38. KISMET. 2

(Malların ve Menfaatlerin Bölüşümü) KİTABI 2

2. Eşya ve Hayvanların Taksimi: 3

3: Ölçülup Tatulan Mallunn!rPâksimi 4

2. Menfaatlann Taksimi: 4

125. Taksimin Hükümleri 4


38. KISMET

 

(Malların ve Menfaatlerin Bölüşümü) KİTABI

 

Bu bahis «Taksimde yakınlar, yetimler ve düşkünler bulundukları zaman ondan onlara verin» [1] ve «Ana babanın ve yakınların bıraktık­larından erkeklere bir hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bırak­tıklarından kadınlara da bîr hisse vardır. Bu hisse, kalan malın azında da çoğunda da bulunan belirli bir hissedir» [2] âyet-i kelimeleriyle Pey­gamber Efendimiz'in,

«(Peygamberliğimden önce) Cahiliyyet devrinde taksim edilen herhan­gi bir mesken, taksim edildiği cahiliyyet usulü üzerinde bırakılır. Taksim edilmemişken tslâm'ın yetiştiği meskenler ise, îslâmî usule göre taksim edi­lir.» ([3] hadisine dayanmaktadır.                       

Bu bahse dair konuşmamız üç baba ayrılmaktadır. Birinci bâb: Taksi­min kısımları, ikinci bâb: Hangi şeylerin taksim olunup, hangi şeylerin tak­sim olunamadığı, taksim olunan şeylerin de nasıl taksim edilmesi gerektiği ve şartlarının neler olduğu, Üçüncü bâb da: Taksimin hükümleri hakkında­dır.

retiyle aralarında eşitlik sağlandıktan sonra herkesin kendi isteğiyle hissele­rinden birini alması caiz olduğu gibi, hisse sahipleri arasında kura çekmek de caizdir. Ulema -her ne kadar bu taksimin şartlarında ve cari olduğu taşınıl­maz malın cinsinde ihtilaf etmişlerse de- özet olarak bunda müttefiktirler. Zira taksimi istenen mal ya bir şey, ya birden çok şeyler olur. Eğer bir şey olursa ve parçalara ayrılmasıyla menfaat: azalmıyorsa, nitelik bakımından aynı olan eşit parçalara bölünmesinin caiz olduğunda ihtilaf yoktur ve hisse sahipleri bu taksimi kabule zorlanırlar. Fakat parçalara ayrılması ile menfaa­ti azalan şeyin taksiminde İmam Mâlik ile tabileri ihtilaf etmişlerdir. îmam Mâlik «Parçalara bölünmesiyle -her birine bir ayak boyu kadar hisse düşme­si hali gibi- tamamen menfaatsiz bir duruma gelse bile, hisse sahiplerinden birinin isteği üzerine taksim edilir» demiştir ki onun tâbilerinden Kinane de bu görüştedir, imam Ebû Hanife ile îmam Şâfıî de buna katılır. Delilleri de yukarıdaki âyet-i kerimede geçen, «Bu hisse» kalan malirr azında da, ço­ğunda da bulunan belirli bir hissedir» [4]sözüdür. Îbnu'l-Kasım ise, «Taksimin caiz olması için -her ne kadar her bir hissede değer bakımından bir azalma olsa bile- parçalara aynlması yüzünden hisse sahiplerinin zarar görmemesi ve hisselerin menfaatsiz duruma gelmemesi şarttır» demiştir. îb-nu'I-Macişûn da, «Eğer her biri, kendisine düşen hisseden menfaat görebili-yorsa -bu menfaat, ortaklık halindeki menfaatten ayrı veyahut daha az da ol­sa taksim edilir» demiştir. îmam Mâik'in tâbilerinden Mutarrif de, «Eğer his­selerin hiçbirinde menfaat kalmazsa taksim edilemez. Fakat eğer bir kısmın­da menfaat bulunup bir kısmında bulunmazsa, o zaman -ister hissesi çok olan ister az olan kimse taksimi istemiş olsun- taksim'edilir ve diğerleri de taksime zorlanırlar» demiştir. Kimisi de «Eğer hissesi az ûian kimse taksim isterse, diğeri taksime zorlanır. Fakat eğer hissesi çok olan kimse isterse, di­ğeri zorlanmaz» demiştir. Kimisi de bunun tam tersini söylemiştir. Fakat bu görüş zayıftır.

Bir mal eğer taksim edildiği zaman -hamam gibi- menfaati bir başka menfaata dönüşüyorsa, ortaklardan birinin isteği üzerine taksim edilir mi edilemez mi diye ettikleri ihtilaf da bu bâbtandır. İmam Mâlik, «Ortaklardan biri istediği zaman, taksim edilir» demiştir, ki Eşheb de bu görüştedir. îbnu'l-Kasım ise «Taksim edilemez» demiştir. îmam Şâfıî de buna katılır. «Taksim edilemez» diyenlerin delili, Peygamber Efendimizin,

«İslâm'da ne kimseye zarar vermek vardır. Ne de zararı kabullenmek...» [5]hadisidir. Taksimin cevazını benimsemiş olan­lar da, yukanda geçen «Bu hisse kalan malın azında da, çoğunda da bulunan belirli bir hissedir» âyet-i kerimesine dayanmışlardır. «Taksim edilemez»

diyenlerin delillerinden biri de Câbir'in babasından rivayet ettiği,

«Varisler kendi­lerine kalan bir malı paylara ayıramazlar. Meğer bölüsebilen bir şey ola...» [6] hadisidir.

Taksimi istenen malın birden çok akarlar olması haline gelince:

Bu akarların hepsi ya aynı cinsten, ya cinsleri değişik olur. Aynı cinsten oldukları zaman, ulema ne şekilde taksim edilmesi gerektiğinde ihtilaf et­mişlerdir, îmam Mâlik «Her birisine ayn ayn değer biçilir ve hisseler arasın­da eşitlik sağlandıktan sonra kura çekilir» demiştir. îmam Ebû Hanife ile îmam Şafiî ise, «Her biri ayn ayn bölüşülür» demişlerdir. îmam Mâlik «Çünkü her birinin ayn ayn bölüşümünde ortaklann zaran daha çoktur» di­ye sebep göstermiştir. Diğerleri de «Her biri diğerlerinden ayn ve tek başına birer maldır. Nitekim Şuf a hakkı da her birine ayn ayn taalluk eder. Bunun için ayn ayn taksim edilmeleri lâzım gelir» demişlerdir.

Akarlann -bir kısmı bina, bir kısmı bağ, bir kısmı tarla olması hali gibi-cinsleri değişik olduğu zaman ise, kura ile taksim edilmesi gerektiğinde ihti­laf yoktur.

Mâlikî uleması, meyvalan olgunlaşmaya yüz tutan bir bahçenin taksim edilebilmesi için, meyvalann taksim dışı bırakılmasının şart olduğunda müt­tefiktirler. Çünkü eğer meyvalarla birlikte taksim edilirse, MÜZABENE demek olan yiyecek maddesinin yiyecek maddesiyle ağaç üzerinde satışı kabi­linden olur. Fakat meyvası henüz olgunlaşmaya yüz tutmayan bahçenin tak­siminde ihtilaf etmişlerdir. Îbnu'l-Kasım olgunlaşmaya henüz yüz tutmayan hurmalann, aşısı yapılmazdan önce taksimini kesinlikle caiz görmemiş ve buna «Çünkü yiyecek maddesinin yiyecek maddesiyle, birbirinden fazla olarak satışı kabilinden olur» diye sebep göstermiştir. Îbnu'l-Kasım aynca «Bunun içindir ki îmam Mâlik, henüz olgunlaşmayan hurmaları hurma ile ne veresiye, ne de peşin olarak satın almayı caiz görmemiştir. Aşı yapıldıktan sonra olmasını da caiz görmemiş, ancak «Eğer herbiri diğerine 'Meyvalar-dan benim hisseme düşenler taksime girsin, düşmeyenler ortaklık malı kal­sın' diye şart koşarsa, o zaman caiz olur» demiştir.

Kur'a usulü ile mal taksim etmenin şekli de şöyledir: Evvela mes'elenin hesabı yapılır ve eğer herhangi bir payda kesir bulunuyorsa, kesirsiz olarak taksim mümkün oluncaya kadar çarpmaya devam edilir. Ondan sonra, eğer taksimi istenen mal -faraza- bahçe ise, her yerine ayn ayn olarak ve toprağı­nın özelliği üe içindeki ağaçlann evsaf ve çeşitlerine göre değer biçilir. On­dan sonra hisseler arasında, biçilen değerlere göre eşitlik sağlamaya çalışılır. Çünkü, bazan herhangi bir bahçe veya tarlanın bir yeri, miktar bakımından üç katı olan bir başka yerinden değer bakımından daha üstün olur. İşte bütün bu işler görüldükten ve hisseler arasında eşitlik sağlandıktan sonra, ya ortak­lardan her birinin adı bir kâğıda yazılarak katlanır ve kâğıtlar, hangi adın hangi kâğıtta yazılı olduğunu bilmeyen bir kimse.tarafından hisselere ayrı­lan yerlere atılır. Artık kimin adı hangi yere düşmüş ise, o yer o kimsenin olur, ya da yerlerin adlan değişik kâğıtlara, yazılıp katlandıktan sonra kâğıt­lar bir torbaya koyulur ve her bir ortak elini torbaya sokup kağıtlardan birini çeker. Kâğıtta hangi yerin adı yazılı ise, o yer ona düşmüş olur. Şayet hissesi bir paydan fazla ise, elini bir daha torbaya koyarak bir kâğıt daha çeker ve hissesi tamam oluncaya kadar torbadan kağıtları çekme işi devam eder. İşte kur'a usulü ile malların taksim şekli böyledir. Fukaha bu kur'a usulünü, mal­larını paylaşan ortaklardan herhangi biri itiraz etmesin diye vazetmişlerdir. Esasen şeriatta Kur'an'ın meşruiyetine dair birçok deliller de bnIlınmaktadır. Bunlardan biri,. Yûnus. Peygamber'in .olayım anlatan "Gemide olanlarla karşılık!: kur'a çekmişti de yenilenlerden olup denize atılmıştı" [7] âyet-i kerimesidir. Biri de «Meryem'in bakımını hangisi üzerine a!aeak diye kur'a oklanni atarlarken sen yanlarında değildin» [8]âyet-i kerimesidir. Sünnetten de, bir adamın öleceği sırada altı tane kölesini azat ettiğini ve fakat bu kölelerin değeri adamın bıraktığı malın üçtebirini aştığı içinPeygamber -Efendimiz'in bu köleler arasında kur'a çektiğine dair sabit olan hadis [9]de, kur'anm meşruluğunu gösteren delillerden biridir.

İster hisselere değer biçilip aralarında eşitlik sağlansın, ister bu iş yapıl­madan, ortaklardan her birinin, karşılıklı rıza ve kendi isteğiyle hisselerden-birini alması suretiyle olan taksim de -yukarıda geçtiği üzere- caizdir. Çünkü taksim de, esasında bir satış olduğundan, satışta caiz olan hususlar taksimde de. caizdir. [10]

 

2. Eşya ve Hayvanların Taksimi:

 

Fukaha, iki kişinin, aralanndamüşterek bulunan tek bir. eşyayı «veyahut te)c,bir hayvanın -ikiye bölündüğü takdirde bir işe yaramayacağı için- bÖUV şülemediklerinde müttefiktirler. Fakat eğer birbirleriyle anlaşamayrp ortak­lıklarını sürdürmek istemezlerse, ortaklardan biri diğerine «Ya sen hisseni; bana sat,,ya ben sana satayım» diyebilir mi, diyemez mi diye ihtilaf etmişler-. dir. İmam-Mâlik ile tabileri, «Diğeri, ortağının bu.teklifini kabul etmeye mec.bur olup ona 'Ben.ne satarıın,ne alırım' diyemez».demişlerdir. Zahirîler-de-«.M€cbur. değildir ve bunu diyebilir. Çünkü herhangi,bir kimsenin malını, elinden zorla,almak.usule göre caiz değildir. Meğer.kitab, sünnet veyahut icma'dan cevazını gösteren bir delil bulunsun, ki burada böyle bir delil yoktur» demişlerdir. İmam Mâlik ise «Eğer bu adamı ortağının teklifini kabule mec­bur kılmazsak, her ikisi için de zarar olur» demiştir. İmam Mâlik'in bu delili, mürsel olan kıyas kabilindendir. Mürseİ kıyası ise, İmam Mâlik'ten başka fukahadan hiçbirinin kabul etmediğini birçok yerlerde, söylemiş bulunuyoruz. Fakat ne var ki mürsel kıyasa başvurmak -burada olduğu gibi- bazı yerlerde zaruret olur.

îkrkişi arasında müşterek bulunan malın birden çok eşya veyahut hay­van olması haline gelince:

Bütün ulema, bu durumda karşılıklı rıza ile taksimin caiz olduğunda :-fnüttefık iseler de, eşyalara değer biçilip aralarında eşitlik sağlamak ve kur'a ş^ekrnek suretiyle de taksim caiz midir, değil midir diye ihtilaf etmişlerdir. *îmam Mâlik ile tabileri, «Eşyaların hepsi aynı cinsten olduğu zaman caizdir» ûdemişlerse'de, Abdülaziz b. Ebû Seleme ile Îbnu'l-Mâcişûn bunu da caiz gör­memişlerdir, îmanı Mâlik'in tabileri de, hangi şeyler'aynı cinsten sayılıp kfeır'a ile caiz değildir diye ihtilaf etmişlerdir. Eşheb bunda, selem yolu île bir­birleriyle satılıp s anlam amayı ölçü kabul etmiştir. Îbnu'l-Kasım ise, değişik ?ğörüşıerde bulunup bir kez, «Selem yolu ile birbirleri ile satılması caiz olrria-'yan şeylerin kur'a ile taksimi caizdir» diyerek taksimi selemden hafif gör-": muştur. Bir kez de «Selem yola ile satılması caiz olmayan şeylerin kur'a île 1 taksimi caiz değildir» demiştir. Kimisi de «Esasında İbnu'l-Kasıırim görüşü, taksimin selemden hafif olduğu yolundadır. Taksimi selemden ağır gördüğü ^zannmı veren birtakım mes'eleleri varsa da, bu mes'eieleri ikinci kaidesine %öre te'vif etmek mümkündür» demiştir. İbn Habib de «İpek, sun'î ipek, pa-' mıık ve keten gibi biribirine yakın olan cinsler kur'a ile taksim edilebilirler» /demiştir. Eşheb de «Eğer iki ortak da razı olurlarsa, değişik cinslerin kur'a ile taksimi caizdir» demiştir. Fakat bu, zayıf bir görüştür. Çünkü garar karşılıklı !riza ile caiz olamaz. [11]

 

3: Ölçülup Tatulan Mallunn!rPâksimi

 

Lahmî'den başk&bütmY ulema, ölçülen veyahut1 tartılan mallan-kur'a'ile taksim etmenin caiz olmadığında müttefiktirler. Ölçülen mal da ya bir cins, 3ya birden çok cinsler olur. Bir cins olduğu zaman eğer ortaklardan biri ölçü­lerek veyahut tartılarak taksimini isterse, hisseler arasında ölçü veyahut tartı Uleeşitlik sağlamanın şart olduğunda ihtilaf yoktur. Şayet ikisi karşılı ki rrizk ":ile hisselerin biribirinden fazla olmasını kabul ederlerse, o zaman -ister'ribâ->ya tabi olan, ister olmayan cinsten olsun- hissdlerin birbirinden fazla olması (caiz olduğu gibi, miktarı belli olan ve olmayan ölçekle ölçmek de caizdir. Fâ-;kat götürü, yani ölçüsüz ve tartısız taksim etmek caiz değildir.

Ölçülen malın birden çok cinsler olması haline gelince:

Eğer birbirleriyle, biribirinde fazla olarak satılması caiz olmayan cins­ler ise, ölçülen şeye çevrede tanınan ölçekle ve tartılan şeye de çevrede tanı­nan terazi ile taksim edilmesi gerekir. Bu da İmam Mâlik'in mezhebine göre­dir. Çünkü İmam Mâîik «Eğer cinsleri değişik olan iki şey -buğday ile arpa gibi- menfaat bakımından biribirine yakın iseler, birbirleriyle biribirinden fazla olarak satılmaları caiz değildir» demiştir.

Eğer birden çok olan cinsler birbirleriyle, biribirinden fazla olarak satıl­ması caiz olan şeyler ise, hisseler arasında eşitlik sağlamak suretiyle de, bir­birinden fazla olarak da taksimleri caizdir. Bu cevaz için de İmam Mâlik'in mezhebinde karşılıklı rıza şarttır.

İşte buraya kadar olan konuşmamızın hepsi malların taksimi hakkında­dır. Şimdi de bu bahsin ikinci kısmı olan, menfaatlann taksimi bahsine geçi­yoruz. [12]

 

2. Menfaatlann Taksimi:

 

Îbnu'l-Kasım'a göre menfaatlann taksiminin kur'a usulü ile yapılması caiz olmaz, ortaklardan birinin menfaat taksimini istemesi üzerine diğer or­tak kabule zorlanamaz. İmam Ebû Hanife ile tabileri ise, «Menfaat taksimine de, bir ortağın istemesi üzerine diğeri zorlanır» demişlerdir.

Ulemaya göre menfaatlann -taksimi iki şekilde olur: Ortaklar ya, arala-nnda müşterek bulunan bir malı her biri belli bir süre için kullanmak, ya da her biri aralarında müşterek bulunan malın bir kısmını geçici bir süre için kullanmak üzere, anlaşırlar. Örneğin: Aralannda müşterek bir köle bulunan iki ortaktan her biri, köleyi bir hafta çalıştırmak üzere anlaşırlarsa, menfaat taksiminin bilinci şekli olur. Eğer köleleri iki tane olup her biri kölelerden bi­rini -bir hafta, on gün veyahut bir ay gibi- geçici"bir süre için çalıştırmak üze­re anlaşırlarsa, menfaat taksiminin ikinci şekli olur. Mâliki uleması birinci şekilde üzerinde anlaşılması caiz olan sürenin miktarı hakkında ihtilaf et­mişlerdir. İmam Mâlik ile tabileri, «Eğer müşterek olan mal -köle, hayvan ve benzeri- akar olmayan bir mal olursa, ister işletmek, ister kendi işinde çalış­tırmak için olsun, uzun süre üzerinde anlaşmak caiz değildir. Fakat kısa süre için caizdir. Akar olan mallarda ise, ister işletmek, ister kendisi kullanmak. için olsun, uzun süre caizdir» demişlerdir. Ancak akar olmayan mallarda ca­iz olduğunu söyledikleri kısa sürenin miktarında ihtilaf etmişlerdir. Kimisi «İşletmek için bir günden fazla caiz değildir», kimisi «Cansız olan eşyada bir gün caiz ise de, köle ve hayvanlarda bir gün bile caiz değildir» demiştir. Ken­di işinde çalıştırmak için ise, kimisi «Beş gün», kimisi «Bir ay veyahut bir aydan biraz fazla da olsa, caizdir» demiştir.

İkinci şekle gelince: Kimisi «Evlerde bizzat oturmak veyahut tarlaları bizzat ekmek için, caizdir. Fakat ev olsun, tarla olsun, kiraya vermek için uzun süre üzerinde anlaşmak caiz değildir» demiştir. Kimisi de, bu şekli bi­rinci şekle kıyas ederek uzun sürenin bunda da caiz olduğunu söylemiştir. Köle ve hayvanlar hakkındaki ihtilaf ise, birinci şekilde olduğu gibi bu şekil­de de mevcuttur.

Taksimin kısımlan olan mal taksimi ile menfaat taksimi, bu iki taksimin çeşitleri ve her birinin sıhhat ve fesat şartlan hakkındaki konuşmamız burada sona ermiş oldu. Bundan sonra taksimin hükümleri hakkındaki konuya geçi­yoruz. [13]

 

125. Taksimin Hükümleri

 

Taksim de -satış akdi gibi- pişmanlık duymakla bozulmayan bir akidür. Taksimden sonra, ortaklardan herhangi biri hiçbir sebep göstermeden «Ben kabul etmem» diyemez. Ancak bunu diyebilmesi için bir sebeb göstermesi gerekir. Bu sebebler de -taksimde aldanmış olması, kendisine düşen hissenin kusurlu bulunması veyahut başkasının malı olduğunun anlaşılması olmak üzere- üç tanedir.

Taksimde aldanmış olmak Mâliki mezhebinde ittifakla -kur'a ile yapı­lan taksimden başka- herhangi bir taksimin bozulması için sebeb gösterile­mez. Ancak satışta aldanmanın satış akdi üzerinde müessir olduğunu söyle­yenlere göre, aldanmanın taksim akdi üzerinde de müessir olmasi lazım gelir 0=0.

Kendisine düşen hissenin kusurlu bulunmasına gelince:

Îbnu'l-Kasım «Taksimden sonra hissede kusur görüldüğü zaman, ku­surlu görülen kısım ya hissenin yansından fazladır, ya yansından azdır. Ya­nsından fazla olduğu zaman da diğer ortağın hissesi ya elinden çıkmış, ya hâlâ elindedir. Eğer elinden çıkmış ise, kendi hissesini kusurlu bulan ortak onu tekrar ortaklığa geri verir ve ortağına düşen hissenin taksim günündeki değerinin yansını alır. Eğer henüz elinde ise, taksim bozulup ortaklık tekrar geri döner. Hissenin yarısından azı kusurlu görüldüğü zaman ise -ister diğer ortağa düşen hisse henüz elinde bulunsun, ister çıkmış olsun- yalnız kusurlu görülen kısım ortaklığa geri döner ve ortağına düşen hisseden o kısma teka­bül eden miktarın taksim günündeki değerinin yansını alır» demiştir.

Abdülaziz îbn Mâcişûn da «Herhangi bir hissenin kusurlu bulunması, yalnız kur'a ile yapılan taksimin bozulması için sebeb gösterilebilir. Karşı­lıklı nza ile yapılan taksimler, hisselerden birinde kusur görmekle bozula­mazlar. Çünkü karşılıklı nza ile yapılan taksim de satış hükmündedir. Kur'a ile yapılan taksim ise, ortaklardan birinin aldanması ile bozulduğuna göre, herhangi birinin hissesinde kusur görülmesiyle de bozulması lazım gelir» demiştir.

ip) Hanefi mezhebine göre, fahiş bir aldanma varsa, taksim bozularak yeniden adalet üzere yapılır. Ayrıca taraflar kendi rızalarıyla yeniden ortak olabilirler.

Hisselerden birinin başkasına ait olduğunun anlaşılmasına gelince:

İbnul-Kasım «Bu da, herhangi bir ortağın kendi hissesinde kusur gör­mesi gibidir. Yani eğer başkasının malı olduğu anlaşılan kısım, hissenin ya­nsından çok ise ve diğer ortağa düşen hisse de henüz elinde duruyorsa, tak­sim bozulup ortaklık tekrar geri döner. Eğer elinden çıkmış ise, başkasına ait olduğu anlaşılan kısmın taksim günündeki değerinin yarısını kendisinden alır. Eğer başkasına ait olduğu anlaşılan kısım, hissenin yarısından az ise, o zaman -ister diğer ortağa düşen hisse elinde olduğu gibi dursun, ister elinden çıkmış olsun- yalnız bu kısmın taksim günündeki değerinin yansı diğer orta­ğa lazım gelir» demiştir.

îmam Muhammed b. Hasan da «Kur'a ile yapılan taksimler, hisselerden birinin başkasına ait olduğu anlaşılırsa bozulurlar. Çünkü bir hisseden her­hangi bir şeyin bir başkasına ait olduğu anlaşılınca, hisseler arasında bulunması gereken eşitliğin sağlanmamış olduğu anlaşılır» demiştir.

Nasıl ki İbn Mâcişûn da bunu, hisselerden birinin kusurlu görüldüğü za­man söylemiştir. Fakat -tereke sahibinin herhangi bir kimseye borçlu bulun­duğu veyahut terekeden herhangi bir şeyi bir kimseye vasiyet ettiği, ya da ye­ni bir varisin ortaya çıktığı hallerde olduğu gibi- hisselere taksimden sonra herhangi bir hakkın taalluk etmesi halinde Mâlikî uleması, taksim bozulur mu, bozulmaz mı diye ihtilaf etmişlerdir. îmam Mâlik'in mezhebinde meş­hur olan görüş şudur: Tereke sahibinin borçlu olduğu anlaşıldığı zaman -his­seler ister henüz varislerin elinde olduğu gibi dursun, ister tabiî bir âfete uğ­rayarak, ister başka şekilde ellerinden çıkmış olsun- taksim bozulur. Meğer varisler, ortaya çıkan borç veyahut vasiyeti kendileri vermiş olsunlar.

Kimisi «Taksim ancak, hisseler varislerin elinde durduğu ve herhangi bir tabiî afete uğramadığı zaman bozulur. Hissesi, tabiî bir âfete uğramak su­retiyle elinden çıkan kimse ise, ne kendisi tereke sahibinin borcunu vermek zorundadır, ne de tereke sahibinin borcunu ödeyen diğer varislerin elinde ka­lan hisseden bir şey isteyebilir» demiştir.

Kimisi «Varisler borç veya vasiyeti üzerlerine alsalar bile yine taksim bozulur. Çünkü Cenâb-ı Hak miras âyetinde her bir varise ne kadar hisse düş­tüğünü beyan buyururken 'Edilen vasiyyet veyahut borç Ödendikten son­ra' [14] buyurmuştur» demiştir.

Kimisi de «Taksim bozulur. Fakat her borcun ortaya çıktığında hemen ödeyen kimse hakkında değil, diğerleri haklanda bozulur» demiştir. Tereke sahibinin herhangi bir kimseye bir şey vasiyyet ettiği ortaya çıktığı zaman da hüküm böyledir. Fakat yeni bir varisin ortaya çıkması ile -eğer taksim edilen tereke ölçülen veyahut tartılan şeylerden ise ve henüz varislerin elinde duru­yorsa- taksim bozulmaz. Yeni ortaya çıkan varis, hissesini her birinden ken­disine düştüğü oranda ayn ayn alır. Ancak tereke, hayvan veyahut eşya cin-

sinden olduğu zaman taksim bozulur.

Şayet hisseler tamamen veyahut kısmen varislerin elinde ziyana uğra­dıktan sonra yeni bir varis ortaya çıkarsa, yeni varisin hissesi onlara lâzım gelir mi, gelmez mi diye ihtilaf etmişlerdir. Kimisi, «Lazım gelir» kimisi «Lâzım gelmez» demiştir. [15]



[1] Nisa, 4/8.

[2] Nisa, 4/7.

[3] Mâlik, Akdiye, 36/27, no: 35.

[4] Nisa, 4/7.

[5] îbn Mâce, Ahkâm, 13/17, no: 2340.

[6] Beyhâkî, 1/133.

 

[7] Şaffât, 37/87,

[8] Âli İmrân, 3/44.

[9] Müslim, Eyman, 27/126 no: 56; Ebû DâvÛd,./r£,,23/10, no: 3985.

[10] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/391-396.

[11] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/396-397.

[12] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/397-398.

[13] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/398-399.

[14] Nisa, 4/11-12.

[15] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/401-403.