(Malların ve Menfaatlerin Bölüşümü) KİTABI
2. Eşya ve Hayvanların Taksimi:
3: Ölçülup Tatulan Mallunn!rPâksimi
Bu bahis «Taksimde
yakınlar, yetimler ve düşkünler bulundukları zaman ondan onlara verin» [1] ve
«Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir hisse vardır. Ana
babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bîr hisse vardır. Bu
hisse, kalan malın azında da çoğunda da bulunan belirli bir hissedir» [2]
âyet-i kelimeleriyle Peygamber Efendimiz'in,
«(Peygamberliğimden
önce) Cahiliyyet devrinde taksim edilen herhangi bir
mesken, taksim edildiği cahiliyyet usulü üzerinde
bırakılır. Taksim edilmemişken tslâm'ın yetiştiği
meskenler ise, îslâmî usule göre taksim edilir.» ([3]
hadisine dayanmaktadır.
Bu bahse dair
konuşmamız üç baba ayrılmaktadır. Birinci bâb: Taksimin
kısımları, ikinci bâb: Hangi şeylerin taksim olunup,
hangi şeylerin taksim olunamadığı, taksim olunan şeylerin de nasıl taksim
edilmesi gerektiği ve şartlarının neler olduğu, Üçüncü bâb
da: Taksimin hükümleri hakkındadır.
retiyle aralarında eşitlik sağlandıktan sonra herkesin kendi
isteğiyle hisselerinden birini alması caiz olduğu gibi, hisse sahipleri
arasında kura çekmek de caizdir. Ulema -her ne kadar bu taksimin şartlarında ve
cari olduğu taşınılmaz malın cinsinde ihtilaf etmişlerse de- özet olarak bunda
müttefiktirler. Zira taksimi istenen mal ya bir şey, ya birden çok şeyler olur. Eğer bir şey olursa ve parçalara
ayrılmasıyla menfaat: azalmıyorsa, nitelik bakımından aynı olan eşit parçalara
bölünmesinin caiz olduğunda ihtilaf yoktur ve hisse sahipleri bu taksimi kabule
zorlanırlar. Fakat parçalara ayrılması ile menfaati azalan şeyin taksiminde
İmam Mâlik ile tabileri ihtilaf etmişlerdir. îmam Mâlik «Parçalara bölünmesiyle
-her birine bir ayak boyu kadar hisse düşmesi hali gibi- tamamen menfaatsiz
bir duruma gelse bile, hisse sahiplerinden birinin isteği üzerine taksim
edilir» demiştir ki onun tâbilerinden Kinane de bu
görüştedir, imam Ebû Hanife
ile îmam Şâfıî de buna katılır. Delilleri de
yukarıdaki âyet-i kerimede geçen, «Bu hisse» kalan malirr
azında da, çoğunda da bulunan belirli bir hissedir» [4]sözüdür.
Îbnu'l-Kasım ise, «Taksimin caiz olması için -her ne
kadar her bir hissede değer bakımından bir azalma olsa bile- parçalara aynlması yüzünden hisse sahiplerinin zarar görmemesi ve
hisselerin menfaatsiz duruma gelmemesi şarttır» demiştir. îb-nu'I-Macişûn da, «Eğer her biri,
kendisine düşen hisseden menfaat görebili-yorsa -bu
menfaat, ortaklık halindeki menfaatten ayrı veyahut daha az da olsa taksim
edilir» demiştir. îmam Mâik'in tâbilerinden Mutarrif de, «Eğer hisselerin hiçbirinde menfaat kalmazsa
taksim edilemez. Fakat eğer bir kısmında menfaat bulunup bir kısmında
bulunmazsa, o zaman -ister hissesi çok olan ister az olan kimse taksimi istemiş
olsun- taksim'edilir ve diğerleri de taksime
zorlanırlar» demiştir. Kimisi de «Eğer hissesi az ûian
kimse taksim isterse, diğeri taksime zorlanır. Fakat eğer hissesi çok olan
kimse isterse, diğeri zorlanmaz» demiştir. Kimisi de bunun tam tersini
söylemiştir. Fakat bu görüş zayıftır.
Bir mal eğer taksim
edildiği zaman -hamam gibi- menfaati bir başka menfaata
dönüşüyorsa, ortaklardan birinin isteği üzerine taksim edilir mi edilemez mi
diye ettikleri ihtilaf da bu bâbtandır. İmam Mâlik,
«Ortaklardan biri istediği zaman, taksim edilir» demiştir, ki Eşheb de bu görüştedir. îbnu'l-Kasım
ise «Taksim edilemez» demiştir. îmam Şâfıî de buna
katılır. «Taksim edilemez» diyenlerin delili, Peygamber Efendimizin,
«İslâm'da ne kimseye
zarar vermek vardır. Ne de zararı kabullenmek...» [5]hadisidir.
Taksimin cevazını benimsemiş olanlar da, yukanda
geçen «Bu hisse kalan malın azında da, çoğunda da bulunan belirli bir hissedir»
âyet-i kerimesine dayanmışlardır. «Taksim edilemez»
diyenlerin delillerinden
biri de Câbir'in babasından rivayet ettiği,
«Varisler kendilerine
kalan bir malı paylara ayıramazlar. Meğer bölüsebilen bir şey ola...» [6]
hadisidir.
Taksimi istenen malın
birden çok akarlar olması haline gelince:
Bu akarların hepsi ya aynı cinsten, ya cinsleri
değişik olur. Aynı cinsten oldukları zaman, ulema ne şekilde taksim edilmesi
gerektiğinde ihtilaf etmişlerdir, îmam Mâlik «Her birisine ayn
ayn değer biçilir ve hisseler arasında eşitlik
sağlandıktan sonra kura çekilir» demiştir. îmam Ebû Hanife ile îmam Şafiî ise, «Her biri ayn
ayn bölüşülür» demişlerdir. îmam Mâlik «Çünkü her
birinin ayn ayn bölüşümünde ortaklann zaran daha çoktur» diye sebep göstermiştir. Diğerleri de
«Her biri diğerlerinden ayn ve tek başına birer
maldır. Nitekim Şuf a hakkı da her birine ayn ayn taalluk eder. Bunun için ayn ayn taksim edilmeleri lâzım
gelir» demişlerdir.
Akarlann -bir kısmı bina, bir kısmı bağ, bir kısmı tarla
olması hali gibi-cinsleri değişik olduğu zaman ise, kura ile taksim edilmesi
gerektiğinde ihtilaf yoktur.
Mâlikî uleması, meyvalan olgunlaşmaya yüz tutan bir bahçenin taksim
edilebilmesi için, meyvalann taksim dışı
bırakılmasının şart olduğunda müttefiktirler. Çünkü eğer meyvalarla
birlikte taksim edilirse, MÜZABENE demek olan yiyecek maddesinin yiyecek
maddesiyle ağaç üzerinde satışı kabilinden olur. Fakat meyvası
henüz olgunlaşmaya yüz tutmayan bahçenin taksiminde ihtilaf etmişlerdir. Îbnu'l-Kasım olgunlaşmaya henüz yüz tutmayan hurmalann, aşısı yapılmazdan önce taksimini kesinlikle caiz
görmemiş ve buna «Çünkü yiyecek maddesinin yiyecek maddesiyle, birbirinden
fazla olarak satışı kabilinden olur» diye sebep göstermiştir. Îbnu'l-Kasım aynca «Bunun içindir
ki îmam Mâlik, henüz olgunlaşmayan hurmaları hurma ile ne veresiye, ne de peşin
olarak satın almayı caiz görmemiştir. Aşı yapıldıktan sonra olmasını da caiz
görmemiş, ancak «Eğer herbiri diğerine 'Meyvalar-dan benim hisseme düşenler taksime girsin,
düşmeyenler ortaklık malı kalsın' diye şart koşarsa, o zaman caiz olur»
demiştir.
Kur'a usulü ile mal
taksim etmenin şekli de şöyledir: Evvela mes'elenin
hesabı yapılır ve eğer herhangi bir payda kesir bulunuyorsa, kesirsiz olarak
taksim mümkün oluncaya kadar çarpmaya devam edilir. Ondan sonra, eğer taksimi
istenen mal -faraza- bahçe ise, her yerine ayn ayn olarak ve toprağının özelliği üe
içindeki ağaçlann evsaf ve çeşitlerine göre değer
biçilir. Ondan sonra hisseler arasında, biçilen değerlere göre eşitlik
sağlamaya çalışılır. Çünkü, bazan herhangi bir bahçe
veya tarlanın bir yeri, miktar bakımından üç katı olan bir başka yerinden değer
bakımından daha üstün olur. İşte bütün bu işler görüldükten ve hisseler
arasında eşitlik sağlandıktan sonra, ya ortaklardan
her birinin adı bir kâğıda yazılarak katlanır ve kâğıtlar, hangi adın hangi
kâğıtta yazılı olduğunu bilmeyen bir kimse.tarafından hisselere ayrılan
yerlere atılır. Artık kimin adı hangi yere düşmüş ise, o yer o kimsenin olur, ya da yerlerin adlan değişik kâğıtlara, yazılıp
katlandıktan sonra kâğıtlar bir torbaya koyulur ve her bir ortak elini torbaya
sokup kağıtlardan birini çeker. Kâğıtta hangi yerin adı yazılı ise, o yer ona
düşmüş olur. Şayet hissesi bir paydan fazla ise, elini bir daha torbaya koyarak
bir kâğıt daha çeker ve hissesi tamam oluncaya kadar torbadan kağıtları çekme
işi devam eder. İşte kur'a usulü ile malların taksim şekli böyledir. Fukaha bu kur'a usulünü, mallarını paylaşan ortaklardan
herhangi biri itiraz etmesin diye vazetmişlerdir. Esasen şeriatta Kur'an'ın meşruiyetine dair birçok deliller de bnIlınmaktadır. Bunlardan biri,. Yûnus. Peygamber'in
.olayım anlatan "Gemide olanlarla karşılık!: kur'a çekmişti de yenilenlerden
olup denize atılmıştı" [7]
âyet-i kerimesidir. Biri de «Meryem'in bakımını hangisi üzerine a!aeak diye kur'a oklanni atarlarken
sen yanlarında değildin» [8]âyet-i
kerimesidir. Sünnetten de, bir adamın öleceği sırada altı tane kölesini azat
ettiğini ve fakat bu kölelerin değeri adamın bıraktığı malın üçtebirini aştığı içinPeygamber -Efendimiz'in bu köleler arasında kur'a çektiğine dair sabit
olan hadis [9]de, kur'anm
meşruluğunu gösteren delillerden biridir.
İster
hisselere değer biçilip aralarında eşitlik sağlansın, ister bu iş yapılmadan,
ortaklardan her birinin, karşılıklı rıza ve kendi isteğiyle hisselerden-birini
alması suretiyle olan taksim de -yukarıda geçtiği üzere-
caizdir. Çünkü taksim de, esasında bir satış olduğundan, satışta caiz olan
hususlar taksimde de. caizdir. [10]
Fukaha, iki kişinin, aralanndamüşterek
bulunan tek bir. eşyayı «veyahut te)c,bir hayvanın
-ikiye bölündüğü takdirde bir işe yaramayacağı için- bÖUV
şülemediklerinde müttefiktirler. Fakat eğer
birbirleriyle anlaşamayrp ortaklıklarını sürdürmek
istemezlerse, ortaklardan biri diğerine «Ya sen
hisseni; bana sat,,ya ben sana satayım» diyebilir mi,
diyemez mi diye ihtilaf etmişler-. dir. İmam-Mâlik
ile tabileri, «Diğeri, ortağının bu.teklifini kabul etmeye mec.bur
olup ona 'Ben.ne satarıın,ne alırım'
diyemez».demişlerdir. Zahirîler-de-«.M€cbur. değildir
ve bunu diyebilir. Çünkü herhangi,bir kimsenin malını, elinden zorla,almak.usule
göre caiz değildir. Meğer.kitab, sünnet veyahut icma'dan cevazını gösteren bir delil bulunsun, ki burada
böyle bir delil yoktur» demişlerdir. İmam Mâlik ise «Eğer bu adamı ortağının
teklifini kabule mecbur kılmazsak, her ikisi için de zarar olur» demiştir.
İmam Mâlik'in bu delili, mürsel olan kıyas
kabilindendir. Mürseİ kıyası ise, İmam Mâlik'ten
başka fukahadan hiçbirinin kabul etmediğini birçok
yerlerde, söylemiş bulunuyoruz. Fakat ne var ki mürsel
kıyasa başvurmak -burada olduğu gibi- bazı yerlerde zaruret olur.
îkrkişi arasında müşterek bulunan malın birden çok eşya
veyahut hayvan olması haline gelince:
Bütün
ulema, bu durumda karşılıklı rıza ile taksimin caiz olduğunda :-fnüttefık iseler de, eşyalara değer biçilip aralarında
eşitlik sağlamak ve kur'a ş^ekrnek suretiyle de
taksim caiz midir, değil midir diye ihtilaf etmişlerdir. *îmam Mâlik ile
tabileri, «Eşyaların hepsi aynı cinsten olduğu zaman caizdir» ûdemişlerse'de, Abdülaziz b. Ebû
Seleme ile Îbnu'l-Mâcişûn
bunu da caiz görmemişlerdir, îmanı Mâlik'in tabileri de, hangi şeyler'aynı cinsten sayılıp kfeır'a
ile caiz değildir diye ihtilaf etmişlerdir. Eşheb
bunda, selem yolu île birbirleriyle satılıp s anlam amayı ölçü kabul etmiştir.
Îbnu'l-Kasım ise, değişik ?ğörüşıerde
bulunup bir kez, «Selem yolu ile birbirleri ile satılması caiz olrria-'yan şeylerin kur'a ile taksimi caizdir» diyerek
taksimi selemden hafif gör-": muştur. Bir kez de «Selem yola ile satılması
caiz olmayan şeylerin kur'a île 1 taksimi caiz değildir» demiştir. Kimisi de
«Esasında İbnu'l-Kasıırim
görüşü, taksimin selemden hafif olduğu yolundadır. Taksimi selemden ağır
gördüğü ^zannmı veren birtakım mes'eleleri
varsa da, bu mes'eieleri ikinci kaidesine %öre te'vif etmek mümkündür» demiştir. İbn
Habib de «İpek, sun'î ipek,
pa-' mıık ve keten gibi biribirine yakın olan cinsler kur'a ile taksim edilebilirler»
/demiştir. Eşheb de «Eğer iki ortak da razı
olurlarsa, değişik cinslerin kur'a ile taksimi caizdir» demiştir. Fakat bu,
zayıf bir görüştür. Çünkü garar karşılıklı !riza ile caiz olamaz. [11]
Lahmî'den başk&bütmY ulema, ölçülen veyahut1 tartılan mallan-kur'a'ile taksim etmenin caiz olmadığında müttefiktirler.
Ölçülen mal da ya bir cins, 3ya birden çok cinsler
olur. Bir cins olduğu zaman eğer ortaklardan biri ölçülerek veyahut tartılarak
taksimini isterse, hisseler arasında ölçü veyahut tartı Uleeşitlik
sağlamanın şart olduğunda ihtilaf yoktur. Şayet ikisi karşılı ki rrizk ":ile hisselerin biribirinden
fazla olmasını kabul ederlerse, o zaman -ister'ribâ->ya tabi olan, ister olmayan cinsten olsun- hissdlerin birbirinden fazla olması (caiz olduğu gibi,
miktarı belli olan ve olmayan ölçekle ölçmek de caizdir. Fâ-;kat götürü, yani
ölçüsüz ve tartısız taksim etmek caiz değildir.
Ölçülen malın birden
çok cinsler olması haline gelince:
Eğer birbirleriyle, biribirinde fazla olarak satılması caiz olmayan cinsler
ise, ölçülen şeye çevrede tanınan ölçekle ve tartılan şeye de çevrede tanınan
terazi ile taksim edilmesi gerekir. Bu da İmam Mâlik'in mezhebine göredir.
Çünkü İmam Mâîik «Eğer cinsleri değişik olan iki şey
-buğday ile arpa gibi- menfaat bakımından biribirine
yakın iseler, birbirleriyle biribirinden fazla olarak
satılmaları caiz değildir» demiştir.
Eğer birden çok olan
cinsler birbirleriyle, biribirinden fazla olarak
satılması caiz olan şeyler ise, hisseler arasında eşitlik sağlamak suretiyle
de, birbirinden fazla olarak da taksimleri caizdir. Bu cevaz için de İmam
Mâlik'in mezhebinde karşılıklı rıza şarttır.
İşte
buraya kadar olan konuşmamızın hepsi malların taksimi hakkındadır. Şimdi de bu
bahsin ikinci kısmı olan, menfaatlann taksimi bahsine
geçiyoruz. [12]
Îbnu'l-Kasım'a göre menfaatlann
taksiminin kur'a usulü ile yapılması caiz olmaz, ortaklardan birinin menfaat
taksimini istemesi üzerine diğer ortak kabule zorlanamaz. İmam Ebû Hanife ile tabileri ise,
«Menfaat taksimine de, bir ortağın istemesi üzerine diğeri zorlanır»
demişlerdir.
Ulemaya göre menfaatlann -taksimi iki şekilde olur: Ortaklar ya, arala-nnda müşterek bulunan
bir malı her biri belli bir süre için kullanmak, ya
da her biri aralarında müşterek bulunan malın bir kısmını geçici bir süre için
kullanmak üzere, anlaşırlar. Örneğin: Aralannda
müşterek bir köle bulunan iki ortaktan her biri, köleyi bir hafta çalıştırmak
üzere anlaşırlarsa, menfaat taksiminin bilinci şekli olur. Eğer köleleri iki
tane olup her biri kölelerden birini -bir hafta, on gün veyahut bir ay gibi- geçici"bir süre için çalıştırmak üzere anlaşırlarsa,
menfaat taksiminin ikinci şekli olur. Mâliki uleması birinci şekilde üzerinde
anlaşılması caiz olan sürenin miktarı hakkında ihtilaf etmişlerdir. İmam Mâlik
ile tabileri, «Eğer müşterek olan mal -köle, hayvan ve benzeri- akar olmayan
bir mal olursa, ister işletmek, ister kendi işinde çalıştırmak için olsun,
uzun süre üzerinde anlaşmak caiz değildir. Fakat kısa süre için caizdir. Akar
olan mallarda ise, ister işletmek, ister kendisi kullanmak. için olsun, uzun
süre caizdir» demişlerdir. Ancak akar olmayan mallarda caiz olduğunu
söyledikleri kısa sürenin miktarında ihtilaf etmişlerdir. Kimisi «İşletmek için
bir günden fazla caiz değildir», kimisi «Cansız olan eşyada bir gün caiz ise
de, köle ve hayvanlarda bir gün bile caiz değildir» demiştir. Kendi işinde
çalıştırmak için ise, kimisi «Beş gün», kimisi «Bir ay veyahut bir aydan biraz
fazla da olsa, caizdir» demiştir.
İkinci şekle gelince:
Kimisi «Evlerde bizzat oturmak veyahut tarlaları bizzat ekmek için, caizdir.
Fakat ev olsun, tarla olsun, kiraya vermek için uzun süre üzerinde anlaşmak
caiz değildir» demiştir. Kimisi de, bu şekli birinci şekle kıyas ederek uzun
sürenin bunda da caiz olduğunu söylemiştir. Köle ve hayvanlar hakkındaki
ihtilaf ise, birinci şekilde olduğu gibi bu şekilde de mevcuttur.
Taksimin
kısımlan olan mal taksimi ile menfaat taksimi, bu iki
taksimin çeşitleri ve her birinin sıhhat ve fesat şartlan hakkındaki konuşmamız
burada sona ermiş oldu. Bundan sonra taksimin hükümleri hakkındaki konuya geçiyoruz. [13]
Taksim de -satış akdi
gibi- pişmanlık duymakla bozulmayan bir akidür.
Taksimden sonra, ortaklardan herhangi biri hiçbir sebep göstermeden «Ben kabul
etmem» diyemez. Ancak bunu diyebilmesi için bir sebeb
göstermesi gerekir. Bu sebebler de -taksimde aldanmış
olması, kendisine düşen hissenin kusurlu bulunması veyahut başkasının malı
olduğunun anlaşılması olmak üzere- üç tanedir.
Taksimde aldanmış
olmak Mâliki mezhebinde ittifakla -kur'a ile yapılan taksimden başka- herhangi
bir taksimin bozulması için sebeb gösterilemez.
Ancak satışta aldanmanın satış akdi üzerinde müessir olduğunu söyleyenlere
göre, aldanmanın taksim akdi üzerinde de müessir olmasi
lazım gelir 0=0.
Kendisine düşen
hissenin kusurlu bulunmasına gelince:
Îbnu'l-Kasım «Taksimden sonra hissede kusur görüldüğü zaman,
kusurlu görülen kısım ya hissenin yansından
fazladır, ya yansından azdır. Yansından fazla olduğu
zaman da diğer ortağın hissesi ya elinden çıkmış, ya hâlâ elindedir. Eğer elinden çıkmış ise, kendi hissesini
kusurlu bulan ortak onu tekrar ortaklığa geri verir ve ortağına düşen hissenin
taksim günündeki değerinin yansını alır. Eğer henüz elinde ise, taksim bozulup
ortaklık tekrar geri döner. Hissenin yarısından azı kusurlu görüldüğü zaman ise
-ister diğer ortağa düşen hisse henüz elinde bulunsun, ister çıkmış olsun-
yalnız kusurlu görülen kısım ortaklığa geri döner ve ortağına düşen hisseden o
kısma tekabül eden miktarın taksim günündeki değerinin yansını alır» demiştir.
Abdülaziz îbn Mâcişûn da «Herhangi bir
hissenin kusurlu bulunması, yalnız kur'a ile yapılan taksimin bozulması için sebeb gösterilebilir. Karşılıklı nza
ile yapılan taksimler, hisselerden birinde kusur görmekle bozulamazlar. Çünkü
karşılıklı nza ile yapılan taksim de satış
hükmündedir. Kur'a ile yapılan taksim ise, ortaklardan birinin aldanması ile
bozulduğuna göre, herhangi birinin hissesinde kusur görülmesiyle de bozulması
lazım gelir» demiştir.
ip) Hanefi mezhebine
göre, fahiş bir aldanma varsa, taksim bozularak yeniden adalet üzere yapılır.
Ayrıca taraflar kendi rızalarıyla yeniden ortak olabilirler.
Hisselerden birinin
başkasına ait olduğunun anlaşılmasına gelince:
İbnul-Kasım «Bu da, herhangi bir ortağın kendi hissesinde
kusur görmesi gibidir. Yani eğer başkasının malı olduğu anlaşılan kısım,
hissenin yansından çok ise ve diğer ortağa düşen hisse de henüz elinde
duruyorsa, taksim bozulup ortaklık tekrar geri döner. Eğer elinden çıkmış ise,
başkasına ait olduğu anlaşılan kısmın taksim günündeki değerinin yarısını
kendisinden alır. Eğer başkasına ait olduğu anlaşılan kısım, hissenin
yarısından az ise, o zaman -ister diğer ortağa düşen hisse elinde olduğu gibi
dursun, ister elinden çıkmış olsun- yalnız bu kısmın taksim günündeki değerinin
yansı diğer ortağa lazım gelir» demiştir.
îmam Muhammed b. Hasan
da «Kur'a ile yapılan taksimler, hisselerden birinin başkasına ait olduğu
anlaşılırsa bozulurlar. Çünkü bir hisseden herhangi bir şeyin bir başkasına
ait olduğu anlaşılınca, hisseler arasında bulunması gereken eşitliğin
sağlanmamış olduğu anlaşılır» demiştir.
Nasıl ki İbn Mâcişûn da bunu, hisselerden
birinin kusurlu görüldüğü zaman söylemiştir. Fakat -tereke sahibinin herhangi
bir kimseye borçlu bulunduğu veyahut terekeden herhangi bir şeyi bir kimseye
vasiyet ettiği, ya da yeni bir varisin ortaya
çıktığı hallerde olduğu gibi- hisselere taksimden sonra herhangi bir hakkın
taalluk etmesi halinde Mâlikî uleması, taksim bozulur mu, bozulmaz mı diye
ihtilaf etmişlerdir. îmam Mâlik'in mezhebinde meşhur olan görüş şudur: Tereke
sahibinin borçlu olduğu anlaşıldığı zaman -hisseler ister henüz varislerin
elinde olduğu gibi dursun, ister tabiî bir âfete uğrayarak, ister başka
şekilde ellerinden çıkmış olsun- taksim bozulur. Meğer varisler, ortaya çıkan
borç veyahut vasiyeti kendileri vermiş olsunlar.
Kimisi «Taksim ancak,
hisseler varislerin elinde durduğu ve herhangi bir tabiî afete uğramadığı zaman
bozulur. Hissesi, tabiî bir âfete uğramak suretiyle elinden çıkan kimse ise,
ne kendisi tereke sahibinin borcunu vermek zorundadır, ne de tereke sahibinin
borcunu ödeyen diğer varislerin elinde kalan hisseden bir şey isteyebilir»
demiştir.
Kimisi «Varisler borç
veya vasiyeti üzerlerine alsalar bile yine taksim bozulur. Çünkü Cenâb-ı Hak miras âyetinde her bir varise ne kadar hisse
düştüğünü beyan buyururken 'Edilen vasiyyet veyahut
borç Ödendikten sonra' [14]
buyurmuştur» demiştir.
Kimisi de «Taksim
bozulur. Fakat her borcun ortaya çıktığında hemen ödeyen kimse hakkında değil,
diğerleri haklanda bozulur» demiştir. Tereke
sahibinin herhangi bir kimseye bir şey vasiyyet
ettiği ortaya çıktığı zaman da hüküm böyledir. Fakat yeni bir varisin ortaya
çıkması ile -eğer taksim edilen tereke ölçülen veyahut tartılan şeylerden ise
ve henüz varislerin elinde duruyorsa- taksim bozulmaz. Yeni ortaya çıkan
varis, hissesini her birinden kendisine düştüğü oranda ayn
ayn alır. Ancak tereke, hayvan veyahut eşya cin-
sinden olduğu zaman
taksim bozulur.
Şayet hisseler tamamen
veyahut kısmen varislerin elinde ziyana uğradıktan sonra yeni bir varis ortaya
çıkarsa, yeni varisin hissesi onlara lâzım gelir mi, gelmez mi diye ihtilaf
etmişlerdir. Kimisi, «Lazım gelir» kimisi «Lâzım gelmez» demiştir. [15]
[1] Nisa, 4/8.
[2] Nisa, 4/7.
[3] Mâlik, Akdiye, 36/27, no:
35.
[4] Nisa, 4/7.
[5] îbn Mâce,
Ahkâm, 13/17, no: 2340.
[6] Beyhâkî, 1/133.
[7] Şaffât, 37/87,
[8] Âli İmrân, 3/44.
[9] Müslim, Eyman, 27/126 no:
56; Ebû DâvÛd,./r£,,23/10,
no: 3985.
[10] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/391-396.
[11] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/396-397.
[12] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/397-398.
[13] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/398-399.
[14] Nisa, 4/11-12.
[15] İbn Rüşd
Kadı Ebu'l-Velid Muhammed
b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd
El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları:
3/401-403.