ETİME VE EŞRİBE (Yiyecek ve İçecekler) KİTABI
71. Normal Şartlarda Haram Gıdalar
1. Dolayısıyla Haram Olan Gıdalar:
b- Boğularak ve Düşerek Ölen Hayvan:
d- Necaset Karışan Yiyecekler:
2. Doğrudan Haram Olan Gıdalar:
b- Dört Ayaklı Yırtıcı Hayvanlar ve Yırtıcı Kuşlar:
c- Tek Tırnaklı Evcil Hayvanlar:
d- Harem'de Öldürülmesi Emredilen Hayvanlar:
e- Etinin Yenmesinden Tiksinti Duyulan Hayvanlar:
f- Öldürülmesi Yasaklanan Hayvanlar:
3. Bitkilerden Sağlanan Gıdalar:
A- Sarhoş Edici Gıda ve İçecekler:
B- Şıra (Nebiz) Yapımı ve İçimi:
72. Zaruret Durumunda Haram Gıdaların Hükmü
Bu
bahsin ana kaideleri, iki bölüm olup; birinci bölümde ihtiyar (normal) ve
bolluk halinde haram olan şeyleri, ikinci bölümde de haram olan şeylerin
sıkıntı ve zorunluk halindeki hükümlerini anlatacağız. [1]
İnsanların
besin olarak yediği -bitki ve hayvan olmak üzere- iki şeydir. [2]
Hayvan
da ya su, ya kara hayvanıdır, ki bunlann bir kısmı şeriatte helâl, bir kısmı da
haramdır. Haram olan şeyler de, ya lizatıhi (doğrudan) haramdır, ya da bir
sebebten dolayı haram olur. Bütün bunlann da bir kısmında ittifak ve bir
kısmında ihtilâf edilmiştir. Bir sebepten dolayı haram olanlar -kendiliğinden
ölen, boğularak ölen, bir yerine vurularak ölen, yüksek bir yerden düşerek
ölen, bir hayvan tarafından süsülerek ölen, yırtıcı bir hayvan tarafından
yenerek ölen, kesilmesi şart olup da kesiminde bir şart eksik bırakılan ve pislik
yiyen hayvanlarla haram kansan helâl yiyecekler olmak üzere- dokuz şeydir. [3]
Kendiliğinden Ölen
hayvan, eğer kara hayvanı olursa haram olduğunda bütün ulema müttefiktirler.
Fakat deniz hayvanında ihtilâf etmişlerdir.
Kimisi «Mutlaka
haramdır», kimisi «Mutlaka helâldir», kimisi «Suyun üstünde duran ölü balıklar
haramdır, deniz suyu çekildikten sonra karada kalanlar helâldir» demiştir.
Bu ihtilâfın sebebi,
gerek bu mevzuda varid olan hadislerin birbirleriyle ve gerek bu hadislerden
bazılannın Kur'an-ı Kerim'in umumu ile tamamen ve bazılannın da kısmen
çelişmesi, kısmen de uygunluk göstermesi-dir. Kur'an-ı Kerim delili,
"Size leş haram
kılınmıştır" [4] âyet-i kelimesidir. Bu
âyet-i kerimenin umumu ile tamamen çelişen hadisler de iki tane olup birisinin
sıhhatinde ittifak, birisinin de sıhhannda ihtilâf edilmiştir. Sıhhatinde
ittifak edilen hadis Câbir'in hadisidir, ki bu hadiste, ashabın Amber denilen
bir büyük balık veyahut bir başka deniz hayvanını deniz kenarında bulup etini
yirmi küsur gün veyahut,bir ay yedikleri ve sonra Rasûl-i Ekrem'in yanına
varıp durumu kendisine anlattıklarında Rasûl-i Ekrem (s.a.s)'in kendilerine,
«Sizde etinden bir şey
var mı?» diye sorduğu ve bunun üzerine Efendimiz (s.a.s)'e gönderdikleri bu
etten Efendimiz (s.a.s)'in de yediği anlatılmaktadır [5]. Âyet-i
kerimenin umumu ile, bu hadis -lafzı ile değilse demefhumu ile tamamen
çelişmektedir. Sıhhatinde ihtilâf edilen hadis ise îmam Mâlik'in Ebû Hüreyre
(r.a.)'den, Peygamber (s.as) Efendimiz'e deniz suyunun hükmü sorulduğuna ve
Efendimiz (s.a.s)'in,
«Deniz o şeydir ki,
suyu temizleyici ve ölüsü helâldir» [6]
buyurduğuna dair rivayet ettiği hadistir. Âyetin umumuy-la kısmen çelişen ve
kısmen uyan hadis ise, İsmail b. Ümeyye'nin, Ebû Zü-beyr'den, onun da
Câbir'den, «Rasûl-i Ekrem (s.a.s),
«Denizin dışarı attıklarını
veyahut deniz suyu çekildikten sonra kenarda kalanları yiyiniz. Fakat suyun
üstünde duranları yemeyiniz» buyurdu» [7] diye
rivayet ettiği hadistir. Bu hadis muhaddislerce îmam Mâlik'ten rivayet ettiği
hadisten daha zayıftır.
İmam Mâlik'in rivayet
ettiği hadisin zayıf olma .sebebi, rivayet senedinde tanınmayan bir ravinin
bulunması ile hadisin tek bir yoldan rivayet olun-masıdır. Ebû Ömer b.
Abdilberr, «Denildiği gibi değildir. Çünkü hadisi rivayet edenlerin hepsi
tanınan kimselerdir ve hadis çeşitli yollarla rivayet olunmuştur» demiştir.
Câbir'den rivayet olunan hadisin de zayıf oluşunun sebebi, ravilerin bu hadisi
ancak Câbir'e kadar götürüp Peygamber (s.a.s) Efendimiz'e isnad etmemiş
olmalarıdır ki hadis bu durumda Câbir üzerinde mevkuf sayılmaktadır.
Âyet-i
kerimenin umumuna kısmen uyduğu için bu hadisi İmam Mâlik'in hadisine tercih
edenler, su çekildikten sonra kenarda kalanları istisna edip, «Bunlar haram
değildir» demişlerdir. Ebû Hüreyre'nin hadisini tercih edenler de, «Suyun
üstünde duranlar da haram değildir» demişlerdir. Her ikisi de haramdır diyenler
ise âyet-i kerimedeki umuma dayanmışlardır. îmam Ebû Hanife, «Her ikisi de
haramdır», İmam Mâlik ile İmam Şafii, «Her ikisi de helâldir» demiş, diğerleri
de ikisi arasında hüküm ayırımı yapmışlardır.
[8]
Boğularak
ölen, bir yerine vurularak ölen, yüksek bir yerden düşerek ölen, bir hayvan
tarafından süsülerek ölen ve canavarlar tarafından yenerek ölen hayvanlar olmak
üzere, âyet-i kerimede kendiliğinden ölen hayvandan sonra zikredilen diğer beş
sınıfa gelince: Bunların da hükmünün kendiliğinden ölen hayvanın hükmü gibi
olduğunda ihtilâf yoktur. [9]
Pislik
yiyen hayvana gelince: Etinin yenip yenemediğinde ihtilâf etmişlerdir. İhtilâfın
sebebi de, kıyasın hadis ile çelişmesidir. Çünkü hayvanın yediği ne olursa
olsun vücudunda ete döndüğü için, o hayvanın etinin hükmü ne ise -toprağa dönen
etin toprak hükmünü ve ete dönen kanın da et hükmünü aldığı gibi- o hayvan
etinin hükmünü alması lâzım gelir. Bu kıyas ile çelişen hadis ise Peygamber
(s.a.s) Efendimiz'in pislik yiyen hayvanları yemeyi ve sütünü içmeyi yasak
ettiğine dair Ebû Davud'un İbn Ömer'den rivayet ettiği hadistir [10] İmam
Şâfıi pislik yiyen hayvanın haram olduğunu, İmam Mâlik ise kerahetini
benimsemiştir. [11]
Necaset kansan helâl
yiyeceklere gelince: Bunun aslı Ebû Hüreyre ile Meymune'nin «Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'e içine fare düşen yağın hükmü soruldu. Efendimiz (s.a.s),
«Eğer yağ katı ise
fareyi ve farenin bulunduğu yerin kenarlarını atın ve gerisini yiyin ve eğer
erimiş yağ ise dökün» veyahut «Ona yaklaşmayın» buyurdu» [12]
mealindeki hadisleridir.
Necaset kansan helâl
yemekler hakkında iki görüş vardır:
Biri, -necaset,
karıştığı yiyeceğin renk, koku ve tadından birini değiştirmese faile-
yiyeceğin necis olmasıdır ki en meşhur olan ve cumhurun benimsediği görüş
budur.
Zahirîler ise,
«Yiyeceğin necis olması için kansan necasetin yiyeceğin yukarıda geçen üç
vasfından birini değiştirmesi gerekir» demişlerdir. îmam Mâlik'ten gelen iki
rivayetten biri de bu yoldadır.
Bu ihtilâfın sebebi
de, yukarıda geçen hadisin yorumunda ihtilâf etmeleridir. Hadisi kendisinden
umum murad olan hâss'lar kabilinden görenler -ki cumhurdur-, «Hadisten,
necaset bir şeye karıştı mı -ister üç vasfından birini değiştirsin, ister
değiştirmesin- o şeyin haram olduğu anlaşılmaktadır» demişlerdir.
Ne
var ki eğer böyle olursa Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in yağın katısı ile
erimişi arasında hüküm ayırımı yapmasının sebebi bilinmez olur. Çünkü her ne
kadar necasetin karışması yağın erimiş olduğu zaman daha çoksa da, kan olduğu
zamanda da yine vardır. Buna göre karışmanın çok veya az olduğu halleri
arasında hüküm ayırımı yapmak lâzım gelir. Cumhur bu aynını yapmadığına göre
hadisin bir kısmını zahir olan mânâda bırakmakla yetinmiş, bir kısmında ise
ona kıyas etmiştir. Bunun içindir ki zahiriler hadisin hepsini zahir olan
mânâsında bırakmışlardır. [13]
Lizatihi
haram olan şeylere gelince: Bunlar da iki kısım olup bir kısmında ittifak, bir
kısmında ihtilâf etmişlerdir. İttifak edilenler, domuz eti ile kandır[14]
Domuzun eti, yağı ve
derisinin haram olduğunda ihtilâf yoktur. Fakat tüylerinden yararlanmanın caiz
olup olmadığında ve derisinin dabak ile helâl olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir kî bu ihtilâf taharet bahsinde geçti.
Kana gelince, akanın
haram olduğunda ihtilâf yoktur. Fakat kara hayvanının akmayan kanı ile balığın
akan kanı hakkında ihtilâf etmişlerdir. Bu ihtilâfların hepsi gerek Mâliki
mezhebinde ve gerek diğer mezheblerde vardır.
Akmayan kanın hükmü
hakkındaki ihtilâfın sebebi, mutlakın mu-kayyedle çelişmesidir. Zira
"Size leş île kan
haram kılınmıştır" [15]
âyet-i kerimesi mutlak olup akan ve akmayan kanlann ikisinin de haram olduğunu
göstermektedir.
"De ki Bana
vahyolunmuş hükümler içinde murdar hayvandan, akan kandan... başka herhangi bir
yiyiciye haram kılınmış bir yiyecek bulamıyorum" [16]
âyet-i kerimesi ise, delilü'l-hitab yolu ile yalnız akan kanın haram olduğunu
ifâde etmektedir. Bunun için, mutlakı mukayyede hamledenler, kanın haram
olması için akmasını şart koşmuşlardır.
Mutlakın mukayyedte
bulunmayan ayrı bir hükmü ihtiva ettiğini ve mutlakın mukayyedle ancak
delilü'l-hitab yoluyla çeliştiğini, halbuki mutlakın âmm olup âmm'ın
delâletinin ise delilü'l-hitab'ın delâletinden kuvvetli olduğunu söyleyenler
ise mukayyedi mutlaka hamledip, «Kanın azı da, çoğu da haramdır» demişlerdir.
Kanın haram olması
için şart olan akmak vasfı, ancak eti yenen hayvanın kesildiği zaman
kendisinden dökülen kanda şarttır. Canlı olan hayvandan çıkan kanlar ise
-ister çok, ister az olsun- haramdır ve bunda ihtilâf yok- tur.
Balığın kanı
hakkındaki ihtilâfın sebebi de umumun kıyas ile çelişmesidir. Umum,
"Size,leş ve kan haram
kılınmıştır" [17]
âyet-i kerimesinde kanın mutlak olarak zikredilme sidir.
Kıyas'a gelince: Kanın
da hükümde ete tabi olması, yani kesümemişi murdar sayılan hayvanın kanının da
haram olması ve kesümemişi murdar sayılmayan hayvanın ise kanının haram olmaması
akla gelir. Bunun içindir ki İmam Mâlik, «Kanı bulunmayan hayvanlar murdar
olmazlar» demiştir.
Kadı -îbn Rüşd- diyor
ki, 'Taharet bahsinde de bu mes'ele hakkında konuştuk'.
Fıkıh uleması,
âyetteki kanın ıtlakım (genelliğini) tahsis eden (özelleştiren) bir hadis
zikretmektedirler. O hadis de Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Bizim için iki leş
ile iki kan helâl kılınmıştır. Bunlar balık, çekirge, ciğer ve dalaktır» [18]hadisidir.
Tahmin ederim ki bu hadisi meşhur hadis kitapları almamaktadırlar.
Lizatihi haram
olduğunda ihtilâf edilenlere gelince: Bunlar:
1- Dört
ayaklı hayvanlarla kuşlardan yırtıcı olanlar;
2- Ehli
hayvanlardan tek tırnaklı olanlar
3- Haremde öldürülmesi emredilen hayvanlar;
4- Etini
yemekten tab'en tiksinti duyulan hayvanlar olmak üzere dört sınıftır.
îmam
Gazali, imam Şafii'nin, «-Bal ansı ve kırlangıç gibi -Öldürülmesi yasak edilen
hayvanların da etini yemek haramdır» dediğini nakletmektedir. Eğer bu da
sayılırsa haram olduğunda ihtilâf edilen hayvanların sınıf sayısı beş olur. [19]
1- îbn
Kasım, imam Mâlik'ten dört ayaklı yırtıcı hayvanların mekruh olduğunu rivayet
etmiştir. Mâlikilerin cumhuru, îmam Mâlik'in bu görüşünü kuvvetli bulup ona
katılmışlardır. îmam Mâlik'in Muvatta'daki sözünden ise, onun bu hayvanların
haram olduğunu benimsemiş olduğu anlaşılmaktadır. Zira Ebû Hüreyre'den
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Azı dişleri sivri ve
uzun olan hayvanların etini yemek haramdır» [20]
hadisini rivayet ettikten sonra, «Bizdeki umumî görüş de budur» demektedir.
îmam Şafii, îmam
Mâlik'in tabilerinden Eşheb ile diğerleri ve imam Ebû Hanife de dört ayaklı
yırtıcı hayvanların haram olduğunu benimser. Ancak, bunlar yırtıcı hayvanların
cinsinde ihtilâf etmişlerdir, imam Ebû Hani-fe'ye göre et yiyen bütün hayvanlar
-hatta fil, sırtlan, yerbu (Arap tavşanı) ve kedi bile- yırtıcıdırlar, imam
Şafii ise, «Sırtlan ile tilkinin eti yenir» demiştir, imam Şafii'ye göre eti
yenmeyen yırtıcı hayvanlar -arslan, kaplan ve kurt gibi- insanlara saldıran hayvanlardır.
îmam Mâlik'in mezhebinde bu her iki görüş de vardır. Ulemanın cumhuru, maymunun
da etini yemenin ve maymundan yararlanmanın caiz olmadığını benimser, imam
Şafii, köpeğin de haram olup köpekten yararlanmanın caiz olmadığını
söylemiştir. Çünkü îmam Şafii, köpeğin artığının yasak edilmesinden necis
olduğu mânâsını çıkarmıştır.
Dört ayaklı yırtıcı
hayvanlar hakkındaki bu ihtilâfın sebebi, Kur'an-ı Kerim'in hadislerle
çelişmesidir. Çünkü,
"De ki: Bana
vahyolunanlar içinde, leşten, dökülen kandan ve domuz etinden başka -çünkü
domuz eti pistir yiyen bir kimsenin yiyecekleri içinde haram edilmiş bir şey
bulamıyorum" [21]
âyet-i kerimesinin zahirinden, bu âyette zikredilenlerin dışında kalan
şeylerin helâl olduğu anlaşılmaktadır.
Ebû Salebe el-Huşenî'nin
«Rasul-i Ekrem (s.a.s) azı dişlen uzun ve sivri olan yırtıcı hayvanların etini
yemeyi yasak etti» mealindeki hadisinin zahiri ise yırtıcı hayvanların haram
olduğunu göstermektedir. Buhârî ile Müslim bu hadisi bu şekilde rivayet
etmektedirler [22]. îmam Mâlik'in ise
-yukarıda geçtiği üzere- Ebû Hüreyre'den bu mânâda rivayet ettiği hadis [23]
âyet-i kerime ile çelişmekte daha zahirdir. Çünkü Ebû Salebe'nin hadisi ile
âyet-i kerimeyi -hadisteki yasağı kerahete hamletmek sureti ile- telif etmek
mümkündür. Fakat Ebû Hüreyre'nin hadisinde yırtıcı hayvanların etini yemenin
haram olduğu tasrih edildiği için bu hadis -eğer, «Ziyade nesihtir ve Kur'an
hadis ile nesholunur» diyenlerin görüşüne uyulup, «Âyet'in hükmü bu hadis ile
nesholunmuştur» denilmezse- âyet-i kerime ile telif edilemez «Ebû Hüreyre'nin
hadisi âyette bulunmayan bir ziyadeyi ihtiva etmektedir» diyenler, yırtıcı
hayvanların haram olduğunu benimsemişlerdir. Sırtlan ve tilkinin haram
olduğunu söyleyenler de, hadiste geçen «Yırtıcı hayvanlar» deyiminin umumu ile
istidlal etmişlerdir. Yırtıcı hayvanlardan âdî olanları istisna edenler ise
Abdurrahman b. Ammar'ın, «Câbir b. Abdullah'a 'Sırtlanın etini yiyebilir
miyim?' diye sordum. Câbir 'Evet', dedi. Câbir'e 'Sen bunu Rasûlul-lah
(s.a.s)'dan bizzat işittin mi?' dedim. 'Evet', dedi» [24]
mealindeki hadisine dayanmışlardır. Zira bu hadisi her ne kadar Abdurrahman'dan
başkası rivayet etmemişse de Abdurrahman -hadis imamlannca- güvene şayan bir
kimsedir. Ayrıca sabit olmuştur ki Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in yanında
dabb'm (keler) eti yenmiş de Peygamber (s.a.s) Efendimiz ses çıkarmamıştır [25]
Yırtıcı
kuşlara gelince: Cumhur yukarıda birkaç sefer geçen âyet-i kerimeye dayanarak,
«Helâldir» demiştir. Kimisi de, îbn Abbas'm «Peygamber (s.a.s) azı dişleri
sivri ve uzun olan dört ayaklı yırtıcı canavarlarla pençeli kuşların etini
yemeyi yasak etti» mealindeki hadisine dayanarak haram olduğunu söylemiştir.
Fakat bu hadisi Buhârî ile Müslim almayıp yalnız Ebû Dâvûd almaktadır [26].[27]
, Ehlî hayvanlarda tek
tırnaklı olan at, katır ve eşeğe gelince:
Cumhur ehlî olan
eşeğin haram olduğu görüşündedir. Ancak Ibn Abbas ile Hz. Âişe ehlî eşeğin
etini helâl görürlerdi ve îmam Mâlik de mekruh görürdü diye rivayet
olunmaktadır, tmam Mâlik'ten cumhurun görüşüne katıldığı da rivayet
olunmuştur.
Cumhur, katırın da
haram olduğu görüşündedir. Fakat kimisi, katırın haram olmayıp mekruh olduğunu
söylemiştir ki bu görüş tmam Mâlik'ten de rivayet olunmuştur.
At'a gelince, imam
Mâlik, tmam Ebû Hanife ve bir cemaat haram olduğunu benimser. îmam Şafii, tmam
Ebû Yûsuf, tmam Muhammed ve bir cemaat da helâl olduğunu söylemişlerdir.
Ehlî eşek hakkındaki
ihtilâfın sebebi, yukarıda geçen âyetin bu hususta, Câbir ve diğer ashabtan
sabit olan «Rasâlullah (s.a.s) Hayber günü ehlî eşeklerin etini yemeyi yasak
etti ve atların etini yemeğe izin verdi» [28]
mealindeki hadislerle çelişmesidir. Ayet ile hadisi telif edenler, hadisi kerahete
hamletmişlerdir. Ayetin hadis ile nesholunduğunu veyahut hadisin âyeti
neshetmeyip ziyadeyi ihtiva ettiğini söyleyenler ise ehlî eşeğin haram olduğunu
benimsemişlerdir.
Eşeğin haram
olmadığını benimsemiş olanlar ise Ebû tshak eş-Şey-banî'nin Ibn Ebî Evfa'dan
«Hayber günü Rasûlullah (s.a.s) ile birlikte birkaç eşek ele geçirdik ve kesip
pişirdik. Derken Rasûlullah (s.a.s)'ın münadisi: «Çömlekleri, içindekilerle
birlikte devirin diye bağırdı» [29]
mealinde rivayet ettiği hadise dayanmışlardır. Zira Ebû îshak, 'Ben bunu Said
b. Cübeyr'e söyledim. Said, 'O eşekler pislik yiyorlardı, onun için etlerini
yemek yasak edilmişti' dedi' demiştir. Katırlar hakkındaki ihtilâfın sebebi de,
Urları ve eşekleri -onlara binesiniz ve size süs olsun diye- yaratmıştır" [30]
âyet-i kerimesinin
delilü'l-hitabı ile yukarıda geçen âyet-i kerime arasındaki çelişmedir. Zira,
"Davarları da o
yaratmıştır. Sizler için onlarda ısıtıcı ve koruyucu maddeler ve nice
menfaatler vardır. Ayrıca onlardan yersiniz de" [31]
âyet-i kerimesinde
davarlardan yendiği söylendiği halde bu âyette at, katır ve eşeğin yalnız
binilmek ve süs için yaratılmış oldukları söylenmektedir. Bundan ise bunların
etini yemenin haram olduğu anlaşılmaktadır. Halbuki yukarıda geçen âyet-i
kerimede haram olan şeyler hasredilmiştir. Katır hakkındaki ihtilâfın bir
sebebi de onu eşeğe kıyas etmekte ihtilâf etmeleridir.
At
hakkındaki ihtilâfın s e b e b i ise, hem bu âyetin delilü'l-hitabı ile
Câbir'in hadisi ve hem de aün katır ile eşeğe kıyas edilmesi arasında bulunan
çelişmedir. Fakat atın helâl olduğu Câbir'in hadisinde nassen bildirilmişken
delilü'1-hitab veyahut kıyas ile nasıl çeliştirilebilir? [32]
Harem'de
öldürülmesi emredilen karga, çaylak, akrep, fare ve yırtıcı köpeğe gelince:
Kimisi «Eti yenen yabani hayvanları öldürmek yasak edildiği halde bunları
öldürmenin emredilmesi, etleri haram olduğu içindir» demiştir ki tmam Şâfİi bu
görüştedir. Kimisi de «Bu emir bunların etinin haram olduğu için değil, zararlı
ve mütecaviz hayvanlar oldukları içindir» demiştir, îmam Ebû Hanife, îmam Mâlik
ve bunların tabileri de bu görüştedirler. [33]
Böcekler, kurbağa,
yengeç, tosbağa ve benzeri, etini yemekten tiksinilen hayvanlara gelince: îmam
Şâfıi «Haramdır» [34]
diğerleri «Helâldir», kimisi de «Mekruhtur» demiştir. .
Bu ihtilâfın sebebi,
"Onlara pis şeyleri haram kılar" [35] âyet
i kerimesinde geçen HAB AÎS (pis şeyler) kelimesinin mânâsında ihtilâf etmeleridir.
Habais'in şer'an haram olan şeyler demek olduğunu söyleyenler, «Etini yemekten
tiksinti duyulan ve fakat haram olduğu hakkında şer'î bir nas bulunmayan
şeyler, haram değildir» demişlerdir. 'Hab.ıis. insan tabiatının pis görüp
tiksinti duyduğu şeyler demektir', diyenleri «Elini yemekten tiksinti duyulan
hayvanlar haramdır» demişlerdir. [36]
İmam Gazalî tarafından
îmanı Şafii'den -Kırlangıç ve bal ansı gibi- öldürülmesi yasak edilen
hayvanların etini yemenin haram olduğu yolunda nakledilen görüşün ise, hangi
hadislere dayandığını ve bu hadislerin nerede geçtiğini bilemiyorum. Bu hadisler
belki bizde meşhur olmayan hadis kitapları tarafından alınmıştır [37]
Deniz hayvanlarına
gelince: Ulema, kara hayvanları içinde nassen haram olduğu bildirilen
hayvanların adını taşımayan deniz hayvanlarının helâl olduğunda müttefiktirler.
îmam Mâlik, «-Deniz
domuzu dışında- hiçbir deniz hayvanının etini yemekte sakınca yoktur. Deniz
domuzu ise mekruhtur. Çünkü siz ona domuz diyorsunuz» demiştir. İbn Ebî Leylâ,
Mücâhid, Evzâî ve ulemanın cumhuru da buna katılır. Ancak bunlardan kimisi
-yukarıda da geçtiği üzere-, «Balıktan başka, deniz hayvanlarının da kesilmesi
şarttır» demiştir.
Leys b. Sa'd ise,
«Deniz insanı ile deniz domuzunun eti yenemez» demiştir [38]
Bu ihtilâfın sebebi,
insan ile domuz kelimeleri, halk dilinde veyahut şeriat örfünde deniz insanı
ile deniz domuzuna da şamil midir, değil midir diye ihtilâf etmeleridir. Buna
göre ulemadan bazılarının -köpek gibi haram olduğunu söyledikleri diğer kara
hayvanlarının adını taşıyan deniz hayvanlarında da bahsi geçen ulemanın
ihtilâf etmiş olmaları lâzımdır. Bu mes'eledeki ihtilâf -biri 'Bu adlar lügavî
midir, değil midir? İkincisi de müşterek olan kelimelerde umum var mıdır, yok
mudur?' diye- iki şeyle ilgilidir. Çünkü deniz insanı ile deniz domuzuna insan
ve domuz denilmesi, bu kelimelerin kara ve deniz insanları ile domuzlan
arasında müşterek olan kelimelerde de umum bulunduğunu kabul edenlerin,
bunların haram olduğunu söylemeleri lâzım gelir. Bunun içindir ki İmam Mâlik
bunda duraksayarak: Siz deniz domuzuna da domuz diyorsunuz demiştir.
İşte
şeriatte yenmesinin helâl ve haram olduğunda ulemanın ittifak ve ihtilâf
ettikleri hayvanlar bunlardır. [39]
İnsanların
besin olarak yedikleri bitkilere gelince: Çeşitli meyva sulan ile baldan
yapılan şarap ve diğer alkollü içkilerden başka, her çeşit bitki besini
helâldir. [40]
Üzüm suyundan yapılan
şarabın -ister az, ister çok olsun- haram olduğunda bütün ulema
müttefiktirler. Sarhoşluk veren diğer içkilerin de -çok olduğu zaman- haram
olduğunda keza müttefiktirler. Fakat sarhoşluk vermeyecek kadar az olanlarında
ihtilâf etmişlerdir.
Hicaz uleması ile
muhaddislerin cumhuru, «Sarhoşluk verici içeceklerin azı da haramdır»
demişlerdir. Irak uleması, tabiinden İbrahim en-Nehâî, Süfyan Sevrî, tbn Ebî
Uylâ, Şüreyk, İbn Şibrime, İmam Ebû Hanife ve diğer Küfe fukahası ile Basra
ulemasının çoğu, 'Şarap dışındaki içeceklerin kendileri haram değildir, haram
olan, ancak sarhoş edici miktardır' demişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi,
bu mevzuda hadis ve kıyasların birbirleri ile çelişmeleridir. Hicaz uleması
kendi görüşlerini biri bu mevzuda varid olan hadislerle ve ikincisi de «hamr»
bütün içki çeşitlerine denilir demek sureti ile- iki yoldan ispata
çalışmışlardır. Bu mevzuda varid olan hadislerin en meşhuru İmam Mâlik'in İbn
Şihâb'tan, İbn Şihâb'ın Ebû Seleme b. Abdur-rahman'dan, Ebû Seleme'nin de Hz.
Âişe'den rivayet ettiği «Rasût-i Ekrem (s.a.s)'e bal şarabının hükmü soruldu.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s),
«Sarhoşluk veren her
içki haramdır» [41]diye cevab verdi»
mealindeki hadistir. Bu hadisi Buhârî kaydetmektedir. Yahya b. Main, «Sarhoş
edici maddelerin haram olduğu hakkında Peygamber (s.a.s) Efendemiz'den rivayet
olunan hadislerin en sahihi budur» demiştir. Hicaz ulemasının dayandığı
hadislerden biri de, Müslim'in îbn Ömer'den «Peygamber (s.a.s), «Sarhoş edici
her madde hamr'dır ve her hanir
haramdır» [42] diye rivayet ettiği
hadistir. Bu her iki hadis de sahihtirler. Birincisinin sahih olduğunu bütün
hadis.uleması, ikincisinin sahih olduğunu Müslim söylemiştir. Tirmizi, Ebû
Dâvûd ve Nesâî de Ca-bir b. Abdullah'tan «Rasûl-i Ekrem (s.a.s)«Çoğu sarhoş edici
şeyin azı da haramdır» [43] diye
rivayet etmektedirler ki bu hadis ihtilâf edildiği mevzuda nass'ür. Hicaz
ulemasının ikinci istidlal yoluna gelince: Bu da -kelimenin iştikak ve
isti'mali olmak üzere- iki bakımdandır.
Kelimenin iştikakı
(türeyişi) bakımından olan istidlallerinde, «Herkesçe bilinmektedir ki şaraba
«hamr» denilmesi, şarab insan aklını örtüp gizlediği içindir. Çünkü hamr
lügatte örtmek demektir. Nitekim baş örtüsüne de -bunun için- humar
denilmiştir. Şu halde hamr nasıl şaraba deniliyorsa -diğer içkiler de şarab
gibi insanın aklını örttüğü için- onlara da «hamr» denilir» demişlerdir. Fakat
bu bakımdan olan istidlalin sıhhatinde usul uleması ihtilâf etmişlerdir.
Horasan ulemasınca makbul değildir.
Isü'mal (kullanış)
bakımından ise, «Hamr her ne kadar halk dilinde yalnız şaraba deniliyorsa da
şeriat dilinde diğer içkilere de denilmektedin> demişlerdir ve buna,
yukarıda geçen Îbn Ömer'in hadisi ile Ebû Hüreyre'den «RasÛl-i Ekrem (s.a.s)
«Hamr şu iki ağaçtan:
Hurma ve üzüm ağacından yapılır» dedi» [44]
mealinde rivayet olunan ve îbn Ömer'den de «Rasûl-i Ekrem (s.a.s),
«Şüphe yoktur ki
üzümden hamr yapılır, baldan hamr yapılır, kuru üzümden hamr yapılır, buğdaydan
hamr yapılır. Ben size sarhoşluk veren her içkiyi yasak ediyorum» buyurdu» [45]
mealinde rivayet olunan hadisleri şahit göstermişlerdir. Hicaz ulemasının bütün
içkileri haram kılmakta getirdikleri deliller işte bunlardır.
Küfe uleması ise,
"Hurma
ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden içki ve güzel nzık
edinirsiniz" [46]
âyet-i kerimesi ile istidlal ederek, «Eğer müskirin (sarhoş edici nesnenin) zan
haram olsaydı, bu âyette güzel nzık diye vasiflandınl-mazdı» demişlerdir. Küfe
uleması bu âyetten başka, bu mevzuda rivayet ettikleri birtakım hadislerle de
istidlal etmişlerdir. Bu hadislerin en meşhuru, Ebû Avn es-Sakafî'nin Abdullah
b. Şeddad'tan, Abdullah'ın da îbn Ab-bas'tan Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in
«Hamr lizatihi (sarhoş
edecek kadar içilmese bile) haramdır. Sekir ise zatından değil, başka bir
illetten haramdır» [47]buyurduğuna
dair rivayet ettiği hadistir.
Küfe uleması, «Bu hadis
nass'tır ve te'vü kabul etmez» demişlerdir. Hi^ caz uleması ise, «Bu hadis
zayıf bir hadisdir. Çünkü bazı rivayetleri:
«Müskir (sarhoşluk
verenler) haramdır» şeklindedir» demişlerdir. Irak ulemasının gösterdikleri
hadislerden biri de, Şü-reyk'in Semmak b. Harb yolu ile Ebû Bürde b. Dinar'dan
«Rasûl-i Ekrem, «Ben size herkabda nebizlerinizi muhafaza etmeyi yasak
etmiştim. Bundan böyle istediğiniz kaptan için, fakat sarhoş olmayın (sarhoşluk
verenleri içmeyin)» mealinde rivayet ettiği hadistir [48]. Bu
hadisi Tahâvî kaydetmektedir.
îbn Mes'ud'tan da
(r.a.), «Nebizin haram kalındığını siz nasıl gördünüz-se ben de gördüm. Fakat
ben, sonra helâl kılındığını da gördüm ve unutmadım. Siz unuttunuz» dediğini [49] ve
Ebû Musa el-Eş'arî'den de, «Rasûl-i Ekrem (s.a.s) beni ve Muaz'ı Yemen'e
gönderirken ona, 'Ya Rasûlallah, Yemen'de buğday ve arpadan iki çeşit içki
yapılmaktadır. Birisine müzz, diğerine de bet'a derler. Hangisini içebiliriz?'
diye sorduk. Rasûl-i Ekrem
«(İçiniz), fakat
sarhoş olmayın (sarhoşluk vermezse için)» buyurdu» dediğini rivayet
etmişlerdir. Bu hadisi de Tahâvî almaktadır [50].
Bunlara benzer daha
birçok hadisleri bu mevzuda getiren Irak uleması
aklî yönden de delil
getirerek, «Cenâb-ı Hak, "Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza
düşmanlık ve kin sokmak ve sîzi Allah'ı anmaktan alıkoymak ister" [51]
âyet-i kerimesinde, hamr'ın insanlar arasına kin ve düşmanlık soktuğu ve kişiyi
namazdan alıkoyduğu için, haram kılındığına işaret buyurmaktadır. Öyle ise bu
miktarın haram olması gerektir. İlletin tahakkukunu derpiş (öngörmek) eden her
nev'in bu miktarı haramdır» demiş- . lerdir.
Derler ki: «Bu türlü
kıyaslar, yani hükmün illeti beyan edilen kıyaslar nas gibidirler». Müteahhirîn
(sonradan gelen) kıyas fukahası, «Hicaz ulemasının delili, nakil yönünden daha
kuvvetlidir, Irak ulemasının delili de kıyas yönünden daha zahirdir»
demişlerdir. Bu durum dedikleri gibi ise, mes'ele-deki ihtilâf, hadis ile kıyas
arasında çelişme bulunduğu zaman hadisi mi kıyasa, yoksa kıyası mı hadise
tercih etmek gerekir diye ihtilâf etmeleriyle ilgilidir.
Doğrusu şudur ki: Eğer
hadis sabit bir nass olursa hadisi kıyasa tercih etmek lâzım gelir. Fakat eğer
hadisin lafzı te'vil kabul eden bir durumda olursa, o zaman hadisi te'vil edip
kıyas ile te'lif etmek mi, yoksa hadisi zahir olan mânâsında bırakıp onu kıyasa
tercih etmek mi gerekir, diye tereddüt edilir. Bu tereddüt de, lafzın delâleti
ile bu delâlet ile çelişen kıyasın kuvvet ve zayıflık derecelerine göre
değişir ki, bu da ancak vicdanî bir zevk ile idrak edilir. Nasıl ki vezinli
sözler, vezinsiz sözlerden vicdanî bir zevk ile ayırt edilir-lerse. Bazan her
iki zevkin dereceleri bir olur ki, o zaman ihtilâf çoğalır. Hatta birçok
kimseler, «Böyle bir durumda her iki müctehid de yanılmış olmazlar»
demişlerdir.
Bana kalırsa,
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Her sarhoşluk veren
haramdır» hadisi -kıyas ile çeliştiği için- her ne kadar Kufilerin tefsir
ettikleri üzere, «Her sarhoşluk veren miktar haramdır» mânâsında olması
muhtemel ise de, «Her sarhoşluk veren şey haramdır» mânâsında -Allah bilir-
daha zahirdir.
Zira şeriatın sed
çekmek için sarhoşluk veren şeyin çoğunu da, azını da haram kılmış olması
mümkündür. Şarabın azının da haram olduğu icma' ile sabittir. Şarabın aynı
vasfını taşıyan öteki içkiler de niçin şarap gibi olmasın? Şarab ile diğer
içkiler arasında fark olduğunu söyleyenlere, davalarını isbat için delil
göstermek gerekir. Bu da, eğer Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
«Çoğu
sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır» hadisinin sıhhatini kabul etmezlerse, böyledir.
Çünkü eğer bu hadisin sıhhatini kabul ederlerse, o zaman hiçbir diyecekleri
kalmaz. Zira hadis
nass'ür. Nass ise
kıyas ile çeliştirilemez. Sonra, Cenâb-ı Hak
"Deki, Şarap ve
kumarda büyük bir günah ve insanlar için birtakım menfaatler vardır" [52] buyurarak»
şarapta hem zarar, hem menfaat bulunduğunu bildirmiştir.
Kıyas
da «Eğer bir şeyden zarar görmemek ve menfaat görmek istense -o şeyin çoğunun
haram ve azının helâl olmasını gerektirmektedir. Bununla beraber eğer şeriat o
şeydeki zararı menfaatine üstün kılıp da, çoğunu nasıl haram kılmışsa azını
haram kılarsa o şeyin vasfını taşıyan diğer şeylerin de o şey gibi olması lâzım
gelir. [53]
Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in, Size şıra
(nebiz) yapmayı yasaklamıştım. Şıra yapabilirsiniz. Her sarhoş edici haramdır»
[54]
hadisinde nebiz yapmaya izin verdiği ve kendisinin de nebiz yapıp ikinci
veyahut üçüncü günde döktüğü sabit olduğu için [55],
ulema -sarhoşluk veren şarap gibi keskin olmamak şartı ile- nebiz yapmanın
cevazında müttefiktirler. Fakat bu mevzu ile ilgili olarak -hangi kablarda, nebiz
yapmak caizdir, hangisinde değildir ve karışık olarak iki meyvadan yapmak caiz
midir, değil midir? diye- iki mes'elede ihtilâf etmişlerdi[56]
Ulema, tuluk gibi
deriden olan kablarda nebiz yapmanın cevazında müttefik iseler de, deriden
başka kablar hakkında ihtilâf etmişlerdir.
îbn Kasım İmam
Mâlik'ten, «Su kabağı ile ziftle sıvanmış kablardan başka, bir şeyde kerahet
yoktur» dediğini rivayet etmektedir.
Süfyan Sevrî de,
«Kabak, yeşil testi ve nakir ağacından yapılan kablarla ziftli kablarda nebiz
yapmak mekruhtur» demiştir, tmam Ebû Hanife ile tabileri ise hiçbir şeyde
sakınca görmemişlerdir.
Bu ihtilâfın sebebi,
bu mevzuda varid olan hadislerin birbirleriyle
çelişmesidir.
Zira İbn Abbas'ın
tariki ile varid olan hadise göre, Süfyan Sevrî'nin
mekruhtur dediği dört
kabta nebiz yapmak yasak edilmiştir [57].
îmam Mâlik Muvatta'da tbn Ömer'den, «Peygamber (s.a.s) Efendimiz su kabağı ile
ziftli kablarda nebiz yapmayı yasak etti» diye rivayet etmektedir [58].
Şureyk'in, Semmâk yolu ile Câbir'den rivayetine göre de Peygamber (s.a.s)
Efendii
miz,
size su kabağında, yeşil testi ve nakir
ağacından yapma kablarla ziftli kablarda nebiz yapmayı yasak etmiştim. Bundan
böyle yapabilirsiniz. Fakat sarhoşluk veren bir şeyi helâl kılmam» [59]
buyurmuştur.
îmam Mâlik Muvatta'da
ayrıca Ebû Said el-Hudrî'den de, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in,
(3^' ^^ Ben size nebiz yapmayı yasak
etmiştim. Bundan böyle yapın. Fakat sarhoştuk veren her şey haramdır» [60]buyurduğunu
rivayet etmektedir. Bunun için, «Önce edilip de sonra nesholunan yasak yukarıda
geçen kablara mahsustu. Zira bu yasaktan başka biri bilinmemektedir» diyenler,
herhangi bir kabta nebiz yapmayı sakıncalı görmemişlerdir.
Önce
edilip sonra nesholunan yasak mutlaktı diyenler ise, «Yukarıda geçen kablarda
nebiz yapmak mekruhtur» demişlerdir ki, bunlarda iki gruba ayrılmış olup, bir
grup îbn Ömer'in hadisine dayanmışlardır. Bunlara göre, sadece bu hadiste geçen
iki çeşit kabta nebiz yapmak mekruhtur. Diğer grup da «îbn Abbas'ın hadisinde
ziyade bulunduğu için bu hadisi tutmak lâzımdır. Zira îbn Ömer'in hadisi ancak
delüü'I-hitab yoluyla bu hadis ile çelişmektedir» deyip her dört çeşit kapta
da nebiz yapmanın kerahetini benimsemişlerdir. Müslim'in hadis kitabında
yalnız yeşil testide nebiz yapmanın yasak edildiği ve ziftli olmayan yeşil
testilerde ise, yapmak için
ruhsat
verildiği rivayet olunmaktadır [61].[62]
Cumhur, -hurma ile
üzüm gibi- nebiz olabilen iki çeşit meyvadan -karışık olarak- nebiz yapmanın
haram olduğunu benimser. Kimisi ise bunun
mekruh olduğunu,
kimisi de mubah olduğunu söylemiştir. Kimisi de -tahmin ederim- «Nebiz
olabilen cinsinden olmasalar bile, iki çeşit meyvayı karıştırmak caiz
değildir» demiştir.
Bu ihtilâfın s e b e b
i, bu hususta varid olan yasağın, kerahet ile hürmetten hangisi için
olduğunda, şayet hürmet (haramlık) içinse, yasak edilen şeyin fasid olduğuna
delalet edip etmediğinde ihtilâf etmeleridir. Zira sabittir ki Peygamber
(s.a.s) Efendimiz,
«Renkli hurma ile kuru
üzümü birlikte (karışık olarak) nebiz yapmayın, kuru hurma ile kuru üzümü de
birlikte nebiz yapmayın. (Yapmak isterseniz) her birini ayrı ayrı nebiz yapın» [63]
buyurmuştur.
Bunun için, ulema da
bu hadisin yorumunda ihtilâf edip kimisi: «Hadisteki yasak, kerahet içindir,
kimisi «Hürmet içindir, fakat yasak edilen şey fasid değildir. Yani iki
meyvanın karışımından nebiz yapmak haramdır, fakat eğer yapılırsa o nebizi
içmek caizdir», kimisi de «Yapmak da, yapılan nebizi içmek de haramdır»
demiştir.
Mubah olduğunu
söyleyenler ise, herhalde nebiz yapmanın cevazını bildiren Ebû Said
el-Hudrî'nin hadisindeki umuma dayanmışlardır.
«Nebiz
olabilen cinsinden olmasa bile iki meyvayi karıştırmak caiz değildir» diyenler
de, ya kendilerine göre yasağın sebebinin, karışık olarak iki meyvadan yapılan
nebizin fazla keskin oluşu değil de sırf iki meyvanın karıştırılmış oluşuna ya
da karışık olarak yapmayı yasak eden hadisin umumuna dayanmışlardır. [64]
Ulema, kendiliğinden
sirkeleşen şarabın helâl olduğunda müttefik iseler de sirkeleştirilen şarabın
helâl olup olmadığında ihtilâf edip kimisi haram, kimisi mekruh, kimisi
mubahtır demiştir.
Bu ihtilâfın s e b e b
i de, iki şey olup biri aklî delilin hadis ile çelişmesi, biri de hadisin
mefhumunda ihtilâf etmeleridir.
Zira Ebû Davud'un Enes
b. Mâlik'ten rivayetine göre, birkaç yetime babalarından miras olarak bir
miktar şarap kalmış da, Ebû Talha bunu Pey-
gamber (s.a.s)
Efendlmiz'e sormuş, Peygamber (s.a.s) Efendimiz «Onu dök» buyurmuştur. Bu sefer
Ebû Talha 'Onu sirkeleştirmeyeyim mi?' diye sorunca Efendimiz (s.a.s) «Hayır»
demiştir [65].
Bu yasağın sarhoşluk
veren içkilere karşı sed çekmek için olduğunu söyleyenler yasağı kerahete
hamletmişlerdir.
Yasağı, sebebi
bilinmeyen bir taabbüd telakki edenler ise onu hürmete hamletmişlerdir. Fakat
bana göre, yasağın yasaklanan şeyin fesadını gerektirmediğini söyleyenler de
haram olmadığım söylemeleri lâzım gelir.
Aklî
delile başvuranlar ise mubah olduğunu söylemişlerdir. Zira şeriat-ten,
birbirinden ayrı olan şeylerin ayrı ayrı hükümlere tabi oldukları öğrenilmiştir.
Sirke de şaraptan ayrı bir şey olduğuna göre onun da -ne şekilde sirke-leşmiş
olursa olsun- şarabın hükmünden ayrı bir hükme tabi olması lâzım gelir. [66]
Bu babın temeli,
"Cenâb-ı Hak size
haram kıldığı şeyleri ayrıntılı olarak bildirmiştir. Meğer haram olan şeyleri
yemek zorunda kalmış olasınız" [67]
âyet-i kelimesidir. Bu babın bahisleri de, -haram olan şeyler ne ile helâl
olur, hangileri haram helâl olur ve haramın ne kadarı helâl olur, diye üç
mevzudan ibarettir,
1- Haram
olan besinler, açlıktan dolayı haram besini yemek zorunda kalmakla helâl olur.
Bunda ihtilâf yoktur. Fakat haram olan besini tedavi için yemek caiz midir, değil
midir? diye ihtilâf etmişlerdir. Caiz olduğunu söyleyenler, Peygamber (s.a.s)
Efendimiz'in Abdurrahman b. Avf a -vücudu kaşındığı için- ipek elbise
giymesine müsaade etmesi [68] üe
ihticac etmişlerdir. Caiz olmadığını söyleyenler de, Peygamber (s.a.s) Efendimiz'in
«Cenâb-ı Hak benim
ümmetime haram kıldığı şeylerde kendileri için şifa yaratmamıştır» [69]
hadisini hüccet yapmışlardır.
2- Darda
kalan kimseye, leş ve benzeri haram olan her besin helâl olur. Bu hususta haram
besinler arasında herhangi bir fark yoktur. Ulemanın şarap hakkındaki
ihtilâfları ise şarap ile beslenmek bakımından değil, tedavi olmak
bakımındandır. Bunun içindir ki susuz olan veyahut boğazında lokma kalan
kimseye, eğer şaraptan başka bir şey bulunmaz ve onunla susuzluk gidiyor
veyahut lokma yutulabiliyorsa şarap içmesini caiz görmüşlerdir.
3- 'Haram olan besinin ne kadarı helâl olur?1
mevzuunda da îmam Mâlik «Kişi doyuncaya kadar yiyebilir ve gerekirse -helâl
besinleri buluncaya kadar- haram besinleri kendine zahire yapar» demiştir. îmam
Ebû Hanife ile İmam Şafii ise «Haram olan besinler, ancak kişiyi ölümden
kurtaracak
kadar yenebilirler,
fazlası yenemez» demişlerdir, tmam Mâlik'in tabileri de buna katılır.
Bu ihtilâfın sebebi,
dara düşen kimseye helâl kılınan, haramın hepsi midir, yoksa kişiyi ölümden
kunaracak kadan mıdır diye ihtilâf etmeleridir. Zahir olan şudur ki, dara
düşüldüğü zaman haramın hepsi helâl olur. Çünkü Cenâb-ı Hak
"Darda kalan
kimseye -aşırı gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartıyla- günah
yoktur" [70]buyurmuştur.
İmam Mâlik ile imam
Şâfîi, ma'siyet yolculuğunda dara düşen kimseye leş yemesinin caiz olmadığında
müttefiktirler. Zira Cenâb-ı Hak,
"Aşın
gitmemek ve başkasının hakkına el uzatmamak şartı ile" buyurmuştur.
Diğerleri ise, «Dara düşen kimse, ma'siyet yolculuğunda bile olsa leş
yiyebilir» demişlerdir. [71]
[1] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/387.
[2] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed
b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/389.
[3] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/389.
[4] Mâide, 5/3.
[5] Buhârî, Zebâih, 72/12, no: 5493.
[6] Mâlik, Taharet, 2/3, no: 12.
[7] Ebû DâvÛd, Et'ime, 21/36, no: 3815.
[8] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/389-391.
[9] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/391.
[10] Ebû Dâvûd, Et'ime, 21/25, no: 3785.
[11] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/391.
[12] Buhârî, Zebâih, 72/34, no: 5538.
[13] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/391-392.
[14] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/392.
[15] Mâide, 5/3.
[16] En'am,6/145.
[17] Mâide, 5/3.
[18] lbn Mâce, Et'ime, 29/31, no: 3314; Ahmed, 2/97.
[19] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/392-394.
[20] Mâlik, Sayd, 25/4, no; 14.
[21] En'am, 6/145.
[22] Buhârî, Zebâih, 72/29, no: 5530; Müslim, Sayd, 34/3,
no: 1932.
[23] Mâlik, Sayd, 25/4, no: 10.
[24] Tirmizî,
Et'ime, 26/4, no: 179.
[25] Buhârî, Et'ime, 70/10, no: 539.
[26] Ebû Dâvûd, Et'ime, 21/33, no: 3803. I
[27] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/394-396.
[28] Buhârî, Zebâih, 72/27, no: 5520.
[29] Buhârî, Megazi, 64/38, no: 4220.
[30] Nahl, 16/8.
[31] Nahl, 16/5.
[32] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/396-397.
[33] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/397.
[34] Ebû Hanife de bu görüşledir.
[35] A'râf,7/157.
[36] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/397-398.
[37] Hadis, Ebû Dâvûd, (Edeb, 35/176, no: 5267) gibi hadis
küaplannda vardır.
İbn Rüşd Kadı
Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd El-Hafîd,
Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid,
Beyan Yayınları: 2/398.
[38] Hanefilere göre, deniz hayvanlarından yalnızca balık
helâldir.
[39] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/398-399.
[40] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/399.
[41] Buhârî, Eşribe, 74/4, no: 5585.
[42] Müslim, Eşribe, 27/2, no: 1863.
[43] Tirmizî, Egribe, 27/3, no: 1865; Ebû Dâvûd, Eşribe, 20/5,
no: 3681. Hadis, Nesâî'de yoktur.
[44] Müslim, Egribe, 36/4, np:1985.
[45] Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Asâr, 4/213.
[46] Nahl, 16/67.
[47] Nesâî, 8/321.
[48] Tahâvî, a.g.e., 4/228. Ayrıca bkz. Nesâî, 8/319.
[49] îbn Mâce, Eşribe, 30/14, no: 3406.
[50] Tahâvî, a.g.e., 4/220. Ayrıca bkz. Buhârî, Megâzî,
64/60, no: 4343.
[51] Mâide, 5/91.
[52] Bakara, 2/219.
[53] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/399-403.
[54] Tahâvî,a.g.e.,4/228.
[55] Müslim, Eşribe, 36/9, no: 79.
[56] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/403.
[57] Buhârî,/mûn, 2/40, no: 53.
[58] Mâlik, Eşribe, 42/2, no: 5.
[59] Tahâvî, a.g.e., 4/228; Beyhâkî, 8/311.
[60] Mâlik, Dahâyâ, 23/4, no: 8.
[61] Müslim, Egribe, 36/6, no: 2000.
[62] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/403-404..
[63] Buhârî, Eşribe, 74/11, no: 5202.
[64] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/404-405.
[65] Ebû Dâvûd, Eşribe, 20/3, no: 3675.
[66] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/405-406.
[67] En'am, 6/119.
[68] Buhârî, Cihad, no: 2919.
[69] Ebû Ya'lâ (İbn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, 2/356, no:
2462.
[70] Bakara, 2/173.
[71] İbn Rüşd Kadı Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Rüşd El-Hafîd, Bidayetü’l-Müctehid
ve Nihayetü’l-Muktesid, Beyan Yayınları: 2/407-408.