müezzin tut» [21]
emrine dair hadise dayanmışlardır.
Caiz
görenler de ezanı vacip olmayan işlere kıyas etmişlerdir. Esasında bu ihtilafın
sebebi, ezan vacip midir, değil midir diye ihtilaf edilmesidir. [22]
Kur'an öğretimi için ücret almaya gelince: Ulema bunda da
ihtilaf ederek kimisi «Mekruh», kimisi «Caizdir» demiştir.
Caiz görenler, hem Kur'an öğretimini diğer işlere kıyas, hem de Harice b. Sâmit'in amcasından naklettiği rivayet olunan hadis ile ihticac etmişlerdir.
Hadisin meali
şöyledir:
«Peygamber Efendimiz'in yanından geliyorduk. Arap kabilelerinden
birinin yanından geçerken bize, 'Şu alimin yanından gelirsiniz. Bizde bir bunak
vardır. Onu bağlamışızdır. İçinizde onu tedavi edecek veyahut okuyup ona
üfürecek kimse yok mu? dediler, Onlara, 'Adamı getirin bakalım' dedik. Bunun
üzerine adamı getirdiler. Ben de adama fatihayı okuyup üfürmeye başladım. Üç
gün her sabah ve akşam okuyor ve tükürüğümü ağzımda toplıyarak
adamın üstüne döküyordum. Adam derhal bukağısından (pranga) çözülmüş hayvana
döndü. Bunun üzerine bana ücret verdiler. Ben de 'Hayır (Peygamber Efendimiz'e durumu sormadan ücreti yemeyeceğim) dedim
Peygamber Efendimiz bana, 'Aldığını ye, hayatıma yemin ederim ki kim
muskacılığa karşılık aldığı ücreti yemiş ise, batıl bir'ücret
yemiştir. Fakat sen hak bir okumanın ücretini yemiş oluyorsun' dedi» [23]
Bunlar, Ebû Said el-Hudrî'den rivayet
olunan hadise de dayanmışlardır. Bu hadisin de meali şöyledir:
«Bir kere Peygamber Efendimiz'in ashabından bir birlik, emredildikle-ri sefere çıkmıştı. Bunlar Arap kabilelerinden birinin
üzerine indiler ve misafir edilmelerini istediler. Kabile onları misafir
etmekten çekindi. Bu sırada reislerini bir akrep sokmuştu. Bütün kabile halkı
harekete geçip her çareye başvurdular. Fakat hiçbir
şeyin faydası görülmedi. Bunlardan bazıları, 'Şuraya inen şu kafile halkına
gitseniz, belki bunların arasında bir çare bilen bir kimse vardır' demişti.
Bunun üzerine kabile halkı gelip, 'Ey cemaat, reisimizi bir akrep soktu.
Tedavi için koştuk, her çareye başvurduk. Fayda vermedi. İçinizde buna çare
bilen yok mu?' diye sordular. 'Evet ben varım, Vallahi ben dua ederim. Fakat
sizden bizi konuk etmenizi diledik de, bizi konuk etmediniz. Bunun için ben de
size bir ücret tayin etmedikçe dua etmem' dedim. Bir sürü koyun üzerinde
anlaştık ve kabile reisinin yanına gidip Fatiha sûresini sonuna kadar okudum.
Derhal reis bukağısından (pranga) çözülmüş hayvana döndü. İleri geri yürümeye
başladı. Artık üzerinde hiçbir hastalık kalmamıştı.
Ebû Said el-Hudrt demiştir ki:
'Kabile halkı, üzerinde anlaşılan ücreti verdiler. Arkadaşlardan bazıları,
'Bu koyunları
paylaşınız' dediler. Fakat ben,
'Hayır, Paygamber Efendimiz'e varıp bu
olup bitenleri kendisine arz edinceye, kadar bu koyunları paylaşmayınız.
Bakalım Efendimiz bize ne emreder?' dedim ve Peygamber Efendimiz'in
yanına vardığımızda arkadaşlar ona durumu hikâye ettiler. Peygamber Efendimiz
bana,
'Fâtiha'nın bu kadar
etkili olduğunu kim sana öğretti?' dedi. Sonra onlara dönüp,
'İyi hareket
etmişsiniz. O ücret karşılığı malt alıp şimdi taksim ediniz ve sizinle beraber
bana da bir hisse ayırınız' dedi ve tebessüm buyurdu»
[24].
Kur'an
öğretimi için ücret almayı mekruh görenler ise, «Kur'an-i
Ke-rim'i ücretle öğreten
kimse ile ücretle namaz kılan kimse arasında fark yoktur. Hadiste alındığı
anlatılan ücret, Kur'an-ı Kerim'in öğretimi için
değil, Kur'an ile tedavi için verilmiştir. Kur'an'la tedavi ise, diğer tedaviler hükmünde olup hiç
kimseye vacib değildir. Vacib
olan, Kur'an'ın öğretimidir» demişlerdir. [25]
Dişiye çektirmek için
döllük erkek hayvanın kiralanmasına gelince: îmam Mâlik'e göre sayısı belli
dişilere çektirmek için döllük erkek hayvanın kiralanması caizdir. îmam Ebu Hanife ile İmam Şâfıî ise «Caiz değildir» demişlerdir.
Caiz
görmeyenlerin delili, hakkında varid olan yasaktır [26].
Caiz görenler de bunu diğer menfaatlara kıyas
etmişlerdir. Halbuki bu zayıf bir kıyastır. Çünkü kıyası hadise tercih
bâbındandır. [27]
Köpeğin kiralanması da
bu bâbtan olup imam Şâfıî
ile îmam Mâlik'e göre caiz değildir [28].
Mezheblerin, para ve benzeri bizzat kendilerini harcamaktan başka
menfaatlari bulunmayan şeylerin kiralanmasının
cevazında ihtilafları da bu bâbtandır. Îbnu'l-Kasım «Böyle şeylerin kiralanması caiz değildir. Bu
gibi şeyler ancak ödünç olarak verilebilirler», Ebû Bekr Ebherî ile başkaları da
«Caizdir ve kiralandığı zaman kirası lazım gelir» demişlerdir. Caiz olmadığını
söyleyenler, «Çünkü bizzat kendilerini harcamaktan başka bir menfaatleri
düşünülemez» demişlerdir. Cevazını benimsemiş olanlar da, «Para, altın ve gümüş
olduğu için kişi onunla süslenmek veyahut kendini zengin göstermek gibi
maksatlar için kiralayabilir.» demişlerdir.
îşte
kiralanan menfaatin cinsiyle ilgili olan ihtilaflı meselelerin meşhurları
bunlardır. [30]
Kira
olarak verilen şeyin cinsiyle ilgili olan ihtilaflı meselelere gelince: Bunlar
da, satışlarda satış bedeli olabilen ve olamayan şeylerle ilgili meselelerdir. [31]
Bu bâbtan
olmak üzere Peygamber Efendimiz, dişiye çektirmek içim döllük erkek hayvanın
kiralanmasını, hacametçinin kazancını ve değirmen>
cinin ölçeğini yasak etmiştir .[32]
Tahâvî,
«Peygamber Efendimiz'in değirmencinin Ölçeğini yasak
etmesinin mânâsı, -cahiliyye devrinde yaptıkları
gibi- değirmenciye, öğütme ücreti olarak ona teslim edilen buğdayın muayyen
bir cüz'ünü vermektir. Bu ise caiz değildir. Çünkü bu, kiracıdan, ne yanında
bulunan, ne de zimmete girebilecek borçlar kabilinden olan bir şeyle kiralamak
kabilindendir» demiştir, ki îmam Şâfıî de bu görüşte
ona katılmıştır. îmam Şafiî'nin tabileri de, «Eğer kişi, kasabı keseceği hayvanın
derisiyle, değirmenciyi onun kepeği veyahut muayyen bir cüz'ü ile kiralarsa,
fasittir. Çünkü Peygamber Efendimiz değirmencinin ölçeğini yasak etmiştir»
demişlerdir. İmam Mâlik'in mezhebine göre ise caizdir. Çünkü değirmencinin
yiyecek maddesinden miktarı belli bir cüz'ü ile kiralanması kabilindendir. [33]
Hacamatçının kazancına
gelince: Kimisi «Haramdır» demiş ise de başkaları bu görüşe katılmayıp, ancak
«Âdî bir kazançtır, erkeğe yakışmaz» demişlerdir [34].
İhtilaflarının sebebi
d e, bu hususta hadislerin birbirleriyle çelişn
yaptıracak olanın buğdayını değirmenciye verip, değirmencinin de ücretini undan
alması.
memeleridir. Haram
olduğunu söyleyenler, Ebû Hüreyre'nin
«Hacamatçının kazancı haramdır» hadisi [35] ile
Enes b. Mâlik (r.a.) ten söylediği rivayet olunan «Peygamber Efendimiz
hacamatçının kazancını haram kıldı» [36] mealindeki
hadisine dayanmışlardır. Rivayet olunduğuna göre Avn
b. Ebû Cü-hayfe de, «Babam bir hacamat aldı ve bir müddet sonra bütün
kan alma aletlerini kırdı. Ona, 'Babacığım niçin kırdın? diye sordum. Bana,
'Peygamber Efendimiz kan aldırmanın ücretini yasak etmiştir' dedi» demiştir [37],
Hacamatçının kazancını
mubah görenler de, îbn Abbas
(r.a.)'dan rivayet olunan, «Peygamber Efendimiz hacamatla kendinden kan
aldırdı ve hacamatçının ücretini verdi» [38]
mealindeki hadise dayanmışlardır. Derler ki: Eğer hacamatçının kazancı haram
olsaydı, Peygamber Efendimiz ona ücret vermezdi Bunlar ayrıca Câbir (r.a.)'ın «Peygamber
Efendimiz Ebû Tıybe'yi
çağırtıp, kendine hacamat vurdurduktan sonra,
'Vergin ne kadardır?'
diye sordu. Ebû Tıybe 'Öç
ölçektir' diye'cevab verdi. Peygamber Efendimiz ona bir
ölçek indirdi» [39] mealindeki hadisi de
delil göstermişlerdir. Câbir (r.a.)'den, hacamatçıya
bir ölçek yiyecek maddesinin verilmesini ve memurlarına vergisini hafifletmele-. rini emrettiği de
rivayet olunmuştur [40].
«Hacamatçının kazancı
mekruhtur» diyenler de, rivayet olunan, «Rü~. faa b. Râfi' veyahut Rafı' b. Riifaa, Ensarın toplandıkları
meclise gelerek, 'Peygamber Efendimiz, hacamatçının kazancını yasak ederek onu
bize su çeken hayvanımıza yedirmemizi emretti» dedi» ve «Beni Harise kabilesinden
bir adam vardı. Adamın bir kölesi hacamatçılık yapıyordu. Kazancının helal olup
olmadığını Peygamber Efendimiz'e sordu. Peygamber
Efendimiz onu yasak etti. Bir daha sordu. Bir daha Peygamber Efendimiz onu
yasak etti. Bir daha sordu. Bir daha Peygamber Efendimiz onu yasak etti.
Nihayet ona,
'Kazancını
sana su çeken devene yem yap ve kölene yedir' buyurdu» [41]
mealindeki hadise dayanmışlardır. [42]
Bir evi bir başka evde
oturmakla kiraya vermenin cevazında ihtilaf etmeleri de bu babtandır.
îmam Mâlik caiz görmüş ise de, İmam Ebû Hanife «Caiz değildir» demiştir. Herhalde İmam Ebû Hanife bunu borcun borçla satılması
babından görmüştür.
Kira
ve kiranın karşılığı olan menfaatin cinsleriyle ilgili olan meselelerin
meşhurları işte bunlardır. [43]
Menfaatin evsaf ve
keyfiyetiyle ilgili mes'elelerden de, meşhurlannı söyleyeceğiz. Bunlardan biri şudur: îmam Mâlik,
İmam Ebû Hanife, îmam Şafiî
ve diğerleri gibi İslâm fukahasının cumhuru
müttefiktirler ki, kiralama akdinin sıhhat şartlarından biri, gerek kiranın,
gerek kiraya karşılık olan menfaatin miktannın
bilinmesidir. Bu da -elbise dikimi, kapı ve pencerfele-rin yapımı gibi- sınırlı işlerde sınırının bilinmesiyle, ev
işlerini görmek için kiralanan hizmetçinin işi gibi sının bulunmayan işlerde de
süre ta'yini ile olur. Süre de, eğer menfaat -ev veya
dükkânda oturmak gibi- çalışma ve devamlı iş görme ise, zaman miktannın, eğer kiralanan şeyin menfaati -yük ve binek hayvanlan gibi- o şeyin yürüyüşü ile sağlanıyorsa,
yüzölçümü miktannın belirtilmesiyle olur.
Zahirîlerle mütekaddimlerden bir cemaat ise, meçhul olan menfaatlann kiralanmasının cevazını benimsemişlerdir.
Meselâ: Kişi -onlara göre- hayvanını, hayvanın sağlayacağı kazancın yansı île
-sırtında su veya odun taşıttırmak- üzere kiraya verebilir.
Cumhurun dayanağı
şudur: Kiralama da bir satış olduğu için -satışlarda aldanmaya müsait durumlar
nasıl caiz değilse- kiralamada da caiz değildir. Diğer gurup ise, kiralamayı
KIRÂD ve MÜSÂKÂT'a kıyas etmişlerdir. Cumhur da
onlara, «Kırâd ve Müsâkât
sünnet ile istisna edilmiş olup kaideden hariç olduklan
için diğer şeyler onlara kıyas edilemez» diye cevap vermişlerdir.
İmam Mâlik ile îmam
Şafiî, sınırlı olmayan işlerde taraflann belli bir
süre ve süre içinde bir başlangıç tayin etmeleri ve başlangıcındaki akitten hemen
sonra olmasını kabul etmeleri halinde, kiralamanın caiz olduğunda
müttefiktirler. Fakat süre için bir başlangıç belirtmemeleri veyahut belirttikleri
başlangıcın akidten hemen sonra olmaması halinde
kiralamanın caiz olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir. İmam Mâlik «Eğer süre
tayin ederlerse
-kişinin 'Sana bu evi
bir yıl süre ile kiraya verdim' demesi gibi- süre için başlangıç belirtraeseler bile, caizdir» demiş ise de, îmam Şafiî'ye
göre caiz değildir, îmam Mâlik'e göre bu durumda süre, kiralama akdinin
yapıldığı tarihten itibaren başlar. Fakat îmam Şafiî, akidteki
garara bakarak, «Caiz değildir» demiştir. İmam Mâlik
ise, «Akidte garar yoktur.
Çünkü sürenin akid tarihi anından itibaren başlaması
gelenektir» demiştir. İmam Şafiî'ye göre sürenin başlangıcı eğer akidten hemen sonra olmazsa caiz değildir. Fakat îmam Mâlik
bunu caiz görmüştür.
îmam Mâlik'in
tabileri, uzun süre içinde değişmesinden endişe edilen tarlanın kiralanmasının
cevazında ihtilaf etmişlerdir.
îmam Mâlik ile îmam
Şafiî, tayin edilmesi caiz olan sürenin miktannda da
ihtilaf etmişlerdir. îmam Mâlik «Bir evin on yıl veyahut daha fazla bir zaman
için kiraya verilmesi gibi, tayin edilen süre içinde değişmeyen şeyleri
yıllarca süre ile kiraya vermek caizdir» demiş ise de, îmam Şafiî'ye göre bir
yıldan fazla süre caiz değildir.
Îbnu'l-Kasım ile îbn Mâcişûn da, susuz, çeşme suyu ile sulanan ve kuyu veyahut
çay suyu ile sulanan tarlalar hakkında ihtilaf etmişlerdir. Îbnu'l-Kasım
bütün bu tarlalan yıllarca süre ile kiraya vermeyi
caiz görürken, îbn Mâcişûn,
«Susuz tarlalan ancak bir yıl, çeşme suyu ile sulanan
tarlalan ancak üç veyahut dört yıl ve kuyu veyahut
çay suyu ile sulanan tarlalan da ancak on yıl süre
ile kiraya vermek caizdir» demiştir. Buna göre burada ihtilaf sürenin
başlangıcı, sürenin uzunluğu ve sürenin kiralama akdi tarihinden uzaklığı olmak
üzere- üç konudadır..
Bunun gibi, İmam Mâlik
ile îmam Şafiî de -kiracının ev sahibine, «Senden bu evi, aylığı şu kadar
dirhem ile kiraladım» demesi gibi- taraflann süre
tayin etmeyip sadece kiraya temel olan zamanın en az miktanm
belirtmeleri halinde kiralamanın caiz olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir.
îmam Şâfİî «Caiz değildir» demiş ise de, îmam Mâlik
ile tabileri bunu da, «Ölçeği bir dirhemden sana bu harmanın hepsini sattım»
şeklindeki satışa kıyas ederek «Caizdir» demişlerdir. Halbuki bu satışı da
-îmam Mâlik'ten başka- kimse caiz görmemektedir.
Bu ihtilafın s e b e b
i, bu şeylerdeki mechuliyet -az olduğu için- caiz
görülen gararlardan mıdır yoksa yasak edilmiş bir garar mıdır diye ihtilaf etmeleridir.
Bir
şeyi bir akidle hem satmanın, hem kiraya vermenin
cevazında ihtilaf etmeleri de bu babtandır. îmam
Mâlik, caiz görmüş ise de, îmam Ebû Hanife ile îmam Şafiî «Caiz değildir» demişlerdir[44]
Bir malda ortak olan
iki kişiden birinin kendi hissesini kiraya vermesinin caiz olup olmadığı
hakkındaki ihtilaf da bu bâbtandır. İmara Mâlik ile
imam Şafiî caiz görmüşlerse de İmam Ebû Hanife «Caiz değildir» demiştir. Çünkü İmam Ebû Hanife'ye göre ortak maldan
yararlanmak mümkün değildir. İmam Mâlik ile İmam Şafiî ise, «Bizzat mal sahibi
ortağı ile birlikte kendi hissesinden nasıl yararlanıyorsa, kiracı da ortağı
ile birlikte, kiraladığı hisseden yararlanabilir» demişlerdir.
Herhangi bir kimseyi
karın tokluğu ile kiralamanın caiz olup olmadığında ihtilaf etmeleri de bu bâbtandır. İmam Şâfıî «Mutlaka
caiz değildir», İmam Mâlik «Mutlaka caizdir» İmam Ebû
Hanife de «Çocuk emzirmede caizdir. Başka
hizmetlerde caiz değildir» demişlerdir. Bu ihtilafın sebebi de bu kiralamada mechuliyet var mıdır, yok mudur diye ihtilaf etmeleridir.
İşte
kiranın ve kiraya karşılık olan menfaatin şartlan bunlardır. [45]
Kiralamanın
çeşitlerine gelince: Ulema müttefiktirler ki, nasıl iki çeşit satış varsa,
kiralama da -gözle görülen muayyen birtakım eşya menfaatları-nın kiralanması ile fizzimme
olarak birtakım menfaatlerin kiralanması olmak üzere- iki çeşittir. Fizzimme olan kiralamanın sıhhati için menfaatin tarifi ve
muayyen olan eşyayı kiralamanın sıhhati için de -satışlarda olduğu gibi- ya görmek, ya tarif şarttır. İmam
Mâlik'e göre tarifin sıhhati için karalanan şeyin cins ve çeşidini belirtmek
gerekir. Buna göre gerek kiralanan hayvanın ve gerekse hayvana taşıttırılacak
yükün tarif edilmesi lazımdır. İmam Mâlik'e göre hayvana binecek kimsenin
tarifi gerekmez. Fakat İmam Şâfîî: «Gerekir» demiştir.
İmam Mâlik'e göre fizzimme olan kiralamanın sıhhati için kiranın peşin
verilmesi şarttır. Çünkü eğer peşin verilmezse borcun kiralanması kabilinden
olur. Nasıl ki İmam Mâlik'e göre su alacağına güvenilmeyen tarlanın kiraya
verilebilmesi için tarlaya su vermeden önce kirasının verilmemesi şarttır.
Ulema; satışta olduğu
gibi, karalamada da muhayyerlik şartı caiz midir, değil midir diye ihtilaf
etmişlerdir. İmam Mâlik «Kiralamanın her iki çeşidinde de, yani kiralama ister
muayyen, ister fizzimme olsun, onda muhayyerlik
şartı caizdir» demiştir. İmam Şâfıî ise kiralamada
muhayyerlik şartını caiz görmemiştir.
İşte
bu babın birinci bölümü olan, kiralamanın hangi şeylerde cari olduğuna,
şartlarının neler olduğuna ve kaç çeşit kiralama bulunduğuna dair konulara
ilişkin meselelerinin meşhurları bunlardır. Şimdi de sırayı, bu bahsin ikinci
bölümü olan kiralama akdinin ahkâmına getirmiş bulunuyoruz. [46]
Kiralamanın hükümleri
çoktur. Fakat özet olarak hepsi iki bâbta toplanmaktadır.
1- Kiralama
akdi yapıldıktan sonra eğer bir mani çıkmazsa bu akid
neyi gerektirir ve bu akidten dolayı taraflara ne
lazım gelir?
2- Bir mani çıktığı zaman uyulacak hüküm nedir? Bu bâb
da -kiralanan şey bir ziyana uğradığı zaman, kiracı hangi durumda sorumlu olur.
Hangi durumda sorumlu olmaz? Hangi mani akdin bozulmasını gerektirir, hangisi
gerektirmez? Taraflar ihtilafa düştükleri zaman hüküm nedir? diye- üç fasla
ayrılmaktadır. [47]
Bu babın meşhur mes'elelerinden biri şudur: Kiralama akdi yapılırken kira
bedelinin peşin verilmesi şart koşulmazsa, kiracının kirayı ne zaman vermesi
gerekir?
imam Mâlik ile imam Ebû Hanife'ye göre kiracı
kiraladığı şeyden yararlandıkça gördüğü yarar oranında ve tedricî olarak kira
vermesi vacib olur. Ancak eğer kiranın peşin
verilmesi şart koşulur veyahut -kira bedelinin muayyen bir şey olması
halindeki gibi- peşin verilmesini gerektiren bir durum bulunursa, o zaman peşin
verilmesi lazım gelir.
İmam Şâfıî ise, «Bizzat kiralama akdi ile kira bedeli lazım
gelir» demiştir. Herhalde İmam Şafiî, kirayı vermenin tehirini, borcun satışı
babından saymıştır.
Bir hayvanı, bir evi
veyahut bunlara benzer bir şeyi kiraladıktan sonra o şeyi daha yüksek bir kira
ile bir başkasına devretmenin caiz olup olmadığı hakkındaki ihtilaf da bu bâbtandır.
İmam Mâlik, İmam Şâfıî ve bir cemaat, bunu da satışa kıyas ederek «Caizdir»
demişlerdir, imam Ebû Hanife
ile tabileri ise, hem teslim alınmayan malın satış ve hem de uhdeye geçmeyen şeyin kazancı kabilinden olur diye caiz
görmemişlerdir. Zira kirada olan bir şey ziyana uğradığı zaman, uğradığı ziyan
sahibine aittir. Kimisi de, «Eğer kişi kiraladığı şeye bir katkıda bulunmuş
ise onu kiraya verebilir, yoksa veremez» demiştir. Böyle bir malı kiraya
vermenin mekruh olmadığını söyleyenlerden biri Süfyan
Sevrî'dir. Kiralanan şeyi kiraya vermenin caiz
olduğunu söyleyen cumhur da kiralamayı satışa kıyas etmiştir.
Bu babın
meselelerinden biri de, kiralanan malı kira ile sahibine vermenin caiz olup
olmadığıdır.
İmam Mâlik «Caizdir»
demiş ise de, İmam Ebû Hanife
«İki kira arasında miktar eşitliği bulunmadığı zaman başkasının malını haksız
yoldan yemek kabilinden olur» diyerek caiz olmadığını benimsemiştir.
Bu babın mes'delerinden biri de, bir kimsenin buğday ekmek üzere bir
tarlayı kiraladıktan sonra tarlada -arpa gibi- tarlaya zararı buğdayın zararı
kadar veyahut daha az olan bir başka şeyi ekmek istemesidir. İmam Mâlik:
«Ekebilir», İmam Dâvüd: «Ekemez» demişlerdir.
Bu babın mes'elelerinden biri de, kiralanan evlerin -tuvalet ve
banyo gibi- müştemilatının süpürülüp temizlenmesinin, mal sahibi ile kiracıdan
hangisine ait olduğu meselesidir.
İbnu'l-Kasım, kendisinden gelen meşhur rivayete göre mal
sahibine, bir başka rivayete göre de kiracıya ait olduğunu söylemiştir, ki İmam
Şafii de buna katılır. Ancak Îbnu'l-Kasmı günde biri girip çıkan otel gibi yerleri istisna
ederek, «Otellerin temizliği otel sahibine aittir» demiştir.
Bu babın mes'elelerinden biri de, İmam Mâlik'in tabileri, kiralanan
evlerde meydana gelen miktarı az olan yıkıntıların onanmı
kiracıya lazım gelir mi, gelmez mi diye ihtilaf etmeleridir.
İbnu'l-Kasım «Kiracıya lazım gelmez. Şayet kiracı yaparsa
kiradan sayar», diğerleri ise «Lazım gelir» demişlerdir.
Bu
babın daha birçok mes'eleleri vardır. Fakat
teferruata girişmek istemediğimiz için bu kadarla yetiniyoruz. [48]
Fukaha,
kiralama akdinin vasfında ihtilaf etmişlerdir. Cumhur, «Kiralama akdi, keyfi
olarak bozulması caiz olmayan bir akidtir» demiştir.
Kimisinden de, kiralama akdini CİALE (götürü iş verme) akdi ile ortaklık
akdine kıyas ederek kiralama akdinin keyfi olarak bozulabildiği görüşünde bulunduğu
nakledilmiştir. [49]
Kiralama
akdinin keyfî olarak bozulmaz bir akid olduğunu
söyleyenler de neyle bozulur, neyle bozulmaz diye ihtilaf etmişlerdir. İmam
Mâlik, İmam Şafiî, Süfyan Sevrî,
Ebû Sevr ve diğer İslâm fukahasının
cumhuru, «Keyfî olarak bozulamayan diğer akidler ne
ile bozulabiliyorlarsa, kiralama akdi de ancak o şeylerle bozulabilir»
demişlerdir. Buna göre kiralama akdi ancak ya
kiralanan şeyde bir kusur görüldüğü veyahut ondan yararlanmak için imkan
kalmadığı zaman bozulabilir. İmam Ebû Hanife ile tabileri de «İşletmek üzere bir dükkan
kiraladıktan sonra eşyası yanan veyahut çalman kimsenin mazereti gibi, kiracıda
meydana gelen bir mazeret ile de kiralama akdi bozulabilir» demişlerdir. [50]
Cumhurun delili, «Akidleri yerine getirin» [51]
ayet-i kelimesidir. Çünkü kiralama, menfaatlerin satışı demek olan bir akidtir. Şu halde satış aidinin yerine getirilmesi nasıl
gerekiyorsa, kiralama akdinin de öyle olması lazım gelir.
İmam Ebû Hanife de, kiralanan şeyden
yararlanmak için vasıta olan şeyin zayi olmasını, bizzat kiralanan şeyin zayi
olmasına kıyas etmiştir. İmam Mâlik ise, bu hususta değişik görüşlerde
bulunmuştur.
Abdülvehhab:
«Mezhebimizin zahirinden anlaşılmaktadır ki bir kimse, belli bir koyun sürüsünü
gütmek veyahut belli bir elbiseyi dikmek için bir başka kimseyi kiraladıktan
sonra koyun sürüsü ölür veyahut elbise yanarsa, kiralama akdi bozulmaz. Kiracı
ona güdülmek üzere, ölen sürü gibi bir başka sürüyü veyahut diktirmek üzere,
yanan elbise gibi bir başka elbiseyi bulmak zorundadır. Kimisi de, İmam
Mâlik'in mezhebinde kiralanan şeyden yararlanma vasıtası olan şeyin, ya bizzat kendisi maksuttur, ya
bizzat kendisi maksut değildir. Eğer -kendisini emzirmek için süt anne
kiralanan çocuk gibi- bizzat kendisi maksut ise, ölümü ile kiralama akdi
bozulur. Eğer -kendisini gütmek için çoban kiralanan bir koyun sürüsü veyahut
kendisini satmak için dükkan kiralanan bir yiyecek maddesi gibi- bizzat kendisi
maksut değilse, zayi olması ile kiralama akdi bozulmaz» demiştir, İbnu'l-Kasım'ın, imam Mâlik'ten yazılı olarak naklettiği
fetvalar mecmuasında, «Eğer zayi olduğu takdirde yerinin doldurulacağı şart
koşulmazsa, belli bir koyun sürüsünü güdecek çoban kiralamak caiz değildir»
demesi, kiralanan şeyden yararlanma vasıtası olan şeyin yok olmasını kiralama
akdinin bozulması için sebeb saydığındandır. Fakat
bunu akdin bozulması için sebeb sayınca, bu ihtimali
taşıyan kiralamayı da garar babından addederek, «Bu
şart koşulmazsa kiralama caiz değildir» demiştir. [52]
Fukahamn, mal sahibi ile kiracıdan veyahut işçi ile işverenden
birinin ölümü ile kiralama akdi bozulur mu, bozulmaz mı diye ihtilaf etmeleri
de bunun gibidir.
tmam Mâlik, İmam Şafiî, imam Ahmed,
tshak ve Ebû Sevr,
«Bozulma-yıp olduğu gibi varislere geçer»
demişlerdir. îmam Ebû Hanife,
Süfyan Sevrî ve Leys b. Sa'd ise «Bozulur»
demişlerdir.
«Bozulmaz» diyenler,
«Çünkü kiralama da, satış gibi bedelli bir akid-dir. Satış nasıl taraflardan birinin ölümü ile
bozulmuyorsa, bunun da bozulmaması gerekir» demişlerdir.
Hanefıler de, «Mal, sahibinin ölümü ile birinin mülkiyetinden
bir başkasının mülkiyetine geçer. Bunun için kiralanma akdinin bozulması lazım
gelir. Nitekim uzun süre için kiraya verilen bir malın satışı da, bunun içindir
ki caiz değildir. Bir şeyin hem kiraya verilişi, hem başkasının mülkiyetine geçişi birlikte olmayınca da, burada başkasının mülkiyetine
geçişinin galip geldiğini kabul etmemiz gerekir. Yoksa
mülk, varissiz kalır ki bu, icma'ya aykırıdır» diye
delil getirmişlerdir. Hanefıler bazen, kiralama
akdini evlenme akdine kıyas ederek: «Evlenme akdi, nasıl taraflardan birinin
ölümü ile bozuluyorsa, kiralamanın da taraflardan birinin ölümü ile bozulması
lazım gelir. Zira her iki akid de, kişinin
mülkiyetine sahip olmadığı şeyden menfa-atlanmasını hedef tutan akidlerdir» şeklinde de delil getirirler.
Hanefıler,
Mâlikîlere de «Siz, kiranın tedricî olarak ve kiralanan şeyden görülen yarar
oranında hak olduğunu söylüyorsunuz. Buna göre eğer mal sahibinin ölümü ile
kiralama akdi bozulmazsa, kiracı kendisi üe yaptığı
bir anlaşmadan doğan hakkını, başkasının mülkiyetine geçen bir maldan tahsil
etmiş olur. Bu ise caiz değildir. Eğer kiracının ölümü ile kiralama akdi bozulmazsa,
kendisi öldüğü halde kendisi için kira hak edilmiş olur. Halbuki ölen kimseye,
ölümünden sonra herhangi bir hakkın lazım gelmediğinde icma'
vardır» diye itiraz ederler. Bu itiraz, Şâfiîleri bağlamaz. Çünkü Şâfiîler -yukarıda
da geçtiği üzere- «Kira, bizzat kiralama akdi ile hak
olur» demektedirler. [53]
İmam Mâlik'e göre,
susuz bir tarla kiraya verildiği zaman, eğer yağmur yağmadığı için ekilmez
veyahut ekilip de yeşermezse, kiralama akdi bozulur. Bunun gibi, eğer ekim
zamanı geçinceye kadar yağış kesilmediği için
ekilmezse, keza kiralama akdi bozulur. İmam Mâlik'e göre, ekinlerin uğradığı
diğer afetler yüzünden kirada bir indirim olmaz.
îmam Mâlik'e göre,
belli bir vakitte görülmek üzere bir iş için kiralama akdi yapıldığı zaman,
eğer -hac yolculuğu için binek kiralanışı gibi- belli olan vakit maksut olduğu
halde o vakitte mal sahibi ortada görülmezse, kiralama akdi bozulur. Fakat
eğer o vakit maksut olmazsa -o vakitte mal sahibi ortada görülmese bile- akid bozulmaz.
Bütün bunlar,
kiralanan şey muayyen olduğu zaman, böyledir. Fizzim-me olan kiralamalarda ise, kiracının işletmek üzere teslim
aldığı şeyin zayi olmasıyla kiralama akdi bozulmaz. Çünkü mal sahibi,
kiralamayı fizzimme kabul ettiği için, zayi olan şeyin
yerine bir başka şeyi sağlamak zorundadır,
Bu
babın daha birçok mes'eleleri vardır. Fakat ana
kaideler mesabesinde olanları ancak bunlardır[54]
Kirada olan malın
ziyana uğraması halinde kiracının bundan sorumlu olması, -fukahaya
göre kiracının ihmali ile genel maslahat ve malların korunmasını sağlama
düşüncesi olmak üzere- iki sebebten dolayı olur. [55]
Kiracının ihmali
yüzünden olan ziyandan, kiracının sorumlu olduğunda ihtilaf yoktur. İhtilaf
ancak, kiracının sorumluluğunu gerektiren ihmalin çeşidi ile miktarında
vardır.
Ulemanın, bir hayvanı
belli bir yere kadar binmek üzere kiralayıp da, hayvanı daha ötede olan bir
yere götüren kimse hakkındaki ihtilafları bu bâbtandır.
îmam Şafiî ile îmam Ahmed, «Adama, pazarlık ettiği mesafenin kirasından başka,
fazladan bindiği mesafenin ecr-i misli de lazım
gelir» demişlerdir. İmam Mâlik de, «Hayvanın sahibi, adamın fazladan bindiği
mesafenin ecr-i misli ile hayvanının kıymetinden
hangisini isterse onu alır». İmam Ebû Hanife de «Adama, fazladan bindiği mesafe için kira lazım
gelmez» demişlerdir. Fakat eğer pazarlık dışı yapılan bu yolculuk esnasında
hayvan ölür veyahut sakatlanırsa, kıymetinin kiracıya lazım geldiğinde ihtilaf
yoktur.
îmam Şafiî'nin delili
şudur: Çünkü bu adamın pazarlık ettiği mesafeyi aşması bir ihmal ve kusurdur.
îhmal ve kusurun bir ecr-i misli lazım geldiğine
göre, buna da ecr-i mislin lazım gelmesi gerekir.
îmam Mâlik de -öyle görünüyor ki- bu adamı soyguncuya kıyas etmiştir. Halbuki
bu zayıf bir kıyastır. İmam Ebû Hanife'nin
görüşü ise, şer'î usûlün gereğinden çok uzaktır. Bu mes'elede
usule en yakın olan, imam Şafiî'nin görüşüdür.
îmam
Mâlik'e göre, eğer hayvan tökezlemek itiyadında ise, hayvanın tökezlemesi hayvan
sahibinin ihmali sayılır. Bunun için eğer hayvan tökezleyip de, sırtındaki yük
bir ziyana uğrarsa, sahibi bu ziyandan sorumludur. İplerin çürüklüğü yüzünden,
hayvanın sırtından yükün düşmesi de bunun gibidir. Bu babın mes'eleleri çoktu[56]
Malın uğradığı
ziyandan, ihmalleri bulunmadığı halde ve sırf malların korunmasını sağlamak
düşüncesiyle sorumlu olup olmadıklarında ihtilaf edilen kimselere gelince:
Bunlarda -terzi, marangoz ve benzeri- vasıflı işgörenlerdir.
Ulema, işgörenin, elinde bulunan işverene ait malın
-ihmali olmaksızın- ziyanından sorumlu olmadığında müttefiktirler. Ancak İmam
Mâlik, «Yiyecek maddelerini taşıyan hamal ile değirmenciyi, kendilerine teslim
edilen yiyecek maddelerinin ziyana uğramasından -eğer ihmalleri olmaksızın
ziyana uğradığını şahitlerle isbat etmezlerse-
sorumludurlar» demiştir.
Kendilerine teslim
edilen eşyanın -ihmalleri bulunmaksızın- ziyana uğradığını ileri süren vasıflı
işgörenlerin sorumlu tutulmalarında ise, ihtilaf
edilmiştir.
İmam Mâlik, İbn Ebî Leylâ ve îmam Ebû Yûsuf sorumlu olduklarını benimsemiştir.
îmam Ebû Hanife de, «Ücretsiz veyahut
mal sahibinin evinde çalışan iş-gören sorumlu değildir. Kendi iş yerinde
veyahut ücretle çalışan işgören ise, sorumludur»
demiştir. İmam Şafiî'nin ise, kendi iş yerinde çalışan işgören
hakkında iki kavli vardır. İmam Mâlik'e göre, kendine bir iş yeri açmayan işgören -ister ücret alsın, ister almasın- sorumlu
değildir. Hz. Ali'den bu hususta her ne kadar iki
kavil rivayet olunmuşsa da, gerek kendisi, gerek Hz.
Ömer de vasıflı işgörenlerin sorumluluklarını
benimsemişlerdir.
Vasıflı işgörenlerin sorumlu olmadığını söyleyenler, işgörenleri yanlarında emanet eşya bırakılanlara,
ortaklara, vekillere ve çobanlara kıyas etmişlerdir. Sorumlu olduklarını söyleyenlerin
ise, genel maslahatı gözönün-de bulundurmak ve hile
yolunun kapanmasını öngörmekten başka bir dayanakları yoktur. Ücretle çalışan işgören ile ücretsiz çalışan işgören
arasında ayırım yapanlar da, «Çünkü ücretsiz çalışan işgören,
malı kendi menfaati için değil, sahibinin menfaati için teslim almıştır. Bunun
için kendisi sanki, yanında emanet eşya bırakılan kimsedir. Yanında emanet eşya
bırakılan kimse nasıl sorumlu değilse, bunun da sorumlu olmaması lazım gelir.
Fakat ücretle çalıştığı zaman malı teslim almasının menfaati ikisine de olduğu
için-başkasından, ödünç veyahut eğreti (geçici) olarak mal alan kimse gibi- kendisinin
menfaati daha galip olur» demişlerdir. Kendine işyeri açmayan îşgö-reni de sorumlu tutmakta,
hile yolunu kapatma yaran yoktur. Zira bu adamın devamlı bir işyeri yoktur ki
kendisine eşyalarını teslim edenleri devamlı olarak dolandırabilsin^
Yukarıda da
söylediğimiz üzere işgörenleri sorumlu tutmayan îmam
Mâlik, zahire hamalını, değirmenciyi ve bunlar gibi olan işgörenleri
sorumlu tutmayı istihsal etmiştir* Bunların dışında kalan işgörenler
ise -İmam Mâlik'e göre- kendilerine teslim edilen eşyaları korumada kusur
göstermez-lerse, eşyanın ziyana uğramasından sorumlu
değillerdir. Meşhur olan rivayete göre îmam Mâlik: «Hamamcı da sorumlu
değildir» demiştir. Eşheb de şâzz
bir görüşte bulunarak, «Vasıflı işgörenler
-kendilerinin ihmali bulunmaksızın malın ziyana uğradığını isbat
etmezlerse- kendilerine teslim edilen eşyaların ziyana uğramasından sorumludurlar»
demiştir. Vasıflı işgörenlerin işyerlerinde teslim
almadıkları şeylerin ziyana uğramasından sorumlu olmadıklarında ihtilaf
yoktur.
Mâliki uleması, işgören tarafından işçiliği tamamen veyahut kısmen yapıldıktan
sonra ziyana uğrayan ve ziyana uğrayışı şahitlerle sabit olup işgörenin sorumluluğunu gerektirmeyen eşyanın yapım ücreti
düşer mi, düşmez mi diye ihtilaf etmişlerdir. Îbnu'l-Kasım
«Düşmez», Îbnu'l-Mevvaz «Düşer»
demiştir. İbnu'l-Mevvaz
«Mal sahibi bir zarara uğramış ise, bunda işgörenin
ne günahı vardır, ki emeği boşa gitsin», İbnu'l-Kasım
da «Ücret emek karşılığıdır. Mal zayi olduğu zaman onunla birlikte emek de zayi
olduğu için o emek görülmemiş gibi olur» diye düşünmüşlerdir. Îbnu'l-Mevvaz'ın görüşü daha
makul ise de Îbnu'l-Kasım, işgöreni
mal sahibine zararda ortak kıldığı için onun görüşü genel maslahata daha
uygundur.
Ulemanın, kayığın
devrilmesiyle içindeki eşyanın ziyana uğramasından kayık sahibi sorumlu mudur,
değil midir diye ihtilaf etmeleri de bu bâbtandır.
İmam Mâlik «Sorumlu değildir» İmam Ebû Hanife «Sorumludur. Meğer kayığın devrilmesi suyun
dalgalanmasından ileri gelmiş olsun» demiştir.
İmam Mâlik'in
mezhebinde esas görüş şudur: İşgören, işyerinde
çalıştığı zaman eğer elindeki eşya -yanmak, kırılmak, kopmak gibi- bir ziyana
uğrarsa -mal sahibi orada olsa dahi- ziyan işgörene
aittir. Ancak eğer yapılması istenen iş -cevher delmek, yüzük taşlarını
nakışlamak, kılıç doğrultmak, fırıncılık, hasta tedavisi gibi- bir sanat ve
ihtisas işi ise, o zaman işgörene bir şey lazım
gelmez. Buna göre eğer fırında ekmek pişirilirken yanar veyahut hasta tedavi
edilirken ölürse, fırıncı veyahut hekim sorumlu değillerdir. Baytar da -eğer
hayvan onun ihmalinden dolayı ölmezse- hekim gibidir. Hekim ve benzeri sanat
erbabı, eğer işlerinin ehli iseler -yanıldıkları zaman- onlara diyetten başka
herhangi bir ceza lazım gelmez. Diyet de, üçte birinden fazlası Akile'ye, üçte biri ancak ona lazım gelir. Fakat eğer
işlerinin ehli değil iseler, o zaman onları döğmek, habsetmek ve ölen kimsenin diyetini mallarından almak
gerekir. Kimisi «Böyle de olsa, diyet Akile'ye lazım
gelir» demiştir. [57]
Bu fasılda birkaç mes'ele bulunmaktadır.
1- İşgören ile işveren işin mahiyetinde anlaşmazlığa
düşerlerse îmam Ebû Hanife
«İşgörenin», İmam Mâlik ile İbn
Ebî Leylâ da «İşverenin sözü muteberdir» demişlerdir.
İhtilafın sebebi de işgören
ile işverenden hangisinin davacı, hangisinin davalı olduğunda ihtilaf
etmeleridir.
2- İşgören, kendisine teslim edilen iııalı
sahibine geri verdiğini, işveren de malını gere almadığını söylerlerse, İmam
Mâlik'e göre işverenin sözü muteber olup işgören
-elindeki malın ziyanından sorumlu olduğu için- şahit göstermek zorundadır. îbn Mâcişûn da «Eğer mal, işgörene şahitsiz olarak teslim edilmiş ise, işgörenin sözü muteberdir. Eğer şahitlerin huzurunda teslim
edilmiş ise, işverene geri verdiğini şahitlerle isbat
etmek zorundadır» demiştir.'
3- İşgören ile işveren işçilik ücretinin
verilip verilmediğinde anlaşamadıkları zaman, İmam Mâlik'in mezhebinde meşhur
olan kavle göre eğer dava yeni ise işgörene yemin
ettirilir ve onun sözüne uyulur. Eğer dava eski ise, işverenin sözüne uyulur.
Mal sahibi ile kiracı da anlaşmazlığa düştükleri zaman hüküm böyledir. Kimisi
de «Dava eski de olsa, işgören ile kiracının sözü
muteberdir» demiştir. [58]
İmam Mâlik'in
mezhebinde bu konuya ilişkin meşhur mes'eîelerden
biri de, kiralama akdini yapan tarafların taşıtlar hakkındaki
anlaşmazlıklarıdır. Zira bu anlaşmazlıklar, ya yolun
miktarında, ya cinsinde, ya
kira bedelinin miktarında, ya cinsinde olur.
Eğer anlaşmazlık,
yolun veyahut kira bedelinin cinsinde olursa -nasıl saüş
akdini yapan taraflar saüş bedelinde anlaş amadıklan zaman her iki taraf da yemin eder ve saüş bozuluyorsa- her iki taraf da yemin eder ve kiralama
akdi bozulur. İbnu'l-Kasım «Kiralama akdi ister
kesinleşmiş olsun, ister olmasın bu böyledir» demiştir. Başkalan
da «Eğer kiralama akdi kesinleşmiş
ve taşıt sahibinin
sözü de akla uyuyorsa, taşıt sahibinin sözü muteberdir» demişlerdir.
Eğer anlaşmazlık yolun
miktarı hakkında ise ve fakat henüz taşıta binilmemiş veyahut az binilmiş ise,
yine her iki taraf yemin eder ve akid bozulur. Eğer
taşıta binilip bir hayli yol gidildikten veyahut taşıt sahibinin pazarlık ettiklerini
ileri sürdüğü yere vanldıktan sonra anlaşmazlığa
düşerlerse -kiranın peşin verilmiş olması ve taşıt sahibinin sözünün de akla
uyması şarü ile-taşıt sahibinin sözü muteberdir. Eğer
kira peşin verilmemiş ve fakat taşıt sahibinin sözü akla uyuyorsa veyahut kira
peşin verilmiş de, taşıt sahibinin sözü akla uymuyorsa, uzak olan yola dair akid bozulur ve pazarlık ettikleri kiradan, taşıt
sahibinin pazarlık ettiklerini ileri sürdüğü yol miktanna
ne kadar düşüyorsa, o kadar kira verilir.
Eğer yolun miktarı
hakkında müttefik olup da, kira bedelinin miktarında anlaşamazlarsa -kira
peşin verilmiş olsun olmasın- kiracının sözü muteberdir. Çünkü kiracı
davalıdır.
Eğer-taşıt
sahibinin Kurtuba'da 'Ben hayvanımı sana Karmune'ye kadar iki dinar ile kiraya verdim' kiracı da
'Hayır, sen bana îşbiliye'ye kadar ve bir dinar ile
kiraya verdin' demeleri gibi- hem yolun, hem kira bedelinin mik-tan
hakkında anlaşmazlığa düşerlerse, eğer henüz hayvana binilmemiş veyahut
binilmişse de, vardıkları yerden geri dönmelerinde her ikisi için de zarar
yoksa, ikisi de yemin eder ve akid bozulur. Eğer bir
hayli yol aldıktan veyahut taşıt sahibinin pazarlık ettiklerini ileri sürdüğü
yere vardıktan sonra aralannda anlaşmazlık çıkarsa
-eğer kiracı ona bir şey vermemişse- yol mik-tan
hakkında taşıt sahibinin, kira miktarı hakkında da kiracının sözü muteberdir
ve kiracı taşıt sahibine, Kurtuba ile Karmune arasındaki mesafe için kira verir. Bu da eğer
kiracının sözü akla uyuyorsa, o zaman taşıt sahibine iki dinar vermesi gerekir.
Şayet kiracı uzak olan yol için pazarlık ettiğini söylediği kirayı taşıt
sahibine verdikten sonra bu anlaşmazlık aralannda
çıkar ve taşıt sahibinin sözü akla uyarsa taşıt sahibinin mesafe miktan hakkındaki sözüne itibar olunur ve teslim aldığı
kiranın tamamı kendisine kalmış olur ve hiçbir şeyi kiracıya geri vermez. Çünkü
taşıt sahibi, kiranın bir kısmında davalıdır. Daha önce teslim aldığı için onun
sözü, o kısımda muteberdir. Bu bâbtan da bizim için
bu kadar mesele yeterlidir. [59]
[1] Kasas, 28/27.
[2] Talâk, 65/6.
[3] Buharî, Menâkıbü'l-Ensâr, 63/45, no: 3905; Beyhâkî,
6/118.
[4] Buhârî, Sürüt, 54/4, no:
2718; Müslim, Musâkât, 22/21, no: 715.
[5] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/307-308.
[6] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/309.
[7] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/309.
[8] Mâlik, Kirau'l-Ard, 34/1, no: 1.
[9] Nesâî, 7/37.
.
[10] Ebû Dâvûd,
Buyû\ 17/32, no: 3400; Tahâvî, Şerhu'l-Meâni'l-Âsâr, 4/106.
[11] Müslim, Buyu, 21/18, no: 1548; Ebû
Dâvûd, Buyu', 17/32, no: 3395.
[12] Mâlik, Buyâ\
31/13, no: 25.
[13] Buhârî, BuyÜ
34/82, no: 2186; Müslim, Buyu', 21/17, no: 1546.
[14] Buhârî, Hars, 41/12, no:
2331; Müslim, Buyu', 21/19, no: 1546.
[15] Bühârî,//arj,41/l8,no:
2339; Müslim,5«y«", 21/18, no: 1548.
[16] Buhârî, Hars, 41/8, no;
2329; Müslim, Musâkât, 22/1, no: 1551; Ebû Dâvûd Buyu1.. 17/35, no:
3409.
[17] Buhârî, Hars, 41/10, no:
2330; Müslim, Buyû\ 21/21, no: 1550.
[18] Tahâvî, Şerhu
Meâni'l-Âsâr, 4/114.
[19] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/309-313.
[20] Ebû Hanife'ye
göre, müezzinlik için ücret alınabilir. Ama sevabını Allah'tan beklemek daha
uygundur.
[21] Ebû Dâvûd,
Salâu 2/40, no: 531; Beyhâkî,
1/429; Hâkim, 1/99.
[22] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/313.
[23] Ebû -ü1,17/38, no: 3420; Tayâlisî,
5194, no: 1362.
[24] Buhârî, îcâre,
37/16, no: 2276; Müslim, Selâm, 39/23, no: 2201; Ebû Dâvûd Tıbb, 22/19, no: 3900.
[25] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/313-315.
[26] Buhânjcâre, 37/21, no: 2284;
Ebû Dâvûd, Buyû\ 17/42, no:
3429.
[27] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/315.
[28] Hanefi mezhebine göre caiz değildir; bir kavle göre
ise vakit tayin edilirse caizdir.
[29] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/315.
[30] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/315-316.
[31] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/316.
[32] Ebû Ya'lâ,
Müsned, 2/301, no: 1024; Tahâvî,
Müşkilü'l-Âsâr, 2/307; Dârakutnî,
3/47, no: 195; Bcyhâkî, 5/339.
[33] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/316.
[34] Hanefi mezhebine göre bu konudaki yasak, neshedilmiştir.
[35] Tahâvî, Şerhu
Meâni'l-Âsâr, 4/129.
[36] Tahâvî, a.g.e; 4/129.
[37] Buhârî, Buyu', 34/25 no:
2086; Tahâvî, a.g.e, 4/129; Beyhakı,
6/6.
[38] Buhârî, Buyu', 34/38, no:
2103; Müslim, Musâkât, 22/11, no: 1202.
[39] Ebû Ya'lâ.
Müsned, 3/312, no: 1777; Tayâlisî,
s. 238, no: 1723; Tahavı, a.g.e, 4/130.
[40] Tahâvî, a.g.e., 4/130.
[41] Ebû Dâvûd,
Buyu', 17/39, no: 3422; Mâlik, İsii'zân, 54/10, no:
28.
[42] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/316-317.
[43] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/318.
[44] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/318-319.
[45] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/319-320.
[46] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/320.
[47] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/321.
[48] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/321-322.
[49] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/322.
[50] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/323.
[51] Mâide,5/l.
[52] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/324.
[54] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/324-325.
[55] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/325.
[56] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/325-326.
[57] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/326-328.
[58] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/328.
[59] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/328-329.