TERİMLER SÖZLÜĞÜ
A
Abd: Kul, köle, çoğulu: Abid ve i'bâd.
Abdest: Namaz ve diğer bazı ibadetler için bazı organları yıkama
Adalet: Doğruluk, doğru olmak anlamına gelen bu kelime, hadis terimi olarak,
"Râvinin din işlerinde tam istikamet sahibi olması, fısk ve fücurdan uzak
bulıınması"dır.
Adet: Teamül, herkesçe iyi olarak kabul edilen ve daima halk tarafından
tekrarlanan genel ve hukukî davranışlar.
Adi: bkz. Adalet.
Afakî: Mekke dışında başka yerlerde oturanlara verilen isim.
Âhâd haber: bkz. Haber-i âhâd.
Ahâd hadîs: bkz. Haber-i âhâd.
Ahd-i harici: Belirlilik.
Ahd: Söz, va'd, emir, and, devir.
Akâid: bkz. Akide.
Akd (akid): İki kişi veya iki taraf arasında yapılacak bir işin karşılıklı rıza
ile kararlaştırılması. Bağıt.
Akdiye: Yargılama, verilen hüküm.
Akîde: İnanç, inanılacak şey (çoğulu: Akâid).
Akıl: Akıllı, akılca ergin kimse.
Akile: Ceza hukuku ile ilgili bir terim olarak: Hatâ ile veya tam bir kasıt
bulunmaksızın birini öldüren kişinin ödeyeceği diyeti vermekle yükümlü olan
yakınları veya meslektaşları.
Akid: Akid yapan kimse veya taraf.
Akika: Çocuk için kesilen kurban.
Amber: Amberbahğının barsaklarından ve himene adlı ağaçtan elde edilen kokuların
ortak adı.
Amm: Genel, umûmî ve şümullü ifâde; bir cinsten olan birçok ferdlere delâlet
eden söz.
Arafat: Mekke'nin güney doğusunda altı saatlik mesafede bir dağın adıdır
(Mekke'ye 25 km).
Ariyet: Ödünç/iğreti verme.
Arş: Tavan, çardak, taht, şeref ve saltanat. Allah'ın arşı (Arşullah), insan
aklının alamayacağı bir mahiyet veya Allah'ın varlıklar üzerindeki hâki^ miyeti.
Asabe: Baba tarafından akrabalar, erkek tarafı hısımlar, uzak akraba.
Asi (asıl): Kök, delil, nas, esas, ana-aba, dede ve nine (çoğulu: Usûl).
Avl: Fazlalaşmak demek olup Feraiz'de: Miras, varisler arasında bölüştürülürken
payların toplamının, mesele (ortak payda) den fazla olması.
Ayn: Dış dünyada var olan maddî ve gayri şahsî şey. Belli ve somut nesne. Deyn
(borç) karşıtı olarak kullanılan bu terim, Fıkıh'ta: muayyen ve somut eşyayı
ifade eder. Ev, at ve benzeri.
Azimet: Kesin karar ve niyet. Fıkıh terimi olarak: Kulların özürleri gözönü-ne
alınmaksızın önceden farz kılman fiil.
B
Ba'diyet: Bir kısmını bildirme.
Bâğî: Asî, meşru yönetime karşı ayaklanan kimse.
Bağy: isyan, ayaklanma, kötülük.
Baîn talak: Nikâh tazelenmeden dönülmeyen boşama.
Bâtın: Görünmeyen, bir şeyin iç yüzü, gizli yanı.
Bâtınî: Bir şeyin iç yüzüne ait, dıştan görünmeyen. Ayet ve hadislerin bir iç,
bir de dış anlamı olduğunu ileri sürüp iç anlamlarına bağlanan kimse veya
mezheb.
Belâğ: Yetiştirme, eriştirme. .
Berâet-î asliyye: Bir şeyde asıl olan, o şeyin herhangi bir hükümden vareste
olması prensibi. Yani kişi, bir delil bulunmadıkça hiçbir şeyle yükümlü
tutulamaz. Buna göre bir şeyin haram kılınışı, belli bir nassa dayanmak
zorundadır. Hakkında bir hüküm bulunmayan şeyler mubah (serbest) demektir, bkz.
İbâhat-ı asliyye.
Bevl: Sidik, çiş yapma.
Bey'iye: Satışla ilgili, satmaya mahsus. Satıcının sattığı şeyden aldığı hisse.
Beytü'1-mal: İslâm devletinin maliyesi, devlet hazinesi.
Beyyine: Delil, tanık, senet, hüccet.
Biat (bey'at): Birisinin hâkimiyet veya hilafetini kabul etmek ve onaylamak.
Bid'at: Yeni, sonradan çıkan şey. Hz. Peygamber devrinden sonra ortaya çıkan ve
dinî bir mahiyet taşıyan şey.
Bid'î talâk: Sünnete aykırı boşama.
crırnıcr outıugu ı joı
Bina: Arapça gramerde fiil çatılan ile ilgili bölüm.
Butlan: Bâtıl oluş.
Büyuu'1-Acal: Vadeli satış
Büyük tahallül: Tıraş olup ihramdan çıkma. bkz. Tahallul.
C
Ca'ferîler: Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin soyundan gelen İmam Cafer es-Sadık'ı mezheb
imamı olarak tanıyan şiiler. Bunlara "Isnâ Aşeriyye" ve "İma-miyye" de denir.
Câriye: Kadın köle. Bu kelime, hizmetçi kadın veya kız anlamına da kullanılır.
Cem'u's-salât: Dört rekâtlı namazlar; aynı vakitte kılmak. Namazları
birleştirmek.
Cemratü'l-akabe: bkz. Remyi Cimâr.
Cenabet: Cünüplük.
Ciâle: Ödül ve ücret.
Cihad: Mücâdele, savaş, Allah yolunda yapılan kutsal savaş.
Cinâyât: Suçlar.
Cirâh: Yaralama.
Cizye: Vergi, Gayri müslim vatandaşlardan alınan baş vergisi.
Cumhûr-u fukaha (Cumhûr-u ulema): Fakihlerin büyük çoğunluğu.
Cumhur: (Hanefi, Şafiî, Maliki, Hanbeli'nin de aralarında bulunduğu) Fu-kahanın
çoğunluğu.
D
Def-i tabii: Boşaltım.
Delâlet: Yol gösterme, işaret. Sözün, kullanılmış olduğu asıl anlamı göstermesi.
Delâletü'n-nass: bkz. Mefhûm-i muvafakat.
Delîlü'l-hitab: bkz. Mefhum.
Delil: Kılavuz, rehber, nass, hüccet, kanıt. Zahirilere göre delil, bir nevi
kıyas olup fıkhı hüküm çıkarma ilkesidir.
Derek kefaleti: Satılan malın sahibli çıkması halinde satın alana bedeli ödeme.
Diyât: Kanlık, cinayet ve yaralama için tazminat ödeme.
E
Ecr: Ücret, mükâfaat, kira, bedel.
Ecr-i misi: Bir şey için bilirkişilerce benzerleri gözönüne alınarak takdir
edilen ücret veya değer.
Edâ: Yapma, zamanında yapma.
Ehl-i hadis: Hadis bilgini. Fıkıh ve ictihadda hadis taraftan; fıkhî mes'eleleri
daha çok hadislere dayanarak inceleyen ve çözümlemeye çalışan kimse.
Ehl-i re'y: Görüş sahibi. Fıkıh'ta re'y taraftarı. Fıkhı mes'eleleri daha çok
şahsî görüş, ictihad ve kıyas'a dayanarak açıklayan kimse.
Elfaz: Sözler, kelimeler.
Eman: Güven, af, izin. Yazılı olarak birisine verilen güvenlik belgesi.
Emir: Hükümdar, prens, (çoğulu: Ümerâ).
Emr (emir): Bir işin kesin olarak yapılmasını isteme; buyruk (çoğulu: Evâmir).
Emr-i bi'1-ma'rûf ve nehy-i ani'I-münker: İyiliği emir ve kötülüğü yasak etme.
Ensâr; Hz. Peygamber'in yardımcıları; İslâm'ın güçlenerek yayılmasında büyük
hizmetleri bulunan Medineli ilk müslümanlar.
Eser: Haber, bilgi, hadis, iz (çoğulu: Asar). Esîr: Tutsak, kul, köle. Savaşta
düşman eline düşen kişi.
Etba': Uyanlar, görüşünü benimseyenler.
Evdâc: Yemek borusu, nefes borusu ve şahdamarı.
Eyyâm-ı ma'dûdât: Namazlardan sonra tekbirler alınan günlerdir ki Zilhice'nin
dokuzuncu gününden itibaren onüçüncü gününe kadar olan beş gündür.
Eyyâm-i ma'lûmât: Zilhicce'nin ilk on günüdür ki Yevm-i Terviye, Yevm-i Arafe ve
Yevm-i Nahr bu gruptandır.
Eyyâm-ı teşrik: Zilhicce'nin onbir, oniki ve onüçüncü günleridir (Ayrıca farz
namazlardan sonra teşrik tekbiri getirilen günlere de bu isim verilir).
F
Fâcir: Günahkâr, sapık.
Fahvây-i kelam: Sözün gelişinden anlaşılan mânâ. Terim olarak, sözün ihtiva
ettiği mânâya uygun düşen hüküm.
Fakîh: Bilgin, İslâm hukukçusu (çoğulu: Fukaha). Fârık-ı mümeyyiz: İyiyi kötüyü
ayıran çocuk.
Terimler Sözlüğü / 389
Farz-ı ayn: Herkesin yapması gereken farz.
Farz-ı kifâye: Bazılarınca yapılması yeterli olan farz.
Farz: Emredildiği şer'an kesin bir delil ile bilinen ve yapılması gereken şey.
Fâsık: Doğru yoldan sapmış, günahkâr.
Fâ^.d: Bozuk olan, muteber olmayan, geçersiz.
Fâsid örf: Nassa aykırı düşen örf.
Fecir: Tan vakti.
Fecr-i kâzib: Yalancı tan.
Fecr-i sâdık: Gerçek tan.
Fer': Aslın karşılığı olup dal-budak manasınadır. Hukukî fer'i mesele. Çocuk ve
torun (çoğulu: Fürû').
Fer'î fıkıh: Usûl-i fıkıh karşılığı olup fıkhın ana hükümlerinin tatbik edildiği
mes'elelerle uğraşan fıkıh dalı.
Fer'î: İkinci derecede.
Ferâiz: Miras hukuku, miras paylan.
Fesad: Bozukluk, zarar, kötülük.
Fesh: Bozma, bir şeyin hükmünü kaldırma, iptal etme.
Fetva: Bir soru üzerine dînî veya hukukî bir mes'elenin hükmünü açıklamak
maksadıyla yetkili kişilerce verilen cevab (çoğulu: Fetâvâ).
Fevâsik-i hams: Beş kötü hayvan.
Fevrî: Hemen, derhal.
Fey': Ganîmet, cizye ve haraç anlamlarında kullanılır.
Fıkh (fıkıh): Bilme, anlama; söz veya işin gayesini iyice kavrayacak şekilde
derin ve ince anlayış. Terim olarak: Tafsîlî (ayn ayn) delillerine dayanarak
amelî-şer'î hükümleri çıkarma, diye tarif edilebilir. Dar manâsıyla, İslâm
hukuku.'
Fıkhî: Fıkh'a ait, İslâm hukuku ile ilgili.
Fısk: Dine aykırı, uygunsuz davranış.
Fidye: Herhangi bir sebeble yapılamayan veya yanlış yapılan bir ibâdet sebebiyle
fakirlere verilen muayyen bir miktar para, Vesair eşya.
Firak: Ayrılık.
Fitne: İmtihan, mihnet, din yüzünden yapılan baskı ve işkence; kanşıklık,
fesad.
Fota: Avret mahalli Fukaha-i seb'a: Medine'li yedi fakih. Fukahâ: bkz. Fakîh.
Furu1: Usûl karşılığı olup fer'î fıkıh mes'eleleri, pozitif hukuk, çocuk ve
torunlar.
G
Gabn: Aldatma.
Gâlib zan: Büyük ihtimal, kuvvetle tahmin etme. *
Gaile: Gelir, irat.
Ganimet: Harbde düşmandan alman mal ve benzeri şeyler.
Garar satışı: Bir yanı meçhul satış.
Garib: Yabancı, kimsesiz, tuhaf. Hadis terimi olarak: "Hangi tabakadan
olursa olsun, bir ravinin tek başına rivayet ettiği haber veya hadis". Gasb:
Zorla alma.
Gayr-i mümeyyiz: İyiyi kötüden ayırdedemeyen kimse, küçük çocuk. Gayr-i müslim:
Müslüman olmayan. Gayri menkul: Taşınmaz mal.
Gusül: Boy abdesti, bütün vücudu yıkama. :
Ğait: Tuvalet, dışkı.
H
Habais: Pislik
Haber-i âhâd: Meşhur hadislerin şartlarını haiz olmayan hadis veya haber.
Bazılarına göre; Tevatür derecesine ulaşmamış olan haber veya hadis.
Haber-i vâhid: bkz. Haber-i âhâd.
Haber: Hadis, rivayet.
Hacbetmek: Mirastan mahrum bırakmak.
Hacc-ı temettü': Bkz. Temettü.
Haceru'l-Esved: Kabe'deki kara taş.
Hâciyyât: Zaruri ve hayatî şeyler.
Hacr: Delilik, çocukluk ve benzeri sebeblerden ötürü kişinin akid ve sözleşme
gibi kavli tasarruflarından mahrum edilmesi.
Hades: Manevi pislik.
Hadis-i munkatı': Senedi kesik hadis.
Hafi: Gizli, kapalı.
Hakem: İki kişi veya iki tarafın karşılıklı nzalanyla hakim olarak, yani
aralarındaki ihtilaflı mes'eleyi bir karara bağlamak için kabul ve tayin
ettikleri kişi.
Hâkim: Hüküm verme durumunda olan, kadı; hükümdar.
Hal1: Söküp çıkarma, padişah ve benzerini tahtından indirme veya vazifesine son
verme.
Halef: Sonraki.ı erımıer
Halife: Vekil, Hz. Peygamber (s.a.s)'in vekili sıfatıyla ümmetin din ve dünya
işlerinin yönetimini üzerine alan kimse.
Hamletmek: Yorumlama.
Hamr: Şarap.
Hânis: Yemininden dönen.
Haraç: Gelir, vergi. Gayri müslimlerden alınan bir çeşit arazi vergisi.
Haram: Dince kesin bir delil ile yasak edilen şey.
Harbî: Düşman. Kâfir, müslüman olmayan.
Harem: Me!:ke ve civarında bitkileri kesilmemek ve hayvanları öldürülmemek üzere
sınırlan gösterilmiş olan bölgenin adıdır.
Harf-i tarif: Belirlilik takısı.
Hâs: Özel, hususi, özel bir hüküm ifade eden nass; tek veya belirli şeye delalet
eden söz.
Hasen: İyi, güzel, hadis terimi olarak: "Diğer bakımlardan aynı şartları
taşıdığı halde, zabt yönünden sahih hadis ravilerinin derecesine ulaşmayan
kimselerin rivayet ettikleri hadis"e denir.
Hasr: Sınırlama, daraltım.
Havale: Bir şeyi başka birinin uhdesine bırakma. Bir meblağın ödenmesini veya
alınmasını üçüncü bir şahsa devretme.
Havelân-ı havi: Zekât konusu malın/gelirin üzerinden bir yıl geçmesi.
Hayat-ı.müstekirre: Yerleşik, sürekli hayat.
Hayz: (Kadının) ayhali.
Hazar: Evinde olma, yolculuk yapmamak.
Hazf: Cümlenin unsurlarından bilini kaldırma.
Hedy: Hicaz'da Hac mevsiminde Allah için kesilen kurban.
Hervele: Safa ile Merve arasında yapılan sa'y'de «Meyleyn Ahdarayn» denilen iki
yeşil direk arasını sür'atle geçmek.
Hıl: Harem dışında kalan bölge,
Hılta: Karışık-ortak sürü.
Hırabe: Eşkiya ve soygunculuk.
Hirz: Koruma altındaki yer.
Hıyar satışı: Seçme hakkı bulunan satış.
Hibe: Bağış, bir malı karşılıksız olarak başkasına temlik etme, verme,
bağışlama.
Hikmet: Sebeb, gizli sebeb, sır, felsefe; imam Şafii'ye göre: Sünnet.
Hilâfet: Halifelik, halife olma.
Hüccet: Delil, vesika, ilâm.
Hudû': Bütün beden ve ruhu kaplayan tevazu ve alçak gönüllülük.
Hin": Söküp atma. Fıkıh'ta: Karının, kocasına bir miktar para veya mal vermek
suretiyle boşanması.
Hulefâ-i râşidîn: Hz. Peygamber'den sonra halifelik makamına gelen dört
halife: Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Hz. Ali (r.a.).
Hülle nikahı: Üç boşamadan sonraki nikah.
Huîû': Kadının bedel Ödeyerek boşanması.
Hulul: Bir yere gelip inme, nüfuz etme, içine girme.
Hurûc: Dışarı çıkma, çıkış, isyan, ayaklanma.
Huşu'; Allah'ın büyüklüğünü bütün ruhunda hissederek korku ile karışık tevazu ve
alçak gönüllülük.
Hükm (hüküm): Hâkimlik, hükümet etme, karar, bir davayı dinleyip iyice
inceledikten sonra halletmek için verilen karar; yargı, emir, icab, kural. Bir
mes'ele hakkında yeterli incelemeyi yaptıktan sonra varılan netice (çoğulu:
Ahkâm).
Hulliyat: Zînet eşyası.
I
Istılah: Herhangi bir ilim ve sanata ait olan özel tâbir. Terim.
Iztıbâ: Tavafa başlamadan önce Rida'nın bir ucunu sağ koltuğu altından ala* rak
sol omuzu üzerine atma. Erkeklere sünnettir.
İ
İ'rab: Arap dilinde kelimenin son harekesi.
I'tîzâl: Ayrılmak, vazgeçmek; mu'tezilî fikirleri benimsemek.
Ibâha: Bir şeyin dince veya hukukça yapılıp yapılmamasının serbest olması,
yapmakta muhayyer bırakılması. îbâhat-i asliyye: Her şeyde aslolan mubah olma
prensibi. İbka: Bırakma.
İcmâ': Fikir birliği, bir asırdaki İslâm bilginlerinin herhangi bir mes'ele
üzerinde ictihad veya delile dayanarak varmış oldukları görüş birliği.
Ictihad: Cehdetme, çabalama, bîr şeye nüfuz etme veya bir işin kemâl noktasına
ulaşmak için gayret sarfetme. Usıil-i fıkıh terimi olarak: "Fakihin, tafsili
delillere dayanarak amelî hükümleri çıkarmak için bütün gücünü harcaması ve
ortaya bir hüküm koymasıdır"
İfrâd haccı: Umresiz hac anlamına gelir. İftâ': Fetva verme. İftitah: Başlama.
İhdâti: Yas tutma.
İhram: Normal zamanlarda helâl olan bazı şeyleri haçta kendine haram kılmak. Bu
da «Niyet» ve «Telbiye» ile olur.
İhsan: Evli ve hür olması.
İhsar hedyi: îhsar yüzünden kesilen kurban.
İhticac: Delil getirme, delillendirme.
İhtiyar: Seçme, yeğleme, tercihte bulunma, irade.
İkâie: Akdi bozma, fesih.
İkrah: Zorlama, zorla bir şey yaptırma, cebir.
İkrar: Kabul etme, itiraf etme, benimseme, tanıma.
İktâ': Kestirmek, hapetmek, bir şeyin kesimine uygun düşmek. İslâm
memleketlerinde devlet reisinin hazîne arazisinden bir kısmını belirli şahıslara
vermesi; bu yolla verilmiş olan arazi (çoğulu: İktâât).
İktida: Uyma.
İlâ: Eşine yaklaşmama yemini.
İllet: Sebep, bir hükmün gerekçesi.
İlm-i Kelâm: Kelâm ilmi. İlk olarak Allah'ın kelâm sıfatı üzerine yapılan
münakaşalarla meydana çıktığı için bu isimle meşhur olmuştur.
İltikat: Yitik malı bulma.
İlzam: Zorunlu kılma.
İmam: Önder, başkan, halîfe, İmam (çoğulu: Eimme).
İmamet: İmamlık, hilâfet.
İmlâ': Yazdırma, birine bir şeyi söyleyip aynen yazmasını sağlama, dikte etme.
İmsak: Oruç tutma, orucun başlama vakti.
İn'ikad: Tamamlanma.
İnkıta': Kesilme, kesiklik; hadîs'de: "Râvîlerden birinin zikredilmeme si".
İrca': Dönüştürme, indirgeme.
İsmet: Masumluk, günah işlemekten uzak oluş, iffet; günaha veya devletçe katil
ve cinayete karşı korunmuş olma.
İsnad: Asıl mânâsı bir şeyi başka bir şeye dayandırmak veya yüklemektir. Hadîs
terimi olarak: "Hadîsin metnini rivayet ederken kimler vasıtasıyla rivayet
edildiğini belirterek kaynağına kadar ulaşmaktır". Sened anlamında da
kullanılır.
İstıshab: Birlikte bulunma, sahip çıkma, arkadaş olma; fıkıh'da: "Mâzîde sabit
bir hükmün, bunu değiştiren bir delil bulununcaya dek devam etmesidir."
İstislâh: Barışmak, sulh olmak. Terim olarak: "Masâlih-i mürsele delilini
benimseyip kullanmaktır."
İstisna': Bir sanatkâra, usta veya meslek sahibine bir şey ısmarlamak, ya da
yaptırmak.
îstîtân: Yurt edinme. îstiaze: Eûzü-besmele çekme. İstibra: Temiz olma,
temizleme.
İstidlal: Delil getirme, delil olarak kullanma, akıl yürütme, isbat.
İstiftâ': Fetva sorma, bir meselenin veya hukukî hükmünü öğrenmek için yetkili
şahsa başvurma.
İstihâza: Hastalık kanı.
İstihbab: îyi görme.
İstihkak: Hak etme, hizmet karşılığı istenen şey, ücret, hak edilen para.
İstihsân: Bir şeyi güzel ve iyi görme; fıkıh terimi olarak "Zahir kıyasın
hükmünü bırakıp illerindeki tesiri gözönüne alarak daha kuvvetli olan gizli
(hafî) kıyası kabul etme prensibi".
İstikra': Cüz'î olaylardan hareket ederek kullî bir hükme ulaşma metodu,
endüksiyon, tümevarım.
İstilâm: Tavafa başlarken ve tavaf esnasında Haceru'l-Esved'in önünde namaza
durur gibi elleri kaldırıp onun üzerine koymak ve öpmek. Bu mümkün olmadığı
takdirde uzaktan böyle yapar gibi işaret etmek. Bu esnada tekbir ve tehlil
getirilir.
îstinbat: Delillere dayanarak veya iyice anlayarak bir meselenin hükmünü ortaya
koyma, hüküm çıkarma. .
İstinca: Tuvalet temizliği.
İstiska: Yağmur duası namazı.
İstiva': Doğrulma, dikelme, bağdaş kurup oturma, birbirine eşit olma, olgunluk
çağına erişme, istilâ etme, Allah'a isnad edilince hükümran olma anlamına gelir.
İştikak: Türeme, köken.
Itk: Azad etme.
İvaz: Bedel, karşılık,
İzar: îhramlı iken belden aşağı dolanan peştemal.
K
Kadî: (Eskiden) hâkim (çoğulu: Kudât). Kadîm: Ezelî, başlangıcı olmayan, eski.
Kâdi'l-cemâ'a: Baş kadı. Kamisa: İç gömlek. Karine: İşaret, delil.
Kasâme: Toplu yemin, faili bulunmayan bir cinayet konusunda suçun işlendiği yer
ahalisinden elli kişinin mahkemede yemin ettirilmesi.
Kasr: Namazı kısaltma.
Kasru's-salât: Dört rek'âth namazı iki rek'ât lcılma.
Kavi (Kavil): Söz, görüş, kanaat (çoğulu: Akvâl). Kavlî rivayet: Sözle rivayet.
Kaza-i hacet: Büyük ve küçük boşaltım
Kaza: Yargı, yargılama hüküm.
Kazf: iffete iftira atma.
Kaziyye-î muhkeme: Kesinleşen ve diğerleri için teşkil eden mahkeme kararı.
Kebîre: Büyük günah (çoğulu: Kebâir), Kefâet: Denklik, Bkz. Küfüv.
Keffâret: Bir günahı Allah'a affettirmek için verilen sadaka veya tutulan
oruç vb.
Kefil: Birinin borcunu vermeyi veya herhangi bir taahhüdünü üzerine almayı kabul
eden kimse.
Kelâle: Mirasçı bırakmadan ölen.
Kelâm: Asıl mânâsı yaralamak olup sonradan söz anlamında kullanılmıştır.
Allah'ın konuşma veya söyleme sıfatı.
Kelâm İlmi: bkz. İlm-i Kelâm.
Kılâde: Koyuna takılan süs, gerdanlık.
Kırâd: Emek sermaye ortaklığı
Kıran haccı: Fasıla vermeksizin hac ve umreyi bir ihramda birleştirmek.
Kırat: Ortalama 4 buğday veya 5 arpa tanesi ağırlığında bir ölçü (şer*î ölçüsü:
0. 2 gram, Örfî ölçüsü: .0. 20208 gramdır).
Kıyam: Ayakta durma.
Kıyas: Karşılaştırmak. Fıkıhta: "Hakkında nas bulunan bir meselenin hükmünü, bu
hükme esas teşkil eden aralarındaki ortak bir illet sebebiyle hakkında nas
bulunmayan meseleye uygulamaktır".
Kıyasü'ş-şebeh: Benzerliğe bakarak kıyas yapma.
Kitabet: Mükâtebe akdi yapma.
Köle: Savaşta esir düşerek veya başka sebeplerden hürriyetini yitiren ve mal
gibi alınıp satılabilen erkek, kul.
Köşek: Deve yavrusu.
Kubh: Kötülük, çirkinlik.
Kurbiyyet: Yakınlık, yakın olma.
Kurîi': Kur' veya kar' kelimesinin çoğulu olup vakit anlamındadır. Kur'an-ı
Kerîm'de geçen bu kelime için bâzı müctehidler: Kadın'ın ayhâli, bâzıları iki
ayhâli arasındaki temizlik müddeti, demişlerdir.
Kusûf: Güneş tutulması.
Küçük tahallûl: Ziyaret tavafından sonra ihram yasaklarının tamamen
kalkması.
Kiifr (küfür): Allah'a inanmama. Allah'a yakışmayacak sıfatlar verme, Allah'ın
emirlerini tanımama; dinsizlik, müşriklik. (Sözlükte örtmek anlamına gelen bu
kelime, Türkçe'de sövmek mânâsına da kullanılmaktadır.)
Küfüv: Denk, aynı durumda, benzeri şey.
Kürsî (kürsü): Taht, sandalye, iskemle, ilim. Kur'an-ı Kerîm'de geçen «kürsî»
sözünün mânâsı üzerine ihtilâf edilmiştir. Kimi «Arş», kimi «Arşın yanında ayrı
bir makam», kimi «İsm-i A'zam», kimisi de «Allah'ın mülkü, saltanat ve kudreti»
demiştir.
L
Lağv: Yanılma, hata.
Lahnü'I-hitab: Yumuşak anlatım.
Lakît: Buluntu çocuk.
Lâ havle...: Her türlü güç ve kuvvet Yüce Allah iledir.
Lems: Dokunma.
Lian: Lânetleşerek boşanma.
Lizatihi: Doğrudan.
Lukata: Yitik mal.
M
Ma'dûmun satışı: Elde olmayan şeyin satışı.
Ma'Iûfe: Daha çok içerde beslenen ve yılın az bir kısmında yazıda yabanda
otlayan deve vb. hayvan.
Ma'mûlü'n-bih: Uygulanan.
Ma'siyet: Günah, isyan.
Ma'sum: Kusur, günah ve tecavüzden korunmuş kimse.
Ma'tuh: Bunak, kendisi için iyi veya kötü olanı ayırdedemeyen kişi.
Mahmul: Yorumlanmış.
Mahzuf: Bir üyesi kaldırılmış cümle.
Makisün aleyh: Kıyasa asıl olan.
Mânâ kıyası: bkz. Kıyas.
Mansûs: İslam'ın ilk dönemi, Hükmü belirtileri.
Mantûk: Söylenmiş veya telâffuz edilmiş söz. Terim olarak: "Seylenmiş olan
sözün, sözlükte delâlet ettiği asıl mânâ".
Masâlilı-i mürscle: Hakkında müsbet veya menfî bir nas bulunmayan maslahatlar,
kamu yararlan veya kişisel çıkarlar.
Masâlih: bkz. Maslahat.
Maslahat: İyiliğe vâsıta olan şey, yarar, menfaat, iş (çoğulu: Masâlih).
Mecaz: Hakîkî mânasında kullanılmayıp bir benzerlik veya ilgiden dolayı 'başka
bir anlamda kullanılan söz. .
Medîn: Borçlu kimse.
Medlul: Mânâ, anlam, bir sözle işaret edilmiş olan, içerik.
Mefhûm-i muhalefet: bkz. Mefhûm.
Mefhûm-i muvafakat: bkz. Mefhûm.
Mefhûm: Anlam, kavram. Usûl-i fıkıh'da:" Sözün, sözlük sahasındaki asıl
mânâsının dışında ifade ettiği anlam." Mefhûm, iki kısma ayrılır:
1-Mefhûm-i Muvafakat: Bu mantûk olmayan ve hüküm bakımından mantûk olan mânâya
uygun düşen anlam. Buna fahvây-ı kelâhı da denir.
2- Mefhûm-i Muhalefet: Bu da, mantûk olmayan ve hüküm bakı- . mından mantûk olan
mânâya aykırı düşen anlamdır.' Buna Delîlü'1-Hitab da denir.
Mefsedet: Zararlı kötü, fesad, yaramaz ve kötülüğe vâsıta olan şey.
Mehr (mehir): İslâm hukukuna göre evlenme sırasında koca tarafından kadına
verilmesi gereken akçe: Nikâh bedeli.
Mehr-i misil: Emsal mehir.
Mekkî: Mekke ve civarında oturanlara verilen isim.
Mekruh: Şer'an kesin bir şekilde haram edilmeyen, bununla beraber yapılması hoş
görülmeyen şey. Diğer bir tarife göre: İslâm Dininde haram derecesinde şiddetli
olmayan yasak.
Memnûiyet: Yasak oluş.
Menasık: Haçta yapılan fiil ve hareketler.
Mendûb: Dince yapılması istenen, yapıldığı takdirde mükâfaatı olan ve
yapılmadığı takdirde cezası olmayan şey. Buna «Sünnet», «Müstehab» veya «nafile»
de denir.
Menkûl: Nakledilen, nakledüegelen, rivayete dayanan. Taşınır mal.
Mensûh: Nesh edilmiş, hükmü kaldırılmış olan.
Merfû' hadis: Rivayeti sahabede kesilen hadis.
Merğub: îstenen nafile.
Mevkuf: Rivayet zinciri Hz. Peygamber'e ulaşmayan hadis.
Mesbûk: Namaza sonradan yetişen.
Meskût (anh): Sözkonusu edilmemiş, hakkında birşey söylenmemiş, hükmü
belirtilmemiş olan şey.
Mess: Dokunma.
Meş'ar-i haram: Müzdelife'nin bitim yerinde bir mevki adıdır. «Müzdelife'de
vukuf» burada yapılırsa efdaldir. Meşfû aleyh: Şuf'a konusu taşınmaz. Meşhur
hadis: Herkesçe bilinen, şöhreti olan. Hadîs terimi olarak: "En az üç yoldan
rivayet edilen ve mütevâtir derecesine ulaşamayan hadîstir." Metrûku'l-hadis:
Hadisi kabul edilmeyen. Mevâli: Mevlâ kelimesinin çoğulu olup azatlı köleler
demektir. Arap asıllı
olmayan müslümanlara da «mevâlî» denir.
Mevzu': Konu, konmuş. Usûl-i hadîsde: Uydurma hadîs'e denir.
Mîkat: İhrama girilecek yer (çoğulu, «Mevâkit»).
Minâ: Mekke-Arafat yolu üzerinde Mekke'ye yürüyerek iki saatlik mesafede bir
yerin adıdır.
Misi: Benzer, aynı.
Mu'tade: Düzenli âdet gören.
Muatat: Söz söylemeden alış veriş.
Muhaddis: Hadîsçi, hadîs bilgini, hadîs râvîsi.
Muhâkemât: Yargılamalar.
Muharric: Tahric yapan fakîh veya muhaddis. Tahric ehli de denir.
Muhkem. Sağlam. Terim olarak söylendiği mânâya açıkça delâlet eden, te'vil veya
tahsis kabul etmeyen söz (çoğulu: Muhkemât).
Mulısan: Evlenmiş ve hür müslüman, iffetli kimse.
Muhtekir: Karaborsacı
Mukaddime: Öncül, kıyasta neticeye ulaştıran önerme (kaziyye) lerden herbiri.
Giriş, önsöz (çoğulu: Mukaddimat).
Mukallid: Başkasına uyan, başkasını taklit eden, taklidci.
Mukayyed: Sınırlı, kayıtlı.
Muktedî: İmama uyan.
Munkatı': Kesik, kesilmiş. Hadîs terimi olarak:İsnadında bir râvisi düşen veya
müphem bir râvî zikredilen hadîs'e denir.
Murabaha: Malı muayyen bir kârla satma, kazanç sağlama. (Türkçemizde tefeci
anlamına gelen murabahacı sözü ile karıştırılmamalıdır).
Murdar: Hayvan ölüsü.
Musalla: Namazgah.
Mustear: İğreti olarak kullanılan, kendine ait olmayan.
Mut'a: Mehir hakkına sahip olmayan, yani zifaftan önce boşanmış bir kadı-, na
verilmesi gereken şey. Geçici nikâh.
Mut'a nikahı: Geçici evlenme.
Mutahhir: Temizleyici.
Mutlak: Sınırlanmamış, kayıtlanmamış.
Muttasıl: Bitişik, aralıksız. Usûl-i hadîs'de: îsnad bakımından Peygamber
(s.a.s.)'e ulaşan hadîs'dir.
Muvâlât: Aralıksız yapma.
Muvassa': Geniş.
Mubah: Yapılması veya yapılmaması dince ya da hukukça serbest bırakılmış olan
şey.
Mübaşeret: Doğrudan cinsi münasebet.
Mübezzir: Saçıp savuran.
Mübtediye: Yeni âdet gören.
Mücmel: Mânâsı anlaşılmayacak derecede özet halde ve izaha muhtaç söz, kısa
ifade.
Müctehid: Ayet ve hadîslerden hüküm çıkarma ve yeni hukukî ve dinî meseleleri
halletme kudretine sahip olan bilgin.
Müdebber: Ölümden sonraya bıkarılarak azadlanan.
Müdir: Malım sürekli satan tüccar.
Müeddib: İlim ve edeb öğreten, terbiyeci. Bir çocuğun hem eğitimine, hem de
öğretimine memur edilen Özel öğretmen.
Müellefetü'l-kulûb: Kalbleri kazanılmak istenenler.
Müfesser: Açıklanan, tefsir edilen.
Müfesser rivayet: Yorumlu rivayet.
Müftî: Dinî veya hukukî meselelerin hükmünü açıklayan bilgin.
Mügârese: Ağaç dikimi ortaklığı.
Mühâlün aleyh: Kendisine havale edilen.
Mühser: Bir engel yüzünden hac yapamayan.
Mükâtebe: Belirli bir miktarda para kazanıp ödemesi şartıyla köleyi azâdet-me
akdi.
Mükateb köle: Mükâtebe akdi yapılan köle.
Mükellîbin: Öğretilmiş hayvan. .
Mültakit: Yitiği bulan.
Mümeyyiz: İyiyi kötüden ayırdedebilecek çağda olan çocuk.
Mün'akid: Yürürlükte, bitmiş, tamamlanmış.
Münasip vasıf: İslâmî emir ve nehiylerdeki hikmet ve maslahatı anlatmak için
kullanılan bir terim; bir kısım Hanbelîlerce kıyastaki illet karşılı-ğındadır.
Buna hikmet de denir.
Münferid: Tek, tek tük, pek az, şâz, tek başına namaz kılan.
Mürsel: Gönderilmiş yollanmış, peygamber, Allah tarafından yollanmış elçi,
şeriat sahibi peygamber.
Mürsel hadîs: Tabiînin sahâbîyi atlayarak Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği
hadîs.
Mürted: İslâm'dan dönen, dînini değiştiren.
Müsâkât: Ağaç birinden, emek ve bakım diğerinden olmak ve meyve aralarında
taksim edilmek üzere yapılan ortakçılık.
Müsaveme: Pazarlık
Müsta'mel: Kullanılmış.
Müstahîl: İmkânsız, muhal.
Müsteftî: Fetva soran kimse.
Müteahhirîn: Sonrakiler,
Mütekellim: Konuşan veya söylenen anlamına gelen bu söz, ilm-i kelâm bilgini
demektir.
Müteşâbih: Birbirine benzeyen. Usûl-i fıkha göre, Kur'an-ı Kerîm ve hâdîs-i
şerifte geçen ve ne kasdediîdiği kesin olarak bilinemeyen söz (çoğulu
Mütevâtir: Yalan üzerinde toptan birleşmeleri akılca imkânsız olan bir
topluluğun, aynı şekilde başka bir topluluktan rivayet etmiş olduğu haber veya
hadis.
Mütevelli: Vakıf işlerini yönetmek için tâyin edilen kimse. Umumiyetle
mütevelliye vakfın gelirinden belirli bir miktar tevliyet hakkı verilir.
Müzabene satışı: Yaş hurmanın kuru hurmayla değişimi.
Müzâraa: Emek birinden, tarla diğerinden olmak üzere yapılan ortaklaşa tarım.
Müzayede satışı: Daha yüksek bedel verene satmak üzere artırmaya çıkarma, mezat.
Müzdelife: Mekke-Arafat yolu üzerinde Mekke'ye yürüyerek dört saatlik bir yerin
adıdır.
N
Nafaka:'Yaşayabilmek için gerekli olan akçe, zarurî ihtiyaç. Yetim, yaşlı ve
yoksul kimselere veya boşanmış olduğu halde kocalarıyla henüz ilişkileri
kesilmemiş olan kadınlar için tâyin edilen yiyecek, giyecek, mesken ve benzeri
şeyler, ya da bunları karşılayacak para.
Nafile: Farz ve vacip olmayan. Bu söz, Sünnet anlamına da kullanılır.
Nahr: Deveyi, boğazının göğsüne bitişen yerinden kesmek.
Nahv (nahiv): Arap dili grameri, cümle bilgisi.
Nâib: Vekil, kadı (hâkim) vekili.
Nakdeyn: Altın ve gümüş.
Nâkil: Nakleden, taşıyan, rivayet eden, râvî.
Nakl (nakil): Herhangi bir şeyi bir yerden başka biryere götürme, taşıma,
rivayet.
Nas: Te'vil kabul etmeyecek bir şekilde bir hüküm ifade eden âyet veya hadîs;
doğma, delil, açık ifade; metin (çoğulu: Nusûs).
Nâsih: Nesh eden, bir şeyin hükmünü kaldıran.
Nâtık: Konuşan, söyleyen.
Nebîz: Şıra, meyva suyu.
Necaset (necis): Pislik; dince pis olan şey.
Necisü'1-ayn: Kendisi pis.
Necş: Müşteri kızıştırma.
Nefs-i Ievvâme: Kötülük işledikten sonra bunun fenalığını göstermek ve kınamak
suretiyle vicdan azabı veren nefs.
Nehy (nehiy): Dince veya hukukça bir işin kesin olarak yapılmamasını isteme,
yasaklama.
ıerimler sozıugu
Nesh (nesih): Değiştirme, hükmünü kaldırma. Şer'î bir hükmün tatbikten
kaldırılmış olduğunu bildirme. Nezir: Adak. Nîza': Çekişme. Nifas: Lohusalık.
Niyabet: Vekillik, yerini tutma. Nüsük: Kurban. Nüzul: Ayetlerin inişi.
Ö
Örf (raf): Kanunla veya şeriatın emir ve nehiyleriyle sınırlanmamış olan ve
her memleket halkınca iyi kabul edilen gelenek, teamül,
Örf-i lisân: Dille ilgili gelenek.
Öşür: Ziraî ürünler zekâtı
R
Rağîbe: Nafile
Râvî: Rivayet eden, haber getiren, hadîs nakleden.
Re'y: Görüş, fikir beyan etme, ictihad, rey.
savt: Telbiye esnasında sesi yükseltmek. Buna «îhlâl» veya «Acc» ismi de
yerilir.
Ref1: Kaldırma, ulaştırma.
Rehn (rehin): Bir hak karşılığında teminat olarak alıkonan herhangi bir mal:
Tutu, ipotek.
Rekâket: Kekemelik, tutukluk, ifadenin zayıf, nazmın âhenkten yoksun olması
hali, belirsiz konuşma, kapalılık.
Remel: Tavafın ilk üç savunda ıztıba halinde olan erkeklerin adımlarını kısaltıp
omuzlarını silkerek çalımlı yürümeleri.
Remy-i cimâr: Ufacık taşlar atmak veya ufacık taş kümelerine küçük taş atmak.
Hacc'ın vaciblerindendir. Mina'da bulunan ve «Cemre-i Ûlâ», «Cemre-i Vustâ»,
«Cemre-i Akabe» isimlerini alan üç küçük taş yığınına kurban bayramı günlerinde
yedişer taş atılır. Buna «Remy-i Ci-mar» denir.
Reşîd: Rüşde ermiş, aklı başında, hukukça ergin.
Ritl: Büyük şarap kadehi, Ölçek, litre.
Riba: Faiz.
Ric'i talâk: Nikâh tazelemeden dönülebilen boşama.
Rical: Kişi ve adam anlamına gelen "racül" sözünün çoğulu olup usûl-i hadîste
râvîler, hadîsin senedleri demektir.
Ridâ: îhramlı iken belden yukarı dolanan dikişsiz peştemal.
Rîkaz: Maden ve define.
Ruhsat: Kolaylık, müsaade; usûl-i fıkıhta; kulların özürlerine binaen
kendilerine kolaylık olmak üzere, ikinci derecede meşru kılınan şey.
Rükün: Bir işin' yapılması/bulunması zorunlu unsuru.
Rüşd: Akıl, erginlik; iyiyi kötüyü bilip ayırdetme. Doğru yoldan gitme.
S
Sa': Bir çeşit ölçü, kile. Bir sa' = 1040 dirhemi şer'i= 3333 gram.
Sa'y: Safa ile Merve tepeleri arasında Safâ'dan başlamak üzere Merve'ye dört
gidiş ve üç dönüştür. Her gidiş ve her dönüşe «Şavt» denir. Sa'y yedi şavttır.
Tavaf-ı Kudûm'dan sonra Umre'nin sa'y'ı, Tavaf-ı Ifâ-da'dan sonra haccin sa'y'ı
yapılır.
Sabi: Küçük, çocuk.
Sadak: îslâm hukukunda mehir, içine ok konulan olduk.
Sâdık: Doğru, gerçek, güvenilir, emin.
Safiy: Ganimetten seçilen kısım.
Sagîr: Küçük çocuk.
Sahâbî: Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz'i, müslüman olarak görme ve
kendileriyle sohbet etme şerefine eren ve İslâm üzere ölen kimse (çoğulu: Sahabe
ve Ashâb).
Sahîh: Doğru, sağlam. Hadîs terimi olarak; Adalet ve zabt şartlarını taşıyan
râvîleri, Peygamber (s.a.s.)'e kadar uzanan bir isnadla rivayet ettikleri
hadîs'e denir.
Sâhibü's-Salât: Namaz denetçisi.
Sâi: Zekât memuru.
Sâime: Yılın çoğunu umumî otlaklarda yayılarak beslenen deve vb. hayvan.
Sarf: Harcama, çevirme, para bozdurma veya bozma. Arap Dili Gramerinde: Şekil
bilgisi.
Sarf: Para değişimi.
Seddü'z-zerâyi': Kötülüğe sebep olan yollan kapatma, kötülüğe vâsıta olan
şeyleri yasaklama.
Sefih: Israfçı, malını yerli yersiz saçıp savuran.
Sehim: Pay,
Sehiv secdesi: Yanılma secdesi
Seleb: Düşmanın teçhizatı.
Selef-i sâlih: Dînin emir ve nehiylerine tam olarak uyan geçmiş kimse veya
kimseler.
Selef: Eski, geçmiş, önceki (çoğulu: Eslâf).
Selefiyye: Selef mezhebinde olan kimseler; Allah'ın isim ve sıfatlarım
nass'larda vârid olduğu gibi kabul eden ve bunları te'vil cihetine gitmeyen
müslümanlar.
Selem: Para peşin ve mal veresiye olmak üzere yapılan bir çeşit alım-saüm akdi.
Sem'i delil: Nakle dayalı delil.
Sem'i: Hz. Peygamber'den nakledilen.
Sened: Peygamber (s.a.s.)'den rivayet edilen hadîs metninin takip ettiği yol,
râvîler silsilesi. Sened, vesika.
Sidak: Mehir.
Sila-i rahim: Akrabayı arayıp sormak, onlara yardım etmek.
Sika: Güvenilir, emin, mevsuk kimse. Hadîs rivayetinde: "Adalet ve zabt şartını
haiz olan râvî" (çoğulu: Sikât).
Sirah: Serbest bırakma.
Sirkat: Hırsızlık.
Siyâset-i şer'iyye: Şer'î cezaların tatbikinde şiddetli davranma. Diğer bir
tarife göre; cemiyetin salâh ve intizamı için şer-i şerîfîn kabul ve iltizam
ettiği bir kısım cezaî hükümlerdir. îslâm âmme hukukunun bir dalı.
Siyer: Sîret'in çoğulu olup gidişat ve insanın tuttuğu manevî yol demektir. Hz.
Peygamber'in yaşayışı, savaşlanndaki tutumları, cihad ve savaş mânâlarında
kullanmr.îslâm devletler hukuku.
Sücûd: Secde etme.
Sükütî icmâ': Herhangi bir asırda belli bir mesele hakkında ortaya atılan dinî
bir görüşü incelemeye yetecek bir müdet içerisinde müctehidlerin sükût
etmeleriyle hâsıl olan icmâ'.
Sünnet-i müekked: Kuvvetli sünnet.
Sünnet: Peygamber (s.a.s.)'in söz, fiil ve takrirleri. Gelenek.
Ş
Sünnî talâk: Sünnete uygun boşama.
Şafak: Ufukta kızıllığın belirdiği an.
Şavt: Tavaf ve sa'yde bir tur.
Şâz: Umûmî kaideye uymayan, kural dışı, münferid; Usûl-i hadîsde:v"Adalet ve
zabt şartlarını haiz olan bir râvînin, aynı vasfi haiz diğer râvîlerin
rivayetlerine muhalif olarak nakl ettiği hadîs11; icma'dan ayrılma, farklı görüş
belirtme.
Şehr-i haram: Zilkade ayı. Bu ayda savaş haram kılınmıştır. Zilhicce, Mu-harren
ve Recep aylan da savaş haram olan aylardır. Bu ayların dördüne birden «Eşhür-i
Hurum» denir.
Şekk günü: Ramazan'ın girip girmediği belli olmayan gün.
Şer'î delil: Kur'an, hadis, kıyas, icma.
Şeriat: Doğru yol, ilâhî kanun. Bir kavim veya ümmetin idaresi için ilâhî emir
ve nehiylere dayanan kanun: Hukuk.
Şeriyye: Dinî
Şîa; Taraftar, yardımcı, fırka, şiîler. Hz. Ali ile Muâviye arasında meydana
gelen ihtilafta genellikle Hz. Ali tarafını tutanlar.
Şibh-i amd: Kasıtlıya benzer şekilde öldürme.
Şirk: Allah'a ortak koşma.
Şirket-i ebdân: İş ortaklığı.
Şirket-i inan: Sermaye ortaklığı.
Şirket-i müfâvada: Yetki ortaklığı.
Şirket-i vücûh: Kredi ortaklığı.
Şuf'a: Taşınmazlarda onalım hakkı.
Şûra: Müzakere yeri, meclis, meşveret, istişare, danışma.
Şurbü'1-hamr: Şarap içmek.
Şurtî: Polis, zabıta.
T
Ta'Iil: Bir hükmün sebep ve illetlerini tesbit ederek ortaya çıkarma; kıyas,
dedüksiyon.
Ta'n: Yerme, kötüleme, dil uzatma.
Taabbüd: İbadet, ibadetle ilgili hikmeti tam bilinmeyen hüküm.
Taaruz: Çelişme. Tabiî: Peygamber (s.a.s.)'in sahâbîferiyle görüşme imkânına
ermiş olan ve
sahâbîlerden hadîs-i şerîf nakleden kimse (çoğulu: Tabiîn, Tâbiûn).
Tağliz: Büyütme, kabalık. Tahallül: İhramdan çıkma.
Taharet: Temizlik. Tahiyyât: et-'Tahiyyâtu duası. Tahiyyetü'I-Mescid: Mescide
saygı namazı
.Tahrîc: Lûgatta çıkarmak manasınadır. Fıkıh ıstılahında: "Müctehidlerin
dayandıklan nass'lara, kaide ve esaslara göre şer'î hükümleri açıklama
Tahrim: Haram kılma. Bir şeyin haram olduğunu bildirme. Tahsis: Hususîleştirme,
anlamı özelleştirme. Genel bir hüküm ifade eden bir sözü belirli bir hükme
mahsus kılma.
Tahyir: Seçimlilik.
Takarrub: Yaklaşma, bir şeye yakın olmak için çalışma, Allah'a yakınlık kazanmak
için ibâdet etme.
Takrir: İfade etme, belirtme, aynen kabul etme; ikrar.
Talâk: Karıyı boşama, nikâhı fesh etme.
Tasadduk: Para vesair eşyayı bir fakire ibadet kasdıyla vermek.
Tatavvu': Bir ibadeti farz veya vacib olmayarak kendi arzusu ile Allah nzası
için yapmak.
Tavaf: Kâ'be'nin etrafını usulüne uygun olarak dolaşmak.
Tavafü'I-ifade: Farz tavaf
Tavafü'I-kudûm: Mekke'ye gidişte yapılan tavaf.
Tavâfü'I-veda': Veda tavafı.
Tazmîn: Sebep olunan zarar ve ziyanı ödeme. Telef edilen mal ve benzeri şeylerin
kıymetini sahibine verme (çoğulu: Tazminat).
Te'Iif: Farklı hadisleri birleştirme.
Te'vil: Bir sözü zahirî mânâsından başka bir mânâ ile açıklama, bir nevi tefsir.
Teba-i Tabiîn: Tabiîlerle görüşüp bunlardan hadîs-i şerîf nakleden kimseler. .
Tecviz etmek: Caiz görmek.
Tedbîr: Ölümden sonra hür olmak üzere azatlama.
Teflis: İflas etme.
Tefsir: Açıklama, bir sözü îzah etme. Kur'an-ı Kerîm'in sözlerini açıklama ve
te'vil etme: Yorum.
Tehallül: İhramdan çıkmak.
TehlîI:Lâ ilahe illallah.
Tekbir: Allahu Ekber demek.
Telbiye: «L: Benzetme, kıyas etme. İlm-i Kelâm'da: Allah'ı, maddî ve canlı
varlıklara benzetme veya Allah'ı ebbeyk..» diye bağırmak.
Temellük: Bir şeyi kendisine mal etme, mülkiyetine şâhîp çıkma.
Temettü' haccı: Fasıla vererek hac ve umreyi iki ihramla birleştirmek.
Temlik: Bir malın mülkiyet hakkını başkasına verme, mülkiyeti nakil.
Terike (tereke): Ölen kimsenin bıraktığı mal ve mülk gibi şeyler.
Tertîl: Kur'an'ı ağır ağır, kelime ve harflerin hakkını vererek güzelce okuma.
Tertib; Sıra.
Teşbih: Sübhanallah demek Teşbîlı yaratıklara ait sıfatlarla vasıflandırma
anlamında kullanılır.
Teşehhüd: Tahiyyat okuma.
Teşmil: Yayma, genelleştirme.
Teşri: Yasama, kanun koyma.
Teşyi': Cenazeyi kabre götürme.
Tevatür: Yalan üzere ittifakları aklen mümkün olmayan bir cemâatin rivayeti.
Tevcih: Camide namaz kılanları uyarma.
Tevhîd: Birleme, birleştirme. Allah'ın bir olduğunu söyleme. Lâ ilahe İllallah
-Allah'dan başka Tanrı yoktur, sözünü zikretme.
Tevliye: Ticarî bir terim olarak: Malı alış fiatma satma demektir.
Tevliyet: Vakıf terimi olarak: Birini, vakıf işlerini idare etmek üzere
görevlendirme.
Teyemmüm: Toprak vb. maddelerle temizlenme.
Tezellül: Allah'ın büyüklüğü karşısında insanın kendisini çok küçük hissetmesi
ve bu hisse uygun tavır takınması.
Tezvic: Evlendirme.
Tilavet secdesi: Secde âyetlerine yapılan secde.
Tilâvet: Okuma.
U-Ü
Udhiye: Kurban bayramında Allah nzası için kesilen vacib kurban.
Udûl: Adaletli, dönmek.
Ukûbât: Cezalar.
Ulu'İ-emr: Emir sahipleri, devlet reisi ve onun adına hükmeden vali, kadı ve
benzeri kimseler.
Umratü'1-Kadâ: Hz. Peygamberin kaza umresi.
Umre: İhram giymek suretiyle yılın herhangi bir mevsiminde Ka'be'yi tavaf ve
Safa ile Merve arasında yapılan sa'yden ibaret bir hac ibadeti.
Umumî helva: Herkesin karşılaştığı durum.
Usul uleması: Fıkıh usûlü bilginleri.
Usûl-i Fıkıh: Fıkhın kökleri demek olup, «Tafsîlî (ayrı ayrı) delillerine
dayanarak amelî-şer'î hükümleri istinbat için başvurulan kaideler il-mi»dir.
Yeni bir deyişle ve yaklaşık olarak: İslâm hukuku metodolojisi.
Usûl: bkz. Asi.
Ümmü'l-kur'an: Fatiha sûresi.
Ümmü'I-veled: Efendisinden hâmile kalarak çocuk doğurmuş olan câriye. Böyle bir
câriye, satılmaz ve efendisinin ölümü ile hür olur.
V
Va'd: Söz verme. Allah'ın kullarına va'detmiş olduğu mükâfat.
Vacib fi'z-zimme: Sorumluluğunda olma.
Vacib-i muayyen: Belirli, seçeneksiz
Vacib-i muhayyer: Seçenekli farz.
Vacib-i müretteb: Sıralı farz.
Vâcib: Ekseri İslâm hukukçularına göre farz ile vâcib aynı şeydir. Hanefîlere
göre vâcib, delilinin kuvveti bakımından farza nisbetle ikinci derecede gelen
dinî emir olup şöyle tarif edilebilir: "Şer'an kat'î bir delil ile sabit
olmayan, ancak zannî bir delil ile sabit olan ve yapılması gereken hüküm".
Vadîa: Bir malı alış fiatından aşağısına satma.
Vahdâniyyet: Birlik, Allah'ın birlik sıfatı.
Vahy (vahiy): İlham. Allah'ın sözlerini, emir ve nehiylerini belli bir melek
(Cebrail) vasıtasıyla peygamberlerine bildirmesi veya ilham etmesi.
Vaîd: Korkutma, kötü birşey va'detme. Allah'ın kötülük işleyen kullarına
va'detmiş olduğu ceza.
Vakf (vakıf): Hapsetme, alıkoyma. Bir ayn'ı, mülkiyeti Allah'a ve menfaati
kullara ait olacak şekilde temlik ve temellükten alıkoyma. Vakfın gelirinin
(gailesinin) kimlere veya nerelere sarfedileceği genellikle vâkıf tarafından bir
vakfiye ile kadı huzurunda tesbit ve tescil edilir.
Vâkıf: Bir şey vakfeden kimse, vakıf kuran kişi.
Vaks: Zekâtta iki sayı arasındaki kısım.
Vakt-i müşterek: Ortak vakit.
Varid: Söylenen, gelen, olan.
Vasî: Bir kimsenin ölmeden önce, kendisi öldükten sonra yapılmasını istediği
işleri yürütmek için tayin ettiği kişi. Yetimlere, dullara, küçüklere ve
bunların mallarına bakan kimse.
Vasiyet: Bir kimsenin ölmeden önce, kendisi öldükten sonra yapılmasını istediği
işleri birine bırakması veya herhangi bir malının birine verilme sini istemesi.
Vedîa: Korunmak üzere birine emanet olarak bırakılan mal.
Vekâlet: Vekil kılma.
Ve!â': Dostluk, yakınlık, yardım. Efendi ile âzad ettiği köle veya câriye
arasındaki ilişki. Ayrıca, nesebi belli olmayan bir kimse ile başka bir şahıs
arasında yapılan, genellikle yardımlaşma esasımı dayanan özel bir akid şekli.
Velayet: Velî olma, velilik.
Velî: Bir çocuk veya kadının, gerek ana-babasfnı, gerekse yakınları olsun, iş-
lerine bakan ve bunlardan sorumlu olan kimse. Veraset: Mirasçı olma, soydan
gelme. Kalıtım.
Vesâyâ: Vasiyet etme. Vukuf: Arafe günü Arafat'ta bulunmak
Vürûd: Hadisin söylenişi.
Y
Yemin-i ğamus: Yalan yere yemin.
Yevm-i arafe: Zilhicce'nin dokuzuncu günüdür ki hacıların Arafat'ta bulundukları
gündür.
Yevm-i terviye: Zilhicce'nin sekizinci günüdür ki hacılar o gün Mekke'den
Mina'ya çıkarlar.
Z
Zabt: Hatırda tutma, tesbit etme. Bir râvînin işitmiş olduğu hadîsi, herhangi
bir değişikliğe uğramadan hafızasında tutması ve gerektiği zaman.ay-nen
tekrarlayabilirle si.
Zahir: Açıkça ortada olan, görünen. Bir şeyin dış yüzü. Te'vil kabul eden nas.
Sözün dış anlamı.
Zahirî: Dıştan görünen, ortada olan. Ayet ve hadislerin te'vilini kabul etmeyen
ve dış anlamlarına bağlı kalan kimse.
Zaîf: Arık, güçsüz. Terim olarak: Sahih ve hasen hadisin niteliklerini taşımayan
hadîs'e denir.
Zâmin: Tazminat ödeyen.
Zamm-ı sûre: Fatiha'dan sonra okunan sûre veya âyetler.
Zann-i gâlib: bkz. Gâlib zan.
Zebh: Küçük baş hayvanların kesim şekli.
Zekât: Belli yerlere belli Ölçüde Ödenen dinî vergi.
Zerâyi': Zerîa'nın çoğulu olup vâsıta ve sebep demektir.
Zihar: Karısının bir yerini anasına benzetme.
Zıhar keffâreti: Zihar için ödenen keffaret.
Zimmet: And, söz ahd, uhde. Fıkıh'ta: Kişinin menfaat ve zararına ehil olmasını
sağlayan niteliği; hukuki ehliyetin sebebini teşkil eden insan olma özelliği.
Sağ olarak dünyaya gelen her insan, bu nitelik ve özelliğe sahiptir.
Zimmî: İslâm ülkesinde oturan gayri muslini vatandaş.