21-TALAK.. 3

79. Talâk'ın Çeşitleri ve Benzeri Kav ram kır 3

1. Bâin ve Ric'i Talâk. 3

aÜç Talâk: 3

B- Kölelik Dolayısıyla Bâîn Talâk Sayısında Eksilme: 4

C- Köleliğin Talâk Sayısının Azalmasına Etkisi: 4

2. Sünnî ve Bid'ÎTalâk. 5

A- İddet Sırasında Talâk Yasağı 5

B- Üç Talâkla Boşamanın Sünnîliği . 5

C- Aybaşı Hali Sırasında Boşama. 5

1, Aybaşı Hali Sırasında Talâk'in Gerçekleşmesi: 6

2, Talâk'ın Gerçekleşmesi   Halinde Dönmeye Zorlama. 6

3.  Boşama Zamanı 6

4. Zorlama Zamanı 7

3.Hulû1. 7

A- Hulû'un Gerçekleşmesinin Caiz Oluşu. 7

B- Hulû'un Gerçekleşme Cevazının Şartlan: 8

1.Hulû'Bedelinin Miktarı 8

2. Hulû'Bedelin Niteliği 8

3. Hulû'un Caiz Olduğu ve Olmadığı Haller 8

4. Hulû' u Kabul Edebilecekler 9

C- Hırfû'un Talâk veya Fesih Oluşu. 9

D- Hulû'un Sonuçlan. 9

4.Talâk ile Fesih'in Farklılığı 10

5. Temlîk ve Tahyîr Boşamaları 10

80. Talâk'ın Rükünleri 12

1.. Talâk Deyimleri ve Şartlan. 12

A- Talâk'm Mutlak Deyimleri 12

1. Sarih İfadeler 12

2. Sarih Olmayan ifadeler 13

B- Şartlı Boşanma Deyimleri 15

1. Boşamayı Şarta Bağlama. 15

2. îstisnah Boşama Deyimleri 16

2.Karısını Boşayabilen Koca. 17

3. Boşanabilecek Kanlar 18

81- Talaktan Sonra Dönme. 18

1. Ric'î Talâk'ta Dönme. 19

2. Bâîn Talâk'tan Dönme. 20

A- Bâîn Talâklar ve Sonuçlan. 20

B-Hülle Nikâhı 20

C- Üç Talâk'tan Sonra Yeniden Evlenme. 21

82, Boşanan Kadmlaria İlgili Hükümler 21

1. İddet 21

A- Eşlerin îddeti 21

1. İddetin Çeşitleri 22

a- Hür Kadınların îddeti 22

aa- Âdet Gören Kadınların İddeti 22

bb- Sebebsiz Adet Görmeyen Kadınların îddeti 23

cc- Hastalık veya Emziklilik Dolayısıyla Adetten Kesilen Kadının İddeti 24

dd- Gebe Kadınların îddeti 24

b- Cariyelerin İddeti 24

c- İddetin Bozulması 25

2. İddet'in Sonuçları 26

a- İddet Yeri ve Nafaka. 26

b- Ölüm İdden. 26

aa- Hür Kadının İddeti 26

bb- Cariye'nin İddetî 27

2.Mut'a. 28

3. Eşlerin Geçimsizliğinde Hakem Tayini 28


21-TALAK

 

Bu bahis -boşanmanın çeşitleri, boşanmanın rükünleri, ric'at (boşanma­dan dönüş) ve boşanan kadının hükmü olmak üzere- dört bölümden ibaret­tir. [1]

 

79. Talâk'ın Çeşitleri ve Benzeri Kav ram kır

 

Bu bölüm beş babtır. Birinci babta Bâin Talâk ile Ric'î Talâk'tan, ikinci bâbta Sünnî Talâk ile Bid'î Talâk'tan, üçüncü bâbta Hulû'dan, dördüncü bâbta talâk ile feshin ayrı şeyler olduğundan, beşinci bâbta da Tahyir ve Temlîk'den bahsedilecektir. [2]

 

1. Bâin ve Ric'i Talâk

 

Ulema müttefiktirler ki talâk -Bâîn ve Ric'î olmak üzere- iki çeşittir. Ric'î talâk, «Kocanın karısından muvafakat almadan onu tekrar nikâhı altına döndürebildiği talâk» demektir ve bu da ancak kendisiyle gerdeğe girildik­ten sonra boşanan kadında olabilir. Zira Cenâb-ı Hak, "Ey Peygamber, ka­dınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın; Rabbiniz olan Allah'tan sakının; onları, apaçık bir hayasızlık yapmadıkları müddetçe, evlerinden siz çıkarmayın. Onlar da çıkma-sınlar. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sanırlarını aşarsa şüp­hesiz kendine yazık etmiş olur. Sen ne bilirsin? Belki Allah sonradan bir çare yaratır" [3] buyurmuştur. Ayrıca sabittir ki İbn Ömer (r.a.), karısını ay­başı halinde bosayınca Peygamber (s.a.s) Efendimiz ona, karısını tekrar nikâhı altına döndürmesini emretmiştir. Bunun için bunda ihtilâf yoktur.

Bâîn (kesin) talâka gelince: Ulema müttefiktirler ki kesin ayrılış ancak üç şekilde olur: Ya henüz kendisiyle gerdeğe girilmeyen kadının bir talâk ile, ya herhangi bir kadının üç talâk ile veyahut bedel karşılığında boşanmasıyla olur ki bunaHULU' denilir ve hulû'un, talâk mı, fesih mi olduğunda -gelece­ği üzere- ulema ihtilâf etmişlerdir.

Cenâb-ı Hak "Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik ya­parak bırakmadır.. Bundan sonra kadını bir daha boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helâl olmaz" [4] buyurduğu için, ulema hür olan kimsenin karısını üç kere ayrı ayrı olarak boşaması ha­linde, karısının kesin olarak kendisinden ayrıldığında müttefik iseler de, üç talâkı bir kerede söyleyen kimsenin talâkı üç mü sayılır, bir mi diyeihtilâf et­mişlerdir.

Cumhur, köleliğin talâk sayısını üçten ikiye indirdiğinde, yani köle için kesin aynlmayı sonuçlandıran talâk sayısının üç olmayıp iki olduğunda müttefik ise de, «Koca ile kandan hangisi köle olursa, durum böyledir?» di­ye ihtilâf etmişlerdir. Şu halde bu bab üç mes'eleden ibarettir. [5]

 

aÜç Talâk:

 

İslâm fukahasının cumhuru, bir kerede söylenen üç talâkın, üç talâk sa­yıldığı görüşündedirler. Zahirîlerle bir cemaat ise «Bir kerede söylenen üç talâk, bir talâk hükmündedir» demişlerdir. Delilleri de yukarıda geçen âyet-i kerimenin zahiridir. Ayrıca, Müslim ile Buhârî'nin İbn Abbas'tan getirdikle­ri «Peygamber (s.a.s) Efendimizin devriyle Hz. Ebâ Bekir'in devrinde ve Hz. Ömer'in hilâfeti devrinin ilk iki senesinde üç talâk bir talâk sayılırdı» [6]hadisi ve İbn İshak'ın İkrime'den, îkrime'nin de İbn Abbas'tan rivayet ettiği, «Rükâne, karısını bir mecliste üç talâk ile boşamıştı ve bunun için çok üzülü­yordu. Peygamber (s.a.s) Efendibdz ona,

 «Onu nasıl boşattın?» diye sordu. Rükâne «Onu bir mecliste üç talâk ile boşadım» dedi. Peygamber (s.a.s) Efendimiz ona,[7]

 «O üç talâk ancak bir talâktır. Onu bir daha nikâhın altına döndür»  hadisiyle de ihticac etmişlerdir.

Cumhûr'un görüşünü benimseyenler de, «Müslim ile Buhârî'de geçen İbn Abbas'ın hadisini, kendisinden, talebeleri arasında yalnız Tavus rivayet etmiştir. Onun diğer talebeleri olan Said b. Cübeyr, Mücâhid, Atâ, Amr b. Dînar ve birçokları ondan; 'Üç talâk lâzım gelir' dediğini rivayet etmişlerdir. İbn îshak'm hadisinde de zühul vardır. Zira güvenilen kimselerin rivayetine göre Rükâne Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e 'Ben karımı üç talâk ile boşa­dım' dememiş, 'Karımı kesin olarak boşadım1 elemiştir» demek sureliyle ih­ticac etmişlerdir.

Bu ihtilâfın sebebi, «Şeriatın, üç kez boşamaya verdiği kesin ay­rılma hükmü, kişinin bir defa boşama ile kendine lâzım kılmasıyla vaki olur mu, yoksa şeriatın lazım kıldığı şeyden başka bir şey vaki olmaz mı?» diye ihtilâf etmeleridir. Boşanmayı -evlenme ve satış akidleri gibi- sıhhati, şeria­tın koştuğu şartlan yerine getirmeye bağlı olan fiillere kıyas edenler, «Üç talâkı bir defada söylemekle üç talâk vaki olmaz» demişlerdir. Boşanmayı -nezir ve yeminler gibi- kişinin -ne şekilde olursa olsun- kendine ilzam (borç) ettiği şeylerin şeriatçe de vacib olduğu fiillere kıyas edenler ise, «Karısını boşayan kimse de, neyi kendine ilzam ederse, o vaki olur» demişlerdir.' Cumhur bu sert hükmü, herhalde boşanmaların önünü almak için benimse­miştir. Fakat o zaman, "Sen ne bilirsin? Belki Cenâb-i Allah sonradan bir çare yaratır" âyet-i kerimesiyle işaret buyurulan şeriatın kolaylık gösterme prensibi bozulmuş olun[8]

 

B- Kölelik Dolayısıyla Bâîn Talâk Sayısında Eksilme:

 

Koca ile karıdan hangisinin köle oluşunun talâk sayısını ikiye indirdiği konusundaki ihtilâfa gelince: Kimisi «Muteber olan erkeğin köleliğidir. Şu halde erkek köle olduğu zaman -karısı ister cariye, ister hür olsun- onun iki talâkı kesin boşamadır» demiştir. İmam Mâlik ile İmam Şafii ve ashabtan Hz. Osman, Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas bu görüştedirler. İbn Abbas'tan her ne kadar bir başka görüş daha naklolunmuşsa da, en meşhur olan görüş bu­dur. Kimisi de «Muteber olan, kadının köleliğidir. O halde kadın cariye oldu­ğu zaman -kocası ister köle, ister hür olsun- onun iki talâkı kesin boşanma­dır» demiştir. Bu görüş sahibi de, ashabtan Hz. Ali ile İbn Mes'ud, fukahadan da İmam Ebû Hanife ile başkalarıdır. Bu iki görüşten daha garip bir görüş vardır. O da «Kan ile kocadan hangisi köle olursa, kocanın iki talâkı ile kesin boşanma hasıl olur» görüşüdür. Bunu da Osman el-Betti ile başkaları demiş­lerdir ve Abdullah b. Ömer'den de rivayet olunmuştur.

Bu ihtilâfın sebebi, erkek ile kadının köleliklerinden hangisinin etkili olduğunda ihtilâf etmeleridir. «Talâk yetkisi kimin elinde ise, etkili olan, onun köleliğidir» diyenler, «Muteber olan, erkeğin köleliğidir» demiş­lerdir. «Talâk kimin üzerine vaki oluyorsa, etkili olan, onun köleliğidir» de­mişlerdir «Talâk kimin üzerine vaki oluyorsa, etkili olan, onun köleliğidir» diyenler ise, «Bu, boşanan kadının hükümlerindendir» demişlerdir. Bunlar talâkı da iddete kıyas etmişlerdir. Zira iddet noksanlığının, kadının cariye oluşuna tabi olduğunda icma' vardır. Birinci grup da, İbn Abbas'ın Peygam­ber (s.a.s) Efendimiz'den merfu1 olarak rivayet ettiği,

«Talâk mes'elesinde erkeklerin id­det mevzuunda da kadınların vasfına bakılır» [9] hadisi ile ihticac etmişler­dir. Ne var ki bu hadise, sahih hadis kitaplarında rastlayamıyoruz. «Köle olan, ister koca, ister kan olsun, iki talâk ile kesin boşanma vaki1 olur» diyen üçüncü grup ise, sebebiyeti sırf köleliğe vermiş, kölelikle birlikte, erkek ve­ya kadınlığa bakmamıştır. [10]

 

C- Köleliğin Talâk Sayısının Azalmasına Etkisi:

 

Köleliğin talâk sayısını azalttığında, bir cemaat, «îcma' vardır» demiş­se de, Ebû Muhammed b. Hazm ile Zahirîlerden bir cemaat buna muhaliftirler?

Bunlar talâk sayısı konusunda hür ile köle arasında ayırım yapmıyor­lar.

Bu ihtilâfın sebebi, halin zahiri ile kıyas arasında bulunan çeliş­medir. Zira cumhur, kölenin talâkını kölenin cezasına kıyas etmiştir. Çünkü kölenin şer'i cezasının, hür'ün şer'i cezasının yarısı olduğunda icma' vardır. Zâhirîler'e göre ise, herhangi bir hükümde köleyi istisna eden bir delil bulun­madıkça asıl, şer'i teklifler muvacehesinde hür ile köle arasında bir fark bu­lunmamasıdır. Delil de onlara göre ya kitap ve sünnetten bir nass veyahut bunların zahiridir. Burada ise, böyle bir delil bulunmadığına göre, kölenin, asıl olan hükmü üzerinde kalması gerekir.

Tahmin ediyorum ki talâkı cezaya kıyas etmek doğru bir kıyas değil­dir. Çünkü hür'e nisbetle köleye az ceza konulması, köle noksan olduğu için ona karşı fazla sert davranılmamış olmasındandır. Sonra, kölenin suç işlemesi hür'ün suç işlemesi kadar ağır değildir. Kölenin talâk sayısını azaltmak ise, köleye daha ağır bir hüküm koymak demektir.- Zira bu durumda hür, karı­sını boşamaktan iki kere cayabilirken köle sadece bir kere cayabilir. Şeriat bu hususta vasat bir yol tutmuştur. Zira eğer her boşamadan sonra cayma imkânı olsaydı, kadın için kurtulma imkânı olmaz ve ailenin huzursuzluğu sürüp gidecekti ve eğer bir kere boşama ile kesin boşanma vaki olsaydı, o za­man erkek -cayma imkânına sahip olmadığı için- çetin bir çıkmaza girmiş olurdu. îşte şeriat böylece her iki tarafın da maslahat ve yararını düşünmüş­tür. Bunun içindir ki, her üç talâkı bir kere de kendine ilzam eden kimse -Al­lah bilir-.şeriatın koyduğu bu ma'kul ve ustalıklı yolu mânâsızlaştırmış olur. [11]

 

 

2. Sünnî ve Bid'ÎTalâk

 

Ulema, kişinin, gerdeğe girdiği karısını, kendisiyle cima' etmediği bir temizlik halinde ve bir talâk ile boşamasının, SÜNNİ TALAK (Sünnete uy­gun olan boşama), aybaşı veyahut kendisiyle cima1 ettiği bir temizlik halinde boşamasının da BÎD1 TALAK (Sünnete uymayan boşama) olduğunda müt­tefiktirler. Zira sabittir ki îbn Ömer (r.a.) karısını aybaşı halinde boşadığı için Peygamber (s.a.s) Efendimiz Hz. Ömer'e,

«Oğluna söyle, karısına geri dönsün, sonra kadın temizlenip tekrar adetini görüp sonra tekrar temizleninceye kadar onunla birlikte yasasın. İkinci adetinden temizlendikten sonra dilerse, aile hayatı devam etsin ve di­lerse -ona yaklaşmaksınn- bosasın. İşte kadının bu iki kirlenmesi ve temiz­lenmesi zamanı, erkeklerin kadınları boşamaları için Allah Teâlâ'nın em­rettiği iddet müddetidir»  buyurmuştur.

Ulema, bunda ittifak ettikten sonra bu babın üç konusunda ihtilâf et­mişlerdir.

1- Boşamanın sünnete uygun olması için, kadın henüz iddette iken onu bir daha boşamaması şart mıdır?

2- Bir defada üç talâk ile boşama sünnete uygun boşama mıdır?

3- Karısını aybaşı halinde boşayan kimsenin hükmü nedir? [12]

 

A- İddet Sırasında Talâk Yasağı

 

îmanı Mâlik ile İmam Ebû Hanife ve bu iki imamın tabileri bu konuda ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik «Boşamanın sünnete uygun olabilmesi için, kadın henüz iddette iken onu bir daha boşamaması şarttır» demiştir. İmam Ebû Hanife ise «Eğer her bir temizlenmede onu bir talâk ile boşasa, yine de sünnete uygun bir boşamadır» demiştir.

Bu ihtilâfın sebebi, boşamanın sünnete uygun olması için, kadı­nın zevciyet halinde boşanmış olması şart mıdır, değil midir diye ihtilâf et­meleridir. «Zevciyet halinde boşanmış olması şarttır» diyenler, «Kadın he­nüz iddette iken onu bir daha boşamaması şarttır» demişlerdir. Çünkü kadı­nın ikinci boşanışı zevciyet halinde değildir. «Zevciyet halinde boşanmış oî-ması şart değildir» diyenler ise, «Onu bir daha boşamaması şart değildir» demişlerdir. Kadın henüz iddette iken onu bir daha boşama ile boşamanın vaki olduğunda ise ihtilâf yoktur. [13]

 

B- Üç Talâkla Boşamanın Sünnîliği .

 

İmam Mâlik, «Bir defada üç talâk ile karı boşamak, sünnete uygun bo­şama değildir», İmam Şâfıi ise «Sünnete uygundur» demiştir.

Bu ihtilâfın sebebi,Peygamber(s.a.s)Efendimiz'inhuzurunda karısını bir lafızda üç talâk ile boşayan adama ses çıkarmayışı ile Kur'an-ı Kerim'in mefhumu arasında bulunan çelişmedir. İmam Şafii'nin dayandığı hadis, sabit olan «Adanı, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in huzurunda, karı­sıyla mülâane ettikten sonra onu üç talâk ile boşadı» [14]hadisidir. îmam Şafii «Eğer bir lafızda üç talâk ile boşamak sünnete aykırı olsaydı Peygam­ber (s.a.s) Efendimiz ona mani olacaktı» demiştir.. îmam Mâlik ise, «Karıyı bir defada üç talâk ile boşamak, Cenâb-ı Allah'ın kullarına bahşettiği, üç de­faya kadar boşayıp geri dönme kolaylığını reddetmek demek olduğundan sünnete aykırıdır» demiştir. İmam Mâlik'in tabileri, İmam Şafii'nin delil ola­rak gösterdiği hadise karşı, «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in huzurunda bir­birleriyle mülâane eden koca ile karı, bizzat yaptıkları mülâane ile birbirin­den ayrılmışlardı. Şu halde adamın, karısını mülâaneden sonra boşaması hü­kümsüzdü. Bunun içindir ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz ona ses çıkarma­mıştır» demişlerdir. îmam Mâlik'in görüşü -Allah bilir- İmam Şafii'nin görü­şünden daha zahirdir. [15]

 

C- Aybaşı Hali Sırasında Boşama

 

Ulema, karısını aybaşı halinde boşayan kimsenin hükmünde ihtilâf et­mişlerdir. Cumhur, «Boşanma vâki olur» bir cemaat «Vaki olmaz» demiştir. «Vâki olur» diyenler de «Koca geri dönmekle emrolunur» demişlerdir, bun­lar da iki gruba ayrılmışlardır. Bir grup geri dönmenin vücubunu benimse­yip. «Adam ona zorlanır» demiştir. îmam Mâlik ile tabileri bunu benimser.

Bir grup da «Geri dönmesi sünnettir, adam ona zorlanmaz» demiştir. İmam Şâfıi, İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve İmam Ahmed de. bunu benimse­mektedirler. «Zorlanır» diyenler de «Ne zaman zorlanır?» diye ihtilâf etmiş­lerdir. İmam Mâlik ile -îbn Kasım ve başkalan gibi- tabilerin çoğu «Kadının iddeti bitmedikçe zorlanır», Eşheb de «Ancak kadının birinci kirlenmesinde zorlanır» demiştir. «Geri dönmekle emrolunur» diyenler de «Geri döndük­ten sonra bir daha boşamak, isterse ne zaman boşayabilir?» diye ihtilâf edip kimisi, «Birinci adetinden temizlendikten sonra bir daha kirlenip bir daha te­mizleninceye kadar kadını nikâhı altında tınmak zorundadır. Ancak bundan sonra -isterse- onu boşayabilir» demiştir ki, İmam Mâlik, İmam Şâfıi ve bir cemaat bu görüştedirler. Kimisi de «Kadın birinci adetinden temizlendikten sonra, isterse onu boşar, isterse nikâhı altında tutar» demiştir. İmam Ebû Ha­nife ile Küfe fukahası da bunu benimser. Sünnî Talâk'ta, erkeğin karısını, kendisiyle cima' etmediği bir temizlik halinde boşamasını şart koşanlar ise, kendisiyle cima' ettiği bir temizlik halinde boşadığı taktirde ona geri dönme­yi emretmenin vücubunu benimsememişlerdir. Şu halde hukonııda dört mes'ele vardır:

1- Bid'î Talâk ile kadtn boşanır mı, boşanmaz mı?

2- Şayet boşamyorsa, boşayan adam geri dönmeye zorlanır mı, yoksa ona geri dönmek sadece emredilir mi?

3- Geri döndükten sonra bir daha ne zaman boşayabilir?

4- Geri dönmeye ne zaman zorlanabilir? [16]

 

1, Aybaşı Hali Sırasında Talâk'in Gerçekleşmesi:

 

Cumhur «Aybaşı halinde kadın boşamak, bid'î talâk olmakla beraber, vaki olduğu takdirde onunla kadın boşanır. Zira Abdullah b. Ömer'in hadi­sinde Peygamber (s.a.s) Efendimiz,

'Ona söyle, karısına geri dönsün' buyurmuştur» de­miştir. Derler ki: «Eğer kadın boşanmamış olsaydı Peygamber (s.a.s) Efen­dimiz, 'Karısına geri dönsün' demez, 'Karısı boşanmamıştır' diyecekti. Ay­rıca İmam Şafii de Müslim b. Halid yolu ile îhn Cüreyc'den «Abdullah b. Ömer'in azadlısı Nafi'nin yanına adam gönderip ona, «Rasâlullah zama­nında Abdullah b. Ömer'in karısını aybaşı halinde boşaması, boşanma sa­yıldı mı?' diye sordular. Nâfi 'Evet' dedi ve «îbn Ömer de bu yolda fetva ve­rirdi» [17]diye rivayet etmiştir.

«Bid'î talâk ile kadın boşanmaz» diyenler ise, Peygamber (s.a.s) Efen-dimiz'in,

 «Bizim usul ve sünneti­mize uymayan bütün fiil veyahut işler reddolunur» [18]hadisine dayanmış ve «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in red olunmasını emir buyurmasından, hukukî bir değer taşımadığı anlaşılmaktadır» demişlerdir.

Kısacası, bu ihtilâfın sebebi, «Talâkın sünnî talâk olabilmesi için şeriatın koştuğu şartlar, talâkın sıhhati için mi, yoksa kemali için mi şarttır?» diye ihtilâf etmeleridir. «Sıhhrti için şarttır» diyenler, «Bu vasıfta olmayan boşama ile kadın boşanmaz», «Kemali için şarttır» diyenler ise, «Boşanır. Fakat kâmil bir talâk olmadığı için, kişiye dönmesi emrolunur, tâ ki kâmil ve sünnete uygun bir şekilde karısını boşamış olsun» demişlerdir. Bunun için­dir ki hem «Bid'î talâk ile kadın boşanır», hem de «Boşayan kimse geri dön-, meye zorlanır» diyenler, çelişkiye düşmüş olurlar. Bunu iyice düşün. [19]

 

2, Talâk'ın Gerçekleşmesi   Halinde Dönmeye Zorlama

 

Bid'î talâk ile karısını boşayan kimsenin geri dönmeye zorlanıp zorlan­madığı hususuna gelince: Cumhur Abdullah b. Ömer'in hadisindeki emrin zahirine dayanarak geri dönmenin vücubunu benimsemiş olduğu için «Zor­lanır» demiştir. «Kadın boşandıktan sonra geri dönmenin faydası sadece bid'î talâktan kurtulmak olduğuna göre geri dönmenin vacib olmaması lazım gelir» diyenler ise «Zorlanmaz» demişlerdir. [20]

 

3.  Boşama Zamanı

 

Geri dönmeye zorlanan kimse, bir daha ne zaman boşayabilir mes'ele-sinde ise «Kadın, birinci adetinden temizlendikten sonra bir daha kirlenip bir daha temizleninceye kadar onu boşayamaz» diyenler, yukarıda geçen îbn Ömer'in hadisine dayanmışlardır. Çünkü bu hadiste bu husus ifade edilmiş­tir. Bunlar «Bunun sebebi şudur: Çünkü geri dönmesi, ancak kadın temizlen­dikten sonra onunla cima' ettiği takdirde sahih olur. Zira eğer temizlendikten sonra onunla cima' etmeden onu boşarsa kadına ikinci boşanmadan dolayı iddet lâzım gelmez. Zira bu adamda, karısını -kendisiyle gerdeğe girmeden-boşayan kimsenin hükmüne girmiş olur. Eğer kendisiyle cima' ettikten sonra

onu boşarsa, bir daha bid'î bir talâk yapmış olur» demişlerdir. Kısacası bun­lar, geri dönmenin sıhhati için, geri döndükten sonra, içinde cima' caiz olan bir zamanın mevcudiyetini şart görürler. Bu ta'lile (gerekçelendirme) bakı­lırsa, talâkın sünnî olabilmesi için, kişinin karısını boşadığı temizlik halin­den önceki kirlenmede onu boşamamış olmasının şart olması lâzım gelir. Ni­tekim Abdülvehhab'ın nakline göre tmam Mâlik'in sünnî talâk için koştuğu şartlardan bir tanesi de budur.

Bunu şart görmeyenler ise, Yunus b. Cübeyr, Said b. Cübeyr, îbn Sîrin ve tabilerinin Îbn Ömer'in hadisiyle ilgili olarak bizzat kendisinden yaptıkla­rı nakle dayanmışlardır. Bu nakle göre İbn Ömer «Kişi karısını aybaşı halin­de boşadığı zaman ona geri dönmek zorundadır. Kadın temizlendikten son­ra -eğer isterse- bir dalıa onu boşayabilir» [21]demiştir. Bunlar da «Bu adam, karısını mekruh olan bir zamanda boşadığı için -ona ceza olsun diye- karısı­na dönmekle emredilmiştir. Boşamanın .mekruh olduğu zaman geçtikten sonra artık kerahet için bir sebeb kalmaz» diyorlar.

Şu halde ihtilâfın s e b e b i, bu mes'elede gerek rivayetlerin ve ge­rekse sebeblerin mefhumu arasındaki çelişmedir. [22]

 

4. Zorlama Zamanı

 

Karısını aybaşı halinde boşayan kimse ne zaman geri dönmeye zorla­nır mes'elesine gelince: İmam Mâlik «Kadının iddeti devam ettiği sürece zorlanır. Çünkü kadının iddeti bitene kadar kişi ne zaman isterse dönebilir» demiştir. Eşheb ise, hadisin zahirine bakarak, «Kadın henüz aybaşı halinde iken zorlanır» demiştir. Çünkü hadiste,

«Ey Ömer (r.a.}, oğluna söyle karısına geri dönsün, sonra kadın temizlenip tekrar adetini görüp sonra tekrar temizleninceye kadar onunla birlikte yaşasın» denilmekledir. Bunun zahirin­den ise, kadın henüz temizlenmemişken geri dönmenin gerektiği anlaşıl­maktadır. Eşheb ayrıca, «İddeti uzamasın diye aybaşı halinde boşanan kadı­na geri dönülmesi emrolunmııştur. Eğer kadın temizlendikten sonra kocası ona dönerse o zaman iddeti daha da uzamış olur» demiştir. Bu ta'lile göre, ka­dının birinci temizlenmesinde boşanmasının caiz olması lâzım gelir.

Şu halde ihtilâfın sebebi geri dönmeye dair emrin sebebinde ih­tilâf etmeleridir. [23]

              

3.Hulû1

 

Hulû1, fidye, sulh ve mübâree kelimelerinin hepsi aynı mânâda olup kadının bedel karşılığında kendini boşattırması demektir. Ancak fukahanın iddiasına göre hulû', kadının kocası tarafından kendisine verilmiş olan her şeyden, sulh bir kısmından, fidye, çoğundan mübâree de, sadece kocası üze­rindeki bir hakkından -boşanmasına karşılık olarak- vazgeçmesi mânâsına hâss'tır. .

Bu babtaki konuşmamız dört fasılda toplanmaktadır. Birinci fasıl; hulû'un caiz olup olmadığı; ikinci fasıl, şartlarının ne olduğu; üçüncü fasıl, hulû'un boşanma mı, nikâhın bozulması mı olduğu; dördüncü fasıl da, hulû'dan doğan hükümlerin beyanı hakkındadır. [24]

 

A- Hulû'un Gerçekleşmesinin Caiz Oluşu

 

Ulemanın çoğu hulû'un cevazını benimser. Dayanaklan da hem kitab, hem sünnettir. Kitab "Koca ile karı Allah'ın kanunlarını koruyamamak­tan korkmadıkça, kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helâl değildir. Eğer Allah'ın kanunlarını koruyamayacaklar diye korkarsa-nız, o zaman kadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur" [25]âyeti kerimesidir. Sünnet de İbn Abbas'ın «Sabit b. Kays'ın karısı Peygamber (s.a.s) Efendimize gelip,

- 'Ya Rasûlallah, Sabit b. Kays'ın ne huyundan ne de dininden şikayet­çi değilim. Fakat müslüman olmuşken bir daha küfre dönmek istemiyorum dedi. Peygamber (s.a.s) Efendimiz ona,

'Sana verdiği bahçeyi geri verir misin' dedi.

Kadın,

'Evet' dedi. Peygamber (s.a.s) Efendimiz Sabit b, Kays'a,

'Bahçeyi kabul et ve onu bir talâk ile boşa' dedi» [26] diye rivayet ettiği hadistir. Buhârî, Ebû Dâvûd ve Nesâî tarafından rivayet olunan bu hadisin sıhhatinde ittifak edilmiştir.

Ebû Bekir b. Abdullah el-Müzenî ise, "Kadının fidye vermesinde iki­sine de günah yoktur" âyet-i kerimesinin, "Bir eşin yerine başka bir eşi al­mak isterseniz, birincisine bir yük altın vermiş olsanız bile ondan bir.şey almayın" âyet-i kelimesiyle nesholunduğunu söyleyerek, cumhurdan ayrıl­mış ve «kocaya, karısından bir şey almak caiz değildir» demiştir.

Cumhur ise, âyetin «Rızası hilâfına ondan bir şey almayın. Rızasıyla olursa alabilirsiniz» mânâsında olduğu görüşündedir.

Ş u halde ihtilâfın sebebi, bu âyetten umum mu muraddır, yoksa âyette bir kayıt mukadder (gizli) midir diye ihtilâf etmeleridir. [27]

 

B- Hulû'un Gerçekleşme Cevazının Şartlan:

 

Hulû'un cevaz şartlarından bir kısmı, hulû'da kadından alınması caiz olan şeyin miktarına, bir kısmı, alınması caiz olan şeyin nasıl olması gerekti­ğine, bir kısmı, hulû'un hangi hallerde caiz olduğuna, bir kısmı da, hangi kadının veyahut -kadın reşid olmadığı zaman- velisinin hulû'u kabul edebildi­ğine dairdir. Şu halde bu fasıl dört mes'eleden ibarettir. [28]

 

1.Hulû'Bedelinin Miktarı

 

Hulû' bedelinin miktarı hususunda; İmam Mâlik, İmam Şâfıi ve bir ce­maat, «Eğer geçimsizlik kadından ise, kendisine biçilen mehrin mıktanndan fazlasıyla da, misliyle de, azı ile hulû' yapmak caizdir» demişlerdir. Kimisi de, sabit olan bir hadisin zahirine bakarak, «Kadına biçilen rriehirden fazla bir miktar ile hulû' caiz değildir» demiştir.

Hulû' bedelini diğer muamelelerdeki bedellere kıyas edenler, «Hulû' bedelinin miktarı tarafların rızasına bağlıdır» demişlerdir. Hadisin zahirini tutanlar ise, mehirden fazlasını caiz görmemişlerdir. Herhalde bunlar, mehirden fazlasını haksız kazanç kabilinden saymışlardır. [29]

 

2. Hulû'Bedelin Niteliği

 

Hulû' bedelinin nasıl olması gerektiği hususunda, İmam Ebû Hanife ile İmam Şafii evsaf ve varlığının bilinmesini şart görmüşlerdir., İmam Mâlik ise, hulû'da -kaçıp kaybolan köle veyahut hayvanlar, henüz olgunlaşmamış meyvalar ve evsafı belirtilmeyen köleler gibi- varlığı bilinmeyen ya aldan­maya elverişli olan veyahut henüz var olmayan şeyleri caiz görmüştür. İmam Ebû Hanife'den, aldanmaya elverişli olan şeylerin caiz olduğu ve henüz var olmayan şeylerin ise caiz olmadığı görüşü de rivayet olunmuştur.

Bu ihtilâfın sebebi, buradaki bedelin, saüş bedelleriyle hibe ya da vasiyyet edilen eşyadan hangisine daha çok benzediğinde tereddüt edilmesi­dir. Hulû1 bedelifii satışların bedellerine kıyas edenler, satışlarda ve satış bedellerinde şart olan evsafı burada da şart görmüşlerdir. Hibeye kıyas edenler ise, «Şart değildir» demişlerdir.

Ulema -şarap ve domuz gibi- helal olmayan şeyler üzerinde hulû' ya­pıldığı zaman boşanma vaki olduğunda müttefik iseler de, hulû' bedeli lâzım gelir mi, gelmez mi diye ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik, «Hiçbir şey lâzım gelmez», İmam Ebû Hanife ile İmam Şafii ise «Mehr-i misil lâzım gelir» de­mişlerdir. [30]

 

3. Hulû'un Caiz Olduğu ve Olmadığı Haller

 

Hangi hallerde hulû' caizdir mes'elesine gelince: Cumhur «Eğer kadı­nın vermeye razı olduğu şeyi, kocasının kendisini sıkıştırdığı için vermiyor­sa, tarafların razı olduğu zaman hulû' caizdir» demiştir. Cumhûr'un dayanağı «Apaçık bir hayasızlık etmedikçe, onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götür­meniz için onları sıkıştırmayınız» ve «Eğer kan ile koca Allah'ın kanunları­na riayet etmeyecekler diye korkarsanız, o zaman kadınm fidye vermesinde ikisine de günah yoktur» âyet-i kerimeleridir. Ebû Kılâbe ile Hasan Basrî bi­rinci âyette geçen hayasızlığı zinaya hamletmek suretiyle cumhurdan ayrıla­rak, «Erkek -kansını zina ederken görmedikçe- onunla hulû1 etmesi caiz de­ğildir» demişlerdir. İmam Dâvûd da, ikinci âyetin zahirine dayanarak hulû'un cevazına, karı ile kocanın Allah'ın kanunlarına riayet etmeyecekle­rinden korkmayı şart koşmuştur. Nu'man da şâzz bir görüşte bulunup, «Hulû' erkeğin kadını sıkıştırması neticesinde de olsa, caizdir» demiştir. Ak­la gelen şudur ki, fidye verme yetkisi kadına, erkeğe verilen boşama yetkisi karşılığında verilmiştir. Zira erkeğe, kadınla geçinemediği zaman onu boşa­ma yetkisi verilince, kadına da, erkekle geçinemedği zaman fidye karşılığın­da boşanma yetkisi verilmiştir. Buna göre hulû' hakkında -hiçbir şekilde caiz olmadığı, bütün hallerde caiz olduğu, kadının ancak zina işlediği görülünce, caiz olduğu, erkek ile kadının Allah'ın kanunlarına riayet etmeyeceklerinden korkulduğu zaman caiz olduğu ve kadının erkek tarafından sıkıştırılmaması şartıyla caiz olduğu olmak üzere- beş görüş ortaya çıkmış olur ki en meşhur­ları bu son görüştür. [31]

 

4. Hulû' u Kabul Edebilecekler

 

Hangi kadın veyahut velisi hulû'u kabul edebilir, hangisi edemez mes'elesine gelince: Cumhur arasında reşid olan kadının hulû'u kendi adına kabul edebildiğinde ve cariyenin de -efendisinin izni olmaksızın- kendi adı­na hulû'u kabul edemediğinde ihtilâf yoktur. Sefih olan kadın ise -velisinin izni olmaksızın- sefihin hacir altında olduğunu söyleyenlere göre kendi adı­na hulû'u kabul edemez. îmam Mâlik «Baba, küçük kızını nasıl evlendirebi-liyorsa, onun adına hulû'u da kabul edebilir» demiştir. İmanı Mâlik'e göre baba, küçük olan oğlu adına da hulû' yapabilir. Çünkü ona göre baba, küçük olan oğlunun karısını boşayabilir. îmam Ebû Hanife ile İmam Şafii ise «Ba­ba, küçük olan oğlu adına hulû' yapamaz» demişlerdir. Çünkü -Allah bilir-onlara göre baba küçük oğlunun karısını boşayamaz. Hasta olan kadının da, mirasından kocasına düşecek hisse miktarı üzerine kocası ile hulû' yapması -İmam Mâlik'e göre- caizdir. İbn Nâfi de İmam Mâlik'ten, hasta olan kadının, malının üçte biri üzerine hulû' yapabildiğini rivayet etmiştir. İmam Şafii de «Eğer hasta olan kadın, mehr-i mislinin miktarı üzerine hulû' yaparsa caizdir ve hulû' bedeli malının tamamından çıkar. Şayet hulû' bedeli mehr-i mislinden fazla ise, fazla olan miktar malının üçte birinden çıkar» demiştir. Vasi ve velisi bulunmayan sahipsiz kadın hakkında ise, Îbnii'l-Kasım «Emsalinin yaptıkları hulû' bedeli kadar bir bedel üzerine hulû' yapması caizdir» der. Cumhur, vesayet ya da velayet altında olmayan kadın-n bizzat hulû' yapma­sına cevaz verir. Hasan Basrî ile İbn Sîrin ise, şâzz bir jörüşte bulunup, «Ha-kim'in izni olmaksızın hulû' yapması caiz değildir» demişlerdir. [32]

 

C- Hırfû'un Talâk veya Fesih Oluşu

 

Hulû'un boşanma mı, nikâhın bozulması mı olduğu hakkındaki ihtilâfa gelince: Ulemanın cumhuru hulû'un boşanma olduğu görüşündedir. İmam Mâlik de buna katılır. İmam Ebû Hanife ise, hulû' ile feshin aynı şey oldukla­rını söylemiştir ki, İmam Ahmed ile İmam Dâvûd.ve ashabtan da İbn Abbas buna katılır. İmam Şafii'den de, hulû' kelimesinin kinaye olup onunla boşan­ma kastedildiği zaman boşanma, boşanma kastedilmediği zaman fesih, yani nikâhın bozulması olduğu görüşü rivayet olunmuştur. İmam Şafii'nin, kavl-i cedidinde mutlaka nikâhın bozulması olduğunu söylediği de rivayet olun­muştur. İhtilâfın faydası şudur: Eğer hulû1 boşanma ise onunla talâkların sa­yısı azalmış olur, eğer nikâhın bozulması ise azalmayıp olduğu gibi kalır.

Hulû'un boşanma olduğunu söyleyenlerin cumhuru, onu kesin boşan­ma kabul etmişlerdir. Çünkü hulû'dan sonra eğer, kadının iddeti daha bitme­mişken kocası onu tekrar nikâhı altına döndürebilirse, o zaman kadının kur­tuluş fidyesi vermesinde mânâ kalmaz. Ebû Sevr de «Eğer hulû' boşama laf­zıyla vaki olmazsa, kocası onu döndüremez, eğer boşama lafzıyla olursa döndürebilir» demiştir.

Hulû'un boşanma olduğunu söyleyenler, «Nikâhın bozulması kocanın nzası hilâfına olan bir şeydir. Hulû'u ise, koca kendi rızasıyla yapar. Şu halde hulû', nikâhın bozulması değildir» demek suretiyle ihticac etmişlerdir. Diğerleri de «Cenâb-ı Hak "Boşanma iki defadır" dedikten sonra hulû'u anlat­mış ve ondan sonra da «Bundan sonra kadım boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helâl olmaz» buyurmuştur. Bunlara göre nikâhların bozulması da, satışların bozulması gibi tarafların rızasıyla olabi­lir. Karşı taraf da «Ayetin hulû'dan da söz etmesi, hulû'un boşanmadan başka bir şey olduğunu bildirmek için değil, boşanmanın, kadının fidye vermek su­retiyle de olabildiğini ifade etmek içindir» demişlerdir.

Şu halde ihtilâfın sebebi, kan ile kocanın birbirinden aynlmalan-nın bedel mukabilinde oluşu, bu ayrılmayı boşanma şeklinden çıkanp nikâ­hın bozulması şekline sokup sokmadığında ihtilâf etmeleridir. [33]

 

D- Hulû'un Sonuçlan

 

Hulû'un sonuçlan çoktur. Biz bunlardan sadece meşhur olanlannı an­latmaya çalışacağız. Bu hükümlerden biri şudur: Hulû' yolu ile kocasından aynlan kadın boşanmış olur mu, yani kocası onu hulû1 ettikten sonra ona,

 «Sen boşsun» veyahut «Benden boş ol» dediği taktirde, kadın nikâhı bozulan kadının hükmünden çıkıp boşanan kadının hükmüne girer mi diye ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik «Eğer kendisini hulû' ettikten hemen sonra, onu boşamazsa, boşanmış olmaz» demiştir. îmam Şafii «He­men sonra da onu boşasa, yine de boşanmış olmaz» demiştir. îmam Ebû Ha­nife ise «Boşanmış olur» demiş ve hemen sonra ile çok sonra arasında ayınm yapmamıştır.

Bu ihtilâfın sebebi şudur: Birinci gruba göre iddet, aynlmadan doğan bir hükümdür. îmam Ebû Hanife'ye göre ise evlenmeden doğan bir hükümdür. Bunun içindir ki îmam Ebû Hanife'ye göre, karısını kesin olarak boşayan kimse, kadının iddeti bitmedikçe onun kızkardeşiyle evlenemez.

Biri de şudur: Karısını boşayan kimse, birinci ve ikinci defada kadının iddeti daha bitmemişken, ondan muvafakat almaksızın onu tekrar nikâhı al­tına alabildiği halde, karısı ile hulû' eden kimsenin, kadının iddeti esnasında onu tekrar nikâhı altına alamadığında ulemanın cumhuru müttefiktirler. An­cak Said b. el-Müseyyeb ile îbn Şihab'dan «Eğer kadından aldığını, iddet es­nasında geri verirse, şahidler huzurunda onu tekrar nikâhı altına alabilir» de­dikleri rivayet olunmaktadır. Yukanda Ebû Sevr'den naklettiğimiz aymm ise, hulû'un boşanma lafzıyla yapılıp yapılmadığı halleri arasında idi.

Biri de şudur: Cumhur müttefiktir ki, karısıyla hulû1 eden kimse, kadı­nın iddeti henüz bitmemişken onunla yeni bir evlenme akdiyle birlik kurabi­lir. Ancak sonraki ulemadan bir cemaat, «İddet esnasında bu kadınla ne ken­disi, ne de başkası evlenemez» demiştir. Bu ihtilâfın sebebi de, henüz iddeti bitmeyen kadınlarla evlenmenin yasaklığı taabbüdi bir emir midir, yoksa bir sebebi var mıdır diye ihtilâf etmeleridir.

Hulû' edilen kadının iddetinde de -geleceği üzere- ihtilâf vardır.

Karı ile kocanın hulû1 bedelinde anlaşmazlığa düşüp de şahidleri bu­lunmadığı zaman, hangisinin sözü dinlenir konusunda da ihtilâf etmişlerdir, îmam Mâlik «Söz erkeğin sözüdür», îmam Şafii ise, «Her ikisi de yemin ederler ve kadına mehr-i misil lazım gelir» demiştir. İmam Şafii, kan ile ko­canın bu anlaşmazlığını alıcı ile satıcının satış bedelindeki anlaşmazlıklarına kıyas etmiş, İmam Mâlik de «Kadın davalıdır, erkek davacıdır» demiştir.

Bu babın birçok mes'eleleri daha varsa da buradaki maksadımıza yara­yacak mes'elelerden değillerdir. [34]

 

4.Talâk ile Fesih'in Farklılığı

 

Talâk, kadını boşamak demek olduğu için onunla talâklann sayısı aza­lır. Fesih ise nikâhı bozmak demek olduğu için onunla talâklann sayısı azal­mış olmaz. Bunun için İmam Mâlik bu iki şeyi birbirinden ayırdederken kendisinden değişik iki görüş rivayet olunmuştur. İmam Mâlik bu rivayetlerin birisine göre .-kadının kendi başına evlenmesi veyahut ihramda olan bir kim­senin evlenmesi gibi- kendisince caiz olmayan ve fakat başkaları tarafından caiz görüldüğü meşhur olan bir evlenmede, «Koca ile kannm birbirinden ay-nlmalan talâktır, fesih değildir», birisine göre de, «Bu hususta, kan ile koca­nın birbirinden ayrılmalarını gerektiren sebebe bakılır. Eğer sebeb -henüz iddeti bitmeyen bir kadının veyahut iki süt kardeşin birbirleriyle evlenmesi gibi sürdürülmesi caiz olmayan evlenmelerde olduğu gibi- kan-kocayla ilgi­li değilse, bu kan ile kocanın birbirinden ayrılmaları fesihtir, talâk değildir. Eğer sebeb -kan ile kocadan birinde bir ayıbın bulunması sebebiyle bozulan evlenmelerde olduğu gibi- kan-kocayla ilgili ise, birbirinden aynlmaları talâktır, fesih değildir» demiştir. [35]

 

 

5. Temlîk ve Tahyîr Boşamaları

 

Boşanmanın birer çeşidi de -birtakım özel hükümleri bulunduğu için-temlik veya tahyir yolu ile vuku' bulan boşamalardır. İmam Mâlik'ten gelen meşhur rivayete göre temlik ile tahyir birbirinden ayrı şeylerdir. Zira ona gö­re temlik, erkeğin, boşama yetkisini kadına vermesidir. Bu ise, kadının ken­dini bir talâk ile de, birden çok talâklarla da bosayabileceği demektir. Bunun içindir ki, kadın kendini üç talâk ile boşadığı zaman, kocası ona «Ben sana ancak bir talâk ile boşama yetkisi vermiştim» diyebilir. Fakat tahyir öyle de­ğildir. Çünkü tahyir, erkeğin kadına, «Sen muhayyersin. İstersen nikâhım al­tında kal, istersen boşan» demesidir. Bu ise -eğer «Sen muhayyersin. İster­sen nikâhım altında kal, istersen bir veya iki talâk ile boşan» gibi kayıtlı bir tahyir olmazsa «Hesabına geliyorsa nikâhım altında kal, gelmiyorsa benden kurtul, git» demektir ki, bu da ancak kesin boşanma ile olur. Şu halde mutlak tahyirde -İmam Mâlik'e göre- kadın kendini bir veya iki talâk ile boşayamaz. Ya kocasının nikâhı altında kalmayı tercih eder ya da kesin olarak, yani üç talâk ile kendim boşamak zorundadır.

Boşanma yetkisi kendisine temlik edilen kadın, eğer hemen kendim boşamazsa -İmam Mâlik'ten gelen bir rivayete göre- kendisiyle kocası bu­lundukları yerde birbirinden ayrılıncaya kadar boşayabilir- bir rivayete göre de kendisi bu yetkiyi geri vermedikçe ne zaman isterse, kullanabilir. İmam Mâlik'e göre temlik ile tevkil (vekâlet verme) arasında da fark vardır. Tevkil­de, kadın henüz kendini boşamamışken kocası onu vekaletinden azledebilir. Fakat temlik öyle değildir.

İmam Şafii'ye göre ise, «Sen muhayyersin» ile «Senin yetkin senin elindedir» sözleri arasında fark yoktur ve eğer bu sözlerle talâk feshedilmez­se, ikisi de talâk değillerdir. Ancak eğer bunlarla talâk kastedilirse, bir talâk kastedildiği zaman bir talâk, üç talâk kastedildiği zaman üç talâk olurlar. Şu halde İmam Şafii'ye göre eğer bir kadın, kocasının kendisine bu iki sözden birini söylemesi üzerine kendini boşarsa, kocası -ister ona birinci sözü, ister ikinci sözü söylemiş, yani ister tahyir, ister temlik yapmış olsun- ona «Ben bu sözümle boşanmanı kasdetmemiştim» diyebildiği gibi, «Üç talâk ile bo­şanmanı kasdetrnemiştim» de diyebilir. Kadın da -kendini üç talâk ile boşamış olsa bile- ric'î talâk ile boşanmış sayılır. Kadın, temlik suretinde İmam; Mâlik'e göre de böyledir.

İmam Ebû Hanife ile tabileri ise, «Tahyir diye bir şey yoktur. Ancak temlik vardır ve temlikte eğer kadın, kendini bir talâk ile dahi boşasa, kesin olarak boşanmış olur» demişlerdir.

Süfyan Sevrî de «Tahyir ile temlik aynı şey olup aralarında fark yok­tur» demiştir.

Kimisi de «Temlikte, talâkların sayısı hakkında söz kadının sözüdür. Erkek 'Ben, üç talâk ile boşanmanı kasdetmemiştim' diyemez» demiştir. Bu söz de Hz. Ali (r.a.)'den rivayet olunmuştur. Zührî ile Atâ da buna katılır.

Kimisi de «Temlikte kadın, kendini ancak bir talâk ile boşayabilir» de­miştir. Bu da İbn Abbas ile Hz. Ömer (r.a.)'den rivayet olunmuştur. Rivayet olunduğuna göre bir adam îbn Mes'ud'un yanma gidip «Benimle eşim arasında -her ailede olduğu gibi- bir münakaşa oldu. Eşim bana,

'Ah, senin elinde olan yetki benim elimde olaydı, ben ne yapacağımı bilirdim' dedi. Ben de,

'Haydi, senin elinde olsun' dedim. Bana,

'Öyle ise benden üç talâk ile boşsun, dedi' demiştir. İbn Mes'ud «Ka­naatimce bu, bir talâktır ve kadının iddeti bitmeden onu nikâhın altına dön­dürebilirsin. Bununla beraber, Emîru'l-Mü'minîn Ömer'i görüp ona sorma­dan kesin bir cevap vermiş olmayayım» demiş ve gidip durumu Hz. Ömer'e anlattığımda, Hz. Ömer, «Cenâb-ı Allah -erkekler aceleci değillerdir diye-boşama yetkisini erkeklere vermiştir. Onlar da tutup, Allah'ın kendilerine verdiği bu yetkiyi kadmlann eline verirler. Kadının ağzına toprak girsin. Sen ne dedin?» demiştir. İbn Mes'ud «Ben 'Bu, bir talâktır. Kadının iddeti bitme­den onu nikâhın altına döndürebilirsin' dedim» demiştir. Hz. Ömer «Ben de öyle diyorum. Eğer böyle dememiş olsaydın, kanaatimce isabet etmiş ol­mazdın» demiştir.

Kimisi de «Temlik olsun, tahyir olsun, ikisi de hükümsüzdürler. Zira şeriatın yalnız erkeklere verdiği bir yetkiyi, herhangi bir kimsenin kadına vermesiyle kadın o yetkiye sahip olamaz» demiştir. Bu da Muhammed b. Hazm'm görüşüdür.

İmam Mâlik'in temlikte «Kadın, erkekle birlikte oturduğu meclisten kalkmadıkça kendini boşayabilir» sözü, aynı zamanda İmam Şafii, îmam Ebû Hanife, Evzâî ve İslâm fukahası cumhurunun da görüşüdür.

İmam Şafii'ye göre temlik de vekalet gibidir. Kadın, kendini boşama-dıkça erkek istediği zaman onu azledebilir.

Bu ihtilâfın sebebi, Cumhûr'un, temlik ve tahyir ile boşanma yet­kisinin kadına verilebildiğine hükmetmesinin sebebi, Peygamber (s.a.s) Efendirmz'in kevndi kadınlarım bu hususta muhayyer kıldığının sabit olması­dır. Hz. Âişe «Peygamber (s.a.s) Efendimiz bizi, nikâh: altında kalmakla boşanmak arasında muhayyer kıldı. Biz nikâhı alttnda kalmayı tercih ettik» [36]demiştir. Fakat Zahirîler «Bu, o demek değildir ki^eğer kendileri boşanmayı tercih etmiş olsalardı boşanmış olacaklardı. Hz. Âişe bu sözü ile 'Eğer biz boşanmayı tercih etseydik Peygamber (s.a.s) Efendimiz bizi boşayacaktı* demek istemiştir» demişlerdir.

Cumhûr'un temlik ile tahyir arasında fark görmeyişinin sebebi de şu­dur: Çünkü herhangi bir kimse bir diğerine bir şey hakkında yetki verdiği za­man, o kimse o şeyi yapıp yapmamakta muhayyer olduğu için, örf-i lisanda o kimse o şey hakkında muhayyer kılınmıştır demektir. Tahyiri temlikten ayı­ran İmam Mâlik ise, «Çünkü Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, kadınlarını muhayyer kılmasından, onların kesin olarak kendisinden aynlmalanna razı olduğu anlaşıldığı için, tahyirin, şeriat örfünde kesin boşanma demek oldu/ ğunda zahirdir» demiştir.

îmam Mâlik'in temlikte «Erkek kadına 'Ben boşanmanı kasdetmemiş­tim' diyemez» demesinin sebebi de, temlikin, boşanma yetkisini kadına ver­mek mânâsında zahir oluşundan İmam Şafii ise -kendisine göre temlik lafzı boşanmada has olmadığından- erkeğin niyetine itibar etmiştir. Şu halde ara-lanndaki bu ihtilâfın sebebi, lafzın zahiri ile niyet konusundan hangisini ter­cih etmekte ihtilâf etmeleridir. İmam Şafii tahyir lafzında da aynı görüşe sa­hiptir.

Temlikte, erkeğin üç talâk ile boşanmayı inkâr edebildiğinde ittifak et­melerinin sebebi de, temlik lafzının -talâk sayısında zahir olması şöyle dur­sun- muhtemel bir delâlet ile dahi muayyen bir sayıyı göstermeyişidir.

îmam Mâlik ile İmam Şafii'nin «Erkeğin, kadına boşanma yetkisini vermesi üzerine kadının kendini boşaması, ric'î talâktır» demelerinin sebebi de «talâk» dendiği zaman, ondan şeriat örfündeki mânâsının ani aşılmasıdır ki o da sünnî talâktır. îmam Ebû Hanife ise «Eğer erkek bir daha onu nikâhı altına dondürebiliyorsa, o zaman ona boşanma yetkisini vermesinde bir mânâ kalmaz» diyerek, «Şayet kadın kendini bir talâk ile dahi boşasa, üç talâk ile boşanmış sayılır» demiştir.

«Temlikte kadın kendini üç talâk ile boşayabilir ve erkek, 'Ben üç talâk ile boşanmanı kasdetmemiştim' diyemez» diyenlere gelince, onlara göre temlikin mânâsı, erkeğin, elinde bulunan her çeşit boşama yetkisini kadına vermesi demektir. Şu halde kadın da hangisini yapmak isterse yapabi­lir.

«İster temlik, ister tahyir olsun, ikisi de birer talâktırlar» diyenler de, hem kelimeyi delâlet ettiği mânânın en azına hamletmiş, hem de erkekler hakkında titizlik göstermişlerdir. Zira kadınlar bir taraftan akılları noksan olduğu ve geçimsizlik yaptıkları, bir taraftan da şehvetleri galib olduğu için boşama yetkisi onlara verilmeyip erkeklere verilmiştir.

Fukahanm cumhuru, «Temlikte olsun, tahyirde olsun, kadın kendini boşamayıp kocasının nikâhı altında kalmayı tercih ettiği zaman, boşanmış olmaz» diye müttefik iseler de, Hasan Basrî'den «Kadın kocasını istediği za­man bir talâk ile, kendini boşadığı zaman ise üç talâk ile boşanmış olur» diye söylediği rivayet olunmuştur. Buna göre bu mes'ele hakkında üç değişik gö­rüş bulunmuş olur:

1- İster temlik, ister tahyir olsun, ikisi de hükümsüzdür.

2- İster temlik, ister tahyir olsun, ikisiyle de boşanma vaki olur.

3- Tahyirde kadın, kesin boşanma yetkisine, temlikte ise, ric'î talâk ile boşanma yetkisine sahib olur. Kesin boşanma yetkisine sahib olur dediği­mizde de, kimisi «Bir talâk ile», kimisi «Üç talâk ile boşanabilir» demiştir. «Bir talâk ile boşanabilir» diyenlerden de kimisi, «O bir talâk ric'îdir», kimi­si «Kesindir» demiştir.

Temlik veyahut tahyir edilen kadının cevap olarak kullandığı boşanma deyimlerinin ahkâmı ise, kendileriyle boşanma vâki olan deyimlerin ahkâmıyla ilgilidir ki, bu deyimler de -sarih, açık kinaye ve muhtemel kinaye olmak üzere- üç kısım olup buna dair tafsilat boşanma deyimleri bahsinde gelecektir. [37]

 

80. Talâk'ın Rükünleri

 

Bu bölümde,

1- Boşanma hangi deyimlerle olur ve şartlan nelerdir?

2- Hangi erkek karısını boşayabiîir, hangisi boşayamaz?

3- Hangi kadın boşanabilir, hangisi boşanamaz? diye, üç bab bulun­maktadır. [38]

 

1.. Talâk Deyimleri ve Şartlan

 

Bu bab da -mutlak boşanma deyimlerinin çeşitleriyle şartlı boşanma deyimlerinin çeşitleri olmak üzere- iki fasıldır. [39]

 

A- Talâk'm Mutlak Deyimleri

 

1. Sarih İfadeler

 

îslâm uleması, kişinin karısını boşamak kasdıyla sarih olan boşanma deyimlerini kullandığı zaman karısının boşandığında müttefik iseler de, bo­şanma kasdıyla ve fakat sarih olmayan bir deyim kullanmakla ya da ağızla hiçbir şey soylemeksizin yalnız boşanmayı kasdetmekle veyahut boşanma kasdedilmeksizın sadece boşanma deyimlerini kullanmakla kadının boşanıp bosanmadığında ihtilâf etmişlerdir. Hem kasıt, hem sarih deyimleri şart ko­şanlar şeriatın zahirine uymuşlardır. Boşanma mânâsında sarih olmayıp bu mânâda zahir olan kinaye deyimleri de sarih deyimler gibi kabul edenler keza şeriatın zahirine uymuşlardır. Boşanmayı, adak ile yemin etmeye kıyas edenlerle, şüphe ve ihtimale yer verenler ise, kasıt ile telaffuzun ikisini şart koşmayıp, birinci grup «Kişi ağzıyla bir şey söylemese bile, yalnız karısının boşanmasını kasdetmesiyle», İkinci grup da «Karısının boşanmasını kasdet-mese bile, yalnız boşanma deyimini kullanmasıyla karısı boşanmış olur» de­mişlerdir.

Ulema, mutlak boşanma deyimlerinin -sarih ve kinaye olmak üzere-iki çeşit olduğunda müttefik iseler de, sarih nedir, kinaye nedir, bunların hü­kümleri nelerdir ve bunlardan ne lâzım gelir diye ihtilâf etmişlerdir. Biz bun­lardan sadece meşhur ve ana kaide mesabesinde olanları anlatmaya çalışaca-giz.

İmam Mâlik ile tabileri «Sarih, yalnız 'talâk' deyimidir. 'Talak'dan başka bütün deyimler kinayedirler» demişlerdir. Kinaye de İmam Mâlik'e göre -zahir kinaye ve muhtemel kinaye olmak üzere- iki kısımdır. İmam Ebû Hanife de buna katılır. îmam Şafii ise «Boşanmanın sarih olan deyimleri -'Talak', 'Sirah' ve 'Firak' olmak üzere- üç kelimedir. Zira bu her üç kelime de Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir» demiştir. Zahirîlerden kimisi de, «Bu üç kelimeden başka bir şeyle kadın boşanainaz» demiştir. Boşanmanın sarih olan deyimleri hakkındaki ihtilâf işte bu kadardır.

«Talâk» deyiminin sarih olduğunda ittifak etmelerinin sebebi, bu de­yimin şeriat örfünde boşanmaya vaz'edilmiş olmasıdır. Bunun içindir ki talâk kelimesi boşanma babında bir ana kelime olmuştur. 'Firak' ve 'Sirah' lafızlarında ise, şeriatın bir tasarrufu olup olmadığında, yani bu iki kelime şeriat örfünde talâktan anlaşılan mânâya delâlet ederler mi, yoksa hâlâ eski sözlük mânâlarım ifade ederler de, şer'î mânâda kullanıl m alan mecaz yoluy­la mıdır diye tereddüt edilmesidir. Çünkü, mecaz yoluyla şer'î mânâyı ifade eden kelimeler kinayedirler.

-«Bu üç kelimeden başka deyimlerle kadın boşanamaz» diyenler ise, «Çünkü şeriatte sadece bu üç kelime geçmiştir. Şeriatın bütün emirleri de bi­rer taabbüd olduğuna göre şeriatte geçen, lafızlardan başka deyimlerle icra edilemezler» demişlerdir.

Boşanmanın sarih deyimlerinin hükümleri hakkındaki ihtilâfa gelin­ce: Bunda da iki meşhur mes'ele vardır. İmam Mâlik, İmam Şafii ve İmam Ebû Hanife bu mes'elelerin birinde ittifak, diğerinde ihtilâf etmişlerdir.

İttifak ettikleri mes'ele şudur: Karısını sarih bir deyimle boşadıktan sonra; «Ben bununla karımın boşanmasını kasdetmedim» diyen kimsenin sözü kabul olunmaz. Meselâ adam eğer karısına hitaben, «Sen boşsun» de­miş ise -îmam Şafii'ye göre talâk kelimesini kullanmayıp onun yerine firak yahut sirah kelimelerinden birini dahi kullanmış ise, «Benim maksadım ka­rımı boşamak değildi» demesi bir şey ifade etmez, karısı kendisinden boşanmıştır. Ancak Mâlikîler «Eğer adamın doğru söylediğini gösteren bir karine varsa, adamın sözü kabul olunur» diye bir istisna yapmışlardır. Buna göre eğer birisi karısına bir hizmet teklifinde bulunurken karısı ona, «Benim işim vardır» der ve o da «Sen boşsun» dedikten sonra, «Bunu söylemekle benim maksadım onu boşamak değildi. 'Senin işin yoktur' demek istedim» dese, sözü kabul olunur. Çünkü burada, doğru söylediğini gösteren bir karine var­dır. Kısacası mes'ele şudur: îmam Şafii ile İmam Ebû Hanife'ye göre boşan­manın sarih deyimleri niyete muhtaç değillerdir. Bunun içindir ki adamın, «Benim maksadım karımı boşamak değildi» demesi onlarca bir şey ifade et­mez. İmam Mâlik'e gelince: Her ne kadar kendisi, boşanmanın sarih deyim­lerini de niyete muhtaç görmüş ise de -burada olduğu gibi- adamın yalan söy­lediği şüphesi kuvvetli olan yerlerde -kötülük kapısını kapatmak için-, «Sö­zünün kabul olunmaması gerekir» demiştir. îmam Şafii ile İmam Ebû Hanife onun bu görüşüne katılmamışlardır. Buna göre, sarih deyimleri niyete muh­taç gören ve fakat şüphelerle hükmetmeyen kimselerin ise adamın sözünü kabul etmeleri gerekir.

ihtilâf ettikleri mes'ele de şudur: Karısına «Sen boşsun» dedikten son­ra «Ben bununla iki veyahut üç talâk kasdettim» diyen kimsenin bu sözü ka­bul olunur mu, olunmaz mı? İmam Mâlik «Kaç talâk kasdetmişse, o kadar lâzım gelir» demiştir. îmam'Şâfii de onun bu görüşüne katılmıştır. Ancak İmam Şafii «Eğer adam 'Sen bir talâk ile boşsun' dediği halde 'Ben bununla iki veyahut üç talâk kasdettim' dese, kabul olunmaz» demiştir. İmam Şafii'nin tabileri onun bu sözünü ihtiyar etmişlerdir. İmam Ebû Hanife ise «yalnız 'Sen boşsun' lafzıyla üç talâk vaki olmaz. Zira müfred olan bir lafız, ne sarahaten, ne de kinâyeten sayıyı ihtiva etmez» demiştir.

Bu ihtilâfın sebebi, lafızsız bir niyetle boşanma vaki olur mu, yoksa niyetle birlikte muhtemel manâlı bir lafız da mı gerekir diye ihtilâf et­meleridir. «Lafızsız bir niyetle de boşanma vaki olur» diyenler, «Üç talâk kasdedilirse üç talâk vaki olur» demişlerdir. «Niyetle birlikte muhtemel bir lafız da gerekir» diyen ve «talâk» lafzının sayıyı da taşıdığını söyleyenler de keza böyle demişlerdir. «Niyetle birlikte muhtemel manâlı bir lafız da gere­kir. Talâk lafzı ise sayı mânâsını taşımıyor» diyenler ise, «Üç talâkı kasdetse bile, üç talâk vaki olmaz» dernişlerdir. Bu mes'ele, boşanma şartlan hakkın­daki mes'elelerden biri olup boşanma lafzıyla birlikte boşanma kastı da şart mıdır, yoksa, niyet ile lafızdan her biri, tek başına kâfi midir diye ihtilâf ettik­leri bir mes'eledir. îmam Mâlik'ten gelen meşhur rivayete göre, boşanma an­cak lafız ve niyetle vaki olur ki, îmam Ebû Hanife de buna katılır. îmam Mâlik'ten, boşanmanın niyetsiz bir lafızla da vaki olduğu rivayet olunmuş­tur. İmam Şafii'ye göre ise, boşanmanın sarih lafzı, niyete muhtaç değil­dir.

«Yalnız niyet kâfidir» diyenler. Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,

«Amellerin değeri ancak niyetlere göredir» hadisiyle istidlal etmişlerdir. Lafızsız niyete değer vermeyenler ise, Pey­gamber (s.a.s) Efendimiz'in

«Ümmetimden, yanlışlıkla ve unutarak işledikleri ve ikrahın sorum-luluğu kalkmıştır» [40] hadisi ile ihticac etmişlerdir. Çünkü lafızsız niyet, sırf kalbten geçen bir şeydir. Bunlar «Yukandaki hadiste amelin değeri için niyetin şart koşulmasından, yalnız niyet kâfidir, diye anlaşılmaz» demişler­dir.

îmam Mâlik'in mezhebinde, bir kimse kendisiyle gerdeğe girdiği kansim bedelsiz olarak boşamak istediğinde eğer ona «Seni boşadım» derken, bununla kadının üç talâk ile boşanmasını kasdederse üç talâk vaki olur mu, olmaz mı diye ihtilâf edilmiştir. Kimisi «Vaki olur» kimisi «Vaki olmaz» de­miştir. Bu da, boşanmanın sarih elfazmm hükümleriyle ilgili olan mes'ele-lerden biridir. [41]

 

2. Sarih Olmayan ifadeler   

 

Boşanmanın sarih olmayan deyimlerine gelince: îmam Mâlik'e göre bu deyimlerden bazıları açık, bazıları muhtemel kinayelerdir, İmam Mâlik'in açık kinayeler hakkındaki görüşü, sarih deyimler hakkındaki görü­şü gibidir. Yani eğer adamın doğru söylediğini gösteren bir karine bulun­mazsa, açık kinayelerde de -sarih deyimlerde olduğu gibi- kişinin «Ben bo­şanmayı kasdetmedim» sözü kabul olunmaz. îmam Mâlik'e göre açık kina­yelerde, eğer boşanan kadın kendisiyle gerdeğe girilmiş ise, üçten aşağı talâk iddiası da kabul olunmaz. Ancak eğer kadın, bedel mukabilinde, yani hulû' yoluyla boşanmış ise, o zaman kabul olunur. Çünkü hulû' -bir talâk ile dahi olsa- kesin boşanma demektir. Kendisiyle gerdeğe girilmemiş olan kadınlar hakkında ise, açık kinayelerde üçten aşağı talâk iddiası kabul olunur. Çünkü kendisiyle gerdeğe girilmemiş olan kadınların boşanması -kaç talâk ile olur­sa olsun- kesindir. Açık kinayeler «Senin ipin senin omuzundadır», «Sen ke­sin olarak benden boşsun» ve «Sen kocasızsın» gibi deyimlerdir.

İmam Şafii'ye göre ise açık kinayelerde kişinin niyetine başvurulur. Eğer niyeti boşanma ise, boşanmadır, niyeti üç talâk ise üç talâktır, bir talâk ise bir talâktır. Kısacası kişi ne dese» kabul olunur. İmam Ebû Hanife de aynı görüştedir. Ancak onun prensibine göre eğer kişi, bir veya iki talâkı kasdetse, bir kesin talâk vaki olur. Eğer boşanmayı gösteren bir karine bulunduğu hal­de adam, «Ben boşanmayı kasdetmedim» dese, kabul olunmaz. Meselâ, ka­rısıyla boşanma hususunu müzakere ederken bir açık kinaye kullanması, bo­şanmayı kasdettiğini gösteren bir karinedir. İmam Ebû Hanife -dört deyim­den başka- bütün açık kinayelerde bu karine bulunduğu zaman boşanmaya hükmeder. Bu dört deyim de «İpin omuzun üzerindedir», «İddetinin süresini bekle», «Temizlen» ve «Benden örtün» deyimleridir. Çünkü İmam Ebû Ha-nife'ye göre bu deyimler açık kinaye olmayıp muhtemel kinayelerdir.

Muhtemel kinayelere gelince: İmam Mâlik'e göre muhtemel kinaye­lerde -İmam Şafii'nin açık kinayelerde dediği gibi- kişinin niyetine başvuru­lur. Fakat cumhur onun bu görüşüne katılmayıp, «Muhtemel kinayelerle bo­şanma kasdedilse bile, vâki olmaz» demiştir.

Şu halde açık kinayeler hakkında üç görüş bulunmaktadır. Bir görüşe göre mutlaka kişinin niyetine başvurulur ki, İmam Şafii bu görüştedir. Bir görüşe göre, doğru söylediğini gösteren bir karine bulunmadıkça kişinin la­fına bakılmaz ve boşanmaya hükmedilir. Bu görüş de İmam Mâlik'indir. Bir görüşe göre de, kişinin -yalan söylediğini gösteren bir karine bulunmadığı zaman- niyetine başvurulur. Bu da İmam Ebû Hanife'nin görüşüdür.

" İmam Mâlik'in mezhebinde ihtilâf edilen birtakım mes'eleier daha var­dır ki o mes'eleler de -kinaye açık mı, muhtemel mi, kinayenin boşanmaya delâleti kuvvetli mi, zayıf mı diye tereddüt edildiği için- ihtilâf edilmiştir. Bu ihtilâfların hepsi buradaki ana kaidelerle ilgilidir.

İmam Mâlik'in, açık kinayelerde «Kişinin 'Ben boşanmayı kasdetme-miştim' sözü kabul olunmaz» demesinin sebebi: Çünkü gerek şeriat ve ge­rekse lisan örfü bu adamın yalan söylediğine tanıklık etmektedirler. Zira halk bu deyimleri kullanırken, çoğunlukla -aksini gösteren, bir karine bulun­madıkça- boşanmayı kasdederler. İmam Mâlik'in «Açık kinayelerde üçten aşağı talâk iddiası da kabul olunmaz» demesinin sebebi ise: Çünkü bu deyimlerin zahirinden kesin boşanmanın kasdedildiği anlaşılmaktadır. Kesin boşanma da -İmam Mâlik'in meşhur görüşüne göre-: ya hulû' ya üç talâk ile olur. Buradaki boşanmada kadından bir şey alınmadığına göre bu boşanma hulû' değildir. Şu halde elde üç talâk kalır ki, o da ancak kendisiyle gerdeğe girilmiş olan kadın hakkında mümkündür.

İmam Şafii de «Boşanmanın sarih deyimlerinde üçten aşağı talâk iddi­asının kabul olunduğunda icma' bulunduğuna göre, kinayelerde bu iddianın kabul olunması evleviyetle lazım gelir. Çünkü sarihin delaleti kinayenin delâletinden daha kuvvetlidir» diye delil getirmiştir. Mâlikiler de «Talâk laf­zı, her ne kadar boşanmada sarih ise de, üç talakta sarih değildir» deseler, herhalde yerinde "olur. İmanı Şafii'nin bir delili de yukarıda geçen Rükâ-ne'nin hadisidir ki, Hz. Ömer de «Senin ipin senin boynundadır» kinayesi hakkında aynı şeyi söylemiştir.

Açık kinayelerde «Eğer kişi üçten az talâk kasdederse, ric'î boşanma olur» diyen İmam Şafii'nin delili yukarıda- geçen Rükâne'nin hadisidir. «Açık kinayelerde boşanma kesindir» diyen İmam Ebû Hanife de: «Çünkü açık kinaye ile -üç talâk kasdedilsin, edilmesin- evlilik bağının büsbütün iza­lesi kasdolunıır. Uç talâk ise bundan zaid bir mânâdır» demiştir.

Bu ihtilâflarının s e b e b i, 'Niyet mi lisan örfünden, yoksa lisan örfü mü niyetten önce gelir? Şayet lisan örfü önce geliyorsa, yalnız evlilik bağının çözülüşünü mü, yoksa onunla birlikte üç talâkı da mı ifade eder?' di­ye ihtilâf etmeleridir. «Niyet önce gelir» diyenler, «Mutlak kinaye ile kesin boşanma vaki olmaz» demişlerdir. «Açık olan lisan örfü önce gelir» diyenler ise, niyete iltifat etmişlerdir.

Bu babın ta ashab devrinden beri ihtilâf edegeldikleri mes'elelerinden biri de TAHRİM, yani «Kişinin karısına 'Sen bana haramsın' dediği zaman bu söz neye hamledilir?» mes'elesidir. İmam Mâlik, yukarıda geçen, açık kinayeler hakkındaki görüşüne kıyasen burada da, «Kendisiyle gerdeğe gi­rilmiş olan kadın hakkında1 kesin boşanmaya, yani üç talâka hamledilir. Ken­disiyle gerdeğe girilmeyen kadın hakkında da kişinin niyetine bakılır» de­miştir ki bu, İbn Ebî Leylâ ve ashabtan da Zeyd b. Sabit ile Hz. Ali'nin görü­şüdür, îmam Mâlik'in -îbn Mâcişûn'dan başka- bütün talebeleri de buna katı­lır. İbn Mâcişûn ise, kendisiyle gerdeğe girilmemiş olan kadın hakkında da «Kişinin niyetine bakılmaz, üç talâk sayılır» demiştir. Bu mes'ele hakkında­ki değişik görüşlerden bir tanesi işte budur.

İkinci görüş de şöyledir: «Eğer kişi bununla üç talâk kasdederse üç talâktır, bir talâk kasdederse bir talâktır, yemin kasdederse, yemin olup kef-faret vermesi lazım gelir, hiçbir şey, yani ne yemin ne de boşanmayı kasdetmezse, hiçbir şey değildir, boş bir sözdür». Bu görüşün sahibi de Süfyan Sevrî'dir.

Üçüncü görüş sahibi de «Kişi neyi kasdederse o şey vaki olur. Üç talâk kasdederse üç talâk, bir talâk kasdederse bir talâk vaki olur ve eğer hiçbir şey kasdetmezse, yemin olup keffaret vermesi gerekir» demiştir. Bunu diyen Evzâî'dir.Dördüncü görüş de şöyledir: «Gerek boşanma ve gerek talâk sayısı hu­susunda kişinin niyetine bakılır. Kişi neyi kasdederse, vaki olur. Eğer bir talâk kasdederse ric'î boşanma olur ve eğer kadını talâksız olarak kendine ha­ram kılmayı kasdederse, bir yemin keffareti lazım gelir». Bu sözün de sahibi İmam Şafii'dir.

Beşinci görüş de İmam Ebû Hanife ile tabilerinin görüşüdür. İmam Ebû Hanife de İmam Şâfıi gibi, «Gerek boşanma ve gerek talâk sayısı husu­sunda kişinin niyetine bakılır» demişse de «Eğer kişi bir talâk da kasdetse yine jcesin boşanma vaki olur, eğer hiç talâk kasdetmezse, yemin olup kişi MÜLI (îlâ) sayılır. Eğer hiçbir şeyi kasdetmezse hiçbir şey lazım gelmez» demiştir.

Altıncı görüş sahipleri de «Yeminden başka bir şey değildir. Ona ye­min keffareti lazım gelir» demişlerdir. Ancak bunlardan kimisi «Bu yemin ağır bir yemindir. Bu görüş de, İbn Mes'ud ile İbn Abbas ve Tabiiler'den bir cemaatin görüşüdür. Buhârî ile Müslim'in rivayetlerine göre İbn Abbas'a bu mes'ele sorulduğunda İbn Abbas 'Sizler için Rasûlullah en güzel örnek-tir'[42] âyet-i kerimesini okumuştur. İbn Abbas bu âyeti okumakla kendi görü­şüne, "Ey Peygamber, Allah'ın sana helal kıldığı şeyleri niçin haram kılı­yorsun?" âyet-i kerimesini hüccet göstermiştir [43]. Mesrûk, Ecda1, Ebû Sele­me b. Abdurrahman, Şa'bi ve başkaları da buna katılır. Bu yeminin ağır oldu­ğunu söyleyenler de iki kısma ayrılarak kimisi, 'Zıhar keffareti' kimisi de «Bir köle azadlamak lazım gelir' demiştir.

Bu ihtilâfın sebebi, «Bu söz, yemin midir, kinaye midir, yoksa her ikisi de mi değildir?» diye ihtilâf etmeleridir.

İşte boşanmada kullanılan deyimlerin ahkâm hakkındaki ihtilâfın ana mes'eleleri bunlardı[44]

 

B- Şartlı Boşanma Deyimleri

 

Şartlı boşanma iki kısımdır: Ya boşanmanın vukuu bir şarta bağlanır ya da boşanmada kullanılan talâk sayısından, ya sayının tamamı ya bir kısmı istisna edilir. Boşanmanın bağlandığı şart da, ya herhangi bir kimsenin izin ve muvafakatidir ya geleceğe ait bir olaydır ya olup olmayacağı kesin olarak bilinmeyen bir iştir ya da olması da, olmaması da mümkün olduğu halde ol­duğunun bilinmesine imkân bulunmayan bir şeydir. [45]

 

1. Boşamayı Şarta Bağlama

 

Boşanma, izin ve muvafakat şartına bağlandığı zaman ya Allah'ın ya da Allah'tan başkasının iznine bağlanmış olur. Eğer Allah'ın iznine bağlanır­sa -ister «Allah izin verirse sen boşsun» gibi ta'lik şeklinde olsun- İmam Mâlik, «Bu şartın tesiri yoktur, boşanma vaki olur» demiştir. îmam Ebû Ha­nife ile İmam Şafii ise, «Şart Allah'ın izni vaki olduğu zaman, boşanma vaki olmaz» demişlerdir.

Bu ihtilâfın sebebi, bu şart gelecek fullere taalluk ettiği gibi halen mevcut olan fiillere de taalluk eder mi etmez mi diye ihtilâf etmeleridir. Çün­kü talâk bir Fi'l-i Hal'dir (Hemen sonuç doğuran bir fiildir). «Taalluk etmez» diyenler, «Şartın tesiri yoktur», «Taalluk eder» diyenler ise «Tesiri vardır» demişlerdir.

Boşanma, Allah'tan başkasının iznine bağlanmasına gelince: Eğer izni şart koşulan kimse, izin verebilen ve izin verip vermediği bilinen bir kimse ise, o kimsenin izin verdiği taktirde boşanmanın vaki olduğunda, İmam Mâîik'in mezhebinde ihtilâf yoktur. Boşanmanın izin veremeyen kimsenin iznine bağlanması halinde ise ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «boşanma vaki olur», kimisi «Olmaz» demiştir. Çocuk ile deli izin veremeyen gruba dahildirler. Bu boşanmayı, şakadan boşanmaya kıyas eden ve «Şakadan boşanma ile kadın boşanır» diyenler «Bu şartın tesiri yoktur» demişlerdir. Bu şartı muteber görenler ise «Boşanma vaki olmaz. Çünkü burada şart mevcut de­ğildir» demişlerdir.

Şartın geleceğe ait bir olay olması haline gelince: Bu olaylar üç çeşit olup bir çeşidi -Ali'nin gitmesi, Veli'nİn gelmesi gibi- olması kadar olmaması da mümkün olan olaylardır. Boşanmanın böyle bir olayın vukuu ile şartlandırılması halinde, vaki olmasının o olayın vaki olmasına bağlı olduğunda ihtilâf yoktur. Güneşin doğması gibi vukuu muhakkak olan olaylarla şartlan^ dmlan boşanmalar ise, İmam Mâlik'e göre derhal, İmam Şafii ile İmam Ebû Hanife'ye göre olay vaki olduğu zaman vaki olur. Bu şartı, olması kadar ol­maması da mümkün olan şartlara kıyas edenler, «Şartın vukuundan önce bo­şanma vaki olmaz» demişlerdir. «Bu şartın vukuu muhakkak olduğu için bu evlilik son bulmak üzere olduğundan Mut'a Nikâhı'na (geçici nikâh) benzer» diyenler ise «Boşanma derhal vaki olur»-demişlerdir. Geleceğe ait üçüncü çeşit olaylar da -doğum yapmak, aybaşı adetini görmek veyahut bu adetten temizlenmek gibi- çoğu kez vaki olduğu halde bazen de vaki olmayan olay­lardır.. Boşanmanın böyle bir olayla şartlandırılması takdirinde, ne. zaman vaki olduğu hakkında İmam Mâlik'ten iki rivayet gelmiştir: Bir rivayete göre «Derhal», bir rivayete göre de «Ne zaman şart vaki olursa, o zaman vaki olur» demiştir ki, İmam Ebû Hanife ile İmam Şafii'nin de görüşleri budur. Fakat bu surette, boşanmanın derhal vaki olduğunu söylemek zayıf bir gö­rüştür. Çünkü İmam Mâlik bunu da. vukuu muhakkak olan olaylara benzetmiştir. Halbuki bundaki ihtilâf kuvvetlidir.

Şartın, olup olmaması bilinmeyen bir iş olması haline gelince: Bu iş-eğer Cenâb-ı Allah umman denizinde şu şu şekilde bir büyük balık yaratmış ise, benden boşsun gibi- öğrenilmesi mümkün olmayan bir iş ise boşanmanın derhal vaki olduğunda -bildiğime göre- İmam Mâlik'in mezhebinde ihtilâf yoktur. Yok eğer -kız doğurursan benden boşsun gibi- olduğu zaman öğre­nilmesi mümkün olan bir şey ise, boşanmanın vaki olması o şeyin vaki olma­sına bağlıdır. Fakat karısına talâk ile yemin ederek «Sen kız doğuracaksın» diyen kimsenin karısı -İmam Mâlik'e göre- kız bile doğursa, derhal boşanır. İmam Mâlik, böyle densizliklerin önünü almak için bu hükmü vermiştir. Yoksa kıyas, kadının doğum yapmasını bekleyip erkek çocuk doğurduğu taktirde boşanmasına hükmedilmesini gerektirir.

İmam Mâlik'in sözlerinden biri de şudur: «Bir adam 'Eğer şu işi yapar­sam karım benden boş olsun» diye yemin ederse, o işi yapmadıkça ona bir şey lazım gelmez ve eğer «Şu işi yapmazsam karım benden boş olsun» diye yemin ederse, o işi yapana kadar yeminini yerine getirmemiş sayılır. İmam Mâlik'e göre bu adam o işi yapmadığı sürece karısına yaklaşamaz. Şayet İLÂ müddetinden fazla bir zaman için o işi yapmaktan kaçınırsa, ilâ müddeti ka­dar ona mehil verilir. Fakat o işi yapabilme imkânı elde bulundukça karısı boşanmış olmaz. Kimisi ise «O işi yapabilme imkânı elde bulundukça karısı boşanmış olmaz. Kimisi ise o işi yapabilme imkânı elde bulundukça yemini­ni yerine getirmemiş sayılmaz. Şayet o iş, kişi sağ kaldıkça onu yapabileceği imkanı bulunan tipten bir iş ise, ölünceye kadar karısı boşanmaz» demiş­tir.

Ulemanın «Kadına, senin elin ayağın» veyahut «Yarin, üçte birin» ve­yahut «dörtte birin benden boş olsun» veyahut «seni yarım talâk ile boşa­dım» veyahut üç cîefa üstüste «Benden boşsun» dendiği zamanene lazım gelir diye ihtilâf etmeleri de bu babtandır.                                    

İmam Mâlik «Kadına «Senin elin, ayağın» veyahut «Saçın benden boş olsun dendiği zaman kadın boşanmış olur» demiştir. İmam Ebû Hanife ise «Baş, kalp ve fere gibi bütün vücuttan kinaye olan organlar dışında, kadının hiçbir organını boşamakla kadın boşanmış olmaz. Ancak vücuttan kinaye olan bir organı boşamakla boşanma vaki olur» demiştir. İmam Ebû Hanife'ye göre, kadına «Senin yarın, üçte birin» veyahut «dörtte birin benden boş ol­sun» dendiği zaman kadın boşanmış olur. Ona göre «Seni yarım talâk ile bo­şadım» demek de aynı hükmü taşır. Çünkü talâk parçalanmayan bir şeydir. İmam Dâvûd ise, «Bu deyimlerin hiçbiri ile kadın boşanmaz» demiştir. İmam Mâlik'e göre, kendisiyle gerdeğe girilmemiş olan kadına üç defa üstüste «Sen bendenboşsun» demekle üç talâk vaki olur* Çünkü ona göre bu da «Seni üç talâk ile boşadım» deyimi hükmündedir."'İmam Ebû Hanife ile İmam Şâfıi ise «Bu kadın, kendisiyle gerdeğe girilmediği için iddete tabi de­ğildir. Bunun için birinci deyişte kesin olarak boşandığından, ikinci ile üçün­cü deyişin tesiri olmaz» diyerek «Yalnız bir talâk vaki olur» demişlerdir.

Kendisiyle gerdeğe girilmiş olan kadına ise, üç defa «Sen boşsun» de­mekle, üç talâk vaki olduğunda ihtilâf yoktur. [46]

 

2. îstisnah Boşama Deyimleri

 

İstisna ile kayıtlı boşanmaya gelince: İstisna, ancak talâk sayısından yapılabilir ki o da, üç şekilden biri ile olur: Ya «Üç talâk müstesna olmak üze­re seni üç talâk ile boşadım» misalinde olduğu gibi aynı sayıdan, ya iki talâk müstesna olmak üzere «Seni üç talâk ile boşadım» deyiminde olduğu gibi küçük sayıdan veyahut «Üç talâk müstesna olmak üzere seni iki talâk ile bo­şadım» örneğinde olduğu gibi büyük sayı küçük sayıdan istisna edilir. Kü­çük sayı büyük sayıdan istisna edildiği zaman -benim bildiğime göre- istis­nanın sıhhatinde, yani istisna edilen sayının talâk sayısından düştüğünde ih­tilâf yoktur. Büyük sayı küçük sayıdan istisna edildiği zaman ise, bu istisna­nın hükmünde ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Büyük sayının küçük sayıdan is­tisnası mümkün değildir» diyerek bu istisnanın sahih olmadığını, imam Mâlik ise sahih olduğunu söylemiştir.

«Üç talâk müstesna olmak üzere seni üç talâk jb boşadım» misalinde olduğu gibi, aynı sayıyı aynı sayıdan istisnaya gelince: İmam Mâlik «Bu is-' tisnanm hükmü yoktur, talâk vaki o1ud> demiştir. İmam Mâlik burada, ada­mın boşanmadan döndüğü şüphesine binaen, «Talâk vaki olur» demiştir.

Böyle bir şüphe bulunmadığı ve adamın gayesi talâkın vaki olmaması oldu­ğu zaman ise -sen boşsun, boş değilsin, dediği zaman nasıl talâk vaki olmu­yorsa- burada da vaki olmaz. Zira bir şeyin hem kendisi, hem zıddı birarada bulunamaz.

Ebû Muhammed b. Hazm şâzz bir görüşte bulunup, « Henüz olmamış bir vasıf veya olayla şartlandırılan boşanmalar vaki olmaz. Çünkü boşanma vaki olduğu vakit, o boşanmayı yapan kimsenin o vakitte onu yapmasıyla vaki olur. Boşanmanın, bilfiil yapılmayıp sadece kişinin kendine ilzam ettiği bir vakitte vaki olduğuna -ne Kitab'tan, ne Sünnetten ne de İcma'dan- bir de­lil yoktur. Eğer vaki olur diye hükmedersek kişinin, bu ilzamı yaptığı vakit­ten itibaren şart koştuğu şey vaki oluncaya kadar bekletilmesi lazım gelir de­miştir. İbn Hazm'm ne ile ihticac ettiğini -şimdilik- bilemiyorum. Fakat onun yaptığı, kıyas işte budur. [47]

 

2.Karısını Boşayabilen Koca

 

Ulema, aklı başında, yetişkin, hür ve karısını boşamaya zorlanmayan her erkeğin kansını boşayabildiğinde müttefik iseler de, karısını boşamaya zorlanan, sarhoş veyahut hasta olan veyahut buluğa ermek üzere bulunan kimselerin kadın boşamalarının sahih olup olmadığında ihtilâf etmişler­dir.

Ulema, hasta olan kimsenin -eğer hastalığından kalkarsa- karısını bo­şamasının sahih olduğunda müttefiktirler. Fakat öldüğü taktirde, hastalığın­da boşadığı kadın ona varis olur mu, olmaz mı diye ihtilâf etmişlerdir.

Karısını boşamaya zorlanan kimsenin boşamasına gelince: imam Mâlik, İmam Şafii, İmam Ahmed, İmam Dâvûd ve bir cemaata göre sahih değildir. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Hz. Ömer, Hz. Ali ve îbn Abbas da buna katılır, İmam Şafii'nin tabileri, kansını boşamaya zorlanan adamın boşanmayı kasdetmesiyle etmemesi halleri arasında ayırım yapmış­lardır. Kasdederse -en sıhhatli kavle göre- sahihtir. Kasdetmezse -yine en sıhhatli kavle göre- sahih değildir.

İmam Ebû Hanife ile tabileri ise «Mutlaka sahihtir» demişlerdir. Bun­lara göre bu adamın köle azadlaması da böyledir. Fakat alım-satımı böyle de­ğildir. Bunlar alım-satımla kadın boşamak ve köle azadlamak fiilleri arasında ayırım yapmışlardır.

İmam Ebû Hanife'nin boşanma ile ahm-satım fiilleri arasında ayırım yapması, boşanmanın daha hassas ve ağır bir iş olması içindir. Bunun içindir ki boşanmanın ciddisi ile şakası arasında fark yoktur.

Çocuğun karısını boşamasına gelince: İmam Mâlik'ten gelen meşhur rivayete göre, çocuk baliğ olmadıkça sahih değildir. MUHTASARU MA LEYSE FİL MUHTASAR'da ise, İmam Mâlik'in «Buluğa yaklaşan çocu­ğun kadm boşaması sahihtir» dediği rivayet olunmamaktadir ki, İmam Ah­med b. Hanbel de buna katılır. İmam Ahmed «Çocuk oruç tutabilecek yaşta ise», Atâ da «Oniki yaşına varmış ise karısını boşıyabilir» demişlerdir. A.tâ'nm görüşü Hz. Ömer'den de rivayet olunmuştur.

Sarhoşa gelince: Cumhur, boşamasının sahih olmadığı görüşündedir. Bir cemaat da sahih olduğunu söylemişlerdir ki, Müzem ile İmam Ebû Hanife'nin tabilerinden bazıları bunlardandırlar.

Bu ihtilâfın sebebi, sarhoş da deli hükmünde midir, yoksa sarhoş ile deli arasında fark var mıdır diye ihtilâf etmeleridir. «İkisinin hükmü bir­dir. Çünkü ikisi de şuursuzdurlar. Şuur ise mükellefiyetin şartıdır» diyenler, «Sarhoşun, karısını boşaması sahih değildir» demişlerdir. «îkisi arasında fark vardır. Çünkü sarhoş kendi eliyle şuurunu gidermiştir. Deli ise yaradı­lışta şuursuzdur» diyenler ise, «Sahihtir» demişlerdir ki, bu sarhoşu bir nevi cezalandırmaktır.

Ulema, sarhoşa lazım gelen ve gelmeyen bütün ahkâmda ihtilâf etmiş­lerdir. İmam Mâlik «Sarhoş karısını boşadığı zaman karısı boşanır, kölesini azadladığı zaman kölesi azadlanır, birisini yakaladığı veyahut öldürdüğü za­man ona kısas lazım gelir. Fakat evlenmesiyle alım-satımı sahih değildir» demiştir. İmam Ebû Hanife ise «Her şeyi sahihtir», Leys b. Sa'd da «Diliyle yaptığı hiçbir şey sahih değildir. Karısını boşarsa karısı boşanmaz, kölesini azadlarsa kölesi azadlanmaz, birisiyle evlenirse evlenmesi caiz olmaz, bir alım-satımda bulunsa ahm-satımı sahih olmaz, birisine zina isnad ederse ona müfteri cezası lazım gelmez. Fakat vücudunun diğer organlarıyla işledi­ği her fiilden sorumludur. Şu halde içki kullanmaktan, adam öldürmekten, zina işlemekten, hırsızlık yapmaktan dolayı ona ceza lazım gelir» demiştir. Sabittir ki Hz. Osman (r.a.) da, sarhoşun boşamasını geçerli saymazdı. Ule­madan bazıları, ashabtan hiçbirinin Hz. Osman'a bu hususta muhalefet etme­diğini ileri sürmüşlerdir.

«Bunaktan başka, herkesin kadın boşaması sahihtir» diyenlerin sözü sarhoşun, kadını boşamasının sahih olduğunda nas değildir. Çünkü «Sarhoş da bir nevi bunaktır» denilebilir. İmam Dâvûd, Ebû Sevr, Ishak ve Tabiiler'den bir cemaat da sarhoşun, kadını boşamasının sahih olmadığını savu­nur. İmam Şafii'den de bu hususta iki kavil rivayet olunmuştur. Tabilerinin çoğu, cumhurun görüşüne uygun olan kavlini tercih etmişlerdir. Tabilerin­den olan Müzenî ise sarhoşun, kadını boşamasının sahih .olmadığı kavlini tercih etmişlerdir.

Hasta iken karısını kesin olarak boşayıp da, hastalığından kalkmayıp ölen kimseye gelince: İmam Mâlik ile bir cemaat «Karısı ondan miras alır» demişlerdir. İmam Şafii ile bir cemaat da onun malından bu kadına miras vermemişlerdir. Kadını varis kılanlar da üç gruba ayrılmış olup, bir grup, «Kadın iddette iken adam ölürse, ona varis olur» demişlerdir ki, İmam Ebû Hanife ile tabileri ve Süfyan Sevri bu görüştedirler. Bir grup, «Kadın evlen-medikçe ona varistir» demiştir. İmam Ahmed ile İbn Ebî Leylâ da bunlar­dandırlar. Kimisi de «Kadın iddette olsun, olmasın evlenmiş olsun olmasın-* putlaka ona varistir"» demiştir. Bu da İmam Mâlik ile Leys b, Sa'd'ın görüşü-'dür.

Bu ihtilâfın sebebi, ahkâm vaz'ındakötü niyetlere meydan vermemenin vacib olup olmadığında ihtilâf etmeleridir. Zira hasta iken karısını boşayan kimsenin, kadını mirasından mahrum etmek için boşadığı ihtimali bulunduğundan, kötü niyetlere meydan vermemenin vacib olduğunu söyle­yenler «Miras alır» demişlerdir. Kötü niyetlere meydana vermemenin vücu-bunu benimsemeyip, «Boşanmanın hükmü varis olmamaktır» diyenler ise, bu kadını ona varis kılmamı şiardır. Zira bunlar; «Eğer boşanma vaki olmuş ise, bütün hükümleriyle vaki olması gerekir. Çünkü kadın öldüğü zaman -boşanmış olduğu için- kocası ona nasıl varis olmuyorsa, onun da, ölen koca­sına varis olmaması lazım gelir. Eğer vaki olmamış ise, zevciyet bütün hü­kümleriyle devam etmelidir» diyorlar. Muhalifleri bu iki şıktan biri ile cevap vermek zorundadırlar. Çünkü şeriatta, hükümlerinden bir kısmı boşamanın, bir kısmı da zevciyetin olan bir boşamanın varlığını söylemek zordur. Hele «îddeti bitmeden kocası ölen kadın kocasına varistir. İddeti bittikten sonra kocası ölen kadın kocasına varis değildir» demek daha da zordur. Zira bu o demektir ki, bu boşama bir durumda sahih değildir, bir durumda sahihtir. Bu ise, sahih olup olmadığı anlaşılıncaya kadar hükmün bekletilmesi gereken bir boşama olur ki şeriatte böyle şeylerin varlığını söylemek zordur. Fakat bunu diyenlere teselli veren şey, Hz. Osman'la Hz. Ömer'in bununla fetva vermiş olmalarıdır. Hatta Mâlikiler, bunun bütün ashabın icmaı olduğunu ileri sürmektedir. Halbuki onların bu iddiaları doğru değildir. Çünkü Abdul­lah b. Zübeyr'in bu görüşe katılmadığı meşhurdur.

îddeti bitmeden kocası ölen kadının varis olduğunu söyleyenlere ge­lince: Çünkü bunlara göre iddet, boşanmanın değil, zevciyeti^ ahkâmından-dır. Herhalde bunlar, bu kadını, ric'î talâk ile boşanan kadına kıyas etmişler­dir ki, bu görüş Hz. Ömer ile Hz. Aişe'den de rivayet okunmuştur.

Kadının varis olması için evlenmemiş olmasını şar1; koşanlar ise, bütün fukahanm, bir kadının iki kocaya varis olamayacağında ittifak ettiklerini gözönünde bulundurmuşlardır. Ayrıca, kadını varis kılanlara göre bunun sebebi, kocasının onu mirasından mahrum etmek için boşamış olduğu şüphesi-dir.

Buraya kadar olan tafsilat, boşanmaya istekli olmayan kadın hakkın­dadır. Kocasından boşanmasını isteyen veyahut kocası tarafından kendisine boşama yetkisi verilip de kendi kendini boşayan kadına gelince: İmam Ebû Hanife'ye göre her iki halde de kocasından miras alamaz. Evzâî, iki hal ara­sında ayırım yaparak, «Kocasının kendisine verdiği yetkiik kendini boşa­yan kadın, kocasından miras alamaz. Fakat isteği'üzerine kocası tarafından boşanan kadın, alır» demiştir. İmam Mâlik ise «Her iki halde 'de kocasından miras alır. Fakat eğer kendisi ölürse kocası ondan miras alamaz» demiştir ki, bu kaidelere çok aykırıdır. [48]

                                 

3. Boşanabilecek Kanlar

 

Ulema, kişinin evli bulunduğu veyahut ric'î talâk ile boşadığı karısını boşayabildiğinde ve evli olmadığı bir yabancı kadını da boşayamadığında müttefik iseler de, henüz kendisiyle evlenmediği bir kadını «Kendisi ile evlendiğim zaman benden boş olsun» demek suretiyle boşayabilir mi, boşaya-maz mı diye ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Yabancı kadınlar -ister kişi 'Hangi kadınla evlenirsem, benden boş olsun' demek suretiyle bütün kadınları, ister 'Falanca kadınla evlenirsem, benden boş olsun' demek suretiyle bir kadını boşamak istesin- boşanafnazlar» demiştir ki, İmam Şafii, îmam Ahmed, İmam Dâvûd ve bir cemaat bu görüştedirler. Kimisi «Eğer -bu misallerde ol­duğu gibi- kendileriyle evlenmeyi şart koşarsa -ister bütün kadınları, ister belli bir kadım boşamak istesin- boşanırlar. Yok eğer, 'Bütün yabancı kadın­lar' veyahut 'Falanca kadın benden boş olsun' diyerek evlenmeyi şart koş­mazsa boşanmazlar» demiştir. İmam Ebû Hanife ile bir cemaat de bu görüş­tedirler. Kimisi de «Eğer 'Falanca kadınla evlenirsem, benden boş olsun' gi­bi belli bir kadını veyahut 'Hangi kadınla falan günde evlenirsem, benden boş olsun' gibi belli bir günü zikrederse, kendileriyle evlendiği zaman kendi­sinden boşanırlar» demiştir. Bü-da İmam Mâlik ile tabüerinin görüşüdür.

Bu ihtilâfın sebebi, boşanmanın sıhhati için, boşanmadan önce kadının kendisini boşayan kimse ile evli bulunması şaıt mıdır, yoksa, sonra­dan da birbirleriyle evlenmeleri kâfi midir diye ihtilâf etmeleridir. «Şarttır» diyenler, «Kişi, evli bulunmadığı yabancı bir kadını boşayamaz» demişler­dir. «Şart değildir, sonradan da birbirleriyle evlenmeleri kâfidir» diyenler ise, «yabancı kadınları boşamak caizdir» demişlerdir. Bütün kadınları söyle­mekle belli bir kadını söylemek veyahut belli bir vakti şart koşmakla koşma­mak arasında ayırım yapmak ise, maslahata dayanan bir istihsandır. Çünkü eğer kişi, bütün kadınları söylediği ve hiçbir vakti de şart koşmadığı zaman, «boşanma vaki olur» diyecek olursak, bu adam, her evlendikçe karısının he­men kendisinden boşanacağı için büyük bir çıkmaza girmiş olacaktır. Bu ise -herhalde- günah bir şeyi adamak kabilinden olur. Fakat belli bir kadını tayin ettiği veyahut «hangi kadınla falan günde evlenirsem, benden boş olsun» mi­salinde olduğu gibi, belli bir vakti şaıt koştuğu zaman, «Boşanma vaki olur»[49]

Sayfa 62 eksik

 

81- Talaktan Sonra Dönme

 

Sayfa 63 eksik

 

 1. Ric'î Talâk'ta Dönme

 

Cenâb-ı Hak "Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler.. Eğer kocaları bu arada barışmak isterlerse, karılarını geri almakta daha çok hak sahibidirler" [50] buyurduğu için, bütün fukaha, ric'î talâk ile karısını boşayan kimsenin, kadın daha iddet süresinde iken ondan muvafakat almaksızın onu tekrar nikâhı altına geri döndürebildiğinde ve onu döndürebilmesi için de, onunla gerdeğe girdikten sonra boşamış olmasının şart olduğunda müttefiktirler. Fukaha bu geri döndürmeyi ağızla söylemenin ve aynı zamanda iki şahidin huzurunda olmasının gerektiğinde de müttefik iseler de, «İki şahidin huzurunda olması, sıhhati için şart mıdır değil midir? Eğer ağzıyla bir şey. söyleyip sadece kadınla cinsi münasebette bulunursa onu geri döndürmüş sayılır mı, sayılmaz mı?» diye ihtilâf etmişlerdir. İki şa­hidin'huzurunda olması İmam Mâlik'e göre müstehab, İmam Şafii'ye göre vacibtir.

Bu ihtilâfın sebebi, kıyas ile âyetin zahiri arasında bulunan çeliş­medir. Zira "Kadınların iddet süreleri biteceğinde, onları ya uygun bir şekilde alıkoyun ya da uygun bir şekilde onlardan ayrılın. İçinizden de iki âdil kimseyi şahid tutun" [51] âyet-i kerimesinin zahirinden, iki şahid hu­zurunda olmasının vacib olduğu anlaşılmaktadır. Bu hakkı, kişinin şahidsiz olarak geri alabildiği diğer haklarına kıyas etmek ise, bu hakkın da şahidsiz olarak geri alınabileceğini gerektirmektedir. Bunun için İmam Mâlik kıyas ile âyeti -âyetteki emri nedbe hamletmek suretiyle- telif etmiştir.

Kadını ne ile geri döndürmenin gerektiğine gelince: Kimisi «Geri dön­dürmek ancak ağızla olur» demiştir ki, İmam Şafii bu görüştedir. Kimisi de «Kadını, onunla cinsi münasebette bulunmakla da geri döndürmek mümkündür» demiştir. Bunlar da iki kısma aynimi şiardır. Bir kısmı, «Cinsi mü­nasebetle, kadının geri döndürülmesi kasdedilmezse, kadın geri alınmış ol­maz» demişlerdir. Çünkü bunlara göre, herhangi bir şeyi gösteren bir fiil, o şeyi ağızla söylemenin yerine ne zaman ki o fiille o şey kasdedilirse geçer. İmam Mâlik bu görüştedir. İmam Ebû Hanife de «Cinsi münasebetle kadını

geri döndürmek kasdedilsin-edilmesin onunla kadın geri dönmüş olur» de­miştir, îmam Şâfli ise, geri döndürmeyi de nikâha kıyas ederek, «Cenâb-ı Al­lah iki şahid tutmayı emretmiştir. Şahid tutmak da ancak, ağızla söylendiği zaman mümkündür» demiştir.

İmam Mâlik ile İmam Ebû Hanife arasındaki ihtilâfın s e b e b i şu­dur: Çünkü İmam Ebû Hanife'ye göre ric'î talâk ile boşanan kadınla cinsi mü­nasebette bulunmak helaldir. Zira bu kadın da, kendisiyle İLÂ veyahut 71-HAR edilen kadın gibidir. Çünkü ric'î talâk ile evlilik bağı tamamen kalk­maz. Bunun içindir ki biri ölünce diğeri ona varis olur. İmam Mâlik'e göre ise kadını geri döndürmedikçe onunla cinsi münasebette bulunmak haramdır. Bunun içindir ki cinsi münasebette bulunurken kadını geri döndürmeyi kas-detmek gerekir.

İşte ric'î talâk ile boşanan kadını geri döndürebilmenin şartlan hakkın­da ettikleri ihtilâflar bunlardır.

Ulema, ric'î talâk ile boşanan kadın henüz iddet süresinde iken kocası onunla ne dereceye kadar birlikte olabileceği hakkında da ihtilâf etmişlerdir, îmam Mâlik «Kocası yalnız olarak onun yanında kalamaz, ondan izin alma­dan yanma giremez ve onun saçma bakamaz. Fakat beraberlerinde başkası bulunduğu zaman onunla birlikte yemek yiyebilir» demiştir. Fakat İbnü'l-Kasım «İmam Mâlik, kişinin ric'î talâk ile boşadığı karısıyla birlikte yemek yiyebildiği görüşünden rucu' etmiştir» demiştir. İmam Ebû Hanife de «Ric'î talâk ile boşanan kadının, kocasına kendini süslemesinde, güzel kokular sü­rünmesinde, tırnaklarını kınalamasında ve gözlerine sürme çekmesinde sa­kınca yoktur» demiştir ki, S üfyan Sevrî, İmam Ebû Yûsuf ve Evzâî de bu gö­rüştedirler. Bunların hepsi, «Kadının yanına habersiz olarak, ona ya sözle veyahut -öksürme veya papuçlanndan ses çıkarmak gibi- bir hareketle geldi­ğini bildirmeden girmesinin caiz olmadığını» söylemişlerdir.

Ulema bu babtan olmak üzere şu mes'elede de ihtilâf etmişlerdir. Bir kişi karısının gıyabında onu ric'î talâk ile boşadıktan sonra henüz iddet süresi bitmemişken bir daha onu nikâhı altına döndürürse ve kadın da sadece boşandığını işitip, geri alındığını işitmediği için iddet süresi bittikten sonra ev­lenirse ne olur?

İmam Mâlik MUVATTA'da «Bu kadın -yeni kocası onunla gerdeğe girmiş olsun olmasın- yeni kocasınındır» demiştir. Evzâî ile Leys b. Sa'd da buna katılır. Fakat İbnü'l-Kasım, îmam Mâlik'in, bu görüşünden rucu' edip, «Eski kocası daha hak sahibidir» dediğini rivayet etmiştir. İmam Mâlik'in Medineli olan talebeleri ise onun eski görüşünü benimseyip, «İmam Mâlik bu görüşünden dönmemiştir. Çünkü MUVATTA'da yer verdiği bu görüşünü, vefat edinceye kadar talebelerine okutuyordu» demişlerdir. İmam Mâlik, Muvatta'da, ayrıca Hz. Ömer'in de bunu benimsediğini söylemektedir, îmam Şafii ile Küfe uleması olan İmam Ebû Hanife ve diğerleri ise, «Yeni kocası onunla gerdeğe girmiş olsun olmasın, onu nikâhı altına geri döndüren eski kocası daha hak sahibidir» demişlerdir ki, Ebû Dâvûd ile Ebû Sevr de bu görüştedirler. Bu görüş aynı zamanda Hz. Ali'den de rivayet olunmuştur ve en zahir olan görüş de budur. Bu mes'ele hakkında Hz. Ömer'den de «Onu nikâhı altına geri döndüren kocası, isterse onu kabul eder, isterse onu yeni kocasına bırakıp ona verdiği mehri geri alır» dediği rivayet olunmuştur, îmam Mâlik'in, birinci görüşüne delili, İbn Vehb'in Yunus'tan, Yunus'un İbn Şihab'tan, İbn Şihâb'm Said b. el-Müseyyeb'den rivayet ettiği, «Karısını bo­şadıktan sonra onu tekrar nikâhı altına döndüren ve'fakat bunu, kadının id­det süresi bitip başkasıyla evleninceye kadar gizli tutan kimse hakkında sün­net şudur ki: Bu adam bu kadın üzerinde bir hak iddia edemez. Kadın yeni evlendiği kimsenin karışıdır» [52] hadisidir. Fakat derler ki: Bu hadis yalnız İbn Şihab'tan rivayet olunmuştur. Diğer grubun delili de şudur: «Bu kadının, evlenmeden önce, eski kocasının hakkı olduğunda icma' vardır. Eski kocası­nın, onu nikâhı altına geri döndürmesi sahih olduğuna göre, yeni kocasıyla evlenmesi fasiddir. Çünkü başkasıyla evlenmesi -o başkası ister onunla ger­değe girmiş olsun, ister olmasın- onu eski kocasının nikâhı altından çıkara­maz» ki en zahir olan budur ve Tirmizi'nin kaydettiği «Peygamber (s.a.s) Efendimiz,

'Hangi kadın iki kişi ile evlenirse, önce hangisiyle evlenmiş ise, onun­dur ve hangi adam bir malını iki kişiye satarsa, önce kime satmış ise, mal onundur' buyurdu» [53] hadisi de buna tanıklık etmektedir[54]

 

2. Bâîn Talâk'tan Dönme

 

A- Bâîn Talâklar ve Sonuçlan

 

Kesin olan talâklar, üç talâk ile olan boşanmalardır. Ancak bazı haller­de kadın mutlak veyahut üçten aşağı talâk ile de boşunsa, kesin olarak boşan­mış olur. Bu da kendisiyle gerdeğe girilmemiş olan kadın ile, huJû' yoluyla, yani bedel mukabilinde boşanan kadınlardır. Kendisiyle gerdeğe girilmeyen kadını boşamanın, üçten aşağı talâk ile de olsa, kesin boşanma olduğunda ih­tilâf yoktur. Fakat bedel mukabilinde olan boşanmanın kesin boşanma olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Mutlak veyahut üçten aşağı talâk ile olan ker sin boşanmadan sonra dönmek, ancak yeni bir nikâh akdiyle olur ki bu da, kadına yeniden bir mehir verilmesini, hem kendisinden, hem velisinden izin alınmasını gerektirir. Ancak bunda -cumhura göre- iddet süresinin bitmesi şart değildir. Yalnız bazıları şâzz bir görüşte bulunup, «Bedel mukabilinde boşanan kadınla -iddet süresi bitmeden- ne kocası, ne de başkası evlenemez» demişlerdir. Herhalde bunlar, iddet süresi bitmeyen kadınla evlenme yasak-lığını sebebsiz bir taabbüd görmüşlerdir.

Üç talâk ile boşanan kadına gelince: Bütün fukaha müttefiktirler ki, bu kadın, bir başka koca ile evlenip kocası onunla cima1 etmedikçe eski kocasıy­la bir daha evlenemez. Zira sabittir ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz zamanın­da «Rufae b. Semvâl, karısı Vehb kızı Temime'yi üç talâk ile boşamış ve bu kadın Abdurrahman b. Zübeyr ile evlenmiştir. Fakat Abdurrahman b. Zü-beyr onunla cinsi münasebette bulunmak isteğinde bulundu ise de yapama­dığı için onu boşamışttr. Bunun üzerine Rüfae bu kadınla tekrar evlenmek isteyip durumu Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e arzetmistir. Peygamber (s.a.s) Efendimiz,

tbn Vehb, Musannef, ?; Saîd b. Mansur, Sünen, ?.

«O, balcağızı tatmadıkça yani cima' etmedikçe sana helâl olmaz» diyerek Rufae'yi bu kadınla evlenmek­ten menetmiştir [55], Said b. el-Müseyyeb ise, şâzz bir görüşte bulunup, «Ka­dın yalnız evlenme akdiyle de eski kocasına helâl olur. Çünkü 'Eğer bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz' âyet-i kerimesi âmm olup onda cima1 şartı yoktur» de­miştir. Hasan Basrî'den başka, bütün fukaha, «İki tenasül aletinin birbirine dokunması, kadını eski kocasına helâl kılar» demişlerse de, Hasan Basrî, «Cima' ile birlikte meninin inmesi de şarttır» demiştir. Fukahamn cumhuru, «Zina cezasını gerektiren, oruç ve haccı bozan, üç talâk ile boşanmış olan ka­dını eski kocasına helâl kılan kan ile kocaya evlilik vasfını kazandıran ve ka-' dına mehir verilmerini gerektiren, sadece iki tenasül aletinin birbirine do-kunmasıdır' demişlerdir. İmam Mâlik ile İbn Kasım da «Üç talâk ile boşa­nan kadını eski kocasına helâl kılan cima1 ancak, mubah ve sıhhatli bir evlen­me akdinde olan, oruçlu, hacc ihramında, aybaşı halinde ve itikafta değilken yapılan cima'dır. Hristiyan veya yahudi olan bir kocanın cima'ı, hristiyan ve­ya yahudi olan kadını eski kocasına helâl kılamaz. Baliğ olmayan çocuğun cima'ı da, kadını eski kocasına helâl kılamaz» demişlerdir. İmam Şafii, İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî ve Evzât ise bunların hepsinde İmam Mâlik ile Îbnü'l-Kasım'ın görüşüne katılmayıp, «Cima' fasid bir nikâhta ve caiz olmadığı bir vakitte dahi olsa, kadını eski kocasına helâl kılar» demişlerdir. Bunlara göre, delinin, hristiyan veya yahudi olan kocanın, buluğa yaklaşan çocuğun, hatta -eğer ferce sokabilecek bir haşefe miktarı kalmışsa- tenasül aleti kesilen kimsenin bile cima'ı kâfidir. Bütün bu ihtilâflar, âyet-i keri­mede geçen nikâh kelimesi, eksik olan bu tür cima'lara da şâmil midir, değil midir diye edilen ihtilâfla ilgilidir. [56]

 

B-Hülle Nikâhı                  

                     

Ulema, bu babtan olmak üzere hülle nikâhının da sahih olup olmadı­ğında ihtilâf etmişlerdir. Hülle nikâhı; üç talâk ile boşanan kadını tekrar eski kocasına helâl kılmak için onu bir başkasıyla evlendirmektir. İmam Mâlik «Bu nikâh fasid olduğu gibi şart da fasiddir. Kadınla gerdeğe girilmiş olsa bi­le nikâh bozulur ve aynı zamanda bu nikâhla kadın eski kocasına helâl ol­maz» demiştir. İmam Mâlik'e göre kadının niyetine değil, erkeğin niyetine bakılır. Yani eğer erkek, kadını eski kocasına helâl kılmak için nikâhlamışsa -kadının maksadı da bu değilse bile nikâh fasiddir. Eğer erkeğin maksadı normal bir evlenme ise -kadının maksadı eski kocasına helâl olmak dahi olsa- nikâh sahihtir. İmam Şafii ile îmam Ebû Hanife ise «Niyetin tesiri yoktur, nikâh sahihtir ve bu nikâhla kadın eski kocasına helâl olur» demişlerdir ki, İmam Dâvûd ile bir cemaat da bu görüştedirler. Kimisi de «Nikâh sahihtir. Fakat şart batıldır. Yani bu nikâhla kadın eski kocasına helâl olmaz» demiş­tir. Bu da, İbn Ebî Leylâ'nın görüşüdür ve Süfyan Sevrî'den de rivayet olun­muştur.        .

İmam Mâlik ile tabileri; Hz. Ali, İbn Mes'ud, Ebû Hüreyre ve Ukbe b. Âmir'in Peygamber (s.a.s) Efendimiz'den naklettikleri,

«Allah üç talâk ile boşanan kadını, eski kocasına helâl kılmak için nikahlayan kimse ile bu nikâha rıza gösteren kadının kocasına la'net eylesin»  hadi siyle istidlal etmişlerdir. Zira Pey­gamber (s.a.s) Efendimiz'in, faiz yiyen ve içki içeni tel'in etmesi, nasıl faiz ve içkiyi yasaklaması demek ise, bunları da tel'in etmesi, bu nikâhı yasaklaması demektir. Yasak ise, yasaklanan şeyin fasid olduğunu gösterir ve yasaklanan bir nikâh da şer'î nikâh deyiminin şümulüne giremez.

Diğer grup da âyet-i kerimede geçen «kadın başka birisiyle evlenme-dikçe bir daha kendisine helâl olmaz» tabirindeki umuma bakmışlardır. Zira bu nikâh da -maksat ne olursa olsun- bir evlenmedir. Bunlar «Gasbedilen bîr yerde namaz kılmanın yasaklanması, nasıl o yerde kılman namazın fasid ol­duğunu göstermiyorsa, bu nikâhın da yasaklanması bu nikâhın fasid olduğu­nu göstermez ve nikâh fasid olmayınca, şartın da fasid olmaması evleviyeüe lazım gelir» demişlerdir.

îmam Mâlik'in, kadının niyetine bakmayışının sebebine gelince: Çün­kü eğer erkek kadına uymazsa, kadının maksadı hiçbir şey ifade etmez. Kal­dı ki boşanma yetkisi kadının elinde değildir. [57]

 

C- Üç Talâk'tan Sonra Yeniden Evlenme

 

Ulemanın bu babta ihtilâf ettikleri bir mes'ele de şudur: Bir veya iki talâk ile boşanan bir kadın, iddet süresi bittikten sonra bir başkasıyla evlenir ve bu yeni kocası da onu boşar veyahut ölürse, eski kocasıyla tekrar evlendi­ği taktirde eski kocası tekrar üç talâk yetkisine sahip olur mu, yoksa bu hü­küm yalnız üç talâk ile boşanan kadına mı mahsustur?

«Bu hüküm üç talâk ile boşanan kadına mahsustur» diyenler, «Bu ka­dının yeni bir koca ile evlenmesinin tesiri yoktur. Eski kocası onu bir talâk Üe boşamış ise, iki talâkı, iki talâk ile boşamışsa, bir talâkı kalmıştır» demişlerdir. «Üç talâk ile boşanan kadının bir başkasıyla evlenmesi, eski kocasına tekrar üç talâk yetkisini kazandırdığına göre, ona, bir veya iki talâk yetkisini kazandırması evleviyetle lazım gelir» diyenler ise «Boşanan kadın -kaç talâk ile boşanmış olursa olsun- bir yenisi ile evlendi mi, eğer bir daha eski kocasına varırsa, eski kocası tekrar onu üç kere boşama yetkisine sahip olur» demişlerdir. [58]

 

 82, Boşanan Kadmlaria İlgili Hükümler

 

Bu bölüm iki bab olup; birinci bab iddet, ikinci bab mut'a hakkında­dır. [59]

 

1. İddet

 

Bu babta bahsimiz iki fasılda toplanmaktadır. Birinci fasıl eşlerin, ikinci fasıl, cariye olan kadınların iddeti hakkındadır. [60]

 

A- Eşlerin îddeti

 

Kadınların iddeti hakkındaki bahsimiz de iki kısma ayrılmaktadır. Bi­rinci kısım iddetin çeşitleri, ikinci kısım iddetin ahkâmı hakkındadır. [61]

 

1. İddetin Çeşitleri

 

Kadın ya hürdür, ya cariyedir. Bunlardan her biri de boşandığı zaman ya kendisiyle gerdeğe girilmiş ya girilmemiştir. Eğer kendisiyle gerdeğe gi­rilmemiş ise, bu kadının iddeti yoktur. Boşanır boşanmaz evlenebilir. Zira Cenâb-ı Hak "Ey iman etmiş olanlar, mü'min kadınlarla evlendikten sonra onlarla temas etmeden onları boşadığımzda, onların size iddet saymasına lüzum yoktur" buyurmuştur. Eğer kendisiyle gerdeğe girilmiş ise, o zaman bu kadın, ya âdet gören, ya görmeyen kadınlardandır. Adet gör­meyen kadınlar da ya küçüktürler ya da yaşlı oldukları için artık âdetten ke­silmişlerdir. Adet görenler de, ya gebedirler, ya normal âdetleri devam eder, ya herhangi bir sebeble kanları kesilmiştir, ya da müstehazedirier.,Herhangi bir sebeble kanlan kesilenler de ya gebe olduklarından şüphe edilir, ya edil­mez. Gebe olduklarından şüphe edilmeyenlerin de -hasta oldukları veyahut çocuk emzirdikleri için- ya kanının niçin kesildiği bilinir ya bilinmez. [62]

 

a- Hür Kadınların îddeti

 

aa- Âdet Gören Kadınların İddeti

 

Normal adetleri devam eden hür kadınların iddeti, üç kere aybaşı adetini görmektir. Gebe kadınların iddeti doğum yapıncaya kadardır. Aybaşı ade­tinden kesilmiş olan kadınların iddeti de üç aydır. Bu her üç husus da «Boşa­nan kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı adetini beklerler» ile «Kadınlarınız içinde artık adetten kesilmiş olanlarla henüz adetini görmemiş olanların -eğer tereddüd ediyorsanız- iddetleri üç aydır. Gebe olanların iddeti de do­ğum yapmaları ile tamamlanır" âyet-i kerimelerinde mansus olduğu için bunda ihtilâf yoktur. Fakat birinci âyette geçen ve aybaşı adeti diye terceme ettiğimiz KURU'— kelimesi hayız mıdır, hayızdan temizlik midir diye ih­tilâf etmişlerdir. Kimisi «İki hayız arasındaki temizliktir», kimisi «Hayz'ın kendisidir» demiştir. Ülke fukahasından İmam Mâlik, İmam Şafii, Medine fukahasının cumhuru, Ebû Sevr ve bir cemaat ve ashabtan da İbn Ömer, Zeyd b. Sabit ve Hz. Âişe «Temizliktir» diyenlerdendirler. Fukaha'dan İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî, Evzâî, İbn Ebî Leylâ ve bir cemaat ashabtan da Hz. Ali, Hz. Ömer, İbn Mes'ud ve Ebû Mûsâ el-Eş'arî de «Hayzın kendisidir» de­mişlerdir. Esrem de İmam Ahmed'den «Ashabın büyükleri 'Kur'den murad hayızdir' derlerdi» dediğim rivayet etmiştir. Şa'bî'den de şunu dediği rivayet olunmuştur: «Ashabtan onbir veyahut oniki kişi kur'un hayız demek olduğu görüşünde idiler». ^Rivayete göre İmam Ahmed de «Ben önce Zeyd b. Sabit, İbn Ömer ve Hz. Âişe'nin görüşüne uyarak 'Kur'den murad temizliktir' di­yordum. Fakat Hz. Ali ile İbn Mes'ud «Kur'den murad hayızdır dedikleri için ben şimdi mütereddidim» demiştir.

Bu iki görüş arasındaki fark şudur: Eğer kur' temizlik demek ise, ric'î talâk ile boşanan kadını, üçüncü havza girmesiyle kocası artık onu nikâhı al­tına geri döndüremez ve istediği kimse ile evlenebilir, eğer hayız demek ise, üçüncü hayız bitmedikçe kocası onu geri alabilir ve başkasıyla evlene-mez.

Bu ihtilâfın sebebi de kur'kelimesinin bu iki mânâ arasında müşte­rek olmasıdır. Zira Arap dilinde kur' kâh hayız, kâh iki hayız arasındaki te­mizlik mânâsında kullanılır. İhtilâf eden iki cemaatten her biri, âyetteki kur'un, söylediği mânâda daha zahir olduğunu ileri sürmüştür. Kur'un temiz­lik mânâsında olduğunu söyleyenler «Çünkü âyette, KURU' olarak çoğul-1 aştırılmış tır. Eğer hayız mânâsında olsaydı AKRA1 diye çoğullaştırılması gerekirdi. Îbnü'l-Enbârî böyle söylemiştir. Bir de, eğer hayız mânâsında ol­saydı ;hayız müennes olduğu için- SELÂSET-e KURÛ'İN yerine SELÂSE KURÛ'ÎN demek lazım gelirdi. Çünkü üçten ona kadar sayı isimleri müzek-kerler için TE'li, müennesler için TE'siz gelir. Kaldıki kelimenin iştikakı da temizlik mânâsında olduğunu gösterir. Zira bu kelime biriktirme mânâsında olan KARAE'den türemiştir. Adam 'Havuzda suyu biriktirdim' demek iste­diği zaman KARA'TÜ'L-MAE FİL-HAVDİ, der Hayız kam da hayız zama­nında değil, temizlik zamanında birikil-» demişlerdir ki, en kuvvetli delilleri bunlardır.

Diğer cemaat de âyetin zahirine dayanarak, «Âyette üç KUR' denildi­ğine göre, kadının tam üç kur' beklemesi gerekir. Zira eğer kur'lardan bir ta­nesi tamam olmazsa o zaman ona 'Üç Kur' değil, "tkibuçuk Kur' denilir. Çünkü kelimenin, mânâsının bir kısmında kullanılışı mecazdır. Halbuki eğer 'Kur'dan murad temizliktir' diyecek olursak, o zaman "Üç Kur' keli­mesi iki Kur' ile bir Kur'un bir kısmında kullanılmış olur. Çünkü kadının, içinde boşandığı temizlik -bu temizlikten az bir şey dahi kalmış olsa- size gö­re iddetten sayılır. Şu halde üç tam Kur1, ancak Kur'un hayız mânâsında oldu­ğu zaman mümkündür. Çünkü kadının, içinde boşandığı hayız halinin, iddetten sayılmadığında icma1 vardır» demişlerdir. Kısacası, Kur' kelimesin­den hangi mânânın murad olduğu yönünden her iki cemaatin de birbirlerine denk birtakım delilleri vardır. Bunun için fıkıhta yetenek sahibi olanlar, bu âyetin mücmel olduğunu ve bunun için âyetin dışında delil aramak lazım

geldiğini söylemişlerdir.

«Kur'dan murad temizliktir» diyenlerin -âyetin dışında- dayandıkları en kuvvetli delil, yukarıda geçen îbn Ömer'in,

«Oğlun Abdullah'a söyle, karısına geri dönsün, sonra kadın temizle­nip tekrar adetini görüp, sonra tekrar temizleninceye kadar onunla birlikte yasasın. İkinci adetinden temizlendikten sonra dilerse, aile hayatı devam etsin ve dilerse -ona dokunmasın- boşasın. İşte kadının bu iki kirlenmesi ve te­mizlenmesi zamanı, erkeklerin kadınları boşamaları için Allah'ın emrettiği iddet süresidir» hadisidir. Derler ki: Sünnete uygun olan boşanmanın, an­cak içinde kadına'dokunulmayan temiz halinde vuku' bulan boşanma oldu­ğunda icma1 edilmesi ile, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in «İşte kadının bu iki kirlenmesi ve temizlenmesi zamanı, erkeklerin kadınları boşamaları için Al­lah'ın emrettiği iddet süresidir ki, boşanan kadının iddeti hemen başlamış olsun» sözü, iddet süresinin üç temizlik hali olduğunu gösteren en açık birer delildir.

Halbuki Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in bu sözünü «îşte bu müddet, Allah'ın, boşanan kadınların iddetlerini karşılamalarını emrettiği bir iddet süresidir. Ta ki hayız halinde, kadını boşamakla kadının iddeti parçalanmış olmasın» şeklinde de yorumlamak mümkündür.

İkinci cemaatın dayandığı en kuvvetli delil de şudur: «îddet vaz'edil-miştir ki kadının gebe olup olmadığı öğrenilsin. Kadının gebe olmadığı da temizlikle değil, kirlenmesiyle Öğrenilmiş olur. Bunun içindir ki hayızdan kesilen kadının iddeti aylardır. O halde iddetin sebebi hayızdır ve hayız oldu­ğuna göre 'Üç Kur' dan maksad üç hayızdır».

«Üç Kur'dan maksad üç temizliktir» diyenler de, «Kadının gebe olmadığı, hayız halinin bitmesiyle değil, başlamasıyla anlaşılmış olur. Şu halde üçüncü hayzm bitmesini şart koşmakta mânâ yoktur. Öyleyse tamamlanma­sı şart olan Üç Kur'dan maksad, iki hayız arasındaki üç temizlik halidir» de­mişlerdir.

Hanefilerin görüşü, mantıkî yönden daha zahir ise de, hepsinin naklî delilleri kuvvet bakımından birbirlerine denk veyahut denge yakındırlar.

«İddet üç temizliktir» diyenler, iddetin üçüncü hayza girmekle bitti­ğinde ihtilâf etmemişlerdir. Fakat «Üç hayızdır» diyenler, kadının üçüncü hayız kanından kesilmesiyle bitip bitmediğinde ihtilâf etmişlerdir. Kimisi «Kadının iddeti üçüncü hayız kanının kesilmesiyle biter» demiştir ki, Evzât bu görüştedir. Kimisi «Kadının üçüncü hayızdan yıkanması ile biter» demiş­tir. Bunu da ashabtan Hz. Ömer, Hz. Ali ve İbn Mes'ud. fukahadan da Süfyan Sevrî ile İshak b. Ubeyd demişlerdir. Kimisi «îddet kadının temizlendiği na­maz vakti geçmedikçe, bitmez» kimisi «Kadın yıkanmayı yirmi sene dahi ih­mal etse, kocası onu nikâhı altına döndürebilir» demiştir. Bu görüş de Şü-reyk'ten naklolunmuş tur. Kimisi de «Kadının üçüncü hayza girmesiyle bi­ter» demiştir. Fakat bu görüş şâzzdır. İşte aybaşı halini gören, hayız yaşında­ki kadınların iddeti budur-[63]

 

bb- Sebebsiz Adet Görmeyen Kadınların îddeti

 

Hayız yaşında olup da aybaşı halini görmeyen kadınlara gelince: Eğer gebe olduklarından şüphe edilmiyor ve aybaşı halini görmemeleri için -has­talık, ya da çocuk emzirişi gibi- bir sebeb bulunmuyorsa -İmam Mâlik'e gö­re dokuz ay beklerler. Eğer bu üç ay bitmeden adet görürlerse, gördükleri bi­rinci adeti başlangıç kabul ederek bekleyeceklerdir. F.ğer bu dokuz aya kadar ikinci adeti görmezlerse, üç ay daha bekleyeceklerdir. Eğer bu üç ay içinde adet görürlerse, bu sefer üçüncü adeti dokuz aya kadar bekleyeceklerdir. Eğer dokuz ay geçtiği halde üçüncü adeti görmezlerse, üç ay daha bekleye­ceklerdir ve eğer bu üç ay içinde üçüncü adeti görürlerse, iddetleri bitmiş olur. Kocaları da bu uzun müddet içinde onları nikâhı altına döndürebilirler. Fakat birinci dokuz ayın hangi tarihten itibaren sayıldığı hakkında İmam Mâlik'ten iki rivayet gelmiştir. Kimisi «Kadının boşandığı günden itibaren sayılır» demiştir ki bu İmam Mâlik'in Muvatta'daki sözüdür. İbnü'l-Kasım da «Kanının kesildiği tarihten itibaren sayılır» demiştir.

İmam Ebû Hanife, İmam Şafii ve cumhur da «Hayız yaşında olan ka­dın eğer hiç adet görmemişse, hayızdan ümid kestiği yaşa vanncaya kadar bekledikten sonra üç ay daha bekler ve ondan sonra evlenebilir» demişler­dir.

İmam Mâlik'in görüşü, Hz. Ömer'le îbn Abbas'tan, cumhurun görüşü de İbn Mes'ud ile Zeyd b. Sâbit'ten rivayet olunmuştur. İmam Mâlik kendi görüşüne aklî yönden şöylece delil getirmiştir: «Kadınların çoğu gebe ol­dukları zaman adetten kesildikleri için, iddet süresini beklemekten gaye kadının gebe olup olmadığı zanmnı kazanmaktır. Halbuki gebelik süresi olan dokuz ay, kadının gebe olup olmadığı hakkında kanaat vermek için kâfidir, hatta kesin bir kanaat verir. Şu halde dokuz ay bekleyen bir kadın, bundan sonra üç ay daha bekler -ki bu da hayız yaşını aşan kadınların iddet süresidir-henüz bir yılı tamam olmadan adet görürse, onun hakkında, ay başı halini gö­ren kadınların hükmü geçerli olur ve gördüğü adet onun için birinci ay başı hali olur. Bundan sonra bir daha üç ay bekler, ta ki ikinci yıl içinde ya bir daha adet görür de, üçüncü adetini bekler ya da yılı tamam olur ve böylece iddeti biter».

Cumhur ise "Kadınlarınız içinde artık adetten kesilmiş olanların -eğer şüphe ediyorsanız- iddetleri üç aydır" âyet-i kerimesinin zahirine bakmıştır. Çünkü zahir şudur ki, adet görme yaşında olup da adet görmeyen kadınlar, «Adetten kesilen kadınlar» deyiminin şümulüne girmezler. Halbu­ki bu görüşte çok büyük bir zorluk vardır. Eğer «Adetten kesilmiş olan ka­dınlar» deyiminden, «Adetten kesildiği kesin olarak bilinmeyen kadınlar»ı anlamak ve "Eğer şüphe ediyorsanız" kaydını da -îmatn Mâlik'in yaptığı gi­bi- hayza değil, hükme vermek suretiyle «Henüz adet görme yaşında olup da adet görmeyen kadınların iddeti de üç aydır» demiş olsalardı iyi olurdu. Fa­kat İmam Mâlik'in görüşü, âyetten anladığı mânâya uymamaktadır. Çünkü "Adetten kesilmiş olan kadınlar" deyiminden İmam Mâlik, adet görmedik­leri kesin olarak bilinen kadınları anlamıştır ki bu kadınlar da adet yaşını aşan kadınlardır. Bunun içindir ki "Eğer şüphe ediyorsanız" kaydını hayza de­ğil, hükme vermiş olup "Eğer iddetlerinİ bilmiyorsanız" mânâsında yo­rumlamıştır. Bununla beraber «Dokuz ay bekledikten sonra -adet görme ya­şında olduğu halde- adet görmeyen kadın üç ay bekleyecektir» demiştir. Hal­buki -bilindiği gibi- üç ay, adet görme yaşım aşan kadınların iddetidir. İmam Mâlik'in tabilerinden İsmail ile İbn Bükeyr ise, "Eğer şüphe ediyorsanız" kaydını hayza verip, «Arap dilinde adetten kesilmiş olan kadın deyimi Adet göreceği kesin olarak bilinmeyen kadın demektir» demiş ve böylece kendi mezhepleri olan İmam Mâlik'in görüşüne uyan bir yorumda bulunarak güzel bir şey yapmışlardır. Zira eğer «Adetten kesilmiş olan kadın» deyiminden «Adet görme yaşım aşan kadın» anlaşılırsa, henüz adet görme yaşında olup da adet görmeyen kadının, adetten kesilme yaşma vanncaya kadar bekleme­si lazım gelir ve eğer «Adetten kesildiği kesin olarak bilinmeyen kadın» an­laşılırsa, henüz adet görme yaşında olup da adet görmeyen kadının da adet görme yaşını aşan kadın gibi üç ay beklemesi gerekir ki Zahirîlerin yaptığı kıyas da bunu gerektirir. İmam Mâlik'in bu kadını dokuz aydan sonra üç aya tabi tutması ise bir istihsandır. [64]

 

cc- Hastalık veya Emziklilik Dolayısıyla Adetten Kesilen Kadının İddeti

 

Hastalık veya çocuk emzirişi gibi bir sebebten dolayı adetten kesilen kadına gelince: İmam Mâlik'ten gelen meşhur rivayete göre bu kadın -ister uzun sürsün, ister kısa- adetini bekleyecektir. Kimisi de «Bu kadın sebebsiz olarak adetten kesilen kadının hükmündedir» demiştir.

Müstehaza olan kadına gelince: tmam Mâlik'e göre eğer kanlan ara­sında bir fark görmüyorsa bir sene bekleyecektir. Eğer fark görüyorsa -bir rivayete göre- bir sene bekleyecek, -bir rivayete göre- gördüğü farka göre ha­reket edecek üç kere adet görmesini bekleyecektir. îmam Ebû Hanife de «Eğer fark görüyorsa, üç kere adet görmeyi, eğer fark görmüyorsa üç ay bek­leyecektir» demiştir. îmam Şâfıi ise «Bu kadının adeti üç kere adet görmesi­dir. Koyu kırmızı olan kan adet kanıdır, san renkli olan kan da temizlik hali­dir. Şayet bütün kanlan aynı renkte ise, o zaman sağlık halindeki adetine göre günlerini hesaplayacaktır» demiştir.

îmam Mâlik'in Müstehaza kadın için, «Bir sene bekler» demesi bun­dandır. Çünkü ona göre Müstehaza da, adet görme yaşında olup da adet gör­meyen kadın hükmündedir. îmam Şafii de, eski adet günlerini hatırlayan Müstehaza kadın hakkında -namaza kıyas ederek- «Günlerini sağlık halin­deki adetlerine göre hesaplayacaktır» demiştir. Zira Peygamber (s.a.s) Efen­dimiz Müstehaza olan kadına,

«Sağlık halinde iken adet gördüğün günlerde namaz kılmayı bırak. O . günlerin miktarı geçince de kanı yıka» [65] buyurmuştur. Kanlar arasında fark bulunduğu zaman bu farka itibar edenler de «Çünkü Peygamber (s.a.s) Efendimiz Fatıma binti Cahs'a,

«Adet kanı olduğu zaman, siyah bir kandır. Bu kan gelmeye başladığı zaman namaz kılmaktan sakın. Diğeri gelmeye başladığı zaman ise, abdest al, namaz kıl. Zira bu kan bir damar kanıdır» [66] buyurmuştur ki, bu hadisi de Ebû Dâvûd kaydetmiştir.

Kadının, kanlan arasında fark görmediği zaman iddetinin üç ay oldu­ğunu benimseyenler ise şuna dayanmışlardır: Zira malumdur ki kadınlann çoğu, her ayda bir kere adet görmektedirler. Adetten kesildikleri zaman da iddetleri üç aydır. Adetin bilinmemesi de kesilmesi hali gibidir. [67]

 

dd- Gebe Kadınların îddeti

 

Karnında bir şey kıpırdadığında onu çocuk zanneden kadınlar ise, ge­belik süresinin en çoğunu beklerler ki, Mâliki mezhebinde bunda ihtilâf edil­miştir. Kimisi «Dört sene» kimisi «Beş senedir» demiştir. Zahiriler de «Dokuz aydır» demişlerdir.

Cenabı Hak "Yüklü kadınların iddeti de, doğum yapnıalarıyla ta­mamlanır" [68] buyurduğu için, boşanan gebe kadınlann iddetlerinin doğum yapmalanyla sona erdiğinde ihtilâf yoktur. [69]

 

b- Cariyelerin İddeti

 

Boşanan cariyelere gelince: Bunlar da hür kadınlar gibi -adetten kesil­miş olanlar, müstehaze olanlar, adet görme yaşında olup da adet gören ve görmeyenler olmak üzere- kısımlara ayrılırlar. Adet görenlerin iddeti -cumhura göre- iki kere adet görmeleridir. İmam Dâvûd ile Zahirîler ise «Ca­riyenin de iddeti -hür kadının iddeti gibi- üç kere adet görmesidir» demişler­dir ki İbn Şîrîn de buna katılır. Zahirîler "Boşanan kadınlar, kendi kendile­rine üç aybaşı halini beklerler" âyet-i kerimesinin zahirine dayanmışlardır. Zira caıiye de «Boşanan kadın» deyiminin şumülü içindedir. Cumhur ise bir «KIYAS-IŞEBEH» yaparak cariyeyi bu umumdan çıkarmışlardır. Zira -bilindiği üzere- kölenin talâk sayısı ile .zina cezası hürünkinin yansıdır. Bunun için iddetinin de hürün iddetinin yarısı olması lazım gelir. Şu halde hür kadı­nın iddeti üç aybaşı hali olduğuna göre cariyehinki de birbuçuk aybaşı hali olması gerekir. Fakat bir aybaşı hali ikiye bölünemediği için cariyenin iddeti

iki aybaşı hali olmuştur.

Adetten kesilmiş olan veyahut henüz adet görmeyen cariyeye gelince: İmam Mâlik ile Medine fukahasımn çoğuna göre bunun da -hür kadın gibi-iddeti üç aydır. Fakat İmam Şafii, İmam Ebû Hanife, Süfyan Sevrî, Ebû Sevr ve bir cemaat «Birbuçuk aydır» demişlerdir, Kıyas'da -eğer âyetin umumunu tahsis edersek- bunu gerektirmektedir. Herhalde İmam Mâlik, adet gören ca­riyenin iddetini, cariyenin talâk sayısıyla zina suçu cezasına kıyas etmişse de, adetten kesilen cariyenin iddetinde bu kıyası yapmamıştır. Halbuki kıyas

her ikisinde de aynıdır.

Adet gönne yaşında olup da adetten kesilen ve fakat niçin kesildiği bi­linmeyen cariyeye gelince: Bunun hakkındaki ihtilâf, hür kadın hakkındaki ihtilâf gibidir. Müstehaza olan cariye hakkındaki ihtilâf da keza müstehaza olan bir kadın hakkındaki ihtilâf gibidir. [70]

 

c- İddetin Bozulması

 

Fukaha, kendisiyle gerdeğe girilmeden boşanan kadının iddeti olma-^ğında müttefik iseler de, kişi Ric'î Talâk ile boşadığı karısını, iddeti esna-ıda bir daha nikâhı altına döndürdükten sonra, kendisiyle cinsi münasebet bulunmadan bir daha boşarsa, bu kadının iddeti ikinci boşanmadan dolayı nilenir mi, yenilenmez mi diye ihtilâf etmişlerdir. İslâm fukahasınm ımhûru «Yenilenir» demişlerse de, kimisi «Birinci boşanmadan dolayı ndisine lazım gelen iddetinde kalır» demiştir ki bu, îmam Şafii'nin iki kav­iden biridir. îmam Dâvûd da «Bu kadın ne eski iddetini tamamlamak, ne de ni baştan bir iddet beklemek zorunda değildir» demiştir. Kısacası, İmam Eâlik'e göre, ilâ eden kimsenin geri dönmesinden başka, bütün geri dönme-fcr -kadına dokunulmasa bile- iddeti bozarlar, îmam Şafii ise «Kişi, boşadığı ansını tekrar nikâhı altına döndürdükten sonra ve kendisiyle münasebette ulunmadan bir daha boşarsa, bu kadına yeni boşamadan dolayı iddet lazım elmez. Eski iddetinden ne kadar kalmışsa onu bekler» demiştir ki, en zahir lan da budur.

İmam Mâlik'e göre, kişinin nafakasını veremediği için ayrıldığı kansı-ı tekrar nikâhı altına geri döndürmesinin sıhhati de ona nafaka vermesine ağlıdır. Eğer ona nafaka verirse geri döndürmesi sahihtir ve -eğer onu boşaıışsa- iddeti bozulur. Eğer ona nafaka vermezse kadın eski iddetinde kalır. ayet henüz iddette iken ikinci sefer kendisiyle evlenirse, bu hususta İmam 4âlik'ten iki rivayet gelmiştir. Birisine göre iki.iddet birbirine girer. Birine ,öre de, ikinci evlenişten yeni bir iddet lazım gelir. Birinci rivayet, iddetin, adının gebe olup olmadığını öğrenmek için vaz'edildiği düşüncesine da­danmaktadır. Zira iki iddetin birbirine girmesi halinde de kadının gebe olup bîmadığı öğrenilir. İkinci rivayet de «İddet taabbüdî bir hükümdür. Şu halde pelâl olan her cinsi münasebetin yenilenişinde iddetin de yenilenmesi gere-ir» düşüncesine dayanır.

İmam Mâlik'e göre, boşanan cariyenin henüz iddette iken azadlanma-;ıyla, iddeti değişmez. İmam Ebû Hanife de «Ric'î talâk ile boşanan cariye ıenüz iddette iken azadlanırsa, iddeti hür kadının iddetine dönüşür. Fakat cesin olarak boşanan cariyenin iddeti, azadlanmasıyla değişmez» demiştir, mam Şâfıi ise «Her iki halde de, iddeti hür kadının iddetine dönüşür» demiş-ir.

Bu ihtilâfın sebebi, iddet, evlenmenin mi, yoksa ayrılmanın mı ıhkâmındandır diye ihtilâf etmeleridir. «Evlenmenin ahkâmı ndandır» di­yenler, «Cariyenin iddeti, azadlanmasıyla değişmez» demişlerdir. «Ayni-nanın ahkâmındandır» diyenler ise, «Cariye evli iken azadlandıktan sonra boşandığı zaman nasıl iddeti hür kadının iddeti ise, boşandıktan sonra da azadlanırsa, iddeti hür kadının iddeti olur» demişlerdir.

Kesin ve ric'î talâk ile boşanan cariyeler arasında ayırım yapanlar ise, «Çünkü ric'î talâk ile boşanan kadın, iddette bulunduğu sürece evli bulunan kadının ahkâmına tabidir. Bunun içindir ki kocası öldüğü zaman eğer henüz iddeti bitmemişse, kocasına -bütün fukahamn ittifakıyla- varis olur ve iddeti, kocası ölen kadının iddetine dönüşür» demişlerdir.

Kadınların iddeti hakkındaki bahsimizin birinci kısmı işte budur. [71]

 

2. İddet'in Sonuçları

 

a- İddet Yeri ve Nafaka

 

Cenâb-ı Hak "Boşadığınız, fakat iddeti dolmamış kadınları gücü­nüz nisbetinde, kendi oturduğunuz yerde oturtun. Onları sıkıntıya sok­mak için zarar vermeye kalkışmayın. Eğer gebe iseler, doğum yapmala­rına kadar nafakalarını verin" [72] buyurduğu için fıkıh alimleri, ric'î talâk ile boşanan kadın ile gebe kadının iddetlerinin bitimine kadar kendilerine hem nafaka, hem yer temini vücubunda müttefik iseler de, kesin talâk ile bo­şanan kadına -gebe olmadığı zaman- nafaka ve yer temini vücubunda ihtilâf ederek üç gruba ayrılmışlardır. Kimisi «îddeti bitinceye kadar ona hem nafa­ka, hem yer temini vacibtir» demiştir ki, Küfe uleması bu görüştedirler. Kimisi «Ne nafaka ve ne de yer temini vacib değildir» demiştir. Bunu da İmam Dâvûd, İmam Ahmed, Ebû Sevr, îshak ve bir cemaat söylemişlerdir. Kimisi de «Yer temini vacibtir, fakat nafaka vacib değildir» demiştir. Bu da îmam Mâlik ile İmam Şafii'nin görüşüdür.

Bu ihtilâfın sebebi, Fatımabinti Kays'ın hadisine dair rivayetlerin değişik olmasıyla, bu hadisin Kur'an-ı Kerim'in zahiriyle çelişmesidir. «Ne nafaka, ne yer temini vacib değildir» diyenler, Müslim'in Fatma binti Kays'tan getirdiği «Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in zamanında kocam beni üç talâk ile boşadı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e gittim. Peygamber (s.a.s) Efendimiz bana, ne yer temini, ne de nafaka düşmediğini söyledi» [73] hadisiyle istidlal etmişlerdir. Bu hadisin bazı rivayetlerinde, «Peygamber (s.a.s) Efendimiz Fatma'ya,

'İddet çekmek için yerin temin edilmesi ile nafakanın verilmesi ancak kocasının kendisini, nikâhı altına döndür ebilecegi kadına düşer' buyurdu» [74]şeklindedir ki bu görüş, Hz. Ali, îbn Abbas ve Câbir b. Abdullah'tan rivâyet olunmuştur. «Kendisine yer temini vacibtir. Fakat nafaka düşmez» di­yenler de tmam Mâlik'in Muvatta'da rivayet ettiği yine aynı hadis ile ihticac etmişlerdir. Zira Muvatta'daki rivayete göre Peygamber (s.a.s) Efendimiz, Fatma'ya,

«Senin için nafaka ona düşmez» [75] demiş ise de, ona, Ümm-ü Mektum oğlunun evinde iddetini tamamlamasını emrede­rek «Yer temini düşmez» diye söylememiştir. Bunun için "Boşadığınız, fa­kat iddeti dolmamış kadınları kendi oturduğunuz yerde oturtun" âyet-i kerimesi umumunda kalmıştır. Derler ki: «Bu kadının ağzı bozuktu. Bunun için Peygamber (s.a.s) Efendimiz ona, Ümmü Mektum oğlunun evinde idde­tini tamamlamasını emretmiştir.

«Bu kadına hem yer temini, hem nafaka düşer» diyenler de, yer temini vücubu hususunda "Onları oturduğunuz yerde oturtun" âyet-i kerimesi­nin umumuna dayanmışlardır. Nafaka vermenin vücubu hususunda da «Çünkü ric'î talâk ile boşanan, gebe olan ve evli kadınlara yer temini vacib olduğundan nafaka da vacib olmuştur. Kısacası, nerede yer temini vacib ise, nafaka da vacibtir» demişlerdir. Rivayet olunduğuna göre Hz. Ömer, Fatma binti Kays hakkında, «Biz bir kadının sözü için Peygamber (s.a.s) Efendi-miz'in hitabıyla sünnetini bırakamayız» demiştir. Hz. Ömer bu sözü ile "On­ları oturduğunuz yerde oturtun" âyet-i kerimesini kasdetmiştir. Aynca herkesçe bilinmektedir ki, Peygamber (s.a,s) Efendimiz nerede «Yer temini vacibtir» demiş ise «Nafaka da vacibtir» demiştir [76] Bunun için bu mes'ele hakkında en iyisi, ya -âyetin umumu ile Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in sün­netine bakarak «Her ikisi de düşer» demek ya da Fatma binti Kays hadisinin delaletiyle kesin olarak boşanan kadını âyet-i kerimenin umumundan istisna etmektir. Nafaka ile yer temini arasında ayırım yapmak ise -delili zayıf oldu­ğu için- zordur.

Şu da bilinmelidir ki, boşanma, ölüm ve tahyir edildikten sonra azadla-nan cariyenin kendini boşaması yollan ile vaki olan ayrılmalarda iddet lazım geldiğinde ittifak vardır. Fesih yoluyla vaki olan ayrılmalarda ise, iddet la­zım gelip gelmediğinde ihtilâf edilmiştir. Cumhur bunda da iddet lazım gel­diği görüşündedir. [77]

 

b- Ölüm İdden                                   

           .

Bu bahsimizin iddet hakkında olduğu ve ölüm iddetine de has birtakım

hükümler bulunduğu için burada ölüm iddetinden de bahsetmeyi uygun gö­rüyoruz. [78]

 

aa- Hür Kadının İddeti

 

Cenâb-ı Hak, "İçinizden ölenlerin bıraktığı eşler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler" [79] buyurduğu için ulema, hür olan kadına, hüı olan kocası öldüğünde iddet olarak dört ay on gün lazım geldiğinde müttefik iseler de, kocası ölen gebe kadın ile kocası ölen cariyenin iddetlerinde ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik «Kocası ölen kadın, kocasının ölümünden sonra dört ay on gün beklese bile, eğer bu müddet içinde -bir kere olsun- aybaşı halini görmezse evlenemez. Çünkü bu kadının gebe olma ihtimali vardır. Şu halde gebelik müddetinin bitmesini bekleyecektir» demiştir.

îmam Mâlik'ten «Bazı kadınlar vardır ki adet görmedikleri halde ken­dilerinden gebelik şüphe edilmez. Bu da, dört aydan fazla bir zaman ara ile adet gören kadınlarda olur» dediği de rivayet olunmuştur. Halbuki bu tür kadınlar -diyebiliriz ki- hiç yoktur veyahut varsa da çok azdır. Îbnül-Kasım'ın İmam Mâlik'ten rivayetine göre bu kadın ölüm iddetini bekledikten sonra ev­lenebilir. İmam Ebû Hanife, îmam Şafii ve Süfyan Sevrî gibi İslâm fukahası-nın cumhuru bu görüştedirler.

Kocası ölen gebe kadının iddetine gelince, "Yükİü kadınların iddeti de, doğum yapmalarıyla tamamlanır" âyet-i kerimesi her ne kadar boşa­nan kadınlar hakkında nazil olmuşsa da, cumhur ve İslâm fukahası hem bu âyetin umumun, hem Ümmü Seleme'den rivayet olunan «Sebîatü'l-Esle-miyye kocasının Ölümünden onbesgün sonra doğum yaptı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e başvurdu. Peygamber (s.a.s) Efendimiz ona 'Sen artık iddeîten çıkmı§ oldun. İstediğinle evlenebilirsin' dedi» [80]hadisi­ne dayanarak, «Kocası ölen gebe kadının iddeti doğum yapmasıyla tamam­lanır» demişlerdir.

İmam Mâlik ise, îbn Abbas (r.a.)'dan «Bu kadının iddeti, her iki süre­den hangisi daha uzunsa odur» dediğini rivayet etmiştir. Yani gebelik süre­siyle ölüm iddetinin süresinden hangisi daha sonra tamamlanıyorsa, kadın onu beklemek zorundadır. Bunun gibi bir söz Hz, Ali'den de rivayet olun­muştur. Bunlar da «Çünkü ancak böylece, gebe kadınların iddeti hakkındaki âyet ile kocası Ölen kadınların iddeti hakkındaki âyetin umumları te'lif olu­nur» diye düşünmüşlerdir. [81]

 

bb- Cariye'nin İddetî

 

Kocası veyahut efendisi ölen cariyeye gelince: Bu da ölen kimsenin ya nikâhlı karısı, ya cariseyisidir. Eğer cariyesi ise, kendisinden ya çocuk do­ğurmuştur, ya doğurmamıştır.

Nikâhlı cariyenin iddeti -cumhura göre- hür kadının iddetinin yansı­dır. Cumhur bunu da cariyenin boşanma iddetine kıyas etmiştir. Zâhiriler'e göre ise, kocası ölen cariyenin iddeti de kocası ölen hür kadının iddeti kadardır. Çünkü Zahiriler âyetin umumuna dayanarak, «Cariyenin boşanma iddeti hür kadının boşanma iddeti kadardır» demişlerdir. Efendisinden Çocuk do­ğuran cariyenin iddeti ise -İmam Mâlik, İmam Şafii, İmam Ahmed, Leys b. Sa'd, Ebû Sevr ve bir cemaata göre- bir kere âdet görmesidir ki İbn Ömer de buna katılır. İmam Mâlik «Eğer bu cariye adet görmeyen kadınlardan ise id­deti üç aydır. Ona yer temini de gerekir» demiştir. İmam Ebû Hanife ile tabi­leri ve Süfyan Sevrî ise, «İddeti üç kere adet görmesidir» demişlerdir. Hz. Ali ile İbn Mes'ud da bu görüştedirler. Kimisi de «îddeti, kocası ölen hür kadının iddetinin» kimisi de «Hür kadının iddetinin tamamıdır. Yani dört ay on gün­dür» demiştir.

İmam Mâlik; «Bu kadın kocası ölen nikâhlı kadın değildir ki, ölüm id-detini beklesin, boşanmış da değildir ki, iddeti üç kere adet görmesi olsun. Şu halde onun için iddet gerekmez. Ancak evlenebilmesi için -efendisi ölen ço­cuksuz cariye gibi- gebe olmadığını Öğrenmek lazımdır ki, bu da bir kere adet görmesiyle olur» diye delil getirmiştir. Çünkü efendisinden çocuk do­ğurmayan cariyenin efendisi öldüğü zaman, iddetinin bir kere adet görmesi olduğunda ihtilâf yoktur.

İmam Ebû Hanife'nin delili de şöyledir: «Bu kadın, kocası ölen nikâhlı kadın değildir ki, ölüm iddetini beklesin; çocuklu olduğu için tam cariye de değildir ki, efendisi ölen cariyenin iddetine sahip olsun. Şu halde iddeti, boşanan hür kadınların iddetidir ki o da üç kere aybaşı halini görmesidir».

«Efendisi ölen çocuklu cariyenin iddeti, kocası ölen hür kadının idde­tidir» diyenler de, Amr b. As'tan rivayet olunan, «Bizi Peygamberimizin sünnetinden saptırmayın. Efendisi ölen çocuklu cariyenin iddeti dört qy on gündür» [82] hadisiyle ihticac etmişlerdir. Fakat İmam Ahmed, bu hadisi za­yıf görerek onunla amel etmemiştir.

«Bu cariyenin iddeti kocası ölen hür kadının iddetinin yansıdır» di­yenler ise, bu cariyeyi nikâhlı cariyeye kıyas etmişlerdir.

Şu halde bu cariye hakkında ihtilâfın sebebi, onun hakkında bir hü­küm varid olmadığı için, cariye ile hür kadından hangisinin hükmüne tabi ol­duğunda tereddüt edilmesidir. Bu cariyeyi nikâhlı cariyeye kıyas edenlerin[83]

 

2.Mut'a

 

Mut'a, boşanan kadına, gönlünü hoş etmek için bir mâlî bağışta bulun­mak demektir. Cumhur bunun vücubunu benimserse de, her boşanan kadın hakkında değil, bazı kadınlar hakkında vacib olduğunu benimsemiştir. Zahirîler'den kimisi ise «Boşanan her kadın hakkında vacibtir» demiştir. Kimi­si de «Mut'a vacib değildir, sünnettir» demiştir. îmam Mâlik bu görüştedir. «Bazı kadınlar hakkında vacibtir» diyenler de ihtilâf ederler. îmam Ebû Ha-nife, «Karısını -kendisine bir mehir biçmeden ve kendisiyle gerdeğe girme- , den- boşayan kimseye vacibtir», İmam Şafii ise «Kendisine mehir biçilip de kendisiyle gerdeğe girilmeden boşanan kadınlar dışında, boşanan bütün ka­dınlara -boşanmasını kendisi istememiş olmak şartıyla mut'a vermek vacib­tir» demiştir. Ulema'nm cumhuru da bu görüştedir. İmam Ebû Hanife "Ey iman etmiş olanlar, mü'min kadınlarla evlendikten sonra kendileriyle temas etmeden onları boşadiğımz zaman size onlar için iddet saymaya lüzum yoktur. Kendilerine bağışta bulunarak onları güzellikle salıveri­niz" .[84] ve "Eğer kadınlara mehir biçer de el sürmeden onları boşarsanız biçtiğinizin yarısını veriniz" [85] âyet-i kerimeleriyle ihticac ederek, «Zira birinci âyette, kadına temas edilmeden boşanması halinde mut'a verilmesi emrolunurken, ikinci âyette "Bu kadına, eğer mehri biçilmişse biçilen meh-rin yansı düşer" diye emrolunmaktadır. Bu şu demektir ki, kadına ancak me­hir biçilmediği ve kendisiyle temas edilmeden boşandığı zaman mut'a veri­lir. Çünkü kendisine mehir biçildiği veyahut temastan sonra boşandığı za­man, birinci durumda mehrin yansı, ikinci durumda da mehrin tamamı ken­disine düşer. Bunun için bu her iki durumda da ona mut'a vermenin vücubu için sebeb yoktur» demiştir. İmam Şafii ise "Boşadığımz kadınları, zengin-fakir, herkes kendi haline göre faydalandırsın" [86] âyet-i kelimesindeki emri -kendisine mehir biçilip de kendisiyle gerdeğe girilmeden boşanan ka­dınlardan başka- boşanan bütün kadınlara hamletmiştir. Zahirîler ise, bu âyetin umumundan hiçbir kadını istisna etmemişlerdir.

Cumhur, «Kendisine mehir biçildikten sonra ve temas edilmeden bo­şanan kadına nasıl mut'a düşmüyorsa, hulû' edilen, yani bedel mukabilinde boşanan kadına da mut'a düşmez. Çünkü hulû'da, erkek kadına değil, kadın erkeğe borçludur» demiştir. Zahirîler ise «Mut'a bir taabbüddür. Kadın bir taraftan verir, bir taraftan alır» demişlerdir. îmam Mâlik ise «Ayetin sonun­da mut'a, bir fazilet ve insanlık gereği olarak vasıflandırılmıştır. Bu kabil şeyler ise vaçib olmayıp sünnettirler» diyerek âyetin emrini nedbe hamlet-mistir.

Ulema boşanmış olan kadına da -kocası ölen kadın gibi- iddet süresi bitinceye kadar ihdâd (yas), yani evinde oturup çıkmamak, güzel kokular sürmemek, renkli elbiseler giymemek, ellerini kınalamamak ve gözlerine sürme çekmemek gibi şeyler gerekir mi, gerekmez mi diye ihtilâf etmişler­dir. İmam Mâlik «Gerekmez» demiştir. [87]

 

3. Eşlerin Geçimsizliğinde Hakem Tayini

 

CenâtM Hak "Kan ile kocanın arasının açılmasından endîşe ederse­niz erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gön­derin. Bunlar düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur" [88]

buyurduğu için ulema, kan ile koca arasına geçimsizlik girdiği zaman hangi­sinin haklı hangisinin haksız olduğunu öğrenip ona göre bir çare bulmak için iki kişilik bir hakem heyeti göndermenin cevazında ve bu iki kişiden birini erkeğin ailesinden, birini de kadının ailesinden seçmenin lüzumunda mütte­fiktirler. Ancak eğer bu iki aileden bu işe yarayacak bir kimse bulunmazsa, o zaman yabancılardan da seçilebilir. Ulema şunda da müttefiktirler: «Eğer bu iki hakemden biri, kan ile kocayı birbirinden ayırmaya, diğeri de ayırmama­ya karar verirse, ikisinin de karan nafiz (geçerli) değildir ve eğer her ikisi de, bunları birbirinden ayırmamaya karar verirlerse -bu hususta onlardan muva­fakat almamış olsalar bile- kararlan nafizdir. Ancak eğer erkekten muvafakat almadan onları birbirinden ayırmaya karar verirlerse, bu karar nafiz mi­dir, değil midir diye ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik ile tabileri, «Bu iki ha­kem -ister kan ile kocadan vekâlet veya izin alarak, ister almayarak olsun-neye karar verirlerse, kararlan nafizdir» demişlerdir. İmam Şafii, İmam Ebû Hanife ve bu iki imamın tabileri ise, «Bu iki hakem -kocadan vekâlet veya izin almadan- onlan birbirinden ayıramazlar» demişlerdir.

İmam Mâlik'in delili, kendisinin Hz. Ali'den «Hakem heyeti, kan ile ko­cayı birbirinden ayırmaya da, ayırmamaya da yetkilidir» dediğini rivayet et­tiği eserdir. «Hiçbir kimse -vekâlet veya izni olmaksızın bir diğerinin kansı-hı boşamaya yetkili değildir» diyen İmam Şâfıi ile îmam Ebû Hanife ise asla dayahmıyorlardır. Zira asıl, bir kimsenin bir diğer kimsenin karısını boşa­maya -o kimsenin izni olmaksızın- yetkili olmamasıdır.

İmam Şâfıi ile îmam Ebû Hanife aynca Hz. Ali'den rivayet olunan şu esere de dayanmışlardır: Zira rivayete göre Hz. Ali bir gün iki kişiyi bu işte görevlendirirken onlara, «Siz ne yapacağınızı biliyor musunuz? Onlan uzlaştırmayı faydalı görürseniz uzlaştırınız, faydalı görmezseniz birbirinden ayırınız» deyince kadın, «Ben -ister kârlı, ister zararlı çıkayım- Allah'ın kita-

binin hükmüne razıyım» demiştir. Fakat kocası «Ben ayrılmaya razı deği­lim» deyince, Hz. Ali «Olmaz. Allah'a yemin ederim ki sen de, kadının dedi­ği gibi demezsen, buradan aynlamazsın» demiştir. İmam Şafii ile îmam Ebû Hanife, «Eğer erkeğin izni şart olmasaydı, Hz. Ali ona 'Sen de kadının dediği gibi demezsen buradan aynlamazsın' demeye lüzum görmezdi» demişler­dir. Fakat îmam Mâlik hakem heyetini hakime kıyas ettiği için erkeğin iznini şart kosınamıştır. Çünkü îmam Mâlik'e göre hakim, kadının mütezarnr (za­rara uğramış) olduğunu görürse -kocasının izni olmaksızın- onu boşar.

îmam Mâlik'in tabileri, hakem heyetine tanıdıklan boşama yetkisinin sayısında ihtilâf etmişlerdir. Her ne kadar Îbnü'l-Kasım, «Eğer hakem heyeti kadını üç talâk ile boşarsa, kadın üç talâk ile boşanır» demiş ise de, Eşheb ile Muğire «Bir talâk ile boşanır» demişlerdir. [89]

 



[1] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/19.

[2] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/21.

[3] Talâk, 65/1.

[4] Bakara, 2/229.

[5] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/23.

[6] Buhârî'de bulunmuyor. Müslim, Talâk, 18/2, no: 1472; Ebû Dûvfıd, Talâk, 7/10, no: 2199.

[7] Ahmcd, 1/265; Ebû Ya'lâ, Müsned, 4/379, no: 2500; Bcyhâkî, 7/339.

 

[8] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/24.

[9] îbn Ebî Şeybe, Musannef, 5/83; Beyhâkî, 7/370; Tabcrânî (Hcyscmî, Mecmââ'z-Zev-âid, 4/337). Ayrıca bkz. ibnü'L-Türkmânî, el-Cevheru'n-NâkU 7/370; Abdürrczzak,7/234.

[10] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/25.

[11] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/25-26.

[12] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/27.

[13] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/27-28.

[14] Buhârî, Talâk, 68/29, no: 5308; Müslim, Liân, 19, no: 1492.

[15] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/28.

[16] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/28-29.

[17] Şafii, Müsned, 2/34, no: 108.

[18] Ahmed, 6/146; Müslim, Ahdiye, 30/8, no: 1718.                

[19] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/29-30.

[20] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/30.

[21] Buhâfî, Talâk, 68/2, no: 5252; Müslim, Talâk, 18/1, no: 1471; Ebû Dâvûd, Talâk, 7/4 no: 2184; Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr, 3/52-53.

[22] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/30-31.

[23] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/31.

[24] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/33.

[25] Bakara, 2/229.

[26] Buhârî, Talâk, 68/12, no: 5273; Ebû Dâvûd, Talâk, 7/18, no: 2229; Ncsâî, 6/169.

[27] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/33-34.

[28] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/34.

[29] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/34.

[30] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/35.

[31] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/35-36.

[32] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/36.

[33] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/36-37.

[34] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/37-38.

[35] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/39.

[36] Buhârî, Talâk, 68/5, no: 5262; Müslim, Talâk, 18/4, no: 1472; Ebû Dâvûd, Talâk, 7/12 no: 2203.

[37] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/41-44.

[38] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/45.

[39] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/47.

[40] îbn Mâce, Talâk, 10/16, no: 2045.

[41] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/47-50.

[42] Ahzâb, 33/21.

[43] Buhârî, Talâk, 68/8, no: 5266; Müslim, Talâk, 18/3, no: 1473.

[44] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/50-53.

[45] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/53.

[46] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/53-55.

[47] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/55-56.

[48] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/57-59.

[49] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/61-62.

[50] Bakara, 2/228.

[51]  Bakara, 2/282.      

[52] tbn Vehb, Musannef, ?; Saîd b. Mansur, Sünen, ?.

[53] Tirmizî, Nikâh, 19, no: 1116.

[54] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/65-67.

[55] Buhârî, Sehâdâu 52/3, no: 2639; Müslim, Nikâh, 16/17, no: 1433; Mâlik, Muvatta', 28/8, no:

[56] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/69-70.

[57] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/70-71.

[58] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/71.

[59] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/73.

[60] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/75.

[61] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/75.

[62] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/75.

[63] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/75-78.

[64] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/78-79.

[65] Buhârî, Hayd,6/8, no: 306; Mâlik, Taharet, 2/29, no: 104.

[66] Ebû Dâvûd, Taharet, 1/116, no: 303.

[67] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/80.

[68] Talâk, 65/6.

[69] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/81.

[70] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/81.

[71] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/82-83.

[72] Talâk, 65/6.

[73] Müslim, Talâk, 18/6, no: 1480.

[74] Nesâî, 6/144; Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr, 3/69; Dârckutnî, 4/22, no: 63.

[75] Mâlik, Talâk, 29/23, no: 67.

[76] Bu konuda hadis yoktur.

[77] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/83-84.

[78] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/84-85.

[79] Bakara, 2/228.

[80] Buhârî, Tefsîr, 65/65; Müslim, Talâk, 18/8, no: 1485; Mâlik, Talâk, 29/30, no: 86.

[81] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/85.

[82] Ebû Dâvûd, Talâk, 7/48, no: 2308; îbn Mâce, Talâk, 10/33, no: 2083; tbnü'l-Cârûd. Müntekâ, s. 260, no: 769.

görüşü ise, zayıftır. Bundan daha zayıf olan görüş de, bu cariyenin iddetini boşanan hür kadının iddetine kıyas edenlerin görüşüdür ki, bu da imam Ebı Hanife'nin görüşüdür.

[83] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/86-87.

[84] Ahzâb, 33/49.

[85] Bakara, 2/228.   

[86] Bakara, 2/236.                          

[87] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/89-90.

[88] Nisa, 4/35.

 

[89] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 3/91-92.